08.06.2021
08.06.2021
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
Teşekkürler arkadaşlar, çok teşekkür ederim.
Temizliği ne kadar özlemişiz. Aslında insanın ruhunda temizlik var, önemli olan o ruhu kirletmemek. Eğer insanın ruhunda olan temizliği kirletirseniz, ruhu temiz olmaktan çıkarırsanız, sizin topluma hiçbir yararınız olmaz. Türkiye'nin geldiği nokta bu ama üzülerek ifade edeyim. Geldiği nokta bu ama sevinerek de ifade edeyim, Türkiye'yi bu bataklıktan biz çıkaracağız. Herkes bundan emin olsun, herkes.
Hangi partiden olursa olsun, hangi partiden olursa olsun, her partinin seçmeni gözünü bize dikmiş durumda, “Türkiye'yi bu bataktan nasıl çıkaracaklar” diye. Çıkaracağız, bu ülkeye temiz siyaseti getireceğiz, ahlaklı siyaseti getireceğiz, dayanışma kültürünü yeniden getireceğiz. Farklı siyasi görüşlere sahip olan vatandaşlar bir araya gelip rahatlıkla sohbet edebilmeli bizim topraklarımızda. Kimse kimseye düşman gözüyle bakmamalı. Farklı görüşler, farklı siyasi anlayışlar kavga konusu olmamalı, zenginlik konusu olmalı. Bu bataktan Türkiye'yi çıkaracağız. Herkesin emin olması lazım.
Efendim, Irak'ın kuzeyinde bir şehidimiz var, dün Samsun'da toprağa verildi. Allah'tan rahmet diliyoruz. Ailesine, yakınlarına, sevenlerine başsağlığı diliyoruz.
Değerli arkadaşlarım; her toplumun bir tarihi vardır ve siyasetçiler o tarihin gereklerini yaparlar. Tarihi çarpıtmazlar, tarih yozlaştırmazlar. Çünkü o tarih milletin ortak çabaları sonucu oluşan bir tarihtir. İnebolu'ya biliyoruz, Kastamonu'nun şirin bir ilçesi. Değerli arkadaşlarım, İstiklal Yolu’nu da biliyoruz. İnebolu'dan başlayıp, Ankara'ya gelen yol, İstiklal Yolu olarak tanımlanır ve İnebolu'nun tarihimiz içindeki değerini de biliyoruz. Milli Kurtuluş Savaşı'nda silahların oradan geldiğini biliyoruz. Kadınların, yaşlıların, gençlerin o silahları nasıl taşıdıklarını, cepheye silahları nasıl götürdüklerini hepimiz biliyoruz. İnebolu'nun tarihimizde önemli bir yeri var. Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla 9 Nisan 1924'te İnebolu'ya İstiklal Madalyası verilmiştir. Üç kente verilmiştir ama ilçe sadece İnebolu'dur tarihimizde ve her yıl İnebolulular 9 Haziran'ı Kurtuluş Günü olarak kutlarlar. Tam adını ifade edeyim değerli arkadaşlarım: Beyaz şeritli madalya var ve bu madalya dolayısıyla her yıl 9 Haziran'da Kastamonu halkı bu günü kutlar, İnebolulular bu günü kutlarlar. Bakanlar da katılır, valiler katılır, kaymakamlar da, yani devlet ricali de orada olur ama bu yıl bir şey oldu. 9 Haziran'ı, 8 Haziran'a aldılar kutlamak için. Niçin? Bakan'ın programı müsait değilmiş. Gençlik ve Spor Bakanı Muharrem Kasapoğlu'nun programı müsait değilmiş, 9 Haziran'ı 8 Haziran'a alıyorlar. Ben bunu Kastamonuluların vicdanına havale ediyorum. Eğer sizin tarihinizde, Kastamonu'nun önemli bir tarihinde bakan değil de bakan size uymayıp da, Kastamonu'yu bakana uyduruyorlarsa herhalde sizin sandıkta söyleyeceğiniz sözler olacaktır. Biz Kadı Salih Reis'i unutmadık. Kastamonulular için ne anlama geldiğini de çok iyi biliyoruz ama bunlar tarihe bile saygı duymuyorlar.
Değerli arkadaşlarım; Hasan Saltık hayatını kaybetti. Müzik dünyamızın çok önemli bir aktörüydü. Anadolu'nun unutulan, kaybolan müziklerini, ninnilerini, şarkılarını, türkülerini derledi ve bizim gerçekten de müzik kültürümüzün korunması açısından Kültür Bakanlığı'nın yapamadığını Hasan Saltık yaptı. O da bir kalp krizi sonucu hayata veda etti. Ona da Allah'tan rahmet diliyoruz. Bütün müzik dünyasının başı sağ olsun.
Değerli arkadaşlarım; geçen hafta perşembe günü Aydın'daydım. Aydın'da çiftçilerle, muhtarlarla, ticaret odaları, sanayi odaları, esnaf odaları, ziraat odalarıyla, temsilcileriyle bir araya geldik. Kanaat önderleriyle oturduk, konuştuk, sorunları dinledik ve ben onların tamamına Türkiye'yi nasıl aydınlığa çıkaracağız? Türkiye'yi bu bataktan nasıl kurtaracağız? Bunu bütün ayrıntılarıyla anlattım ve onlara şunu söyledim medyaya kapalı bölümde ve açık bölümde: Bakın ben buraya geldim. Sizler bu toplumun kanaat önderiyseniz, yani bir sorun çıktığında çevrenizde gelip size danışırlar, "böyle bir sorunumuz var, meselemiz var, nasıl çözelim?" diye. Siz kendiliğinizden kanaat önderi olmadınız, toplum sizi kanaat önderi yaptı ve dolayısıyla sizin durumunuz, pozisyonumuz çok önemli. Ben geldim, şimdi konuşacağız, Türkiye'yi konuşacağız, sorunları konuşacağız. Sizden bir ricam var. Aklınıza gelen her soruyu bana rahatlıkla sorun.
İki; "ya acaba bu soru da genel başkana sorulur mu?" diye düşünmeyin, rahatlıkta sorun. Ben de size samimi olarak düşüncelerimi ifade edeceğim. Çünkü Türkiye sadece benim Türkiye'm değil, hepimizin Türkiye'si ve hepimiz bu ülkede huzur içinde yaşamak istiyoruz. Çiftçilerin sorunu var. Kuraklıktan ötürü büyük sorun var. 100 liraya kadar; kuraklık nedeniyle teşvik edilecek, para ödenecek ama bir çiftçi aynen şunu söyledi: "Kuru tarımda buğday üretimi yapan birisi, dekara 40 ile 60 kilogram arasında gübre atmak zorundadır. Ortalama 50 kilogram gübre, bir çiftçinin sadece gübre maliyeti eğer atılırsa 50 kilogram, gübrenin maliyeti 200 lirayı bulmaktadır. Verilen destek gübre parasını bile karşılamaktadır. Tohum, ilaç, mazot ve işçilik giderleri de cabasıdır" diyor. Faizlerin ertelenmesini istiyorlar. “Destekleme parası alıyoruz çiftçi olarak; bunlara haciz uygulanmasın, bunlar bizim hakkımızdır. Desteklemelerden yüzde 4 kesinti yapılıyor, bunlar kaldırılsın” diyorlar. Akaryakıtı, gübre, ilaç, zirai ilaç, tohum ve hayvancılıkta özellikle yem çok pahalı diye ifade ediyorlar. Sadece Aydınlı çiftçileri değil, aynı zamanda teknolojinin bize sağladığı imkanla Diyarbakır, Mardin, Şanlıurfa, Antalya, Konya, Karaman, Denizli, Antakya ve Hatay bölgesinin çiftçileri ile de görüştüm. Onların da sorunları aşağı yukarı aynı paralelde.
Geçen hafta Şarkikaraağaç'tan, Isparta'nın şirin ilçesi Şarkikaraağaç'tan söz etmiştim. Su kanallarının olmadığını, uzun süredir yapılmadığını, kapalı sistem diyorlar ama bu sistemin yapılmadığını, 10 yıldır yapılmadığını ifade etmiştim. Şimdi grup başkanvekillerinden isteğim, oraya 2-3 milletvekili arkadaşımızı gönderelim. Gerçeği birde milletvekillerimiz görsünler ve vatandaşı dinlesinler. Bu arada ben Aydın'dayım ama 30 milletvekilimiz, 4 Parti Meclisi üyemiz, 3 tane Yüksek Denetleme Kurulu üyemiz de Çankırı'ya gittiler. Çankırı'nın bütün ilçelerini gezdiler. Sorunları saptadılar. Rapora bağladılar. Rapor geldi. Çankırı'nın özelliği ne? Çankırı, AK Parti'nin oy almada şampiyon olduğu illerden biri ama terkedilen bir il, yüzüne bakılmayan bir il. Gidildi, konuşuldu, dertleşildi, anlatıldı. Bütün arkadaşlarım gerçekten de her ile nasıl büyük bir özen gösteriyorlarsa, Çankırı'ya da aynı özeni gösterdiler. Bütün ilçelere gittiler, gezdiler. Çok sayıda şikayet var, bunları aktarmak istemiyorum ama yolları sorunlu, hastane var tıbbi cihazları sorunlu. Gerekli yatırımlar yapılmadı. Diğer illerde olduğu gibi Çankırı'da da büyük bir işsizlik var. İnsanlar Çankırı'dan Ankara'ya göç ediyorlar. "Acaba Ankara varoşlarında oturup, acaba asgari ücretle bir iş bulabilir miyim?" diye. Bir kişinin, sadece bir kişinin aktardığı bir cümleyi, bizim vekillerimize aktardığı bir cümleyi okuyayım: "MHP'den AK Parti'ye geçmiştim. İlçe yönetiminde de yer aldım. 3 ay önce de AK Parti'den istifa ettim. 57 tane işyeri yaptım, sadece 3 tanesini sattım. Millette para yok ki alsın, battık. Yalnız ben batsam iyi, memleket battı. Ben CHP'nin önünden bile geçmezdim, oyum bu seçimlerde CHP'ye" dedi. Kendisine teşekkür ediyorum. (Alkışlar)
Sadece bu arkadaşım değil, bütün Çankırılıların oylarına talibiz. Çankırı'daki doğal zenginlik, belki hiçbir ilimizde yok ama iktidar, "nasıl olsa ben bunlardan oy alıyorum, ne yaparsam yapayım bunlar zaten bana oy verecekler" anlayışıyla hareket ediyor. Allah nasip eder, iktidara geldiğimizde Çankırılılar da göreceklerdir. Çankırı'nın doğal zenginliklerinin nasıl işlendiğini, nasıl ihracat yapıldığını, nasıl istihdam yaratıldığını hep birlikte göreceğiz. Bütün Çankırılılar bunu bir köşeye yazsınlar; görecekler Çankırı'yı nasıl gerçek anlamda Çankırı yapacağız.
Demokrasiden söz ediyoruz, üniversitelerden söz ediyoruz, üniversitelerin özelliğinden söz ediyoruz. "Üniversitelerde her türlü düşünce özgürce tartışılsın" diyoruz. "Üniversiteler bilim ürettiği zaman, Türkiye katma değeri yüksek ürün üretmeye başlar" diyoruz. Üniversitelerin önündeki siyasi barajı kaldırmamız gerekiyor diye defalarca söyledik. Malum Boğaziçi'ne bir kayyum rektör atadılar. Efendim 100 gün içinde her şey çözülür, ben tekrar burada rektör olarak otururum. E çözülmüyor! Bulu'ya söylüyorum: Sen o üniversiteye bırak rektör olmaya, o üniversitede ders verecek kapasiteye sahip değilsin, orada hoca bile olamazsın.
Kardeşim, sende onur varsa istifa et. İstifa etmek bir erdemdir, bir erdemdir. Neden istifa etmiyorsun? Hocaların görevine son veriyor, "bundan sonra siz ders vermeyeceksiniz" diye. Niçin, hangi akılla, hangi mantıkla? Ya üniversitenin rektörü bilime düşman olur mu? Bilim adamına düşman olur mu? Düşünün rektör bilime düşman, bilim insanına düşman. Görevine son verilen hocalardan birisinin yaptığı, sosyal medyada yaptığı açıklamayı okumak isterim. Gerçekten biraz yürek burkucu: "21 yıldır zevkle, gururla, gönülden hizmet ettiğim Boğaziçi öğrencilerine artık ders veremeyeceğimi öğrendim. İçim cız etti. Maddi karşılığı olmayan bu vazifeyi memlekete ve gençlere bir borç ödeme imkanı olarak gördüm hep. Emeğimi, bilgimi, tecrübemi, dostlarımı onların hizmetine sunmaya gayret ettim. Keşke iyiden, doğrudan, güzelden bu kadar nefret etmeselerdi. Olsun, yine de güzel günler göreceğiz çocuklar, biliyorum. Görüşmek dileğiyle" diye bir mesajı var. Evet, o çocuklara diyorum: Hiç endişelenmeyin. Güzel günler göreceğiz ve güzel günler yakındır. Hep beraber mücadelemizi sürdüreceğiz.
Bu arada aramızda Elazığ'dan gelen çok sayıda gazeteci arkadaşım var, televizyoncu arkadaşım var. Onlara da hoş geldin diyoruz.
Değerli arkadaşlarım; Cumhuriyet Halk Partisi demek, aslında demokrasi demektir. Çünkü bu ülkeye kendi özgür iradesiyle çok partili hayatı getiren parti Cumhuriyet Halk Partisi’dir ve dünyada başka bir örneği yoktur. Demokrasi olmazsa olmazımızdır. Çünkü demokrasinin olduğu ülkelerde büyüme hızlanır, insanlar kucaklaşır, düşünceler özgürce ifade edilir. Peki, demokrasinin vazgeçilmez unsurları nedir? Onu da Anayasa tanımlamış. "Siyasi partiler demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır" diyor. Yani belli vatandaşların veya grupların oluşturduğu siyasi partiler ve o siyasi partilere destek veren vatandaşlar, aslında hep beraber demokrasiyi savunmak zorundadırlar diyor. Demokrasinin vazgeçilmez unsurları siyasi partilerdir. Dolayısıyla siyasi partiler sahneye çıkarlar, vatandaşa giderler, programlarını açıklarlar, seçim bildirgelerini açıklarlar, vatandaştan oy isterler. Dolayısıyla vatandaş en büyük hakemdir, arzu ettiği partiye gider, oyunu verir. Bizler de, o partide olmayan diğer partide olan vatandaşlar da veya destekleyen veya oy veren vatandaşlar da buna saygı duyarlar ve milli irade oluşur ve parlamentoda 600 milletvekili halkın oylarıyla seçilir ve buraya gelir. Böyle bir ortam içinde, yani demokrasinin var olduğu, demokrasinin savunulması gerektiği bir ortamda, siz bir partiyi kapatamazsınız arkadaşlar. Şiddet uyguluyorsa kapatın, eyvallah. Baskı uyguluyorsa kapatın, eyvallah. Partinin yöneticileri ellerine silah alıp ortalıkta geziyorlarsa, eyvallah, oturun zaten savcı harekete geçer. Ama savcı siyasi otoritenin talimatıyla harekete geçiyorsa, orada demokrasi yok demektir, demokrasiyi yok ediyorsunuz demektir.
Vatandaş gider, sandıkta istediği partiye oy verir. Bugüne kadar, bizim Cumhuriyet tarihi süreci içinde kaç tane parti kapatıldı ve hangi sonuç elde edildi? Hiçbir sonuç elde edilemedi. Düşünceyi ifadeden korkmayacaksınız, değerli arkadaşlarım düşünceyi özgürce ifade edebilmeliyiz. Bunu yaptığınız zaman demokrasiyi bu ülkeye gerçek anlamda getirmiş olursunuz. Eğer siz siyasi partileri düşman olarak görüp, siyasi partiyi kapatın kardeşim, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısına talimat verip ve küçük ortağın, büyük ortağı esir aldığı bir ortamda, talimat verip, "bunu yapacaksın" diye harekete geçiyorsa orada demokrasi yoktur. Demokrasi bütün partiler için olmalı. Partiler düşüncelerini açıklarlar. Hakem halktır, gider oyunu verir veya vermez. Asıl bunun üzerinde durmak gerekiyor değerli arkadaşlarım.
Dolayısıyla parti kapatmaya yönelik her eylemi doğru bulmuyoruz veya partilerin seçime katılmasını engellemeye yönelik hiçbir hareketi doğru bulmuyoruz. Vatandaş gider, oyunu kullanır. Bakın bunu niye anlatıyorum değerli arkadaşlarım? Demokrasi aynı zamanda adaletin kökleştiği bir rejim demektir. Demokrasi aynı zamanda haksızlığa karşı herkesin isyan ettiği bir dönemdir. Bir idaredir demokrasi aslında, ben isyan ediyorum, itiraz ediyorum, düşüncelerimi söylüyorum. Tabii isyan ediyorum derken, tarihteki isyanlar gibi değil, düşünce olarak isyan ediyoruz, "yanlıştır" diyoruz. Dolayısıyla biz bir siyasi partiyi beğenmesek bile onun düşüncelerini, açıklamalarını, açıklamasına ortam yaratmalıyız. Demokrasi budur değerli arkadaşlar; bunun üzerinde durmamız gerekiyor ve milli iradeye saygı duymamız gerekiyor.
Bakın milli iradeye duyduğum saygı sadece HDP için değil. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanını zorla istifa ettirdiklerinde, çıkıp onun hakkını savundum. Bursa ve Balıkesir Belediye Başkanı -iktidar partisindendi bunlar- onlar zorla istifa ettirildiğinde -ki birisi çıkıp istifa ederken televizyonların başında, kameraların karşısında ağlayarak istifa etti- onun da hakkını savundum. Niçin? Ben inançlı bir insanım. Bana göre haksızlıklar karşısında susan, dilsiz şeytandır. Ben bunu herkese aktarmak isterim, herkese söylemek isterim. (
İnancımın gereği, mazlumun kimliği sorulmaz. Değerli arkadaşlarım, mazlumun kimliği sorulmaz değerli arkadaşlarım. Benim gibi düşünmedi diye adamı öldürecek miyim? O zaman Allah'ın bize verdiği en değerli hazineyi nasıl kullanacağız? Aklımızı nasıl kullanacağız? Birilerine kiraya mı vereceğiz aklımızı? Herkesin bunu bilmesi lazım. Demokrasi hepimiz için, hepimiz için. Gazeteciler özgürce bizi eleştirebilmeli. Biz de hatamızı görmeliyiz. Siyasi partiler birbirlerini eleştirilmeli, bunu da saygıyla karşılamalıyız. Amaç ne? Türkiye daha güzel bir ülke olsun, Türkiye büyüsün, Türkiye'nin saygınlığı artsın. Hem demokrasiden bahsedeceksiniz hem siyasi partiler demokrasinin vazgeçilmez unsurudur diye Anayasa'nızda yer alacak, sonra beğenmediğiniz bir partiyi "kapatın kardeşim” diye savcıya talimat vereceksiniz ve diyeceksiniz ki: "Bizim ülkemizde yargı bağımsızdır." Kim inanacak buna? Kimse inanmaz.
Değerli arkadaşlarım; bütün bunlar olurken, tabi bunlar gündem değiştirmeye de yönelik biraz. İktidar kendisini kurtarmak istiyor, gündemi saptırmak istiyor, başka şeyler tartışılsın istiyor. Gırtlağına kadar lağım çukurunda olan bir siyasi iktidarın Türkiye'ye yararı olamaz.
Ben “lağım borusu patladı" dedim, meğer çukurun içinde bunlar. Koku bütün Türkiye'yi, bütün dünyayı sardı, saray hissetmiyor. Çünkü lağım orada. Saray hissetmiyor bunu, kokuyu hissetmiyor. Türkiye'yi temelden sarsan bir sürü açıklamalar var, saraydan tek cümle bile yok. Niçin? AK Partili kardeşlerime sesleniyorum, Milliyetçi Hareket Partili kardeşlerime sesleniyorum veya onlara oy veren kardeşlerime sesleniyorum. Liderleri değil, onlar ayrı. Bu lağım çukuru bu kadar kokuyu dünyaya yaymışken, neden kimse konuşmuyor? Neden kimse konuşmuyor? Neden savcılar harekete geçmiyor? Ya Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bir kabile devleti mi oldu? Nerede bu savcılar? Ben konuşunca 24 saat bile sürmüyor, harekete geçiyorlar. Lağım basmış, yolsuzluklar diz boyu, bir Allah'ın kulu kalem bile oynatmıyor, oynatmıyor. Sonra da dönüp bize "demokrasi var" diyorlar. Sen onu benim külahıma anlat, sen onu benim külahıma anlat!
Açık ve net ifade ediyorum: Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bir hukuk devleti olmaktan çıkmıştır. Diyeceksiniz ki, bu kadar açık ve net mi? Evet, bu kadar açık ve net, birazdan anlatacağım. Yargı asla ve asla tarafsız ve bağımsız değildir. Talimatla iş yapan bir yargı vardır ve dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nde hiç kimsenin can ve mal güvenliği yoktur. Her sabah, sabahın köründe kapınızı kırılabilir ve içeri polisler girebilir. Çocuğunuza da, eşinize de, akrabanıza da silah dayanabilir. Nerede yaşıyoruz? Hangi zamanda yaşıyoruz? Ortaçağda mı? Hayır, 21’inci Yüzyıl'ın Türkiye'sinde böyle bir tabloyla karşı karşıyayız. Yeraltı dünyasının önemli bir aktörü açıklamalar yapıyor, gazeteler tartışıyor, televizyonlar tartışıyor, tık yok. İktidar sahiplerinden tık yok. Sahipleri demeyeyim de, iktidar sahibinden tık yok. Niye yok arkadaş? Sen her şeye, her konuda konuşuyordun.
Bakın değerli arkadaşlar, şimdi bunu "efendim dış güçler bunu yapıyor, dış güçlerin oyunu bu" diye millete satıyorlar. Dış güçler bunu yapıyorsa, 19 yıldır beyefendi sen iktidarda değil miydin? 19 yılın sonunda Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni dış güçlerin oyuncağı haline sen getirmedin mi o zaman, sen getirmedin mi?
Gerekçe yaratmak istiyorlar, onda da batıyorlar. Yok yani, gerekçe bile bulamıyorlar. İstifa diye bir müessese var arkadaşlar. Onurlu insanların başvurduğu istifa diye bir müessese var. Devletin hazinesini mafyayla el ele soyacaksın, tezgahı kuracaksın, belli yerlere çökeceksin, devletin rantını alacaksın. Kim? Mafya-siyaset işbirliği... 21 inci Yüzyıl'ın Türkiye'sinin geldiği nokta bu. İktidar sahipleri ile mafya ortak devleti yönetiyorlar. Cumhur İttifakı'nın üçüncü ortağı mafyadır, açık ve net söylüyorum.
Mafya bozuntuları için özel kanun çıkarmadılar mı? Hapisten çıkarmadılar mı? Gidip mafya bozuntusu önünde el pençe durmadılar mı? Yahu siz devleti mi yönetiyorsunuz? Mafyadan talimat alıyorsunuz ya. İçişleri Bakanı açıkça sarayı tehdit ediyor, 17-25'ten söz ediyor, para kasalarından söz ediyor. "Bir siyasi her ay 10 bin dolar para alıyor" diyor. Tık yok ya, kim bu ya? Hepimizin bildiği ama kimsenin görmediği... Nasıl bir anlayıştır bu, nasıl bir devlet yönetimidir ve Türkiye bu noktaya nasıl geldi?
Değerli arkadaşlar; Meclis Başkanı’na geçen salı günü çok ağır konuşmuştum, doğru. Konuşması lazımdı. 600 milletvekilini kimse töhmet altında tutamaz. Sonunda konuştu. "Mektup gönderdim" dedi. "Siyasetçinin ismini istiyorum" dedi. Gönderecek mi? İçişleri Bakanı asla göndermez, asla göndermez. Peki Meclis Başkanı, atanmış bir bakanın, seçilmiş bir Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı’nın sorduğu soruya cevap vermeyerek, aşağılanmasını nasıl karşılayacak? Nasıl karşılayacak? "Cevap vermiyorum sana, istediğin kadar yaz" diyecek, göreceksiniz. Ve Sayın Başkana teşekkür ederim mektup yazdığı için. Haklıya hakkını teslim edeceğiz ama takipçisi olması lazım. O açıklamıyorsa, Erdoğan'a gitmesi lazım. “Bu adamı sen tayin ettin.” Nereye? İçişleri Bakanlığına. Bu ne söyledi? “Bir siyasetçi her ay 10 bin dolar rüşvet alıyor” dedi. Tayin ettiğin adamı bir çağır kardeşim, bir sor bakalım. Biz dünyaya rezil olduk de. Rezil oldular mı, rezil oldular. Rezaleti kaldır bir ya.
Değerli arkadaşlarım; 10 bin dolar alan siyasetçi kimdir? Açık ve net ortaya çıkması lazım, açık ve net. Biz biliyoruz, herkes biliyor aslında, gazeteler de yazıyor. O kişide acaba yüz var mı, ahlak var mı? Ve o kişi "ben siyaset kurumunun dışına çıkayım" diye bir düşünceyi hafızasında tutuyor mu? Tutmaz. Kirliliğe bulaşmış insanlar yaşamları boyunca kirli gezmekten hoşlanırlar. Onlar için temizlik diye bir kavram yoktur. O kişi Almanya'ya bile gidemiyor. Öyle diyorlar. Bir gitse de görsek bari. Değerli arkadaşlarım, bir hükümeti düşürecek kadar, bakın bir hükümeti düşürecek kadar bir olay değil, iki olay değil, onlarca olay ortaya konduğu halde adamlarda tık yok ya. Ya yüzünüz hangi astardan, hangi deriden ya? Gerçekten ben bunu anlamakta bile zorluk çekiyorum. Rüşvet alan siyasetçilerden söz ediliyor, tık yok. Uyuşturucu kaçakçılığı yapanlar var ve siyasi otoritenin desteğiyle uyuşturucu kaçakçılığı yapıyorlar. Bu da söyleniyor. Yakalanan uyuşturucu dolayısıyla hiçbiri savcı korkudan soruşturma açamıyor. Nasıl bir devlet, nasıl bir anlayış? Kara para aklayanları bizzat talimatla önce serbest bırakıyorlar, malvarlıklarını üzerindeki tedbiri kaldırıyorlar, "yurtdışına çıkabilirsin" diyorlar. Bunu yapan kim? Siyasetçiler talimat veriyorlar. Sonra "ivedilikle tedbirleri kaldırın" diye talimatı veren savcı yardımcısını da Adalet Bakanlığına bakan yardımcısı yapıyorlar. Şu Allah'ın işine bak. Nasıl bir aymazlıktır? Nasıl bir rezalettir? Nasıl bir ahlaktır ve nasıl bir adalet anlayışıdır? Anlamak mümkün değil değerli arkadaşlarım.
Anayasa; Anayasa'dan söz edeceğim demiştim, Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir hukuk devleti olmaktan çıktı diye. Anayasa'mızın İkinci Maddesi var. Malum ilk dört madde değiştirilemez, teklif dahi verilemez diyor. İkinci Maddesini okuyayım. Sevgili vatandaşlarım, sizler de lütfen dikkatle dinleyin. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Anayasa'sının İkinci Maddesi:
“Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Bu maddenin değiştirilmesi dahi teklif edilemez" diyor. Bu madde referandumla kabul edildi, yani milletin oyuyla kabul edildi ve Anayasa'da yerini aldı. Şimdi ne diyor? Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru... Şimdi her vatandaşa soruyorum. Hangi bölgede yaşarsa yaşasın, Allah aşkına bu memlekette huzur kaldı mı? Gayet basit bir soru: Ya bu memlekete huzur kaldı mı? Anayasa ne diyor? Toplumun huzuru... En baştaki adam bir konuşuyor, millete hakaretler, millet bölünmüş, ayrışmış, herkes birbirine düşman kesilmiş... Ya nerede toplumun huzuru, nerede huzur? "Can ve mal güvenliği kimsenin yok" dedim. Huzur yoksa, huzur siyasi iktidarın tutumundan kaynaklanır. Siyasi iktidar kucaklayıcı bir politika izlerse toplumda huzur olur. Demokrasi, düşünce özgürlüğü, kurallara uymak, herkesin karnının doymasıyla toplum huzur bulur. Toplum diken üstünde.
Milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde... Az önce söyledim; İnebolu şeref ve kahramanlık gününü 9 Haziran'da kutlayacaktı. Her yıl 9 Haziran'da, 1924'ten beri kutluyor. Bakan diyor ki: "Ne millisi? Nereden çıkardın? Benim programım uygun değil, bunu 8 Haziran'a alın." Değerli arkadaşlar, milli dayanışma bu mudur? Kastamonululara soruyorum, milli dayanışma bu mudur? Milli tarihine saygı bu mudur? Milli bayramlarımızı kutlamaz hale geldik ya. Sürekli yasak. Atatürk'ün heykeline geleneksel bir tutumdur, gideriz, saygı duruşunda bulunuruz, çelenk koyarız. Tarihe saygıdır, şehitlere saygıdır, gazilere saygıdır. O bile yasaklandı. Milli Kurtuluş Savaşı’na ihanet edenler baş tacı edildi. Ne diyordu? Milli dayanışma? Hangi milli dayanışma? Ya Milli Kurtuluş Savaşı'na saygı duy kardeşim.
Efendim, “keşke Yunan galip gelseydi" diye bir meczup bir şeyler söyledi. Ya devlet ricali gitti, adamı ziyaret etti. Akıl alacak şey değil. Ne diyor? Milli dayanışma... Hangi milli dayanışma ya? Kendi tarihine ihanet eden adama sen milli dayanışma mı diyeceksin, onun ayağına giderek? Milli ordumuzun Tank-Palet Fabrikası’nı 5 kuruş bile almadan, 5 sent bile almadan Katar ordusuna peşkeş çekmediler mi? Çektiler. Hangi milli dayanışmadan söz ediyorlar bunlar? 15 Temmuz Şehit ve Gazilerinin paralarına çökmediler mi bunlar? Beşiktaş saldırısında hayatını kaybeden polislerimizin, şehit olan polislerimizin paralarına çökmediler mi bunlar? Hangi milli dayanışma değerli arkadaşlar, hangi milli dayanışma? Milli duygularımızı rencide ettiler bunlar. Bakın Anayasa'nın İkinci Maddesinden söz ediyorum ben... "Ve adalet anlayışı içinde" diyor Anayasa; milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde. Ya hülle ile Anayasa Mahkemesi'ne hakim tayin edildiğinde, o mahkeme adaleti mi sağlayacak? Bir partinin genel başkanı mahkemeye hakim tayin ettiğinde, o hakim tarafsız ve bağımsız mı olacak? Bir içişleri bakanı çıkıp da, "bir siyasetçi her ay 10 bin dolar rüşvet alıyor, para alıyor" dediğinde bir tek savcı -Allah rızası için ya- bir tek savcı kalem bile oynatamıyorsa orada adalet mi olur ya? Bu ne anlama gelir? Saray ve şürekası rüşvetçileri koruyor anlamına gelir, kaçakçıları koruyor anlamına gelir. Mafya liderleri siyasiler aracılığıyla yargıyı kontrol ediyorlar. İstedikleri kararı çıkartıyorlar. Adam yurt dışında aranıyor, Türkiye'ye gelmiş, kara paradan aranıyor; önce tutuklanıyor, MASAK iki rapor veriyor. Mali Suçları Araştırma Kurulu iki rapor veriyor. Önce "suçludur, mal varlığına el koyun" diyor. Sonra aynı MASAK, "hayır efendim suçlu değil, mal varlığını serbest bırakın" diyor. Ne oldu, ne oldu da böyle oldu? Saray ve şürekası devreye girmese, bunların hiçbirisi olmaz. Neymiş? Adalet anlayışı içindeymiş. Hangi adalet? Hadi çiftçilere söyleyin; kardeşim Tarım Kanunu var. "Milli gelirin her yıl en az -altını çizelim- yüzde biri oranında çiftçiye destek verilir" diyor. Saray ve şürekası diyor ki: "Ne kanunu kardeşim, ne meclisi kardeşim; yüzde bir vermiyorum." 2006'dan bu yana vermedi. Hangi adalet anlayışı, hangi adalet değerli arkadaşlarım?
Gidiyorsunuz, çiftçiye ya da esnafa haciz uyguluyorsunuz, borçlarını zamanında ödemedi diye. Ziraat Bankası'nı soyan, milyon dolarlık krediler alan, hem faizini, hem anaparasını ödemeyen ve iktidar tarafından da el üstünde tutulan bir zat varken, "bu ülkede adalet var” diyebilir misiniz?
Beşli çeteye milyon dolarlar, milyar dolarlar ödeniyor beşli çeteye. Esnafa ne veriyorsunuz? Çiftçiye ne veriyorsunuz? Sanatçılara ne veriyorsunuz? Milyonlar işsizken, gencecik fidan gibi üniversiteyi bitirmiş evlatlarımız işsizken, asgari ücretliler geçinemezken, çarşı-pazar ateş pahasıyken, saray beslemeleri bir yerden değil, iki yerden değil, üç yerden değil, beş yerden, altı yerden dünyanın aylığını alıyorlar. Bu mudur adalet? Bu mudur ahlak?
Değerli arkadaşlarım; mafya bozuntuları için özel kanun çıkarılsın, af kanunu çıkarılsın. Harp Okulu öğrencileri içerde, Osman Kavala içerde, efendim Selahattin Demirtaş içerde, avukatlar içerde... Niye kardeşim? Bu çifte standart neden? Bu mudur adalet? İnsan haklarına saygılı, öyle diyor. Türkiye Cumhuriyeti toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı.... Düşüncesini açıkladı diye çok kişi tutuklanmadı mı, gözaltına alınmadı mı, hapse atılmadı mı? Hangi insan haklarına saygıdan söz edeceğiz? Kadına şiddeti savundular. İstanbul Sözleşmesi'ni bir gece yarısı tek imzayla kaldırdılar. Kadına şiddeti adeta "yapabilirseniz, önemli değil; kadın şiddeti her zaman olabilir" algısını yaratmaya çalıştılar.
Değerli arkadaşlarım; faili meçhul cinayetler araştırılması lazım, araştırmadılar. Cumartesi Annelerinin evlatları, eşleri kaybolmuştu değil mi? Faili meçhuldü. Erdoğan'la görüşmüşlerdi. Erdoğan söz vermişti "faili meçhulleri bulacağım" diye. "Evladınızın, eşinizin mezar yerini göstereceğim. Gidip başında bir Fatiha okuyacaksınız" diye söylemişti. Ne oldu? Copladılar, dövdüler, yerde sürüklediler yaşlı başlı kadınları. Sonra? İnsan haklarına saygılı... Hangi insan hakkı kardeşim, hangi insan hakkı?
128 milyar dolar; bu milletin, fakir fukaranın parasıydı o. 128 milyar doları buharlaştırdılar ve utanmadan, sıkılmadan "128 milyar dolar sorusu sorulur mu?" diyorlar. Ya utanma yok mu sizde ya, sıkılma yok mu sizde? Bu soruyu sormayıp da ne soracağız? Boyunu mu soracağız, yaşını mı soracağız, koltuğunu mu soracağız? Altın klozetli tuvaletini mi soracağız sana? Çantayı mı soracağız sana?
Atatürk milliyetçiliğine bağlı, öyle diyor Anayasa…Değerli arkadaşlarım; "ben her türlü milliyetçiliği ayaklarımın altına aldım" diyen bir insana milliyetçilik kavramı sorulmaz. Atatürk milliyetçiliği Anayasa'da var. Kucaklayıcı bir milliyetçilik anlayışıdır. Etnik kimliğe dayalı bir milliyetçilik anlayışı değildir. Hangi kökenden olursa olsun, Türkiye'yi çağdaş uygarlığa ulaştırmak için mücadele eden insanların milliyetçiliğidir Atatürk milliyetçiliği. Biz ayırmıyoruz kimseyi. Hangi kimlikten ve kökenden olursa olsun, Milli Kurtuluş Savaşı'nı verdik, bayrağımızın altında özgürce yaşamak istiyoruz. "Sen her türlü milliyetçiliği ayaklarımın altına alıyorum" dediğin zaman, ben Bahçeli'yi adres gösterdim. Öyle ya, onun partinin başında "milliyetçi" diyor. Tık çıktı mı? Tık yok, olamaz zaten. Atatürk'e hakareti meşrulaştırdılar. Türkiye Barolar Birliği Başkanı, Danıştay'da -ben de oradaydım- Danıştay'da bir konuşma yapıyor Danıştay'ın kuruluş yıldönümünde. Uzattı diye Erdoğan çıktı, tepki verdi ve salonu terk etti. Neden konuşmayı uzatıyorsun? Kullandığı bazı cümlelerden rahatsızlık duydu ama aynı Erdoğan bir ibadet mekanında, bir camide, Ayasofya'dan Atatürk'e hakaret edilirken o kişiyi huşu içinde dinliyordu, huşu içinde dinliyordu.
Ya bu toplumun değerlerine saygı duymak lazım. Atatürk bizim ortak değerimiz, Fatih Sultan Mehmet Han bizim ortak değerimizdir. Ortak değerlerimizi bu şekliyle eğer siz tümüyle hakaret edilecek insanlar boyutuna ulaştırırsanız, bu kabul edilemez.
Devam ediyor: Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti demokratik bir devlet mi, laik bir devlet mi, sosyal hukuk devleti mi? Çöp konteynerlerinden beslenen yüzbinler var ya, yüzbinler var. Hangi sosyal devletten söz ediyoruz? İşsizlik almış başını, hangi sosyal devletten söz ediyorlar?
Bakınız sevgili yurttaşlarım, sevgili halkım, değerli vatandaşlar, anneler, babalar, gençler; biz kendi ülkemize sahip çıkmak zorundayız. Birileri gelip bu ülkede demokrasiyi kuramayacak. Birileri gelip bu ülkede Atatürk'ün ilkelerini bize anlatmayacak. Birileri gelip bu ülkede herkese iş bulalım, aş bulalım demeyecek. Bunu yapacak olanlar bizleriz. Annelerdir, babalardır ve evlatlardır, bizleriz. Bizler bunu yapmak zorundayız ama bizler bunu yaparken alınan her kuruşun hesabını millete vermek zorundayız. Temiz siyaset istiyoruz, temiz toplum istiyoruz, ahlaklı siyaseti istiyoruz. Kirlilikten arınmış bir siyaset istiyoruz. Beraber yaşamak istiyoruz. Huzur içinde yaşamak istiyoruz. Devletimiz güçlü olsun istiyoruz. Birileri tarafından tehdit edilmesin istiyoruz. Yeraltı suç örgütlerinin sarayı esir almalarını istemiyoruz. Bu kadar büyük depremlerin yaşandığı bir ortamda hâlâ bir kişi sessizliğini koruyorsa, en büyük suç ortağı odur anlamına gelir bu. (Alkışlar).
Tabii bunlar ortalıkta gezerken birileri bir şey söyleyecek. AK Parti Grup Başkanvekili de açıklama yapmış: "Hatalarımız varsa temizleriz." Ya temizle, en başta kimi temizleyeceksin? Sen aklını ona kiraya vermişsin kardeşim. Aklını kiraya vermişsin...
Niye temizleyeceksin sen? Bu millet bunları bilmiyor mu sanıyorsun? Anlamıyor mu sanıyorsun? Gırtlağına kadar kirliliğe, lağım kuyusuna batmış bir kişi memleketi mi kurtaracak?
Bakın değerli arkadaşlar, bir konuya da değineyim ve sözlerime son vereyim: Erdoğan sözde gençlerle beraber olacak. İşte bir dondurmacıya gidiyor, malum dondurma yiyecek. Gençler de diyecek: "Cumhurbaşkanı buraya gelmiş, etrafta hiç koruma yok, ne kadar güzel." Kontrollü gidiliş… Bir genç kız ayak ayak üstüne atmış orada. “Vay efendim, nasıl ayak ayak üstüne atar?" diyor. Hemen müdahaleler, ayağını indireceksin. Neden, soruyorlar: "Efendim makama saygısızlık olmasın" diye açıklamasını yapıyorlar. Ya o makam hırsızlara bir şey demedi, yolsuzluk yapanlara bir şey demedi, mafyaya bir şey demedi, kendisine bir başka devletin lideri tarafından aptal dendi, yine bir şey demedi. Ya sen kala kala kızcağız ayak ayak üstüne attı diye ondan mı rahatsız oluyorsun? Bu mudur Allah aşkına ya?
Kişiler zorla saygı sahibi olamazlar. Saygı farklı bir şeydir. Karşıdaki kişi sana saygı gösterecek. "Sen bana saygı göster" diyemezsin. Davranışın, tutumun, konuşman, toplumu kucaklaman, toplumun sana saygı duymasını zorunlu kılar zaten, insan ona saygı duyar. "Ama ben her istediğimi yaparım, mafyayı korurum, rüşvet alan siyasetçi varmış; az bile almış." Ne diyorlardı? Para... "Arabanın bagajına ne 10 bin doları, biz daha çok para bıraktık, daha çok böyle adamlar var" diyor. Herkes korkudan susmuş vaziyette. Kim, acaba bana da söyler mi diye. E var.
Bu kadar çürüme hiç olmadı ama temizleyeceğiz, demokratik yollarla temizleyeceğiz, demokratik yollarla temizleyeceğiz.
Temizliğin sihirli anahtarı seçim; hemen seçim, erken seçim, gelsin, Türkiye'yi aydınlığa kavuşturacağız, beraber kavuşturacağız.
Tüm Fotoğraflar İçin Tıklayınız...
23.11.2024
23.11.2024
23.11.2024
22.11.2024