09.02.2021
09.02.2021
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
Teşekkür ederim arkadaşlar, teşekkür ederim.
Hepimiz bu milletin umuduyuz. Altını bir daha çizeyim; hepimiz, birlikte çalıştığımız sürece hepimiz, bu milletin umuduyuz. Büyük sorunlar, büyük bir ekonomik buhran var. İnsanlar perişan, evlerde huzur yok. Huzur, sadece bir yerde ve bir avuç insan için var ve biz halkın partisi isek, halkın dertleriyle bir olmak zorundayız. O dertleri çözmek zorundayız. Halka umut vermek zorundayız. Birlikte mücadele etmek zorundayız. Eğer bir zalim varsa, zalime karşı çıkmak zorundayız. Zalimin zulmünü sona erdirmek zorundayız. Bu millet bunu hak etmiyor, bu yönetimi hak etmiyor. Dolayısıyla birlikte, beraber, el ele milletin sorunlarını çözmek için mücadele edeceğiz. Bu tarihin bize yüklediği bir sorumluluktur. Bugünün değil tarihin bize yüklediği bir sorumluluktur. Dolayısıyla bu sorumluluğun bilincinde olan herkesle yolumuza devam edeceğiz; kararlılıkla, inançla devam edeceğiz. Bu memlekete huzuru sağlayıncaya kadar, bu memlekete hiçbir çocuğun yatağa aç girmediği bir Türkiye'yi inşa edinceye kadar bunu yapacağız. Bunu yapmak zorundayız.
Değerli arkadaşlarım; 26 Ocak'ta Grup Toplantısında şu soruyu sormuştum: 19 yıldır iktidarı yönetenler bu memleketin hayrına ne yaptılar da Cumhuriyet Halk Partisi engel oldu? Bu soruyu Ak Parti'nin Genel Başkanı’na sordum, grup başkanvekillerine sordum, il yöneticilerine, ilçe yöneticilerine sordum ve Ak Parti'ye geçmişte oy veren vatandaşlara sordum. Öyle ya, günün 24 saati Erdoğan oturuyor, kalkıyor, yatıyor; ikindi, öğlen tek şey var, Cumhuriyet Halk Partisi. Ve benim de bu soruyu sorma hakkım var.
Sen bu memleketin hayrına ne iş yaptın da biz karşı çıktık arkadaş? Herkesin bu soruyu vicdanında sorması lazım. Ülkeyi yöneteceksin 19 yıl; istediğin kanunu çıkaracaksın, istediğin kararnameyi çıkaracaksın, istediğin kişiye ihale vereceksin, evden çıktın, sarayda oturacaksın, her dediğini yapacaksın, istediğin valiyi atacaksın, izlediğin kaymakamı, emniyet müdürünü, odacıyı, herkesi tayin edeceksin. Ayrı bir dünya kuracaksın kendine ve döneceksin, sadece ve sadece Cumhuriyet Halk Partisi’ni eleştireceksin. Niye? Sen fabrika kurdun da biz karşı mı çıktık? Sen işsizliği önledin de biz karşı mı çıktık? Çiftli memnun oldu da biz karşı mı çıktık? Ne oluyor peki? Neden?
Ak Parti'ye oy veren kardeşlerime sesleniyorum: Hepimizin, hepimizin oturup düşünmesi lazım. Türkiye bir buhran içindedir, bir ekonomik buhran içindedir. Bu buhrandan çıkışın yolu, buhranı yaratanları iktidardan almaktır. Demokratik yollarla onları iktidardan almaktır, iktidardan uzaklaştırmaktır. Milletin iradesiyle bunu yapmak zorundayız.
Şu soruyu da sordum: 19 yıldır bu memleketi yönetiyorlar, tek başına yönetiyorlar, her istediğini yapıyorlar, istediklerini yapıyorlar, 19 yılda bu milletin hangi sorununu çözdüler? Öyle ya, vergiyi topladın, dünyanın parasını topladın. İstediğin zaman yurtdışından buğdaydan tut da efendim canlı hayvana kadar her şeyi ithal ettin. İstediğin adamın şirketinin vergisini sıfırladın, istediğine istediğin kadar faiz yükledin. Hangi sorununu çözdün bu memleketin? Bir Allah'ın kulu çıksın desin ki; ya şöyle temel bir sorun vardı, bu sorunu çözdü. Hangi sorunu çözdü? Hepimizin oturup düşünmeye ihtiyacı var. Hepimizin... Sade vatandaş olarak hepimizin oturup düşünmeye ihtiyacı var. Ön yargılarımızı bir tarafa koyup, oturup ülkemizi düşünmek zorundayız, insanımızı düşünmek zorundayız. Yeri gelince Türkiye ile ilgili çok büyük laflar ediyoruz. Dünyaya meydan okuyoruz. Dönüp bize şunu sorsalar ne diyeceğiz? "Sen dünyaya meydan okuyacağına, önce şunu konteynırlardan yiyecek toplayan insanların derdini çöz" deseler, ne diyeceksin sen, ne diyeceksin?
Oturup sarayda hava atacağına, 10 milyonu aşkın işsiz var bu ülkede, 10 milyonu aşkın işsiz, bu işsizlerin sorununu çözsene! Sen işsizlik sorununu çözdün de biz karşı mı çıktık? Fabrika kurdun da biz karşı mı çıktık? Tarlalar ekildi de biz karşı mı çıktık? Çiftçiye düşük faizli kredi verdin de biz karşı mı çıktık? Esnafa düşük faizli kredi verdin diye biz karşı mı çıktık? Hepsini söyledik, bunları yapmak zorundasın dedik, yapmadın. Biz doğruları söylediğimiz için rahatsız oluyorlar. Niçin doğruları söylüyorsun diye her gün ama her gün hakarete varan konuşmalar dinliyoruz, her gün...
İşi öyle bir boyuta getirdiler ki değerli arkadaşlar, muhalefeti de onlar kuracaklar. "Muhalefeti de inşa edeceğiz" diyor. "Kılıçdaroğlu'ndan kurtaracağız" diyor. Kurtarmanın yolu çok basit: Gelirsin televizyona otururuz, millet de evinde, çayını-kahvesini içerken seyreder. Milletin hakemliğine başvururuz. Sen de soru sorarsın, ben de soru sorarım. Millet de evinde otururken dinler; kim doğruyu söylüyor, kim yanlış söylüyor, kim haklı, kim haksız. Ben haksızsam, zaten istediğin bu değil miydi, benim gitmem? E haksızsam zaten gideceğim. Sen demiyor muydun, "Kılıçdaroğlu Sosyal Sigortalar Kurumunu batırdı” diye. Devletin bütün evrakları senin elinde; gelsene, elinde büyük bir fırsat var sana göre. Çıkarsın karşıma, alırsın belgeleri, "Bak belge bir, belge iki, belge 3, belge 4, belge 5... Ver cevabını Kılıçdaroğlu" dersin. Ben cevabını veremezsem, zaten gideceğim. Niye karşıma çıkmıyorsun? Niye cesaretin yok? Çünkü doğruları söylemiyorsun. Korkuyorsun. Korkan insan bir devleti yönetemez. Değerli arkadaşım, doğruların karşısında korkan bir insan, devleti sağlıklı yönetemez.
Değerli arkadaşlarım; bazen şu eleştiriler bize çok gelir. "Ya boş verin bunları siz, biz bunların ne mal olduğunu gördük. Siz ne yapacağınızı anlatın." Bunu da söylüyorlar vatandaşlar. Gittiğim yerlerde çok sayıda vatandaş bunu da söylüyor ama biz şunu yapıyoruz bakın; 3-4 Şubat'ta 25 milletvekilini Uşak'a, 3 de parti meclisi üyesi gönderdik, Afyonkarahisar'a 26 milletvekili ve 6 parti meclisi üyesi gönderdik, bütün il ve ilçeleri gezdiler, bütün esnafları dinlediler. Özel bir şey yapmadılar, sadece dinlediler ve ellerindeki fırsat ölçüsünde, zaman ölçüsünde çözümlerimizi de anlattılar.
Bakın değerli arkadaşlarım; Uşak'ta en işlek cadde İsmet Paşa Caddesi. O caddeyi geziyor milletvekili arkadaşlarım. Esnaf dert yanıyor. 1 Ak Parti milletvekili dahi gidip gezemez orada, Erdoğan da gidip gezemez orada. Çiftçiler dert yanıyor, süt üreticileri dert yanıyor. Aynı tablo Afyon'da da var. Orada da Uzun Çarşı var Afyon'da, en işlek caddesi. Esnaf diyor ki; "Eskiden burada hava parası dünyanın parasıydı. Bir dükkan, acaba biz de burada bir yer açabilir miyiz diye. Birisi ayrılırsa büyük hava paralarıyla biz burada çalıştırırdık, dükkan açardık yeniden." Şimdi dükkanlar kapalı arkadaşlar. Bir kentin kalbini düşün. İki büyük caddeyi düşünün. Ticaretin merkezini düşünün. O merkezde insanlar para kazanmıyor, "dükkana açamıyoruz" diyorlar. "Açsak günde 300-400 lira masraf var" diyor. "Bu masrafı bile karşılayamıyoruz" diyor. Türkiye'nin sorunları bu ve biz bu sorunları aşmak zorundayız.
Sadece Afyon değil arkadaşlar, sadece Uşak da değil. Bakın değerli arkadaşlar; Polatlı burnumuzun dibinde, arkadaşlar oraya da gittiler; soğan 60 kuruş, maliyetin çok altında, hayvanlara yediriyorlar şimdi. Sen kalkıp da Cumhuriyet Halk Partisi ile uğraşacağına, "ya arkadaş şu soğan üreticilerinin derdi nedir?" diye göndersene milletvekillerini; gitsinler bir çözsünler. Sen soğanı üreticilerine para verip o ürünü aldın, fakir fukaraya dağıtın diye biz karşı mı çıktık? Tonlarca soğan... Niğde'de tonlarca patates, 400 bin-500 bin ton patates var; patates üreticileri mağdur, maliyetin altında, onlar da hayvan yemi olarak kullanılıyor. Sen gittin de Niğde'de patates üreticilerinin sorunlarını çözdün de, biz karşı mı çıktık?
Değerli arkadaşlar; daha acı olanı 2020'de ödenmesi gereken teşvikler hâlâ ödenmiş değil. Bakın 2020'de ödenmesi gereken teşvikler hâlâ ödenmiş değil. Ama tefecilere gelince zamanında ödüyor. Hemen vereyim rakamı: Ocak ayında, 1 ayda ödediği faiz değerli arkadaşım 21 milyar lira. Bir ayda bir avuç tefeciye ödediği para 21 milyar lira. Tak, zamanında ödüyorsun. Çiftçiye? Ödemiyorsun, alacağı var, ödemiyorsun sen bu parayı.
Aynı şekilde bir rakam vereyim, daha doğrusu birden fazla rakam vereyim. Binlerce esnafımız var. 25 bin 522 müzisyen var, geçinemiyor. 806 bin 871 basit usulde defter tutan esnafımız var. 32 bin 567 salgından etkilenen esnafımız var. Onların dışında işyeri kirada olan esnafımız var, bunun da rakamı tam bilinmiyor. Lokanta, kafe ve restoran işleten kişiler var. Bunların her birisine 3 ay süreyle ayda bin lira verilecek. Stopajı falan, hepsini dahil edin; bütün, yüzbinlerce esnafa 7 milyar lira para ödeniyor, 1 yıl süreyle 7 milyar lira para ödeniyor. Değerli arkadaşlarım; bu kamu-özel işbirliği dolayısıyla ödenen para tam bunun 3 katı; bir avuç kişiye ödenen para 3 katı. Sadece 2021 yılı bütçesine konulan ve ödenmesi gereken para 30 milyar lira. 7 milyar nerede, 30 milyar nerede? Faiz, bir aylık faiz 21 milyar liraydı. Tam 3 katı. Neyin 3 katı? Yüzbinlerce esnafa ödenecek paranın 3 katı. Bu mudur adalet? Biz gidiyoruz, esnafı dinliyoruz, esnafla konuşuyoruz ama bunları anlatmaktan da kendimi alamıyorum değerli arkadaşlarım.
Mahir Ünal, Ak Parti'nin önemli insanlarından birisi. Gidiyor ve çiftçi kendisine şunu söylüyor, genç birisi ve kendisi de bunu anlatıyor. “Bir delikanlı geldi, ‘bizi mahvettiniz, bizi öldürdünüz’ dedi. Çiftçilik yapan bir kişi…” E bulmuş seni, kime derdini anlatacak? İktidardakine... "Siz, bizi mahvettiniz, bizi öldürdünüz" diyor. Hemen diyor ki: Telefonu ver bakayım. Iphone 6 almış. Sen buradan bunu aldın değil mi? "Evet aldım" demiş. Kaç lira ödüyorsun ayda? "Taksitle 450 lira ödüyorum. Demiş ki, daha ne olsun? Iphone ‘un var, ayda 450 lira ödüyorsun, daha ne olsun?” 450 lirayı çiftçi için büyük bir para görüyor. Bir cep telefonunu bir çiftçi için şikayet etmemesi gereken bir araç olarak görüyor. Şu geldiğimiz noktaya bakar mısınız? Çiftçi… Ya adam perişan olmuş, 450 lira dediğin nedir Allah aşkına? Sen kaç lira alıyorsun? Saraydakiler kaç lira alıyorlar? 5 ayrı yerden maaş alan var. Ayda 50 bin lira, 60 bin lira maaş alan var. Sen 450 lira o çiftçiye fazla görüyorsun. Bir cep telefonunu fazla görüyorsun. Buradan bütün çiftçilere de çağrı yapıyorum. Artık sizin de uyanmanız lazım, sizin de gerçekleri görmeniz lazım.
Değerli arkadaşlarım; Cumhuriyet Halk Partili belediyeler çok güzel çalışıyorlar, sürekli izliyoruz, yakından takip ediyoruz. Yaptıkları hizmetleri düzenli olarak Genel Merkeze bildiriyorlar. Kendi aralarında da belli aralıklarla toplanıyorlar, konuşuyorlar ve diyorlar ki: Şu belediye şunu yaptı, çok güzel. Vatandaş memnun oldu; benzerini biz de yapalım. Dolayısıyla kendi aralarında çok güzel bir çerçeve içinde çalışma var. Şöyle bir rakam vereyim, Ocak 2021 itibariyle: 7 milyon 200 bin vatandaşımıza ayni yardım yaptı belediyeler, 7 milyon 200 bin vatandaşımıza. 1 milyon 250 bin vatandaşımıza da nakdi yardım yaptılar, para verdiler; yoksul, para verildi. Sokağa çıkma sırasında yasaklar dolayısıyla ihtiyaç içinde olan ailelere 30 milyon 500 öğün sıcak yemek gönderildi. 70 milyondan fazla maske ve dezenfektan dağıtıldı. İşte Cumhuriyet Halk Partisi demek bu demektir, halka hizmet demektir. Beş maskeyi dağıtamadılar, biz bunları yaptık.
Daha çok güzel şeyler yapacaklar. Arkadaşlarıma söyledim. Hiçbir engele takılmayacaksınız ve şikayet etmeyeceksiniz. Elimi bağladılar, koluma bağladılar. Yok böyle bir şikayet. Hizmetin sonuna kadar yapılması lazım. Bütün engelleri aşacaksınız ve hizmeti yapacaksınız. Değerli arkadaşlarım az önce söyledim. Vatandaşlar diyorlar ki: Ya siz ne yapacaksınız, onu anlatın. İktidar oldunuz ne yapacaksınız? İktidar olduğumuzda 83 milyon vatandaşıma ve bütün seçmenlere sesleniyorum. Allah'ın izni ve sizlerin takdirleri ile iktidar olduğumuzda, dört ayaklı bir strateji izleyeceğiz.
Bunlardan birincisi, Türkiye'de herkesin can ve mal güvenliğini sağlayacağız. Bir daha söylüyorum: Görüşü ne olursa olsun, inancı ne olursa olsun, kimliği ne olursa olsun, herkesin can ve mal güvenliğini sağlayacağız.
İkinci soru: Peki can ve mal güvenliğini nasıl sağlayacaksınız? Can ve mal güvenliğini sağlamanın yolu, tarihin bize gösterdiği ve günümüzde de gördüğümüz yol, güçlü bir demokrasiyi inşa etmekten geçiyor. Güçlü bir demokrasi inşa ederseniz, herkesin can ve mal güvenliğini sağlarsınız. Güçlü bir demokrasi, kuvvetler ayrımına dayanmaktadır. Güçlü bir demokrasi... Yani yasama, yargı ve yürütmeyi birbirinden ayıracaksınız, bütün yetkileri bir kişiye vermeyeceksiniz, yargı bağımsızlığını sağlayacaksınız. Defalarca söyledim, yine söyleyeyim: Bir partinin genel başkanı hakim tayin edemez. Bir partinin genel başkanı hakim tayin ederse, o hakim, o genel başkana karşı gebe kalır. Eğer bir partinin genel başkanı hakim tayin ediyorsa, o hakim bağımsız değildir; vicdanına göre, hukukun üstünlüğüne göre karar veremez. O halde yapılması gereken adliyeye siyaseti sokmamaktır, camiye siyaseti sokmamaktır, kışlaya siyaseti sokmamaktır. Ne zaman söyledim ben bunu? Yenikapı mitinginde söyledim. Bunları söyledim. Yerime gidip otururken Erdoğan yerinden kalktı, geldi ben yürürken, kutladı; güzel bir konuşma yaptığımı söyledi. Evet, konuşma güzeldi. Konuşma ahlaklıydı. Konuşma, Türkiye'nin geleceği ile ilgiliydi. "Camiye, kışlaya siyaseti sokmayacaksınız, adliyeye siyaseti sokmayacaksınız" dedim. Şimdi tam tersi yapılıyor.
Değerli arkadaşlarım; başka? Medya özgürlüğünü sağlayacağız. Medya özgürlüğü ne demektir? Medya özgürlüğü, şu demektir değerli vatandaşlarım: Gücü denetlemek demektir. Kimin adına? Halk adına. Bir siyasi iktidar yolsuzluk yapıyorsa, gazeteler yazacak onu, korkmadan yazacak. Şimdi yolsuzluğu yazan gazetelere yasak geliyor, ceza geliyor. Yolsuzluk haberlerine erişim engeli geliyor. Allah aşkına bakar mısınız? Yani kul hakkı yemenin meşrulaştırılması geliyor. Biz bunu kaldıracağız. Medya özgür olacak. İktidarda biz miyiz? Bizi de eleştirecek, biz de okuyacağız. Yanlışımız varsa düzelteceğiz.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu Gazi Meclis böyle olmayacak. Gazi Meclis'in kuruluşundaki irade, aynı şekilde olacak. Bu meclis, vesayet altında bir meclistir. Bir daha söylüyorum: Şu anda Türkiye Büyük Millet Meclisi, Ak Parti'nin ve MHP'nin vesayeti altındadır. Diyeceksin ki: Nasıl bir vesayet altında? Gayet basit. Hiç Çankırı milletvekilinin Meclis kürsüsüne çıkıp da Çankırı'nın sorunlarını dile getirdiğini duyan var mı? Veya bir Ak Partili milletvekili, Afyonkarahisar'ın sorunlarını çıkıp da Meclis kürsüsünden anlattı mı? Anlatamaz. Bir Yozgat Milletvekili, Ak Parti Yozgat Milletvekili... Affedersiniz Yozgat MHP Milletvekili kürsüye çıktı, Yozgat'ın sorunlarını anlattı mı? Hiç anlatamaz. Niçin? Anlatırsa bir daha asla milletvekili olamaz. O zaman nedir? Milli irade vesayet altında demektir. İşin püf noktası budur. Vesayeti getiren yasal düzenleme kimin zamanında geldi? 12 Eylül darbecilerinin zamanda geldi. Biz ne yapacağız? Biz bunu kaldıracağız. Milletin vekilini millet seçecek, genel başkanlar değil. Bir daha söylüyorum: Milletin vekilini millet seçecek, genel başkanlar değil. O zaman parlamento vesayet altından kurtulmuş olur. O zaman milletvekili bir daha seçim bölgesine gittiğinde, "Arkadaş ben seni seçtim; sandığı koydular, seni seçtim, milletvekili oldun ama çıkıp benim ilimin sorunlarına neden mecliste dile getirmedin?" diye o zaman hesap soracaktır vatandaş. Şimdi bunu soramıyor. Demek ki biz ne yapacağız? Milletin vekilini millet seçecek. Başka? Siyaset bir zenginleşme aracı değil. İlk yapacağımız iş. Bütün vatandaşlarım not alsınlar. İlk yapacağımız iş, siyasi ahlak kanunu çıkaracağız.
Milletvekili oluyor, bakan oluyor, cebini düşünüyor. Nasıl köşeyi döneriz? Nasıl devleti soyarım. Böyle bir siyaset anlayışı olur mu Allah aşkına ya? Böyle bir siyaset anlayışı olur mu? Değiştireceğiz. Söz veriyorum değiştireceğiz. Namus sözü, değiştireceğiz. Herkesin ahlak sınırları içinde, ahlak kurallarına göre çalışmasını isteyeceğiz. Beytülmal'a el uzatılmasına izin vermeyeceğiz. Kul hakkı yenmesine izin vermeyeceğiz. Bu bizim görevimiz olacak.
Başka? Bakanlar, atamayla bakan mı olur? Şu hale bakın. Sokaktaki bir vatandaşı çağırın, sorun "şu bakan kimdir?" diye, bilmez. Seçimle gelmiş değil ki. Bu bakan meclise geliyor mu? Hayır. Meclise hesap veriyor mu? Hayır. Milletin seçtiği milletvekillerine haydi diyelim verdiği soru önergelerine cevap veriyor mu? Vermiyor. Bu tablo ne tablosu arkadaşlar? Diktatörlük değil mi bu? Bu nasıl bir yönetim anlayışıdır? Bunu da değiştireceğiz. Bakanlar, eskiden olduğu gibi Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin içinden çıkacak ve seçimle gelecekler. Uydurma bakan mı olur? Dünyadan habersiz bakan mı olur? Siyasetten habersiz bakan mı olur? Her cümleye başladığında "Sayın Cumhurbaşkanları, Başkanımızın efendim tensipleriyle..." Ne demek yahu? Sen bakansın kardeşim. Birilerinin kulu, kölesi olanlar bakanlık yapamazlar.
Sayıştay, Türkiye Büyük Millet Meclisi güçlü bir denetim organı olması lazım aynı zamanda. Düşünün, bütçe yapılıyor. Bütçe ne demek? 83 milyondan vergi topluyorsun, eyvallah "hizmet yapacağım" diye. Borçlanıyorsun, eyvallah dünyanı borcunu alıyorsun. Özelleştirme yapıyorsun, devletin hazinesini, devletin fabrikalarını satıyorsun, o parayı da alıyorsun. Bu parayı nereye harcıyorsun ve kimin için harcıyorsun? Bunu kim denetleyecek? Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Sayıştay denetleyecek.
Türkiye Varlık Fonu var. Türkiye'nin en büyük şirketleri orada ama Türkiye Büyük Millet Meclisi, Varlık Fonunu denetleyemiyor. Şu garabete bakar mısınız Allah aşkına? Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türkiye'nin en büyük şirketlerinin yer aldığı, gelirini, giderini, borcunu denetleyemiyor. Ne oluyor burada? Neler yapılıyor burada? Milyarlar, milyarlar denetlenmiyor değerli arkadaşlar. Böyle bir devlet anlayışı olur mu? Bunu değiştireceğiz.
Değerli arkadaşlar; yüzde 10 seçim barajı, kesinlikle kaldıracağız. Temsilde adalet, yönetimde istikrar; aradığımız budur ve bunu yapacağız ve devlet kesinlikte şeffaf olmalı değerli arkadaşım. Temiz bir devlet, ahlaklı bir devlet, yönetenlerin elinde vatandaşa hizmet eden devlete dönüşür. Vatandaşa hizmet eden devlete dönüşür. Elinde sopa olan devlet değil, vatandaşını kucaklayan devlet, hizmet götüren bir devlet, bizim aradığımız budur. O devletin temel özelliği de, vatandaştan aldığı her kuruşun hesabını vatandaşa vermektir. Eğer bir devlet ya da bir hükümet ya da bir iktidar, vatandaşa hesap vermiyorsa orada karanlık ilişkiler var demektir. Birileri malı götürüyor demektir. Dolayısıyla şeffaf olmamız gerekiyor değerli arkadaşlarım.
Yasama, yargı ve yürütmeyi bir kişiye bağlamak kadar yanlış bir şey yoktur. Denge ve denetim olması lazım devletin içinde. Geçenlerde bir fıkra geldi, bu fıkrayı sizinle paylaşmak isterim değerli arkadaşlarım, çok güzel bir fıkra:.
Köyün birine eski zamanlarda bir çakmak gelir. Güzel bir çakmak, alımlı bir çakmak, çaktığın zaman alevler fışkırıyor böyle. Herkes diyor ki: Yahu ne kadar güzel. Herkesin ateşe ihtiyacı olduğunda da bu çakmağı kullanacağız. Diyorlar, bunu kime verelim? Diyorlar ki en muteber adam, muhtar. Götürelim, muhtara verelim. Böylece muhtar çakmağı kullanan tek kişi olsun. Muhtar da çok seviniyor. Herkes bana itimat ediyor diyor. Beni seçtiler diyor. Bir süre sonra da çakmağı alıp her şeyi yakmaya başlıyor. Tarlayı yakıyor, onu yakıyor, etrafında yalakalar birikiyor. "Efendim siz çok büyük bir adamsınız, şöylesiniz, böylesiniz" diyorlar vesaire. Köyde yakmadığı yer kalmıyor. Çerçiler gelirmiş eskiden köye, çerçiler de gelmemeye başlamış ve sonunda köyde herkes fakirleşmeye başlamış. Muhtarın köyünden birisi komşu köye gitmiş. Bakmış o köyde her şey çok güzel, tarlalar ekili, vatandaşlar memnun, çerçiler gelmiş, alışverişler yapılıyor. Demiş ki, "sizde çakmak yok mu?" demiş muhtarın köyünden gelen. "Var, bizde çakmak var" demiş. "Peki çakmak varsa bu köyü nasıl bu hale geldi? Böyle mamur oldu, müreffeh oldu, güzel oldu?" diye sormuş. Köylü hemen atlamış. "Yoksa siz çakmağı bir kişiye mi emanet ettiniz?" Evet demiş. "Biz öyle yapmadık" demiş. Çakmağı birisine, çakmaktaşını birisine, benzini de birisine verdik" demiş. "Eğer ateş aranacaksa üçü bir araya gelir. Birisi yanlış yaparsa ya da yanlış söylerse o çakmak ateş almaz" demiş.
Ve şunu söylemiş değerli arkadaşlarım: "Allah bile tebligatı peygambere, ölüm görevini Azrail'e, vahiy görevini Cebrail'e, kıyamet görevini İsrafil'e, dua görevini Mikail'e vermiş. Siz nasıl bütün yetkileri bir kişiye verirsiniz?" demiş. Doğru mu? Evet, doğru, olması gereken bu.
Değerli arkadaşlarım; demokrasiyi inşa ettiğimizde, memlekete huzur gelecek. Vatandaşı istediği gibi konuşacak. Demokratik gösteriler yapılacak, yeri geldiğinde hükumet, yeri geldiğinde bakanlar protesto edilecek. Dolayısıyla hepimiz demokrasiden nasipleşeceğiz, nasibimizi alacağız ve kimse şunu söylemeyecek: “Hakime gittiğim zaman hakkımı bana teslim etmeyecek.” Hayır, haksızlığa uğradığında hemen hakime gidecek, hakkını isteyecek. Güçler ayrılığı ilkesinin temeli budur. Güç, bir kişiye verilmez. Doğanın kanunları da buna engeldir zaten. Gücü bir kişiye teslim ettiğinizde, tarihteki örneğini görmüşüz. Hitler'i, Mussolini'yi, Pinochet'i gördük. Binlerce, yüz binlerce insanın kanı aktı. Savaşlar oldu. Ortadoğu'ya bakın, aynı şekilde. Dolayısıyla diktatörlerin döneminin kapatılması lazım ve bu güzel ülkeye demokrasiyi getirmemiz lazım.
Peki, demokrasiyi getirdik yeter mi? Hayır. Bütün vatandaşlarıma tekrar söylüyorum: Önce can ve mal güvenliği ama bu yetmez. İkincisi, üreten Türkiye. Türkiye'nin üretmesi lazım. Bu kavram, Cumhuriyet Halk Partisi'ne ait bir kavramdır. Üreten Türkiye kavramı; her alanda üretmeliyiz, her alanda. Tarlada üretmeliyiz, fabrikada üretmeliyiz, üniversitede üretmeliyiz, sanat alanında üretmeliyiz, her alanda üretmeliyiz. Üretim ne demektir? Üretim, alın teri demektir. Üretim, iş demektir. Üretim, aş demektir. Üretim, devletin saygın kılınması demektir. Üretim, o ülkede huzurun gelmesini sağlamaktır ve üretim, siyasi bağımsızlığın ekonomik bağımsızlıkla perçinlenmesi demektir. O açıdan üretim çok değerli. Şu soruyu sormak gerekir: 19 yılın sonunda neden 3 Trakya büyüklüğünde alan çiftçilerimiz tarafından ekilmiyor? Çiftçi neden ekmiyor? Toprak var, çalışacak insan var, tüketecek insan var. Güneşimiz var, suyumuz var, tarlalar bereketli. Neden çiftçi ekmiyor 3 Trakya büyüklüğünde bir alanı? Çünkü zarar ediyor. Çiftçi üretmiyor ama gidiyorsunuz, dışarıdan alıyorsunuz. Üstelik gümrük vergilerini sıfırlıyorsunuz. Aynı şekilde gübreden, -nereye bakarsanız bakın- ilaçtan her şeye yağmur gibi zamlar yağdı.
Nasıl ekecek çiftçi? Mardin'e bakın, Urfa'ya bakın, o bereketli topraklara bakın. Elektriğe gelen zam; elektrik faturaları can yakıyor. Protestolar var ama biz öyle yapmayacağız. Cumhuriyet Halk Partisi'nin iktidarında elektrik dağıtım şirketlerine değil, vatandaşa hizmet edeceğiz. Vatandaşı kollayacağız, bunu yapacağız. Üretimin en önemli noktalarından birisi dediğim gibi, her alanda üretim, üniversitelerde de üretim. Üniversitelerde üretimi nasıl yapacağız? Üniversiteler, bilgi üretecek değerli arkadaşlarım. Bilgi üreten üniversiteler, bir ülkenin en büyük güvencesidir, ekonomik açıdan en büyük güvencesi. Akademide okurken son sınıfta Devrim Tarihi kitabını okumuştuk. Hamza Eroğlu'nun Devrim Tarihi kitabı. Orada bir öykü var, hayatım boyunca hiç unutmadım. Yeri, zamanı geldiğinde de her yerde anlattım. Öykü şöyle:.
İkinci Dünya Harbi, Almanya'da taş taş üstünde kalmamış. Amerikalı general, Alman generale şunu söyler: “Almanya'da taş taş üstünde kalmadı. Siz artık bir daha sırtınızı doğrultamazsınız.” Alman general ona tarihi bir cevap verir: “Doğrudur. Çok sayıda insan öldü. Almanya'da taş taş üstünde kalmadı ama bir şeyi sakın unutmayın. Almanya'nın üniversiteleri ayakta.” Bugün o Almanya, taş taş üstünde kalmayan o Almanya, bugün Avrupa Birliği'nin koçbaşlığını yapıyor. O Almanya'da Türk kökenli bilim insanı üniversiteye hoca olarak seçiliyor, rektör olarak seçiliyor, yönetici olarak seçiliyor. Şu demokrasinin güzelliğine bakın, şu bilime verilen değere bakın.
O nedenle Sevgili Peygamberimiz: "Alimin ölümü, alemin ölümü gibidir" der. Bir alimin ölümünü, bir alemin ölümüne bağlar. Üniversite nedir? Üniversite, bilgi üreten kurumdur. Bilgi üreten kurumdur. Toplumu geleceğe taşıyan kurumdur. Kainatın sırlarını çözen bir kurumdur. Her türlü düşüncenin özgürce tartışıldığı bir kurumdur üniversiteler. Üniversitelerde yöneticiler seçimle gelmeli. Köyde muhtarı seçiyoruz da, üniversitede rektörü seçemiyoruz? Niçin? Niye seçemiyoruz? Bu yasağı kim getirdi? Onu da darbeciler getirdiler, 12 Eylül darbecileri YÖK'ü getirdiler. Şimdi o darbe hukukunu kim pekiştiriyor? Bu beyler pekiştiriyorlar. "Efendim üniversite rektör seçimle mi gelir? Ben tayin edeceğim." Senin o zaman Kenan Evren'in kafasından ne farkın var? Diktatörden senin ne farkın var?
Rektörü tayin ettiler, gençler istemiyor. "Biz kendi üniversitemizden seçimle bir kişi istiyor, bir rektör istiyoruz, o gelsin" diyorlar ve gayet demokratik ve barışçıl bir gösteri yapıyorlar. Anayasa'ya uygun; kuralları Anayasa'ya uygun. Gençleri anlayamıyorlar. Neden itiraz ediyorlar bu gençler? Ya her üniversitenin bir kültürü vardır. Her üniversitenin bir geleneği vardır. Üniversiteleri üniversite yapan, bilgi üreten kurumlar yapan, onların gelenekleri ve kültürleridir. Dünyanın en saygın üniversiteleri, gelenekleri ve kültürleri olan üniversitelerdir. O gelenekler, bugünden yarına oluşmuyor zaten. Onlarca yıl, yüzlerce yılsonunda o gelenekler oluşuyor ve o geleneklere, o üniversiteye giden herkes uymak zorunda. Kuralı budur zaten. Üniversiteyi üniversite yapan da budur zaten. Üniversite öğrencilerine her türlü haksızlığı yaptılar, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine. İlk damgaladıkları, "terörist bunlar." Sonra dozu daha da ileriye taşıdılar, "bunlar yılan" dediler. Emin olun yılan, yılan diyenlerden daha akıllı. Bakın yılan, bunlardan daha akıllı. Ne demek yılan ya? Ne demek terörist ya? Ne demek terörist Allah aşkına? Ellerine silah mı aldılar? Hayır. Ellerinde sopa mı aldılar? Hayır. Camı çerçeveyi mi kırdılar? Hayır. Peki o zaman siz bunlara neye göre diyorsunuz, terörist?
Değerli arkadaşlarım; dozu daha da ileriye götürdüler. Saygın hocalardan Ayşe Buğra'ya, söyleyen kişinin makamına asla yakışmayacak söylemleri rahatlıkla dile getirdiler. Ayşe Buğra; sadece bizim ülkemizde değil, dünyada bilinen saygın bilim insanlarından birisi. Dedim ya, sadece bizde değil, dünyanın bildiği, saydığı saygın bilim insanlarından birisi. Ne yaptı Ayşe Buğra? Efendim Osman Kavala'nın eşiymiş. Osman Kavala zaten haksız yere içeride tutuluyor. Her beraat ettiğinde, yeni bir suçla içeride tutuyorsunuz. Siz zaten adalet kavramından uzaklaşmışsınız. Öğrencilere her türlü baskıyı yaptılar. Coplar, şunlar bunlar aldılar, yaka paça hakimin karşısına çıkardılar terörist diye. Hakimler serbest bıraktılar.
İki fotoğrafı hiç unutmuyorum değerli arkadaşlarım, iki fotoğrafı hiç unutmuyorum. Birisinde dışarı çıkan öğrenciler, birbirlerini kucaklıyorlar. İkincisinde ise yine gençler gülümsüyorlar; önde başörtülü bir öğrencimiz var, zafer işareti yapıyor. Onların yüzünden de mutluluk ve zafer. Görüyorsunuz zaten bunu. İki fotoğraf olağanüstü. Birisi şunu söylemiş: Kızın ayakkabısına kafayı takmış, "vay bu ayakkabı neden falan filan" diye. Birisi tweet atmış "o kızın ayakkabı numarası bile senin IQ'sünden fazla" diye.
Eksik söylemiş, aslında eksik söylemiş. O kızın ayakkabı numarası, bugün devleti yönetenlerin IQ'sünden daha yüksek.
Dünyanın hangi ekonomi kitabını açarsanız bakın, görürsünüz orada. Bir ülkenin zenginlik kaynağı nedir? İnsan... Eğitimli insan, bilgili insan, birikimli insan... Şimdi biz zenginliğimizi yok etmek için seferber olduk. Niye zenginliğimizi yok etmek için seferber oluyoruz? Çocuklarımızı neden dövüyoruz? Ya bu çocukların söz söylemeye hakkı yok mu? Bir de beyefendi "Z kuşağı" diyor. Bizi de şikayet ediyor oraya. M-N kuşağından gelenler Z kuşağını anlayamazlar. Bunun altını özellikle çizmek isterim. Biz ne yapacağız, insan kaynağını değerlendireceğiz. Hangi görüşten, kimlikten ve inançtan olursa olsun, bilgisini ve birikimini mutlaka değerlendireceğiz. Ne için? Üretim için.
Devlet Planlama Teşkilatını kapattılar, Stratejik Planlama Teşkilatı kuracağınız. Tüm organize sanayi bölgelerinde teknoloji liseleri kuracağız. İşsizlikle mücadele, bizim görevimiz olacaktır. Bunlar işsizin yanına gitmiyorlar, işsizin yaşadığı derdi de bilmiyorlar. Ama biz biliyoruz, onlarla beraberiz, onlarla konuşuyoruz, onların sorunlarını çözmeye kararlıyız.
Değerli arkadaşlarım; demokrasiyi geliştirdik diyelim, herkese can ve mal güvenliğini sağladık diyelim. Üreten Türkiye'yi yaptık. Türkiye üretiyor, Dünyanın her tarafına mal ihraç ediyor. Üniversiteler şakır şakır bilgi üretiyor. Katma değeri yüksek ürünler üretiyoruz. Yeter mi? Hayır. Dördüncü ayağımız, güçlü bir sosyal devleti inşa edeceğiz. Güçlü bir sosyal devlet; yani hiç kimsenin aç ve açıkta kalmadığı, herkesin karnının doyduğu, her evde huzurun, her evde bereketin olduğu bir Türkiye inşa edeceğiz. O nedenle biz Aile Destekleri Sigortası diyoruz. Sosyal devlet yardımı lütuf mantığıyla değil, hak mantığıyla yapacak, "vatandaşın hakkıdır" diyecek. Bir daha söyleyeyim: Sosyal devlet fakire fukaraya veya ihtiyaç sahibi aileye yardımı lütuf mantığıyla değil, hak mantığıyla yapacak. Güçlü bir sosyal devleti inşa edeceğiz. O zaman göreceksiniz ki, Türkiye'de işsizlik olmayacak. O zaman göreceksiniz ki, Türkiye'de demokrasi olacak. O zaman göreceksiniz ki, bütün Müslüman ülkeler Türkiye'yi örnek alacak. O zaman göreceksiniz ki, Avrupa Birliği bizi ister üyeliğe kabul etsin, isterse etmesin. Görecek ki bütün demokratik standartlar Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nde de var ve her vatandaşımız şunu söyleyecek: Ben milletvekilini ben seçiyorum diyecek. Parlamento, benim hakkımı çıkarımı savunuyor diyecek. Parlamento, hiçbir zaman bir kişinin gölgesi altında görev yapmayacak. Yasama organı, yürütme organı hesap verecek. Lakin hiç kimsenin telkini ile karar vermeyecek, hukukun üstünlüğüne ve vicdanına göre karar verecek. Bunu yapacağız. Bunu yapmak bizim görevimizdir değerli arkadaşlar.
Değerli arkadaşlarım; belki şunu da sorabilirler. Bunların bir kısmının yapılması biraz zamana ihtiyaç gösterir. Doğrudur. Peki iktidar oldunuz, dostlarınızla beraber iktidar oldunuz. Ben dostlarımızla beraber iktidar olacağız dediğim zaman, bazı çevreler çıldırıyorlar. Çıldırmayın arkadaşlar, çıldırmayın. Dostlarımızla beraber Allah'ın izniyle iktidar olacağız ve bu ülkeye huzuru getireceğiz, bereketi getireceğiz. Bu ülke demokrasiyi getireceğiz.
Peki oldunuz, en kısa sürede ne yapacaksınız? 7 madde halinde onu da vatandaşlarımla paylaşayım. Allah'ın izni ve milletin takdiri ile iktidar olduğumuzda;
1- Katar ordusuna peşkeş çekilen Tank-Palet Fabrikasını hemen alıp, orduya iade edeceğiz.
Evet, Tank Palet Fabrikasını hemen alıp orduya iade edeceğiz. Vatanın, vatanın bağrına saplanan hançeri çekeceğiz oradan. Ne demek? Bir ordunun tank-palet fabrikasını elinden alacaksın, Katar ordusuna peşkeş çekeceksin. Bir kuruş almadan vereceksin. Buna izin vermeyeceğiz. Gerçek milliyetçilik nedir? İşte gerçek milliyetçilik budur. Kağıt üzerinde değil, gayet açık, gayet net söylüyorum.
2- 15 Temmuz şehit ve gazileri için vatandaştan toplanan paraların tamamını hak sahiplerine bir gün içinde iade edeceğiz. Bir gün, bir gün içinde vereceğiz.
3- Beşiktaş saldırısında hayatını kaybeden polislerimiz ve diğer mağdurlar için toplanan para, aynı gün, iktidar olduğumuz gün hepsi hak sahiplerine verilecek. Hepsi verilecek.
4- Çiftçilerin bankalardan veya tarım kredi kooperatiflerinden çektikleri kredilerin faizleri sıfırlanacak, tamamen sıfırlanacak. Çiftçilerin alacağı olan 210 milyar liradan mahsup edilecek. Alacağı var zaten, mahsup edilecek.
5- Esnafın pandemi döneminde aldığı kredilerin faizleri silinecek, anaparada oturulacak Türkiye Esnaf Sanatkârlar Konfederasyonu ile oturulacak, konuşulacak ve takside bağlanacak.
6- Bir kararnameyle esnafın stopaj vergisi kaldırılacak.
7- Hangi koşulda olursa olsun, bedeli ne olursa olsun, vatan topraklarına sahip çıkılacak. Bugün için bir vatan toprağımız düşmana teslim edilmiş vaziyette, bir vatan toprağımız düşmana teslim edilmiş vaziyette. Süleyman Şah Türbesi'ni o vatan toprağına götürmek, orada bayrağımızı dalgalandırmak bizim namus borcumuz olacak.
Evet, iktidar olduğumuzda bu dediğim 7 madde süratle yerine getirilecek. Herkes müsterih olsun, herkes... Bu ülkeye gerçekten de huzuru, gerçekten de bereketi, gerçekten de kalkınmayı ve büyümeyi getireceğiz. Herkesin mutlu olduğu bir Türkiye'yi biz inşa edeceğiz Allah'ın izniyle.
Sağ olun, var olun diyorum arkadaşlar.
Tüm Fotoğraflar İçin Tıklayınız...
23.11.2024
23.11.2024
23.11.2024
22.11.2024