04.07.2023

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, TBMM CHP Grup Toplantısında Konuştu (4 Temmuz 2023)

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu:

-“Sivas Katliamının 30'uncu yılı... Aydınların, gazetecilerin, şairlerin yakıldığı bir Türkiye asla kabul edilemez. Sadece Türkiye'de değil, dünyanın hiçbir ülkesinde de kabul edilemez. Bir aydının, bir düşünürün, bir şairin, bir ozanın, bir ressamın, herhangi bir insanın yakılarak öldürülmesi kadar vahşi bir şey yoktur ve bu bir insanlık suçudur ve o ateş hala yüreklerimizde yanıyor.”

-“Can Atalay yine hapiste, 50 günü geçti... Nasıl bir dünyada, nasıl bir ülkede yaşadığımızı herhalde bundan daha güzel bir örnek göstermez.”

-“Gezi Davası tutukluları başlı başına bir dramdır bu da, başlı başına bir dramdır. Bakınız Tayfun Kahraman, Hakan Altınay, Mücella Yapıcı, Mine Özerdem, Çiğdem Mater; tam 435 gündür bunlar hapishaneler.”

-“Osman Kavala tam 2072 gündür özgürlüğünden mahkum edildi. İki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı var suçsuzdur diye. Türkiye'de iki ayrı mahkeme tahliye edilmesi için karar verdi, iki ayrı mahkeme beraat için karar verdi. Ama kararları takan kim? Adalet Bakanlığı, kronik rahatsızlıkları olanların cezalarının kaldırılmasına yönelik bir genelge çıkardı. Bu genelgeyi de takan yok. 75 yaşında, 80 yaşında, 85 yaşında insanlar, eski komutanlar içerdeler. Neden, neden? İnsanda biraz vicdan olur, biraz ahlak olur, biraz adalet duygusu kırıntısı olur.”

-“Merdan Yanardağ; bir televizyoncu, bir gazeteci, bir yazar. O da 7 gündür tutuklu. Bir komisyon oluşturduk gazetecilerden ve avukatlardan Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak; gidildi, ziyaret edildi. Bir gazeteciyi tutuklamak, bir televizyoncu tutuklamak hangi aklın işidir?”

-“Kabineyi Düyun-u Umumiye Kabinesi olarak ilan etmiştim. Çünkü bu ülkeyi borç batağına sürükleyenler bir süre sonra batının tefecileri tarafından teslim alındı. Artık onlar ülkeye Hazine ve Maliye Bakanını tayin eder hale geldiler. Artık onlar Türkiye'ye Merkez Bankası Başkanını tayin eder hale geldiler. Bu tablo bizim kabul edeceğimiz türden bir tablo değildir.”

-“Öyle bir noktaya getirdiler ki, önce Türkiye'ye borç verdiler, borç batağına sürüklediler, şimdi emir alır hale geldiler. Dünyanın kaderini parayı kontrol eden belirler. Erdoğan kontrol eden değil, artık kontrol edilen kişidir. Uluslararası tefecilerin kontrol ettiği ve yönlendirdiği kişidir. Düne kadar "faizi artırmam, arttıramam, asla bunu yapmayacağım" diyen kişiye tükürdüğünü yalatmak da bu uluslararası tefecilerin görevleri arasında olmuştur.”

-“Bizler 25 milyon gibi birçok ülkenin toplam nüfusuna sahip insanla birlikte çıkarsız, parasız, sadece ama sadece hakkın yanında olmak için bir araya gelen bir koalisyon kurduysak; başörtülüsü, başı açığı, seküleri, Atatürkçüsü, milliyetçisi bir araya gelebildiysek büyük bir değişimi zaten başlatmışız demektir. Ama biz toplum olarak neyin değiştiğine değil, neyin değişmediğine bakarsak hata yapmış oluruz. Değişen şeyler yüzde 20'lerden yüzde 48'lere uzanan kitlelerdir. Değişen şeyler asla görüşülemez denilen cenahlarla görüşmek, ittifak yapmaktır. Değişen şeyler, neden bizden değilsin diye o tarafı görmezden geleceğine, onların yanına gidip ellerini tutmaktır. Bugün bu değişimleri yaparak 25 milyonu davamıza kattık. Yarın 35 milyonu davamıza katacağız, bundan hiç kimsenin en ufak bir endişesi olmasın.”

-“Devrimlerin tek bir lideri olmaz ama her zaman devrime inanmış halklar olur ve tüm başarı halkın kendisidir. Biz Cumhuriyet Halk Partisi'nin her bir neferi, en az 25 milyondan oluşan halkımızla birlikte onların lideri olarak değil, yoldaşı olarak değişime ışık tutmaya devam edeceğiz.Haramilerin saltanatlarını liderler değil, halklar yıkmıştır ve emin olun ki bu saltanatın yıkılması da sandığımızdan çok daha yakındır.”


Hepinize en içten sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum. Bizleri televizyonları başında, sosyal medya hesaplarında veya radyolarında dinleyen bütün vatandaşlarıma Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan kucak dolusu sevgiler, saygılar gönderiyoruz.

Bir Kurban Bayramı'nı daha idrak ettik, acısıyla tatlısıyla bir bayramı daha geçirdik. Depremzede vatandaşlarımızın evlatlarını, eşlerini, çocuklarını kaybeden depremzedelerin acıları her zaman bizim de yüreğimizde. Dolayısıyla acısız bir bayramı geçirmek acaba Türkiye Cumhuriyeti Devletine nasip olacak mı diye kafamda hep bir soru işareti var. Deprem hadi diyelim oldu, büyük acılar yaşandı ama bazen kendi irademizle haksızlıklara kapı aralıyoruz. Devletin kendi iradesiyle haksızlıklara kapı aralaması aslında yüreğimizi yakan temel konulardan birisidir.

Cezaevlerinde düşüncesinden ötürü, düşüncesini ifade ettiği için hapis yatan çok sayıda gazeteci var, hak savunucuları var, avukatlar var, siyasetçiler var. Hiç kimse 21.yüzyılın Türkiye'sinde düşüncelerinden ötürü hapse atılmamalı. Düşünce, özelikle de aykırı düşüncelerin ne kadar değerli olduğunu aklını kullanan her kişinin bilmesi gerekir. Çok sık kullandığım bir örnek vardır, aksini düşünmek... Elma ağacının altında yatan Newton gibi. Kafasına düşen elmayı alır ve dünyanın en basit ve en aykırı sorusunu sorar: Bu elma niye yere düşüyor da yukarıya doğru gitmiyor? Bu aykırı düşünce Newton'un yer çekim kanunu bulmasına yol açar. O nedenle düşünceden, aklımızı kullanmaktan hiç kimse ötekileştirilmemeli, hiç kimse yargılanmamalı. Biz eğer aklımızı kullanabilirsek Türkiye'yi aydınlığa çıkaracağız. Ama birileri, benim gibi düşünmediğin için ben seni hapse atarım derse o ülkede demokrasi olmaz.

Acılar var. Evet, bayramda da yaşandı bu acılar. Evet, Sivas Katliamının 30'uncu yılı... Aydınların, gazetecilerin, şairlerin yakıldığı bir Türkiye asla kabul edilemez. Sadece Türkiye'de değil, dünyanın hiçbir ülkesinde de kabul edilemez. Bir aydının, bir düşünürün, bir şairin, bir ozanın, bir ressamın, herhangi bir insanın yakılarak öldürülmesi kadar vahşi bir şey yoktur ve bu bir insanlık suçudur ve o ateş hala yüreklerimizde yanıyor. Adaletin sağlanmadığı bir yerde bu ateşler hep yanar ve adaletin sağlanması lazım.

Adaletin olmadığı bir dünyada insan haklarından söz edemezsiniz. Adaletin olmadığı bir dünyada doğa haklarından söz edemezsiniz. Adaletin olmadığı bir dünyada özgür düşünceden söz edemezsiniz, demokrasiden söz edemezsiniz, insan haklarından, hayvan haklarından söz edemezsiniz. Dolayısıyla insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur Sivas olayları ve bunun zamanaşımının olmaması lazım. Türk Ceza Yasası da bunu böyle öngörüyor zaten. Takipçisi olacağız, olmaya da devam edeceğiz.

Her seferinde söylerim, yine de ifade edeyim: Can Atalay yine hapiste, 50 günü geçti... Nasıl bir dünyada, nasıl bir ülkede yaşadığımızı herhalde bundan daha güzel bir örnek göstermez. Gidiyorsunuz, başvuruyorsunuz, Yüksek Seçim Kurulu diyor ki: Evet, milletvekili adayı olabilirsin. O da hakimler karar verdiğine göre gidip ben de başvurayım diyorum. Halkın oylarıyla milletvekili seçiyorsunuz ve milletvekili oluyorsunuz. Demokrasinin kuralları işliyor. Tutuklusunuz, hükümlü değil, mahkum değilsiniz; tutuklusunuz ve dışarıya çıkarmıyorlar sizi.

Yine ben Numan Kurtulmuş'a seslenmek isterim: Bir Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi haksız yere, yasalara, Anayasa'ya aykırı olarak eğer cezaevinde tutuluyor ve kendisi hiçbir girişimde bulunmuyorsa, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin itibarını ayaklarının altına alıyor demektir. O nedenle Sayın Kurtulmuş'a tekrar çağrı yapıyorum: Eğer nasıl bir yazı yazmam gerekir diyorsa, benzer uygulamalarını Türkiye Büyük Millet Meclisi arşivlerinde bulabilir, Sayın Cindoruk'un yazılarını çıkarabilir, Sayın Cindoruk'un nasıl mücadele etiğini görebilir orada. Artık Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı karar alırken saraydan irade almamalı, saray ne diyecek diye sormamalı. Çünkü o sarayın hakkını, hukukunu değil, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin hakkını ve hukukunu savunmak zorundadır.

Gezi Davası tutukluları başlı başına bir dramdır bu da, başlı başına bir dramdır. Bakınız Tayfun Kahraman, Hakan Altınay, Mücella Yapıcı, Mine Özerdem, Çiğdem Mater; tam 435 gündür bunlar hapishaneler. Dava açıldığında birisi yurtdışından geldi. Kaçma niyetleri yok zaten, suç işlemediler ki kaçsınlar. Ama tutuklandılar... Şimdi Yargıtay'ın kararını bekliyorlar, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın kararını bekliyorlar ve bu kararın da bir an önce açıklanması lazım. Onlar da büyük bir olasılıkla saraydan bekliyorlar görüş, gelen görüşe göre biz karar verelim diyelim. Bir yargıcın, bir savcının iradesi saraya ipotek edilemez, bir kişinin iradesine ipotek edilemez. İpotek ediliyorsa artık o savcı ve yargıç değildir. Yargı mensubu da değildir o. Böyle bakmak gerekiyor.

Osman Kavala tam 2072 gündür özgürlüğünden mahkum edildi. İki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı var suçsuzdur diye. Türkiye'de iki ayrı mahkeme tahliye edilmesi için karar verdi, iki ayrı mahkeme beraat için karar verdi. Ama kararları takan kim? Şimdi ben vicdan sahibi herkese sormak isterim. Neden içerde? Ayrıca sayısız uyarı var yapmayın, etmeyin diye. Daha başka bir şey, haksızlıklar karşısında Adalet Bakanlığı diyor ki: Kronik rahatsızlıkları olanlar veya sorunu olanların cezalarının kaldırılmasına yönelik bir genelge çıkardı. Bu genelgeyi de takan yok. 75 yaşında, 80 yaşında, 85 yaşında insanlar, eski komutanlar içerdeler. Neden, neden? İnsanda biraz vicdan olur, biraz ahlak olur, biraz adalet duygusu kırıntısı olur. Bunları bu gün dile getirmiyorum sadece, her ortamda dile getirmeye çalışıyorum Mısır'daki sağır sultan da duysun diye.

Eğer biz bunları dillendirmezsek, bunların özgürlüğüne kavuşmalarını istemezsek, siyaseten görevimizi yapmıyoruz demektir. Bunların hiç biri belki CHP'ye hiç oy da vermedi. Ama bir siyasal partinin temel görevi ülkede, kendi ülkesinde demokrasiyi, hakkı, hukuku ve adaleti savunmaktır. Biz hakkı, hukuku ve adaleti savunuyoruz, bunu gerçekleştirmek için çaba harcıyoruz. Çünkü bizim dokularımıza işleyen şu temel ilke vardır: Adalette çifte standart olmaz. Benden olursa dışarı çık, benden olmazsa içerde kalacaksın... Bu adalet değildir. O nedenle bütün milletvekili arkadaşlarım, bütün yoldaşlarım, gittiğiniz her yerde, her kahvede haksızlıkları anlatın. Haksızlık karşısında susan eğer dilsiz şeytan ise haksızlıklar karşısında asla susmayacağız.

Ve Merdan Yanardağ; bir televizyoncu, bir gazeteci, bir yazar. Niçin içerde? Hangi gerekçeyle içerde? O da 7 gündür tutuklu. Bir komisyon oluşturduk gazetecilerden ve avukatlardan Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak; gidildi, ziyaret edildi. Bir gazeteciyi tutuklamak, bir televizyoncu tutuklamak hangi aklın işidir? Önce bekliyorlar, hiç bir şey yok... Troller devreye giriyor, her türlü suçlamaları yapılıyor, suçlamalardan sonra savcılar harekete geçiyor; tutuklanmaması gereken bir konuda tutuklanma kararı veriliyor. Akıl alacak şey değil ama bunları Türkiye'de yaşıyoruz.

İzmir'deydi yanlış hatırlamıyorsam, bir müzik çaldı minarede. Onu paylaşan kişiyi tutukladılar ama onu yapan kişiyi görmediler. Çünkü bir karmaşa çıksın istiyorlardı, bir kavga çıksın istiyorlardı. Bunun adı kısaca hainliktir. Bu ülkeye hainlik yapanları kendi aramızda da ülkemizde de barındırmamak bizim temel görevimizdir, bunu da beyan etmek isterim.

Değerli arkadaşlarım, var olan kabineyi Düyun-u Umumiye Kabinesi olarak ilan etmiştim. Evet, Düyun-u Umumiye Kabinesi. Çünkü bu ülkeyi borç batağına sürükleyenler bir süre sonra batının tefecileri tarafından teslim alındı. Artık onlar ülkeye Hazine ve Maliye Bakanını tayin eder hale geldiler. Artık onlar Türkiye'ye Merkez Bankası Başkanını tayin eder hale geldiler. Bu tablo bizim kabul edeceğimiz türden bir tablo değildir. Uluslararası tefeciler eğer artık bakan atıyorsa, Merkez Bankası'na başkan atıyorsa çok ciddi bir beka sorunumuz var demektir. Bunun görüşülmesi, bunun anlatılması gerekiyor. Yine sizden isteğim, milletvekilleri, kadın kolları, gençlik kolları, il başkanları, ilçe başkanları; evet seçimler yapılmaya başlandı ama seçimlerle beraber, yani mahalledeki seçimlerle beraber bunu da hem kendilerine, arkadaşlarına hem de halka anlatma yükümlülükleri, borçları var. Bunun da üzerinde durmamız gerekiyor. Denize düşen yılana sarılır diye güzel bir atasözümüz var bizim. Öyle bir noktaya getirdiler ki, önce Türkiye'ye borç verdiler, borç batağına sürüklediler, şimdi emir alır hale geldiler. Ne diyor? Güzel bir söz… Borç alan, emir alır diyor. Evet, şimdi emir alıyorlar ve dünyanın kaderini parayı kontrol eden belirler. Erdoğan kontrol eden değil, artık kontrol edilen kişidir. Uluslararası tefecilerin kontrol ettiği ve yönlendirdiği kişidir. Düne kadar "faizi artırmam, arttıramam, asla bunu yapmayacağım" diyen kişiye tükürdüğünü yalatmak da bu uluslararası tefecilerin görevleri arasında olmuştur. Ve biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bunları içimize sindiremiyoruz. Bizim temel görevimiz, ülkenin siyasal ve ekonomik bağımsızlığını sağlamaktır.

Değerli arkadaşlarım; öyle bir noktaya geldi ki borçlar, dışarıya mahkum olduğunuz zaman dışarının parasıyla da işlem yapmaya mahkum oluyorsunuz. Bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin bankalarında dolar cinsinden tutulan paranın oranı yüzde 65.9 dolarizasyon. Yani Türk Lirası geçmiyor, sadece çarşıda, pazarda geçiyor. Paranız varsa bankada tutuyorsunuz, dolar olarak tutuyorsunuz ve böylece paranızın değerini korumaya çalışıyorsunuz.

Eski bir siyasetçi, ekonomiyle yakından ilgilenen bir dostum geçen gün bana şöyle bir mesaj atmış. Aynen okuyorum: "25 yıl boyunca bu ülkeye hizmet etmiş bir dostum geçen ay emekli oldu ve bana sordu: Bu parayla ne alayım emekli ikramiyesi ile? Dostumuza binaen dolar almasını önerdim. 25 yıllık hizmetin karşılığı, 385 bin lira karşılığı -herhalde bu emekli ikramiyesi- 20 bin 700 dolar aldı. Şu an parası 385 binden, 538 bin liraya çıktı. 25 sene hizmetin karşılığı devletten aldığı para 385 bin lirayken, basit bir kur hareket öngörüsüyle kazandığı para neredeyse bunun yarısı. 12 senelik hizmetin karşılığını 3 haftada kazandı" diyor.

Peki, bu kişi aslında para kazanmış oluyor mu? Hayır. Sadece ve sadece enflasyondan kendi birikimini korumuş oluyor. Kendi vatandaşından bile dolarla borçlanan bir hükümet asla ülkeye sağlıklı bir hizmet götüremez. Buna iktisatçılar ilk günah derler. Kendi ülkenizde, kendi vatandaşımızdan Türk Lirası ile borçlanırsınız. Ama yeri geldiğinde eğer dolarla yabancı para cinsinden borçlanıyorsanız bunun adı iktisatta ilk günahtır ve ilk günah işlendi ve şimdi buradan çıkamıyorlar. Bankalardaki mevduatın, toplam mevduatın yüzde 70.3'ü mudilerin sadece binde 6'sına ait. Bir daha ifade edeyim: Bankalardaki toplam mevduatın yüzde 70.3'ü mudilerin, yani vatandaşların sadece binde 6'sına ait. Gelir dağılımının ne kadar bozulduğunu, 85 milyonunun kimlere hizmet verdiğini göstermesi açısından ilginçtir.

Belki bazı vatandaşlarımız şunu düşünebilirler: "Ya benim dolarla molarla bir işim yok. Ne olacak yani? Dolar alıp vermiyorum, çarşıda pazarda da Türk Lirası ile alışveriş yapıyorum." Bu kardeşime seslenmek isterim: Hayır kardeşim, bu kadar borçlanan bir Türkiye'de sadece sen değil, doğmamış çocuğa bile yükümlü sorumluk getiriyoruz.

Şöyle bir örnek vereyim, bu da çarpıcı bir örnektir: Döviz kurundaki 1 liralık artış; yani döviz 25 liraydı, dolar 26 lira oldu veya 23 liraydı, 24 lira oldu. 1 liralık artışın maliyeti devletin borçlanması açısından 145.5 milyar lira. 1 liralık artışın maliyeti devlete 145.5 milyar lira. Bu 145.5 milyar liralık, 1 liralık artışın getirdiği yükü 85 milyon insan ödüyor. Tabi doları olanlar değil, onlar kazanıyor, beşli çeteler değil, onlar kazanıyorlar. Onlara şimdilik hiç kimse dokunmuyor. Çünkü onlar siyasetin de şeklini belirliyorlar.

Değerli arkadaşlarım, şimdi farklı bir konuya değineyim. Değerli dostlarım, değerli yoldaşlarım, bizleri televizyonları başında izleyen saygıdeğer yurttaşlarım; hepinizin bildiği gibi Cumhuriyet Halk Partisi bir tek adam partisi değildir. Cumhuriyetimizin ve partimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ten günümüze Cumhuriyet Halk Partisi her zaman bir kadro partisi olmuştur. Bir tek adam partisi hiç olmamıştır. Tarihinde doğruları, yanlışları olmuştur, eleştirilebilir, övgüler yapılabilir; yüzlerce kitap, makale, binlerce makale yazıldı. Ama bu hareket her zaman ve her zaman ezilenlerin sesi duyulmayanların, haksızlığa uğrayanların, adalete susamış ağaların yanında olmuştur.

Cumhuriyet Halk Partisi, zulme karşı milyonları kapsayan, kucaklayan çoğulcu bir duvardır. Cumhuriyetimizin temellerinde, demokrasi mücadelemizin tam ortasında, birlikte üretme ve hakça bölüşme arzusunun inşasında Cumhuriyet Halk Partisi'nin kadrolarının imzası vardır. Cumhuriyet Halk Partisi'nin tüm kadroları dünden bugüne siyasi yaşamlarının hiçbir döneminde kişisel ikballerinin peşinde koşmamışlardır.

Örneğin Mustafa Kemal Atatürk gibi saray ve işgal kuvvetlerinin kendisine sunduğu ihtişamlı hayatı elinin tersiyle iterek idam edilmek pahasına Kuva-yi Milliye’yi kurmuş, uçurumun kenarında yıkık bir ülkeden genç bir cumhuriyeti kurmayı başarmıştır. Örneğin İsmet İnönü 1950 seçimleri sonuçlarını, "benim en büyük zaferimdir" diye nitelendirmiştir. Örneğin Ecevit, uluslararası tüm tehditlere ve siyasi yaşamını zora sokma pahasına Kıbrıs'a Barış Harekâtı düzenlemiş, Beşparmak Dağlarına Türk bayrağı dikmeyi, nakşetmeyi başarmıştır. Örneğin Deniz Baykal, 1 Mart tezkeresindeki kararlı duruşuyla Türkiye Cumhuriyeti'ni Ortadoğu kaosunun dışında tutmayı başarmıştır.

Mustafa Kemal Atatürk'ün sözleriyle ifade etmek gerekirse, Cumhuriyet Halk Partisi'nin kuruluşundan günümüze tüm yönetici kadrolarının ortak ideali, felsefesi, vatandaşlarımızı her türlü ayrılıktan ve ayrışmadan uzak tutmaktır. Mustafa Kemal böyle söyler; her türlü ayrılıktan ve ayrışmadan uzak tutmaktır.

Değerli arkadaşlarım; bugün, özellikle de son 10 yılda Türkiye giderek büyüyen bir ekonomik krizle karşı karşıyadır. Hepimiz bunu görüyoruz, hayatımızda biliyoruz. Toplumun neresine, coğrafyamızın neresine giderseniz bunu hissediyorsunuz. Ekonomik buhran, giderek sosyal yaşamı zehirlemeye başlamıştır, özellikle aile yapısını temelden sarsmaya başlamıştır. Boşanma davalarının çığ gibi artması bunun en önemli göstergesidir. Yaşadığımız onca sıkıntı yetmiyormuş gibi, uygulanan göçmen politikası ülkemizin demografisini değiştirmiş, Türkiye'yi Avrupa'nın sığınmacı deposu haline getirmiştir. Daha acı olanı ise, iktidar ailesi üyelerinin dış ülkedeki mal varlıklarının ülkenin dış politikasında pazarlık unsuru haline gelmiş olmasıdır. Açıkça söylemek gerekirse Türkiye bu ve benzeri korkunç sorunun sorumlusu, kaynağı olan otoriter bir iktidar tarafından teslim alınmıştır. Bir daha ifade edeyim; otoriter bir iktidar tarafından teslim alınmıştır.

Bu gerçekler karşısında CHP olarak sessiz durmamız, klasik politika araçlarıyla klasik muhalefet yapmamız beklenemezdi. Konumum gereği yapılması gerekenleri yapmalıydım. Ne mi yaptım? Asla görüşülemez denilenlerle görüştüm, bir araya gelinemez denilenlerle, toplumsal kesimlerle bir araya geldim. Daha önce görmezden gelinen tüm toplumsal kesimleri helalleşmeye çağırdım.

Hiç kimseyi ötekileştirmedim, hiç kimseye kin tutmadım. Ülkemizin farklı toplumsal, siyasal, kültürel kesimleri ile bir fincan da olsa kahve içtim, bir fincan kahveden kırk yıllık hatır çıkarttım. Tüm bunları herkes için hak, herkes için hukuk, herkes için adalet hedefiyle yaptım. Birlikte, hep birlikte, kardeşçe ve özgürce yaşayalım diye bütün bu çabaları gösterdim. Batıya şirin görüneyim diye yanlış olan göçmen politikasını eleştirmekten geri durmadım. Doğuya şirin görüneyim diye Uygur Türklerine uygulanan politikaya ses çıkartmaktan vazgeçmedim.

Değerli yol arkadaşlarım; biz ülkemizin tüm sorunlarının çözümü için sosyal, kültürel, siyasal, ekonomik tüm sorunlarına karşı akılcı çözüm önerileriyle vatandaşlarımızın karşısına çıktık ve tüm sorunların çözüm adresi olarak da Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni adres olarak gösterdik.

Değerli dostlarım; eğer bizim hayat görüşümüz haksızlığa karşı mücadeleyse, doğru yolda olmanın verdiği haz her şeyden üstündür. Asıl mücadele devrimi, değişimi gerçekleştirdiğimizde de haklının yanında kalabilmektir. Yani hayatımız boyunca o değişimin kendisi olabilmektir. Şunu söylüyorum dostlarım: Ne biz seçimi aldığımızda haksızlığa karşı mücadeleyi bırakacaktık, ne de seçimi alamadık diye mücadeleyi bırakacağız. Türkiye'yi bu kabustan çıkarmak için yolun sonuna kadar mücadele edeceğiz, kararlılıkla mücadele edeceğiz.

Bir gerçek daha... Ne ben tek başıma 25 milyon kişiyi bu namuslu davama kattım, ne de tek başına CHP kattı. Bir gerçeği de çok iyi bilmemiz lazım. Ne mutlu bize ki, bu 25 milyon kişinin tamamı haksızlık karşısında susmama, dilsiz şeytan olmama inancımızın koalisyonunda olmak istediler. Çünkü onlar mücadelemizin parasız pulsuz, çıkarsız, namuslu yolun bu olduğunu gördüler. Onlara burada sadakatle iş yok, liyakatle iş var dediğimiz için geldiler. Onlara burada çıkar birliği yok, halkın birliği var dediğimiz için geldiler. Onlara burada saray saltanatı ve bu saltanatın ayrıcalıkları yok, her alanda hakça bölüşüm var, vatanseverlik var dediğimiz için geldiler. Onlara burada adrese teslim ihaleler yok, beşli çeteler yok, hak edene hak ettiği kadar var dediğimiz için buraya geldiler. Onlara burada çete kuramazsınız, büyük paralara sahip olamazsınız, ancak hak ettiğiniz iş kadar para alırsınız dediğimiz için geldiler. Öyleyse biz doğru yoldayız ve doğru yolda kalmaya ne pahasına olursa olsun devam edeceğiz.

Şimdi gelelim değişim ve liderlik meselesine. Bir kere bizler 25 milyon gibi birçok ülkenin toplam nüfusuna sahip insanla birlikte çıkarsız, parasız, sadece ama sadece hakkın yanında olmak için bir araya gelen bir koalisyon kurduysak; başörtülüsü, başı açığı, seküleri, Atatürkçüsü, milliyetçisi bir araya gelebildiysek büyük bir değişimi zaten başlatmışız demektir. Ama biz toplum olarak neyin değiştiğine değil, neyin değişmediğine bakarsak hata yapmış oluruz. Bir daha ifade edeyim: Ama biz toplum olarak neyin değiştiğine değil, neyin değişmediğine bakarsak hata yapmış oluruz. Değişen şeyler yüzde 20'lerden yüzde 48'lere uzanan kitlelerdir. Değişen şeyler asla görüşülemez denilen cenahlarla görüşmek, ittifak yapmaktır. Değişen şeyler, neden bizden değilsin diye o tarafı görmezden geleceğine, onların yanına gidip ellerini tutmaktır. Bugün bu değişimleri yaparak 25 milyonu davamıza kattık. Yarın 35 milyonu davamıza katacağız, bundan hiç kimsenin en ufak bir endişesi olmasın.

Anlatmaya çalıştığım şu… 25 milyonu bir araya getirmenin başarısının sadece bana, yani sadece lidere ait olmadığıdır. Bir daha ifade edeyim; anlatmaya çalıştığım şey, 25 milyonu bir araya getirmenin başarısının sadece bana, yani bir lidere ait olmadığıdır. Bizler, yani hakkın yanında olanlar, haklının yanında olanlar, insanların kimliğini, inancını, yaşam tarzını siyaset malzemesi yapmayan 25 milyon kişiyiz biz. Eğer tüm kara propagandaya, yapılan sahtekarlıklara, sermaye gücüne, sarayın kullandığı devlet bürokrasisinin gücüne rağmen haksızlığı görüp hakkın yanında yer alabilmişsek, bu başarı 25 milyonu olarak hepimizindir, hepimizin başarısıdır.

Başarıyı tek başına üstlenmem ama bu birlikteliği başarısızlık olarak tanımlarsanız o zaman tek başıma karşınıza dururum ve karşınızda dikilirim. Çünkü 25 milyona dokundurtmam, 25 milyonun hakkını ve hukukunu kimseye yedirtmem. Çünkü onlar hiçbir çıkarı olmayan, saray saltanatına rağmen, sarayın tüm sahtekarlıklarına rağmen halkın ve hakkın yanında duranlardır. Sayımızı 25 milyona çıkarma başarısı hepimizindir. Buradaki değişimin mimarı tüm Cumhuriyet Halk Partililerle birlikte Millet İttifakı'nın tüm mensuplarıdır. Parti olarak veya bireysel olarak zulmün karşısında haktan, hukuktan, adaletten yana kim bizimle birlikte olmuşsa bu başarı hepimizindir ve bu başarı herkesin başarısıdır.

Açıkça ifade edeyim; eğer 25 milyona ulaşan bu değişim yeterli değilse başarısızlık benimdir, bu sayıyı arttıracak yeni değişimleri üretme görevi de benimdir. Bugünkü görevim, 25 milyondan bir kişiyi bile feda etmeden, ülkemin namuslu, vicdanlı, hakkın yanında olan kitlelerin sayısını artıracak süreci yönetmektir. Masalar kurarak, Halil İbrahim sofraları kurarak, birleşerek, mücadeleye yorulmadan devam ederek, ileriye doğru değişimin sadece bir gün değil, hayat boyu süren bir süreç olduğunun idraki ile yönetmektir.

Değerli yol arkadaşlarım; gelecekte bu partinin elbette başka liderleri de olacaktır. O zaman da, bugün de ben aynı kalacağım. Bugün Cumhuriyet Halk Partisi lideri olmam ya da olmamam hiçbir şeyi değiştirmez. Çünkü biliyorum ki saray saltanatının karşısında halk olarak hep beraber durup mücadelemizi sürdüreceğiz, otoriter bir yönetimden Türkiye'yi kurtarıncaya kadar. Kazanımlarımızı geriye değil ileriye taşıyacak değişimi hep birlikte başaracağız.

Tüm yoldaşlarımızın şunu akıllarından çıkarmamalarını isterim; ben Cumhuriyet Halk Partisi'nin başında olsam da olmasam da birleştirdiğimiz bu 25 milyonluk demokrasi kitlesi, hakkın yanında duranların kitlesi olacak ama hiçbir zaman bir liderin güdümünde olmayacaktır. Sizler zaten bir liderin ya da bir kişinin güdümünde olmamak için bir araya geldiniz. Hiçbir zaman birleşmeyi, mücadeleyi ve her çeşit başarıyı tek bir isme sakın indirgemeyin. Bizler, hepimiz değişimin ancak bir parçasıyız.

Devrimlerin tek bir lideri olmaz ama her zaman devrime inanmış halklar olur ve tüm başarı halkın kendisidir. Biz Cumhuriyet Halk Partisi'nin her bir neferi, en az 25 milyondan oluşan halkımızla birlikte onların lideri olarak değil, yoldaşı olarak değişime ışık tutmaya devam edeceğiz.

Haramilerin saltanatlarını liderler değil, halklar yıkmıştır ve emin olun ki bu saltanatın yıkılması da sandığımızdan çok daha yakındır.

Hepinize saygılar sunuyorum.


CHP TBMM GRUP TOPLANTISI