10.12.2018
10.12.2018
CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM GENEL KURULU’NDA 2019 YILI BÜTÇE KANUNU TEKLİFİ ÜZERİNE KONUŞTU
(10 ARALIK 2018)
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, 2019 Yılı Bütçe Kanunu Teklifi üzerine TBMM Genel Kurulunda yaptığı konuşma şöyle:
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, televizyonları başında bizi izleyen saygıdeğer yurttaşlarım; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına hepinize selamlar, saygılar sunuyorum.
Az önce Sayın Başkanın da ifade ettiği gibi, bir teklif, bir de tasarıyı görüşüyoruz.
Bütçe hakkı açısından, Parlamentonun bütçe hakkı açısından son derece önemli olan 2017 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi'ni görüşeceğiz.
Değerli arkadaşlarım, bütçe hakkını Anayasa Mahkemesi şöyle tanımlıyor: Bütçe hakkı, vergi ve benzeri gelirler ile kamu harcamalarının çeşit ve miktarını belirleme, onaylama ve bütçe harcamalarının sonuçlarını denetleme hakkıdır. Yani aynı zamanda bir belirleme var, bir onaylama var ve bütçe harcamalarının sonuçlarını denetleme var ve bu, Parlamentonun bütçe hakkıdır. Bütçe hakkı, uzun mücadelelerden sonra, monarşiye karşı verilen mücadelelerden sonra elde edilen bir haktır. Dolayısıyla, Parlamentoya saygı duyan her irade, Parlamentoya saygı duyan her yürütme organı bütçe hakkının, hakkıyla teslim edilmesi için ön hazırlıklarını yasaların uygun gördüğü çerçeve içinde yerine getirir.
Ben ne zaman bütçe görüşmeleri olsa gelir bu kürsüden iki şey üzerinde dururum. Bunlardan birisi, orta vadeli program; ikincisi, orta vadeli mali plan. Parlamento bir yasa çıkarmış, bunların ne zaman yayınlanacağı belli. Defalarca söylendi, her seferinde "İşte, şöyle oldu, böyle oldu." diye bir sürü gerekçe buldular. Şimdi hiçbir gerekçe yok, nasıl olsa her şey bir kişiye bağlanmış vaziyette. Bütün bunlara rağmen orta vadeli program ve orta vadeli mali plan zamanında yayınlanmadı arkadaşlar. Şimdi, ben özellikle iktidar partisinin saygıdeğer milletvekillerine seslenmek isterim: Yetki verdiniz, güç verdiniz, hatta kendi yetkilerinizi de devrettiniz, şu soruyu sormayacak mısınız yürütme organına: "Arkadaş, ne istediysen verdik sana, bütün imkânları verdik. Orta vadeli program ile orta vadeli mali planı niye zamanında yayınlamıyorsun? Elinden tutan kim, kim engel oldu sana?" Bu soruyu bekliyorum.
İkincisi, değerli arkadaşlar, Parlamentoya saygı gösteren bir yürütme organı Parlamentoya sevk ettiği bir kanun tasarısı çıkmadan veya kanun teklifi çıkmadan o konuda çaba harcamaz. Şimdi, bakın, "FİKKO" diye Finansal İstikrar ve Kalkınma Komitesi kurulmuş; doğrudur, kurulabilir. Parlamentoya sevk edilmiş mi? Kanun teklifi verilmiş mi? Verilmiş ama bakın, işin başında olan damat bey şunu söylüyor: "Biz iki kez üst üste toplantı yaptık, faaliyetlerimize devam ediyoruz." Peki, bu, Parlamentoya saygısızlık demek değil midir? Parlamentodan çıkmayan bir kanun var, organ oluşturuyorsunuz ve o organın toplantılarını yapıyorsunuz ve sanki kanun çıkmış gibi de sonuçlarını kamuoyuyla paylaşıyorsunuz. Ben özellikle iktidar partisinin milletvekillerine sesleniyorum: Yetki verecekseniz, güç verecekseniz, "Ne yaparsanız yapın, biz nasıl olsa arkanızdayız." diye bir düşünceye sahipseniz kendinizi kurşun asker konumuna sokmuş olursunuz. Onlar da hadlerini bilecekler, biz de görevimizi bileceğiz. Elbette bu kanun teklifi yapılabilir, elbette kabul edilebilir, bizim buna itirazımız yok ama çıkmış gibi, Parlamentodan geçmiş gibi bir irade sergilemek doğru değildir.
Değerli arkadaşlarım, 2019 bütçesi hangi koşullarda hazırlandı önce ona bakmamız lazım. 2019 bütçesi, daha önceki bütçeler gibi belli koşullarda hazırlanmış değildir. İki temel alan var ki bütçenin hazırlanmasında, bu iki temel alana dikkat etmemiz gerekir. Birincisi şu: Bu 2019 yılı Merkezî Hükûmet Bütçesi bir ekonomik kriz döneminde hazırlanmıştır ve ekonomik krizin önümüzdeki süreçte daha da derinleşmesi beklenmektedir. İkincisiyse, bu bütçe demokratik bir ortamda değil bir darbe döneminde, bir sivil darbe döneminde hazırlanmıştır. Dolayısıyla, bu bütçenin bu çerçevede dikkate alınıp değerlendirilmesi lazım.
Önce şuna bakalım: 2019 bütçesi toplumun hangi sorunlarına çözüm üretiyor veya üretecek? Öyle ya, bir ekonomik kriz var. Kriz önümüzdeki süreçte derinleşecek, peki krizin faturasını kim ödeyecek? Bütçe, krizin faturasını kimin ödeyeceğini gösteren temel bir belgedir. Bakıyoruz bütçeye, asgari ücretin altında ücret alan -asgari ücret demiyorum- ya da geliri olan 1 milyon 800 bin kişi var. 1 milyon 800 bin kişi asgari ücretin altında ücret alıyor ve bunlar ailelerini geçindiriyorlar, bunlar elektrik parası, doğal gaz parası, okul masrafı vesaireyi karşılıyorlar. Bu bütçe 1 milyon 800 bin kişinin yarasına merhem olacak bir hüküm içeriyor mu? Hayır.
Geçiyorum, asgari ücretliler yani altı ayda 1603 lirayla geçinmek zorunda olan asgari ücretliler. Asgari ücretlilerle ilgili -ki bunların sayısı da 6 milyon 700 bin kişi- 6 milyon 700 bin kişinin, asgari ücretlinin yarasına merhem olacak bir düzenleme var mı? O da yok.
Geçiyorum, işsizlik… Değerli arkadaşlarım, işsizlik bütün kötülüklerin anasıdır. İşsiz adam kendisini, çoluk çocuğunu geçindirmek için bir noktaya gelir ki her yola başvurur. İşsizlikle mücadele etmenin iktidarın, muhalefetin değil, aslında hepimizin ortak görevi olması gerekir. Kişinin işsiz kalması ne demektir? Kişinin geçinemez noktaya gelmesi ne demektir? Ne zaman yapıyoruz bunu? 21'inci yüzyılda.
Bakın değerli arkadaşlarım, size 2 fotoğraf göstereceğim, 2 fotoğraf. Fotoğrafların 2'si de Kilis'te çekiliyor. Türkiye İş Kurumu belli bir süre -bir yıldan daha az- çalıştırmak için işçi arıyor. İnsanlar kuyrukta; kadınlar ayrı kuyrukta, erkekler ayrı kuyrukta. On altı yıldır Türkiye'nin geldiği nokta budur değerli arkadaşlar.
Ben size böyle çok güzel laflar ya da çok sert eleştiriler yapmayacağım. Elinizi vicdanınıza koyun, bu 2 fotoğrafa bakın; Türkiye'yi yürütme organı hangi noktaya getirdi, oturun değerlendirin.
Şunu diyebilirsiniz: "Efendim, bu geçici bir süre." On altı yılın sonunda söylüyoruz biz bunu arkadaşlar, on altı yılın sonunda. On altı yılın sonunda böyle bir tabloyla Türkiye'yi karşı karşıya getirmenin vebali kime aittir?
On altı yılda Türkiye'yi bu noktaya getirenlerin vebali sarayda oturan ve onun çevresindekilere aittir, size değil.
Bu bütçe işsizlik sorununa çözüm üretiyor mu? Hayır, hiçbir çözüm üretmiyor. Emekliler… Neyse, zorladık, şudur budur, emekliye 2 maaş; 1'er maaş ikramiyeyle götürdünüz. Bu bütçe ne getiriyor emekliye? Ne vereceksiniz emekliye? Hiçbir şey yok. 4 milyon emekli iş arıyor arkadaşlar, 4 milyon emekli. Sıradan değil, 4 milyon emekli. İş bulamayanlar var, bunların aylığı var ama geçinemiyorlar ve iş arıyorlar; 4 milyon emekli.
Çiftçiye bakalım: Çiftçinin durumu nasıl ve bu bütçe çiftçiye ne getiriyor? Değerli arkadaşlarım, gübre fiyatlarını herhâlde siz de benden daha iyi biliyorsunuz, ilaç fiyatlarını benden daha iyi biliyorsunuz, akaryakıt fiyatlarını herhâlde benden daha iyi biliyorsunuz, nereler için gittiğini. Herhâlde siz de gidip çiftçilerle oturup bir konuşuyorsunuz, neler yaptığınızı ve Türkiye'nin bu tabloya nasıl geldiğini herhâlde size soruyorlardır.
Değerli arkadaşlarım, Tarım Kanunu'nun 21'inci maddesi var. Bakın, burada Parlamentoyu suçlamıyorum; Parlamento üstüne düşen görevi yapmış, kanun çıkarmış, Tarım Kanunu. 21'inci maddede diyor ki: "Her yıl gayrisafi millî hasılanın en az yüzde 1'i oranında çiftçiye destek verilir." Nokta. "Verilir." diyor "verilebilir." demiyor, emredici hüküm, "Çiftçiye bu parayı vereceksiniz." diyor. 2006, 2019, hiçbir zaman yüzde 1'i bulmadı, hiçbir zaman. Çiftçilerin AK PARTİ hükûmetlerinden olan alacağı ne kadar biliyor musunuz 2006'dan 2019'a? 154 milyar 850 milyon lira. Yani yüzde 1'ini verseydiniz 154 milyar lirayı çiftçiye verecektiniz. O zaman ne mercimek ithal ederdiniz ne saman ithal ederdiniz. Hayvan ithal ediyorsunuz, canlı hayvan, onu beslemek için samanı da ithal ediyorsunuz. Böyle bir tabloyla Türkiye hiçbir zaman karşı karşıya kalmadı. Ne veriyorsunuz?
Sayın Başkanın Başbakanlık yaptığı dönemde Balıkesir'de güzel bir konuşması var. Tabii, toplamış vatandaşları, konuşuyor. "Çiftçiye destek vereceğiz." Gayet güzel, verin, elinizden tutan mı var? Ve söylüyor Sayın Başkan "Deponun yarısı sizden, yarısı bizden." diyor. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bırakın deponun yarısını, çiftçinin ne traktörü kaldı ne toprağı kaldı, hepsi icralık. O zaman ne oluyoruz arkadaşlar, nereye gidiyoruz?
Esnafa bir şey getiriyor mu bu bütçe kanunu, ne getiriyor esnafa? Hiçbir şey getirmiyor. Gidin bakın, Ankara'da Siteler var, mobilyanın merkezidir Ankara'da. Gidin bir sorun esnafa ya "Durumunuz nedir?" diye. Ağlayacaktır, ağlayacaktır. Gidin başka yerlere, esnafa sorun, kaç esnaf dükkan kapattı bir sorun bakalım. Yeni iktidar olsanız diyeceğiz ki: "Ya, bir kriz vardı, krizden sonra iktidar oldular." Krizden sonra alınan bütün önlemleri rahmetli Ecevit hükûmeti aldı, arkasından geldiniz hazıra kondunuz. Şimdi Türkiye'yi on altı yıl sonra aynı noktaya ama daha ağır şartlarla getiriyorsunuz. Kirasını ödeyemeyen esnaf var arkadaşlar, kirasını ödeyemeyen.
Bakın, kamyoncu esnafını hiç dinlediniz mi acaba, kamyoncu esnafını? Hangi cezalarla muhatap oluyor, mazotu kaçtan alıyor? 10 numaralı yağ nedir biliyor musunuz? Mazotu almamak için 10 numaralı yağ kullanıyorlar, daha ucuzdur diye. Kamyon satışlarındaki daralma yüzde 80. Bizim bir iktisat gazetesi var malum, Dünya Gazetesi onun manşetindeki haberdir.
Borçlu vatandaşlara ne getiriyor bu bütçe? Öyle ya, vatandaş da borç batağında, ne getiriyor borçlu vatandaşlara, bir kolaylık getiriyor mu? Borçlarını rahat ödesinler diye bir avantaj sağlıyor mu, buna baktık. AK PARTİ hükûmetleri döneminde vatandaşların borcu tam 79 kat artmış vaziyette, 79 kat. Borç ne kadar biliyor musunuz? 522 milyar lira. Vatandaş borç batağında, nefes alamıyor. 522 milyar lira, resmî rakamlar bunlar, bizim bulduğumuz rakamlar değil. 522 milyar lirayı bu vatandaş nasıl ödeyecek arkadaşlar? İnsaf denen bir şey var. Bakın, sadece tüketici kredisi borçları -tüketici kredisi yani bankadan para çekiyor gidip evinin rızkını sağlayacak- artış miktarı 229 kat, 56 milyon liradan 12 milyar 833 milyon liraya çıkmış vaziyette. 56 milyon nerede, 12 milyar 833 milyon nerede arkadaşlar? Ya, insanda biraz vicdan olur, insan biraz vatandaşını düşünür; ya, bu vatandaş nereye gidiyor? Vatandaş siyasetle ilgilenmiyor neden biliyor musunuz? Türkiye nereye gidiyor diye ilgilenmiyor. Vatandaşın derdi akşam eve nasıl ekmek götüreceğim, nereden para bulacağım. Vatandaşın derdi bu. Vatandaşı bu noktaya kim getirdi? Parlamentoyu, dediğim gibi, suçlamıyorum, Parlamento görevini yapıyor kısmen de olsa ama sizin verdiğiniz desteklerle ülkeyi yönetenler bu noktaya getirdiler. Bakın, sadece ocakla ekim arası, on ayda icraya düşen vatandaş sayısı 1 milyon 56 bin kişi. Nereye gidecek bu arkadaşlar? Borçlu vatandaşların bir de bankalara ödedikleri faizler var. Bu Hükûmetin -Hükûmet diyorum, affedersiniz, Hükûmet kalmadı, "cumhur Hükûmeti" mi diyordunuz yani "saray Hükûmeti" diyelim- saray Hükûmetinin vatandaşlara yüklediği yükler de var. Borç batağına sokuyorsunuz, bir de, ayrıca, diyorsunuz ki: "Faiz ödeyeceksiniz." Bu yılın ocak-ekim döneminde, bu yılın ocak-ekim döneminde, on ayda vatandaşların ödediği faiz 55 milyar lira, 55 milyar 500 milyon lira. Yani 55 katrilyon liralık bankalara faiz ödenmiş vaziyette. Kim ödüyor bu faizi? Sırtı kalınlar mı ödüyor, asgari ücretli mi ödüyor, zor bela geçinen vatandaş mı ödüyor, kim ödüyor? Size yemin billah ediyorum, bakın, yemin billah ediyorum, bu Hükûmetin yani bu saray Hükûmetinin yani bu saray çevresinde dolananların tamamı ama tamamı tefecilere hizmet ediyor, tamamı.
Bakın, kredi kartı ve tüketici kredisi borçlarına, kredi kartı ve tüketici kredisi borçlarına, sadece bu iki kalemde 2003'ten 2018'e -2018'in Ekim ayı itibarıyla- ne kadar faiz ödedi vatandaş biliyor musunuz? 433 milyar 490 milyon lira. 433 katrilyon lirayı -eski parayla- gariban vatandaşa ödetiyorsunuz ya. Ya, insanda biraz vicdan olmaz mı? Nereye gidecek bu memleketin sonu? Niye insanlar geleceğini göremiyor? Biz bunu söylediğimiz zaman kıyameti koparıyorlar. Ya, bunlar gerçek rakamlar. Birileri bu vatandaşın derdini ifade edecek, birileri bunu gündeme getirecek. Kim getirecek gündeme? Sürekli yürütme organını alkışlamak sizi kurşun asker konumuna sokar ve siz geleceği sağlıklı sorgulayamazsınız. O nedenle, bu rakamları söylüyorum, elinizi vicdanınıza koyarak oyunuzu kullanın. Yapmayın, günaha ortak olmayın, harama ortak olmayın; vallahi de billahi de haramdır. Ya, bu kadar faiz ödenir mi? Türkiye Cumhuriyeti'nde hangi hükûmet bu kadar faiz ödedi yahu? Faize karşıyız, bütün devlet, bütün vatandaşlar faiz için çalışıyorlar. Sanayicinin sorununu çözüyor mu? Hadi, vatandaşı bıraktık, borç batağında debelenip duruyor. Sanayi… Sanayici üretemiyor. Nasıl üretemiyor? İthalat olmazsa üretemiyor, ithalatı yaparsa üretebiliyor. Bu ne demektir, Türkiye'yi bağımlı hâle getirmek demektir. Türkiye'yi bağımlı hâle getirdiniz. İthalat olmazsa üretim de olmuyor.
Değerli arkadaşlar, bakın, 4 kez mali af çıktı, yeni ama; arka arkaya, sürekli mali af. "Çıkarmayacağız.", "Çıkaracağız.", "Çıkarmayacağız.", "Çıkaracağız." Şu kürsüde, rahmetle Kemal Unakıtan, ilk mali affı çıkardığında demişti ki: "Bir daha AK PARTİ asla af çıkarmayacak." Bütün dünyada en çok mali af çıkaran hükûmet bu hükûmetler, bütün dünyada, bakın, altını çiziyorum, araştırın, bakın. Fransa'ya sorun, Almanya'ya sorun bakalım, kaç yıl önce mali af ilan etmişler? İsterseniz 100 sefer yapın. Borç batağındaki bir vatandaş nasıl vergisini, sigorta primini ödeyecek? Ödeyemiyor ki. Ödeyemiyor, af çıkarıyoruz, ödeyemiyor, af çıkarıyoruz. "Ya, ödeyemiyorum arkadaş, ödeyemiyorum, bataktayım, nefes alamıyorum." diyor. Siz de arka arkaya af çıkarıyoruz efendim "Gel, öde." Ödeyemiyor, istediğiniz kadar yapın, ödeyemeyecek zaten.
Değerli arkadaşlarım, insanlar önlerini göremiyorlar. KOBİ'ler… KOBİ'ler de aynı durumda. Buyurun, organize saniye bölgeleri var, ben gidip geziyorum, dinliyorum oraları; sizler de gidin gezin bakalım, ne diyecekler size? Güllük gülistanlıktan mı bahsedecekler "Nefes alamıyoruz." mu diyecekler, "Önümüzü göremiyoruz." mu diyecekler? Bunu söyleyecekler.
Bu bütçe emeklilikte yaşa takılanlar da için bir çözüm getiriyor mu? Hayır, arkadaşlar. Beni yaralayan ne biliyor musunuz: Bir şeye karşı çıkılabilir. Bir vatandaş bir hak talebinde bulunur, siyasi iktidar karşı çıkabilir, demokrasilerde bu gayet olağandır. "Benim tercihlerimize uymaz, ben bunu kabul etmiyorum." Ama hiçbir kişi kendi vatandaşını "türedi" diye tanımlamaz, "türedi" diye tanımlamaz, hele hele Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturup kendi vatandaşına hak istedi diye "Bu türediler" diye bir lafı edemez. O lafı ediyorsa hiç kimsenin Cumhurbaşkanı değil, hiç kimsenin. Yok öyle bir şey. Kendi vatandaşına hiç kimse, bırakın o makamda oturmayı, hiçbir siyasetçi de, hiçbir vatandaş da diğer vatandaşa "Türedi." demez ya. Olur mu? Bunlar bizim vatandaşlarımız. Hak talebinde bulunuyor, vermezsin, o kadar. Ama onu aşağılamak, "Niye hak istiyorsun?" diye aşağılamak doğru değil.
İnşaat işçileri var. Hiç inşaat işçisi akrabanız, yakınınız var mı arkadaşlar, hiç onlarla konuşuyor musunuz? Yok, değil mi? Allah aşkına, yoksa gidip bir konuşun ya, gidip bir konuşun bakalım. Dört ay, yılda dört ay aylık alıyor, dört ay, yedi-sekiz ay bunlar nasıl geçiniyorlar biliyor musunuz? Bir sorun bakalım, evlerinde ne yiyorlar, ne içiyorlar, bir sorun bakalım. Yazık günah değil mi arkadaşlar? Eti gramla alıyorlar, bakın, o da para bulurlarsa, eti gramla alıyorlar arkadaşlar. Bana inanmıyorsanız gidin kasaba sorun. Eti gramla alır hâle getirdiniz vatandaşı. Kim getirdi? Kim getirdi Allah aşkına? On altı yıldır yönetiyorsunuz, sonuçta memleketi bu hâle getirdiniz. Sorumlusu kim? Ben sizi suçlamıyorum, bakın, AK PARTİ Grubuna bir şey demiyorum bu süreçte. Ama AK PARTİ Grubunun kabahati onların her dediğine "Evet." demektir, her dediğine. Ya, siz de "Kardeşim, kusura bakma ya, kusura bakma, memleketi bu hâle niye getirdin?" deme cesaretini gösterin, benim sizden istediğim bu, yoksa hiçbir şey istemiyoruz.
Öğrencilerin yurt sorunu, bakın, bir yılda çözülecek sorundur, bir yılda. Bir yılda çözülecek sorun on altı yılda çözülmüyor. Ya, çocuklarınız üniversiteye giderken… Tabii, sırtı kalın olanlara bir şey demiyorum, onlar özel evler de tutabilirler, yatlar, yalılar da tutabilir ama bir de garibanın çocuğunu düşünün ya. Ya, bu gidecek, yurtta kalacak, yurt yok. Nerede kalacak bu? Niye yurt sorununu çözmediniz? On altı yıldır, on altı yıldır, bir yıl değil, iki yıl değil, on altı yıldır… Bir yılda çözülür, bir yılda, sıcak suyu da olur, soğuk suyu da olur, geniş bant internet erişimi olur, birer kişilik, ikişer kişilik odalar olur, yani bizim çocuklarımıza bunları niye fazla görüyor bu iktidar, niye fazla görüyor?
Bir şey daha söyleyeyim değerli arkadaşlar: Kışın ortasında elektriği, doğal gazı, suyu kesilen aileler var, kışın ortasında, elektriği, doğal gazı ve suyu kesilen aileler var; bunlar gariban aileler, bunlar siyaset nedir, ne değildir onu yeteri kadar bilmeyen aileler, bunlar günlük meşgale içinde kendilerini geçindirmeye, bütçeyi döndürmeye çalışan aileler. Sadece İstanbul örneğini vereceğim, İstanbul örneği: 580.201 konutun suyu kesildi arkadaşlar, 580.201. Peki, bu ailelere su hakkını da reva görmüyorsunuz arkadaşlar, bunlar su da mı içmeyecekler, bunlar nasıl banyo yapacaklar? 580.201; 493.219 konutun da doğal gazını kesiyorsunuz. Ya, peki, bunu insanlarda vicdan var mı, bunu yapan insanlar uzayda mı yaşıyorlar? Bunlar, bir soru önergesi üzerine İstanbul Büyükşehir Belediyesinin verdiği cevaplardır arkadaşlar. Bu bütçe bunlara bir çözüm getiriyor mu? Bunlar unutulmuş insanlar arkadaşlar, unutulmuş insanlar; bizim insanlarımız ama bunlar görünmeyen insanlar, asgari ücretin altında aylık alanlar görünmeyen insanlardır ama bunların sayısı milyonlardır.
Şehit yakınları ve gaziler arasındaki ayrımcılığı giderecek mi bu bütçe? Hayır. Allah aşkına, ben sizin vicdanınıza seslenmek isterim: Ya, şehit yakınları ve gaziler… Şehit, şehittir ya, şehidin A'sı, B'si olur mu; gazinin A'sı, B'si olur mu? Burada bile ayrımcılık yaptı bu yürütme organı, burada bile yaptı. Ya, insanda biraz vicdan olur ya! Güvenlik güçleri, karda kışta, soğukta, eksi 30 derecede teröre karşı yurt savunması için mücadele ediyor, şehit düşüyor "Tamam, sen şehitsin." diyorsun, 15 Temmuz… "Gel kardeşim, başımın üstünde yerin var." Ya, bu olur mu arkadaşlar? 15 Temmuz şehidi de bizim şehidimizdir, öbür şehit de bizim şehidimizdir; neden ayrım yapıyorsunuz, neden ayrım yapıyorlar? Allah aşkına, siz elinizi vicdanınıza koyup bu soruyu yürütme organına sordunuz mu? Başka ne sorayım ben size. Bakın, 24 Aralıkta bir kanun çıkardınız, Türkiye Şehit Yakınları ve Gaziler Dayanışma Vakfı kurulacaktı 2017'de, şimdi 2019'a geliyoruz. Kampanya açıldı, paralar toplandı, nerede bu paralar? Nerede bu kampanya? Hangi bankada yatıyor? Nerede oldu bu para? Ya, iki yıl, iki yıl geçti. Kampanya dediğin nedir Allah aşkına ya? Açarsın bir kampanya… Acaba, o parayı da mı yürüttüler? Aklımıza o geliyor çünkü yürütme organının öyle bir özelliği var; her şeyi yürütmek, bunu da yürütecek. Emin olun, endişem var. Endişem var.
Bu bütçe… Seçim meydanlarında hep vaat ediyorsunuz. Biz güvenlik güçleri için de, öğretmenler için de vaat ettik, sonunda AK PARTİ'nin yöneticileri de vaat ettiler, dediler ki: "Öğretmenlere, güvenlik görevlilerine, sağlık çalışanlarına, dinî hizmetlerde çalışanlara 3600 ek gösterge vereceğiz." Gayet güzel. Bununla ilgili bir şey var mı? Hiçbir şey yok. Niye vermiyorsunuz? Niye söz verdiniz millete?
Geçenlerde -yanlış hatırlamıyorsam- İYİ PARTİ'li arkadaşlar bir önerge verdiler, kanun teklifi verdiler; reddettiniz. Niye reddediyorsunuz? Siz verin kanun teklifini, biz de kabul edelim. Vatandaşın lehine olup da buraya gelen bir şeye nasıl olup da elinizi "hayır" diye kaldırıyorsunuz? Vatandaşın lehine.
Ben şu noktaya geldim: Vatandaşın lehine gelenlere "hayır", sarayın lehine gelenlere "evet" oyunu kullanıyorsunuz, beni asıl yaralayan nokta budur değerli arkadaşlarım.
Şimdi, biliyorum "3600 ek gösterge verin." diyeceğiz, diyecek ki yürütme organı: "Efendim, para yok." Para var arkadaşlar, para var. Sorun, parayı kimin için harcayacağız, parayı kimin için kullanacağız?
Efendim, buraya geldiler, konuştular: "Vergiyi tabana yayacağız." Yahu, vergi zaten tabanda kardeşim, sen geliri tabana yay da yukarıdan vergi al biraz. Yukarıda vergi veren yok, bir eli yağda, bir eli balda. Ee, vergi; tabana yayacağız. Esnaf; vergi, çiftçi; vergi, emekli; vergi, yeni doğan çocuk; vergi, milyarları kazanandan -bakın altını çiziyorum- milyar dolarları kazanandan beş kuruş vergi yok. Ya, arkadaşlar, Allah aşkına, hadi bizim bir gücümüz var, sizin de bir gücünüz var, yürütme organına, arkadaşlar, "Bu rantiyeyi ne zaman vergileyeceksiniz?" diye niye bir soru sormuyorsunuz? Milyarları götürenler niye vergi vermiyorlar?
Kadroya alınamayan hâlâ on binlerce taşeron işçisi var, kadroya alınamayan. Bu bütçe bir şey getiriyor mu? Hiçbir şey getirmiyor. Taşeron işçisini biz gündeme getirdik, mecbur oldunuz. Ama niye ayrım yapıyorsunuz? Niye ayrımcılık yapıyorsunuz? Taşeron işçisi, taşeron işçisidir arkadaşlar. Olur veya olmaz. Şimdi bir kısmını kadroya alalım, bir kısmını devre dışı bırakalım. Ee, bu, vicdanın kabul edeceği bir şey midir?
Değerli arkadaşlarım, bu bütçe, az önce de söyledim, siyasi açıdan da bir darbe bütçesidir; normal zamanlarda gelen bir bütçe değildir; toplumun baskılandığı dönemde gelen bir bütçedir. Hiç kimse korkudan sesini çıkaramıyor, hiç kimse. Ben "Darbe bütçesidir." dediğim zaman "Hangi darbe?" diye belki sorarsınız. 20 Temmuz darbesinden sonra gelen bütçedir, 20 Temmuz darbesinden sonra.
Bakın, diyebilirsiniz ki: "20 Temmuzdan sonra ne oldu da 'darbe' diye nitelendiriyorsunuz?"
Sayayım: Bir ülke düşünün, herhangi bir ülkeyi düşünün, yasama, yürütme ve yargı tümüyle bir kişinin kontrolünde yani güçler ayrılığı ilkesi yok. Devlet yönetiminde olması gereken, bir daha söylüyorum, devlet yönetiminde olması gereken denge ve denetleme kurumları fiilen çalışmıyor. Bir ülke düşünün, özel ve kamu dâhil olmak üzere medyanın yüzde 90'ı 1 kişinin kontrolünde, 1 kişinin. Muhalefete o yüzde 90 medya hem kapılarını hem ekranlarını hem de sayfalarını kapatmış durumda, asla vermiyor, asla bir satır dahi vermiyor. Bir ülke düşünün, 100'ü aşkın gazeteci hapiste. Haklarında ceza verilip tahliye edilenler korkudan seslerini kesmiş vaziyetteler. Yazı yazanlar ise kendilerine otosansür uyguluyorlar. Yine bir ülke düşünün, düşünün, kimin terörist, kimin ajan olup olmadığına 1 kişi karar veriyor ve mahkemeler de gidip onu tasdik ediyor. Bir ülke düşünün, kamuda istihdamın ve yükselmenin ölçüsü olan liyakat yani bilgi, birikim ve deneyim bir tarafa atılıyor; otoriteye sadakat, partililik, yandaşlık, rantiyecilik esas alınıyor.
Bir ülke düşünün, barış istediler diye, bakın, barış istediler diye, bildiri imzaladılar diye yüzlerce akademisyen üniversiteden atılıyor; pasaportlarına el konuluyor, eşlerinin de pasaportlarına el konuluyor, yurt dışına çıkışları yasaklanıyor, çalışmaları yasaklanıyor. Böyle demokrasi nerede var arkadaşlar? Bana böyle demokrasisi olan ve bu durumda olan bir tane ülke gösterin. Bir kişinin düşüncesini beğenmeyebilirsiniz, eleştirebilirsiniz, yargılayabilirsiniz ama atıyorsunuz, beraat ediyor, yine başlatmıyorsunuz.
Bir ülke düşünün, kişilerin mahkemelerde savunma hakları kısıtlanıyor, aylarca iddianameler hazırlanmıyor, yüzlerce kişi iddianamesiz bir şekilde hapiste yatabiliyor, avukatlar bile yasalara aykırı olarak tutuklanıyor.
Bir ülke düşünün, devleti yönetenler harcadıkları paranın hesabını halkına vermiyor; yaptıkları sarayların, inşa ettikleri büyükşehir hastanelerinin, havaalanlarının, köprülerin maliyetini, bırakın halkı, o ülkenin parlamentosu da bilmiyor. Siz biliyor musunuz sarayın maliyetini, köprünün maliyetini, tüp geçidin maliyetini, şehir hastanelerinin maliyetini, kaça yapıldığını biliyor musunuz? Bilemezsiniz, söyleyemezler size, bilemezsiniz. O zaman niye evet diyorsunuz?
Bir ülke düşünün, yolsuzluk yapanlar, devlet katında sürekli yükseliyor, dürüst, namuslu adamlar ise sürekli aşağılanıyor, hor görülüyor.
Bir ülke düşünün, yaşanan ağır ekonomik krize rağmen iş dünyasından kimse korkudan sesini çıkaramıyor.
Bir ülke düşünün, o ülkenin üst yargı organı başkanı bile çıkıp medyaya, şunu yapıyor: "Yargıya olan güven yüzde 30'lara düştü." Başka ne söyleyeyim ben?
Bir ülke düşünün, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu… Eski adı "yüksek"ti, kaldırdılar, alçak kurum oldu. Hâkimler ve Savcılar Kurulu, hâkim ve savcılara şunu söylüyor: "Nihai kararı vermeden önce bizden görüş alacaksınız." Hani hâkimler vicdanlarına göre ve hukukun üstünlüğüne göre karar verirlerdi?
Bir ülke düşünün, siyasal gücü olanlar ile parasal gücü olanlar yargılanmıyor. Bir daha söylüyorum: Siyasal gücü olanlar ile parasal gücü olanlar yargılanmıyor, garibanlar ise yargılanıyor. Varlıklı olup da hapishanede kalan kimse kalmadı. Ne yapıyorlar? Sarayın avukatlarını hemen tutuyorlar, büyük paralar veriyorlar, zaten mesele kendiliğinden çözülüyor.
Bir ülke düşünün, milletvekilleri tutuklu, belediye başkanları görevden alınıyor, otoriteye yakın olan başkanlar da zorla istifa ettiriliyor. Hani halkın iradesine saygı, hani millî iradeye saygı?
Bir ülke düşünün, uygulanması zorunlu olan Anayasa Mahkemesi kararları bile alt mahkeme tarafından uygulanmıyor çünkü alt mahkeme gücünü hukuktan değil, saraydan alıyor. Hangi hukuktan söz edeceksiniz?
Bir ülke düşünün, herkesin telefonları dinleniyor ve bir otoriteye servis ediliyor. Sizin de telefonlarınız dinleniyor, siz de telefonlarınızda rahat konuşamıyorsunuz. Benimki dinleniyor, eşiminki, çocuklarımınki, hepimizinki dinleniyor ama biz çekinmiyoruz çünkü biz doğruların arkasındayız, doğruları savunuyoruz. İstedikleri kadar dinlesinler; dinlemezlerse namerttir onlar, dinlemezlerse.
Bir ülke düşünün, bir konsoloslukta cinayet işleniyor. Ses kaydı elinize geliyor, aynı gün ses kaydı elinize geliyor. Aynı gün, cinayeti işleyenler ellerini kollarını sallayarak gidiyorlar ve daha sonra Suudi Başkonsolosu da gidiyor.
Değerli arkadaşlar, böyle bir ülke nerede var? Bana söyler misiniz, bu ülke hangi ülke?
Bir ülke düşünün, ekonomik bağımsızlığını büyük ölçüde kaybetmiş, uluslararası tefecilerden borçlanarak, dünyanın en yüksek faizlerinden birisini verip borçlanarak ancak ayakta durabiliyor ve geldiğimiz nokta… Sadece anaparayı ödemek için değil, anaparanın faizini ödemek için de borçlanır noktaya geldiniz. Ana paranın faizini ödemek için de borçlanıyorlar. Borcun faizini ödemek için borçlanıyorsanız on altı yılın sonunda… Bir rakam vereyim, kaç lira ödeniyor biliyor musunuz? Kaç lira ödendi on altı yılda? Londra'daki bir avuç tefeciye kaç lira ödendi? 159 milyar dolar ödendi, 159 milyar dolar. Ya insanda biraz vicdan olur ya. 159 milyar dolar ya. İkinci bir Türkiye kurulurdu, üçüncü bir Türkiye kurulurdu 159 milyar dolarla.
Bir ülke düşünün değerli arkadaşlar, tüm bunları yapan yöneticiler hiçbir sorumluluk almıyor. Devamlı bir tane düşman yaratıyor "iç düşman, dış düşman" o kadar. Sorumlu? Onun çok şükür hiçbir sorumluluğu yok.
Bir ülke düşünün değerli arkadaşlar, on altı yılda 11 kez eğitim sistemi değişiyor ya, 11 kez ya. Ya, kendi çocuklarınızı nasıl denek olarak kullanabilirler? Bizim çocuklarımızı denek olarak kullandılar ya on altı yılda. Sorun Allah aşkına, hangi anne çocuğunu okula gönderirken, baba çocuğunu okula gönderirken gönderdiği okuldan memnun?
Bir ülke düşünün, devletin harimiismetini yani kozmik odayı teröristlere teslim edeceksin, teröristlere teslim edeceksin, devletin bütün sırlarını onlara vereceksin, devletin bütün sırlarını. Ve o ülkenin genelkurmay başkanını "terörist" diye yakalayıp hapse atacaksın; öyle bir ülke düşünün. Ve o terör örgütüne, devleti yöneten terör örgütüne destek veren, dönemin destek veren yöneticisi, yolsuzlukları ortaya çıkmasın diye "Ne istediniz de vermedik? Niye bunu yapıyorsunuz?" diye bir de sitem etti.
Bir ülke düşünün arkadaşlar "Yirmi dört saatte Suriye'ye gireceğiz, Emevi Camisinde namaz kılacağız." dediler, yirmi dört saatte. Ölçü de koydular. Ancak aynı yöneticiler, aynı yöneticiler, kendi topraklarını, Süleyman Şah Türbesi'nin bulunduğu toprakları, kendi topraklarını, vatan toprağımızı terk etmek zorunda kaldılar. Bizim tarihimizde bir ilktir arkadaşlar, kendi toprağını terk eden hükûmet. Kendi toprağı, vatan toprağı orası. Ben ölürüm, çakılını dahi vermem, çakılını dahi vermem. Orada bin kişi, on bin kişi hep beraber ölürüz ama toprağımızı terk etmeyiz.
Bana kimse kahramanlık edebiyatı yapmasın, hiç kimse yapmasın.
Bir ülke düşünün…
Söylediğim her şey doğrudur. Eğer bu yöneticilerden birisi Parlamentonun önünde benimle konuşmak isterse ben hazırım. Benim önümde… Gelecek buraya, oturup konuşacağız, gelecek ve benim sorularıma cevap verecek "Şurası yanlıştır." diyecek; biz onu çözeriz.
Bir ülke düşünün, görülen bir davada, görülen herhangi bir davada nasıl karar verileceğini bilmek için Anayasa'ya ve hukuka değil, hâkimlerin kimler tarafından atanacağına bakıyor.
Bu, bir darbe bütçesidir, darbe yönetiminin bütçesidir dememin gerekçesi budur. Sağlıklı bir demokrasi için de bu bütçe hazırlanmamıştır. Bütçe, bu nedenle sakat bir bütçedir. Demokrasiye inanan herkesin "Hayır." diyeceği bir bütçedir bu. Ya "Demokrasiye geçeriz, bu ülkeye gerçek anlamda demokrasi gelir." ya da "Bu bütçeye 'ret' veririz." diyeceksiniz. Bizim düşüncemiz budur. Peki, bu bütçe kimin bütçesi? Bir soru, asıl soru o.
Değerli arkadaşlarım, bu bütçeden üç kesim yararlanıyor. Bu bütçeden üç kesim yararlanıyor yani bu bütçe üç kesimin bütçesi. Bir, sarayın bütçesidir. Her türlü şatafat, her türlü harcama, her türlü israf, "Bunların hepsi kabulümdür, ben bunları yapacağım." diyor. Sarayın bir eli yağda bir eli balda. Emin olun, Allah inandırsın, Lale Dönemi'nde bile bu kadar şatafat yoktu, Lale Dönemi'nde bile böyle şey olmadı.
Vatandaşa diyorlar ki: "Tasarruf edin." Ya, tasarruf baştan yapılır arkadaşlar. Sen tasarruf yapacaksın ki vatandaş örnek alsın seni. Hangi tasarruf? Vatandaşın cebinde para var da tasarruf mu yapacak? Ya, vatandaş ay başını nasıl getireceğim diye düşünüyor, tasarruf yapacağı bir para yok ki zaten, hangi parayla tasarruf yapacak? Dolayısıyla yazlık sarayda oturanlar, kışlık sarayda oturanlar, uçan saraylarda oturanlar, asla ve asla tasarrufa yanaşmazlar, onlar israfı severler. Bakmayın siz, israf haramdır bizim inancımıza göre ama onlar israftan asla vazgeçmezler.
Değerli arkadaşlarım, şimdi, siz bu bütçeye "Evet." derseniz, Beyefendi'nin aylığını 59 bin liradan 74 bin liraya çıkaracaksınız, emekli aylığı hariç, bir de o var; yetmiyor para, çift dikiş gidecek. "Ben geçinemiyorum." diyor. Ya arkadaş, doğal gaz parası vermiyorsun, yemek parası vermiyorsun, uçak parası vermiyorsun, okul masrafın yok, hiçbir şeyin yok, bir elin yağda bir elin balda. Ya, nedir bu lüks, nedir bu para aşkı, nereden çıkıyor bunlar; bunu vatandaşın sormasını istiyorum, vatandaş bunu sormak zorundadır, soracak ki bu ülkeye demokrasi gelsin.
Saray çevresi: Sarayın etrafında bir çevre var, etrafını sarmış, bunlar yiyici çevre. Bakın, adını söylüyorum, yiyici çevre, bunlara kamuoyunda "beşli çete" denir. En büyük ihaleleri bunlar alırlar, en büyük ihaleleri. En büyük ihaleleri alırlar, nasıl? Dolar bazında alırlar, Türk lirası olmaz. Dolar bazında garanti alırlar, olur ya batarsa Hazine ödeyecek onun parasını. Dolar bazında yol parası, tüp parası, her şey dolar bazındadır, fiyatlar da öyledir. Vatandaşa "Doları bozdur." Bunlara gelince "Dolarla devam et kardeşim." Bu bütçe, bu bütçedir işte. Bu bütçeye oy vermek haramdır, haram. Vallahi de billahi de haramdır.
Bakınız, köprü yapıyorlar. Kaça yapıldığını biliyor musunuz? Bilemezsiniz. Yol yapıyorlar. Kaça yaptığını biliyor musunuz? Bilemezsiniz. Şehir hastaneleri yapıyorlar. Kaça yaptığını bilir misiniz? Bilemezsiniz. Havaalanı yaptılar. Kaça yapıldığını biliyor musunuz? Bilemezsiniz, söyleyemezler size, söylemezler size. Peki, onların parası kimin? Kim ödüyor onların parasını? O "garip gureba" dediğiniz, sık sık dillendirdiğiniz o vatandaşların ödediği vergilerle ödeniyor. Vergiye gelince var, onlara gelince yok. Soramazsın. Bütün bu söylediklerimin faturalarının ne kadar şişirildiğini düşünebiliyor musunuz? 1 liralık malın bin liraya alındığını düşünebiliyor musunuz? Büyük avantajlar sağlandığını biliyor musunuz? Ya, vatandaşa diyorsun: "Dolar bozdur." Kardeşim, ihaleyi Türk lirasına çevir, geçişi Türk lirasına çevir, teminatı kaldır. "Hayır, olmaz…" Neden? E, bunlar sarayın çevresinden, onların beslemeleri, sarayın beslemeleri. Sarayın beslemelerinden bu memlekete hayır gelmez arkadaşlar. Vallahi de billahi de hayır gelmez. Hem bunların bir avantajı daha var: Döviz ne kadar yükselirse bunların kârı da o kadar artıyor, ne kadar yükselirse. Bunlar hayatlarından memnun olanlar.
Üçüncü kesim neydi? Bu bütçenin hizmet ettiği üçüncü kesim tefeciler, rantiyeciler; onlara hizmet ediyor. Vatandaş borç batağında, esnaf borç batağında, çiftçi borç batağında, sanayici borç batağında, herkes borç batağında, devlet de borç batağında.
Değerli arkadaşlarım, 2018'in ilk dokuz ayında, Londra'daki bir grup tefeciye, bir avuç tefeciye ödenen faiz ne kadar, biliyor musunuz? 9 milyar 724 milyon dolar. AK PARTİ hükûmetleri döneminde ne kadar? Az önce söyledim, 159 milyar 290 milyon dolar. İnsaf denen bir şey var ya? Bu bütçe kime çalışıyor, Allah aşkına? Kimin için bu bütçe? Çıksınlar, desinler ki: "Bu rakamlar yanlış." Biz de bilelim. O zaman diyeceğiz ki: Kaldırın şu internet sitelerinden bu rakamları, bilgiyi vermeyin bari hiç kimseye. Hem gelip burada efeleneceksin "Ülkeyi şöyle yaptım, ülkeyi böyle yaptım." Ya, ülkeyi batırdın arkadaş, batırdın ya!
Bakın, arkadaşlar, dolar yükselse de dolar düşse de kârlı onlar çıkıyor. Bakın, size bir rakam vereceğim: 13 Ağustosta -lütfen, istirham ediyorum, inanmıyorsanız not alın- düşünün, Londra'dan bir tefeci geldi, 1 milyon dolar getirdi Türkiye'ye. 1 milyon doları götürdü, o günkü kur üzerinden Türk lirasına çevirdi. Kaç lira alıyor? 6 milyon 883 bin 800 Türk lirası para alıyor 1 milyon doları getirdiği zaman. Geçiyorum, yüz on dört gün sonra, yüz on dört gün sonra yani 3 Aralık 2018; götürdü, bunu gösterge tahviline yatırdı ve o gün 7 milyon 384 bin 675 lira parasını aldı, 7 milyon 384 bin 675 lira parasını aldı. 7 milyon 384 bin 675 lirayı götürdü, hemen dolara yatırdı. Ne zaman? 3 Aralıkta. Kaç lira dolar alıyor biliyor musunuz? 1 milyon 406 bin 524 dolar. Kaç lira kazanıyor? Yüz on dört günde dolar bazında yüzde 40, yüzde 40 kazandı. Ben diyorum, bunlar tefecilere hizmet ediyor; siz inanmıyorsunuz. Ya, arkadaşlar, bu rakamlara bakın. Ben bilmiyorsam siz bilin, bakın, içinizde hesap bilen, kitap bilen, iş adamı, iş dünyasından gelen var.
Devlet yani Hükûmet yani Türkiye Cumhuriyeti ekonomik bağımsızlığını kaybetmiştir ve bu Hükûmet sonuçta, on altı yılın sonunda getirip devasa Türkiye Cumhuriyeti'ni bir avuç tefeciye teslim etmiştir. Olay budur.
Dış politika, Allah aşkına, 2 Ekimde Cemal Kaşıkçı gidiyor, 2 Ekimde, giriyor konsolosluğa, çıkmıyor oradan. 2 Ekim günü öldürülüyor orada, herkes biliyor bunu. Yani cinayetin öğrenildiği tarih 2 Ekim, 2 Ekimde ses kaydı var. Sayın Yasin Aktay aynı gün açıklama yapıyor "Havaalanlarına haber verdik, MİT'e haber verdik, Cumhurbaşkanına, Emniyet Genel Müdürüne; kuş uçsa haberimiz olacak." diyor, ben değil, o söylüyor, açıklama yapıyor. Katiller aynı gün, cinayeti işledikten sonra saat 21.00'de iki özel uçakla gidiyorlar. Niye gidiyorlar? Kim izin veriyor? Sesi dinliyorsun, cinayeti biliyorsun, Cemal Kaşıkçı öldürülüyor, niye izin veriyorsun? Hangi gerekçeyle izin veriyorsun? Konsolos ayın 17'sinde gidiyor, on beş gün sonra, on beş gün sonra Konsolos da VIP'den elini kolunu sallayarak gidiyor. Şimdi, diyorlar ki: Efendim "Onları bize teslim edin." Suudi Arabistan da "Hadi canım, ne teslim etmesi, geç, yoluna geç; teslim etmiyorum." diyor. Ben şu soruyu sordum, Sayın Erdoğan bana diyor ki: "Almanya'ya gittin, Viyana'ya gittin, ne konuştun, çık anlat." Hepinizin önünde söz veriyorum, namus sözü veriyorum hepinizin önünde; ben Almanya'da, Viyana'da, Kıbrıs'ta neleri konuşacağımı gelip bu kürsüde anlatacağım ama bir şartla: Erdoğan bu katilleri hangi gerekçeyle serbest bıraktı, çıkıp anlatsın bana. Hangi gerekçeyle bıraktı?
Bakın, utanılacak bir tabloyu anlatayım size. Fransa biliyor, İngiltere biliyor, Amerika biliyor, dünyanın bütün ülkeleri cinayetin nasıl, kimler tarafından işlendiğini biliyor, kimsenin haberi yok bizden, bize hiçbir bilgi verilmiyor. Hadi bize verilmedi, bari size verilsin bilgi, size verilsin.
Benim bilgim medyadan bildiğim kadarıyla, benim bilgim o. Cinayetin işlendiğini hepimiz biliyoruz, Suudi Arabistan da zaten itiraf etti. Niye bilgi vermiyorlar? Amerika'ya koşa koşa gider MİT Müsteşarımız bilgi vermeye. Ya, MİT Müsteşarı Parlamentoya gelip komisyona acaba bir bilgi verdi mi ya? Sormaz mısınız ya arkadaşlar, bu Parlamento ikinci sınıf Parlamento mu? Buradaki milletvekilleri ikinci sınıf milletvekili mi? Gidip başkalarına bütün olayı anlatıyorsun, bizim Parlamentoya gelince ağzına bant çekiyorsun, burada kimse öğrenmesin. Ya, dünyanın bildiğini bizden niye saklıyorlar, niye saklıyorlar?
Değerli arkadaşlarım, Sayın Erdoğan demiş ki: "MİT Müsteşarının Senato İstihbarat Komitesine bilgi verdiğinden benim haberim yok." Yok, arkadaşlar, bire bir haberi var, bakın, söylüyorum, bire bir haberi var. Niye yalan söylüyor "Benim bilgim yok." diye? Bir Mit Müsteşarı, kendisine bağlı olan bir MİT Müsteşarı Cumhurbaşkanından habersiz gidecek, Amerikan Senatosunda İstihbarat Komitesindeki bazı senatörlere bilgi verecek. Eğer haberi yoksa bir felaket, haberi var, yalan söylüyorsa o başka bir felaket. Böyle bir şey olmaz ya! Yazıktır, günahtır bu devlete. Bu devletin bir saygınlığı vardır, bir itibarı vardır bu devletin. Elbette, izin alıp gidebilir, bilgi verebilir, bakın, bir şey demiyorum ama önce kendi Parlamentosuna bilgi verecek.
Papazı teslim ettiniz. Niye papazı teslim ettiniz, Amerikalı papazı? Ne diyordu Erdoğan? 11 Ocakta muhtarlar toplantısında diyordu ki: "Bu fakir bu görevde olduğu sürece -kendisi çok fakir, bunu ben de biliyorum- papazı vermem arkadaş." Ne oldu? Tıpış tıpış papazı verdin. Peki, ne oldu bu devasa Türkiye'nin itibarı? Ya, yazık, günah değil mi bu memlekete? Yazık, günah değil mi bu insanlara? Niye veriyorsun?
Merkel… "Vermem." dedi. "Vermem." dedi. Gazeteci… "Vermem." dedi, efelendi, ne oldu? Bir gecede iddianame hazırlandı, ertesi gün duruşma oldu, duruşmadan sonra tahliye edildi, tahliye edilirken bir başka mahkemenin tutuklama kararı verildi, havaalanında uçağa bindi ve Almanya'ya gitti. Ya, hangi devlette yaşıyoruz biz? Sömürge devletlerinde bile böyle bir tablo yoktur. İnsaf ya! Ya, bizim cumhuriyet birikimimize, devlet birikimimize yazıktır, günahtır. Buna nasıl izin veriyorsunuz, nasıl sessiz kalıyorsunuz? Ben vicdanen rahat etmiyorum. Elbette, yanlışlık olur vesaire ama bir dik duracaksınız, bir onurlu duruşunuz olacak. Macron telefon etti, tamam; Merkel telefon etti, tamam; Trump telefon etti, tamam.
Garibanlar içeride, bakın çavuşlar içeride, hâlâ içerideler, hâlâ, davalarına bile bakılmıyor. İddianamesi olmayan yüzlerce kişi var şu anda, iddianamesi olmayan. Yahu, yazık, günah değil mi bu insanlara? Hangi hukuk, hangi adalet?
Efendim, ne istiyoruz biz değerli arkadaşlar? Bütün bunlara bakıyoruz ama bir ekonomik krizle karşı karşıyayız. Biz 13 maddelik bir metin hazırladık, 13 maddelik. Dedik ki: 13 maddeye uyarsanız bu ekonomik krizi hep birlikte atlatmış oluruz. Birincisi şu: Ekonomik ve Sosyal Konseyi toplayın. Üç ayda bir toplanması lazım, bir anayasal kurum. En son toplandığı tarih 5 Şubat 2009, 2019'a giriyoruz. On yıldır üç ayda bir toplanması gereken bir kurul arkadaşlar, on yıldır toplanmıyor. İnsaf ya, insaf, o zaman bu kurumu niye kurdunuz? İşçisi, işvereni, çiftçisi burada gelip görüşünü beyan edecekti.
Liyakat sistemini koruyun, devlette liyakat sistemi olmalıdır dedik. Liyakat sistemi olursa devlet devlet olarak ortaya çıkar dedik. İşi ehline teslim edeceksiniz, kişinin liyakatine bakacaksınız dedik. Kişi bizim partili mi, yandaş mı, bakmayacaksınız ona dedik. Liyakat sistemi içerisinde bir devlet yönetilir, devletin kurumları o zaman var olur.
Hukukun üstünlüğüne dikkat edin dedik. Hukuk güvenliği olmalıdır dedik. Hangi hukuk güvenliği, hangi hukukun üstünlüğü arkadaşlar? Birisi söylüyor, diğerleri içeri atılıyor.
Merkez Bankasının bağımsızlığına dikkat edin dedik. Merkez Bankası dünyanın bütün ülkelerinde bağımsız dedik. Bakın, son bir kanun teklifi geldi, efendim bütün yetkiler Erdoğan'a veriliyor, Merkez Bankası dâhil. İnsaf ya, insaf ya, dünyada itibarımızı sıfırlayacaksınız, zaten kalan bir itibarımız var şu an.
Akılcı bir sıcak para yönetimine geçin dedik. Sıcak para Türkiye'yi sömürüyor, Türkiye'yi sömürüyor, akılcı bir politika izleyin dedik. Dövizdeki 10 kuruşluk artışın maliyeti bize 22 milyar lira arkadaşlar, 10 kuruşluk dövizdeki artışın maliyeti 22 milyar lira. Dolar esas alınarak yapılan ihaleleri Türk lirasına çevirin dedik. Yazıktır, Türk lirasına çevirin. Vatandaşa diyorlar ki: "Cebindeki doları bozdur. Bak ne kadar vatanseversin sen." Yahu dolarla milyarları alana niye demiyorsun? E sen de bir vatanseverlik göster yahu, sen de Türk lirasına geç bari. Türk lirası ikinci sınıf para, ikinci sınıf para. Yap-işlet-devret, yapılan ihaleler, üst geçitler, tüp geçitler; bütün bunların tamamı dolarla arkadaşlar, ücret de dolarla.
Kamu İhale Yasası, ya buna uyun dedik. Bakın, 186 kez değişti Kamu İhale Yasası, 186 kez yani bazen tebliğlerle, bazen kanunlarla. Niçin? İşi kime vereceğim, onu ayarladık, mesele bitmiştir. Beşli çete diye tanımlanan bir şey vardı; girin internette o beşli çeteyi görürsünüz, kimlerdir onlar. Devletin en büyük ihalelerini alanlar bunlar.
Vergi toplayan iradeyi koruyun dedik. Paranın nerelere harcandığının iyi denetlenmesi lazım. Sayıştayın gerçek anlamda bağımsız olması lazım. Sayıştay, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetim yapıyor. Bütçeyi onaylıyoruz ama denetim yetkisini Sayıştaya veriyoruz, Sayıştay Meclise bağlı bir kurum ama yok arkadaşlar.
Bütçe disiplinini sağlayın dedik. Kredi Garanti Fonu, bütçesi buraya gelmiyor. Niye gelmiyor? Türkiye Varlık Fonu, bütçesi buraya gelmez. TOKİ'nin bütçesi buraya gelmez. Niye arkadaşlar? Size mi güvenmiyorlar? Evet, size güvenmiyorlar, Meclise güvenmedikleri için buraya gelmiyor. Gelsin buraya. Bütçe hakkı denen bir şey var.
Dış politika 180 derece değişmek zorundadır, dış politika. Suriye'yle ilişkiye geçilmek zorundadır. Eğer Suriye'nin toprak bütünlüğünü savunuyorsanız, Suriye'nin parçalanmasını engellemek istiyorsanız Suriye'yle masaya oturup konuşmak zorundasınız. Arka kapıdan konuşuyorlar, kendi kendilerine de efeleniyorlar. Bunlar bitti artık ya, bunlar bitti, yok öyle bir şey. Dış politikanın yeniden millî bir kimliğe kavuşması lazım, yeniden. Gayri millî bir politika, yeniden millî bir kimliğe kavuşması lazım. İktidarıyla, muhalefetiyle dış politikada bir olmak lazım.
Kontrolsüz borçlanma. Zaten bugüne, bu noktaya gelmemizin temel nedeni, adamlar bize borç para verdiler ve Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini, şimdi de saray hükûmetini teslim almış vaziyetteler. Hiç birbirimizi kandırmayalım, hiç. Onlar ne diyorlarsa koşulsuz yerine getiriyorlar. 80 milyon vatandaşın ahı vardır arkadaşlar.
Adaletsiz bir vergi politikası, vergi cennetleri var. Bu Meclis görevini yaptı 2006 yılında "Vergi cennetlerinde şirket kuruyorsanız oradan gelen kâr paylarından vergi alacağım." diye. Ama vergi cennetleri listesinin Bakanlar Kurulu tarafından yayınlanması lazım. 2006, 2019'a geliyoruz, yayınlamıyorlar. Niye yayınlamıyorlar? Çünkü beylerin vergi adalarında şirketleri var, 1 sterlinlik şirkete 15 milyon dolarlık gemi satıyorlar. Man Adası olayı, sapına kadar doğrudur, tamamı doğrudur. Efendim, tazminat… Tazminatı bir değil, bin yapmazsanız namertsiniz. Hakkın ve hukukun, tüyü bitmemiş yetimin arkasından gideceğim. 15 milyon dolar, kimin malıydı bu 15 milyon dolar? Hangi şirketindi bu gemi? Sordum 50 sefer. Siz niye sormuyorsunuz Allah aşkına? Ya, tüyü bitmemiş yetimin hakkını korumak şu Parlamentonun ortak görevi değil mi? 15 milyon dolar niye geliyor biliyor musun Man Adası üzerinden? Bu devlete 5 kuruş vergi ödememek için, 5 kuruş. Asgari ücretlinin burnundan getiriyorsunuz "Vergi öde." diye, sanayicinin burnundan getiriyorsunuz. Ama bu beylerin, saray ve etrafındaki çetenin her türlü şeyi serbesttir, vergi ödemezler. Sormuyor musunuz Allah aşkına, grup başkan vekilleri sormuyor mu "Ya, 2006'da bu Meclisten bir kanun çıktı, yıl geldi 2019'a, niye bir vergi cennetleri listesi yayınlamıyorsunuz?" Sorsunlar, MASAK veya Maliye Bakanlığı on beş dakika içinde listeyi hazırlar, bakanın önüne koyar, en geç on beş dakika içinde. Ama olmuyor. Niçin? Vurgun oralarda vuruluyor da ondan. Üretimi önceleyen bir planlama olması lazım, üretimi önceleyeceksiniz. Üretimsiz bir ülke ayakta duramaz değerli arkadaşlar.
Tasarruf yapın dedik bir başka şeyde. Bakın, 100 Günlük Program açıkladılar. Programın bir maddesini okuyayım: "Kamu idarelerinin harcamalarını gözden geçirmesini ve bu şekilde tasarrufların artırılmasını sağlayacak yöntem belirlenmesi." Yani yöntem belirleyecekler nasıl tasarruf yapacağız diye. Yahu, çağırırsınız bir ev hanımını vallahi de billahi de size bütün yöntemleri öğretir ya, bütün yöntemleri öğretir tasarruf nasıl olurmuş.
Tasarrufu vatandaştan beklemeyin, tasarruf baştan başlayacak, saraydan başlayacak. O efuliler, ejder meyveleri; bunlardan vazgeçeceksiniz. Orada har vurup harman savuracaksın, asgari ücretlinin ensesine binip "Niye tasarruf yapmıyorsun?" Ya, tasarruf yapacak hâl mi kaldı vatandaşta, hâl mi kaldı? Değerli arkadaşlarım, son söz, buradan bizi dinleyen bütün vatandaşlarıma sesleniyorum, bizi dinleyen bütün vatandaşlarıma: 1 Ocak 2019'dan itibaren, 1 Ocak 2019'dan itibaren Cumhuriyet Halk Partili belediyelerin olduğu bütün yerlerde asgari ücret net 2.200 lira olacak. Söylüyorum, arkasında da duracağız. Daha önce de, 2016 yılında da düşük rakam göstermişlerdi, "Bizim bütün belediyelerde asgari ücret 1.500 lira olacak." dedik ve 1.500 lira oldu.
Şimdi, 1 Ocak 2019'dan itibaren bizim belediyelerde ve kazanacağımız belediyelerde asgari ücret net 2.200 lira olacak; bu birinci şartımız, birinci öngörümüz.
İkinci öngörümüz şu: Bize ait olmayan ama kazanacağımız belediyelerde hiç kimsenin işine son vermeyeceğiz, hiç kimsenin ekmeğiyle, aşıyla, işiyle uğraşmayacağız. Yani kul hakkı yemeyeceğiz, çalıştığın sürece, biz, arkadaşlarım, hep birlikte arkanda olacağız. Dolayısıyla asgari ücreti bu kürsüden ilan ediyorum: 1 Ocak 2019'dan itibaren net, vergisiz 2.200 lira olacak ve yeni belediyeler aldığımız zaman da o belediyelerde de 2.200 lira olacak ve hiç kimsenin işine son verilmeyecek. Bunun garantisi de benim ve bunun garantisi Meclis olacaktır.
Hepinize selamlar, saygılar sunuyorum.
23.11.2024
23.11.2024
23.11.2024
22.11.2024