30.10.2019

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU (30 EKİM 2019)

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU
(30 EKİM 2019)
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle: Efendim, hepinize en içten selamlarımı, saygılarımı sunuyorum. Bizleri televizyonları başında izleyen bütün vatandaşlarıma, hangi kimlikten, hangi inançtan, hangi siyasi görüşten olursa olsun bütün vatandaşlarımı yürekten kutluyorum. Çünkü cumhuriyetimizin 96. yılını hep birlikte görkemli törenlerle kutladık. Bayramımız kutlu olsun diyorum. Gazi Mustafa Kemal’in en büyük eserim diye tanımladığı cumhuriyet, vatandaş olmanın bilincine ulaştık. Kimsenin kulu, kölesi olmayacağız, bu özgür ülkenin özgür vatandaşları olacağız. Bunu bize sunan başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk, silah arkadaşları, gaziler, şehitler, ama herkese, herkese minnet borçluyuz, şükran borçluyuz, onları saygıyla ve rahmetle anıyoruz. Nur içinde yatsınlar, mekanları cennet olsun.


Elbette cumhuriyet yoksulluklar içinde kuruldu. Devraldıkları cumhuriyet üreten bir cumhuriyet değildi. Fabrikaları olmayan, büyük ölçüde mali bağımsızlığını, ekonomik bağımsızlığını kaybetmiş, hatta yüzde 100’e yakın ölçüde kaybetmiş bir devlet teslim aldılar. Duyunu Umumiye idaresini düşünürseniz o dönem cumhuriyetin hangi koşullarda kurulduğunu çok daha iyi anlarız. Elbette ki cumhuriyet kurulurken ta en baştan beri Gazi’nin kafasında “egemenlik bilâ kaydü şart milletindir” ilkesi vardı. Padişahın değil, bir adamın değil, üç adamın değil, beş adamın değil, bir sınıfın değil, bir aşiretin değil, “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” demiştir ve milletin desteğini her ortamda aramıştır. Elbette ki bu mücadeleyi yaparken bütün mazlum ülkelerden de destek görmüştür. Bakın değerli arkadaşlarım, Kurtuluş Savaşı sırasında ve cumhuriyet kurulduğunda Türk Cumhuriyetlerinden de büyük ölçüde yardım ve destek gelmiştir. Hindistan’a kadar uzanan, Afganistan’dan Hindistan’a kadar uzanan o zincirde pek çok kişi, kurum bize desteklerini esirgememişlerdir. Buhara Cumhuriyeti, yani şimdiki Özbekistan o dönem üç kılıç ve bir de Kur’an gönderirler Türkiye Cumhuriyeti Devletine 17 Ocak 1922’de, Kur’an şu anda Türkiye Büyük Millet Meclisinin kütüphanesindedir. Hatta bu Kur’an geldikten sonra kütüphane neden kurulmuyor, Türkiye Büyük Millet Meclisinde neden bir kütüphane kurulmuyor diye Meclis Genel Kurulunda tartışmalar olmuştur. Belki o Kur’an Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir kütüphanenin kurulmasına vesile olmuştur, hızlandırmıştır ve üç kılıç gönderilmiştir. Kılıçlardan birisini Gazi Mustafa Kemal Paşaya verirler, diğerini Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşaya, üçüncü kılıcı da 9 Eylül’de İzmir’e girerek hükümet konağına Türk bayrağını çeken bölük komutanı Yüzbaşı Şerafettin Beye verilir. Dolayısıyla bu anlamda bağışları yapan gerçekten de soydaşlarımıza yürekten, ama yürekten teşekkür ediyoruz. Onlar daha sonra Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra bütün İslam dünyasında da cumhuriyet kurulduğunu görüyoruz ve o coğrafyaya önderlik yapan Gazi Mustafa Kemal’dir ve onun arkadaşlarıdır. Onu tekrar rahmetle ve şükranla anıyoruz.
Cumhuriyeti kurduk, ama cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırmamız gerekiyor. Her atacağımız her adımda demokrasinin erdemlerini geniş kitlelere aktarmamız gerekiyor. Ne dedik? Hiçbir sınıfa, hiçbir kişiye, aşirete özel ayrıcalık tanınmamıştır. Yani üstünlerin hukuku yoktur, yani egemenlerin hukuku yoktur, herkes eşit vatandaştır Türkiye Cumhuriyeti Devletinde, bu ülkeden yola çıkılarak devlet oluşturulmuştur ve Türkiye Cumhuriyeti Devletini de hep seçilmişler temsil etmişlerdir. Cumhurbaşkanı seçimle gelmiştir, seçilmiştir parlamentoda veya halk tarafından seçilmiştir ve seçimle gelmiştir, ama cumhurbaşkanı herhangi bir şekilde görevinden ayrıldığı zaman onu yine seçimle gelen birisi, yani Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı temsil etmiştir. Anayasa değişikliğiyle rejim değişmiş, cumhuriyette büyük geri adımlar atılmış ve bugün Türkiye Cumhuriyeti’ni eğer cumhurbaşkanı bir yere gittiği zaman Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı değil, atamayla gelen bir başka kişi temsil etmektedir. Demokrasilerde, demokratik anlayışta ne kadar geriye düştüğümüzü bu örnek çok somut bir şekilde bize gösterir. Her seferinde söyledim, madem demokrasi diyoruz, madem milletin egemenliği diyoruz, madem millet en büyük güçtür diyoruz, gücümüzü halktan alıyoruz, o zaman neden bazı durumlarda Türkiye Cumhuriyeti Devletini seçimle gelen değil de, atamayla gelen birisi temsil eder? Bunun düzeltilmesi lazım, bunu tekrar bütün vatandaşlarıma hatırlatmayı temel bir görev biliyorum.
Değerli arkadaşlarım, cumhuriyetimizi elbette ki yaşatacağız, cumhuriyeti elbette ki demokrasiyle taçlandıracağız, bu konuda sonuna kadar mücadelemizi yapacağız. Üstünlerin hukukunu değil, tek adamın hukukunu değil, bağımsız mahkemeleri ve herkesin eşit olarak yargılandığı veya eşit vatandaş olarak aynı haklara sahip olduğu güzel cumhuriyetimizi demokrasiyle taçlandırarak amacımıza ulaşacağız. Bu mücadele bizim hak mücadelemizdir, bu mücadele bu ülkeyi kuranların bize emanet ettiği Türkiye’yi yüceltme mücadelesidir, bu mücadele Türkiye Cumhuriyeti Devletini bütün çağdaş ülkelerin gözünde en etkili Kurtuluş Savaşını vermiş, onuruyla yaşana bir Türkiye Cumhuriyeti algısını yerleştirmek için yapacağımız, gerçekten de içten yapacağımız bir mücadeledir. Elbette ki demokratik standartlar geriye gidince, devlet dediğimiz kurum büyük ölçüde yıpranınca, dış politikada Dışişleri Bakanlığı devre dışı bırakılıp saray tamamen dış politikayı yönlendirmeye kalkınca Türkiye’de farklı şeyler de olmaya başladı. Demokratik standartlarda geriye gidiş başladı. Hapishaneler tıka basa dolmaya başladı.
Amerikan Kongresinde Temsilciler Meclisinde sözde Ermeni soykırımıyla ilgili bir yasa tasarısı kabul edildi. Önümüzdeki süreçte senatoya gelecek. Öncelikle şunu gayet açık ve net ifade etmek isterim: Her ülkenin tarihinde acı olaylar vardır. Hiçbir ülke çıkıp şunu diyemez: Benim tarihimde acı olaylar olmamıştır, ama tarih siyasetçilerin işi olmaktan çok tarihçilerin işidir. Tarihte yaşanan acı olayları günümüze taşıyıp onları siyaseten bir intikam alma aracı haline dönüştürürseniz bu doğru olmaz. Hiçbir ülkeye yakışmaz. Acı olaylar var mı? Elbette var. Tarihçiler incelesin mi? Elbette incelesinler. Sadece bizim tarihçilerimiz değil, bütün dünya tarihçileri incelesinler, hatta Türkiye Cumhuriyeti rahmetli Ecevit döneminde Ermenistan’a çağrı da yaptı. Yani bizim tarihçiler artı sizin tarihçiler bir araya gelsinler, bu olayı incelesinler. Kaçacak göçecek bir şey yok, belgeler duruyor zaten, sadece bizim arşivimizde değil, Ermeni arşivlerinde de duruyor, Rusya’da da duruyor, Amerika’da da duruyor, İngiltere’de de duruyor. Gelelim hep beraber arşivlere bakalım, olayı bütün ayrıntılarıyla öğrenelim, ama bunu alıp da benim dediğimi yapmadın, benim söylediğimin dışına çıktın, ben egemen gücüm, söylediğim alanın dışına çıkarsan intikam alırım. Bak, Ermeni olaylarını tekrar gündeme getiririm, intikam alırım derseniz bu doğru değildir. Bunu asla ve asla doğru kabul etmiyoruz ve doğru bulmuyoruz. Bakınız, 6 Şubat’ta ben gene buna benzer bir olay Macron Ermeni soykırımıyla ilgili, sözde Ermeni soykırımıyla ilgili bir açıklama yaptığında ben grupta şu açıklamayı yapmışım: “Geçmişte yaşanan acı olayların günlük siyasi hesaplara malzeme yapılması iki toplum arasında yeniden köprü kurulmasına yardımcı olmamaktadır. Yapılması gereken Türkiye ve Ermenistan halklarının ayrışmasını ortadan kaldıracak adımların atılması ve yeni nesillerin çatışmacı değil, barışçı bir anlayış esasına dayalı biçimde geleceğe bakmalarını sağlamak olmalıdır” diyorum. Sadece bu duyarlılık bende değil aslında, bu duyarlılık sadece tarihçilerde de değil, bu duyarlılığı ilk kez ve altını çizerek dile getirenlerden birisi de Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür. 1 Mart 1922’de Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir konuşma yapar. Şöyle söyler Gazi: “Ermeni sorunu denilen ve Ermeni milletinin isteklerinden çok dünya kapitalistlerinin ekonomik yararlarına göre çözülmek istenen sorun Kars Anlaşmasıyla en doğru şekilde çözüme ulaşmış oldu. Yüzyıllardan beri dostluk içinde yaşayan iki çalışkan halkın iyi ilişkileri memnuniyetle yeniden kuruldu” der.
Evet, egemen güçlerin dünya kapitalistlerinin silah olarak kullandıkları bir olayı 1922’de Gazi Mustafa Kemal Atatürk yaptığı konuşmada ifade etmiştir. Dolayısıyla Amerikan halkıyla bizim herhangi bir sorunumuz yok, ama Amerika’daki politikacıların Türkiye’yi düşman ilan edip, düşman görüp belli tavırlar içine girmeleri, temsilciler meclisinde bu tür olaylara kalkışmaları bizim vicdanımızı rahatsız ediyor. Yakıştıramıyoruz, asla doğru değildir değerli arkadaşlarım, dolayısıyla kabul edilen, temsilciler meclisinde kabul edilen bu yasa tasarısının umarım senatoda kabulü olmaz ve Türkiye’yle Amerika arasındaki ilişkiler bir çıkmazın içine sürüklenmez.
Burada bir şeyin altını özenle çizmek isterim. Biz bunları söylüyoruz, Amerika’nın yaptığı işin doğru olmadığını biliyoruz. Her yerde, her ortamda bunu ifade ettik. Fransa’da mecliste görüşülürken bu milletvekili arkadaşlarımızı gönderdik çıkmasın diye, yanlıştır diye, hemen hemen her yerde bunun mücadelesini CHP olarak üstümüze düşen şekliyle yerine getirmeye çalıştık, ama değerli arkadaşlarım, eğer siz dış politikanızda Dışişleri Bakanlığını ve bürokratlarını tamamen devre dışı bırakırsanız, dış politikada bugüne kadar elde edilen bütün birikimleri bir tarafa iter, sarayda kurduğunuz dar bir grupla dış politika oluşturursanız Türkiye çıkmazlara sürüklenir. Bugün dış politikada ciddi açmazlarla karşı karşıyayız. Sözde Amerika’da Türkiye lehine lobi yapacak firmalar tuttular. Saray gitti, firmalar tuttu Türkiye’yi övün, beni övün, ben çok iyi adamım diye, ödedikleri para, 12 milyon dolar para ödendi. Lobiler Türkiye Cumhuriyeti lehine insanları kazansınlar diye 12 milyon dolar çöpe atıldı. Lobi şirketlerine bu parayı vereceğimize başka yerlere ödeseydik belki çok daha farklı sonuçlar elde edecektik. Nereye gitti bu para, kime verildi bu para? Hepsini biliyoruz. Çünkü Hazine Bakanlığı internet sitesinde Amerika’da lobi şirketleriyle eğer sözleşme yapıyorsanız sözleşmeyi mutlaka bir örneğini göndermek ve onlar da kendi internet sitesine koyarak yayınlamak zorundadırlar. Bu tablo hiçbirimizin göz ardı edemeyeceği bir tablodur.
İkinci yanlışlık: Değerli arkadaşlar, Amerika’nın ne olduğunu bilmeyen, Amerika’da siyaset yapmanın ne olduğunu bilmeyen bir saray sosyetesi Türkiye’yi Amerika’da bu noktaya sürükledi. Amerika’da bir başkanlık var, ama güçlü bir kuvvetler ayrımı var, temsilciler meclisi var, senatosu var, başkan var. Siz bütün dış politikanızı Trump eksenli yürütüyorsunuz. Trump’ı nasıl ikna ederiz diye onun üzerinde götürüyorsunuz. Temsilciler meclisi tamamen devre dışı, senato tamamen devre dışı, diğer kurumlar tamamen devre dışı, her şey Trump’a endekslenmiş vaziyette ve Türkiye kaybeden ülke olarak ortaya çıktı.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye’ye uygulanacak olan bir ambargonun hiçbir sonuç doğurmayacağını burada da ifade etmek isterim. Uygulanacak bir ambargonun Türkiye’de herkes tarafından reddedileceğini de buradan ifade etmek isterim. Eğer örnek alıyorlarsa Kıbrıs Barış Harekatına baksınlar, o dönemde de ambargo uygulandı, ne oldu? Ambargoyu reddettik, istediğiniz kadar uygulayın dedik, ama biz inandığımız yolda yolumuza devam edeceğiz dedik. Aynı kararlılığı bekliyoruz. Çıkarlar mı, onu bilmiyorum.
Cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırmak, cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırmanın yolu adaletten geçiyor. Adalet varsa cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırırsınız. Hukuk varsa, hak varsa, adalet varsa demokrasiyle taçlandırırsınız. Birisine üstün vasfı vermeden, herkesi eşit kabul edip hukuk eşit davranır herkese orada adaletten söz edebilirsiniz.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de adalet var mı? Hayır. En somut örneği Eren Erdem olayıdır. Diğerlerine hiç girmiyorum, en somut örneği Eren Erdem olayıdır. Tam 486 gündür hapiste değerli arkadaşlar, tahliye edildi, mahkeme bir tahliye kararı verdi, ama başka bir mahkeme tutuklanmasına karar verdi. Gizli tanık beyanlarını inkâr etti. Dedi ki: “Bana özel imkânlar sağladılar böyle ifade ver diye, ben de o ifadeyi verdim”, o nedenle aslında Eren Erdem’in herhangi suçu yoktur diye ona rağmen içeride kaldı. Yani herhangi bir delil yok aslında, dosyayı açan kişi de gizli tanık “beni savcı yönlendirdi böyle ifade ver diye” diyor. O savcının da HSK Genel Sekreteri olduğu daha sonra ortaya çıktı. Şimdi malum görevinden alındı ve dosyası 5 aydır istinaf mahkemesinde bekliyor. 5 aydır dosyanın kapağını açmıyorlar. Şimdi o yargıçlara gerçekten sormak isterim: Bu kadar vicdansızlık olur mu, 5 aydır niye dosyaya bakmıyorsun? Varsa delil suçla, yoksa beraatına karar ver. Hangi gerekçeyle tutuyorsunuz içeride? Eren Erdem hiç meraklanmasın, Eren Erdem içeride kalabilir, Eren Erdem içeride kaldı diye düşüncelerinden vaz mı geçecek? Eren Erdem içeride kaldı diye hak, hukuk ve adalet demeyecek mi? Eren Erdem içeride kaldı diye adaletsizliğe isyan etmeyecek mi? Edecek tabii, edecek. Tabii Eren Erdem içeride, Osman Kavala da içeride, tam 729 gündür içeride, bir sivil toplum örgütünün yöneticisiydi. İçeride avukatlar var, askeri öğrenciler var, masum insanlar var, ifadesi alınmayan insanlar var. Tıklım tıklım dolu, hapishaneleri tıklım tıklım dolu bir Türkiye gerçeği var.
Adalet sadece hapiste olanlar için geçerli bir kavram değil aslında, günlük yaşamımızda da adalet ararız. Soma işçilerini düşünün, hak arıyorlar. Eğer belli bir tarihe kadar haklarımız teslim edilmezse zamanaşımına uğrayacak diyorlar. Haklarımızı nasıl arayalım? Kırıp dökmeyeceğiz diyorlar. Ne yapacağız? Ankara’ya kadar yürüyeceğiz. Sorunun çözüm adresi neresi? Ankara. Yol verin, yürüyelim, haklarımızı arayalım. Hayır, biber gazı, sopa, yürümeyeceksin, yürüyemezsin. O zaman oturacağız, haklarımızı arayacağız diyorlar.
Şimdi ben özellikle Ak Partiye oy veren değerli vatandaşlarıma seslenmek isterim, onların vicdanlarına seslenmek isterim. Soma faciasında kaç kişi hayatını kaybetti? Soma faciası sonrası herkes ortaya çıkıp bu işçiler haklı, bunların hakları verilmeli diye defalarca, ama defalarca demeçler, açıklamalar yapmadılar mı? Aradan geçti yıllar, bu işçilerin hakları niye verilmez, hangi gerekçeyle verilmez, yazık günah değil mi bu insanlara? Hakları verilmedi değerli arkadaşlarım.
Yine aynı şekilde Eskişehir’de işçiler vardı. Onlar da hak arıyorlardı, onlar da aylardık ücret alamıyorlar çalıştıkları halde, onların da çoluk çocuğu var, onlar da bir aileye bakıyorlar. Onlar da Ankara’ya yürümek istediler hak aramak için, onlara da cop ve biber gazı yürüyemezsiniz diye, size başka bir örnek vereceğim. Bolu örneğini vereceğim. Bolu’da işten atılan işçiler vardı. Biz hiçbir işçinin işten atılmasını istemeyiz, ama bankamatik işçileri hariç, onlar hariç. Yani hiç gitmeden belediyeden para alıp geçinen, onları kabul etmeyiz. Onlar da yürümek istediler. Yürüyebilirler, nasıl yürüdüler? Polis gözetiminde Ankara’ya kadar yürüdüler. Onların güvenliğini polis sağladı. O da işçi, o da işçi, biz yürümesin demiyoruz bakın, yürüyebilir, hakkını arayabilir, ama Bolu’daki işçilere yapılanla Soma işçilerine ve Eskişehir işçilerine yapılanlar arasında dağlar kadar fark var. Birisinde biber gazı ve sopalar, öbüründe polis gözetiminde güvenlik içinde Ankara’ya kadar yürümeler. Benim işçim, onun işçisi olmaz, işte bu adaletsizliktir. Bunu da Ak Partiye oy veren vatandaşların vicdanına seslenerek ifade ediyorum. O da vatandaş bu da vatandaş, o da işçi bu da işçi, o da aylık alıyor bu da aylık alıyor, o da hak arıyor bu da hak arıyor. O zaman neden birilerine el bebek gül bebek, neden birilerine biber gazı ve sopa? Onlar da insan, onlar da bizim vatandaşımız, onlar da hak arıyorlar. Birilerine sağladığın imkânı diğerlerine de sağla, ben Bolu’da yürüyüş yapan işçileri niye yürüdü diye suçlamıyorum bakın, onun altını özenle çizeyim. Onun da yürümeye hakkı var, gelsin yürüsün. CHP Genel Merkezine kadar yürüdüler. Elbette yürüsünler dedim. Hak arıyorlarsa eyvallah, sonunda bir anlaşma oldu. Onların büyük bir kısmı Bolu’da görevlerine başladılar. Hiçbir sorunumuz yok, ama diğer işçiler için gerçekten ciddi sorun var değerli arkadaşlar.
Hak arama sadece bununla da bitmiyor. Demokrasi farklı bir kavram, demokrasilerde medya özgürlüğü vardır. Bir olay olduğu zaman gazeteci oturur haberin ayrıntılarını bizim görmemiz, vatandaşın görmesi gereken ayrıntıları araştırır, bulur ve yayınlar. Şimdi habere bir şey olduğu zaman yayın yasağı getiriyorlar. Örnek vereyim size: Bir yerde rüşvet operasyonu mu oldu? Yayın yasağı, yayınlayamazsınız. Suriye’ye silah gidiyor, yayın yasağı, IŞİD saldırılar yapmış, yayın yasağı, Rus Büyükelçisine suikast yapıldı, yayın yasağı, Soma işçilerinin yaşadığı facia, yayın yasağı, Çorlu tren kazası yayın yasağı, Aladağ Yurt yangını yayın yasağı, otoyolda iş kazası, yayın yasağı, Van adası belgeseli çektik, ona da yayın yasağı, niçin yayın yasağı getiriyorsunuz? Vatandaş bilgilenmesin diye, ama bazen güzel şeyler oluyor. Anayasa Mahkemesi gerçekten de demokrasiye yakışır bir karar aldı. Dedi ki: “Yayın yasakları demokratik bir sistemde ifade ve basın özgürlüğüne yönelik bir müdahaledir ve kabul etmiyoruz” Bu güzel bir şey, demokrasi çıtasını yükselttiği için Anayasa Mahkemesine oy birliğiyle aldığı bu karar nedeniyle yürekten teşekkür ediyoruz.
Başka yerlerde de adalet aramalıyız. Parası olanla parası olmayan mesela, parası olan bastırıyor parayı askere gitmiyor. Eyvallah, bedelini ödüyor, askere gitmiyor. Parası olmayan askere gidiyor. Peki, ona bir hak tanınıyor mu? Hayır. Grup başkan vekili arkadaşlarıma söylüyorum, bir kanun teklifi hazırlayın. Askere giden paralı askerlik yapanlar için bir şey demiyor, parayı bastırdı askere gitmiyor, ama eğer bir kişi askere gidiyorsa, bedelli askerlik yapmıyorsa askerlik yaptığı süre içinde onun sosyal güvenlik primlerini Milli Savunma Bakanlığı ödesin. Yani bir görev yapıyor, askerlik görevi yapıyor, onu sonra borçlandırıyorlar ileride ödersin diye, asker görev yapıyor, parayla da yapmıyor, alın teriyle yapıyor. Ülkesini seviyor, sen de sosyal güvenlik primini yatır. 65 yaşına gelince emekli olacak, 4 ay 4 ay, 5 ay 5 ay, 10 ay 10 ay sosyal güvenlik primini Milli Savunma Bakanlığı ödesin. Kanun teklifimizi hazırlayalım ve verelim.
Ekonomide de adalet, ekonomide de ciddi sorunları var. 2020 bütçesi gelecek. Bütçeyle ilgili bir rapor hazırlamış, daha doğrusu her yıl gelen bütçeyle ilgili rapor var. Raporun bir bölümünde bütün bu yaşanan ekonomik krizin sorumlusu olarak şunu söylüyorlar: “Emeklilere yapılan bayram ödemesi ekonomik krizin nedenlerinden birisi, yaşlılık aylıkları ekonomik krizin nedenleri, kamu görevlileri ve işçilere yapılan enflasyon zammı, yani enflasyonun altında kalsa kriz olmayacak, ama enflasyon zammı verdikleri için oldu. Yapılan ilave personel atamaları bütçe giderlerindeki artışın temel sebeplerindendir” diyor. Akıl var mantık var, bütün emekli kardeşlerime seslenmek isterim. Senin hakkını savunduk, sonuna kadar savunduk. Bayram ikramiyesi dedik, defalarca söyledik, miting meydanlarında söyledik, çarşıda söyledik, pazarda söyledik, televizyonda söyledik, sonunda verdiler. Şimdi verdikleri ikramiye için diyorlar ki eğer emekliye ikramiye vermeseydik bu ekonomik kriz olmazdı, memleket de bu hale düşmezdi. Yine sorumlusu sen oldun kardeşim, eğer sen gidip Ak Partiye oy verirsen iki elim de yakanda olacak.
Krizin sebebi faiz arkadaşlar, faiz bakın, ekonomik gider yine aynı raporda diyor. “Bütçe giderleri 2019’un ilk 8 ayında yüzde 22.8 arttı” diyor. Faiz giderleriyse yüzde 38, 28, 10 puan fazla, 38.1 artarak 69 milyar lira olmuştur diyor. Demek ki sebep borçlanma, tefecilerin eline Türkiye Cumhuriyeti Devletini düşürdün kardeşim sen, borç almadan memleketi yönetemiyorsun. Niye memuru, niye işçiyi, niye emekliyi suçluyorsun? Krizin sebebi olarak gösteriyorsun, faturayı onlara çıkarıyorsun. Parayı ödemeseydim bu olmazdı, tasarruf yapıyor musun? 13 tane uçağın var ya, bana söyler misin dünyada hangi devlet başkanının 13 tane uçağı var? Hangi saltanattır bu? Lale Devrini bile geçtiler.
Değerli arkadaşlarım, dolayısıyla ekonomide de ciddi sorunlarımız var. Bakın, açlık sınırı 2 058 lira, asgari ücret 2 020 lira. Diyorlar ki yine iktidar faiz lobilerine karşı direndi, enflasyon düştü, ama Türk-iş gayet güzel bir rapor hazırlamış. Diyor ki Türk-iş: “Hayır, enflasyon o nedenle düşmedi, enflasyonun düşüşünün faizle ilgisi yok. İnsanların alım gücü geriledikçe faiz de düşüyor” Yani vatandaşın alacak gücü yok, parası pulu yok, parası pulu kalmadı. Alışveriş yapamıyor, geçinemiyor. Kim söylüyor? Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu diyor. İşsizlik, geniş zamanlı işsizlik miktarı 8 000 000’u aştı. Bugün kapalı grup toplantımızda yeni gelecek olan, yeni gelen daha doğrusu vergi yasa teklifiyle ilgili görüşmeler de yapıldı. Aslında işin özü şu: Yeni gelen vergiler de yine milletin sırtına binecek, vatandaş yeni vergilerle karşılaşacak. Sanki durumu çok iyi, sanki hiç vergi ödemiyor, yeni vergiler gelecek, yeni vergilerle vatandaş karşı karşıya kalacak. Bu Vergi Kanunu çıkarılırken hiç kimsenin, iş dünyasından hiç kimsenin görüşü alınmadı. Oysa Ekonomik Sosyal Konsey dediğimiz bir anayasal kurum var. Neden işverenleri çağırmıyorsun, neden esnafı çağırmıyorsun, neden çiftçiyi çağırmıyorsun, neden sanayiciyi çağırmıyorsun, neden memuru çağırmıyorsun, neden işçileri çağırmıyorsun? Yeni vergiler çıkarıyoruz, durumunuz nedir, düşünceniz nedir diye bize açıklayabilirlerdi, ama bunlar yapılmıyor. 5 Şubat 2009’dan bu yana Ekonomik Sosyal Konsey toplanmıyor. Hangi adalet, hangi hukuk, hangi düşünce, bunların sorgulanması lazım.
Asgari ücret 2 bin 20 lira, ama yeni bütçe tabii Erdoğan’ın maaşını arttırıyor. Ne kadar? 74 bin 500 liradan 81 bin 250 liraya çıkarılıyor Erdoğan’ın maaşı, geçinemiyor tabii adamcağız, ne yapsın? Geçinemediği için 81 000 lira, geçinebilseydi bu kadar arttırmazlardı zaten, 7 bin lira arttırıyorlar. Asgari ücretin çok çok üstünde, asgari ücret 2 bin 20 lira, Erdoğan’ın maaşındaki artış 7 bin lira, bütün asgari ücretli kardeşlerime sesleniyorum, asgari ücreti ayda 2 bin 20 lira alan bütün işçilere sesleniyorum: Hâlâ sen gidip Erdoğan’a oy mu vereceksin kardeşim? 81 bin lirayla geçinemiyorum diyor, sen 2 bin 20 lirayla geçinmeye çalışıyorsun. Elini vicdanına koy.
Bunu söylüyorum, ama başka bir şey daha var. 2 bin 20 lira alan elektrik parası ödüyor, doğalgaz parası ödüyor, yeri geliyor kömür parası ödüyor, su parası ödüyor, dolmuş parası ödüyor, metro parası ödüyor, otobüs parası ödüyor, yani para ödüyor, günlü harcamalar. Kira ödüyor, ama Erdoğan bunların hiçbirisini ödemiyor. Ne dolmuş parası, ne uçak parası, ne yol parası, ne metro parası, ne doğalgaz parası, ne elektrik faturası, hiçbir şey ödemiyor. Aylığı 74 bin liradan 81 bin liraya çıkıyor, asgari ücretliye diyorlar ki senin maaşına zam yaptık, ekonomi krize girdi. Artık asgari ücretlinin de oturup düşünmesi lazım, elini vicdanına koyup düşünmesi lazım. Bu memleket kimin için yönetiliyor, kimin çıkarları için yönetiliyor bu memleket? Bunun düşünülmesi lazım.
Efendim, 26 Eylül’de Resmi Gazetede tarım desteklemelerine ilişkin kararname yayınlandı. Bazı ürünlere destek var, doğrudur, olması da yerindedir, ama bazı ürünlere tarımsal destek yapılmadı. Ay çiçeği, soya, aspir, kanola, pamuk, mısır, nohut, mercimek, kuru fasulye, çeltik, bunlarla ilgili geçen yılın rakamları aynı tutuldu ve zam yapılmadı. Niçin? Dışarıdan alacaklar, yabancı çiftçiyi büyütecekler. Değerli arkadaşlarım, normalde Tarım Kanunu 21. maddesi uygulansaydı çiftçilere 2020 yılında 48 milyon 700 bin lira para ödenmesi gerekirdi teşvik, 48 milyon 700 bin lira çiftçiye teşvik verilmesi gerekirdi, ama 2020 yılında 48 milyon değil, 22 milyon lira ödenecek. Yani çiftçinin hakkı olan 26 milyon 700 bin lira çiftçiye ödenmedi. Buradan bütün çiftçi kardeşlerime sesleniyorum, hakkın olan, anayasal hakkın olan, yasal hakkın olan, Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçen Tarım Kanununun 21. maddesini uygulamayarak senin 26 milyon liralık hakkın elinden alındı. Sen de gideceksin, önümüzde seçimler olacak, gideceksin oyunu kullanacaksın, hakkını vermeyenden hakkını demokratik yollarla soracaksın. Sormazsan elim iki yakanda olacak, onu da söyleyeyim. Çiftçiler de borç batağında zaten, onu da ayrıca ifade edeyim.
İşsizlikten söz ettik, ekonomik sıkıntıdan söz ettik. Bir Ak Parti milletvekili diyor ki: “17 yıldır biz iktidardayız, ekonomide kriz yok, işsizlik yok, nereden çıktı bu” Söyleyen bir Konya milletvekili, Allah akıl fikir versin, ne söyleyeyim ben başka? 17 yıldır ya milletin neredeyse açlıktan nefesi kokacak, işsizlik yok diyor. 8 milyonu aştı işsiz sayısı, üniversite mezunları neredeyse yarısı işsiz kardeşlerim, bunların yarısı işsiz. Adamın dünyadan haberi yok ve diyor ki: “İş var, ama bunlar iş beğenmiyorlar” İş bulsa çalışacaklar, milyonlarca insan var iş bulamıyorlar, ama iş beğenmediklerini söylüyor. Eminim bu milletvekilinin tabii saraydan aldığı sufleyle bunu ifade ediyor, bu milletvekili Konya’daki gazetelerden de haberi yok. Bunu da gayet iyi biliyorum bakın, Konya Yeni Haber Gazetesi 13 Eylül 2018 personel alımı için Konya İş-Kur önünde devasa kuyruk. Yani 6 ay çalışmak için geçici yeri süpürmek, temizlemek, masaları temizlemek, odacılık yapmak için binlerce kişi kuyruğa girmiş, devasa kuyruk. Konya’daki gazete diyor. Ne zaman? 13 Eylül 2018’de diyor. Bu milletvekilinin bundan da haberi yok. Yine aynı şekilde 23 Eylül 2019, yani bu yıl daha yeni, 2019’da Anadolu Telgraf Gazetesi Konya’da yayınlanıyor. “Konya’da 200 metrelik geçici iş kuyruğu” diyor ve bunların dünyadan haberleri yok, vatandaşın çektiği acılardan haberi yok. Bir işsizin çektiği sıkıntıdan haberi yok. İşsiz bir babanın, evine ekmek götüremeyen bir babanın, evine ekmek getiremeyen bir annenin yaşadığı dramdan bunların haberi yok. Bunlar ayrı telden çalıyorlar, vatandaş ayrı telden çalıyor. Asla akort tutmuyor, asla tutmuyor. Hepsi saraya kapılanmış vaziyetteler, saraydan besleniyorlar, vatandaşla hiçbir ilgileri kalmadı, vatandaşla hiçbir dostlukları kalmadı. Gelip açık açık vatandaşa yalan söylüyorlar, “memlekette kriz yok” diyorlar. Pes ya bütün dünya söylüyor, iktidar kanadı söylüyor, ama bu milletvekili krizin olmadığını söylüyor.
Değerli arkadaşlarım, ekonomide sorun yaşıyoruz, ama Türkiye terörden çok çekti, onu da kabul edelim. 40 yıldır, 45 yıldır terör örgütlerinin bir anlamda çok sayıda eylemlerini gerçekleştirdikleri bir alana döndü Türkiye, PKK terör örgütü bir taraftan, IŞİD terör örgütü bir taraftan Türkiye’de çok sayıda insanın hayatını kaybetmesine yol açtı. IŞİD terör örgütü bütün dünyanın dikkatle takip ettiği Bağdadi öldürüldü ve bütün dünya acaba IŞİD terör örgütünden kurtulduk mu diye düşünüyor. Hayır, hâlâ unsurları var. Türkiye’de 76 ilde IŞİD terör örgütünün örgütlendiğini biliyoruz. IŞİD terör örgütünün en büyük eylemlerini Türkiye’de yaptığını da biliyoruz. Demokratik bir ülkede Türkiye’de de yaptığını biliyoruz. Ulukışla’da yol kontrolü yapan emniyet güçlerinden 3 kişi öldü, hayatını kaybetti. Bizim konsolosluğumuzu, Musul’daki başkonsolosluğumuzu aldılar 103 gün tam, 101 gün oradaki memurları, başkonsolosu esir aldılar. En büyük eylemlerini de gar saldırısında yaptılar. 104 kişi hayatını kaybetti gar saldırısında, ama bütün bunlar olurken iktidar kanadı büyük ölçüde görmezden geldi. IŞİD terör örgütüdür uzun süre diyemediler. Bunu niye anlattım, biliyor musunuz? IŞİD terör örgütünden kaçan bir iktidarı vatandaşlarıma anlatmak için, özellikle Ülkücü kardeşlerim, özellikle Ak Partiye oy veren kardeşlerimin dikkatle dinlemesini isterim. 14 Mart 2014 dönemin Dışişleri Bakanı Süleyman Şah Türbesi, IŞİD o dönem çok yaygın, çok güçlü, insanları öldürüyor kadın, çoluk çocuk demeden türbeleri, camileri yıkarak, yok ederek terör estiriyor. “Süleyman Şah Türbesinin bulunduğu topraklar Türk topraklarıdır ve sınır ötesindeki tek toprağımızdır” diyor dönemin Dışişleri Bakanı, “oraya kimseyi müdahale ettirmeyiz” diyor. 3 gün sonra 17 Mart 2014, bu kez Milli Savunma Bakanı diyor: “Süleyman Şah Karakolunun bulunduğu yer Türkiye toprağımızdır, Türk bayrağımız dalgalanır, askerlerimiz tarafından korunur, kimse oraya bir şey yapmasın, yapmaya cesaret edemez” 22 Mart 2014 beş gün sonra IŞİD YouTube kanalından bir bildiri yayınlıyor. Türkiye’yi açıkça tehdit ediyor: “Süleyman Şah Türbesini 3 gün içinde boşaltacaksınız, orayı yok edeceğiz, yerle bir edeceğiz.3 günlük süre veriyoruz size, 3 gün içinde türbeyi boşaltıp Türk bayrağını indirmedikleri takdirde türbeyi yerle bir edeceğiz” diyorlar. Ne zaman? 22 Mart 2014’te. Evet, milliyetçi kardeşlerim, Ülkücü kardeşlerim, Ak Partiye oy veren kardeşlerim, bir vatan toprağımız, bayrağımız dalgalanıyor, bizim askerimiz var orada, IŞİD terör örgütü Türkiye Cumhuriyeti Devletine 3 günlük süre veriyor. “Boşalt, bayrağı indir, ben orayı alacağım” diyor. Dönemin Başbakanı Erdoğan açıklama yapıyor: “Süleyman Şah Türbesine karşı bir yanlışlık olacak olursa -yanlışlık diyor bakın, bir saldırı demiyor- gereği neyse yapılacaktır. Bu topraklar bizim toprağımızdır, bu topraklarda yapılacak bir saldırı aynen Türkiye’ye yapılmış bir saldırıdır” diyor. Doğru mu? Evet, doğru. 28 Mart 2014 yine Milli Savunma Bakanı açıkça diyor: “Bizim askerimize ve bayrağımıza saldırıyı asla kabul etmeyiz” 1 Ekim 2014 yine bu arada Süleyman Şah Türbesi kuşatılıyor IŞİD terör örgütü tarafından, Erdoğan şöyle diyor 1 Ekim 2014’te: “Süleyman Şahın kuşatılması uydurma şeyler, türbeye herhangi bir şey olması durumunda Türkiye’nin atacağı adım bellidir, hassasiyetimiz bellidir” 3 Ekim 2014 dönemin Başbakanı Süleyman Türbesine yönelik iddiaların doğru olmadığını ifade ediyor ve 22 Şubat 2015 Türkiye Cumhuriyeti Devleti o dönemin hükümeti kendi topraklarından Süleyman Şah Türbesini kaçırıyor, IŞİD’a teslim ediyor. Bütün Ülkücü kardeşlerime, kendisini milliyetçi olarak tanımlayan bütün kardeşlerime, vatanseverlik konusunda hiç endişe duymadığım bütün Ak Partili kardeşlerime sesleniyorum. Bana dünyada kendi toprağını ve bayrağını, kendi türbesini bir terör örgütüne teslim edip kaçan başka bir devlet var mıdır, bunu istiyorum ben, başka bir devlet var mı? Arkasından da kahramanlık edebiyatı yapıyorlar. Hangi kahramanlık, kime teslim ettin? IŞİD terör örgütüne. Eğer Türkiye o tarihte verdiği sözleri, yani kamuoyuna yaptığı açıklamaların arkasında dursaydı IŞİD terör örgütü bizim topraklarımıza ayak bastığı anda orduyu gönderip derslerini verselerdi bugün Ortadoğu’da çok farklı bir şey olacaktı. IŞİD terör örgütüne karşı en ciddi mücadeleyi veren ve insanlığı terör örgütünden koruyan bir devlet konumuna gelmiş olacaktı, ama ne oldu? IŞİD terör örgütüne kendi topraklarını teslim ettiler. Ben bunu söylediğim zaman kızıyorlar. Bana kızan adamın bayrak sevgisi yoktur, bana kızan adamın vatan sevgisi yoktur. Ben bayrağımı ve vatanımı sevdiğim için bunları dillendiriyorum. Hiç kimse kendisine milliyetçilik unvanı alıp da bir yerlere koyup bu unvan benimdir demesin, milliyetçilik farklı bir şeydir. Milliyetçilik yeri geldiğinde taşı, toprağı için hayatını vermektir. Kendi vatan toprağına gidemiyorsun, teslim ediyorsun. Üstelik bir terör örgütüne teslim ediyorsun.
Değerli arkadaşlarım, bu soruyu her ortamda soracağız, bütün milletvekillerimiz soracak. Kendi toprağını bir terör örgütüne teslim edip kaçanlardan hesap soracağız. Kendi bayrağını terör örgütüne teslim edip kaçanlardan hesap soracağız. Bu bizim namus borcumuzdur. Biz bunu cumhuriyetin 96. yılını kutladığımız dönemde yapıyoruz. Bu bizim meşru hakkımız, meşru hakkımızı terk ediyoruz. Konsolosluğumuzu basıyor, memurları esir ediyor. Tutsak, el koyuyor memurlara, konsolosluğumuza el koyuyor. Ankara’da eylem yapıyor, Niğde’de eylem yapıyor, Gaziantep’te eylem yapıyor, yüzlerce insan hayatını kaybediyor ve en son toprağımıza, Suriye’deki toprağımıza el koyuyorlar. Bayrağımıza 3 günlük süre veriyor, indirdin indirdin, indirmedinse el koyacağım diyor ve sen gidip kaçırıyorsun, Süleyman Şah Türbesini kaçırıyorsun. Bunu bütün milletin bilmesi lazım, tek tek tarihlerini de verdim. Yaptığı konuşmaları da verdim, herkesin bilmezi lazım.
Olay sadece bu değil değerli arkadaşlarım, cumhuriyetin kuruluşundaki en temel nokta şudur, yani şöyle diyebilirim: Gazi Mustafa Kemal’in eğer çocuklarımıza anlatacaksak iki temel noktasını anlatmak zorundayız. İki temel çıkış noktası: Birisi siyasidir, birisi ekonomiktir. Siyasi nedir? “Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir” der Gazi Mustafa Kemal, bayrağımın altında özgürce yaşarım, kimse bana müdahale edemez. Neden? Gücümü halktan alıyorum. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir ve o milletin bir bayrağı vardır. İkincisi, bu egemenliğin, siyasal egemenliğin korunması için güçlü bir ekonomiye ihtiyaç var. Onu da ifade ediyor. “Savaş meydanlarında kazanılan zaferler ekonomik zaferlerle taçlandırılmazsa, bu bağımsızlığı uzun süre sürdüremezsiniz” diyor. O nedenle cumhuriyeti kuranların ilk yaptıkları iş savaştan sonra Türkiye’yi sanayileştirmek olmuştur. Biz ne yaptık? O dönemde kurulan bütün fabrikaları ya sattık veya kapattık. En son verdiğimiz Tank Palet Fabrikası, orduya ait Tank Palet Fabrikası, 20 milyar dolarlık Tank Palet Fabrikası, soru soruyorum, cevap alamıyoruz. Hangi ihaleyle verdin BMC’ye, hangi ihaleyle verdin? İhale ilanı nerede çıktı? Kimin iradesiyle sen o fabrikayı verdin oraya? Ticaret sicilinde bir değişiklik yapıyorlar. Daha önce yer alan “Türk Silahlı Kuvvetleri için yapmakta oldukları faaliyetleri aksatmamak kaydıyla askeri fabrikalar ve tersaneler çalışır” diyor. Sonra bunu çıkarıyorlar. Kim çıkarttı bunu, neden çıkardılar bunu? Şimdi bu sorulara cevap alamadık. Grup başkan vekili arkadaşlarıma gene söylüyorum, bundan sonra kürsüye çıkacak her arkadaş, Genel Kurulda kürsüye çıkacak olan her arkadaş bu soruları soracak ve bu soruların cevabı alınıncaya kadar devam edecekler. Çünkü cevap veremiyorlar. Bu sorulara cevap vermemek farklı bir şeydir. Şimdi bu sorulara yeni üç soru daha ekliyorum. Devamı da gelecek, bu tank palet işini sonuna kadar götüreceğiz. Bir fabrikanın, bir askeri fabrikanın götürülüp bir yandaşa yasadışı ihalesiz peşkeş çekilmesini asla kabul etmiyorum. Tüyü bitmemiş yetimin hakkını koruyacağız. Bakın, 21 Ağustos 2019’da Milli Savunma Bakanlığı Askeri Fabrikalar Genel Müdürlüğüyle BMC arasında bir protokol yapılır. İkili bir anlaşma, kâr garantili anlaşma, BMC’nin zarar etme şansı sıfır. 21 Ağustos 2019 tarihli protokolün bir maddesi şöyle diyor: “İşbu anlaşma kapsamında yüklenici tarafından -yani BMC tarafından- sağlanacak mal ve hizmetlerin fiyatlandırılmasıyla ilgili maliyete yüzde 12.5 kâr marjı uygulanması suretiyle belirlenecek” Neyi getiriyorsa yüzde 12.5 kârı ekleyip verecek, kâr garantili ihalesiz veriyorsunuz. Hiçbir yerde yayınlamıyorsunuz. Kime veriyorsunuz? BMC’ye veriyorsunuz. Devletin parasıyla üretim yapıyor, ayrıca devletin fabrikasında devletin parasıyla, onunla ilgili de madde şu: “Bu anlaşma kapsamında yükleniciden tedarik edilecek mal ve hizmetler için -yani BMC’den tedarik edilecek mal ve hizmetler için- hesaplanacak ilgili mal, hizmet bedeli üzerinden yüzde 20 avans ödemesi yapılacaktır” Yani daha malı getiriyor, bir de yüzde 20’yi peşin vereceğiz. Beyefendi gidecek mal alacak onunla, kâr garantisi veriyoruz. Hiç zarar etmiyor, yüzde 20 baştan para veriyoruz bu işi yap diye ve daha acı olanı da şu bir başka madde: “İdare mal ve hizmetin tedariki kapsamında kullanılacak proje, teknik bilgi paketi, üretim bilgileri -yani know how, parantez içinde know how’ı yazmışlar ki bir yanlışlık olmasın, İngilizcesini de yazmışlar- teknik çizimler, üç boyutlu katı modeller ve/veya teknik belgeleri yükleniciye -yani BMC’ye- tam ve eksiksiz olarak iletmekle yükümlüdür” Yani bütün askeri sırları BMC’ye vereceksin. Peki, bu fabrikayı çalıştıran BMC’de kim var? Yönetim Katarlılarda. Benim bilmediğim, sizin bilmediğiniz, Türkiye Büyük Millet Meclisinde olan 600 milletvekilinin de bilmediği bütün sırlar Katar Ordusu tarafından biliniyor. Şimdi ben yine Ak Partiye oy veren bütün kardeşlerimin vicdanına seslenmek istiyorum ve Ülkücü kardeşlerimin de vicdanına seslenmek istiyorum. En büyük, Avrupa’nın en büyük Tank Palet Fabrikası, değeri 20 milyar lira bütün askeri sırlarla birlikte Katar Ordusuna teslim edilmesini sen içine sindiriyor musun kardeşim? Ben buna isyan ediyorum, acaba sen de itiraz ediyor musun? İsyan etmeni beklemiyorum, itiraz ediyor musun? Bu memleket nasıl kuruldu, bu vatan nasıl kuruldu? Katarlılara mı teslim edeceğiz bunu, yabancılara mı teslim edeceğiz? Bu soruların cevabını bekliyorum, bunları siz de dile getireceksiniz.
Bir şey daha var, sorularımız bitmedi. Biliyorsunuz 15 Temmuz şehit ve gazileri var. Bir vakıf vardı, geçen İstanbul’a giderken genç bir çocuk yanıma geldi. “Ben 15 Temmuz gazisiyim, sizin bütün samimiyetinize inanıyorum. Emin olun CHP iktidarda olsaydı ve aynı olay olsaydı ben yine sokağa çıkacaktım. Bizim hakkımızı sadece sen savunuyorsun” dedi. “Ben değil, CHP savunuyor” dedim. Evet, paralar ne oldu? Bu konuda Murat Emir arkadaşımız gerekli araştırmaları yapıyor. Sabahleyin kendisini aradım Murat Beyi, dedim ki: “Murat Bey, yaptığımız konuşmalardan sonra bir şey oldu mu? Vakfın adresi şurası kardeşim, siz yanlış adrese gitmişsiniz diye bir şey oldu mu ya da Resmi Gazetede görmüşsünüz, vakfın mal varlığı 10 000 000 lira, ama gerçek rakam 309 000 000 lira, o para da şu bankada duruyor, şu kadar da faizi çalıştı, biz şu hazırlıkları yapıyoruz diye bir açıklama geldi mi” “Hayır, hiçbir açıklama gelmedi” diyor. Vakfın Yönetim Kurulu kim, belli değil. Toplanan para nereye gitti, belli değil. Parayı yediler mi, o da belli değil. Tüyü bitmemiş yetimin hakkı bu para, bu para 15 Temmuz şehit ve gazileri sokağa çıktılar, hayatlarını verdiler. Gencecik pırıl pırıl insanlar, öldüler bunlar ya ve bunlar için toplanan para bunlara verilmiyor. Nereye gidiyor bu para? Soruyorum, cevabı yok. Ben burada sormuştum ve CİMER için de arkadaşların yaptığı bir soru vardı, o soruya verilen cevap vardı. Cevapta diyordu ki: “Çalışma ve Sosyal Bakanlığı tarafından İçişleri Bakanlığına bildirilmiştir” Soruyorlar Şehit ve Gaziler Vakfı için toplanan para ne oldu, nereye gitti, vesaire falan filan diye, “İçişleri Bakanlığına bildirdik” diyorlar. Ne zaman? 17.10 grup toplantısından önceydi bu, saat 12.00’de böyle bir açıklama yapıyorlar. Daha sonra benim grup toplantısından sonra diyorlar ki: “Aile Çalışma Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından yazışma, değerlendirme süreci nedeniyle beklemeye alındı” İçişleri Bakanlığı tabii demiş benimle ne ilgisi var kardeşim, niye benim adımı yazdınız? Değiştiriyorlar, “beklemeye alındı” diyorlar. Dolayısıyla biz herkesin hakkını, hukukunu korumak zorundayız. Türkiye Cumhuriyetinin de şan ve şerefini korumak zorundayız. Türkiye Cumhuriyeti Devleti sıradan bir devlet değildir, Türkiye Cumhuriyeti Devleti milli Kurtuluş Savaşını vermiş bir devlettir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bütün mazlum ülkelere kuruluş aşamasında örnek olmuş bir devlettir. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin başında olan insan Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini korumak zorundadır.
Kendisine, Erdoğan’a 7 soru sordum, vatandaş adına sordum, tüyü bitmemiş yetim adına sordum. İşçi için, memur için, emekli için, sanayici için, işsiz için, çiftçi için, herkes için sordum. İlk kez Türkiye Cumhuriyeti Devletinde Türkiye Cumhuriyeti Devletini bu kadar aşağılayan bir mektup bizim tarihimizde yoktur, başka ülkelerin tarihinde de yoktur. Bu mektubu sen neden kabul ettin? 7 soru sordum, Beyefendi çok kızmış, ayakları yere basmıyor, havada geziyor. 7 soruyu ben kendim için sormuyorum, 82 milyon ve tarihimiz için soruyorum. Eğer tarih bilgileri varsa bu mektubu gönderen kişiye sen 82 milyon adına adam gibi cevap vermiyorsan o koltukta oturamazsın kardeşim, o koltuğa layık değilsin sen. 7 soruyu yine okuyorum.
1. Hiçbir şekilde diplomatik teamüllere uymayan ve hakaret dolu ifadeleri içeren bu mektubu “bu üslup kabul edilemez” diyerek neden iade etmedin? Neden iade etmedin kardeşim, böyle bir üslup olmaz. Devletlerin geleneğinde yoktur ya, burası herkesin gelip tokatlayacağı bir devlet mi kardeşim?
2. Okuduğunda bu ifadeleri nasıl hazmettin? Hazmedilecek ifadeler değil. Neden ve hangi korku, endişe ve ruh haliyle bu mektubu kabul ettin? Nasıl kabul edersin sen bu mektubu? Bir de yalan uydurdular. Efendim, o mektup geldi, ama biz o ara bak, cevabını verdik. Ne oldu? Barış Pınarı Harekatını başlattık. Halbuki mektup daha sonra geliyor, sonra ortaya çıktı. Sonra baktılar o yalan, bir başka yalan: “Efendim, mektubu çöp sepetine attık” diyor. Beyefendi şimdi giderken beraber götürecek. “Götüreceğim” diyor. O ayrı, götürür mü, götürmez mi o ayrı bir şey, devletin arşivine girdi. Girdiği için ona cevap verilmesi lazım. Öyle aldım, götürüyorum, el ayak mı öpecek orada? Adam gibi buradan oturacaksın, Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla Washington’daki büyük elçimiz götürecek, senin mektubunu verecek kardeşim, o zaman olur bu.
3. Hakaretler içeren mektubu anında iade etmediğin gibi kamuoyundan da gizlediniz, neden? Niye milletten gizledin, hangi gerekçeyle gizledin?
4. Bu mektubu Amerikalılar kamuoyuna duyurmasaydı üstünü örtecek, sessiz mi kalacaktın? Evet, üstünü örtecek ve sessiz kalacak. Bunun cevabını ben vereyim.
5. Hakaretler içeren mektubun üstünü artık örtemeyeceğine göre milletin onurunu nasıl kurtaracak ve bu yakışıksız üsluba Türkiye ve ABD arşivlerine girecek şekilde nasıl cevap vereceksin? Bunun da cevabını vereyim, cevap veremez. Türkiye’nin şanıyla, şerefiyle bu adamın hiçbir ilgisi yoktur. Bir daha söylüyorum, Türkiye’nin şanıyla ve şerefiyle bu adamın hiçbir ilgisi yoktur. Bu kadar açık, bu kadar net söylüyorum. 
6. Türkiye Cumhuriyeti’nin şan ve şerefini korumak, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlarının anayasal görevidir. 82 milyonun huzurunda ettiğin yemini hatırlıyor musun? Yemini okuyayım, Anayasanın 103. maddesi: “Cumhurbaşkanı sıfatıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin şan ve şerefini korumak, yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma büyük Türk milleti ve tarih huzurunda namusum ve şerefim üzerine ant içerim” Şimdi soruyorum: Bu yemini hatırlıyor musun? Türkiye Cumhuriyeti Devletini aşağılayan bir mektuba neden cevap vermiyorsun, hangi gerekçeyle cevap vermiyorsun?
7. Ettiğin yeminde bahsi geçen namus ve şeref kavramları senin için neyi ifade etmektedir? Ben bu soruları sorduğum için bana kızıyorlar, beni eleştiriyorlar. Efendim, bunlar sorulur mu diyorlar. Kim soracak? Soran adamı yakalıyorsun, doğru hapse atıyorsun. Cumhurbaşkanına hakaret, ne hakareti kardeşim? Sıradan soru soruyoruz, adam gibi soru soruyoruz, insan gibi soru soruyoruz. Türkiye’nin çıkarları için soruyoruz. Bu ülkenin çıkarları için soruyoruz. Milli Kurtuluş Savaşını veren bir ülkenin böyle bir hakarete muhatap olması kabul edilebilir mi? Beyefendinin içine siniyor, Beyefendi bunların hepsini yedi yuttu. Benim içime sinmiyor. Ben 82 milyon adına konuşuyorum, o saray adına konuşuyor. Onun 82 milyondan haberi yok, o sarayda oturuyor. 82 milyon onun için yok, her türlü tehdide ve her türlü şantaja boyun eğen kişinin bu ülkeye faydası olmaz.
Hepinize en içten selamlarımı, saygılarımı sunuyorum.