06.11.2018
06.11.2018
CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU (6 KASIM 2018)
-“Bu adaleti yaratan, böyle bir adaleti Türkiye’nin başına musallat eden, yargıya doğrudan doğruya talimat verip, istediğini hapsettirip, istediğini serbest bırakan kişi sarayda oturan kişidir.”
-“Merkel’e teslim oldun, Macron’a teslim oldun, Trump’a teslim oldun, Suudi Kralına da teslim oldun. Hani sen dünya lideriydin! Nasıl bir dünya lideri bu? Oyuncak lider, herkesin tokat vurup sonuç aldığı lider… Böyle liderlik mi olur?”
-“76 şirkete 240 milyar liralık hortum avantaj sağlandı! 240 milyar lira eski parayla 240 katrilyon lira nedir? Üç tane GAP demek, 150 yataklı tam donanımlı 5 bin 960 hastane demektir, 30 bin okul demektir.”
-“Çifte kavrulmuş maaş alıyorsun, bu yetmiyor yüzde 26 zam yapacağım diyorsun. Kaç lira olacak? 74 bin 500 lira olacak diyor benim aylığım, yetmiyor bu para diyor. Peki, ayda 1600 lirayla bu gariban işçi nasıl geçinecek? Onun düşünen var mı?”
-“Ne istedilerse verdin ama ders vermedin, şimdi sıra geldi ders vermeye. Bunların bir derse ihtiyacı var ve o dersi verecek olan da bu ülkenin insanları”
Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
Benim umudum, bu ülkenin aydınlık gençleri. Hoş geldiniz. Teşekkür ederim. Elbette ki motorları maviliklere süreceğiz, elbette ki bu ülkeye adalet gelinceye kadar sonuna kadar mücadele edeceğiz, elbette ki gençlerin önündeki bütün engelleri kaldıracağız, hiç endişeniz olmasın.
Ecevit’in 12.ölüm yıldönümüydü, kendisini saygıyla sevgiyle andık. Dolayısıyla bir şair olan, bir yazar olan, bir düşün insanı olan ve aynı zamanda güzel bir siyasetçi olan, saygın bir siyasetçi olan Bülent Ecevit’i anmak hepimizin temel görevlerinden birisidir. O, bütün varlığını Türk halkına adamış bir kişidir. O bütün düşüncesiyle, eylemleriyle çağdaş bir Türkiye’yi inşa etmek için mücadele eden en önemli siyasi aktörlerden birisidir ve o ister Türkiye’de olsun, ister Türkiye dışında olsun, soydaşlarımızı ve vatandaşlarımızı korumak için her türlü kararı hiç kimseye danışmadan, kimseye boyun eğmeden, kimseden izin almadan yerine getiren bir kişidir. Çünkü o Mustafa Kemal Atatürk’ün bütün ilkelerini içselleştirmiş bir kişidir. Ve o Kıbrıs’ta soydaşlarımız katledilirken, Kıbrıs’a gidip barışı sağlayan liderdir. O bir mücadele insanıdır aynı zamanda ve o dönem dönem geldi eleştirildi “milliyetçi değildir” diye, ama hiç kimsenin en ufak bir endişesi dahi yoktur bugün, 81 milyon Türkiye’de hiç kimsenin en ufak bir endişesi yoktur. O milliyetçiliği ayrımcılık olarak görmedi, o milliyetçiliği ırkçılık olarak görmedi, o milliyetçiliği kendi ülkesinin insanlarının çıkarını korumak için, onun için mücadele gerekir dedi ve onun milliyetçilik anlayışı öyleydi. Kıbrıs’a çıktığında engel oldular, ambargo uygulandı, ama o hiçbir şeye boyun eğmedi. Onun milliyetçilik anlayışı, Akdeniz’in sularında Kıbrıs’taki Beşparmak Dağlarında yazılıdır; onun milliyetçilik anlayışı Afyon tarlalarındaki milliyetçilik anlayışıdır. Hiç kimseye gitmedi, özür dilemedi, onlarla asla ve asla at pazarlığı dahi yapmadı. Irak’ın Amerikalılar tarafından işgal edilmesi veya müdahale edilmesine her seferinde onurluca karşı çıktı ve asla doğru bulmadı. Eğer bugün Ortadoğu’da yaşanan bu derin dramlar varsa, 16 yıldır iktidar olanların yol açtığı dramlardır; bunu da hiç kimsenin unutmaması lazım.
Tabii güzel olaylar olmuyor mu Türkiye’de? Elbette oluyor. Ampüte Milli Takımımız dünya ikincisi oldu. Gerçekten de yürekten kutluyorum onları. Meksika’yı 4-0 yendiler, ama sonra finalde maalesef penaltıda bekledikleri başarıyı sağlayamadılar ve dünya ikincisi oldular. Kaptan Osman Çakmak diyor ki, “Ben 5 Kasım’da mayına basıp ayağımı kaybetmiştim. Demek ki 5 Kasım bana yaramıyor, Türk halkı hakkını helal etsin” diyor penaltıyı kaçırdığı için. Sevgili kaptan, hepimiz sana hakkımızı helal ediyoruz. Sen bu ülke için mücadele ediyorsun. Yeri geldi ayağın olmadı, yeri geldi elin olmadı, yeri geldi gözün olmadı, yeri geldi bedeninden bir parçayı bu ülke için verin. Dolayısıyla bu ülkenin 81 milyonunun hakkı sana helaldir. Sen bize hakkını helal et Osman Kaptan.
Efendim sık sık adaletten bahsederiz, adalet için yürüyüş yaptık. Adalet insan olmanın gereğidir, hak aramanın gereğidir. Eğer bir haksızlığa uğradıysanız size birilerinin hakkınızı teslim etmesi lazım. Eğer adalet ediğiniz kavramı yıpratırsanız, o zaman devleti çökertirsiniz; çünkü adalet mülkün yani devletin temelidir. O nedenle ünlü bir düşünür “Dünyanın bütün nehirleri adalete susamış bir insanın susuzluğunu gidermeye yetmez” diyor. Onun içindir ki, adalet bütün dünyayı ayakta tutan temel kavramlardan birisidir ve kâinatın da kendi içinde bir adaleti vardır, kâinatın da kendi içinde bir döngüsü vardır. Ama biz kendi ülkemizde adaleti aramak zorundayız, insanımızın beklediği adaleti ona teslim etmek zorundayız. Adaleti dağıtacak olanların, yani hâkimlerin adaleti yıpratmamaları için hukukun üstünlüğüne göre ve vicdanlarına göre karar vermeleri gerekir. Eğriyle doğruyu oturup ayrıştırmaları gerekir. Bir başka güce teslim olmamaları gerekir. Adaleti dağıtan kişi kendi vicdanının ötesinde, hukukun üstünlüğünün ötesinde bir güce teslim olmuşsa adalet dağıtmaz, gücün iradesini dağıtmış olur. O nedenle adalet kavramı üzerinde hepimizin dikkatle durması ve adaletin de yıpranmaması için dikkatlice bir politika izlemesi lazım.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNİ HANÇERLEYEN DEVLET
Bunu şunun için anlatıyorum değerli arkadaşlarım. Bir uyuşturucu baronu daha önce gözaltına alınmıştı tutuklanmıştı. Ergenekon Balyoz dönemi sırasında bu uyuşturucu baronu soruşturması gizli tanıktı. Zekeriya Öz bunu getirmişti, sen şu ifadeleri şunlar için ver demişti. Sonra onun kumpas olduğu çıktı ortaya ve bu uyuşturucu baronu tekrar uyuşturucudan ötürü gözaltına alındı ve mahkemeye çıktı duruşma sonunda tutuklandı. Ama bir süre sonra bu uyuşturucu baronu serbest bırakıldı.
Değerli arkadaşlarım, niye serbest bırakıldı? Tahliyeyi veren hâkim şunu söylüyor: “İktidar partisinden eski bir milletvekili beni defalarca sürekli aradı, tahliye edilmesi yönünde baskı yaptı bana” diyor ve devletin bu konuda bir duyarlılığı olduğunu söylüyor. Devlet bu konuda duyarlı! Devletin duyarlılığını ben biliyorum, o devletin kimin devleti olduğunu da ben gayet iyi biliyorum. O devlet Türkiye Cumhuriyeti Devleti değil, Türkiye Cumhuriyeti Devletini hançerleyen devlettir, o devlet Ergenekon Balyoz’u yaratan devlettir. Ve bugünkü iktidarın da o devlete hizmet ettiğini biz gayet iyi biliyoruz. 15 Temmuz’u unutmadık, darbe girişimini de unutmadık. Gizli tanık... Neymiş? Devlet koruyormuş. Hâkime baskı, serbest bıraktılar, hâkim serbest bırakıyor. Sonra savcı itiraz ediyor, yeniden tutuklama kararı çıkıyor, ne bu uyuşturucu baronunu bulabiliyorsun ne de üç adamını, sırra kadem bastılar, hepsi gitti. Bu mudur adalet? Bir daha soruyorum, bu mudur adalet? Bu adaleti yaratan kişi, şimdi sarayda oturan kişidir. Böyle bir adaleti Türkiye’nin başına musallat eden kişi sarayda oturan kişidir. Yargıya doğrudan doğruya talimat verip, istediğini hapsettirip, istediğini serbest bırakan kişi sarayda oturan kişidir. O nedenle yargı böyle bir açmazla karşı karşıya.
ADALETİN, HÂKİMLER SAVCILAR YÜKSEK KURULUNUN KENDİSİNE GELMESİ LAZIM
Bir de yargının başka bir cephesi var. İddianamesi dahi olmayan, iddianame yok, Osman Kavala bir sivil toplum örgütünde çalışıyor, iddianame yok, bir yıldır tek kişilik bir odada. Neymiş? Anayasal düzeni ve hükümeti devirmeye teşebbüs suçundan içeride. İddianame olmadığı için mahkemede hâkimin de önüne çıkamıyor. Bunun için acaba içeriden birisinin yine telefon mu etmesi lazım, bir uyuşturucu baronu artı dolar baronunun araya girmesi mi lazım? Birinin yine hâkime talimat mı vermesi lazım? Bu hâkimlerde din ve vicdan yok mu, hukukun üstünlüğü kavramı yok mu? Bir yıldır tek kişilik odada esir gibi tutuluyor.
Eren Erdem aynı şekilde! Efendim yurtdışına kaçacak diye tutukluyorlar. Eren Erdem FETÖ dolayısıyla kitap yazmış, o hareketin ne kadar tehlikeli olduğunu bütün dünyaya duyurmuş, dokunulmazlığı kalktığı zaman da defalarca yurtdışına gidip gelmiş bir kişi. Peki, nasıl oluyor da Eren Erdem kaçacak diye içeride, uyuşturucu baronu dışarıda. Bu mudur adalet? Bu adaleti ve bu adalet anlayışını, özellikle Adalet ve Kalkınma Partisine, yani AK Partiye oy veren vatandaşlarımın vicdanına teslim ediyorum. Başka bir şey demiyorum. Gizli tanık, orada bir gizli tanık var, Eren Erdem olayında da bir gizli tanık var. Gizli tanık şunu söylüyor. Önce bir mesaj atıyor, diyor ki “Bana Turgay Uğur vasıtasıyla ulaştılar, vergi borçlarımı kapatacaklar, senin hakkında bazı suçlamalar yapmamı istiyorlar” diyor. Kime söylüyor? Eren Erdem’e attığı bir mesajda söylüyor. Yani beni gizli tanık olarak buldular, senin aleyhine konuşursam benim bütün vergi borçlarımı kapatacaklar diyor. Bu savcı, yani bu baskıyı yapan eğer savcıysa, o savcının derhal görevden alınması lazım. Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulunun gereğini yapması lazım. Sonra bu gizli tanık geliyor mahkemede diyor ki, “Eren Erdem aleyhine ifade vermem istendi, ifade verirken psikolojim bozuktu, intiharın eşiğindeyim.” Ne olması lazım? Serbest bırakılması lazım! Bir yargıç diyor ki serbest bırakın, ikisi hayır tutuklanması lazım diyor. Ve 7 Ocak’a kadar yine tek kişilik bir odada Eren Erdem bekleyecek, adaleti bekleyecek. O nedenle adalete güven sarsılıyor. Adalete olan güvenin sarsılmasına kaynaklık eden, adaleti dağıtan hâkimlerdir, başkaları değil. Onların dik ve onurlu durmaları lazım.
Yine aynı şekilde avukatlar... Avukatları aldılar tutukladılar. Bir süre sonra dediler ki, tamam serbest bıraktık sizi. Gecenin yarısında yolun kenarına bıraktılar. Onlar o gece sabaha karşı evlerine gitti. Ertesi gün savcı itiraz etti, avukatlar için tekrar tutuklama kararı çıktı kaçarlar diye. Avukatlar kendileri gittiler, buyurun biz geldik tutukluyorsanız buyurun tutuklayın dediler. Adalete bakın, anlayışa bakın.
Aynı şekilde, Berkin Elvan'ın cenazesine katıldı diye 11 aydır bir öğrencimiz içeride, Berkay Ustabaş. O da kendisi gidiyor, çağırıyorlar gidiyor, kaçacak hali yok, zaten öğrenci. Bu da içeride! Niçin? Uyuşturucu baronu değil. Niçin? Arkasında Trump gibi bir adam yok. Niçin? Merkel gibi bir adam da yok. Niçin? Dolarları yok. Niçin? İktidarda dayısı yok, parası yok, satın alacağı adam yok, FETÖ borsasına dahil olacak parası yok ve içeride.
Aynı şekilde Sise Bingöl, 85 yaşında bir kadın. 85 yaşında! Adını bilmiyor, tansiyonu var, bir de raporu var, cezaevinde kalamaz raporu var, ama içeride, dışarı çıkarmıyorlar. Niçin? Bunun da parası yok pulu yok, doları yok, dayısı yok, akrabası yok ve dolayısıyla o da içeride.
Değerli arkadaşlarım, bunlar adalet dediğimiz kavramı yıpratan olaylar. Adaletin kendisine gelmesi lazım; hâkimleri, Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulunun kendisine gelmesi lazım. Bu kadar haksız uygulamalara yol açan yargıçların o görevden alınması lazım. Erdoğan’ın isteğini yapmadı diye hâkimi görevden alıyorsun, sürüyorsun, adaletin içini boşaltan adamı yükseltiyorsun. Hâkimler Savcılar Kurulunun adalete eğer saygı duyuyorsa, gereğini yapması lazım.
ELLERİNİ KOLLARINI SALLAYARAK VIP’DEN ÇIKIP GİTTİLER
Tabii adalet çökünce ne olur? İktidardaki siyaset de çöker. Nasıl? Kaşıkçı cinayeti. Adamlar program yaptılar, Kaşıkçı’yı nasıl öldüreceklerini programladılar. Suudi Arabistan’dan geldi katiller, uçaklarla geldiler, otellere yerleştiler. İki gün sonra gelecek dediler, kurban gelecek. İki gün sonra gitti ve öldürüldü, cesedi parçalandı, şimdi nerede olduğu belli değil. Suudi Arabistan’da mı, kimyasal bir eriyik içinde yok mu edildi bilemiyoruz, ama bu işi yapan bütün uzmanlar geldiler. Ellerini kollarını sallayarak da yurtdışına çıktılar, başkonsolos dahil.
Değerli arkadaşlarım, böylece siyasetin çöktüğünü, siyasetin adalete gölge düşürdüğünü bir kez daha görmüş olduk. Katiller gelecek, cinayeti işleyecek, bundan iktidar sahiplerinin haberi olacak, ses kayıtları olacak. Bir iddiaya göre ayrıca görüntü kayıtları olacak, nasıl öldürüldüğü parçalandığı ifade edilecek, ama katillerin gitmesine izin verilecek. Niçin? Niçin izin veriliyor katillerin gitmesine, hangi gerekçeyle izin veriliyor? Papaz nasıl yurtdışına gittiyse, katiller de öyle yurtdışına gitti, bunu hiç kimse unutmasın. Papaz nasıl gitti? Ne diyordu Erdoğan? “Bu fakir bu göreve olduğu sürece o papazı benden alamazsın” diyordu. Papaz uçtu, beyefendi sarayda. Papaz gitti, beyefendi yerinde! Katiller de gitti. Hiç değilse papaz katil değildi, ama 15 kişilik katil ordusu geldi cinayeti işlediler, bir gazeteciyi öldürdüler, ellerini kollarını sallayarak iktidarın gözetiminde VIP’den çıkıp gittiler. Ve sonra sen kalkacaksın bu ülkede adalet var diyeceksin. Adalet yok, iktidardaki siyaset de çürüdü.
OYUNCAK LİDER
Niçin yapıyor bunları? Değerli arkadaşlarım, uluslararası sözleşmelerin bize verdiği, yani her devlete verdiği hakkı bir iktidar kullanmazsa arkasında ne ararsınız? Uluslararası hukukun bize verdiği hakkı, yani konsoloslukların dokunulmazlığı yok, cinayet işlenirse tutuklanır, bitti bu kadar, etrafı sarılır bitti bu kadar. Geçmişte yapılmış mı? Yapılmış. Örneği var mı? Var. Dünyada örneği var mı? Dünyada da örneği var. Niye serbest bırakıldı, hangi gerekçeyle serbest bırakıldı? Ben hangi gerekçeyle sen bunları serbest bıraktın Erdoğan dediğimde, onun sözcüsü diyor ki Kılıçdaroğlu Kaşıkçı olayını kapatmaya çalışıyor. Pes yani, pes yani vallahi, mizah dergileri bile... Zaytung haberi mi dedim acaba ben vallahi, inanamadım öncelikle. Katilleri Suudi Kralının isteği üzerine serbest bırakıldı. Bir daha söylüyorum, Erdoğan ve ekibi katilleri Suudi Kralının isteği üzerine serbest bıraktı ve gittiler. Katillere göz yumanlar, katillerin ellerini kollarını sallayarak Türkiye’den çıkmasına imkân verenler cinayet ortağıdırlar, bu kadar basit. Diyor ki, olayı fazla deşelemeden diyor bu işi halledecek diyor Erdoğan. Kim? Danışmanı söylüyor. Şimdi yazı yasağı getirmişler fazla yazmayın diye. “Olayı fazla deşelemeden” ne demektir? Bu olayı nasıl kapatırız demektir. Suudi Kralının gönlünü nasıl hoş tutarız demektir. Olayı fazla deşelemeden!
Merkel’e teslim oldun, Macron’a teslim oldun, Trump’a teslim oldun, Suudi Kralına da teslim oldun. Hani sen dünya lideriydin! Nasıl bir dünya lideri bu? Oyuncak lider, herkesin tokat vurup sonuç aldığı lider… Böyle liderlik mi olur? Ben senin şahsına bir şey söylemiyorum, beni üzen Türkiye Cumhuriyetinin itibarını yerlerde süründürmendir, beni üzen bu.
Bakın yine, tabii Allah konuşturuyor. Herhalde büyük bir ihtimale prompter’a bakmadan konuşuyor. Bir açıklama yapmış, “Biz elimizdeki bilgi ve belgelerin kopyalarını Suudi’lere verdik.” Yani itiraf ediyor, bütün cinayet belgelerini Suudi’lere verdik diyor. “Onlar bunları görünce şaşırıyorlar.” Kendisi şaşırmamış, cinayet işlenmiş şaşırmamış, ama Suudi’ler şaşırıyor. “Aslında fail belli” ben de biliyorum fail belli, cinayete ortak olanlar belli, izin verenler belli, talimatı verenler de belli. Yani Suudi Arabistan’dan bir siyasal yetkili talimat vermese, 15 kişilik cinayet ekibi buraya mı gelir? Hepsi de kamu görevlisi, birileri talimat vermiştir. Peki, bu 15 kişinin Türkiye’ye gelmesi talimatını veren kim? Ben de biliyorum kim verdi, sen de biliyorsun kim verdi? “Elimizde başka bilgi belge yok değil var” diyor. Yani henüz daha Suudi’lere vermediği bazı bilgiler var. Ne demektir? Sen bu cinayeti biliyordun, bu gazetecinin nasıl öldürüldüğünü biliyordun, elinde belgeler vardı, elinde bilgiler vardı, henüz daha bunların büyük bir kısmı açıklanmamış. Peki, kardeşim sen bu katilleri niye serbest bıraktın? Adalet Bakanlığını niye devre dışı tuttun? Dışişleri Bakanlığını niye devre dışı tuttun? Cumhurbaşkanlığı makamını niye devre dışı tuttun, neden bunlar görev yapmadılar?
TESLİM ALINAN SÖZDE CUMHURBAŞKANI
Değerli arkadaşlarım, bir soru daha var. Kaşıkçı cinayeti için Türkiye neden seçildi? Niye başka bir ülke değil de Türkiye’ye git dediler? Türkiye’de İstanbul’daki başkonsolosluğa başvur dediler neden? Bir sürü yer var, niye Türkiye ve hangi gerekçeyle Türkiye’yi önerdiler? Çünkü şunu çok iyi biliyorlardı, Erdoğan avuçlarının içinde, her dediklerini yaptırabilirler, sen git orada bu gazeteciyi öldür, hiç meraklanma tamamını biz tekrar Suudi Arabistan’a götürürüz. Başka hiçbir neden yok. Teslim alınan bir sözde cumhurbaşkanı var, teslim alanlar da kesinlikle bölgenin egemen güçleri, dünyanın egemen güçleri. Yok edilmesi gereken bir gazeteci var ve yok edilmesi gereken yer de İstanbul, yani Türkiye. Çünkü Erdoğan teslim alınmış vaziyette.
TÜRKİYE BORÇ TUZAĞI İÇİNDE
Değerli arkadaşlarım, eğer bir ülkeyi yöneten kişi egemen güçler tarafından teslim alınmışsa, o ülkenin itibarı yerlerdedir. Diyeceksiniz ki nasıl teslim alındı? Ben hep örnek veririm, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün iki temel ilkesi vardır; siyasal bağımsızlık, ekonomik bağımsızlık. Siyasal bağımsızlığın özü nedir? “Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir” der, bayrağımın altında özgürce ve bağımsız yaşamak isterim. Bu siyasal bağımsızlıktır. İkincisi, “Savaş meydanlarında kazanılan zaferler, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazsa, siyasi bağımsızlığını koruyamazsınız” der. O da ekonomik bağımsızlık, yani mali bağımsızlıktır. Şimdi Türkiye’nin mali bağımsızlığı büyük ölçüde egemen güçlerin de eline geçmiş vaziyette. Siyasi bağımsızlığı var, ama ekonomik bağımsızlığı birilerinin elinde. Örnek mi? Buyurun tarıma bakın, saman ithal eden bir ülke. Nohut, mercimek hepsi var bizde. Canlı hayvan, et, ne derseniz, tükettiğimiz ne varsa batıdan geliyor. Batının egemen güçleri 81 milyonu biz besleyeceğiz diye kavga ediyorlar. Sadece et konusunda Avrupa Birliğinde dünya birincisiyiz, et ithalatında, canlı hayvanı bırakın et ithalatında Avrupa Birliğinde dünya birincisiyiz. 97 bin 207 ton kırmızı et ithal ettik beslenmek için. Sanayide aynı şekilde, dışarıdan hammadde gelmezse üretim yapamıyorsunuz. Ve daha da önemlisi, borçlanarak eğer büyümeyi hedef almışsanız, dolayısıyla egemen güçlerin adım adım bilinçli bir şekilde tuzağına düşmüş olursunuz ve Türkiye borç tuzağı içindedir şu anda. Düyun-u Umumiye kurulmadı, ama şu anda egemen güçlerin talimat verip, sonuç aldıkları bir sürecin içindeyiz. Türkiye böyledir.
PARA TESLİM ALDI, PARA!
Örnek, AK Partili kardeşlerim de dinlesinler örneği. Faiz yükselsin diyen kimdi? Batının egemen güçleri. Faiz yükselmesin diyen kimdi? Erdoğan. Peki soru, faiz yükseldi mi, yükselmedi mi? Yükseldi. Ne kadar yükseldi? Onların beklentilerine uygun, tam üç kat, tam üç kat faizi yükselttiler. O zaman şu soru çok önemli, Türkiye’yi batının egemen güçleri mi yönetiyor, sarayda oturan zat mı yönetiyor? Bunu AK Partiye oy veren kardeşlerime söylüyorum. Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığı aşama aşama elinden alınıyor ve onların talimatlarına göre gereği yapılıyor. Bir gazeteci içeride telefon ediyor serbest bırak, bir gecede iddianame hazırlanıyor, bir gecede! Ertesi gün mahkemeye çıkarılıyor ve birkaç saat içinde tahliye edilip Almanya’ya gidiyor. Bu güç ne gücüdür? Para gücüdür, yani teslim alma gücüdür. “Papazı bırakmayacağım” diyordu. “Bu can bu tende kaldığı sürece papazı bırakmayacağım” diyordu. Ne oldu? Önce papazın bırakılacağını onlar açıkladılar. Macron telefon etti, tak bıraktılar. En son Suudi’ler telefon etti, Suudi Kralı, bir değil 15 katili ve başkonsolosu bize getir diye. Niye büyükelçiyi çekemiyor, madem bu ülkede cinayet işlendi ve sen mademki katilleri Türkiye’ye istiyorsun, neden Suudi Büyükelçisini Türkiye’ye çağırmıyorsun? Bırak benim ülkemde cinayet işlenmez, ya bana katilleri teslim edersin veya ben büyükelçimi göndermem. Diyebilir mi? Diyemez. Neden? Para teslim aldı, para! Batının egemen güçleri teslim aldılar. Değerli arkadaşlarım, dolayısıyla bütün bu gerçekleri bilmemiz gerekiyor.
EĞER O ÜLKEYİ AÇIKLAMAZSANIZ, YALAN SÖYLÜYORSUNUZ
Bakın bir şey daha. Sayın Berat Albayrak, Hazine ve Maliyeden sorumlu Bakan, atama, yani müsteşar, bizim bildiğimiz müsteşar Plan Bütçe Komisyonunda görüşülürken kendi bütçesi, şu açıklamayı yapıyor, dış güçlerden saldırı olduğunu söylüyor: “Saldırılar pazar günü yabancı bir ülkenin başkentinde toplanıp planlandı.” Saldırılar, pazar günü toplanıyorlar bir ülkenin başkentinde Türkiye Cumhuriyetine saldırı yapmaya karar veriyorlar. “10 Ağustos’a yönelik finansal spekülasyon hazırlayanlar duvara tosladı” diyor, yani başarılı olamadılar. “Önce 7,5 bandı kırılıp, 6’lara iki ay boyunca kur seviyesini bu noktaya taşımıştır, Eylül sonu kuru 5,90 küsurdur” diyor. Arkadaşlarıma dedim, “Hemen derhal Türkiye Büyük Millet Meclisine hangi ülkenin başkentinde Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı bir operasyon, bir mali operasyon yapılıyorsa, bunu biz bilelim. Ve biz o ülkeye karşı ne yapılması gerekiyorsa millet olarak topyekûn birlikte yapalım.” Öyle ya, ülkeye karşı bir operasyon yapılıyorsa, hep birlikte mücadele etmemiz lazım. Grup Başkanvekillerimiz önergeyi verdiler. Gelsin açıklasın. Efendim bu olmaz. Belki gizli olabilir, o zaman kapalı oturum yapalım, gelsin kapalı oturumda açıklasın. O da reddedildi. Şimdi ben buradan AK Partinin Genel Başkanı Erdoğan’a sesleniyorum, Berat Albayrak’a sesleniyorum, eğer Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı bir ülkenin başkentinde operasyon düzenleniyorsa, o ülkeyi bize açıklamak sizin görevlerinizden birisidir. Eğer açıklamazsanız, yalan söylüyorsunuz. Bir daha söylüyorum, açıklamazsanız yalan söylüyorsunuz.
NEDEN BU İLACI ALMIYOR, BU ÇOCUKLARI ÖLÜME MAHKÛM EDİYORSUNUZ?
Tabii teslim olunca, her alanda sıkıntı çıkıyor. Şimdi değerli arkadaşlarım, ilaç sıkıntısı. Bazı ameliyatlar yapılamıyor, zorunlu olmadıkça yapılamıyor. Şimdi ilaç sıkıntısı başladı. Bakın, Tüm Eczacı İşverenler Sendikası Başkanının açıklaması: “Halkımız tarafından en çok tercih edilen bir ağrı kesici, depolardan eczanelerimize ikişer üçer kutu geliyor. Ülke tarihinde meslek olarak ilk defa ağrı kesicinin temininde sıkıntı yaşanıyor. Olası bir salgını önlemek için ise yeterince grip aşısı bulunamıyor” diyor. Niçin bulunamıyor? Kim yönetiyor bu ülkeyi? Ameliyatlar niye yapılmıyor? Ameliyat eldivenleri bile hasta yakınlarından isteniyor, bana git ameliyat eldiveni al gel, ondan sonra ameliyat yapacağım deniyor. Başka... SMA hastaları var, bir ailenin bu hastalığa yakalanmış çocuğuna bakma şansı yok. Bir dozu 125 bin dolar, bir dozu! Türkiye Cumhuriyeti Devleti sosyal bir hukuk devleti, yani bir sosyal devlet, yani fakirin fukaranın yanında olan devlet, anayasa öyle diyor. Eğer fakirin fukaranın yanındaysa, bu ilacın alınması ve o ailelere verilmesi lazım. Annenin gözlerinin önünde çocuk ölüyor ve anne bunu seyrediyor, çaresizce seyrediyor. Şimdi ben yine soruyorum. Neden bu ilacı almıyorsunuz, bu çocukları annelerinin gözleri önünde neden ölüme mahkûm ediyorsunuz? Eğer sizde vicdan varsa bunu sağlayın, ahlak varsa sağlayın, adalet varsa sağlayın, insan sevgisi varsa sağlayın. Çocuklarımız bizim için değerlidir diyorsanız bunu sağlayın. Neredeyse yıllardır, ama söyleniyor bu, herkes topu birbirine atıyor. Biri Sosyal Güvenliğe, biri Sağlık Bakanlığına, birisi Başbakanlığa, birisi Cumhurbaşkanlığına, birisi bir başka yere, gidecekleri yer kalmadı bu ailelerin. Niçin? Çünkü Türkiye yönetilmiyor arkadaşlar, iyi yönetilmiyor.
ENFLASYON DÜŞMEDİ, YİNE YÜKSELDİ
İlaç ateş pahası, ama mutfakta da yangın var. Gidin pazara ateş pahası, gidin markete ateş pahası. Maaşlar arttı mı? Hayır. Her şey ateş pahası. Biz bunlara yol gösterdik, dedik ki “Bakın Türkiye’yi bu krizden çıkarmak için 13 madde öneriyoruz size. Bunların gereğini yapın ve ondan sonra Türkiye’yi aydınlığa çıkarırsınız. Hep beraber destek veririz ve Türkiye bu krizi aşar. Bilgisi var, birikimi var, kapasitesi var Türkiye’nin, ama iyi yönetilirse, ahlaki yönetilirse bu kapasite sonuç verir, yoksa sonuç vermez.”
Değerli arkadaşlarım, yine söyledik 13 maddeyi açıkladığım gün söyledim. “Bütün sosyal tarafları davet edin, onları dinleyin, onlar hangi çözümleri öneriyorlar size, onlara bir bakın, ondan sonra oturun karar verin. Bunun adı Ekonomik Ve Sosyal Konsey.” Nerede? Anayasal bir kurum Ekonomik Sosyal Konsey. İşçisi var, çiftçisi var, işvereni var, siyasetçisi var, bütün hepsi bir araya geliyorlar ve Türkiye’nin sorunları orada tartışılıyor, çözümler orada aranıyor. Sendikalar orada, hepsi orada. İtibar etmediler. Yeni bir kurum kurmuşlar, kısa adı FİKKO koymuşlar onu da bilmiyorum. Finansal İstikrar ve Kalkınma Komitesi kurmuşlar, efendim bütün bu krizi aşacaklarmış. Neymiş? İşçi yok orada, işveren orada yok, sanayici yok, emekli yok, çiftçi yok, reel sektör temsilcisi yok. Niçin? Birilerine koltuk, birilerine para verecekler onun için.
Bakın değerli arkadaşlar, enflasyon geldi, mutfakta yangın var. Aldıkları önlemi söyleyeyim. Önce dediler ki, “Enflasyonla topyekun mücadele programı açıklıyoruz.” Ben de düşündüm her vatandaş gibi, dedik herhalde ciddi bazı önlemler alacaklar. Birinci önlem, hep beraber bir araya geldiler, “Fiyatlarda yüzde 10 indirim yapıyoruz” diye açıklamalar yaptılar. Fiyatlarda yüzde 10 indirim! Sonuç? Sonuç alamadık, enflasyon yükseliyor. Belediye zabıtalarını devreye koydular, fiyatları denetleyin diye. Zabıtalar market market televizyonlarda görünüyor, belediye zabıtasının elinde telsiz. Sonuç? Hikâye, bir şey yok. Toptancıları, halcileri, tüccarları suçladılar, fiyat artışlarını bunlar yapıyor diye. Ne yapacaklar? Hal Yasası çıkaracaklar. Ne olacak? Toptancıları hizaya getirecekler. Sonuç? Hepsi hikâye, bir şey çıkmadı. Sonra... İçişleri Bakanlığı bir genelge yayınladı. Valilere bu sefer görev verdiler, baktılar belediye bu işi halledemiyor, valilere görev verdiler. Fiyat artışlarını kontrol edin denetleyin, kim fiyat artışı yapıyorsa onu cezalandırın. Sonuç? Hepsi hikâye hiçbir şey olmadı. Sonra... Türk lirası dolar karşısında biraz değer kazandı ve dolar düştü. Fiyatlar hiç düşmedi, aynen devam. Sonra... Enflasyon rakamını açıklayan bürokratı görevden aldılar, dediler ki bu bürokratı görevden alacağız, önümüzdeki ay enflasyon düşecek. Bürokrat görevden alındı, önümüzdeki ay enflasyon düşmedi, yine yükseldi.
Satarak memleketi yönetiyorlar, satarak! Şeker fabrikalarını satarak, Telekom’u satarak, kağıt fabrikalarını satarak memleketi yönetmeye kalktılar. İki, borçlandılar, özellikle egemen güçler borçlandırdı, bize gelip teslim olsun bizim esirimiz olsun diye ve sonunda geldiler teslim oldular ve Türkiye’yi bunlar değil, Türkiye’yi başkaları yönetiyor. Geldiğimiz nokta bu.
NEREYE GİTTİ BU PARA?
Değerli arkadaşlarım, geçen hafta bir açıklama yapmıştım. Grup Başkanvekili arkadaşlarıma da söylemiştim, “Bu 15 Temmuz’da şehit olan kardeşlerimiz ve gazilerimiz için para toplandı, ne oldu bu paralar diye bir soru sordum. Çıkın bunu açıklayın” diye. Havuz medyası hemen başlık attı, “Kahramanlara yardım CHP’yi rahatsız ediyor.” Niye bizi rahatsız etsin, biz soruyoruz. Para toplandı mı? Toplandı. Bakın, kararname çıktı mı? Çıktı. Vatandaşa dediler para ver, vatandaş koştu para verdi. Bir televizyon programında, daha doğrusu Anadolu Ajansının bir programına katılan ilgili Bakan da diyor ki, “20 Ocak 2017 itibariyle 309 milyon lira para toplandı, eski parayla 309 trilyon lira para toplandı” diyor. Nereye gitti bu para? Soruyoruz 15 Temmuz şehitlerinin yakınlarına, size para verildi mi? Hayır. Gazilere soruyoruz para verildi mi? Hayır. Nereye gitti bu para? Kim yedi bu parayı? Ben bunu soruyorum, vay efendim işte şehitleri gazileri kötülüyor gibi ya da onları rahatsız ediyor gibi. Bu para dağıtılacak, şehit yakınlarına dağıtılacak, gazilerimize dağıtılacak, takipçisi de Cumhuriyet Halk Partisi olacak. Allah bilir bu gaziler için şehit yakınları için topladıkları parayı da iç ettiler. Efendim neymiş? Vakıf kurulacakmış da, o vakıftan sonra dağıtılacakmış. Vakıf dediğiniz olay bir ayda kurulur. Aradan geçti yıllar, nerede bu para, hangi bankada bu para, kime harcandı bu para, kim kullanıyor bu parayı? Şimdi biz bunu soruyoruz. Reddediyorlar, niçin soruyorsunuz diye. Şehitlerin hakkını kim koruyacak, şehit yakınlarının hakkını kim koruyacak, gazilerin hakkını kim koruyacak? Bütün şehit yakınları ve gazilere sesleniyorum, sizin hakkınızı korumak Cumhuriyet Halk Partisinin namus borcudur.
76 ŞİRKETE 240 MİLYAR LİRALIK HORTUM
Herkesin hakkının teslim edilmesi lazım. Bakın değerli arkadaşlar, TOKİ yani Toplu Konut İdaresindeki bir grup uzman özel bir çalışma yaptı. İstanbul’a nasıl ihanet edildiğinin raporunu hazırladı. Bu rapora göre 76 bina gökdelen, proje için imar planları değiştirildi. Normal imar planına göre 76 proje için öngörülen fazla inşaat alanını söylüyorum. Öngörülen, yani torpille, büyük bir ihtimalle malı götürerek öngörülen teşvik edilen ya da onlara tahsis edilen inşaat alanı, 12 milyon 400 bin metrekare inşaat. Normal bir imar planında olması gerekenden, 12 milyon 400 bin metrekare daha fazla inşaat alanı verildi. Ne kadar rant? 240 milyar lira. 76 kuruma şirkete 240 milyar liralık hortum avantaj sağlandı, 240 milyarlık! Ben söylemiyorum, bu işin uzmanları söylüyor. 240 milyar lira nedir? Eski parayla 240 katrilyon lira, üç tane GAP demek, 150 yataklı tam donanımlı 5 bin 960 hastane demektir, 30 bin okul demektir. Kaç kişiye verdiler? Bir avuç rantiyeye verdiler. Sonra da dönüp dediler ki, “İstanbul’a ihanet ettik.” Sonra dönüp dediler ki, “İstanbul’un böğrüne hançer saplandı.” İstanbullu kardeşlerime sesleniyorum, İstanbul’da özgürce yaşamak istiyorsanız, İstanbul’da trafik derdi olmaksızın yaşamak istiyorsanız, İstanbul’un rantını İstanbullu hakça paylaşacaktır bölüşecektir diyorsanız, İstanbul’un bağrındaki hançeri çıkarmak istiyorsanız, yetkiyi vereceğiniz tek bir parti vardır, o partinin adı Cumhuriyet Halk Partisidir.
Bu 240 milyar lira verildi, avantaj sağlandı. Bunların adı vergi şampiyonları listesinde var mı? Hayır. 240 milyar liradan söz ediyorum. 53 kişi bizim adımızı açıklamayın demiş Maliyeye. Vergi vermek onurlu bir görevdir, vergi vermek insana şeref kazandırır. Ben vergi veriyorum diye gezerim, bu ülkeye vergi veriyorum derim. Bu hortumcular mı bilmiyorum, ama isimlerinin açıklanmasını istemiyorlar. Bunlara soruyoruz, siz ne kadar vergi verdiniz? Asgari ücretli vergi veriyor, siz ne kadar verdiniz? Mutfakta yangın var, vatandaş perişan, hem vergi veriyor hem enflasyonun altında ezilmiş vaziyette. Dolayısıyla bu konuyu bütün vatandaşlarımın dikkatine sunuyorum.
AK PARTİ İKTİDARI DEMEK…
Değerli arkadaşlarım, AK Partili kardeşlerime seslenmek isterim üçüncü kez. Bu toplantıda üçüncü kez sesleniyorum. AK Parti demek pahalılık demektir, sen de yanıyorsun, AK Partiye oy vermeyen vatandaş da yanıyor. Pahalı mı? Pahalı. Kaçıncı yılın sonunda? 16.yılın sonunda geldiğimiz nokta budur. AK Parti iktidarı demek enflasyon demektir. Enflasyon var mı? Var. Aldılar enflasyonu ta yukarılara çıkardılar. AK Parti iktidarı demek işsizlik demektir. 16 yılda işsizlik bitecekti, işsizlikle mücadele programı açıkladılar, gençler işsiz. AK Parti iktidarı demek israf demektir. Evet, uçan saray, yazlık saray, kışlık saray, efuliler, ejder meyveleri, adını bilmediğimiz bir sürü neler varsa burada var, israf demektir. İsraf haramdır, AK Partiye oy verirsen harama ortak olursun, onu da söyleyeyim. AK Parti iktidarı demek pahalı gübre, pahalı mazot, pahalı ilaç, çaresiz çiftçi demek. AK Parti iktidarı demek, emeklilikte yaşa takılmak demektir. AK Parti iktidarı demek, niteliksiz kalitesiz yoğun bakımda eğitim demektir. AK Parti iktidarı demek, borç batağına sürüklenen esnaf demektir. AK Parti iktidarı demek, itibarsız dış politika demektir. AK Parti iktidarı demek, Londra’daki bir avuç tefeciye hizmet eden iktidar demektir. O nedenle herkesin bunu bilmesi lazım. Bu söylediklerimin tamamı doğru, tamamı! Niçin doğru? Zaten vatandaş günlük yaşamında bunları görüyor. Çiftçisi de görüyor, esnafı da görüyor, tüccarı da görüyor, sanayicisi de görüyor, avukatı da görüyor, mühendisi de görüyor, ayakkabı boyacısı da görüyor, simitçisi de görüyor. 16 yılda memleketi buraya getirdiler.
ÇİFTE KAVRULMUŞ MAAŞ YETMİYOR, YÜZDE 26 ZAM YAPACAĞIM DİYORSUN
Bu saydıklarım halkın ekonomisi, bir de saray var. Sarayda kira var mı? Yok. Ulaşım parası var mı? Yok. Emeklilikte yaşa takılma... O da yok. Pahalı mazot, gübre, ilaç, bunların hiçbirisi yok. Enflasyon derdi zinhar yok. Şimdi beyefendi diyor ki, maaşım az yüzde 26 zam yapacağım maaşıma. Gözünü toprak doğursun kardeşim, alıyorsun 59 bin lira, her ay 59 bin lira alıyorsun. Yetmiyor bir de emekli aylığı alıyorsun. Şimdi o iki maaş, çifte ne derler buna? Çifte kavrulmuş değil mi? Çifte kavrulmuş maaş alıyorsun, bu yetmiyor yüzde 26 zam yapacağım diyorsun. Kaç lira olacak? 74 bin 500 lira olacak diyor benim aylığım, yetmiyor bu para diyor. Peki, ayda 1600 lirayla bu gariban işçi nasıl geçinecek? Onun düşünen var mı?
Geçen gün bir televizyon programına katılmıştım, orada Tekirdağ’la Muğla Büyükşehir’in isimlerini değiştirmişim. Yani Tekirdağ’da yapılanı Muğla Büyükşehir yaptı diye söylemişim. Erdoğan bunu fırsat bilip, hemen vay efendim işte sorduk hiç böyle bir şey yok. Bunu soracağına Sevgili Erdoğan, sorsaydın bu CHP’nin büyükşehir belediyelerinden hangisi yapmış? Belki o yanlış olabilir de, bir başkası yapmış olabilir. Tekirdağ Büyükşehir Belediyemiz bütün ilçelere okul yaptı, bütün mera alanlarını ıslah etti. Sen okul yapamadın, 16 yılda okul yapamadın, hâlâ çifte eğitim var. Sabahçı öğlenci eğitimi var. Biz dedik ki, yol yapamadın, o yolu da bize ver biz yapacağız yolu. Kültür merkezleri yapamıyorsun, ver bize biz kültür merkezini de yapacağız. Vermedi.
AK Partiye oy veren kardeşlerime dördüncü kez sesleniyorum. Bakın kardeşlerim, tek başına iktidar olmamız lazım, istikrara ihtiyacımız var dediler gittin oy verdin, güzel. Daha fazla yetkimizin olması lazım, bu yetki az dediler, anayasa değişmesi lazım, kanunların değişmesi lazım. Oyunu verdin, gelip tamamını yaptılar. Efendim aldığımız vergiler yetmiyor, şeker fabrikalarını satacağız, Telekom’u satacağız, SEKA’yı satacağız, Etibank’ı satacağız, Sümerbank’ları satacağız, yani cumhuriyetin kurduğu ne varsa tamamını satacağız dediler, memleketi ancak öyle idare ederiz, oy ver bize dediler. Yine gittin ona da oy verdin. Güzel. 15 Temmuz şehitlerine ve onların yakınlarına, artı gazilerine yardım yapmamız lazım, bütçede para yok, yardım edin biz bu işi yapacağız dediler, koşa koşa vatandaş gitti hep beraber 309 milyon lira para verdiniz. Yetmedi. Başbakanlığı kaldırmamız lazım, bütün yetkilerin bende olması lazım, anayasanın değişmesi lazım, tek adam olması lazım, benim dışımda memleketi kimse yönetemez dedi, ona da gittin oy verdin kardeşim.
Neticede ne istedilerse verdin, ama ders vermedin. Şimdi sıra geldi ders vermeye kardeşim. Bunların bir derse ihtiyacı var ve o dersi verecek olan da bu ülkenin insanları.
Bu ülkenin insanlarına selamlarımı saygılarımı sunuyorum. Teşekkür ederim.
23.11.2024
23.11.2024
23.11.2024
22.11.2024