25.12.2018

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU(25 ARALIK 2018)

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU
(25 ARALIK 2018)
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle: Efendim hepinize merhabalar, bizleri televizyonları başında izleyen saygıdeğer vatandaşlarıma en içten selamlarımı, saygılarımı ve muhabbetlerimi gönderiyorum. Aramıza katılan Mamak TOKİ işçilerine de hoş geldiniz diyorum. Değerli arkadaşlarım, 2018’in son grup toplantısı; dolayısıyla yeni bir yıla, 2019’da yeni bir yıla huzur içinde girmek istiyoruz, barış içinde girmek istiyoruz. Hiçbir çocuğun yatağa aç girmediği bir Türkiye ortamında girmek istiyoruz. Herkesin emeğinin karşılığını aldığı bir Türkiye özlemiyle 2019’a girmek istiyoruz. İşsizlik nedeniyle, yoksulluk nedeniyle insanların kendisini yakmadığı, intihar etmediği bir Türkiye arzusuyla girmek istiyoruz. O nedenle Mamak TOKİ işçilerinin hak arama talepleri dolayısıyla grubumuza gelmeleri benim başımın üstüne.


Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak ezilenlerin yanındayız, yoksulların yanındayız, emek harcayanların yanındayız, alın teriyle kazananların yanındayız, hiç kimsenin yoksul olmadığı bir Türkiye’nin yanındayız. Ne saraydan medet umarız, ne saray çevresinden, bizim tek güvencemiz Türk Milleti, yani Türkiye’de yaşayan bütün vatandaşlarımız.
Değerli arkadaşlarım, sabahleyin bir anma törenimiz vardı Anıtkabir’de, İsmet İnönü’yü andık hep birlikte, 45’nci ölüm yıldönümü nedeniyle. İsmet İnönü dünyada ender yetişen devlet adamlarından birisidir. Lozan’ın kahramanıdır, yani bu ülkenin bağımsızlığının harcını ilk karanlardan birisidir, ilk harcı atanlardan birisidir. O aynı zamanda bir Osmanlı paşasıdır, savaş nedir bilir, ölüm nedir bilir, yoksulluk nedir bilir. Savaş meydanlarındayken bir evladını kaybetmesi, bir babanın acısını dramını, evlat acısı nedir onu da çok iyi bilir. Birinci ve İkinci İnönü Meydan Savaşlarını veren bir kahramandır, dolayısıyla kendisine şükran borçluyuz. Sadece bunun için mi? Hayır, demokrasiyi gerçek anlamda bu ülkeye getiren bir liderdir aynı zamanda. Tek parti yönetimini çok partili bir demokratik düzene kavuşturan bir liderdir ve dünyada örneği yoktur. Kendi iradesiyle çok partili hayata geçen ve rakibi seçimi kazandığında gazetecilerin “Yenildiniz Paşam” sorusu üzerine, “Bu yenilgi benim en büyük zaferimdir” diyebilen ender kahramanlardan birisidir, ender demokrasi sevdalılarından birisidir.
Bakın, 14 Mayıs 1950’de hemen seçimlerden sonra, “Memleketin 100 seneden beri hasretini çektiği yeni hayat tarzını, yani çok partili hayatı yüreğimiz ümit ve iftiharla dolu olarak seçmiş bulunuyoruz. Seçilen Demokrat Partiye yüreğimiz ümit ve iftiharla dolu olarak seçmiş bulunuyoruz” diyebilecek kadar hoşgörülü bir devlet adamıydı. Ama Mustafa Kemal’e saldırmak isteyenler, İnönü üzerinden yola çıktı. Bir adamın arkasından, devlete hizmet etmiş bir kişinin arkasından kötü söz söylemek asla doğru değildir. İnancımızda da doğru değil, böyle bir şey yoktur. Ölenin arkasından rahmet okunur. Eğer bu kadar büyük hizmetler yapmış bir kişinin arkasından hâlâ kin ve öfke kusuyorsa bazıları - bazı çevreler, oturup bunu düşünmemiz gerekiyor.
Değerli arkadaşlarım, Hıristiyan vatandaşlarımız var, Noel yortularını dün kutladılar onlar. Bu vesileyle onlara da selamlarımızı saygılarımızı gönderiyoruz. Onlar da ülkede barış için, huzur için dualarını yaptılar. Dolayısıyla kim olursa olsun, farklı inanç grupları, farklı kimlikler, kim olursa olsun hep birlikte kendi ülkemizde huzur içinde ve barış içinde yaşamak istiyoruz. Dolayısıyla kimseyi kimliğinden ötürü, kimseyi inancından ötürü, kimseyi yaşam tarzından ötürü ötekileştirmeyeceğiz. Herkesi kucaklayacağız, 81 milyon aynı idealle, aynı ülküyle yola devam edeceğiz. Hedefimiz budur ve bu hedefi gerçekleştirmek istiyoruz.
Az önce demokrasiden söz ettim. İnönü’nün çok partili yaşama geçmesi ve rakip partinin iktidara gelmesi ve İnönü’nün o konuda düşüncelerini söyledim sizlere. Demokrasinin özü şudur arkadaşlar, demokrasi insanların düşüncelerini özgürce açıkladıkları rejimin adıdır, demokrasi yargı bağımsızlığının olduğu rejimin adıdır, demokrasi özgür medyanın - havuz medyasının değil özgür medyanın - olduğu ve gücü eleştirdiği, eleştirileriyle gücü kontrol ettiği rejimin adıdır. Demokrasilerde aykırı kişiler vardır. Aykırı kişilerin başında sanatçılar gelir. Sanatçılar özü itibariyle her ortamda demokrasiyi ve insan haklarını savunurlar. Nasıl yaparlar bunu? Bazen bir tiyatroyla, bazen bir şarkıyla, bazen bir türküyle, bazen bir sinemayla, bazen bir resimle yaparlar bunu. Sanatın yedi dalında sanatçılar boy gösterirler, ama onlar gücün önünde eğilmezler. Gücün önünde eğilene zaten sanatçı denilmez. Sanatçı dik durur ve onuruyla durur.


Metin Akpınar ve Müjdat Gezen arkadaşlarımız, iki değerli sanatçımız. Bunların hem tiyatroda, hem sinemada kalıcı eserleri var. 1970’li yıllarda İstanbul Sıraselviler’de Taksim’de Devekuşu Kabare Tiyatrosu vardı. O tiyatroyu seyirci olarak müdavimlerinden birisi de bendim. Gider orada siyasetçilerin nasıl hicvedildiğini görürdük. Siyasetçiler de gelirlerdi oraya, kendilerini hicveden sanatçıları alkışlarlardı, böyle bir kültürümüz vardı. Demokrasi demek, eleştiriye tahammül rejimi demek. “Efendim beni kimse eleştiremez…” İyi de sen kimsin? Sen kimsin! Herkes, her vatandaş seni eleştirebilir. “Efendim ben cumhurbaşkanıyım, o nedenle beni kimse eleştiremez…” İyi de kim sana cumhurbaşkanı diyor, zorla sana cumhurbaşkanı diyorlar. Sen o koltuğa meşru bir seçimle mi geldin? Meşru bir seçimle gelmedin. O koltuğa nasıl geldin? Şartları kendi lehine dönüştürerek geldin. Şimdi “Kadıköy’de oturanlar kaymak tabakadır” diye beyefendinin lafı var. Demiş ki bizim Müjdat Gezen gayet güzel bir üslup, “haddini bil” demiş. “Vay sen bana nasıl haddini bil dersin?” Sen 81 milyona haddini bil diyorsun, birisi de sana haddini bil diyecek, ne var bunda yani? Haddini bileceksin sen de, haddini bileceksin! Bir sanatçıyla nasıl konuşulacağını, haddini bileceksin sen, olay budur. Bu toplantıda beni de eleştiriyorlar, üstelik beni daha fazla eleştiriyorlar. Ben ağzımı açıp bir şey mi söyledim? Hayır, sanatçıdır eleştirebilir, onun eleştirme hakkı vardır. Siyasetçinin de, eleştirilerden ders çıkarma ödevi vardır. Ders çıkarırız, olur ya bir yanlışımız vardır bir sanatçı dile getirmiştir, bir aydın dile getirmiştir. Ama siz eleştiriye tahammül edemiyorsunuz ve çıkıyorsunuz “Yargıda bunun hesabını vereceksiniz, size göstereceğiz” diyorsunuz. Talimat veriyorsunuz. Hitler de o talimatı veriyordu. Biz bunları gayet iyi biliyoruz.
Demokrasilerde siyasetçi eleştiriye tahammül edecek. Ne diyor Anayasa? “Cumhurbaşkanı tarafsızdır” diyor. Tarafsızlığı üzerine namusu ve şerefi üzerine ant içti. Nerede? Mecliste. Peki, kardeşim sen tarafsız mısın? Hayır, bir partinin genel başkanısın, benim cumhurbaşkanım değilsin. 81 milyondan çok sınırlı sayıda bir grubun cumhurbaşkanısın. “Efendim seçimle geldik...” Nasıl seçimle geldiğini ben gayet iyi biliyorum. Bütün televizyon kanallarına kurduğun baskıyı gayet iyi biliyorum, zorbalığı gayet iyi biliyorum, estirdiğin korkuyu gayet iyi biliyorum. Şimdi kalkmış ders verecek bize ve kullandığı bir dil, çok daha... “Sanatçı müsveddesi” demiş. Müsveddenin ne olduğunu öğrenmek istiyorsan, aynaya bak göreceksin kardeşim, kim müsvedde!
Barışı ve huzuru savunmak hepimizin ortak görevidir. Sanatçı dilediği gibi eleştirebilir, vatandaş da dilediği gibi eleştirebilir, en sert eleştirileri de yapabilir. Buna siyasetçi katlanmak zorundadır. Çünkü siyasetçi diyor ki, ben ülkeyi yönetmeye talibim. Sen ülkeyi yönetmeye talipsen, her türlü eleştiriye göğüs gereceksin; sert olur, yumuşak olur, o ayrı bir şey, ama eleştiriye göğüs gereceksin. Diyeceksin ki, beni eleştiriyorlar, bir bildiği var bu vatandaşın, bir derdi var bu vatandaşın. Dolayısıyla eleştiriye tahammül edeceksin.


Şimdi Türk Tabipler Birliğinin 27 Aralık’ta bir duruşması var Ankara’da. Neymiş, bunlar “Savaş istemiyoruz” demişler, “Savaş bir halk sağlığı sorunudur” demişler. Vay sen misin bunu diyen, dava açtılar. Ne var bunda? Gazi Mustafa Kemal; ömrü savaş meydanlarında geçmiş bir dünya lideri, yüz yılda bir uluslara gelen, ama o yüzyılda bir Türkiye’ye gelen böyle bir lider ne diyor? “Savaş zorunlu olmadıkça bir cinayettir” diyor. Savaşı kim savunuyor, ölümü kim savunuyor? Ülkenin kurucu lideri, yani savaşı kazanan bir lider “Zorunlu olmadıkça savaş bir cinayettir” diyor. Şimdi “Savaş istemiyoruz” diyenleri hep beraber mahkemeye çıkarıyorlar. Niçin? Bunu yaptınız diye. Asla doğru değil, sivil toplum örgütlerinin ensesinde boza pişirmek asla doğru değil.
Bunlar ne zamandan beri böyle yoğunlaşarak artıyor? 20 Temmuz sivil darbesinden sonra. 20 Temmuz darbesi deyince sinirleniyor beyefendi, “Darbe mi oldu?” diye… Aç Kenan Evren’in gazetelerine bak, şimdiki gazetelere bak. O zamanki tutuklamalara bak, şimdiki tutuklamalara bak. O zaman da hapishaneler tıka basa doluydu, şimdi de tıka basa dolu. O zaman da parayı veren dışarı çıkıyordu garibanlar içeride kalıyordu, şimdi parayı veren dışarıda garibanlar içeride. O zaman da kimseye “Konuşmayacaksın” diyorlardı, şimdi de kimseye “Konuşmayacaksın” diyorlar. “Beni alkışlayacaksın” diyorlar. İyi de ben seni alkışlamak zorunda mıyım?
Demokrasiyi savunduğunu söylüyor. Demokrasi konusunda hiç kimsenin aşık atamayacağı tek parti vardır, açık ve net burada mütevazı değilim, o da Cumhuriyet Halk Partisidir. Senin gibi bir zorbanın seçilmesi için anayasa değişikliğine evet dedik biz. Sen bunu bile bilmiyorsun. Bizim demokrasi anlayışımız, demokrasi kültürümüz farklıdır. Biz bizim gibi düşünmeyenlerin de özgürce konuşmalarını isteriz, yazmalarını isteriz. Sen Saidi Nursi’nin kitaplarını yasakladın, biz o yasağa karşı Anayasa Mahkemesine gittik, kitaplar yasaklanmamalıdır diye. Sen geldin kitaplara ağır vergiler getiriyorsun millet okumasın diye. Bizim demokrasi kültürümüz ve anlayışımız 81 milyon insan için, darbeciler için değil. 81 milyon vatandaşımız kendi ülkesinde özgürce düşünecek, özgürce yazacak. Karanlığın olduğu yerde aydınlık olmaz. O aydınlığı yaşatmak, o mum ışığını yaşatmak bizim görevimizdir.
Değerli arkadaşlarım, 2019 yılı bütçesi kabul edildi. Nasıl kabul edildi? Milliyetçi Hareket Partisinin verdiği oylarla kabul edildi. Bir daha altını çiziyorum, AK Parti ve Milliyetçi Hareket Partisinin ortak oylarıyla 2019 yılı bütçesi kabul edildi. Niçin bunu söylüyorum? Çünkü bu bütçe vatandaşa bir şey getirmiyor. Bu bütçe sömürülen Türkiye’nin dışarıya kaynak aktarmasının yolunu açan bir bütçedir, tefecilere hizmet eden bir bütçedir. Beni üzen, milliyetçilikle yola çıkanların tefecilere hizmet edenlerle aynı kulvarda yürümesidir. Beni rahatsız eden budur.
Örnek vereceğim, bu bütçe asgari ücretlere ne getirdi? 2 bin 20 lira açıklamışlar. Onu da Kılıçdaroğlu 2 bin 200 lira dedi, acaba buna denk getirirsek sesini keser mi? Kesmem! Niye 2 bin 200 lira değil, hangi gerekçeyle değil? 2 bin 200 lirayı CHP’nin bütün belediyelerinde 1 Ocak’tan itibaren uygulayacağız. Yetiyor mu? Hayır. Kazanacağımız bütün belediyelerdeki işçilere de o sözü veriyoruz, Mart ayında kazandığımızda orada çalışan işçiler de en az 2 bin 200 lira alacaklar, ama Ocak ile Mart arasındaki farkı da onlara yine ödeyeceğiz. Bu kadar mı? Hayır. Hiçbir işçinin kılına dokunmayacağız. Çalıştığı sürece, alın teri döktüğü sürece, evine helal ekmek götürdüğü sürece her işçi çalışacak siyasi görüşü ne olursa olsun, onun güvencesini de veriyoruz. Yarın kazandığımızda bir işçinin işine son verilirse, CHP’li belediye başkanı son veriyorum dediyse, o işçi kardeşime söylüyorum, geleceksin beni bulacaksın, beraber gideceğiz, ben seni işe yeniden yerleştireceğim ve orada çalışacaksın.


Türkiye’de çalışanların yüzde 40’ı asgari ücretle geçiniyor. Yüzde 40! Hani yüzde 5’i olur, yüzde 6’sı olur, dersiniz ki makul bir rakamdır, yeni işe girmiştir, asgari ücrettir... Yüzde 40’ı arkadaşlar, yüzde 40’ı! Peki, bu bütçe asgari ücretin altında çalışan 1 milyon 800 bin işçiye bir şey veriyor mu? Hiçbir şey vermiyor, hiçbir şey! İnşaat işçilerine ne veriyor Allah aşkına? Dört ay çalışıyorlar, beş ay çalışıyorlar yedi-sekiz ay bekliyorlar; borç para dileniyorlar, borç bulursak evi geçindireceğiz diye. Orman köylüleri, çöpten kağıt toplayanlar, mevsimlik işçiler, bunlar nasıl geçiniyorlar? Bunların sözcüsü kim? Biziz! Ne dedim konuşmayı açarken? Biz ezilenlerin, alın teriyle geçinenlerin yanındayız, bizim parti kimliğimizin özünde bu yatar. Adımız Halk Partisi, halkın partisi, vatandaşın partisi, ezilenlerin partisi, yoksulların partisi, hak arayanların partisi, Halk Partisi budur. Eğer siz halkınıza ihanet ediyorsanız, orada halk kavramını farklı düşünmek lazım. Dolayısıyla halkının mutlu olmasını isteyen, halkı için mücadele eden partilere her zaman saygım vardır. Ama halkı için değil cebi için çalışanlara da hep birlikte dur demek zorundayız.
Değerli arkadaşlarım; bir senedir, arkadaşlarımız bir yıldır aylıklarını alamıyorlar. Hani duyan da diyecek ki, arkadaşların ayda işte 5 bin lira 6 bin lira para ellerine geçiyor. Yok o kadar. Bir yıldır, bakın bir yıldır bunlar nasıl geçiniyorlar? Bir yıldır! Bunlar şimdi sokağa çıksalar, bir yıldır aylığımızı alamıyoruz deseler, hepsi tutuklanır hapse atılır niye hak arıyorsunuz diye. Ben diyorum ya, bunların yatacak yeri yok. Saraya kapandılar, sarayda oturuyorlar, ama işçinin derdi nedir, aylığını alıyor mu, sigorta primi yatıyor mu? Sigorta primleri de yatmamış. Yarın emekli olacaklar değil mi? Gidecekler diyecekler ki, sigorta prim gün sayın doldu, emekli edin. Diyecekler ki, sende prim filan yok kardeşim, nereden çıktı? Üçüncü havaalanı inşaatı işçileri ne diyorlardı? Bizim aylıklarımızı bankaya yatırın. Niçin? Sigorta primini ve vergiyi mecburen yatıracak o zaman. Peki, bu arkadaşlara yazık değil mi, bunlar bu ülkenin insanları değil mi, bunlar çalışmıyorlar mı? Çalışıyorlar. Alın teri döküyorlar mı? Döküyorlar. İnşaatı yapıyorlar mı? Yapıyorlar. O görkemli binaları yapanlar bunlar değil mi? Bunlar. Camı çerçeveyi takanlar bunlar mı? Bunlar. Birinci sınıf malzemeyle o lüks binaları yapanlar bunlar mı? Bunlar. İçinde oturanlara milyon dolarla satacaksın, ama işçiyi yoksulluğa açlığa mahkum edeceksin. Hiç meraklanmayın kardeşim, sizin hakkınızı milletvekili arkadaşlarım başta olmak üzere ben dahil hep birlikte savunacağız.
Asgari ücretin altında çalışanlar... Asgari ücret alanlar aslında diğerlerine göre kral gibi, yani asgari ücretin altında alan kişilere göre asgari ücretli kral gibi, her ay en azından asgari ücretini alıyor. Size bir dramdan söz edeceğim, Konya’da bir dramdan söz edeceğim. Seyit Talaşlı Konya’da... Seyit Talaşlı geceleri Konya’da az maaşlı bir işte çalışıyor, gündüzleri hasta anne ve babasına, ikisi hasta dört çocuğuna bakıyor. Aldığı az düşük maaşla bunlara bakıyor. Öyle bir noktaya geliyor ki, ne anne babasına, ne de çocuklarına bakacak hali kalmıyor, para yetmiyor. Çocuklarının yüzüne bakamıyor ve intihar ediyor.
Peki, ne oluyor intihar ettikten sonra? Bir lise müdürü sosyal medyada cenaze namazı kılındıktan sonra bir metin paylaşıyor. O metni size ve bizi dinleyenlerin vicdanına havale ediyorum. Metin şöyle: “Bugün cuma namazında imam camiden bizi kovmalıydı. Demek Seyit yoksulluktan, çaresizlikten, yalnızlıktan canına kıyacak. Dört tane yavrusu hem öksüz, hem yetim, hem yalnız bırakacak. Siz buna seyirci kalacaksınız, haberdar olmayacaksınız. Şimdi burada kılacağınız iki rekat namazla Allah’ın rızasını kazanacaksınız, cennete gideceksiniz öyle mi? Hadi varın gidin işinize deyip camiden kovmalıydı bizi. Ben de dahil olmak üzere hepimizi. Birbirimize cumanız mübarek olsun diye mesaj attığımız için, cumamız mübarek oldu öyle mi?” Bu bir vicdan isyanıdır aslında. Dört çocuk, hasta anne baba, çocuklarından ikisi de hasta. Ben diyorum ya, bu sarayın emin olun ne dini var, ne vicdanı var, ne ahlakı var. Bu tablo, bakın 16 yılda geldiğimiz tablo budur. Konya gibi bir yerde! Yazık günah değil mi bu insanlara, buna bakmamız lazım.
Efendim bu bütçe emekliye bir şey getiriyor mu? Şimdilik tık yok. Bakalım emekliye ne verecek? Biz de takipçisi olacağız. Çiftçiye ne getiriyor? Çiftçiye hiçbir şey getirmiyor. Bir daha söylüyorum, çiftçiye beş kuruş bile getirmiyor. Çiftçinin tam tersine 154 milyar 850 milyon lira AK Parti hükümetlerinden alacağı var. Bir daha söylüyorum, 154 milyar küsuratı atıyorum, 154 milyar lira alacağı var. Kanuna göre ödenmesi gereken 154 milyar lirayı 2006’dan bu yana ödemediler. Ben bunu eleştirdiğim zaman, “Çiftçinin traktörü hacizli” dediğim zaman, beyefendi var ya, bu meşhur kibir abidesi, sarayda oturuyor; “Çiftçiye traktör yetiştiremiyoruz ey Kılıçdaroğlu, ne biliyorsun sen?” diyor. Çiftçiye traktör yetiştiremiyoruz, yani çiftçinin durumu o kadar iyi ki, birisini almış yetmiyor, ikinci üçüncü traktörleri de almaya başladı, fabrikalar ful çalışıyor, çiftçiye traktör yetiştiremiyoruz. Çiftçi kardeşim sana sesleniyorum, beni iyi dinle. Ben söylemiyorum, kim söylüyor? Türk Tarım Alet ve Makineleri İmalatçıları Birliği söylüyor. Ne zaman söylüyor? Kasım ayında söylüyor. Nerede söylüyor? 2018 raporunda söylüyor. Diyor ki, “Traktör üretimi de yüzde 32 azaldı. İki, traktör satışları bir önceki yıla göre yüzde 65,8 oranında düştü.” Hani çiftçiye traktör yetiştiremiyordunuz! Allah aşkına bunu söylemek... Yalan değil mi bu? Yalanı ben kanıtlamıyorum, bu işi yapanlar kanıtlıyorlar ve sen kalkıyorsun 81 milyona -  bütün havuz medyası da seni veriyor, diğer medya da korkudan veriyor - kalkıp diyorsun ki, “Çiftçiler traktör kuyruğunda, traktör yetiştiremiyoruz.” Ben ne yetiştiremediğimizi çok iyi biliyorum; sana efuli yetiştiremiyoruz, ejder meyvesi yetiştiremiyoruz.


Bakın değerli arkadaşlar, Malatya’da kendisini yakan bir çiftçi vardı traktörüyle beraber. O çiftçi bir Japon çiftçisi mi? Hayır, bizden. Bakın, bu sarayın memurları var, adlarına Bakan denilen memurları var, atamayla geldikleri için. Ne diyor? Nerede söylüyor? 8 Aralık 2018’de söylüyor, üstelik bir çiftçi toplantısında söylüyor. Diyor ki, “Çiftçi çok çok çalışır, az az kazanır. Bunun genel kanunu ne yazık ki böyledir. Çok çok çalışır, az az kazanır...” Peki kardeşim, sen bunu söylüyorsun, peki bu Fransız çiftçisi niye çok çok kazanıyor, İngiliz çiftçisi niye çok çok kazanıyor, Japon çiftçisi niye çok çok kazanıyor, Güney Kore çiftçisi niye çok çok kazanıyor da, bizim çiftçi az az kazanıyor, neden? Genel kanun... Genel kanun değil, bu sarayın kanunu, kibir abidesi olan sarayın kanunu; çiftçinin gırtlağını tutmuş para vermiyor, alacağını dahi vermiyor.
Bakın size bir örnek, kime çalışıyor bunlar? Örnek vereceğim, çok somut örnek, Allah aşkına iyi dinleyin. 1990’lı yıllarda Türkiye’de nohut üretimi 8 milyon dekar alanda yapılırdı, 2017 rakamları 4 milyon dekarda yapılıyor, yani 4 milyon dekar üretimin dışına çıkmış. En çok nohudu kim üretiyor? Kırşehir 46 bin ton, Ankara 35 bin ton, Konya 35 bin ton nohut üretiyor. Çiftçi 2018’de nohudu kaçtan sattı? 2,5-3 liradan sattı. Yetmiyor, şimdi nohut ithal ediyorlar. 2018’de 92 bin ton nohut ithalatı yapıldı, 92 bin ton! Diyeceksiniz ki, yetmiyor ithalat yapıldı. Kaç lira ödendi biliyor musunuz? 118 milyon dolar! Kaça geliyor kilosu? 7 liraya. Bizim çiftçiye kaç liradan verdik? 2,5-3 liradan. Yabancı çiftçiye kaç liradan verdik? 7 liradan verdik. Bunların yatacak yeri yok diyorum da inanmıyorsunuz. Bunu çiftçi kardeşim, Konyalı kardeşim, Kırşehirli kardeşim hâlâ öğrenmedin mi kardeşim, hâlâ öğrenmedin mi? Gırtlağına basıp senden alıyorlar, sen üretmeyesin diye götürüp yabancılara veriyorlar. Senden 2,5-3 liradan, yabancıdan da 7 liradan alıyorlar. Bir de diyorlar ki biz vatanseveriz, bir de diyorlar ki biz milliyetçiyiz, bir de gelip bu bütçe kanununda evet oyu veriyorlar!
Değerli arkadaşlarım, esnafın durumu nedir? O daha da felaket. Hiçbir şey vermiyor, ama vergi ve sigorta primini alıyor. Hiçbir şey vermiyor, arka arkaya af getiriyor. Bol bol af, vergini öde, primini öde. Para yok, nasıl ödeyecek? Hadi ödemedin bir daha çıkaralım, hadi ödemedin bir daha çıkaralım. Bedava mı? Yok, faiziyle. Yok, para yok kardeşim, olmayan paranın nesini ödeyeceksin? Suriyeli dükkân açar, vergi vermez bizimkinin burnunun dibinde; bizimki açar vergi verir, sigorta primini öder. Sonra der ki, bununla rekabet et. Suriyeliye dükkân kapat dediğimiz zaman, vay efendim sen bunu nasıl söylersin? Benim görevim öncelikle kendi esnafımın hakkını korumaktır, ben bunu savunuyorum. Ankara’ya git Siteler’e bak bakalım, nedir tablo? İstanbul’da Kapalıçarşı’ya git bak bakalım nedir? Ostim’e git bakalım nedir, esnaf ne düşünüyor? Gidemez, saraydan çıkamaz. Giderse de 3 bin kişiyle gider, 3 bin güvenlik görevlisiyle gider, o da yetmiyor, tepede de helikopterler olacak, Beyefendi gidiyor. Sözde halktan birisi, halkından bu kadar kopuk dünyada başka bir devlet adamı yoktur, yok böyle bir şey. Affedersiniz devlet adamı dedim, ama onunla ilgisi yok.
İşçinin bir özelliği var, işçi işsiz kaldığı zaman en azından belli bir süre işsizlik sigortasından para alır. Peki, esnaf dükkânı kapattığı zaman nereden para alacak? Hiçbir yerden yok. Bunu düşünen bir siyasi parti var mı? Evet, biz. O da kepenk kapattığı zaman, onun da bir gelir güvencesi olmalı, tıpkı işsizlik sigortası gibi. Esnaf kardeşlerim iyi düşünsünler. Biz bu toplumda herkesin gelir güvencesi olan bir yapı içinde Türkiye’nin geleceğini inşa etmek istiyoruz. Bizim ana hedefimiz bu zaten. Esnafın da güvencesi olsun, işçinin de güvencesi olsun, memurun da olsun işadamının da, iş insanının da güvencesi olsun, herkes güvence içinde çalışsın. Demokrasinin özü nedir? Gelecek kaygısı taşımamaktır. Bir insan gelecek kaygısı taşıyorsa, orada demokrasi yara alır.


Değerli arkadaşlarım; esnaf vergi verir, ama Erdoğan kilosu 4 bin liralık çay içer. Kilosu 4 bin liralık olan çay içen adam esnafın derdini anlar mı? Anlayamaz, bilemez zaten mümkün değil. Taşeron işçisine bir şey getiriyor mu bu bütçe? Hayır. 275 bin taşeron işçisi var hâlâ en az. 275 bin taşeron işçisine sesleniyorum. Nisan bahardır; 275 bin siz, aileniz, yakınlarınız, dayılarınız, amcalarınız eğer kadro istiyorsanız, eğer güzel bir Türkiye istiyorsanız, eğer iş güvencesi istiyorsanız yolunuz bellidir, gideceğiniz oy vereceğiniz parti bellidir. Halkın partisi yani sizin partiniz, yani Cumhuriyet Halk Partisi kardeşim, gelip oyunu vereceksin.
İşsizliğe çare üretiyor mu 2019 bütçesi? Hayır. Tam tersine işsiz ordusu artıyor. İşsiz ordusu diyorlar. Bakın Kahramanmaraş’ta 1000 kişilik bir geçici işçi alınacak, geçici işçi bunlar, yılın belli bir ayında çalışacaklar. Başvuran 11 bin 500 kişi. Kahramanmaraş’ta, tekstilin merkezi, işsizlik var. Kahramanmaraş’ın tercihi neresi? AK Partiye oy vereceğim diyor. Ver kardeşim, daha çok sürünürsün, ver kardeşim! Ama vermez de hakkını ararsan… Bu işsizlik kimin derdidir arkadaş, işsizliğe sen mi sebep oldun, kim sebep oldu? 16 yılda hâlâ işsizliği yüzde 20’lere çıkarmışlarsa, bunların yatacak yeri yoktur. Sen artık tercihini bir düşün, bir değiştir bakalım. Ne oluyor bu Türkiye’de, niye bu kadar işsizlik var? İşsizlik nasıl önlenir, kriz nasıl aşılır? Fabrika kuracaksın arkadaşım, fabrika kuracaksın fabrika! Üretecek, Türkiye üretecek. O fabrikada işçiler çalışacak, o fabrikada üretim olacak, o fabrikada üretilenler ihraç edilecek. Bunları yapacaksın. İşsize bakın, kendisini yakıyor. Meclisin duvarında intihar ediyor. Sokağa bile çıkamıyor işsiz, sokağa bile çıkamıyor, çocuğunun yüzüne bile bakamıyor. Sokağa çıktığında bir arkadaşını gördüğünde yolunu değiştiriyor. Bu hale bu memleketi 16 yılda bunlar getirdiler. Tek başına iktidarlardı, önlerinde bir engel mi vardı? Kim engel oldu bunlara? Hiç kimse engel olmadı, tam tersine dışarıdan yönetilen bir iktidarla karşı karşıyayız. Dış güçler diyorlar ya, dışarıdan yönetilen bir iktidarla karşı karşıyayız.
Şimdi bakın yeni bir tezgah kurdular. Netanyahu’ya deniyor ki, sen Erdoğan’ı kötüle, Erdoğan da seni kötülesin, orada da seçim var, burada da seçim var, al takke ver külah, ben İsrail’i sen de Türkiye’yi kandırırsın. Geldiğimiz nokta budur. Arkadaş, sormak isterim, bu kibir abidesine sormak isterim; sen bu kadar İsrail’e kızıyorsan, Netanyahu’ya kızıyorsan damadını niye gönderdin İsrail’e? Damadını niye gönderdin? Bu damadın ne işi var İsrail’de, neyin pazarlığını yapıyordu? Doların da ötesinde bu işler, doların da ötesinde! Türkiye’nin sömürülmesi üzerine kurulan bir tezgahla karşı karşıyayız. Çünkü batının egemen güçleri şu gerçeği çok iyi biliyorlar. Bize en yarayışlı adam Erdoğan’dır, ne dersek biri asla iki yapmaz. Faizi yükselt, tak yükseldi. Damadı gönder, tak gönderdi. Amerika’ya gönder, Amerika’ya gönderdi. Rusya’ya selam çakıyor. Bakın yarın göreceksiniz, bütün bunların tamamı gerçek, hepsi gün yüzüne çıkacak. Al takke ver külah yola devam ediyorlar, halkı kandırmaya çalışıyorlar. Bunu aydınlatacak olan, gerçekleri söyleyecek olanlar bizleriz, bizler bunu ifade edeceğiz. Tahammül edemiyorlar, biz konuşunca tahammül edemiyorlar, arka arkaya davalar açıyorlar, acaba Kılıçdaroğlu’nu susturabilir miyiz diye. Sen değil, senin feriştahın da gelse susturamaz!


Yakında şunu söylerse o kibir abidesi, şaşmamak lazım; “Ne demek ekmek yok yahu, ekmek bulamadıysanız badem unundan pasta yaptık, onları yiyin” diyebilir, bunları söyleyebilir. Hiç şaşırmayın yani bunları söyledi diye.
Bakın size bir örnek vereyim, ikinci 100 günlük icraat programını açıkladılar. Çıktı o kibir abidesi, her zamanki kibriyle şunu yapacağız, bunu yapacağız... Baktım, ne yapılacak? Bunların çoğu sözleşme imzalayacağız, neyse. Bir tane fabrika kuracağız yok, bir tane Allah rızası için. Çiftçiye şunu yapacağız demek yok. Şöyle bir önlem almışlar, ama hakkını yemeyelim, doğru yapmışlar: Obeziteyle mücadele için 30 adet obezite merkezinin açılması. Nerede açılacak? Herhalde Mamak işçilerinin evinde açılmayacak değil mi! Sarayda açılacak. Sağa dönünce gak, sola dönünce guk, bir taraftan elma, bir taraftan pasta, bir taraftan 4 bin liralık çay, öbür taraftan efuliler, bir taraftan ejder meyvesi, bu ne olacak? Kilo olacak tabii, obeziteyle mücadele lazım. Nerede? Sarayda lazım. Vatandaşın karnı aç kardeşim, vatandaşın karnı aç! Obezite merkezi açacakmış beyefendi. Sarayda açıyorsun zaten 30 tane. Saray ve çevresi, tek başına saray değil, saray ve çevresinde obezite merkezi açacaklar; böylece yediklerini kusmasınlar diye, haram yediklerini kusmasınlar diye.
İşsizliğe çare nasıl bulunur? Dedim, fabrikayla değil mi, fabrika kuracaksınız. Ama ta 2005 yılında Erdoğan gayet net bir şekilde fabrika kurmayacağız açıklamasını yapmıştı. Nerede? Diyarbakır’da. Bakın 12 Ağustos 2005, Diyarbakır’da miting yapıyor. Havuz medyası “Tarihi miting” diye veriyor. Konuşuyor Erdoğan, bir tane gariban elini kaldırmış, “Fabrika istiyoruz fabrika” diye, ses yok. İkinci üçüncü deyince, Erdoğan’ın lafı aynen şu: “Şunu bilin, AK Parti iktidarı buralara fabrika yapmayacak, bedavacılığa alışmayın.” 2005’te söyledi. Bunu söyledi ne oldu? Diyarbakırlılar koştular Erdoğan’a oy verdiler, fabrika kurmuyorsun Allah razı olsun. Sonra ne oldu? Gitti bir daha, “Size modern hapishaneler yapacağım” dedi. Diyarbakırlılar koştular, çok teşekkür ederiz, modern hapishaneye gidip oyumuzu vereceğiz dediler. Arkadaşlar, hâlâ uyanmadınız mı? İşsizlik diye canınız yanıyor, evlatlarınız işsiz. Diyarbakır’da kalmayıp, batının gelişmiş illerinin varoşlarında hayata tutunmaya çalışıyorlar. Sizi sömüren bu sömürü düzeninden hâlâ ve hâlâ ders çıkarmadınız mı?
Değerli arkadaşlarım, İkizdere’de çay fabrikası yapılacak. Çıkardılar, ne diye çıkardılar biliyor musunuz? Tasarruf nedeniyle. Fabrika kurulması tasarruf nedeniyle çıkarıldı. O fabrikada işçiler çalışacak. “Bedavacılığa alışmayın” diyor. Fabrikada kimse bedava çalışmıyor kardeşim, fabrikada alın teri dökülecek, üretilecek, çalışılacak, eve en azından helal ekmek gidecek, helal! Ama bunu yapmıyorlar.
Şimdi kalktılar askeri fabrikaları satıyorlar. Öyle değil mi? Sakarya’da Tank Palet Fabrikasını satacaklar, özelleştirecekler. Niçin? Bir şey kalmadı. Bir şey kalmadı, tank fabrikasını satacaklar, palet fabrikasını satacaklar! Kime satacaklar? Yandaşa satacaklar. Müthiş arazileri var, gerçekten olağanüstü büyük arazileri var. Askeri fabrikaları da böyle satıp, ne yapacaklar? Sarayı ve çevresini besleyecekler; çünkü doymuyor, doyamıyor bir türlü.
Emeklilikte yaşa takılanlara bir şey getiriyor mu? Hayır, ona da hiçbir şey getirmiyor. Onlara da hiçbir şey vermiyor. Ve bu saraydaki kibir abidesi çıkıp bas bas bağırıyor “Kişi başına milli geliri 11 bin dolara çıkardık” diyor. “Kişi başına milli geliri 11 bin dolara çıkardık” diyor, eyvallah. Şimdi ben Şanlıurfa’daki, Trabzon’daki, Bitlis’teki, Konya’daki varoşlarda yaşayan vatandaşlarıma sesleniyorum: Karı koca ve üç tane çocuk, beş kişi. Madem kişi başına milli gelir 11 bin dolar ise, beş kişilik bir aileye yılda ne kadar gelmesi lazım? 55 bin dolar gelmesi lazım. 55 bin dolar, 7-8 çocuklu aileden hiç söz etmiyorum, 55 bin dolar para gelmesi lazım. Onun hesabını yaptım, beş kişilik bir aile, 55 bin dolar para gelmesi lazım. Yılda 291 bin lira yapıyor, ayda da 24 bin lira yapıyor. Şimdi ben ayda 24 bin almayan bütün ailelere sesleniyorum: “Madem kişi başına gelir devletin en yetkili zatı tarafından 11 bin dolar olarak açıklanıyorsa ve bunun karşılığı aylık 24 bin lira ise, benim bu param nerede, kim aldı bu paramı, kim yedi bu parayı?”, bunu sormamız lazım. Haramilere hizmet eden bir iktidar var, haramilere hizmet eden! Birisine 1 lira veriyor, öbürüne 500 lira veriyor, birisine 1 lira veriyor öbürüne 1000 lira veriyor, birisine 50 kuruş veriyor öbürüne 10 bin lira veriyor ve sonra diyor ki, kişi başına gelir 11 bin doları buldu. Nerede bu 11 bin dolar? Milletin anasına küfredenler etrafında zaten, onlar tamam, onlara bir lafımız yok zaten, onlar senin kankan, baş üstünde taşıyorsun, her türlü ihaleyi ihalesiz veriyorsun onlara, en büyük işleri veriyorsun. Ya garibana! İşte inşaat işçileri burada, her biriniz ayda 24 bin lira alıyor musunuz Allah aşkına? Nerede peki bu 11 bin dolar? 11 bin dolar nerede, bunu sormamız lazım.
Vatandaş borç batağında değerli arkadaşlar. Eminim bu işçi kardeşlerimizin büyük bir kısmı da o borç batağının içindeler. Bir yıldır aylık alamıyorsa, nasıl geçinecek? Sağdan soldan, yakından, akrabadan veya kredi kartına takla attırarak borç alacak, başka çaresi yok. 10 ayda, Ocak ile Ekim arası 10 ayda, borçlu vatandaşların sayısı Ekim ayı sonu itibariyle 31 milyona dayandı. 20 yaş ve altını çıkarırsan nüfusun yarısından fazlası borç batağında ve bu borçlu vatandaşlar 10 ayda bankalara 55 milyar 533 milyon lira faiz ödediler. Eski parayla 55 katrilyon lira faiz ödediler bankalara. Tefecilere hizmet eden iktidar bu iktidardır. Saray ve çevresinin bütün amacı tefecilere hizmet etmektir; hem yurtiçinde, hem yurtdışında. Devletin ödediği faiz, son 10 ayda devletin ödediği faiz 71 milyar 880 milyon lira, eski parayla 71 katrilyon lira.
Değerli arkadaşlarım, 2019 bütçesinde hedef ne, ne kadar faiz ödenecek? AK Partili kardeşlerim diyecek ki herhalde, efendim 2019 bütçesi yeni bir bütçe, faiz düşüktür. Hayır efendim, 71 milyar lira bu yıl, 2019’da öngörülen miktar 117 milyar lira, yani 117 katrilyon lira faiz ödenecek.
Size bir konuyu daha anlatayım. Televizyonların başındaki vatandaşlarım da istirham ediyorum beni dikkatle dinlesinler. Bunlar geldiler vatandaşa seslendiler, “Dolarları getirin bozdurun” dediler. Berberi de, kasabı da, manavı da, herkes dedi ki, doları bozdurana şunu vereceğim, bunu yapacağım, hizmet edeceğim, bedava ekmek vereceğim, bir sürü laf ettiler. Sonra geldiler Hazine ve Maliye Bakanlığı açıklama yaptı, dolar bazında vatandaşlara tahvil çıkardılar, Türk lirası değil! Diyorlar ya “Biz milliyiz…”Ne milliliği, gayri milli bunlar zaten! Gayri milli oldukları nereden belli? Türkiye Cumhuriyeti Devleti kendi vatandaşına dolar üzerinden tahvil çıkarıyor; diyor ki, ‘gel dolar al, sana dolar bazında faiz vereceğim…’ Ne kadar veriyor söyleyeyim. ‘Eğer Euro üzerinden alırsan yüzde 2,5, dolar üzerinden alırsan yüzde 4 faiz vereceğim sana diyor, gel al’ diyor. Ama aynı saray çevresi, aynı Bakanlık bir açıklama daha yapıyor. Diyor ki, ‘ben dolar ve Euro üzerinden yabancılara da satacağım diyor, tahvil çıkardım’ diyor. Peki, onlara kaçtan faiz veriyor? Türklere kaç liraydı? Euro üzerinden 2,5; dolar üzerinden 4. Yabancılara Euro üzerinden 2,5 değil, 5,25! Dolar üzerinden 4 değil, 7,5! İçeride 4, dışarıda 7,5 lira! İçeride 2,5, dışarıda 5,25! Kime çalışıyor bu saray? Yabancılara çalışıyor. Boşuna söylemiyoruz, Türkiye iliklerine kadar sömürülüyor. Sömürenlerin başında da o kibir abidesi geliyor.


Efendim nasıl düzelir Türkiye’nin bu durumu? Düzelir, biz düzelteceğiz. Yetki vatandaştadır, yetkiyi verin düzelteceğiz. Bakın, geçen toplantılarda açıkladım. Dediler ki, biz 100 günlük program açıkladık, dolayısıyla krizi önleyeceğiz diye. 100 günlük programın bir maddesi de şöyleydi: “Ne şekilde tasarruf yapılmasıyla ilgili yöntemi belirlemek üzere çalışma yapacağız”. Nasıl tasarruf yapılacak bilmiyorlar. Saray nereden anlayacak tasarrufu, tasarrufun t’sini bile bilmiyor, ha bire yutuyor o, kara delik gibi maşallah ne bulursa yutuyor. İkinci 100 günlük programa baktım, acaba orada tasarrufla ilgili bir şey, yani yöntemi bulduk diye bir şey yazar mı? Tık yok ve bunlar israfa ve yolsuzluğa alışmışlar, haram yemeye alışmışlar, yani Türkçesi o, haram yemeye alışmışlar bunlar. Haram yemeyi bunlar itibar sayıyorlar, bir de öyle garip bir yapı var.
Nasıl düzelir? Baştan tasarruf yapacaksın, en tepeden. Saray ve çevresi tasarruf yaparsa o aşağıya doğru yansır. Peki, aşağıda ne oluyor? Saray harcıyor, aşağı ne yapıyor? Ona da örnek vereyim, “Balık baştan kokar” a güzel örnek. Bir belediye, AKP’li bir belediye… Bir metre hortumun fiyatı pazara gidiyorsunuz 1 lira 72 kuruş. Gidiyorsunuz hortumu 1 lira 72 kuruştan metresini alıyorsunuz. Bu belediye kaçtan almış? Metresini 78 liradan almış. 1 lira 72 kuruş olan bir hortumun metresini 78 liradan alıyor. Neye göre alıyor? Saraya göre alıyor, saray da öyle alıyor çünkü. Balık baştan kokar. Plastik top... Bir başka belediye örneği vereyim, plastik top piyasa fiyatı 33 kuruş, gidiyorsun 33 kuruşa plastik top alıyorsun. Bu belediye kaçtan alıyor? 60 liradan alıyor, 33 kuruşluk plastik topu 60 liradan alıyor. Bir başka örnek, bunların bir de meşhur İSKİ’si var ya, araçları var, bildiğimiz araçlar,  100 kilometrede 4 litre benzin yakıyor. İster Hakkâri’de, ister Ankara’da, ister Trabzon’da,  ister Giresun’da, ister İzmir’de, bildiğimiz araba, 100 kilometrede 4 litre benzin yakıyor. Bunların araçları ise 100 kilometrede 4 lira değil, 63 liralık benzin yakıyor. Allah bilir tabii bir jet motoru takarlarsa böyle olur herhalde. Uçak motoru mu taktılar buna ne oldu? Ve nereden öğreniyoruz bunları? Sayıştay raporlarından öğreniyoruz. Gizliyorlar, oradan öğreniyoruz bütün bunları.
Sadece böyle mi? Hayır, tepede de öyle. Hazine Müsteşarlığına bir adam getiriyorlar. Hazinenin, yani devletin başına getiriyorlar. Lojman veriyorlar, beyefendi gidip bakıyor bu lojman benim işime yaramaz diyor. Ne olacak? Beştepe’ye yakın bir yerde oturmam lazım diyor, saraya yakın bir yerde oturmam lazım diyor. Kaça kiralıyor? 3 bin 450 liraya, asgari ücretin çok üstünde kiralıyor beyefendi lojmanı. Yetiyor mu? Hayır, içini de döşüyor. Neyle? 223 bin liralık mobilyayla.
Vatandaşım diyor ki; bu sıkıntı, bu kriz nasıl aşılır? Bunları engellerseniz hepsi aşılır. Liyakati esas kılarsanız hepsi aşılır. Devletin malına, vatandaşın malına, vergisine göz koyanlardan devleti arındırırsanız bunların hepsi aşılır, niye aşılmasın? Türkiye zengin bir ülke, güçlü bir ülke Türkiye, bunların hepsini aşmak mümkün! Bütün bunları bilip umutsuzluğa kapılmayacağız, asla ve asla! Çünkü biz topluma gelecek ve umut vaat etmek zorundayız. Çünkü bizim ülkemize karşı sorumluluğumuz var, bayrağımıza karşı sorumluluğumuz var, çocuklarımıza karşı sorumluluğumuz var bizim. Bizim gelecek Türkiye’yi, güçlü Türkiye’yi inşa etme sorumluluğumuz var. O nedenle Mart’ta sandıklara gideceğiz, emin olun Türkiye’de bir bahar havası estireceğiz. 1 Nisan’dan itibaren bir bahar havası estireceğiz.
Ekrem İmamoğlu İstanbul’da kazanacak, Mansur Yavaş Ankara’da kazanacak, Zeydan Karalar Adana’da kazanacak, Muhittin Böcek Antalya’da kazanacak. Mersin’de kazanacağız, Bursa’da kazanacağız, her yerde kazanacağız, Türkiye’ye baharı getireceğiz.
Yeni yılınız kutlu olsun.