08.03.2021

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TV5 LİDERLER TURU PROGRAMINA KATILDI (04 MART 2021)

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, TV5 Liderler Turu programının canlı yayın konuğu oldu; Hasan Basri Akdemir’in moderatörlüğünde gazeteciler Mustafa Yılmaz, Mustafa Deniz ve Mehmet Ali Kayacı’nın sorularını yanıtladı.

Hasan Basri AKDEMİR- Hayırlı akşamlar kıymetli izleyenler. TV5 liderler turu başlıyor. Liderler turunun ilk programında CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu konuğumuz. Efendim hoş geldiniz.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Teşekkür ederim, sağ olun.
Hasan Basri AKDEMİR- Maalesef üzücü bir haberle yayınımızı açmak durumundayız. Milli Savunma Bakanlığının açıkladığına göre Bingöl’de kırıma uğrayan helikopter kazası sonucu 10 askerimiz şehit oldu, 3 askerimizde yaralı. Aralarında bir Kolordu Komutanı var. İlk sıcağı sıcağına sormak istiyorum.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Tabi üzücü bir olay, milletimizin başı sağ olsun, kahraman ordumuzun başı sağ olsun. Elim bir kaza keşke olmasaydı ama önümüzdeki süreç içinde belki biraz daha ayrıntı gelebilir. Ayrıntıları biraz öğrenince biraz daha net tabloyu görmüş olacağız. Ama öyle anlaşılıyor ki, ilk gelen bilgilere göre hava koşulları nedeniyle helikopterin düştüğü, arıza yapıp düştüğü ifade ediliyor. Her insanımız çok değerlidir. Özellikle bölgede terörle mücadele eden, aynı zamanda bizim güvenliğimizi sağlayan, ülkemizin güvenliğini sağlayan orduda eratından en üstüne kadar hiç kimsenin burnunun kanamasını istemeyiz. Dolayısıyla her kayıp acı bir kayıptır. Hepsine Allah’tan rahmet diliyoruz, Allah rahmet eylesin. İnşallah benzer olaylar bir daha olmaz, yaşanmaz. En büyük arzumuzda budur zaten.
Hasan Basri AKDEMİR- Son dakikaları takip edeceğiz. Stoltenberg NATO Genel Sekreteri de bir taziye için ulaştı. Bu konuyla ilgili bir şey söylemek isteyen?
Mustafa YILMAZ- Tabi rakamlara da baktım efendim ben 96’dan itibaren bu helikopterleri, düşen helikopterleri almaya başlamışız bu dördüncü. Bir tanesi terör saldırısıyla düşüyor. Üç kazada 28 şehit veriyoruz bu son dördüncü kazayla birlikte 38’e çıktı. Tabi terörle yoğun bir mücadele veren bir ülkeyiz. Gerçekten bu kayıplar hepimizi üzüyor, hepimizin canını yakıyor ama bu konuda dediğim gibi terörle mücadele eden bir ülke olduğumuz için insan ister istemez aklına her türlü ihtimalde geliyor. Sizin böyle bir endişeniz var mı ya da bölgeden bir temas kurdunuz mu? Bir son dakika bilgisi var mı size ulaşan?
Kemal KILIÇDAROĞLU- İlk gelen bilgiler tamamen hava şartlarının ortaya çıkardığı bir tablo. İlk gelen bilgiler böyle. Ama zaten başka bir şey olsa mutlaka Milli Savunma Bakanlığı veya Genelkurmay Başkanlığı bir açıklama yapar. Hava şartları, kalkışta hava şartlarının iyi olduğu söyleniyor fakat daha sonra tablonun biraz daha negatife döndüğü ve sonuçta da helikopterin düştüğü yönünde ilk haberler bana gelen haberler öyleydi. Gerçekten bölgede terör var doğrudur, terörle mücadele ediliyor o da doğrudur ama bu bir kaza öyle anlaşılıyor. Allah’tan rahmet dileyeceğiz tabi Allah rahmet etsin.
Hasan Basri AKDEMİR- Allahtan rahmet dileyelim şehitlerimize. Umarım yaralı askerlerimizden de kötü haber almayız.
Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bugün Türkiye’nin geleceğinde bu zihniyet diye tabir etti. Yapısı ve üslubuyla CHP diye bir partiye yer olmadığını görüyoruz dedi. CHP’ye yönelik gelecek dönemde 2023’ü işaret ederek yer yoktur CHP’ye diye bir tabir kullandı. Öncelikle nasıl değerlendiriyorsunuz bunu?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Samimi düşüncemi söylersem, yani Erdoğan’ı hiç muhatap almak istemem. Nedeni de şu, Erdoğan bugüne kadar neler söyledi ve neler oldu bakıldığı zaman. Erdoğan’ın bütün dünyası CHP’ye nasıl saldırırım, nasıl karalarım, CHP’yi nasıl halkın gözünde küçük düşürürüm. Bütün amacı, bütün çabası bu. Ülkenin bu kadar sorunu var. Gerçekten esnafın sorunu var, çiftçinin sorunu var, emeklinin sorunu var, evlerde sorun var, işsizlik sorunu var. Yani Allah aşkına bir ülkeyi yöneten insan bu sorunlarla uğraşacağına neden CHP’yle uğraşır neden? Ben ne yaptım, mesela ben ne yaptım? Erdoğan’la ilgili sadece işsizlik var dedim hatırlattım, tefecilere dünyanın parasını veriyorsunuz dedim hatırlattım. Çiftçinin durumu iyi değildir dedim hatırlattım, esnafın durumu iyi değildir dedim hatırlattım. Hatta bir şey daha söyleyeyim, eskiden derlerdi ki, CHP sadece eleştirir. Yaptığım her hatırlatmanın sonunda nasıl çözülmesi gerektiğini de anlattım yani aksini söylemesin diye. Evet bir esnaf bakanlığı kurulmalı dedim, esnafın bir muhatabı olmalı dedim, esnaflara dükkanı kapat diyorsan kira parasını vermen lazım, dükkanı kapat diyorsan orada insanlar var, çalışan insanlar var bunlara belli bir gelir vermen lazım, bir aylık vermen lazım. Bu insanların geçinmesi lazım. Pandemi var evet dükkan kapatsın evet ama sonunda sosyal devlet dediğiniz devletin bu insanlara yardım etmesi lazım. Hatta şunu bile söyledim, yani yardımın başında yardım yaparken gerekirse Merkez Bankasında karşılıksız parada basın. Bunu da söyledim. Nitekim 56 küsur milyar lira para bastılar bu da dağıtıldı ama yani bakıldığı zaman verilen paranın verildiği yerler esnaf memnun değil, çiftçi memnun değil. Bugün gittim Kadıköy’de dükkan kiralarını sordum dükkan kiraları 20 bin – 25 bin diyor. Verilen kaç lira? 750 lira veya 500 lira. Yani Allah aşkına 20 bin lira kiranın olduğu yerde bu ne olacak. O da herkes yararlanamamış bundan zaten. Böyle bir sorun var.
Türkiye’nin geleceğinde CHP’nin ve böyle bir dil olmayacak, yer almayacak diye yaptığı eleştiri. Türkiye’nin geleceğinde bizim olup olmayacağımıza bir kişi karar vermez. Buna karar veren halktır, millettir yani. Şimdi milletin iradesini sen ipotek altına alıyorsun diyorsun ki bu olmayacak. Sen kimsin olmayacak diyorsun, kimsin sen? Sana bu yetkiyi kim verdi? Kullandığımız üslup. Çok şükür kullandığım üslubun, kurduğum her cümlenin doğru olduğuna inanıyorum, yürekten doğru olduğuna inanıyorum. Benim eleştirilerim karşı tarafı rahatsız edebilir ben onu da biliyorum. Zaten rahatsız olsun diye söylüyorum. Yani esnaf bu kadar perişan haldeyken ben kalkıp ona da esnafın durumu çok iyi elinize sağlık yani gerçekten çok büyük hizmetler verdiniz dediğim zaman ben görevimi yapmış olur muyum? Peki o vatandaşın sorununu kim dile getirecek?
Bugün Kadıköy’de bir kadın beni yakaladı giderken. Yani şivesinden doğu – güneydoğudan bir kadın olduğunu anladım. Başörtülü bir kadın, çocuklarım var, eşimden ayrı yaşıyorum, Allah aşkına ben kötü yola mı düşüyüm bana iş. Ben yardım paketi istemiyorum diyor bana yardım paketi vermeyin. Yardım paketi bir gün veriyorsun, iki gün. Peki sonra ne olacak? Bana iş verin ben çalışmak istiyorum. Evime helal ekmek götürmek istiyorum. Şimdi bu kadın derdini bana anlatıyor. Bu kadını asıl dinlemesi gereken kim? Erdoğan. Erdoğan bu kadını dinliyor mu, esnafı dinliyor mu, çiftçiyi dinliyor mu? Bunların hiçbirisini dinlemiyor. Erdoğan gelir 4 bin kişilik, 3 bin kişilik koruma ordusuyla gelir. Erdoğan halktan kopmuştur artık, halkın arasında bir Erdoğan yoktur zaten, olamazda zaten eşyanın tabiatına aykırı. Siz 3 bin kişilik bir koruma ordusuyla bir yere giderseniz vatandaş size nasıl ulaşacak, vatandaş size derdini nasıl anlatacak? Hele birde şikayet ederse kesinlikle ağzını kapatıp kadını ya tutuklarlar, ya içeri atarlar veya karakola götürürler. Böyle bir devlet yönetimi olmadı. Bakın, bizde böyle bir devlet yönetimi olmadı. Geçmişte de başbakanlar vardı, cumhurbaşkanları vardı ama böyle bir tabloyla biz hiç karşılaşmadık. Şimdi ne yapacak? Kendisinin yaptığı bana göre kurallara uymayan, bana göre toplumun fakirleşmesine yol açan, bana göre işsizliğine yol açan, bana göre esnafın, çiftçinin mağdur edildiği bir ortamda onu dillendiren bir siyasi partiyi hazmedemiyor neden bunları söylüyorsun.
Mustafa YILMAZ- Biraz bunun efendim bu kadar tartışma konusu olmasının nedenlerinden biri Türkiye bir süredir HDP’nin kapatılmasını tartışıyor, parti kapatmalar yeniden gündemde ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı da bu konuda inceleme başlattı. Biraz bu çıkışın, Sayın Cumhurbaşkanının yaptığı bu çıkış yani biraz çılgınca bir soru olabilir ama ileride yani CHP’yle ilgili bir kapatma davası gündeme gelebilir mi gibi endişeye neden oldu mu sizde ya da biraz sosyal medyada ve bugünkü yorumlarda böyle imalarda sözkonusu oldu da.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi şöyle samimi düşüncemi ifade edeyim. Demokrasinin olmadığı tek adam rejimlerinde tek adam dediğimiz kişi eleştirilere tahammül edemez ve eleştiren kişileri veya kurumları tümüyle sahneden silmek ister. Bu dikta yönetimlerinin bütün dünyada karşılaştığımız bir gerçeğidir. Dolayısıyla Türkiye’de de böyle bir gerçeğimiz var zaten. Tahammül edemiyor, kapatılmasını istiyor, eleştirilmesini istiyor, hapse atılmasını istiyor, tutuklanmasını istiyor, gözaltına alınmasını istiyor, şiddet uygulanmasını istiyor. Söyleyeyim ben Çubuk’ta linç girişiminde bulunuldu ne oldu o insanlara? Birisi hapse mi atıldı? Hayır. Birisi tutuklandı mı? Hayır. Hepsi serbest, hepsi rahat. Aynı şey Erdoğan’a 10’da biri hatta yüzde 1’i oranında yapılsaydı ne olurdu? Herhalde oradakilerin tamamı aylarca hapiste kalırlardı, savcı asla iddianame düzenlemezdi. Böylece uzun süre içerde tutulurlardı. Şimdi böyle bir tabloyla karşı karşıyayız. Erdoğan hani HDP’yi kapatayım, işte CHP’yi kapatayım, diğer partileri kapatayım ben tek başıma kalayım işte ne güzel kimse beni eleştirmiyor dolayısıyla herkes beni alkışlıyor. Böyle bir tabloyu görmek istiyor. Bu ruh hali iyi bir ruh hali değildir. Bu ruh hali Türkiye’yi felakete sürükler.
Bakınız, demokrasilerde siz daha iyi biliyorsunuz gazetecisiniz doğal olarak her türlü soruyu rahatlıkla sorabilirsiniz. Normalde devleti yönetenlerin en sert eleştirilere tahammül etmeleri lazım ve sabırla dinlemeleri lazım. Bu insan niye eleştiriyor beni. Eleştiri haklı mıdır, haksız mıdır ona da bakması lazım. Olur ya belki biz bir haksız eleştiri yapmışız. Der ki, sen bu eleştiriyi yaptın ama haksızsın. Yani işin gerçeği budur, doğrusu budur. En basit eleştiriye bile tahammül edemeyen bir kişinin sağlıklı olarak devleti yönetme şansı yoktur. Ne üzerinden yapacak bütün eleştirileri? İşte CHP üzerine, CHP’nin efendim bilmem 1940’larda bunu yapmış, 30’larda bunu yapmış. Benim doğmadığım yıllarda ne olmuş. Sen arkadaş devleti yöneteceksen geleceğe bakacaksın. Geçmiş tamam o tarihçilerin işi. Sen geleceğe bakacaksın. Ben gelecekte Türkiye’yi nereye götüreceğim oraya bakacaksın. Ben ısrarla söylüyorum sen 83 milyonu Londra’daki bir avuç tefeciye hizmet eder hale getirdin. Hayır yapmadım demiyor mesela, diyemiyor. Çünkü dediği an rakamları önüne koyuyor. Sen 180 milyar dolar 19 yılda 180 milyar dolar. Siz faiz ödüyorsunuz, bir avuç tefeciye ödüyorsunuz yani. Türkiye’yi bir anlamda teslim almış vaziyetteler. Kızdırdıkları zaman dolar yükseliyor, biz hemen faizleri yükseltiyoruz dolar düşüyor, ister faiz yükselsin, ister dolar yükselsin onlar karlı. Biz karlı değiliz. Tahterevallinin iki tarafında da onlar var zaten. İster faiz düşsün dolar yükselsin, ister dolar düşsün faiz yükselsin onlar kazanıyor. Peki biz? Çiftçi kazanıyor mu? Hayır. Emekli kazanıyor mu? Hayır. Memur kazanıyor mu? Hayır. İşsiz var.
Bakın şu bir gerçek, bir ülkeyi yöneten kişilerin ekonomideki başarısı yarattıkları istihdamla ölçülür. Eğer ekonomide başarılı bir politika izliyorsan işsizlik diye bir şey olmaz veya minimum olur, çok düşük olur işsizlik. Yani bir sorun olmaktan çıkar. Siz 19 yıl memleketi yöneteceksiniz, 10 milyonu aşkın işsiz çıkacak sorumlu kim? Ca Ha Pe zihniyeti. Allah aşkına ne yaptık biz? Sanki ben devleti yönetiyorum beyefendi muhalefet. Beni eleştiriyor. Beni eleştirmene gerek yok sen çık sen 10 milyon işsizi nasıl yarattın, bu mucizeyi nasıl yaptın sen, sen çık onu anlat millete benimle ne uğraşıyorsun. Ben doğruyu söylüyorum. Desin ki, 10 milyonu aşkın işsiz yok Kılıçdaroğlu doğruları söylemiyor. Var. Ben demiyorum bütün iktisatçılar söylüyor zaten bunu.
Mustafa DENİZ- Sayın Başkan, çok soru soruyorsunuz aslında hükümete. Sorduğunuz sorulardan rahatsızlık duydukları için mi bu kadar her açıklamada, her konuşmada CHP olarak konuşuyor Cumhurbaşkanımız?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Kesinlikle öyle.
Mustafa DENİZ- HDP olarak da yani bir ilişkilendirme, seçim işbirliği üzerinden de bir takım söylemler var sürekli kürsülerden ama özelliklede yani sokağın sesi olmaya çalıştığınız için mi, yoksa sık sık soru sorduğunuz için mi bir rahatsızlık duyuyor?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi ikisi de var. Sokağın sesi olduğumuz içinde var, soru sorduğumuz içinde var.
Mustafa DENİZ- Peki cevap alabiliyor musunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Hayır. Sorduğumuz sorular makul, mantıklı, sokaktaki vatandaşın aslında yakalasa soracağı sorulardır bunlar yani. Son 128 milyar doları sattılar. Kime sattın diyoruz. Eskiden satıyor muydu Merkez Bankası? Satıyordu. Nasıl satıyordu? İhale açıyordu. Bankalara diyordu ben 1 milyon dolar, 1 milyar dolar, 5 milyar dolar satmak istiyorum fiyat verin. Alıyordu fiyatı doları satıyordu kendi internet sitesine de koyuyordu şu tarihte şu kadar doları sattım. 2002’den ta günümüze kadar böyle. 128 milyar dolar tık yok. Merkez Bankasının internet sitesinde hiç yok, kime sattığını kimse bilmiyor, hangi kurdan kimse bilmiyor. Peki ben bu soruları soruyorum cevap ver arkadaş. Çünkü o 128 milyar onun şahsi parası değil 83 milyonun parası, hepimizin tasarrufu birikimi. Sen bu parayı götürüyorsun veriyorsun. Ben adım gibi biliyorum bu parayı yurtdışındaki tefecilerin Türkiye’deki birikimlerini alıp yurtdışına götürmeleri için onlara tahsis edilen paradır. Bunu da söyledim. Şimdi cevap veriyor mu bize? Cevap vermiyor. Nasıl cevap veriyor? İşte CHP’nin bu tutumu, bu söylemi önümüzdeki süreçte olmayacaktır sanki beyefendiye birde yeni bir muhalefet oluşturma görevi verilmiş sanki. İktidarda bana göre bir muhalefet olsun, bir şey söylediği zaman alkışlayalım. Bravo ne kadar güzel söyledi. Yanlışı hiçbir zaman söylemeyelim.
Soru sordum bakın sadece 128 milyar dolarla ilgilide sormadım. Bakın şehitlerimiz var ordumuzun. Hepimizin içi kan ağlıyor keşke şehitlerimiz olmasa. Ordunun tank palet fabrikasını Katar’a peşkeş çektiler. 1 Türk lirası dahi almadan Katar ordusuna peşkeş çektiler. O fabrikadaki sırları ben bilmem orada çok önemli aletler üretiliyor. Sizde bilmezsiniz ama Katar ordusu bilir niçin, hangi gerekçeyle? 50 milyon dolar yatırım yapacaktı Katar oraya yapmadı. Bir şey daha vereyim Katar ordusunda. Bakın o soruyu da sordum. Şimdi Digitürk’ü satın aldı bir Katarlı iş adamı firma satın aldı. Olabilir ihaleye çıkmışsınız en yüksek parayı vermiş almış olun. Maçları yayınlayacak. Güzel kimsede itiraz etmedi. Döviz yükseldi anlaşmayı imzalamış olmalarına rağmen biz parayı ödemiyoruz dediler. Ne oldu? 90 milyon dolar indirdiler artı doları da yanlış hatırlamıyorsam 5.50 üzerinden sabitlediler. Yani dolar 10 lirada olsa o 5.50 üzerinden işlem görecek. Yani hukuku bir tarafa atıyorsunuz, hakkınızı bir tarafa atıyorsunuz, bir firmaya 90 milyon dolarlık kıyak geçiyorsunuz esnafa gelince efendim işte sana sadece 3 ay 750 lira vereceğim dükkan kirası olarak bununla idare et. O da hepsine değil bazılarına vereceğim. Veya işte sana ayda 1000 lira vereceğim, üç ay süreyle vereceğim 3000 lirayla sen 12 ay krallar gibi yaşa. Ama ona 90 milyon dolar vereceğim. Bu soruya cevap gelmiş değil. Kim yaptı bunu, kim söylüyor bunu?
Mustafa YILMAZ- Önemli tespitler efendimde yalnız şöylede bir şey yok mu? Muhalefet bu söylemlerinden ziyade, bu önerilerinden, bu sorularından ziyade parti içi karışıklıklarla gündeme geliyor. İşte İYİ Partide Ümit Özdağ bugün yine harareti yükseldiği için onu söylüyorum. CHP’de Muharrem İnce, istifalar, en son Teoman Sancar istifası. Burayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Yani muhalefetinde orada bir sorumluluğu yok mu? Yani eleştirdiğiniz, iktidar açısından baktığınızda orada bir ahenk görünüyor en azından algısal olarak. Ama muhalefete baktığımızda daha çok istifalarıyla gündeme gelen. Biraz onu açmak istiyorum. Burada ne düşünüyorsunuz, ne hissediyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şöyle Mustafa Bey, şimdi bir ana eksen vardır. Demokrasi varsa her partinin içinde tartışmalar olur buna hiç itiraz etmiyorum. Yani tartışma olmasın demek yanlış olur. Tartışma olur, olmalıdır da. Her partinin bir merkez yönetimi var, bir parti meclisi var, genel idare kurulu diyor bazı partiler onlar var. Dolayısıyla onlar kendi aralarında otururlar tartışırlar. Bizde her hafta Merkez Yönetim Kurulu toplandığı zaman Türkiye’nin en önemli sorunları neyse oturur tartışırız. Hepimiz görüş birliği içinde mi? Hayır. Bazı arkadaşlar farklı düşünebilirler. Buradaki sorun şu, bazı arkadaşlar partinin dışında yer almak istiyorlar. Yani partinin izlediği politikayı beğenmeyebilirler ve partinin dışında yer almak, ayrı bir parti kurmak ve kendi düşüncelerini geniş kitlelere aktarmak isterler. Eğer demokrasi varsa ve bizde demokrasiye saygı duyuyorsak bunlara da saygı duyacağız. Yani ayrılır, kendisi ayrı bir parti kurar yoluna devam eder. Burada üzerinde durulması gereken temel nokta şu, ayrıldıktan sonra kitle gerçekten ona hak verecek mi, vermeyecek mi? İyi ki ayrıldın diyecek mi ve geniş kitleler onun arkasından gidecek mi, gitmeyecek mi? Dolayısıyla bu kararı veren kişilerin oturup iyi düşünmeleri lazım. Ayrıca şöyle de düşünmeleri lazım. Türkiye’nin içinde bulunduğu tabloya bakmaları lazım. Bu tabloda Türkiye siyasal olarak iki ana eksene ayrılmış durumda. Bir tarafta demokrasiyi isteyenler var, ki bunun içinde çok farklı görüşlerde olan insanlar var, hepsinin ortak paydası demokrasi. Bir tarafta da otoriter rejimi isteyenler var. Dolayısıyla ayrı parti kurmak, ayrışmak, demokrasiden yanaysa bir sorunumuz yok demokrasiden yana otursunlar kursunlar. Ama otoriter rejime destek çıkılıyorsa ve otoriter rejim bundan yararlanıyorsa o zaman burada sorunumuz var.
Mustafa YILMAZ- Öyle mi hissediyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bu konudaki yorumu ben halka bırakıyorum. Kendim bir özel yorum yapmak istemem.
Mustafa YILMAZ- Yine de bütün bunlara rağmen siyasetin güncel deyimiyle eve dön çağırısı yapar mısınız?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Herkese yaparım. Bakın bizim ayrışma, bölünme gibi bir lüksümüzün olmaması lazım. Eğer biz gerçekten demokrasiyi savunuyorsak, gerçekten bu ülkede demokrasi olsun diyorsak, herkes düşüncelerini, herkes inancını, herkes kimliğini özgürce yaşamak istiyorsa ve biz buna destek veriyorsak niye ayrılıyoruz. Şimdi çok küçük ayrıntılarda kavga olabilir, tartışmada olabilir. Her evde eşler tartışabilirler, çocuklar bir arada tartışabilirler. Bir yerde bir daire alacaksa aile bile gider bir daireyi görürler beğendiniz mi, beğenmediniz mi? Çarşıdan bir pantolon alınacaksa, ceket alınacaksa, kravat alınacaksa karı koca gitmişse en azından bir sorar bu nasıldır iyi midir veya bir görüş alır. Dolayısıyla her tartışma bir ayrılık getirmemeli. Tartışma doğrudur, olması gerekir, akıl akıldın üstündür. Bizim görmediğimizi başka arkadaş görmüş olabilir. Ama her tartışma ayrılık getirirse o zaman tartışma dediğimiz şeyin anlamı kalmamış oluyor.
Hasan Basri AKDEMİR- Bu konuya küçük bir ek yapmak istiyorum. Özellikle bir kısım medyanın CHP içindeki ayrışmalara olan bakışıyla örneğin seçim dönemindeki CHP süreleri arasında belli bir orantısızlık görünüyor. Ne düşünürsünüz o konuda?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şöyle, az önce söyledim yani Türkiye eksen olarak ikiye bölündü diye. Bu bölünme sadece siyasi partilerde değil aslında medyada da ikiye bölünmüşlük görünüyor. Bir grup medya var otoriter yönetimi destekleyen medya. Bu medyaya çok özür dilerim ama ben bunlara besleme diyorum. Bunlar doğrudan doğruya kamu kuruluşlarının sağladığı büyük imkanlarla, büyük reklam pastasıyla geçiniyorlar. O gazetelerin tirajlarının ne olduğunu bende çok iyi biliyorum. Ben bütçe görüşmelerinde şunu söyledim Sayın Oktay’a. Dedim ki bakınız, gazetelerin gerçek tirajları nedir bunu bağımsız bir denetim kurumuna denetlettirin ve ona göre Basın İlan Kurumu reklam versin yani daha doğrusu ilan versin bunlara. Şimdi baktığınız zaman şöyle bir tablo var. Gazete var 300 bin satıyor. Hikaye 30 bin bile satmıyor. Ama 300 bin üzerinden para alıyor. Devleti açıkça soyuyor. Sayın Fuat Oktay’a dedim ki bunu denetle. Ben hala şeyi bırakmış değilim onu denetleyecek. Bir şekliyle gerçek. Çünkü bu aynı zamanda Basın İlan Kurumunun ve hazinenin kasasının soyulması anlamına geliyor. Medyanın da bu bağlamda. Birde özgür medya dediğimiz medya var. Özgür medyada gerçekten finans açısından çok büyük sıkıntılarla karşı karşıyayız. Düşünün kamu bankaları, kamu kuruluşları bunlara ilan vermiyor. Niye vermiyor? Objektif bir ilke belirler mesela. Biz bu konuda etik kuruluna da gittik dilekçe verdik. Bakarsın gazetenin tirajı vardır denetlersin tiraja göre dersinki bunun tirajı 10, 10 reklam veriyorum, bunun tirajı 1, 1 reklam veriyorum. Bunun ki 5, 5 reklam veriyorum. Kimse itiraz etmez. Yani adalet dediğiniz kavramı burada da kullanmış olursunuz. Ama dediğim gibi siyaseten bir ayrışma var iki ana eksen üzerinde, medya üzerinde de bir ayrışma var iki eksen üzerinde. Bu tablo görünüyor yani.
Mehmet Ali KAYACI- İlk konu açıldığında mesela Sayın Erdoğan’ın ismi geçti ama mesela sizin AK Partililere ya da seçmene ya da vatandaşa karşı böyle bir dava açma silsilesinde bulunuyor musunuz size hakaret edenlere? Mesela Sayın Cumhurbaşkanının Cumhurbaşkanına hakaretten ya da farklı dosyalardan 128 bin dava var orada da vatandaşlara ilişkin olarak.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Tabi hakaret edenler var. Tasvip etmiyorum yani. Sadece benim değil, hangi siyasetçi, hangi insan olursa olsun insanlara hakaret etmek doğru değil. Düşüncemizi beğenmeyebilirsiniz, çok sert şekilde eleştirebilirsiniz ama hakaret doğru değil. Hakaret olduğu zaman bende dava açıyorum. Sonra arıyorlar benim avukatımı davadan vazgeçsin diye ben diyorum ki işte 3 tane fakir çocuğa burs verirsen davadan vazgeçeceğim.
Mehmet Ali KAYACI- Yani 5 kuruşluk davaların farklı bir yansıması gibi.
Kemal KILIÇDAROĞLU- 5 paralık davaları sadece Erdoğan’a açıyorum. Sadece Erdoğan birde Sabah gazetesi için açtım. Sabah gazetesine 1 liralık açmıştım kazandım o davayı. Onu bir güzel çerçeveledim odamda duruyor. Son bir davayı da 5 paralık açtım çünkü o gazetenin değerinin 5 para bile etmediğini düşünüyorum. 5 paranın altında para yok ki. Yani 5 para dedik hakim dedi ki, ancak 5 kuruşluk olabilir. Yani para yok çünkü.
Mehmet Ali KAYACI- Bunu şunun için soruyorum, yani liderlerin insanlara yaklaşımı toplumdaki huzuru, hukuku, adaleti sağlayacak bir etken olması açısından önemsediğim için sual etmek istedim. 
Mustafa YILMAZ- Ben Muharrem İnce’ye cevap aldım doğru ama sorulması gereken bir soru daha. Yani sormazsak bizimde gazeteci kimliğimiz tartışma konusu olur. Çok konuşulduğu için soruyorum, çok bende özel hayatla ilgili sorular gazetecilerinde, siyasetinde gündemi olmaması lazım kişisel kanaatim ama. Burada oturmuşlar birbirlerine propaganda yapıyorlar demesinler diye, Teoman Sancar istifası. Bu konuda çok konuşuldu, istifasını sizin istediğiniz söylendi. Biraz onu aydınlatır mısınız nedir hakikaten bu olay?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Teoman Bey kendi özgür iradesiyle ayrıldı.
Mustafa YILMAZ- Basına böyle yansıdı sizin istifasını istediğiniz.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Benim hiçbir açıklamam olmadı. Diğer arkadaşlarında bir açıklaması olmadı. Kendi özgür iradesiyle ayrıldı. Özel hayatın gizliliği esastır, bir anayasal güvence altındadır. Kaldı ki yani kişilerin özel hayatını siyasette kullanmak asla doğru değildir. Kendisi ayrıldı ve dolayısıyla ayrıca suç duyurusunda bulundu. Kendisine yönelik şantaj yapanlarla ilgili tutuklamalar var galiba bilmiyorum kaç kişi tutuklandı veya gözaltına alındı. Takip ediyor o da.
Mehmet Ali KAYACI- 9 yıl evvel ilk sizinle yayın yaptığımızda birçok konuya değinmiştik ama toplumsal uzlaşıya ihtiyaç olduğu konusuna değinmiştik. CHP’nin ya da düşünce itibariyle kutuplaşan Türkiye’de bir tarafa bir ihtiyaç var diye konuşulmuştu. Siz o gün söz niteliğinde biz bunu başaracağız demiştiniz. Bu konuda özellikle başörtüsü konusunda bir adım attınız. Çok teşekkür ediyorum eşinize, size, ailenize ya da partinize. Bugün geldiğimiz noktada atmış olduğunuz adım kutuplaşan bir Türkiye olarak ifade ediyorsunuz ama biz içeceğimiz bir kahvenin ne kadar önemli olacağını konuşabiliyoruz. İstanbul’da Sayın Kaftanoğlu’yla AK Partinin yeni il başkanı atandı ya da göreve geldi onlar arasındaki diyaloğun bir yansıması var. Bunu birde şu konudan ele almak istiyorum. Sizde grup toplantılarınızda Medine sözleşmesine atıfta bulunuyorsunuz, Türkiye’deki kimlik siyasetinin önüne geçebilecek bir nokta. Veda hutbesindeki bir hususa dikkat çekiyorsunuz. Hukuk diyorsanız bu var diyorsunuz.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Veda hutbesi tarihçilerinde kabul ettiği ilk insan hakları beyannamesidir. O kadar değerlidir.
Mehmet Ali KAYACI- Bir kahveyle Medine sözleşmesi ve veda hutbesinin hepsini bir ortak payda da sormak istiyorum. Buradaki dokunmak istediğiniz husus nedir? Belki bu anlamda insan hakları eylem planına da geçiş yapmış oluruz. Net olarak biraz daha burayı açabilir misiniz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi AK Partinin İstanbul İl Başkanı kahve içmeye davet ediyorum dediği zaman tabi doğal olarak biz gitmeyin yani Erdoğan’ın tavrını izlemeyiz. Davet gelirse davete icabet edilir, gidilir, oturulur, konuşulur. Ama İl Başkanımız gittiği zaman, konuştuğu zaman Erdoğan şöyle bir suçlama yapmasın kendi İl Başkanına vay sen nasıl bir teröristle oturdun kahve içtin diye. Çünkü onu bir anlamda terörist olarak tanımladı, o şekliyle suçladı. Asla doğru değil. Bir kişi, bir siyasi partinin lideri ağzından çıkan sözlere dikkat etmek zorundadır, ona göre konuşmak zorundadır. Mahkeme kararı olmadan bir kimseyi suçlamak asla doğru değildir. Kimin suçlu olup olmayacağına ben karar vermem, sizde karar veremezsiniz, bir başkası da veremez. Savcı iddianameyi hazırlar gider mahkemeye mahkeme oturur kararını verir ki o mahkemenin kararı yanlışta olabilir. Bir üst mahkeme var, silsile var yani birden fazla mahkemenin hiyerarşik olarak kurulmasının nedeni gerçek adaletin sağlanmasını aramak içindir. Ki biz en sonunda da AİHM’ni kabul ettik anayasayı değiştirdik oraya kadar gidebiliyor yani.
Dolayısıyla ben bir yumuşamayı doğru bulurum. Artı gerçekten insan hakları çok önemli. Ben insan haklarının çok daha ötesinde ben Allah’ın yarattığı doğanın hakları vardır. Yani ağacında hakkı vardır, kurdun kuşunda hakkı vardır. Yani biz eğer gerçekten bu kainatın bilgesi isek, yani aklımızı kullanıyor isek kainatın hakkını teslim etmek zorundayız. Suyun hakkını da teslim etmek zorundayız, ağacın hakkını da teslim etmek zorundayız. Buna çevre diyoruz işte, çevreyi korumak zorundayız. Özellikle gençler bu konuda bizden çok daha duyarlı. Bu bana umut veriyor Türkiye’nin geleceği açısından. Çevre konusunda bir ağacı koruyorlar, bir hayvanı koruyorlar, bir başka şeyi koruyorlar. Bugün söylediler İzmir depreminde küçük kız çocuğunu kurtarırlarken köpeğimi de kurtarır mısınız diyor. Yani evde anlaşıldığı kadarıyla bir hayvan besliyorlar. Çocuğun o canlıya, o hayvana duyduğu özlem var. Onu da kurtarın diyor beni kurtardınız onu da kurtarın diye.
Dolayısıyla biz bu kainatın hakkını, hukukunu korumak zorundayız. Ben böyle bakıyorum. Yani bu çerçevede baktığımız zaman aslında belli konularda birleşmemiz lazım. İnsan hakları gibi, diğer haklar gibi, doğanın hakkı gibi. Nitekim bizde Genel Başkan Yardımcısı Doğa Hakları Genel Başkan Yardımcısıdır. İnsan hakları değil Doğa Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olarak onun tüzükteki görevi de aynı şekilde. Dolayısıyla biz adaleti eğer tesis edeceksek bu çerçevede biz tabiata da, insana da bakmalıyız. Bu çerçevede baktığımız zaman bana göre insani ilişkilerimizde çok daha nitelikli bir düzeyi yakalamış oluruz. En büyük arzumda bu. Barış evet barış ama tartışma evet tartışma uygarca oturup tartışacaksınız. Siz bana sormazsanız ben cevap vermezsem bu programın ne anlamı olacak o zaman.
Mustafa YILMAZ- İl Başkanlarınız üzerinden başlayan bu kahve muhabbetini, diyaloğuna atfen soruyorum efendim. Sizde Sayın Cumhurbaşkanına bir kahve davetinde bulunur musunuz? Oradan bir kahve daveti gelirse icabet eder misiniz diye bir segmente taşıyalım ne dersiniz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi böyle bir davet geleceğini hiç düşünmüyorum. Samimi düşüncemi ifade edeyim.
Mustafa YILMAZ- 19 Mayıs fotoğrafı mesela önemliydi geçmişte böyle bir şey olmuştu.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şöyle, 19 Mayıs’ta tabi. 19 Mayıs bizim tarihimizde de önemli bir yer, 100. yılı Samsun’a gidildi, bizde gittik oraya zaten. Dolayısıyla bir fotoğraf çekelim dediler yani bizim açımızdan bir sakınca yok. Yani sonuçta hepimiz bu ülkenin insanıyız ve hepimiz bu ülkenin insanları için çalışıyoruz. Kendi ülkemizin çıkarları her şeyden önemli, ülkemizin çıkarlarını savunuyoruz. Böyle bir fotoğraf var doğru. Ama fotoğrafa yani bizim yapacağımız herhangi bir…
Mustafa YILMAZ- Hayır hayır kahve açısından soruyorum efendim.
Mustafa DENİZ- Siz davet beklemiyorsunuz ama siz davet eder misiniz kahve içmeye Cumhurbaşkanımızı?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yo hayır.
Mustafa DENİZ- Ben bir konuya daha değinmek isterim. Kayacı’nın söylemiş olduğu, sormuş olduğu soru söylemleriniz, ifadeleriniz birçok kesim insan tarafından da beğeniyle karşılanıyor aslında. Son zamanlarda yakın tarihte Cumhurbaşkanımız, Sayın Kemal Kılıçdaroğlu… Keşke öyle söylese de ben öyle söylüyorum. Sizin için ilkelerinden vazgeçti gibi yani başka bir partisini temsil etmiyor gibi söylemlerde bulundu. Zaman zaman şimdi Muharrem İnce’den de buna benzer çıkışlar duyduk, gördük. Peki sizin bu açılımınız, söylemleriniz, ifadeleriniz parti tabanında nasıl karşılık buluyor?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Gayet güzel karşılık buluyor. Biz Halkın Partisi demiyor Halk Partisi diyor Halkın Partisi. Halkın katmanları vardır yani. Çiftçisi vardır, esnafı vardır, emeklisi vardır, işsizi vardır, sanayicisi vardır, ressamı vardır, müzisyeni vardır. Halkın partisiyiz, bir kitle partisiyiz biz. Dolayısıyla herkese kucağınızı açmadıktan sonra siz niye Halk Partisi dendi ki size. Halkın Partisiyiz, Halkın Partisi olmak zorundayız. Halkın Partisi olmak demek halkın sorunlarına kulak kapatmak demek değil. Her kesimin sorunlarını dinleyeceksiniz. Herkesin sorunlarıyla oturup dertleşeceksiniz, çözmek için formül bulacaksınız şöyle çözülür, böyle çözülür. Ben bilmeyebilirim giderim o işin uzmanına sorarım böyle bir dert var biz bunu nasıl çözeceğiz der bunları söyleriz. Yani dolayısıyla dar bir çerçeveden dünyaya baktığınız andan itibaren kendinizi halkın partisi olarak tanımlayamazsınız. O çerçevenin halkın her kesimini kucaklayan şekilde olması lazım, o çerçevede olması lazım.
Ben giderim ayakkabı boyacısıyla da otururum çayımı, kahvemi içerim, sanayiciyle de oturur çayımı kahvemi içerim. Hamalla da oturur çayımı kahvemi içerim. Çobanla da oturur kahvemi içerim. Bir yazarla, çizerle, ressamla da, sinemacıyla da otururum çayımı kahvemi içerim. Dolayısıyla halktan kopuk bir insan değilim. Halkın kendisiyim aslında. Aile yaşamımda öyle, geldiğim ailede öyle zaten. Yani öyle hani bazen vardır insanlar aristokrat ailelerden gelirlerde halkla çok rahat diyalog kuramazlar. Öyle bir aileden de gelmiyorum. Yani bildiğiniz normal bir Anadolu ailesi yani. Rahmetli annem okuma yazma bilmezdi, büyük ablamda okuma yazma bilmez. O yıllarda kız çocuklarını okula göndermiyorlar. İşte yani 7 kardeşten üniversiteye gidende sadece benim. Diğer kardeşlerimin her birisi bir yerlerde. İşte emekli oldu, şurada burada çalıştılar vs. Dolayısıyla siz halkın sorunlarına eğilir, halkın sorunlarının nasıl çözüleceğine inanırsanız ve önerirseniz, sağlıklı çözümler getirirseniz halka güven verirsiniz. Biz bazen şu soruluyor bize, efendim niye CHP bugüne kadar iktidar olmadı. Kabahat vatandaşta değil ki yani iktidar olmadıysak kabahat bizde. Şimdi ben vatandaşa nasıl diyebilirim vay bana nasıl oy vermedin diye. Kabahat bizde. Yani sen vatandaşın ayağına gittin oturdun çayını, kahveni içtin de sana oy mu vermedi? Gidersin oturursun, konuşursun, dert dinlersin. Birde şu var bu da çok önemli. Şimdi her toplumun, her ailenin, her bireyin, her sosyal çevrenin kendine göre değerleri vardır ve değerlere her siyasetçinin saygı göstermesi lazım. Bizimde saygı göstermemiz lazım. Değerler çok önemlidir, geleneklerle birleşiyor zaten değerler bakıldığı zaman. Dolayısıyla onlara da saygı göstermeniz lazım. O çerçevede yol alırsanız, o çerçevede yürürseniz, o çerçevede halkla oturur konuşur, muhatap olursanız halkta bir süre sonra size güvenecektir. Yani diyecektir birde bunları deneyelim bakalım bunlar ne yapacaktır diye.
Birde şu var, yani onu da gerçekten söylemek isterim. Şimdi siyaseti bugüne kadar büyük ölçüde siyasetçiler bir zenginleşme aracı olarak görmüşlerdir. Belli yerlere gelenler kısa sürede köşeyi dönmüşler yani devletin hazinesini ya da sizlerin, ya da tarihin beytülmale el uzatmışlar, buradan haksız yere pek çok kazançlar elde etmişlerdir. Siyasete giren birisinin aslında normalde zenginleşme şansı yoktur yani, olamaz yani. Kendi hayatımdan biliyorum. Ne kazandıysak alnımızın teriyle kazandık ve ben 2002’de milletvekili oldum, 2002’de ilk yaptığım işlerden birisi kendi malvarlığımı eşimin yüzüğüne kadar yazdım internet sitesine koydum benim malvarlığım budur. Hepsi çünkü alnımın teriyle kazanılmış şeyler. Koydum oraya. Ki ben Erdoğan’ın aldığı kamuda çalışırken aldığı aylığın iki misli aylık alan kişiydim ben. Dolayısıyla hani bugün baktığınız zaman öyle büyük malvarlıkları şuyu falan olan birisi değilim. Mütevazi bir dairede oturuyorum. Bana da yetiyor, eşime de yetiyor. Çocuklar okudular elleri ekmek tutuyor, onlarda kendilerine göre bir şeyler yapıp geçiniyorlar. Dünya malına tamah etmek kadar garip bir şey olabilir mi? Ben bunu anlamıyorum. Geçen apartman görevlileriyle konuşurken de söyledim 1 milyon doların olsa ne olur? Farz edelim ki benim 1 milyon dolarım var veya 10 milyon dolarım var ne yapacağım ben bu parayı? Yediğim yemek belli, sabah yaptığım kahvaltı belli, giydiğim elbise belli yani ne yapacağım ben bu parayı?
Dolayısıyla siyaset zenginleşme aracı değildir. Oradan çekilmesi lazım ve kurtulması lazım, siyasetin temiz olması lazım. Sayın Davutoğlu Başbakanken siyasi etik kanunu çıkaracağız demişti. Biz daha önce siyasi ahlak kanunu vermiştik meclise bu kanunun çıkması lazım. Yani siyasetçinin ahlaklı olması lazım, halkına hesap vermesi lazım. Siyasetçi halkın parasını kullanıyorsa parayı nereye harcayacağını söyleyecek. Ben bizim bütün belediye başkanlarına şunu söyledim 7 maddelik bir çağrım oldu. O maddelerden birisi şu, dedim ki kullandığınız para sizin paranız değil, harcadığınız para sizin paranız değil milletin parası. Dolayısıyla harcadığınız her kuruşun hesabını millete vereceksin. İhalemi yapıyorsun güzel ihaleyi şuradan yaptım, şu kadar yaptım. Şimdi Facebook üzerinden canlı olarak yayınlanıyor ihaleler, herkeste görüyor. Dolayısıyla yeni bir siyaset anlayışını inşallah Türkiye’de yerleştireceğiz.
Hasan Basri AKDEMİR- Siyaset kanunu zamanı ilçe başkanı dahi bulamayız diye bir söylemde vardı.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Siyasi ahlak yasasını Sayın Davutoğlu seslendirdiğinde medyaya yansıyan bilgi ne kadar doğru bilmiyorum çünkü şifahen böyle bir şey söylenmedi ama medyaya sen bunları çıkarırsan biz il, ilçe başkanı bulamayız diye Erdoğan’ın söylediği, kurduğu bir cümle olduğu söyleniyor.
Mustafa YILMAZ- Yani tabi iktidar bozar mutlak iktidar mutlaka bozar. Buna ilişkin yani sizde ifade ettiniz efendim yani sonuçta iktidar olunmadı. Bugünde Ümit Özdağ’ın takip edebildiniz mi bilmiyorum İYİ Partiden ayrılan Ümit Özdağ’ın bir takım çıkışları oldu işte orada çantalardan bahsetti falan. Onu takip edebildiniz mi? O iddialarla ilgili bir kanaatiniz var mı?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yo hayır.
Mustafa YILMAZ- Birde bu konunun dışında sormak istiyorum tabi. Hakikaten ilginç kavramlarda kullanıyorsunuz helalleşmeden bahsediyorsunuz. Hak gelince batılın zail olmasından bahsediyorsunuz. Net olarak sormak istiyorum, bu samimi bir çabanız mı yoksa iktidara gelmek için konjonktürel bir stratejimi, buna nasıl ikna edeceksiniz bu toplumu? Biraz daha açarak söyleyeyim efendim. Bir kesim sizin tabanınız sizi Atatürk’ün çizgisinden çıkmakla suçlarken bu kavramı kullandığınız için. Bir kesimde size muhalif olan özelliklede iktidar kanadı bunu tabi teşvik ediyor, köpürtüyor. Diyor ki hayır bu samimi bir çaba değil bu konjonktürel bir strateji diye değerlendiriyor.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şöyle, ben samimi bir insanım inanmadığım bir şeyi söylemem niye söyleyeyim. Davranışlarımda da, söylemlerimde de samimi olmaya özen gösteririm. Zaten samimiyim ne söyleyebilirim ben. Bir kutuplaşma var mı? Evet bir kutuplaşma vardı. Geçmişte o var mıydı? Evet geçmişte de vardı. Peki biz geçmişteki kutuplaşmayı sürdürecek miyiz? Yoksa biz onu gerçekten helalleşip ya arkadaş helalleşelim burada artık, biz yolumuza bakalım, dünya nereye gidiyor biz nereye gidiyoruz mu diyeceğiz? Ben ikinci yolu tercih ediyorum niye kavga ediyoruz. Kavganın bir amacı olsa ben diyeceğim ki bu kavgayı yapıyoruz ama Türkiye hızla büyüyecek. Tam tersi oluyor. Hatırlarsınız sizlerde eskiden işte sağcı, solcu birbirlerini öldürdüler, hapishanelerde tanıştılar ki biz bunlara vatan haini diyorduk bunlarda vatansevermiş. Onlar bunlara vatan haini diyor onlarda vatansevermiş. Hapishanede tanıştılar bunlar. Emperyal güçlerin Türkiye üzerinde oynadığı oyunların farkına varmamız lazım. Ve bizim kendimizi yönetirken saygı içinde, sağlıklı tartışarak, tartışmadan ders çıkararak bir şekliyle kendimizi yönetmemiz lazım. Sizin A Partisinin ekonomiye bakışı farlıdır, B Partisinin ekonomiye bakışı farklıdır. Benim eğitime bakışım farklı olabilir, öbürünün eğitime farklı olabilir. Ama siyaset kurumu bir ortak payda yaratmak zorundadır. Nedir o? Demokrasi. Demokrasi konusunda bir ortak payda yaratmak zorundayız. Başka? Vatan sevgisi. Başka? Bayrak sevgisi. Başka? İnsana saygı. Başka? Ahlaklı olma. Başka? Adaletli olma. Başka? Vicdanlı olma. Bu konularda hangi parti olursa olsun bir asgari paydayı oluşturmak zorundayız. Ha onun üzerine deriz ki efendim ben İstanbul’a yürüyerek gideceğim, öbürü diyecek ben uçakla gideceğim, öbürü diyecek ben minibüsle gideceğim, öbürü bilmem neyle gideceğim. O halka götürecek, halk onlardan kimi seçiyorsa başımızın üstünde gelip yönetecek. Ama devlet olmayacak. Devlet bakidir. Devlet olmayacak bu devleti yönetecek. Çünkü halk ona yetkiyi 5 yıl süreyle veriyor. 5 yıl gel memleketi yönet sonra bir daha seçim için gel önüme bakıyım iyi yönetiyor musun, kötü mü yönetiyorsun ona göre tekrar oyumu vereceğim. Yani siyasi partiler devlet olmak için iktidar olmazlar, devleti yönetmek üzere iktidar olurlar. Devletin dini nedir? Hz. Ali söylemiş devletin dini adalettir. Adalet vermeyen bir devlet devlet olur mu? Hayır. Devletin dini adaletse adalet benim içinde geçerli sizin içinde geçerli. Ben bazen adaletsizliğe uğrayan kişilerin haklarını savunurum. Hemen beni suçlarlar. Bazen FETÖ’cü diye suçlarlar, bazen PKK’lı diye suçlarlar. Ama bir kişi mağdursa ve o mağduriyet o kişinin yeri geldiğinde hayatına maloluyorsa ben nasıl onun hakkını savunmayacağım o zaman, o zaman ben niye siyaset yapıyorum.
Bir örnek olay anlatıyım size. 15 Temmuz’dan hemen sonra bir kadın öğretmeni gözaltına alıyorlar FETÖ’cü diye. Olabilirde yani bilmiyoruz tabi. Ama yeni doğum yapmış bir kadın. Karakolda gözaltındayken biz dedik ki, o çocuğun anne sütüne ihtiyacı var, o çocuğu mutlaka annesi almalı ve emzirmeli. Hemen vay efendim sen FETÖ’cüleri savundun. Ya kardeşim, ben FETÖ’cüleri değil o çocuğun masumu o çocuğun hakkını savundum. O çocuk anne sütüne muhtaç. Götürüp anneye teslim edeceksin anne bu çocuğu emzirecek. Hiç değilse günde 3 sefer, 4 sefer emzirirsin gene çocuğu verirsin öbür tarafa. Ama bu çocuğunda bir hakkı var. Kıyameti kopardık sonunda çocuğu teslim ettiler anneye. Şimdi biz FETÖ’cü mü olduk Allah aşkına yani. Şimdi hak dediğimiz bir kavram var. Sadece ben kendi hakkımı savunup da sizin hakkınızı savunmazsam o zaman ben samimi değilim ki. Benim samimiyetim nasıl ölçülür? Benimle karşıt olan ya da benim karşımda bir kişin de hakkını sen savunduğum zaman o zaman ben samimi olmuş olurum. Benim samimiyetimi de öyle test etsinler.
Mehmet Ali KAYACI- Helalleşme kısmı çok önemli bir konu. Yani helalleşmeyi sordunuz ama buradaki maksat örneklendirme yapmanın faydalı olacağını düşünüyorum. Bunu belki de sosyoloji alanından ele almak lazım. Toplumun bir korkusu var. CHP kanadının korkusu var, AK Parti kanadının korkusu var. Gönül istiyor ki, bu tabanlar ve liderler bir araya gelsinler birlikte yaşadıklarını idrak edebilsinler. Bir kesim diyor ki, bu 20 yıllık süreç. Belki de Ey Ca Ha Pe denilen sürecin yansıması diğer tarafında başka bir ifadesi. Bir kesim diyor ki, bunlar olursa bize namaz kıldırmayacak diyor. Diğer kesimde diyor ki, bunlar olursa bize içkimizi içirmeyecek diyor. Bunu söyleyerek bir taraf Müslümandır bir taraf değildir demiyorum. Ama oluşturmak istenen algı bu. Sizin de demek istediğiniz benim anladığım şey şu, biz kim ne yaparsa yapsın birlikte yaşıyoruz, bunu yaşadığımızı idrak etmek açısından helalleşmek istiyoruz mu diyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet aynen öyle. Aynen öyle olması lazım. Aksi halde huzur olmaz. Memlekette bereket olmaz. Yani olması için ne olmalı? İbadetini yapacak başımın üstüne. Bakın benim CHP’li belediyelere verdiğim bir talimat daha var. Bulunduğunuz belde de bütün ibadethaneleri tertemiz yapacaksınız. Oraya belli aralıklarla gidilir tertemiz yapılır. Camidir, kilisedir, havradır, başka bir şeydir, cemevidir. Bütün bunların hepsi belediyeler giderler tertemiz yaparlar insanlar güzel bir yerde ibadet yapar. Yanlış mı? Yanlış değil doğru. Bu belediyenin görevi ne? Belediyenin görevlerinden biriside vatandaşın temiz bir yerde, güzel bir yerde ibadet yapması demek değil midir? Evet onu sağlamak zorunda. Samimiyetimiz buradan ölçülmeli bizim samimiyetimiz. Samimiyiz değil miyiz buradan ölçülmeli.
Mehmet Ali KAYACI- Parti tabanınızda destekliyor mu?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Kesinlikle. Bakın, parti tabanında en ufak bir endişe olmaz.
Hasan Basri AKDEMİR- Reklamlara gideceğiz. Bereket olmaz dediniz Sayın Kılıçdaroğlu. Bu kutuplaşma ve gerginlik ortamında ekonomik krizle beraberde geldi aslında ekonomik krizde beraberinde geldi. Hemen ardından da reformlar ve insan hakları eylem planı açıklamak durumunda kalıyoruz ekonomik krizle ilgili. Anlaşılan bereket sorunu net bir şekilde görünüyor. Reklamlardan sonra bu konuyla devam edeceğiz.
Tabi Bitlis Tatvan’daki helikopter kazasıyla ilgili son dakika gelişmeleri de gelmeye devam ediyor. Maalesef şehit sayımız 11’e yükseldi Milli Savunma Bakanlığının açıklamasıyla. Tekrar Allah’tan rahmet dileyelim, yakınlarına sabır dileyelim, ülkeye geçmiş olsun diyelim.
En son insan hakları eylem planına geçişte kalmıştık. Genel bir soruyla ben başlayım isterseniz. Nasıl buldunuz insan hakları eylem planını? Bugün ve dünde aslında değerlendirmeleriniz oldu. Yani 19 yıllık bir iktidarın insan hakları eylem planı açıklamasıyla ilgili değerlendirmeniz oldu. Genel çerçeveyi çizmenizi istiyorum.
Mehmet Ali KAYACI- Bir ilave yapabilir miyim? Sayın Erdoğan’ın bir ifadesi var, biz reform yaparak yeniliklere açığız işte görüyorsunuz muhalefet yok biz yapıyoruz, reformları yapmak zorunda kalıyoruz da dedi.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Reform yapacak olan muhalefet değil ki. Muhalefet reform ihtiyacını dile getirir. Reformu gerçekleştirecek olan ise parlamentodur. Ama Erdoğan kendisini de parlamentonun üstünde ve parlamentodaki gölgesini oraya yansıtarak zaten ben söylersem orası kabul eder diyor. Yani kuvvetler ayrılığına inanmıyor. Dolayısıyla reformu da yapan bizi demesi aslında bir anlamda parlamento benim emrimden çıkmaz zaten ben ne dersem onlar onu yapacak, dolayısıyla biz yapacağız. Reformu dile getiren, yargı bağımsızlığını dile getiren kim? Biziz. Bakın, bizim 97. yılımız dolayısıyla yaptığımız kurultayda 13 madde ‘İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’ açıkladık. Onlardan birisi demokrasi ve yargı bağımsızlığıdır. Bu bizim birinci madde olmazsa olmazlarımızdan birisidir. Yargı bağımsızlığının olmadığı yerde hangi insan haklarından söz edeceksiniz. Ben haksızlığa uğradım veya siz uğradığınız nereye başvuracağız? Bütün dünyada gidersiniz mahkemeye başvurursunuz. Yani hakimden adalet istersiniz. Hakimi ben tayin ediyorsam ve benimle ilgili bir dava o hakime düşmüşse ve bir mağdur gelmişse hakimi beni mi dinler mağdurumu dinler? Beni dinleyecek çünkü bana borçlu ben oraya atadım. Benim dediğimi yapmazsa ertesi gün o görevden alır başka bir yere atarım o hakimi. Bu yapılıyor mu? Yapılıyor. Hangi reform?
Şimdi 19. yılın sonunda bir siyasi iktidar ben insan hakları eylem planı açıklıyorum diyorsa demek ki bu ülkede 19 yıldır insan hakları yok yeni açıklıyorum ve bunları yapacağım diyor. Niye bugüne kadar yapmadın? Kaldı ki, ben bu bizim anayasamız. Bu anayasada var zaten çoğu. Basın özgürdür, hürdür. Yazar basın hürdür sansür edilemez. Bu ülkede bakan istifa etti 48 saat televizyonlar korkudan vermediler. Kimdi iktidarda CHP mi vardı iktidarda, bunlar yok muydu? Bunlar iktidardaydı. Bu anayasada var mı? Var. Peki nasıl oluyor da uygulanmıyor? Mevcut anayasayı uygulamayan bir insan bunları nasıl uygulayacak? Benim şahsi kanaatimi sorarsanız AB’ye, Biden’e mesaj veriyor bak biz bunları yapacağız sizde bizim üstümüze fazla gelmeyin. Yap kardeşim.
Bakın ben Sayın Davutoğlu Başbakanken ve Sayın Binali Yıldırım Başbakanken kendilerine söyledim beni ziyarete geldiklerinde. Dedim ki, kendi ülkemizde demokrasiyi gelin bütün standartlarıyla hayata geçirelim. AB fasıl açacakmış, niye fasıl açsın, niye AB’den talimat alalım. Biz oturalım tamamını yapalım dönüp AB’ye diyelim ki ne demokrasiden söz ediyorsun kardeşim zaten biz hepsini yaptık diyelim. Ama yapmadılar. Şimdi insan hakları eylem çağrısı, eylem bildirisi açıklanıyor. Yok yani arkası boş yani.
Şöyle, bir siyasi iktidar ya da bir kişi, tepedeki bir kişinin söylemleriyle dolayısıyla güven kaybetmişse toplumun o ne derse desin toplumun ona güveni artık yoktur. Geldiğimiz nokta budur yani. Toplumun kimse kusura bakmasın Erdoğan’a güveni yoktur yani.
Mustafa YILMAZ- İçeriye bir ihtiyaçtan ziyade dışarıya yönelik bir mesaj olarak gördüğünüzü anladım doğru mu?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Öyle.
Mustafa YILMAZ- Daha net ifadesiyle biraz demokrasi açığının giderek bütçe açığını daha fazla etkilediği dikkate alındığında yani ekonomik açığı. Onu söylediniz yani Biden’e, AB’ye ama şöyle yorumlarda var. Dışarıdan para akışını sağlamak için bir sıcak mesaj olarak mı değerlendiriyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Öyle. Hatta bu eylem planı hazırlansın diye AB’den fon para alındı. Yani bunu hazırlamak için para mı alınır Allah aşkına? Bu dediğinizin büyük bir kısmı zaten bu anayasada yazılı. Temel haklar ve özgürlükler bölümüne bakalım hepsi burada yazılı yani. Kanun önünde eşitlik var, anayasanın bağlayıcı üstünlüğü var. Temel hak ve hürriyetlerin niteliği var. Yabancıların durumu var, kişinin dokunulmazlığı maddi ve manevi varlığı var, zorla çalıştırma yasağı var. Kişi hürriyeti ve güvenliği var, özel hayatın gizliliği var, konut dokunulmazlığı var. Düşünce ve kanaati ifade özgürlüğü var. Basınla ilgili, bilim sanatla ilgili, din ve vicdan hürriyetiyle, haberleşme hürriyetiyle hepsi var. Yani sanki biz bunu bilmiyoruz. Biz bunları yapacağız diyor. Beyefendi şimdiye kadar niye yapmadınız? Siz yaptınız da biz engel mi olduk? Hayır biz engel olmadık.
Bakın, demokrasi konusunda, insan hakları konusunda getirilen bütün düzenlemeler, iktidar tarafından gelen bütün düzenlemeler parlamentodan oybirliğiyle çıkmıştır. Derler ya bu parlamentoda hep tartışma oluyor. Hayır efendim, AB’yle uyum süreci içinde gelen bütün kanunlar oy birliğiyle çıkmıştır. Biz kendi ülkemizi seviyoruz. Bin küsur maddelik ticaret kanunu bir haftada geçti meclisten. Biz engellemek isteseydik 6 yılda çıkmazdı, 10 yılda çıkmazdı o. Ama hayır bu ülkenin ihtiyacı var. Bu ülkenin sanayicisi, tüccarı, esnafı o kanunu bekliyor. AB’yle uyum içinde olacak deniyor. Hay hay yaparız. Bizimde önerilerimiz oldu, getirdik hocaları dinlettik onlara. Dedik bak böyle diyorlar burada aksaklıklar var. Onlarda dinlediler evet dediler biz bunu atlamışız. Onlarda düzeltildi.
Yani biz bu Türkiye’nin hayrına gelen kanunlara bizim engel olma gibi bir çabamız yok. Tam tersine gelirse biz geçiririz hiçbir tereddüdümüz yok.
Mustafa DENİZ- Sayın Başkan, şimdi AB liderler zirvesi daha öncesinde zaten insan hakları başlığı adı altında yaptırım çağrıları da vardı. Liderler zirvesine kaldı bu ayın devamında. Birde ABD kongresinden 183 delegenin yazmış olduğu mektup yine insan hakları adı altında. Sizin düşünceniz bunun içe değil dışa yönelik olduğu.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Öyle.
Mustafa DENİZ- Şimdi içerde de Adalet Bakanı Sayın Abdülhamit Gül’ün açıklamaları vardı bu hukuki maddeden ziyade iyi niyet belgesi olarak. Birde bu maddelerin 11 ilke, 9 amacın tam anlamıyla faal hale getirilme sürecinin 2 yıl gibi bir zaman diliminden bahsediliyor. İçerde bu ihlal edilen noktaların düzeltilmesi mi ön plana alınıyor, yoksa bir seçim yatırımı mı sözkonusu? Çünkü o ilkeler içerisinde seçim sistemi, mevzuatta yer almıştı.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi Adalet Bakanına saygı duyuyorum, kabine içinde bir saygınlığı var, parlamentoda da bir saygınlığı var kabul edelim yani eğriye eğri, doğruya doğru. Fakat olay Adalet Bakanının yapacağı ya da çözeceği bir olay olmaktan çoktan çıkmış. Bakanlar var, birde bakanlar dışında bakan yardımcıları var. Bakan yardımcıları fiilen parti komiseri pozisyonunda. Bakanlığı yöneten saraydan aldığı talimatla doğrudan doğruya oradaki parti komiseri görevini üstlenen bakan yardımcısı. Bakan çok iyi niyetlerle adalet reformunu da yapmak istediler. Adalet reformuyla ilgili, adaletin temel ilkeleriyle ilgili olağanüstü güzel bir metin hazırlandı ve okundu. Ama tek kırıntısı bile uygulanmıyor. Bakın kırıntısı bile uygulanmıyor. Şimdi oturup düşünelim, deniyor ki, bir hakim veya bir savcı seçime girdiği zaman olabilir onun da hakkıdır milletvekili seçimine girer. Ama kazanamazsa mesleğe dönemez diyor neden? Dönerse herkes onun partili olduğunu bilir ve dolayısıyla o tarafsızlığını kaybeder. Güzel. Ama tam tersi yapılıyor. AK Partinin il başkanı veya ilçe başkanı avukat veya parti yönetiminde görev almış, veya milletvekili seçimine girmiş kazanamamış onu şimdi getiriyorsunuz hakim ya da savcı yapıyorsunuz. Kanunu arkadan dolanıyorsunuz. Peki bu adalet midir? Veya Yargıtay’da bir sürü hakim var ve çok değerli insanlar. Olabilir herkesin bir görüşü var, ben her görüşe saygı gösteririm yeter ki vicdani kanaatine göre karar versin. Hayatı boyunca Yargıtay’da bir kanunun altına, bir kararın altına imza atmamış bir kişiyi hülle yoluyla getiriyorsunuz Anayasa Mahkemesine üye seçiyorsunuz. Hangi adalet reformu, hangi insan hakları? Yargıtay’daki o kadar insanın hakkını yemiyor musunuz, hukukunu yemiyor musunuz? Oradaki insanlar yıllarını verdiler, kararlar yazdılar, gerekçeler yazdılar ama siz üyeliğe atıyorsunuz bir kararın altında dahi imzası yok yıldırım hızıyla getiriyorsunuz Anayasa Mahkemesine üye yapıyorsunuz. Veya Anayasa Mahkemesi bir karar veriyor uygulayacak alt mahkeme. Yine bu anayasa diyor ki, sadece diyor mahkemeleri değil devletin organlarını, idare makamlarını herkesi bağlar diyor. Ama alttaki mahkeme diyor ki, ben senin kararına uymuyorum. Uymuyorum diyen kişinin ne olması lazım? Hakimlik mesleğinden ayrılması lazım. Kardeşim sen anayasaya uymuyorsan sen hakimlik yapamazsın. Peki iktidar ne yapıyor? Onu alıyor Yargıtay üyesi yapıyor iyi ki sen uygulamadın diye. Şimdi dönüp bana da diyorlar ki biz adalet reformu yapacağız, insan hakları reformu yapacağız. Düşüncelerinden ötürü bugün hapiste olan binlerce kişi var, inançlarından ötürü hapiste olanlar var. Kişinin inancını beğenirsiniz beğenmezsiniz, düşüncesini beğenirsiniz beğenmezsiniz ama bunu hapse atamazsınız. Ne yaparsınız? Düşüncesini beğenmiyorsanız yok kardeşim ben senin düşünceni paylaşmıyorum. İnancını beğenmeyebilirsiniz ama bunları alıp hapse atamazsınız yazıktır, günahtır yani. Adalet dediğimiz kavram vicdani, hukukun üstünlüğü dediğimiz iki teme öge var bu iki temel ögeye göre karar verilmesi lazım. Bunlar yok ama.
Mehmet Ali KAYACI- Müsaadenizle fezlekeler meselesini de açmış olalım. Yani çok önemli bir husus. 1281 oldu dosya sayısı. Herkes partiler kararlarını açıklamaya başladılar. İYİ Partide farklı düşünceler var. Sizin de dokunulmazlıkla ilgili daha önce yapmış olduğunuz açıklamalarda var. Ama bireysel yapılan suçlar bir tarafta sonuca bağlamış olsa da meclise giden insanlar dokunulmazlık zırhıyla 84 milyon insanında hakkını savunabilmek için bir deli cesaretini gösteriyorlar. Böyle bir ortak payda da var. Çünkü onlar bu halkın hakkını bu şekilde savunabiliyorlar, sizde aynı şekilde. Buradaki bakış açısı, duruş aynı zamanda partisini gerekirse değiştirmek zorunda kalacaklar var. Yine parti kapatma meselesi gündeme gelecek ama fezlekelere sizin bakış açınız doğrudan bu bir seçim yatırımı ya da seçime yönelik hamle olarak mı görüyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi yargının bağımsız olmadığı yerde yağmur gibi fezleke gelir. Nitekim yağmur gibi fezleke geliyor. Geçen bir milletvekili arkadaşımız anlatıyordu, esnafı ziyaret ediyor. Esnaf ziyareti sırasında vatandaşlar alkışlıyorlar efendim toplantı ve gösteri yürüyüşüne aykırı davrandı diye fezleke düzenlenmiş. Ben Balyoz, Ergenekon sürecinde gitmiştim Silivri’de pek çok kişiyi ziyaret etmiştim. Çıkışta da açıklama yapmıştım. Yaptığım açıklama dolayısıyla daha ben Ankara’ya gelmeden fezlekem gelmişti. Ne oldu oradakilerin hepsi beraat etti. Ama benim fezlekem mecliste duruyor. Daha buna benzer çok şey var.
Şimdi dokunulmazlık halkın seçtiği bir milletvekilinin parlamentoda halkın taleplerini özgürce, rahatlıkla dile getirilmesi için kendisine verilmiş bir imkandır. Dolayısıyla siyaset alanını genişletmeye yönelik bir imkandır bu. Yani milletvekili rahatlıkla siyasette istediği düşünceyi rahatlıkla ifade edebilsin. Tabi hakaret hariç. Şimdi siz milletvekilini siyasi düşüncesi dolayısıyla onun dokunulmazlığını kaldırıp hapse atarsanız siyaset alanını daraltmış oluyorsunuz. Kimin lehine? İktidar lehine. Ne demek bu? Siyaset mühendisliği demek. Nereden yararlanıyorsunuz? Onun rakibi olan partinin yanınıza çekiyorsunuz beraber bunu tasfiye edelim siyasetten. Bu demokrasi midir? Hayır demokrasi değil. Benim onun düşüncesini beğenmeyebilirim, o da benim düşüncemi beğenmeyebilir. Zaten farklı olduğumuz için ayrı ayrı partiler var. Farklılıkları düşmanlık olarak değil zenginlik olarak kabul ettiğimizde o zaman demokrasi güçlenmiş olur. Benim düşüncemi savunanda var, sizin düşüncenizi savunanda var. Ama farklı düşüncelerin tamamını yok edeceğim, herkes benim söylediğimi dinleyecek bundan daha güzel demokrasi yoktur diye meydana çıkarsanız bu olmaz. Dokunulmazlıkları şimdi neden gündeme getiriyorlar? Bir millet ittifakı var burayı nasıl biz karıştırırız diye. Yani milletvekilinin dokunulmazlığını kaldırıp onu hapse atmanın daha ötesinde madem siz demokrasiden yanasınız ben burayı tamamen nasıl karıştırabilirim diye bir siyaset mühendisliği yapılıyor kendine göre. Ama bu ne kadar sağlıklıdır, ne kadar tutar onu zaman gösterecek. Ben demokrasiden yana olan bütün siyasi partilerin bu oyuna gelmeyeceği kanısındayım. Doğru değildir. Dokunulmazlık ne zaman kaldırılır? Yargı gerçek anlamda bağımsız olur dokunulmazlığı kaldırırsınız. Nitekim bir HDP milletvekilinin dokunulmazlık dosyası geldi meclisten oy birliğiyle geçti. HDP dahil kimsede aman kalkmasın demedi. Şimdi ise gelenler ya da getirilmek istenenler ne? Efendim iki parti karar vermiş biz bunların dokunulmazlığını kaldıralım, HDP milletvekilinin dokunulmazlığını kaldıralım ittifakı bölelim. Peki şu sorunun cevabını veriyorlar mı? Kardeşim dokunulmazlığını kaldırmak istediğiniz olay bundan 6 yıl önce olan olay. Bu adamlar o zaman milletvekili değildi belki bir kısmı bilmiyorum. Bir kısmı belki milletvekili değildi. Savcısı vardı, hakimi vardı niye dava açmadınız? Neden hakim bu milletvekili seçilebilir diye izin verdi? Bunlar seçildiler geldiler buraya. Kardeşim o olaylar geçti. Eğer sen bu olaylar suçtur, bunlarla ilgili kişiler yargılansın diyorsa niye 6 yıl bekledin? Kim sana 6 yıl bekle dedi? Niçin beklediler? Efendim bir şey olmaz. Şimdi niye harekete geçiyorlar? İttifakı nasıl bozarız diye. Sanıyorlar ki kimsenin aklı ermez biz bir siyasi mühendislik yapacağız. Çocuk bile bunu bilir. Yani çocuk bile bunların amacının ne olduğunu gayet iyi bilir yani. Doğru değil, ahlaki değil bakın. Her şeyin ötesinde ahlaki değil.
Bakın yargı bağımsız değil. Şimdi benimle ilgili tazminat davaları açılıyor sizlerde belki okuyorsunuzdur. Bir dava açıldı İstanbul’da 3 ayrı mahkemeye düştü. Mahkemelerin başkanlarının düzgün insanlar olduğu söyleniyor. Bilmiyorum ben tanımıyorum hiç hayatımda da konuşmadım. Bu mahkemelerin başkanlarını değiştirdiler, yerine kendi adamlarını getirdiler onlarda beni tazminata mahkum etti. Şimdi ben diyeceğim ki, bu yargı bağımsız, vicdani kanaatine göre ve hukukun üstünlüğüne göre karar verecek. Sen hakimi değiştiriyorsun beni mahkum etsin diye. Beni mahkum etsin diye getirdiğin hakime sen milletvekilini nasıl teslim edeceksin? Hapse atsın diyor. Bunun ahlaki yönü var mı? Birde şu var, siz o milletvekilini eğer bu çerçevede alıp hapse atıyorsanız siz milli iradeyi reddetmiş oluyorsunuz. Başka bir özelliği daha var milletvekilinin, milletvekilinin yedeği yoktur. Onun için dokunulmazlığı vardır. Hani bu milletvekili gider diyelim ki X Partisinden bir milletvekilinin dokunulmazlığını kaldırdınız yerine yedeği geldi hani var ya belediyelere kayyum atandı. Bir tane kayyum milletvekili o da yok. Dolayısıyla siz halkın seçip parlamentoya getirdiği bir kişiyi parlamentonun dışına iterek milli iradeyi çiğnemiş oluyorsunuz. Olay budur.
Mustafa DENİZ- Aslında bir şey daha var sormak istediğim bu konuda. Şimdi fezlekeler geldi, siz güvenmiyorsunuz adalete, yargıya, şuandaki sisteme güvenmiyorsunuz. Doğal olarak anladığım kadarıyla dosyalara da güvenmeyeceksiniz. Açılan dosyalara da güvenmeyeceksiniz.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Dosyaları bilmiyoruz.
Mustafa DENİZ- Bu noktada bir güven sorunu olduğu için dosyaların oylama kısmında neye göre el kaldıracaksınız ya da kaldırmayacaksınız?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi bu konuda anayasaya göre zaten karar alınamaz. Yani parti grupları karar alamıyorlar. Çünkü her milletvekili vicdani kanaatine göre karar versin diye. Otursun dosyayı okusun ona göre vicdani kanaatine göre karar versin. Ama Erdoğan çıktı dedi ki, yakında gelecek eller kalkacak inecek bunların dokunulmazlığı kalkacak. Ne demek? Anayasa gitti artık ben anayasaya uymuyorum. Peki AK Parti milletvekilleri? Benim talimatımla hareket ediyorlar. Bakın, milletin seçtiği milletvekilleri milletin derdini değil Erdoğan’ın talimatını dinleyecek diyor. O zaman bunlar milletvekili mi? Hayır. Niye milletvekili diyoruz? Bizi millet seçtiği için milletvekili diyoruz. Ya sarayın vekili olacaksın ya milletin vekili olacaksın. Eğer sarayın talimatıyla hareket ediyorsan saray vekilisin. Milletin derdini, sorununu dile getiriyorsan o zaman sen milletvekilisin. Adı üstünde anayasa milletvekili diyor. Seçen millet. O zaman senin kalkıp da el kalkacak inecek bunların dokunulmazlığı kalkacak.
Mustafa YILMAZ- Bu değerlendirmenizden şunu mu anlayacağız efendim? Fezlekeler geldiğinde grubu serbest mi bırakacaksınız?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Gruplar zaten anayasaya göre serbest. Biz daha öncede herkes kendi kanaatine göre oyunu kullanacak. Yani ahlaki olanı da budur. Gider milletvekili bakar doğru mudur, yanlış mıdır, bir hukukçu grubu gider bakar doğru mudur, yanlış mıdır? Gerçekten ona göre oturur vicdani kanaatine göre karar verir. Ama bu tablo emir komuta zinciri içinde gelişen, bir kişinin talimatıyla milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılan, dokunulmazlığı kaldırılan milletvekilinin de talimatla karar veren bir hakime teslim edilen bir süreci yaşıyoruz. Yani sürecin bir tarafı değil, sürecin her tarafı bozuk. Böyle bir yapı içinde dokunulmazlığın kalkması ne kadar ahlaki? Ben savcı değilim, siz savcı değilsiniz ben delilleri toplamıyorum delilleri toplayacak o. Hem sanığın lehine, hem aleyhine delileri toplayacak ve mahkemeye gidecek hakim oturacak inceleyecek, avukatları dinleyecek, vicdani kanaatine göre karar verecek.
Ben size şunu da ifade edeyim. Ki bunun ben belgesini bir Salı toplantısında açıklamıştım. Hakimler Savcılar Kurulu bir eğitim programında bastırdığı bir broşürünü dağıtıyor. Diyor ki, şu konularda karar vermeden önce bize soracaksınız. Ne demek? Konuyu da yazmış şu konularda karar vermeden önce telefon açacaksın bana soracaksın mahkum et veya etme. Bende karar vereceğim. Ben bu broşürü açıkladım. Maddesini açıkladım ve okudum. Dünyanın hiçbir tarafında böyle bir şey yoktur. Ne demek hakime talimat vereceğim, ne demek önceden bana soracaksın ben ne diyorsam ona karar vereceksin. Böyle bir şey olmaz. Ama Türkiye bunları da yaşıyor. Şimdi bu hakime ben nasıl güveneceğim. Hakim korkuyor, karar vermezsem beni sürecekler bilmem nereye, çoluk çocuğum var okula gitmiş bilmem ne. Çocuk üniversitede veya ilkokulda ne yapacağım ben diyor. En iyisi onun dediği gibi karar veriyim ne olur? Belki de Yargıtay’a üye olurum ben, terfi ederim diyor.
Mehmet Ali KAYACI- Sürülmeyi tercih etmesi gerekmiyor mu ama? Yani ahlak, insanlık…
Kemal KILIÇDAROĞLU- Normalde öyle hakimlerde var. Yani vicdani kanaatine göre karar veren çoğunlukta öyle bakın kimsenin hakkını yemek istemem. Öyle hakimlerde var. Yani her görüşten. Dediğim gibi hakimlerin siyasi görüşü benim başımın üstüne ben ona bir şey diyemem ama hakim gerçek anlamda hakimlik yaptığı sürece benim başımın üstünde yeri vardır. Oturur, bakar vicdani kanaatine göre karar verir herkes der ki, bu doğrudur veya yanlıştır. Yanlış diyorsa zaten bir üst mahkemeye gider. Şimdi öyle bir tablo yaşıyoruz ki, alttaki mahkeme istinaf mahkemesi, Yargıtay, Anayasa Mahkemesi. Enis Berberoğlu’nun davasına iki kez bakmak zorunda kaldı Anayasa Mahkemesi. Kararı uygulayacak mahkeme bulamadılar. Ve Anayasa Mahkemesi ikinci kararı verirken kararın bir örneğini meclise, bir örneğini Yargıtay’a, bir örneğini bilmem nereye gönderdi. Bu bizim bakın, cumhuriyet tarihinde karşılaştığımız ilk olaydır. Bakın benzeri hiç yaşanmamıştır. Böyle bir tablo olamaz yani. Ben Anayasa Mahkemesi kararını uygulamıyorum. Ne demek uygulamıyorum, kimsin sen kimsin? AİHM kararını uygulamıyorum. Uygulamıyorlar. Sonrada kalkıyoruz diyoruz ki sizde demokrasi var. İşte açıklama yapmış beyefendi. Kim inanır buna? Ben inanmıyorum, sokaktaki vatandaş inanmıyor Avrupalı mı inanacak? O da inanmıyor zaten. Kimse inanmıyor. Avrupalıya mesaj veriyor. Kardeşim Avrupalıya mesaj öyle verilmez. Daha doğrusu ben Avrupalı olsun veya olmasın hiç önemli değil önemli olan bu ülkedeki insanın hakkını hukukunu koruyor musun korumuyor musun? Koruyorsan vallahi alnından öpeceğim. Adaleti sağla bu ülkede. Birisi adaletsizlik yapıyorsa her beraber üstüne gidelim. Adaletsizlik yapanı göğe çıkarıyoruz, adaleti sağlayan insanı da sürüyoruz. Böyle bir tablo yani.
Mehmet Ali KAYACI- Ben doğrudan seçim yasasını sual edeyim. Yani 2023 diye atfedilen bir süreç var ama 2053 ve 71 diye ifade edilen bir şey daha var. Sayın Cumhurbaşkanı kendinden sonraki dünyanın nasıl kurulacağına ya da nasıl bitmesi gerektiğine dair atıflarda bulunuyor. Ama bu uzaya çıkmak meselesi, doğalgazı bulmak meselesi, arabayı tekrar her yıl yeniden enerjili bir şekilde sokağa çıkarma meselesi hepsi bunun içerisinde ifade ediliyor. Ama asıl önemli olan hadise 2023 diye konuşulan ama öncesinde olabilme ihtimali yüksek bugün toplumunda beklediği, ekonomik krizinde dahil olduğu, salgınında belki de üstünü örttüğü bir kriz ortamında seçim atmosferi. Bununda yeni bir seçim yasasıyla değişebilme ihtimali var. Az önce bahsettiğimiz yeni anayasaya istinaden ya da insan hakları beyannamesi gibi ortaya çıkan manifesto niteliğinde kendi kendini belki ele verir diye ifade edilen iktidarın hazırlamış olduğu taslakta bir sivil anayasaya doğru götüren bir süreci ortaya koyuyor. Bunun adı 2009’larda sizin takip ettiğiniz, daha doğrusu cezaevlerinin önünde yaptığınız açıklamalar hepsine baktığımız zaman yeni referandum, yeni Türkiye diye başka bir şeye gidebilir. Yeni beklediğiniz seçim sistemine ya da sivil anayasa denilen şeye siz nasıl destek vereceksiniz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bir sefer şöyle, seçim kanununda yapılacak değişiklikler bir yıl geçmeden galiba uygulanmıyor öyle bir düzenleme var. Ama tabi öyle bir kanun var ama kanuna ne ölçüde uyarlar uymazlar onu da bilmiyoruz tabi. Çünkü YSK’da onlar kontrol ediyorlar ve YSK’ya verdikleri bir talimatı YSK’da bir iki üye hariç hepsi el kaldırıp indiriyorlar zaten. Yani mecliste AK Parti milletvekilleriyle YSK’daki hakimler arasında hiçbir fark yok. Yukarıdan talimat her şey tamam. Bizim en son İstanbul seçimlerinde oldu. Zarfın içine 4 oy koymuşsun 4 oydan birisi diyor yanlış diğerleri doğru. Yani aklın alacağı şey değil. Gerçekten aklın alacağı şey değil. Ama bunlar oluyor yani Türkiye’nin gerçeği. Bu gerçeği biz görmüyoruz sizlerde görüyorsunuz, sokaktaki vatandaşta görüyor, dünyada görüyor zaten bunları.
Erken seçim olur mu olmaz mı? Biz parti olarak yarın erken seçim olacakmış gibi zaten çalışıyoruz gerçekten. Yani karar alırlar almazlar yani o ayrı bir şey ama biz olacakmış gibi çalışıyoruz. Sorunları tespit ediyoruz, nasıl çözülmesi gerektiğini de anlatıyoruz, onlarında çözümlerini bir şekliyle geniş kitlelere elimizden geldiği kadar yansıtmaya çalışıyoruz.
Pek çok tartışma var sizin de ifade ettiğiniz gibi. Yani erken seçim olur olmaz, reform olur olmaz, anayasa değişikliği. Anayasa değişikliği ne diye yapacaklar? Anayasa değişikliği yapalım diyorlar ne diye yapacaklar ben merak ettiğim nokta o. Birisi diyor ki, efendim bu tek adam rejiminden vazgeçmeyiz diyor Sayın Bahçeli. Yani bunu pekiştirelim. Bir düzenleme varsa getirin diyor. Erdoğan’a bakıyorsun o da adaletten söz ediyor yani ama neden söz ettiği belli değil. Sivil anayasa. Bu anayasanın zaten en son halk oylamasına gitmedi mi? Millet evet demedi mi? Yüzde 51. Darbe anayasası yüzde 92 galiba yanlış hatırlamıyorsam 12 Eylül döneminde. Ona da kim kabul oyu verdi. Ben hayır oyu verdim. Bürokrattım gittim hayır oyu verdim. Ama vatandaşın büyük bir kısmı evet verdi. Yani siz o vatandaşı vatandaş bunlar değildir diyemezsiniz. Anayasa değişiklikleri için uygun bir ortamın olması lazım. Gerilimin olmaması lazım, bütün tarafların dinlenmesi lazım. Siz bugün parti kapatmaktan söz ediyorsunuz, milletvekillerini hapse atmaktan söz ediyorsunuz. Bu anayasa yapma ortamı değil ki. Sabahtan akşama kadar açılıyor kabine birinci konu CHP, arkasından Kılıçdaroğlu. Grup toplantısı yapılıyor CHP, arkasından Kılıçdaroğlu. Açılış yapılıyor CHP, arkasından Kılıçdaroğlu. Bu memleketin derdi yok mu? Demiyor arkadaş esnafın derdini şöyle çözeceğim. Çöz kardeşim çöz. Sen çözdün de biz karşı mı çıktık? Peki neden gündemi başka yerlere taşıyor da ülkenin sorunlarına getirmiyor. Bu sorun var bunu çözmemiz lazım. Hadi siz söylediniz. Soru soruyoruz onun da doğru dürüst cevabını alamıyoruz, orada da bir cevap yok yani. Ben Erdoğan’ın Türkiye’yi yönetme kapasitesini kaybettiğine inanıyorum. Artı Erdoğan Türkiye için bunu da samimi olarak söylüyorum, gerçekten de artık bir milli güvenlik sorunudur. Diyeceksiniz ki ya bu çok iddialı bir laf değil mi? Şöyle, egemen bir gücün başkanı yani Trump, yani Amerika dünyaya meydan okuyan bir adam, bir devlet. Her tarafa gidip işte ordusunu bilmem neyini yerleştiren. Çıkıp da Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanının bak beni kızdırma senin malvarlığını araştırırım dediği anda Erdoğan’ın çıkıp sen kim oluyorsun da benim malvarlığımı araştırıyorsun, benim alın teriyle kazandığım malvarlığım bellidir tamamı da Türkiye’dedir. Benim yurtdışında 5 kuruş param bile yoktur kardeşim araştırmazsan namertsin demezse ve ağzına bant çekip susarsa o kişi artık egemen güçlerin yönetebileceği, talimat alabileceği konumdadır artık. Bakın bunu inanarak söylüyorum. Bana herhangi birisi dese Ey Kılıçdaroğlu senin malvarlığını açıklarız. Bırakın hani Trump falan filan değil yani sokaktaki vatandaşta. Evime davet ederim gel kardeşim, tapuya gönderirim gel kardeşim, yurtdışında gel kardeşim. Sayın Baykal’la ilgili böyle bir iddia oldu biliyorsunuz. Sayın Baykal gitti resmen İsviçre’ye başvurdu benim burada hesaplarım varsa gönderin dedi 5 kuruş para çıkmadı. Ama Erdoğan benim malvarlığımı araştırabilirsiniz kardeşim, benim malvarlığım alın teriyle kazandığım paradır dolayısıyla burada bir şey yoktur diyemedi. Diyemeyince kocaman bir soru işareti çıkıyor ortaya.
Mustafa YILMAZ- Sayın Bahçeli’ye atıf yaptınız efendim. Şunu sormak istiyorum ben, siz geçmişte birlikte ortak aday gösterdiniz MHP’yle birlikte Ekmeleddin İhsanoğlu Beyefendiyi. O günkü birliktelikle bugünkü Sayın Bahçeli’nin geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Yani AK Parti MHP ilişkisi açısından ve geçmişte CHP’yle ortak aday çıkarmış bir MHP olarak soruyorum.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bugünde bizim, MHP tabanıyla benim hiçbir sorunum yok. Yani ben MHP tabanını tıpkı AK Parti tabanı gibi vatansever, ülkesini seven, bayrağını seven bir kitle olarak görüyorum. Yani siyasi görüşleri farklı olabilir ama sonuçta aynı yerde yaşıyoruz, birlikte yaşıyoruz, zaman zaman oturup tartışabiliriz, konuşabiliriz. Burada hiçbir derdim yok. Fakat Bahçeli’de ciddi bir dönüşüm görüyorum. Bahçeli’nin kendisinde görüyorum ciddi bir dönüşüm. Hiç hesapta yokken mesela birden bire getirin anayasayı destek vereceğiz dedi tek adam rejimine evet dedi. Hangi gerekçeyle yaptı ben bilmiyorum. Sizler biliyorsanız anlatırsanız memnun olurum. Sokaktaki vatandaşta bilmiyor.
Mehmet Ali KAYACI- Efendim orada bir açıklama yapıldı aslında Sayın Cumhurbaşkanının yapmış olduğu adımların yasallaşması için.
Mustafa DENİZ- Partili cumhurbaşkanlığı sistemini güçlendirecek yeni bir sivil anayasa.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Onu söyledi doğru haklısınız. Ama bir kişinin yasalara aykırı olarak yaptığı işi onun yasalara uymasını değil de yasaların ona uymasını sağlayacak şekilde düzenlenmesi ya da öyle bir öneri getirilmesi doğru değil. Benim şahsi kanaatim doğru değil. Ve bugün memleket bu haldeyse o yüzdendir. Dışişleri Bakanlığı var mı bizde? Kim Dışişleri Bakanı? İbrahim Kalın mı yoksa Milli Savunma Bakanı mı, yoksa gerçekten Dışişleri Bakanlığı koltuğunda oturan mı kim Dışişleri Bakanı? Dış ilişkileri kim götürüyor, biz Mısır’la niye kavga ettik? Şimdi yalvarıyoruz acaba Mısır bizimle barışır mı diye. Niye kavga ettik, Mısır’ın içişlerine niye müdahale ettin, Suriye’ye niye girdin, Suriye’nin içişlerine niye karıştın? 3 milyon 600 bin Suriyeli burada perişan. Aşı yapılıyor mu onlara? Yapılmıyor. Onlar insan değil mi? İnsan. 40 milyar dolar para harcadın. 40 milyar dolar para oraya harcayacağına bu olaylar olmasaydı en azından esnafa harcayacaktın, çiftçiye harcayacaktın. Türkiye’nin başına bu felaketleri kim getirdi? Ona göre CHP. Yani akıl alacak iş değil.
Mustafa DENİZ- Son günlerde Cumhurbaşkanımızla Sayın Bahçeli sık görüşüyor. Hatta insan hakları eylem planının açıklandığı gün HDP’yle ilgili HDP kapatılsın çıkışı hemen eylem planıyla zıt bir tavır ortaya çıkmıştı. Bugünde bir ziyaret gerçekleşti. Şimdi bu ziyaretlere baktığımız zaman özelliklede infaz yasası o süreçte akıllara geliyor. Şuan Sayın Bahçeli’nin ısrarla HDP kapatılsın duruşu var. Bir taraftan partili Cumhurbaşkanlığı yeni sivil anayasa sistemi üzerinde gereğini yapacağız burayı güçlendirmek adına adımlar atacağız diyor. Diğer taraftan da HDP’nin kapatılmasının karşısında duran cumhur ittifakı ortağı AK Parti var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi sivil anayasadan neyi kastediyorlar ben bilmiyorum.
Mustafa DENİZ- Söylediler aslında partili cumhurbaşkanlığı sistemini güçlendirecek.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Zaten var. Rahatsız oldukları bir şey var. Tarafsızlık yemini. Çünkü namusum ve şerefim üzerine tarafsız davranacağıma dair yemin ediyorum diye bir cümle var orada anayasada. Şimdi tarafsız değil bir partinin Genel Başkanı. O zaman namus ve şeref havada kalmış oluyor. Bundan bir rahatsızlık var ben biliyorum. Bunu değiştirmek isteyebilirler. O zaman der ki, biz Cumhurbaşkanını seçtik ama o aynı zamanda bir partinin Genel Başkanı oldu bunun tarafsız davranması mümkün değil eşyanın tabiatına aykırı bir partinin Genel Başkanı tarafsız olmaz çünkü partinin başkanı, partinin ilkelerini savunacak. O zaman bu maddeyi gelin değiştirelim buradaki tarafsızlığı çıkaralım oradan üst tarafı kalsın, alt tarafını değiştirelim. Bunun adına da bir sivil anayasa diyelim. Getiriyorlarsa şuanda yapabilecekleri eğer vicdanen rahatsızlarsa yapabilecekleri bu. Onun dışında ne yapacaklar her şey var. İstediği hakimi tayin ediyor mu? İstediği hakimi tayin eder. İstediği kişiyi Anayasa Mahkemesine atıyor mu? Rahatlıkla atıyor. İstediği valiyi, kaymakamı şunu atar mı? Evet. İstediği bakanı? Evet. İstediği milletvekilini? Evet. Ne istiyor, bu milletten başka ne istiyor? Her şey var. Sarayın bütçesi dünya kadar. Türkiye Varlık Fonu dünya kadar. Sarayda oturanlar bir yerden değil bir, iki, üç, dört, beş yerden ayrı ayrı maaş alıyorlar her birisi. Dünyanın parasını alıyorlar. Biz rahatsızız onlar rahatsız değiller. Peki ne istiyorlar, başka ne istiyor ben onu anlamıyorum. Partilerin kapatılmasını istiyorlar belki. Hiçbir parti olmasın sadece biz olalım. Bunun için mi anayasayı değiştirmek istiyorlar? Sivil anayasa. Bu anayasanın zaten askeri tarafı kalmadı ki. Bu anayasanın 40 küsur maddesi rahmetli Ecevit zamanında koalisyon döneminde değişti. Üstelik oy birliğiyle değişti.
Mustafa DENİZ- Böyle bir masa kurulmuş olsa siz çalışıp gidecek misiniz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Kuruldu efendim daha önce kuruldu. 60 madde üzerinde görüş birliği sağlandı.
Mustafa DENİZ- Siz gidecek misiniz yoksa yani var olan anayasayı mı savunacaksınız yoksa çalışma yapacak mısınız?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Önce ne istiyorlar biz onu bilelim. Ne istiyorlar? Efendim şimdi biz güçlendirilmiş parlamenter rejim diyoruz, onlar cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi diyorlar. Peki masaya nasıl oturacaksınız?
Mehmet Ali KAYACI- Efendim önceki masanın dağılmasında AK Parti başkanlık sistemini istiyordu siz kabul etmemiştiniz CHP olarak. Sonra AK Parti 3 toplantıya katılmayınca masa dağılmıştı.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet onlar gelmediler toplantıya. Aslında sorun bir anayasa falan değil yani. Sorun gündemi değiştirmek, ekonomide yaşanan buhranı, işsizliği, intiharları değiştirmek. Ben gerçekten bu saray şürekasına sormak isterim, bu ülkede gencecik fidan gibi çocukların uyuşturucu bataklığında olduğunu bunlar biliyorlar mı? Gitsinler baksınlar. Semt adı vermek istemiyorum AK Partinin en çok oy aldığı yerlerde bakın ben bu ülkeyi seven bir vatandaş olarak oralara araştırmacı gönderdim ve o çocuklar fakir aile çocukları bunlar. Uyuşturucu batağına nasıl sürüklendiklerini, annenin, babanın çocuklarım aman uyuşturucu kullanıyor diye kimse duymasın dediğini ben bunları yaşıyorum. Bu adamlar ne yapıyorlar Allah aşkına. Okulun önlerinde çocuk okuldan çıkarken kimin uyuşturucu satacağını biliyor. Cep telefonunu satıyor uyuşturucu almak için. Okulların önünde güvenlik önlemi alınması lazım. Beni takip edeceğinize uyuşturucuları, satıcıları takip edin kardeşim onları yakalayın, ağır cezalar verin onlara. Emin olun bunlar dünyadan habersizler yani. Türkiye nereye gidiyor bunlar nereye gidiyorlar yani. Ayrı bir dünyada yaşıyorlar bunlar.
Mustafa YILMAZ- Dinlendiğinizi ve takip edildiğinizi birkaç defadır söylüyorsunuz hala devam ediyor anladığım beni dinleyeceklerine dediniz.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Dinliyorlar zaten yani. Sayın Binali Yıldırım’da demişti ya cep telefonuyla konuşmayın o zaman diye. Hani telefonla konuşuyorsanız dinlenmeye de hazır olun gibi mecliste bir konuşma yapmıştı evet.
Mustafa YILMAZ- Peki efendim parti kapatmaları konuşuyoruz ama ilginçte rakamlar, istatistikler var 2020’de 27 tane parti kurulmuş Türkiye’de. Şimdi yeni partiler gündemde yine ve CHP’yle bağlantılı partiler işte hem Muharrem İnce’nin hem de Mustafa Sarıgül’ün kurduğu parti. Bu hareketliliği neye bağlıyorsunuz? Bu da bir seçim habercisi mi yoksa demokratik bir zenginlik mi diyeceksiniz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Birden fazla nedenin üzerinde durulabilir. Özel olarak şunu rahatlıkla ifade edeyim. Özel olarak bu konuda hani bir düşünme zamanı ayırmadım kendime. Çünkü bu kadar yoğunluk içinde yani birisi bir parti kurmuş olabilir, olabilir yani kendileri ayrılabilirler, parti kurarlar. Demokrasiye inanıyorsanız buna da saygı göstereceksiniz. Gitmişler kendi partilerini kurmuşlar çalışıyorlar yani bir şey söyleyecek halim yok. Ama hani siyaset mühendisliği dediğimiz bir kavramdan söz ettim. Acaba millet ittifakını nasıl bozarız, millet ittifakını nasıl zayıflatırız, kimlere hangi imkanları, olanakları sağlayarak bunları yapabiliriz diye böyle bir düşüncenin cumhur ittifakında olduğunu gayet net biliyoruz yani aslında bunu bilmemek için okumamak lazım yani. Siyaseti okumamak lazım. Biliyoruz bunları. Ama dediğim gibi yani bunlar siyasette dengeleri değiştirebilecek potansiyele sahip değiller neden? Halk çok bilinçli, neyin ne olduğunu vatandaş biliyor. Yani köydeki de biliyor, şehirdeki de biliyor. Gecekonduda yaşayanda biliyor, apartman dairesinde villada yaşayanda biliyor. Yani gerekçelerin ne olduğunu, bunların hangi gerekçelerle oluşturulmaya çalışıldığını herkes üç aşağı, beş yukarı biliyor yani.
Dolayısıyla ben sandığa gidildiği zaman vatandaşların… Şunu da söyleyeyim Mustafa Bey, ben önümüzdeki seçimlerin bir parti seçimi olduğuna da inanmıyorum. Önümüzdeki seçimler demokrasiden yana olanlarla otoriter rejimden yana olanlar arasındaki bir seçim. Dolayısıyla vatandaşta oyunu hani oradaki seçenekler içinde bu çerçevede kullanacaktır yani.
Hasan Basri AKDEMİR- Şimdi bazı anketlere baktığımız zaman cumhur ittifakının oyunun düştüğünü görüyoruz ama tabi anketler ne kadar güvenilir şu pandemi ortamında onu da bilmiyorum ama. Ama hala tüm bu saydıklarınıza rağmen AK Partinin oyunun yüksek olduğunu da görüyoruz. Burada seçmenin acaba muhalefete karşı bir güvensizliğimi var? Siz ana muhalefet lideri olarak kendinizi ülkenin temel sorunlarını çözmeye hazır gördüğünüzü söylüyorsunuz ama seçmenin böyle görmediği mi anlaşılıyor burada?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi doğru yani AK Partinin bütün bu buhrana rağmen, olumsuzluklara rağmen belli bir oy potansiyelini koruduğu gerçeği de var yani şimdi gerçekçi konuşmak lazımsa. Ama şöyle bir tablo var. Sürekli eriyen bir yapı var. O eriyen yapının bir kısmı şuanda ciddi bir kısmı şuanda kararsızlar dediğimiz grup olarak anketlerde yer alıyor. Aslında o kararsızlar olan benim şahsi kanaatim bakıyor yani siyasi partilere ilerde seçim olursa kime oy verebilirim, söylemi nedir, Türkiye’ye yönelik tavrı nedir, Türkiye’yi yönetme potansiyeli, kapasitesi var mıdır, yok mudur buna bakıyor. O çerçevede oyunu kullanacaktır.
Dediğim gibi karamsar değilim. AK Partide ciddi bir erime var, ciddi bir eleştiri var, kendi içinde de ciddi bir eleştiri var. Sadece bu vatandaş yani AK Partiye oy veren vatandaşlar arasında değil, milletvekilleri içinde de şuandaki AK Parti milletvekilleri içinde de rahatsız olan ciddi bir grup var, gidişten rahatsız olanlar var. Dikkat ederseniz AK Parti milletvekilleri alana çıkamıyor. Bir esnafa gidemez, Erdoğan’ın zaten gitme şansı yok hiç gidemez. Çünkü eleştiriye tahammül edemez, birisi çıkıp bir şey söylediği zaman kesin hemen kavga çıkar. AK Parti milletvekilleri de zaten halka gidip halkın derdini dinlemek, onlara çözüm üretmek gibi bir yapıyı tamamen kaybetmişler. Ekonominin düzelmesi yönünde de hiçbir umut yok. Bakmayın yani tablo giderek daha karamsar bir yapıya doğru gidiyor. 200 milyar dolar borç ödenecek 2021’de. Bu cari açık var. Nereden bulacaklar bu parayı?
Hasan Basri AKDEMİR- Vergi olabilir mi?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi vergiyle ilgili bazı hazırlıklar yapılıyor. Kurumlar vergisini dolaylı olarak artırdılar mesela biraz daha alacaklar. Ama nereye kadar alacaklar? 200 milyar dolar az para değil yani sonuçta borç olarak ödenecek bu para. Kaldı ki, Merkez Bankasının hazinesi yani Merkez Bankasının kasası eksi 47 milyar dolar. Swaplarla orası sanki biraz döviz varmış gibi duruyor ama o para Merkez Bankasının değil yabancıların parası. Net eksi 47 milyar dolar. Nereye kadar gidecek bu?
Mehmet Ali KAYACI- Efendim burada bir parantez sorusu sorabilir miyim? Mesela insanların sandığa gittiklerinde elinin titremesinin sebebi Türkiye’de yaklaşık olarak 10 milyon kişinin sosyal yardım alıyor olması ya da kredi veya borç batağının içerisinde olmasından kaynaklanıyor olabilir mi?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Olabilir. Şimdi sosyal yardımlar şöyle, yerel seçimlerde bize şunu söylediler aman ha sakın CHP’ye oy vermeyin işte gelirse sosyal yardımlar kesilir. Hiçbir sosyal yardım kesilmedi, tam tersine pandemi döneminde sıcak yemekten tutun maskeye kadar, dezenfekte işlemlerinden tutun çocukların eğitimine, tabletine kadar hemen hemen gelen bütün talepler karşılandı. Hiçbir aksamada olmadı. Belediyeler bu konuda olağanüstü, bakın iktidarın engellemelerine rağmen aş evine gelen paraları bankada tutmalarına rağmen, bankada belediye yardım yapsın diye yatan paralar hala duruyor, hala hükümet el koymuş vaziyette. Onlara rağmen bunların hepsi yapıldı yani yapılıyor da.
Dolayısıyla CHP şimdi vatandaşa güven verir konuma geldi. Yani evet belediyeler çalışıyor, gerçekten güzel çalışıyorlar, vatandaşlar arasında ayrım yapmıyorlar, hani yardımı kesilecek ya da işte para verilmeyecek. Hayır nakdi yardım yapıldı, ayni yardım yapıldı, diğer yardımlar yapıldı. Belediyeye ait işyerleri için kiralar çok düşürüldü veya uzun süre kiraları alınmadı. Bütün bunların hepsi yapılıyor. Dolayısıyla vatandaşla aramızda bir güven ilişkisi oluşmaya başladı. İnşallah bu güven ilişkisini daha iyi götüreceğiz. Artı biz şöyle bir iddiada bulunduk bakın onun da altını ben çizmek isterim. CHP iktidar olduğunda ilk bir haftada hep 4 aylık şeyler çizilirdi ya, iktidar olduğumuzda ilk 4 ayda şunlar. İlk bir haftada yapacağımız; bir tank palet fabrikasını Katar ordusundan alacağız ordumuza teslim edeceğiz. Bir kararname o kadar. Bir kararnameyle bu yapılacak. İki, çiftçinin tarım kredi ve bankalardan aldığı borçlar var bu borçların faizlerini bir seferde tak diye sileceğiz. Ana parayı da diyeceğiz ki makul ölçüde kardeşim ödeyeceksin. Üç, esnafın stopaj vergisi var stopaj vergisini bir kararnameyle kaldıracağız. Zaten o vergiyi alıyoruz kimden? Dükkan sahibi zaten gayrimenkul sermaye iradı verecek. Esnafın sırtından alacağız onu. Dört, esnaf kredi kooperatiflerinden ve bankalardan kredi aldı kredinin faizini bir kalemde siliyoruz faiz tamamen diyoruz ki ana parayı da belli taksitlerle ödeyeceksin. Kredi Yurtlar Kurumundan burs alan çocuklar, kredi alan çocuklar. Bu çocukların banka hesaplarına ya da bu çocukların ailelerinin hesaplarına haciz uygulanıyor. Önce iş ver sonra parayı iste ve faiz uygulanıyor. O faizlerin tamamını sileceğiz. Çocuk işe girdikten sonra, sigortalı olduktan sonra ancak diyeceğiz ki kredini öde kardeşim. Yoksa onun dışında para almak doğru değil. 15 Temmuz şehitleri için toplanan paraları faizleriyle beraber gazilere, şehit yakınlarına, ayrıca Beşiktaş saldırısında hayatını kaybeden bunun 40’ı polisti vatandaşlarında biriken paraları var 52 milyon lira onu da onların ailelerine dağıtacağız ve en son Süleyman Şah türbesini gerçekten götürüp kendi toprağımıza dikeceğiz, bayrağımızı orada dalgalandıracağız. Bunun sözünü verdim bakın bir hafta.
Mehmet Ali KAYACI- Diğer söyledikleriniz bir seçim vaadi.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Seçim değil, bakın seçim değil, gerçekten seçim vaadi değil. Bir hafta içinde biz bunu yapacağız. Öyle 4 ay, 5 ay falan filan bir hafta içinde. Bunun bütün altyapısı hazırlandı. Bakın şunu da rahatlıkla söyleyebilirim, bütün siyasi partiler içinde ekonomik açıdan en güçlü kadrolar bizde. Hazinede, Merkez Bankasında, Devlet Planlama Teşkilatında, daha önce siyasette yer almış, Maliye Bakanlığı yapmış kadrolar bizde. Yani en nitelikli kadrolara sahibiz biz. Devleti de en iyi bilen kadrolar bunlar. Ben 27,5 yılımı devlete verdim. Çok şükür hiç kimse arkamdan şu 5 kuruşu almıştır lafını dahi etmedi. Sayın Erdoğan benim Genel Müdürlük yaptığım SSK’ya bir müfettiş ordusu görevlendirdi acaba bunun açığını bulurum diye. Yok bulamadı. Haram yemedikten sonra neden korkacağız. Hiç, bir kuruş bakın bir kuruş dahi açığını bulamadı. Müfettişler rapor verdiler inceledik ama bir şey çıkmadı. Çıkmaz zaten haram yemezsen ne çıkacak.
Mustafa DENİZ- 2021 bütçesinde 179 milyar faize, 103 milyar yatırıma, 1 trilyon 101 milyarda gelir beklentisinin 922 milyarda vergi. Yani vergiden tahsil edilecek faize gidecek. Siz göreve geldiğinizde ilk yapacağız işlerden bahsettiniz. Şuan istatistiki veriler kurumlar tarafından yapılan açıklamalar istihdamın arttığı, işsizliğin azaldığı, ihracatın yükseldiği yönünde. Vatandaşa sorarsak bambaşka bir pencerede tam tersi durumda. Birincisi, bu kurumların açıklamalarını nasıl görüyorsunuz, değerlendiriyoruz? İkincisi, siz göreve geldiğinizde bütçeyi nasıl şekillendirmeyi planlıyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi bütçeyi şekillendirmek iktidarın siyasete bakışına bağlı. Ranttan, rantiyeden yana mı, vatandaştan yana mı bütçeyi kullanacaksınız. Biz vatandaştan yana kullanacağız rantiyeden yana değil. Dünyanın en yüksek faizini niye veriyoruz? Bunlar veriyorlar niçin? Dışarıdan para gelsin diye. Yüksek faiz veriyorsunuz çünkü size güvenmiyorlar ya param geri ödenmezse diye. İki, zaten bizim durumumuzu onlar bizden daha iyi biliyorlar. Paramız mı var, vergimiz mi var, nerede? Bakın ben size şu örneği vereyim, şehir hastaneleri yaptık. Erdoğan bağırıyor vay işte şehir hastaneleri yaptık işte CHP karşı çıkıyor. Kardeşim biz o hastanelerin yapımına karşı çıkmadık, kaça yaptın ben onu öğrenmek istiyorum çünkü parayı millet ödüyor, biz ödüyoruz yani. Bakın biz bilmiyoruz ama İngiltere biliyor. Çünkü o şehir hastanelerinin yapımının danışmanlığını üstlenen İngiltere’deki bir firma. Peki maliyeti nereden biliyoruz? O firmanın internet sitesinden biliyoruz.
Mustafa YILMAZ- Efendim yakınlardaki bir demecinizde dediniz ki son 10 yılda Türkiye’de en büyük açılımı yapan parti CHP’dir. Bence en ilginç açılımlarınızdan biri kendinizin Seyit torunu olduğunuzu ifade etmenizdi. Biraz bunu açmak istiyorum. Hani bu Seyit torunu nedir, bu köken nereye gidiyor. Birde hakikaten siyaset zor, belki CHP’de siyaset yapmak çok daha zor. Böyle bu Seyitlik torunu şeyine de atfen soruyorum böyle çok bunaldığınızda sığındığınız bir dua, bir ritüel, bir şey var mı?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şöyle, ailemizin bir seceresi var. Secere aile büyükleri aşiretin büyükleri tarafından saklanır. Çıkarıldığı zaman kurbanlar kesilir. Gördüm secereyi, secerenin bir örneği de İstanbul Müftülüğündedir. İki örnek düzenlenir secereler, baş tarafında tuğralar vardır, altında imzalar vardır, mühürler vardır. Ben Maliye Bakanlığında çalıştığım yıllarda secerenin bir örneğini alıp Vakıflar Genel Müdürlüğüne gittim bunu kim okuyabilir diye. Hatta ilahiyattan bir hoca geldi ben bunu okuyamam dedi bunu bu işin uzmanı okuyabilir. O bana Vakıflar Genel Müdürlüğünden bir daire başkanının ismini verdi ona götürdüm. O alttaki mühürler çok daha fazla dikkatini çekti. Bu bir doktora konusu olur dedi. Yani kitaplar yazıldı bu konuda birden fazla kitapta var. Ailenin böyle bir özelliği var ama bunu yani ilk sefer bu kadar uzun size anlatıyorum. Yani burada bırakalım.
Zor durumda kaldığımızda tabi Allah’a sığınırız. Ben inançlı bir insanım ama inancımı siyaset için yapmam Allah için yaparım bunu da ifade edeyim. Onu da burada kesmiş olayım yani.
Hasan Basri AKDEMİR- Benimde Kemal Kılıçdaroğlu’na dair bir sorum var sona doğru. Öncelikle giriş yapmam gerekiyor. Cumhurbaşkanı adayı olacak mısınız?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi biz bir ittifaktayız yani millet ittifakı dediğimiz. Ben ittifak liderleriyle görüşmeden, bir araya gelip istişare etmeden görüş beyan etmeyi asla doğru bulmam. Aksi halde ittifak yara kimin Cumhurbaşkanı… Her parti ayrı ayrı mı çıkaracak yoksa herkes anlaşıp bir kişiyi mi çıkaracağız. Bunun üzerinde oturup konuşuruz. Liderlerin hepsi yani Türkiye’yi bilen, Türkiye’yi seven, gerçekten demokrasi isteyen, güçlü bir parlamenter sistem isteyen, yargı bağımsızlığını isteyen liderler saygın insanlar. Dolayısıyla biz ancak o aşamada yani eğer belli bir aşamaya gelirse o aşamada bir araya gelip karar veririz. Yani o karardan sonrada herkes saygı duyar. Ben güçlendirilmiş parlamenter sistemden neyi kastettiğimiz konusunda da vatandaşa biraz bilgi vermemiz lazım. Şimdi biz çalışıyoruz, Saadet Partisi çalışıyor, DEVA çalışıyor, Gelecek çalışıyor, İYİ Parti çalışıyor. Şimdi bu partilerde kendi aralarında bir çalışma yapıyorlar. Belki önümüzdeki süreç içinde çalışmalar olgunlaştıktan sonra bir ilkeler listesi hazırlayabiliriz. Yani ilkelerimizin olması lazım, o ilkeleri hepimiz kabul edip altına imza atarsak o zaman vatandaşa daha çok güven vermiş oluruz. Böyle düşünüyorum şahsi kanaatim o. Yoksa bugünden o mu Cumhurbaşkanı adayı olsun, bu mu olsun ben mi olayım. Ben bu tartışmaları doğru bulmuyorum ama şunu rahatlıkla ifade edeyim. Benim bütün önceliğim Türkiye’nin geleciğidir, insanımızın geleceğidir. Ben siyasette illa ben şu olacağım, illa ben bu olacağım diye bir iddiam asla olmaz ve doğruda olmaz.
Hasan Basri AKDEMİR- Sayın Kılıçdaroğlu, peki yayını kapatırken şu özel soruyu sormak istiyorum aslında. Bugün bir hayal kursanız, hayalin bir tarafında Cumhurbaşkanı olmak var ya da güçlendirilmiş parlamenter sistemde Başbakan olmak var. Diğer tarafında da bütün sorunları çözülmüş ya da çözülme yoluna girmiş bir Türkiye’de emekli hayatı yaşamak var. Sayın Kemal Kılıçdaroğlu hangi hayatı tercih eder?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Türkiye’de bütün sorunların çözüldüğü bir Türkiye’de bende rahat yaşamak istiyorum. Yani hayalim o. Ben hiçbir çocuğun yatağa aç girmediği, herkesin işinin, aşının olduğu, herkesin rahat yaşadığı, eski komşularımızla ilişkilerimiz vardı ben hatırlarım mesela. Evde pişirilen yemeği bile götürürdük komşumuza. O da pişirdiği bir tatlıyı getirirdi bize aşurede olan şeyler. Buna benzer yani o Anadolu’nun güzelliklerini yeniden yaşatmak zorundayız. Bakın, bu toprakların mayasında Hacı Bektaşi Veli var, Mevlana var, Yunus Emre var. Yani aydınlanma dönemi dediğimiz 13.yüzyıl bu topraklarda başlamış. Şimdi bu topraklarda Ahi Evran’ı nasıl düşünmezsiniz. Bu topraklar gerçek anlamda hümanizmanın doğduğu, büyüdüğü, yeşerdiği topraklar. Sadece bu toprakların hakkını teslim etmeyen hırslı, hırsı aklının önüne geçmiş olan siyasetçilerdir yani. Bakın vatandaşa demiyorum, bende siyasetçiyim dolayısıyla hani bir özeleştiriyse bunu yapmamız lazım. Yani hırsı aklının önüne geçmemeli. Akıl bir kişinin hırslı olması bir şey yapmak için azimli, kararlı olması güzel bir şeydir ama. Eğer azim inadın önüne geçerse başarılı olursunuz ama inat öne geçerse aklı dışlamış olursunuz. Biz aklın dışlanmasını istemiyoruz. Akıl her şeyden yani oturup konuşacağız, sorgulayacağız, yapacağız ve aklın gereği neyse onu yapacağız. Bizim kendi tarihimizin her döneminde de aşağı yukarı bir istişare vardır, bir yaşlılar vardır, bir aksakalılar vardır, bir ak saçlılar vardır. Yani küçük kabilelerde de vardır, devletlerde de vardır. Osmanlı’da da vardır aynı şey veziri azam vardır, padişahın danıştığı kişiler vardır. Şimdi bunların hiçbirisi yok. Bir kişi var, o kişi her şeye karar veriyor, her şeye karar verdiği içinde ülke bu durumda. Ama bu durumdan çıkarmakta bizim elimizde. Ama bunu nasıl yapacağız? Demokratik yollarla yapacağız. Öyle baskı, şu, bu falan değil. Demokratik yollarla sandığa gideceğiz, oyumuzu kullanacağız ve gerçekten de Türkiye’yi bütün siyasi partilerin rahatlıkla görev yaptığı, rahatlıkla çalışabildikleri bir Türkiye’yi inşa edeceğiz yani. Temel hedefimiz bu.
Hasan Basri AKDEMİR- Çok teşekkür ediyoruz yayınımıza katıldığınız için CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na. Mustafa Yılmaz, Mustafa Deniz, Mehmet Ali Kayacı sizlerde sorunuzla liderler turunun ilk programına katkıda bulundular. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ilk liderler turu konuğumuzdu. Devam edeceğiz, bizi izlemeye devam edin.