27.11.2018

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU (27 KASIM 2018)

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU (27 KASIM 2018)
-"Seçim bildirgelerinde olmasına rağmen, meydanlarda söz vermelerine rağmen AK Parti ve Milliyetçi Hareket Partisinin milletvekillerinin oylarıyla öğretmenlere 3600 ek gösterge verilmesi reddedildi. Bunu da öğretmen kardeşlerimin bir köşeye yazmalarını istiyorum."
-"16 yıllık iktidarları döneminde kadına yönelik şiddet yüzde 1400 arttı. 2010 yılında kadına yönelik şiddet dolayısıyla açılan dava sayısı 44 bindi, 2017 yılında 207 bine çıkmış durumda. Eğer devleti yönetenler, iktidar sahipleri,şiddet dilini, kadına yönelik aşağılayıcı bir dil kullanırsa, toplumun geldiği nokta budur."
-"Beş kişilik bir aile, karı koca ve üç tane de çocukları var. Bunlar hiçbir şey yemesin; sabah, öğle, akşam, bir çay ve bir simit tüketsinler, ayda 1575 lira ediyor. Asgari ücret 1603 lira. Kaç lira kalıyor? 28 lira. 28 lirayla elektrik parasını, su parasını, yol parasını, doğalgaz parasını nasıl karşılayacak?" 
-"Hadi soğan üreticilerinin gözü aydın, siz de terörist oldunuz."
-"Soğana değil, devleti soyana bak."
-"Bu yılın ilk 9 ayında Londra’daki bir avuç tefeciye, aldıkları borçlar nedeniyle ödedikleri faiz 9 milyar 724 milyon dolar."
-"Ne istediyse sen verdin kardeşim! Her şeyi verdin, sende hiçbir şey kalmadı. Soğan diyorsun, soyulmuş soğana döndün kardeşim, hiçbir şeyin kalmadı senin! Mart ayı geliyor, elini vicdanına koy buna bir ders ver, ders!"
-"AK Parti demek pahalılık demek, enflasyon demek, işsizlik demek, israf demek, yolsuzluk demek, emeklilikte yaşa takılmak demek, niteliksiz kalitesiz eğitim demek, borç batağına sürüklenen bir Türkiye demek, itibarsız bir dış politika demek, Londra’daki bir avuç tefeciye teslim olmak demek."
Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle: Teşekkür ederim, benim umudum bu ülkenin insanları,

bu ülkenin gençleri benim umudum. Hep birlikte ülkemize, bayrağımıza, vatanımıza ve milletimize sahip çıkacağız. Dikta yönetiminden Türkiye’yi kurtarmak gençlerin sayesinde olacak. Demokrasiyi bu ülkeye getirecek olanların başında gençler ve onların gücü var. O nedenle biz gençlere her ortamda her yerde güveniyoruz.
Bir grup toplantısından yine bizi dinleyen bütün vatandaşlarıma, hangi partiden, hangi kimlikten olursa olsun, hangi bölgede yaşarsa yaşasın bütün vatandaşlarımıza selamlarımızı sevgilerimizi ve muhabbetlerimizi gönderiyoruz.
Efendim dün İstanbul’da bir askeri helikopter düştü ve dört şehidimiz var, dört askerimiz şehit. Kara Pilot Albay Göksenin Aytural, Kara Pilot Üsteğmen Aykut Yurtsever, Astsubay Üstçavuş Emre Vahit Bilekli ve Uzman Çavuş Şahin Arslan’da Allah'tan rahmet diliyoruz. Ailelerinin başı sağ olsun, yakınlarının başı sağ olsun, kahraman ordumuzun başı sağ olsun, vatandaşlarımızın milletimizin başı sağ olsun. Biz askerlerimizle her zaman, komutanlarımızla her zaman onur ve gurur duyduk. Onların Mustafa Kemal’in ilkelerine bağlı oldukları sürece, Türkiye’nin demokrasinin gelişmesi açısından verdikleri her türlü çabaya her zaman saygı duyduk.
Değerli arkadaşlarım, bu arada İrem Yaman diye bir kardeşimiz var. Tekvandocu, fazla yanına yaklaşmak tehlikeli olabilir. Geçtiğimiz hafta yılın en başarılı kadın sporcusu seçildi Dünya Tekvando Federasyonu tarafından. Dolayısıyla bu kardeşimize gerçekten şükran borçluyuz. Tam 8 altın madalyayı Türkiye’ye kazandırdı.
24 Kasım Öğretmenler Günüydü. Öğretmenler, öğretmenlerimiz... Duyduğumuz zaman, gördüğümüz zaman, yaklaştığımız zaman, tokalaştığımız zaman, selamlaştığımız zaman öğretmen kimliğiyle önümüze çıktığında herkesin saygı duyduğu kişiler öğretmenler. Öğretmenlerimize saygı duyarız. Öğretmenler bir toplumu eğitirler, bir toplumu yetiştirirler. Bir toplumun önderleridir öğretmenler. Elinde bir meşaleyle toplumu aydınlatırlar. Bir geleceğe, çağdaş geleceğe, çağdaş uygarlığa toplumu ulaştırırlar. Onların böylesine tarihi bir görevi vardır. Öğretmen olmak kolay değildir. Öğretmen olmak için önce yürekte bir insan sevgisi gerekiyor. Öğretmen olmak için yürekte bir vatan sevgisi gerekiyor. Öğretmen olmak için çocuk sevgisi gerekiyor, insan sevgisi gerekiyor. Öğretmen olmak için fedakârlığı kendi ruhunda, kendi bedeninde hissetmesi gerekiyor kişinin. Öğretmen bu kadar değerli bir görevi üstlenen kişidir. Ama öğretmenlere en büyük değeri veren de, Başöğretmen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür. Savaş meydanlarından gelip öğretmenlerin toplantısına katılır, 16 Temmuz 1921 Ankara’da Maarif Kongresi vardır ve buraya gelir Gazi Mustafa Kemal Atatürk öğretmenlerin toplantısına katılır ve orada bir konuşma yapar. O konuşmanın öğretmenlerle ilgili bölümünü, daha doğrusu bugüne kadar çözülemeyen sorun olarak gördüğümüz ve çözülemeyen bir konuyu nasıl dile getiriyor onu bilginize sunmak isterim. Şöyle der Gazi Mustafa Kemal Atatürk: “Milli Hükümetimizin ciddiyet ve içtenlikle istediği derecede Türkiye kadın ve erkek öğretmenlerinin hayat ve refahını henüz sağlayamamakta olduğunu biliyorum.” Yani öğretmenlere gerekli fedakârlığı yapmadığını, hayat ve refahını henüz daha milli hükümetin, yeni cumhuriyet hükümetinin sağlamadığını sağlayamadığını gayet iyi biliyorum diyor. “Fakat milletimizi yetiştirmek gibi kutsal bir görevi üzerine alan yüce heyetinizin, bugünün durumunu dikkate alacağından ve her zorluğu yenerek bu yolda gayet sabırla yürüyeceğinden şüphem yoktur. Göreviniz çok önemli ve hayatidir. Bunda başarılı olmanızı Yüce Allahtan dilerim” diyor Gazi Mustafa Kemal Atatürk. Evet, 1921’de öğretmenlere hayat ve refahınızı henüz istediğimiz düzeye ulaştıramadık diyor. Peki, 1921-2018… Öğretmenler gerçekten de bizim düşündüğümüz, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün düşündüğü ve savaş meydanlarından gelip onların kongrelerine katıldığı bir ortamda, acaba aradan bu kadar yıl geçtikten sonra, biz öğretmenlerin yaşam standardında bir iyileştirme yapabildik mi? Onları en azından hepimizin, toplumun büyük bir kesiminin beklentisi ölçüsünde daha güçlü bir hayat standardı üzerine oturtabildik mi?
Değerli arkadaşlarım, 24 Kasım Öğretmenler Günüydü. Malum her yıl Öğretmenler Günü olur, Öğretmenler Gününde politikacılar konuşur, bol bol laflar ederler; öğretmen şöyledir, öğretmen böyledir, öğretmen iyidir, öğretmen güzeldir. Peki kardeşim, madem öğretmen bu kadar değerliyse ne yaptın öğretmen için, ne yapacaksın öğretmen için? Bizim yanıtını aradığımız soru bu soru. Ne yapacaksın öğretmen için? Biz, yani Cumhuriyet Halk Partisi, yani halkın partisi, yani aynı zamanda öğretmenlerin partisi, yani aynı zamanda toplumun tüm ezilenlerinin partisi, hangi kesimin sorunu varsa o soruna yönelik çözüm üreten tek partiyiz. Altını çiziyorum, çözüm üreten tek partiyiz. Öğretmenler Gününde de Cumhuriyet Halk Partisi öğretmenler için ne düşünüyor, neyi vaat ediyor, neyi yapmak istiyoruz? Onu sıraladık 11 madde halinde. Şimdi izninizle onları sayacağım:
Bir, Öğretmenler Meslek Kanunu çıkarılmalıdır dedik. Yani öğretmenleri diğer devlet memurlarından ayırmalıyız. Nasıl hâkimler ve savcılar için ayrı bir yasa varsa, öğretmenler için de ayrı bir kanun olmalı. Öğretmenlik mesleğini ayırmalıyız, öğretmenlik mesleği farklı bir meslektir, diğer devlet memurları gibi değildir. Öğretmenin gerekirse 24 saati eğitimle geçer. Sabah 08.00’de gel, akşam 17.00’de git, öğretmenlikte böyle bir şey yok. Akşam evde yazılı kağıtlarını okur, akşam evde soruları hazırlar. Eğer öğrencilerin sorunları varsa, onların aileleriyle ilişki kurar, o öğrencilerin aileleriyle konuşur. Yani günün her saati doludur. Dolayısıyla Öğretmenler Meslek Kanunu çıkarmamız gerekiyor. Bu konuda biz hazırlıklarımızı yaptık. Bütün eğitim camiasına kanun teklifimizi gönderdik. Bakın dedik, olur ya bir eksiğimiz olur bir yerde, onları tamamlayalım ve kanun teklifimizi verelim. Kanun teklifimizi parlamentoya verdik. Şimdi bütün öğretmen kardeşlerimin huzurunda açık ve net söylüyorum. Siz de lütfen eğer bir milletvekiliyle karşılaşırsanız, hangi partiden olursa olsun şunu söyleyin; “Bizim meslek kanunu çıkarın. Kılıçdaroğlu söz verdi, siz de söz verin, parlamentodan oybirliğiyle çıksın” deyin.
Az önce 1921’de Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün öğretmenlere henüz o zor koşullarda arzu ettikleri hayat standardını sağlayamadıklarını söylediğini ifade etmiştim. Bugün 2018 yılında ek iş yapan öğretmenlerimiz var, geçinemiyoruz diye. Öğretmenleri bu ayıptan kurtarmamız gerekiyor ve onlara insan onuruna, mesleğin haysiyetine yakışır bir ücret ödememiz gerekir. Hiçbir öğretmen yoksulluk sınırının altında aylık almamalıdır. Bir daha söylüyorum; hiçbir öğretmen yoksulluk sınırının altına aylık almamalı. Yoksulluk sınırı nedir? Türk-İş belirliyor, ayda en az 6 bin lira, 6 bin küsur. Demek ki bir öğretmenin, en azından yoksulluk sınırının üstünde aylık alması için en az ayda 6 bin lira bir ücret ödenmesi gerekiyor değerli arkadaşlarım.
Çalışırken alınan aylık var, bir de emekli olunca alınan aylık var. Çalışırken 100 lira alıyorsanız, emekli olduğunuzda 50 lira alıyorsunuz. Niçin? Öğretmenlere 3600 ek gösterge verilmesi gerektiğini söyledik bütün seçim meydanlarında ve aynı zamanda bütün siyasal partilerin biz ifade ettikten sonra, nasıl polislere 3600 ek gösterge sözünü verdik, nasıl onu seçim meydanlarında tekrar ettiysek, öğretmenler için de söyledik aynı şeyi ve bütün partilerin seçim beyannamelerine girdi. Şimdi bekliyoruz, AK Parti iktidarından da bekliyoruz, Milliyetçi Hareket Partisinden de bekliyoruz, İYİ Partiden de bekliyoruz, Halkların Demokrasi Partisinden de bekliyoruz. Hep beraber diyoruz ki, gelin öğretmenlere 3600 ek göstergeyi hep birlikte verelim, öğretmenler bu ülkenin öğretmeni ve oybirliğiyle sağlayalım biz bunu. Biz dedik, kanun teklifimizi de verdik. Ama maalesef üzülerek ifade edeyim, seçim bildirgelerinde olmasına rağmen, meydanlarda söz vermelerine rağmen AK Parti ve Milliyetçi Hareket Partisinin milletvekillerinin oylarıyla öğretmenlere 3600 ek gösterge verilmesi reddedildi. Bunu da öğretmen kardeşlerimin bir köşeye yazmalarını istiyorum.
Dört, 24 Kasım Öğretmenler Günü. Öğretmenler Gününde öğretmenlerimize birer maaş ikramiye verebiliriz. Hep birlikte verebiliriz. Öğretmeni onurlandırmak kadar güzel bir şey var mı? Bizim çocuklarımızı eğitiyor, bizim çocuklarımıza gelecek ufku açıyor. Onlar hep birlikte çalışacaklar ve Türkiye’yi çağdaş uygarlığın ötesine taşıyacaklar. O zaman yine teklifimiz var bütün siyasal partilere. Gelin 24 Kasım Öğretmenler Gününde öğretmenlerimize birer maaş ikramiye verelim.
Az önce söyledim, hiçbir öğretmen yoksulluk sınırının altında maaş almamalı diye. Ama bugün sözleşmeli öğretmenler var, ücretli öğretmenler var. Ücretli öğretmenler kaç lira alıyor biliyor musunuz? Asgari ücretin yarısı kadar ücret alıyorlar. Asgari ücret, yani 1603 liranın altında öğretmene aylık ödeniyor değerli arkadaşlarım. Gelin Türkiye’yi de bu ayıptan kurtaralım. Öğretmenin ayrımcılığı olmaz, öğretmen öğretmendir, kadrolu öğretmendir, devletin güvencesinde kamunun güvencesinde öğretmen görevini yapar. Dolayısıyla bu güvenceyi sağlamak da hepimizin görevidir.
Okullarda öğretmen açığımız var. Dışarıda da yüz binlerce atama bekleyen öğretmen var. 2017 Sayıştay raporu... Diyor ki Sayıştay raporu, Türkiye genelinde 153 bin 640 öğretmen açığı bulunmaktadır. Bir daha söylüyorum; 153 bin 640 öğretmen açığı bulunmaktadır. Dışarıda da yüz binlerce öğretmen atama beklemektedir. Türkiye’nin bu ayıptan kurtulması lazım!
Yine aynı şekilde yedinci, taşımalı eğitime son verilmeli. Taşımalı eğitim, çocuklarımızı alıyoruz araçlarla başka bir okula taşıyoruz. Niçin? Karda, kışta, yağmurda, çamurda taşıyoruz. Niçin? Eğitim alsınlar diye. Nerede öğrenci varsa, orada öğretmen olmalı, orada okul olmalı. Orada yaşayan, yani kırsalın bir yerinde bir bölgesinde yaşayan vatandaş öğretmen yüzü görse ne olur, öğretmenle karşılaşsa ne olur? Öğretmenle köyün kahvesinde çay içse ne olur? Bir sorunu olduğu zaman öğretmenine danışsa ne olur? Güzel şeyler olur. O nedenle biz taşımalı eğitime son verilmeli, nerede öğrenci varsa, orada da öğretmen olmalı.
Bir diğer konu değerli arkadaşlarım sekiz; biliyorsunuz 20 Temmuz sivil darbesinden sonra çok sayıda öğretmenin görevine son verildi. Bunların bir kısmı gitti mahkemelere, beraat edip geldiler, bir kısmı hakkında da herhangi bir şey yoktur deyip onlarla ilgili kararlara nokta koydular. Ama bunlara gelin görevinize başlayın demiyorlar. Eğer bu öğretmenlerin hiçbir günahı suçu yoksa beraat etmişlerse, haklarında takipsizlik kararı verilmişse, o öğretmenlerin öğretmen olarak atanmaları gerekiyor. Öğrencileriyle bu öğretmenlerin buluşturulmaları gerekiyor. Biz bunu da ısrarla ve ısrarla takip ediyoruz ve bunu da bu vesileyle ifade etmiş olayım.
Devlet okulları ve özel okullar, böyle bir ayrımcılık var. Devlet okullarında perişanlık var, özel okullarda da devlet desteği var. Durumu iyi olan, maddi durumu iyi olan çocuğunu ya özel okula gönderiyor veya yurtdışına eğitime gönderiyor. Bu ülkenin fakir fukarası, garibanı nereye gönderiyor? Devlet okuluna. Cam kırık, kime başvuruluyor veliye, cam kırık kimin hangi öğrencinin babasının durumu iyidir, tüccardır veya sanayicidir, acaba gidip ondan beş-on kuruş alıp okulun şu işini bu işini yapabilir miyiz diyorlar. Eğitimde tasarruf olmaz, eğitimde devlet okullarına her türlü destek verilmeli, özel okullara devlet desteği geri çekilmeli; bu yapılmalı.
On, 21.Yüzyıldayız, hâlâ ikili eğitim var, sabah ve öğlenci olan okullarımız var. Hâlâ birleştirilmiş sınıflar var; birinci, ikinci, üçüncü sınıf öğrencileri ve bazen dördüncü sınıf öğrencileri de aynı yerde, bir öğretmen bunların tamamını eğitiyor aynı salonda. Bu Türkiye Cumhuriyetinin ayıplarından birisidir, 21.Yüzyıldayız. Nasıl siz derslik sayısını arttırmazsınız ve öğrencilerimiz neden her birisi ayrı ayrı sınıflarda, ayrı ayrı öğretmenlerin gözetiminde ve onların yaşına göre özel bir eğitim vermez? Birinci sınıftaki öğrenciyle, dördüncü sınıftaki öğrenciye neyi nasıl anlatacak öğretmen?
Değerli arkadaşlarım bir başka şey, okul aile birlikleri var. Okul aile birliklerininde de yasal statü sağlanması lazım. Eğer okul aile birliklerine yasal statü sağlanırsa, okulların yönetimi çok daha güçlü olacak.
24 Kasım Öğretmenler Gününde düşündüklerimiz bunlar. Dolayısıyla öğretmen arkadaşlarımıza Cumhuriyet Halk Partisi grubundan, siyasal görüşleri ne olursa olsun, bütün öğretmen arkadaşlarımıza selamlarımızı ve sevgilerimizi gönderiyorum. Sizi desteklemek, önünüzdeki bütün engelleri kaldırmak bizim görevimizdir.
Bir de 25 Kasım var, bir gün sonrası. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetin Yok Edilmesi İçin Uluslararası Mücadele Günü. Kadına yönelik şiddet olmamalı. Eğer kadını toplumun eşit bir bireyi olarak görüyorsanız, kadına yönelik şiddete hep birlikte karşı çıkmalıyız. Yeri geldiği zaman öğretmenler gibi kadınlar için de büyük övgülü güzel laflar ediyoruz, büyük laflar ediyoruz. Ama kadına yönelik şiddet süratle artıyor, ama buna karşın toplumdan beklenen tepki, siyaset kurumundan beklenen tepki yeterince gelmiyor.
Bakın arkadaşlar, 16 yıllık iktidarları döneminde bu AK Partinin, kadına yönelik şiddet yüzde 1400 arttı. Resmi bilgi bu, yüzde 1400 artmış olması. 2018’in ilk 9 ayı rakamlarını vereyim. 2018’in, yani bu yılın ilk 9 ay rakamları; 183 kadın ve 10 çocuk öldürüldü, 50 kadına tecavüz edildi, 162 kadın tacize uğradı, 279 kız çocuğu cinsel istismara maruz kaldı, 316 kadın yaralandı. Bunlar medyaya yansıyanlar, bir de medyaya yansımayanlar var. Onları bilmiyoruz. Dolayısıyla her 3 kadından birisinin fiziki şiddete maruz kaldığını hepimiz artık biliyoruz.
Değerli arkadaşlarım, 2010 yılında kadına yönelik şiddet dolayısıyla açılan dava sayısı 44 bindi. 2017 yılında kadına yönelik şiddet dolayısıyla açılan dava sayısı 44 binden 207 bine çıkmış durumda. Nasıl oluyor da toplum bu hale geldi? Eğer devleti yönetenler, iktidar sahipleri, güç sahipleri şiddet dilini kullanırsa, kadına yönelik aşağılayıcı bir dil kullanırsa, toplumun geldiği nokta budur. Bunu da bütün kadın kardeşlerimin insafına ve bilgisine terk ediyorum. Eğer sizler bu ülkede gerçekten mücadele etmek istiyorsanız, gerçekten hak arıyorsanız, gerçekten de kadın erkek eşitliğini sağlamak istiyorsanız, yönünüzü döneceğimiz bir parti var; halkın partisi, yani Cumhuriyet Halk Partisi, kadın erkek eşitliğini savunan bir parti.
Kadına yönelik şiddet artıyor, uyuşturucu da artıyor, çocuklarımızın gerçekten de durumları yürekler acısı. Bütün bunların hepsi uzun uzun belki konuşmayı gerektiriyor. Ama izin verirseniz ben kısaca ekonomiye de girmek isterim. Ekonomide işimiz pek parlak değil ve görünen şu, durum giderek ağırlaşacak.
Erdoğan daha iktidar olmadan önce, bütün meydanlarda çay ve simit hesabı yapıyordu. Çay ve simit hesabı yaptıktan sonra şu cümleyi kullanıyordu: “Senin zalim yönetimin değil bu yiyecekleri, bu aziz millete bir bardak çayla bir simidi bile layık görmüyor.” Bunu söylüyordu meydan meydan. Geliyoruz 16 yıllık kesintisiz bir yönetim ve bir Türkiye gerçeği; çayla simit hesabını yine yapalım, vatandaşlarımız da dinlesinler. 1 lira 75 kuruş simit, 1 lira 75 kuruş çay, belli yerlerde bu çay bazen 3 lira oluyor, bazen 5 lira, bazen 6 lira, bazı yerlerde 20 lira, ama biz 1 lira 75 kuruş simit, 1 lira 75 kuruş da çay dedik. Beş kişilik bir aile, karı koca ve üç tane de çocukları var. Bunlar hiçbir şey yemesin; sabah, öğle, akşam, bir çay ve bir simit tüketsinler. Bir gün üç öğün; bir kişi, bir gün, sabah, öğle, akşam yedi; 3 lira 50 kuruş, çarpıyoruz 3’le, efendim 10 lira 50 kuruş, bir kişinin bir günlük harcaması 10 lira 50 kuruş. Beş kişi olduğuna göre, beş kişinin bir günlük harcaması, 1 çay-1 simit, 52 lira 50 kuruş. Bunlar 30 gün yaşayacaklar, 30 gün birer çay birer simit yiyecekler günde üç öğün, 52 lira 50 kuruşu çarpıyoruz 30’la 1575 lira ediyor. Asgari ücret ne kadar? 1603 lira. Arada kaç lira kalıyor? 28 lira.
Şimdi vicdan sahibi olan herkese sesleniyorum ve gerçekten insanını seven ve gerçekten aile kurumunun ne kadar önemli olduğuna inanan vicdan sahibi herkese sesleniyorum. Bu insan çayla simidi halletti, 28 lirayla okul parasını, elektrik parasını, su parasını, yol parasını, doğalgaz parasını nasıl karşılayacak? Şimdi ben bu yönetime, Erdoğan’ın 2002’lerde söylediği sözlerle seslenmek istiyorum; “Senin bu zalim yönetimin değil bu yiyecekleri, bu aziz millete bir bardak çayla bir simidi bile layık görmüyor.” 16 yılda geldiğimiz nokta budur.
Belki düşünebilirsiniz, bu 5-10 kişi, bunlar böyle fakir, ama 5-10 kişi. 5-10 kişi değil arkadaşlar. Bakın, 1 milyon 800 bin kişi asgari ücretin altında ücret alıyor. Merkez Bankasının ve TÜİK’in verdikleri rakam. 1 milyon 800 bin kişi, yani 1603 liranın altında aylık alıyor. Peki, asgari ücret alanların rakamına baktığınız zaman da, o da yaklaşık 7 milyon. Yani 8,5 milyon kişi bu durumda. Bunları aileleri ve çocuklarıyla düşündüğünüzde büyük bir kitle.
Şimdi şu soruyu, bu asgari ücretli kardeşlerime sormak isterim. Sen her sabah ejder meyveli smoothie yemezsin biliyorum, efendim somonlu suşi, zencefilli bilmem ne yemezsin, ben bunları biliyorum. Gayet iyi de biliyorum, gayet iyi de anlıyorum, bunları yeme şansının olmadığını da biliyorum, ama ben senin vicdanına sesleniyorum. 16 yıldır bu ülkeyi yönetenler hâlâ seni çaya ve simide mahkum ettilerse, bundan hesap soracaksın kardeşim. 16 yıldır yönetiyor, 16 yıl! 16 yıldır geldiğimiz nokta budur. Asgari ücreti artırın diyoruz, artırmıyorlar. Niye artırmıyorsunuz, hangi gerekçeyle artırmıyorsunuz?
Değerli arkadaşlarım ve bu kişi ne diyor? Memleketi bu hale getiren sarayda oturan zat ve damadı, kayınpeder ve damat, hanedan yönetiyor; damat diyor ki, 1603 lirayla bunlar gül gibi geçiniyorlar. Ağızlarından lokmayı da alsam bana oy verecekler, onu söylüyor. Ben ne yaparsam yapayım, bunlar yine gelecekler bana oylarını verecekler diyor. Ama bu sefer öyle değil, bu sefer öyle değil! Bu sefer, bu milletin ciğerine işledi artık, bırakın cebine ciğerine işledi. 1603 lirayı reva görüyor, ama kendisi dönüp diyor ki, çift dikiş maaş alıyor, hem emekli aylığı, hem cumhurbaşkanlığı aylığı, bu bana yetmiyor. Kaça çıksın? 74 bin 500 liraya çıksın. Sen 1603 lirayla geçin, ama bana para yetmiyor, bana 74 bin 500 lira aylık vereceksiniz diyor. İnsaf denilen bir şey var. Bir de üstelik 74 bin lirayı alacak, elektrik parası yok, doğalgaz parası yok, su parası yok, yol parası yok, uçak parası yok, ne yese ne içse her şey bedava, para yetmiyor beyefendiye! Asgari ücretli kardeşim, hesabını sormazsan, o zaman sen bu yoksulluğa mahkûmsun demektir!
Tabii bu söylediğim, hiç değilse asgari ücret, yani ayda 1600 lira para alıyor hiç değilse. Bir de hiçbir geliri olmayanlar var. Ekonomik krizden sonra gerçekten kapının önüne konulan binlerce, yüz binlerce işçi var. Bakın bir anne, çalışan bir anne işinden atıldıktan sonra ne söylüyor: “Yönetici olarak çalıştığım firmada, gece sabahlara kadar fazla mesai ücreti almadan hizmet verdim. Doğum iznindeyken en çok maddi desteğe ihtiyaç duyduğum anda binlerce kişiyle birlikte tazminat verilmeden işten çıkarıldım. Şimdi ben ne yapacağım.” Bir anne, bu çocuğuna süt alabilecek mi, çocuğuna bez alabilecek mi? Annenin yaşadığı dram budur değerli arkadaşlarım. Bir baba: “Tazminatsız olarak bizleri işten çıkardınız, aç kalan çocuklarımızın hesabını nasıl vereceksiniz?” diyor. Evet kardeşim, önünde Mart var, seçimler var, kıştan çıkacaksın, büyük sıkıntılar yaşayacaksın, ben bunları biliyorum. Ama önünde güzel bir bahar havası estirme imkânı da var. Bunlara ders verdiğin zaman, ülkeye bahar gelecek, ülkeye huzur gelecek. Bir vatandaşımız, bu da bir işveren, bu da söylüyor: “Biz alnımızın terini döker ekmeğimize bakarız, ama şimdi ekmeğimiz gitti. Makinelerimiz boş yatıyor. Sayın Cumhurbaşkanım, ben demiyorum anamızı ağlattınız. Çünkü bunu söylediğim zaman vereceğiniz cevapları da biliyorum. Benim gibi bu işi yapanların makineleri hep boş yatıyor. Bunlar milli servet. Biz bittik diyoruz, öldük diyoruz; siz yol diyorsunuz, havaalanı diyorsunuz. Biz gerçekten bittik, gündem biziz, asıl gündem bu. Gündemi değiştirmeyin, Allah Muhammed aşkına” diyor.
Biz de gündemi değiştirmiyoruz. Ekonomi, ekonomi, ekonomi, vatandaşın sıkıntısını her ortamda dile getireceğiz. Sıkıştılar ekonomide, şimdi gündemin en önemli konusu soğan, soğan baskınları yapıyorlar depolarda. Efendim açıklama yapmış bir de beyefendi, “Silahlı teröristle, soğanı olan terörist arasında hiçbir fark yoktur.” Hani bombalı olanlar var, elinde silah olan var, bazuka olan var, roketatar olan var, hendek kazan var anladık da, soğanı olan teröristi de yeni duyuyorum. Hadi soğan üreticilerinin gözü aydın, siz de terörist oldunuz, size de terörist demeye başladı. Ülkede hak aramak, ülkede üretim yapmak... Efendim soğanı niye depoladınız? Kardeşim, bu soğanı depolamasa ne yapacak, tarlada mı kalacak bu soğan? Nereye koyacak bu soğanı? En büyük depoyu kim yapıyor tahılda? Toprak Mahsulleri Ofisi. En büyük terörist o o zaman. Bas orayı, buğdayı da dağıt her tarafa. Neyin ne olduğunu bilmiyorlar. Derler ya Allah şaşırtmasın, şaşırmış vaziyetteler, ne yapacaklarını bilmiyorlar.
Eğer Türkiye’yi bu hale nasıl getirdik diye oturup düşünselerdi, bu tablo hiçbir zaman yaşanmazdı. 2 milyon ton Türkiye’nin soğan üretmesi lazım, 2 milyon ton! Eğer bunun altına düşerseniz, dışarıdan soğan getireceksiniz, buğday getireceksiniz, nohut getireceksiniz, saman getireceksiniz. Sen oturup kendine soruyor musun? Bu memleketi bu hale kim getirdi? Soğan 5 liraya çıktı. Kim getirdi bu hale? Biliyorum diyecek dış güçler. İyi de dış güçlerin soğanla ne ilgisi var. Onu da bilmiyoruz, bakalım ne diyecek. Ama bir şeyi öğrendik, bu soğan üreticileri yeni terörist kimliğine kavuştular.
Efendim başka bir şey daha var. Uzun gün soğanı var, kısa gün soğanı var. Kısa gün soğanı, bakın Eylül-Ekim aylarında tarlaya ekilir, Mayıs-Haziran aylarında toplanır bunlar. Bunlar uzun süre depolarda beklemez. Bunu söyleyeyim de, belki yanına bir tarım uzmanı alır, dinlesin diye ona anlatıyorum. Uzun gün soğanı Ocak, Şubat ve Mart aylarında ekilir, Temmuz, Ağustos ve Eylül aylarında hasat edilir ve depoya kaldırılır. Bu bütün dünyada böyledir, bizde de böyledir. Fiyat arttı depoları bastık. Neymiş? Fakir fukaraya ucuz soğan yedireceğim diye. Gayet güzel, fakir fukaraya ucuz soğan yedireceksin, çiftçiyi destekleyeceksin, çiftçiye destek vereceksin. Gübreye zam yapmayacaksın, ilaca zam yapmayacaksın, çiftçinin hakkını vereceksin, milli gelirin en az yüzde 1’i oranında çiftçiye destek vereceksin. Bunu yaptığın zaman eker de biçer de, her şeyi yapar. Bizim insanımız çalışkan, bizim insanımız üretir; yeter ki kazansın, yeter ki alıcı çıksın, bütün bunların hepsini yapabilir değerli arkadaşlarım.
Değerli arkadaşlar, asıl vatandaşın dikkatini bir şeye çekmek istiyorum; soğana değil, devleti soyana bak diyeceğim. Bakın, devlet nasıl soyuluyor size söyleyeyim. Köşeyi döndüler, her türlü ihtiyacını karşıladılar. Son iki yılda köprülere yapılan zam ne biliyor musunuz? Yüzde 157 zam yaptılar. Buna müdahale eden var mı? Yüzde 157 zam insafsızdır diyen var mı bizim dışımızda? Nereye gidiyor bu paralar, kim alıyor bu paraları? Bunun adı soygun değil mi, bunun adı vurgun değil mi, bunun adı zorla vatandaşın cebinden para almak değil mi?
Değerli arkadaşlarım, gittiler Sudan’da 780 bin 500 hektar arazi kiraladılar. Bakan oraya gitmiş, diyor ki “Türk müteşebbislerini Sudan’a davet ediyorum, gelip burada eksinler, burada biçsinler, burada üretsinler, buradan Türkiye’ye getirsinler.” Türkiye’de ona göre hiç boş arazi kalmamış, bir karış bile bir yer yok, Sudan’da arazi kiraladık, orada üreteceğiz Türkiye’ye getireceğiz. Daha ucuz üreteceğiz, çiftçiyi bitireceğiz diyor. Asıl hedef bu, Türkiye’de çiftçiyi bitirmek. Bütün bunların müsebbibi saraya oturan zat ve onun damadı, hane halkı yani, hanedan yani. Başta bir zat var, bir de onun damadı var. İkisi oturup kafa kafaya veriyorlar, memleketi ne hale sokarız diye planlarını yapıyorlar.
Bakın, biz yıllar yılı tek adam rejimine karşı çıktık. Uzun yıllardır, uzun süredir tek adam rejiminin bir memleket için ne büyük felaketler getireceğini söyledik. Şimdi tek adam rejimindeyiz. Bütün bunları nerede yaşıyoruz? Tek adam rejiminde yaşıyoruz. Demokrasilerde var mıydı böyle bir şey? Yoktu. Şimdi tek adam rejiminde her şey onun iki dudağına kilitlenmiş vaziyette, her türlü kararı o veriyor. Soğan... Soğan yok, depoları basın. Yarın herhalde un fabrikalarını basacaklar, sonra nohut üreticilerini bastıracaklar herhalde. Diyecekler neler yapıyorsunuz? Ekonomi baskıyla yönetilmez. Ekonomi, ekonomi biliminin kuralları çerçevesinde yönetilir. Ekonomiyi yönetmek için liyakat olması lazım, bilgi olması lazım, birikim olması lazım. Niye biz dedik ki, “Türkiye krizden çıkacaksa 13 maddeye uyacaksınız.” Maddelerin başında ne var? Bir, devlette liyakat sistemini bozmayın dedik. Sen kalktın ekonomiden anlamayan damadı getirdin devletin kasasının başına oturttun. Olmaz, yürümez bu işler.
Sadece bu mu? Hayır, vatandaşı borç batağına soktular. Emin olun vatandaş borç batağında, perişan vaziyette vatandaş. Bakın, iktidar oldukları 2002’de vatandaşların bankalara borcu 6 milyar 605 milyon lira. 6 milyar 605 milyon lira vatandaşın bankalara borcu var 2002 yılında; krizden yeni çıkan bir Türkiye’de. Şimdi 9 Kasım itibariyle rakamı veriyorum. Vatandaşların bankalara borcu 6 milyar değil, ne kadar? 522 milyar 962 milyon lira, eski parayla 522 katrilyon lira vatandaşların bankalara borcu var, vatandaş borç batağında. Peki, vatandaş bu bankalara ne kadar faiz ödedi? Bir yılda, yani Ocak ilâ Kasım arasında, bir yıl dolmadı, ama Ocak’la Kasım arasında bankalara ödenen faiz 49 milyar 390 milyon lira. Eski parayla vatandaşlar bankalara 49 katrilyon lira faiz ödediler Ocak ayından 9 Kasım’a kadar, yani 10 ayda. 10 ayda ödenen faiz 49 milyar lira. Ne diyorduk? Bu hükümet, AK Parti iktidarları tefecilere hizmet eden iktidardır, tefecilere hizmet ederler vatandaşlara değil.
Değerli arkadaşlarım, vatandaş borç batağında, evini geçindiremiyor, pazarda çantasını dolduramıyor, asgari ücretli perişan, ama o beyefendi sarayında kilosu 4 bin liralık çay içiyor. Bir daha söylüyorum; kilosu 4 bin liralık çay içiyor. Ona göre memlekette hiçbir sorun yok, hiçbir sorun yok memlekette. Çünkü bakıyor, mutfak dolu her şey var, uçağa biniyor para yok vermiyor, yola gidiyor para vermiyor, elektrik parasız doğalgaz parasız her şey parasız. O diyor ki, mutlaka Türkiye de böyledir, Türkiye’de hiçbir vatandaşın sorunu yoktur diyor. Tefeciye soruyor, senin bir derdin var mı? Tefeci diyor ki, Allah razı olsun hiçbir derdim yok, durumumuz çok iyi. Saray çevresindeki müteahhitlere soruyor bir sıkıntı var mı ekonomide? Hayır diyorlar, ekonomi çok iyi, her şey tıkırında. Dolar yükselir bizim paramız yükselir, hiç endişe etme aynen devam et diyor. O da aynen devam ediyor. Halktan kopan bir yönetimin Türkiye’yi getirdiği nokta budur.
Bu içeriye ödenen, vatandaşların içeriye ödedikleri faizdi, bir de devletin yurtdışındaki tefecilere ödediği faiz var. Bu yılın ilk 9 ayında bir grup tefeciye ödediği faiz 9 milyar 724 milyon dolar. 9 ayda Londra’daki bir avuç tefeciye, aldıkları borçlar nedeniyle ödedikleri faiz 9 milyar 724 milyon dolar. Dışarıya ödenen, 2002’en yani son 16 yılda dışarıya ödenen faiz ise, bu tefecilere ödenen faiz ise, eskiden 158 milyar dolardı bundan bir ay önce, şimdi 159 milyar 290 milyon dolara çıktı.
Değerli arkadaşlarım, bu aynı zamanda iktidarın, gücün, Erdoğan’ın tefeciler tarafından teslim alındığını gösterir. Tefecilerin talimatından asla çıkmaz. Dış güçler diye tanımladığı o tefeciler; ne isterlerse Erdoğan vermeye hazırdır, ne isterlerse! Papazı istediler tak diye verdi, gazeteciyi istediler tak diye verdi. Gariban olunca atın içeriye, sırtı güçlü olmayınca atın içeriye, diğerlerini bu hale getirdiler.
Şu noktaya vatandaşın dikkatini çekmek isterim. Özellikle Adalet ve Kalkınma Partisine oy veren vatandaşlarıma seslenmek isterim. Bugüne kadar Erdoğan, Tayyip Bey, ne istediyse verdiniz, ne istediyse her şeyi verdiniz. Örneğin dedi ki, “ben tek başıma iktidar istiyorum”, tek başına iktidar verdiniz. Efendim “benim başbakan olmam lazım” dedi, evet başbakanlık verdiniz. Efendim “başbakanlık yetmiyor, benim ülkeyi daha iyi yönetmem gerekiyor, cumhurbaşkanlığı verin” dedi, cumhurbaşkanlığını da verdiniz. Efendim, “bir dönem bana yetmez, bir dönem o çıraklık dönemiydi, benim daha ustalık dönemim var, ustalık dönemi için de bana izin verin, beni bir daha iktidar yapın” dedi, olur ustalık dönemi, bir daha iktidar yaptınız. Efendim ondan sonra, “anayasayla bu işler yürümüyor, yargı benim için ayak bağı, parlamento benim için ayak bağı ve bunların değişmesi lazım” dedi, onları da değiştirdiniz, o yetkiyi de verdiniz. Efendim “devletin fabrikası olmaz, ne demek devletin fabrikası... Devlet arazisi, ne demek arazi...” Araziyi sattınız, fabrikaları sattınız, her şeyi sattınız, meraları sattınız. Üstelik bunları satarken de ‘babalar gibi satacağız’ dediniz, onları da sattınız, o yetkiyi de verdiniz her şeyi verdiğiniz gibi. Sonra? Efendim “ben cumhurbaşkanı oldum, ama bir başbakan bir cumhurbaşkanı olmaz, bir ipte iki cambaz olmaz, böyle iki ayrı yetkili olmaz, başbakanlığı kaldırmamız lazım, bütün yetkiler benim üstümde olsun…” Onu da verdin kardeşim, bütün yetkileri verdin. Şimdi geldik, “kışlık saray isterim” dedi onu da verdin, “yazlık saray isterim” dedi, onu da verdin, “efuli içeceğim” dedi, onu da verdin, “kilosu 4 bin liralık çaydan içmem lazım”, onu da verdin, “uçan saraya ihtiyacım var”, onu da Katar Emiri verdi.
Şimdi kardeşim, cebine bir bak, cebinde ne var senin? Oğlun iş buldu mu, kızın iş buldu mu, huzur içinde misin? Memleketin haline bak, ne istediyse sen verdin kardeşim, ne istediyse! Bir düşün yahu, bir düşün yahu, insafla bir düşün bakalım kardeşim, her şeyi verdin sende hiçbir şey kalmadı. Soğan diyorsun, soyulmuş soğana döndün kardeşim, hiçbir şeyin kalmadı senin. O zaman Mart ayı geliyor, elini vicdanına koy buna bir ders ver, ders! Ders vereceksin!
Geldiğimiz nokta, AK Parti ne demek? AK Parti demek pahalılık demek, enflasyon demek, işsizlik demek, israf demek, yolsuzluk demek, emeklilikte yaşa takılmak demek, niteliksiz kalitesiz eğitim demek, borç batağına sürüklenen bir Türkiye demek, itibarsız bir dış politika demek, Londra’daki bir avuç tefeciye teslim olmak demek. AK Parti iktidarı budur. Seçmenine söylemiyorum, iktidarına söylüyorum. Arada büyük farklar var.
Değerli arkadaşlarım, bir soru sormuştum, “15 Temmuz şehit yakınları ve gazileri için toplanan parayı ne yaptınız?” diye. Bir kanun var, en fazla iki yıl içinde gereğinin yapılması lazım. Yapmıyorlar. Toplanan para ne kadar? Faizi ne kadar? Kime verdiniz vermediniz? Bunları bilmeye ihtiyacımız var. Bir vatandaş soruyor, Türkiye Büyük Millet Meclisine dilekçe veriyor. Diyor ki, 05.07.2018 tarihli dilekçesi, ne oldu diyor, yardım kampanyası açtınız diyor, ne oldu? Yani bu yardım kampanyasının sonunda aldığınız topladığınız paraları nereye harcadınız, bana bir cevap verin, biz bir şey görmedik diye. Değerli arkadaşlarım ve bir 15 Temmuz gazisi Sabri Ünal, “Yemin ediyorum, AK Partiye benden oy alamayacaksınız. Satsan satılmaz, 15 Temmuz madalyasını da kendiniz alın takın” diyor. Şimdi bu parayı 15 Temmuz şehitlerine ve onların yakınlarına, gazilerine vermeyen siyasal iktidarı, yani Erdoğan’ı... İktidar demeyelim de, yani Erdoğan’ı ne yapacaksınız? 15 Temmuz şehit yakınları ve gazilerine soruyorum, ne yapacaksınız şimdi? Sizin adınıza para toplandı. Bir yere konuldu mu konulmadı mı bilmiyoruz, yediler mi yemediler mi bilmiyoruz. Ama bir şeyi unutmayın, bunların bir malı götürme geleneği var. Sizin malınızı, sizin adınıza toplanan malı götürdüler mi, götürmediler mi? Onu da bilmemiz lazım. Sordum, soruyorum, cevap bekliyorum, parayı ne yaptınız? Kaç lira topladınız, parayı ne yaptınız?
Ve Kaşıkçı cinayeti... Katilleri niye serbest bıraktınız? Katilleri bildiğiniz halde, ses kayıtlarını dinlediğiniz halde katilleri niye serbest bıraktınız? Kraldan para mı dilendiniz, size kral para sözü mü verdi? Onun için mi katilleri serbest bıraktınız, onun için mi Türkiye’yi itibarsız konuma getiriyorsunuz? Bunun da cevabını bekliyorum. Her zaman soracağım.
Teşekkür ederim arkadaşlar.