26.11.2019
26.11.2019
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
Değerli arkadaşlarım, hepiniz hoş geldiniz; Türkiye’nin neresinden geldiyseniz başımızın üstünde yeriniz var. Size bir sözüm var, bütün Türkiye’ye bir sözüm var. Yaşlısına, gencine, kadınına, erkeğine herkese bir sözüm var. Benim siyasetten özel olarak herhangi bir beklentim yok, ama tek hedefim, tek amacım var; bu memlekette herkes huzur içinde yaşasın, bu memlekette herkesin aşı işi olsun, ben bunu istiyorum.
O nedenle şunu da ifade edeyim. Kimin bir derdi varsa, o sorunu çözmek, o derdi çözmek de benim boynumun borcudur. Ben ve arkadaşlarım Türkiye’de sorun yaşayan herkesin sorununa talibiz. Niye talibiz bir soruna? Çözmek istiyoruz, sürüncemede kalmasın istiyoruz, insanlar acı çekmesin istiyoruz. Sorunları çözelim ve huzurlu bir Türkiye’yi, 21.Yüzyılın en güçlü ülkelerinden birisi haline getirmek için çalışalım, çaba harcayalım. Sorunu olan bir ülke, geleceğe güvenle bakamaz. O nedenle sorunları çözmek bizim görevimizdir, siyaset kurumunun görevidir. Ama 17 yıldır görevini yapmayanlara diyeceğiz ki; yeter arkadaş yeter artık, 17 yıldır buradasın hangi derdimizi çözdün sen, hangi sorunumuzu çözdün? O nedenle mücadeleyi beraber yapacağız. Gücümüzü halktan, yani sizden alacağız. Hangi partiden olursa olsun, onun da altını özenle çizeyim, hangi partiden olursa olsun, bütün vatandaşlarımın oyuna talibim, oyuna talibim, oyuna talibim!
Ayrıca şunu da söyleyeyim, ayrıca şunu da ifade edeyim. Beni sakın ola ki iktidar partisinin ve ona destek verenlerin taraftarı gibi ya da onların politikalarını güden bir siyasetçi gibi görmeyin. Ben onların izlediği politikanın memlekete sorun açtığını görüyorum, onlar gibi düşünmüyorum. Onlar gibi bir yönetim anlayışım da yok. Halkla beraber yönetmek istiyoruz, sivil toplum örgütleriyle beraber yönetmek istiyoruz, sorunlara sağlıklı teşhis koyup sağlıklı çözümler üretmek istiyoruz. O nedenle ben herkesin oyuna talibim diyorum. Nerede yaşarsa yaşasın, hangi kimlikten inançtan olursa olsun, yaşam tarzı ne olursa olsun, 82 milyonun oyuna talibim. Ben Türkiye’nin bütün sorunlarını CHP ailesi olarak çözmeye kararlıyım ve bunu yapacağım.
Malum bizlere kumpas kuruyorlar. İsterseniz Çin Seddi’ni getirin yıkıp geçeceğiz. Onlar sanıyorlar ki, bir şey söyledik Cumhuriyet Halk Partisi hemen geri adım atacak. Niye geri adım atalım, haklıyız! Kumpas kuracaksın, eleştireceksin, ağzın dilin bir karış uzun, bir sürü laf edeceksin. Sana söyledim, laf edeceksen geleceksin karşıma kardeşim. Senin bir sürü televizyon kanalın var, bir sürü! Geleceksin karşıma! Ayrıca ben öyle çok korkulacak bir adam da değilim yani, makul bir insanım. Her insana saygılıyım, rakibime bile saygılıyım. Ben ona makul, herkesin anlayacağı dilden sorular soracağım o kadar, ondan da aynı şekilde cevap bekleyeceğim. O da bana hangi soruyu sorarsa sorsun, altını çiziyorum hangi soruyu sorarsa sorsun samimi olarak cevap vereceğim.
Şimdi arkamdan bir sürü laf ediyor, meydanlara çıkıp konuşuyor, başka yerde konuşuyor. Kardeşim, eğer sen konuşacaksan gel karşıma, bak iki uygar insan gibi oturalım, ATV var A Haber var, hangi kanalları var bilmiyorum ki, dünya kadar kanalları var. Çıkarsın gelirsin oturursun... Üstelik bir şey daha söyledim. Değerli arkadaşlarım, ben yalnız başıma çıkacağım dedim, sen istiyorsan bir sürü adam alabilirsin yanına. Eğer istiyorsan kendi öğretim üyelerin var, onları da alabilirsin, kendi yandaşların var onları da alabilirsin. Onlardan da korkmuyoruz çekinmiyoruz. Bir ordu olarak gel, tek başıma çıkacağım, söz veriyorum.
Ve AK Partiye oy veren kardeşlerime de sesleniyorum. Bir partiye kumpas kurmak doğru bir şey değildir. Dedikodu üzerinden siyaset yapmak da doğru bir şey değildir. Senin görevin ne? Memleketin bu kadar sorunu var, dünya kadar sorunu var, dünya kadar derdi var memleketin. Sen o sorunları çözeceğine, CHP’yle uğraşıyorsun. Niçin bizimle uğraşıyor? Çünkü önündeki en büyük engel olarak bizi görüyor. Sen kim oluyorsun da CHP’yi ağzına alıyorsun, ben bunu bile kabul etmiyorum. Cumhuriyet Halk Partisi sıradan bir parti değil ki, dünyanın en eski en köklü partilerinden birisidir Cumhuriyet Halk Partisi. Cumhuriyet Halk Partisini kuran kadrolar Kuvayi Milliyecilerdir, yani savaş meydanlarından, yani bağımsızlık savaşından çıkıp gelenlerdir. Biz onların mirasçısıyız. Ve biz her düşünceye saygılıyız ve biz her inanca saygılıyız ve biz her yaşam tarzına saygılıyız.
Bir tartışma olmuş, parlamento genel kurulunda. Bizim grup başkan vekiliyle, AK Partinin grup başkan vekili tartışmışlar. Şimdi bunu diline doluyor, “vay efendim işte bizim grup başkan vekili başörtülü, nasıl ona haddini bil dersin” diye. İki grup başkan vekili tartışıyorlar, sonra bizim grup başkan vekili diyor ki “tamam, kırdıysam özür dilerim” diyor. AK Partinin yine grup başkanı gelip bizim grup başkan vekiline teşekkür ediyor. O kadın olan arkadaşımız, yani AK Partinin grup başkan vekili teşekkür ediyor, “özrünü kabul ediyorum” diyor. Meclis Başkanı diyor ki, “evet çok teşekkür ederim” diyor. Bitmiş olay, bitmiş olay niye bu kadar sürekli gündemde tutulur? Çünkü hâlâ başörtüsünden bir şeyler devşirebilir miyim diye. Devşiremezsin kardeşim, bitti artık o! İki grup başkan vekili tartışıyor, sen hâlâ onun grup başkan vekili olduğunu kabul bile etmiyorsun, hâlâ onu istismar ediyor, bir kadını, başörtülü kadını hâlâ siyaseten istismar ediyor. İnsan biraz utanır! Kadın bir grup başkan vekilini başörtüsü mü temsil ediyor, onun aklı mı temsil ediyor? Hâlâ bunu anlama yeteneğine sahip değil. Beni üzen ne? Beni üzen bu... Kadın kadındır kardeşim, hepimiz saygı duyacağız kadınlara. Kılığına kıyafetine saygı duyacağız, o bizim dışımızda bir olaydır. O kadının çocuğu işsizse, benim derdim ayrıdır. O kadının evde sorunu varsa derdim ayrıdır, o kadın şiddete maruz kalıyorsa benim derdim ayrıdır. Bunları çözmek lazım, bunun için mücadele etmek lazım, kavgaysa bunun için kavga etmek lazım.
Değerli arkadaşlarım, bu girişten sonra güzel bir haber. Bugün bütün televizyon kanalları, radyolar verdiler. Haluk Bilginer gerçekten de hepimizin onuru ve gururu oldu. Sinemamızın ve tiyatromuzun en önemli aktörlerinden birisi 47. Uluslararası Emmy Ödüllerinde en iyi erkek oyuncu ödülünü aldı, hepimizi gururlandırdı, onurlandırdı.
Bir diziyle aldı bunu, Şahsiyet dizisiyle. Gerçekten de bu diziyi yapan yapımcılar, orada rol alan oyuncular, kameraman, teknik kadro, kim bu dizinin çekimine katkı vermişse, hepsine yürekten teşekkür ediyoruz. Türkiye’yi uluslararası alanda daha iyi tanıttıkları için. Dolayısıyla Haluk Bilginer’i tekrar yürekten kutluyorum.
Emeklilikte yaşa takılanlar aramızda. Efendim hoş geldiniz. Teşekkür ederim arkadaşlar. EYT’yi Türkiye sathında yaygın bir örgüt olarak görmek beni heyecanlandırıyor. Neden? Hakkına sahip çıkan bir kitle, hakkına hukukuna sahip çıkan bir kitle var. Dolayısıyla sizi yürekten kutluyorum.
Erdoğan diyor ki, “seçimi kaybetsek de ben bu işte yokum, İskandinav ülkelerinin hepsi erken emeklilik sistemiyle battı.” Geçen hafta bu konuya biraz ayrıntılı girmiştim. İskandinav ülkelerinde kişi başına gelir 70 bin dolar, beyefendinin haberi bile yok. Sarayda yaşayanın haberi olur mu dünyadan? Haberi bile olmaz. Onun dünyası saray. Sen 46 yaşında emekli oluyorsun, 46 yaşında emekli oluyor beyefendi, emeklilikte yaşa takılan diyor ki benim de emekli olmam lazım, benim de iş sahibi olmam lazım, benim de gelir sahibi olmam lazım. “Ona izin vermem” diyor. “Seçimi kaybetsem de” diyor. Hiç meraklanma Sevgili Erdoğan; gözlerinden öpüyorum, zaten kaybedeceksin.
Kaybetmekten söz etmesi de başlı başına bir olay. Düne kadar bu kelimeyi ağzına bile almazdı. O da görüyor ki, artık Abbas yolcu, gidecek yani. Sizin sorununuzu istişareyle çözeceğiz, hiç endişe etmeyin. Dedim ya, Türkiye’de kimin sorunu varsa, o soruna kilitlenmek çözmek de bizim görevimizdir.
Bakın siz gidiyorsunuz, özel sektöre gidiyorsunuz iş için, diyorlar ki vallahi yaşınız geçti. Gidiyorsunuz diyorsunuz ki devlete, ben emekli olmak istiyorum, sen daha çok gençsin diyorlar. Bir şey daha var, zaten iş bulsanız da çalışmanız yanlış. Niçin? Ne kadar çok çalışır, ne kadar çok prim öderseniz o kadar az emekli maaşı alacaksınız. Yapılan reforma bakın Allah aşkına. Dünyanın her tarafında reform yapılır, emeklilik yaşı uzatılır, uzatılan emeklilik yaşı karşılığında insanlar daha fazla prim öder, daha fazla prim ödediği için de daha yüksek emekli aylığı alır. Beyefendinin yaptığı reform ne? Tersine… Ne kadar çok çalışır, ne kadar çok prim ödersen o kadar az emekli aylığı alacaksın. Allah akıl fikir versin, ne söyleyeyim! Çözeceğim, hiç endişe etmeyin sizin sorununuzu çözeceğim.
Bakınız, bu taahhüdümü yazın bir yere, bugünü de kaydedin. Kılıçdaroğlu şu tarihte grupta bizim sorunumuzu çözeceğini vaat etti deyin, her yerde kullanın. Ben bu sorunu çözeceğim, hiç endişelenmeyin. Evet, çıkaracağız meraklanmayın.
Efendim elmayı kestiğinizde iki yarısı vardır, bir tarafı kadındır bir tarafı erkektir. Eşitlik üzerine dayanır. Kadına yönelik şiddete hep beraber karşı çıkmamız lazım. Kadına el kalkmaz diye bir kuralımız vardır, bir geleneğimiz vardır, bir örfümüz vardır. Kadına yönelik şiddeti asla ve asla kabul etmiyoruz. Kadınlarımız, bacılarımız, annelerimiz, kız çocuklarımız, ninelerimiz, halalarımız diye tanımlarız kadınlarımızı. Bunlar saçlarını süpürge edenlerdir, bunlar sanat dünyasında çalışanlardır, bunlar sanayide çalışanlardır, bunlar tarlada çalışanlardır, bunlar alın teri dökenlerdir, bunlar aynı zamanda evlerde çalışanlardır, çocuklarını besleyenlerdir. Dünyanın her tarafındaki sorunlarla ilgilenenlerdir. Kadın dediğiniz sıradan bir kişi değildir; yaşamıyla, görgüsüyle, eğitimiyle, dünyaya bakışıyla, topluma sınıf atlatan kişidir kadın. Bir daha söyleyeyim, topluma sınıf atlatan kişidir kadın. Çünkü dilimizi anneden öğreniriz, anadili deriz. Hiç kimse baba dili demez. Dilimizi anneden öğreniriz, kadından öğreniriz yani. Sevgiyi kadından öğreniriz, yaşamayı kadından öğreniriz, gözyaşını da kadından öğreniriz, acıyı da kadından öğreniriz. Sorunları olan kadınlar var, şiddete uğrayan kadınlar var, akşam çocuklarımı nasıl doyuracağım diye düşünen kadınlar var, konteynırlarda geçimini sağlamak için yiyecek arayan kadınlar var. 21.Yüzyılın Türkiye’sinden söz ediyorum; akşam pazarlarında, acaba yiyecek bir şeyler bulabilir miyim diye semt pazarlarına gidip karnını doyurmak için yiyecek arayan kadınlar var. Kadınlar neden bunları yapıyorlar? Bir fedakârlık için yapıyorlar. Ve kadınlar dünyanın her tarafında saygı duyulan kişilerdir.
Bizde değerli arkadaşlarım, İçişleri Bakanlığının verilerine göre 15 Kasım itibariyle 2019 yılında 299 kadın şiddet nedeniyle hayatını kaybetti. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre de 2019’da 380 kadın hayatını kaybetti.
Değerli arkadaşlarım, kadına yönelik şiddeti azaltmanın yolu eğitimden geçer. Kimin eğitimi? Erkeğin eğitiminden geçer. Erkeğin kadına saygı duyması gerektiğini anlatmamız lazım çocukluğundan başlayarak. Kadının ne kadar değerli bir varlık olduğunu anlatmamız lazım çocukluğundan başlayarak. Toplumun her alanında kadının eşit bir yurttaş olarak çalışması gerektiğini anlatmamız gerekiyor. Kadınların da hakkı hukuku vardır, çocukların da hakkı hukuku vardır, insanların da hakkı hukuku vardır. Kadınlara yeri geldiğinde pozitif ayrımcılık yapmak evrensel bir kuraldır zaten. Ama siz kadına yönelik şiddetin boyutunu artırırsanız, kadına yönelik elinizi kaldırıp şiddet uygularsanız, elinize silah alıp kadını öldürürseniz, elinize balta alıp kadını öldürürseniz, damdan atmak, pencereden atmak şekliyle kadını bir anlamda cinayete kurban ederseniz, buna hepimizin karşı çıkması lazım; insan olan, yüreğinde insan sevgisi taşıyan herkesin karşı çıkması lazım. Biz bunu yapmak zorundayız.
Burada beni üzen bir şey var. Bütün kadınlar, hemen hemen Türkiye’nin her ilinde kadına yönelik şiddeti protesto etmek ve bu konuda bir kamuoyu algısı, bir toplum algısı oluşturmak için meydanlara çıktılar. Zaten kadın şiddet nedir bilmez, şiddet uygulamaz kadın zaten. 25 Kasım’da da yapıldı bu, Taksim Meydanına doğru Beyoğlu’ndan geliyor kadınlar, ellerinde pankartlar... Vay efendim niye dağılmadınız diye plastik mermiler ve biber gazlarıyla kadınlar dağıtılıyorlar. Yakışıyor mu Allah aşkına bu? Erdoğan’a soruyorum, yakışıyor mu Allah aşkına bu? Kadınlara yönelik olarak polislere böyle bir talimatı kim verdiyse, neden görevden almıyorsun? Ne yaptı o kadınlar? Ellerinde silah mı vardı, kesici delici aletler mi vardı, bombalar mı vardı, plastik mermiler mi vardı? Ne vardı bu kadınların elinde? Sadece şiddeti protesto eden pankartlar vardı. Siz bunları dağıtıyorsunuz ve sonra dönüp diyorsunuz ki, “ey Kılıçdaroğlu sen Türkiye’yi bütün dünyaya şikâyet ediyorsun.” Şikâyet etmeye gerek yok, Türkiye’yi kötüleyen en büyük insan sensin! Bunu yaptığın andan itibaren kadına yönelik şiddetin boyutunu bütün dünya gördükten sonra, kime neyi anlatacaksın?
Değerli arkadaşlarım, eğitimle başlayacağız, kadına yönelik şiddete de hep birlikte karşı çıkacağız. Bu bizim görevimizdir, insanlık görevimizdir. Kişilerin yaşam tarzları, inançları, kimlikleri hiç önemli değil burada. Kadın insanlığı yaşatan temel aktördür, sevgiyi yaşatan temel aktördür. O nedenle kadına dünyanın her tarafında olduğu gibi bizim de saygı duymamız lazım. Kaldı ki, bizim kültürümüzde de var zaten bu, kadınla erkek beraber tarlada çalışırlar, kadın daha fazla çalışır tarlada. Ahırda çalışır, tarlada çalışır, her yerde çalışır, derede çalışır, ovada çalışır, fabrikada çalışır, üretir alın teri döker, bütün bunlar vardır, bizim kültürümüzde de vardır. Ama şiddeti kimden gelirse gelsin, hangi gerekçeyle gelirse gelsin kınamak insanlığın ortak talebidir. Bunu yapmak zorundayız.
Efendim aramızda öğretmenler de var. Öğretmenlik mesleği dünyanın bütün toplumlarında diğer mesleklerden farklı bir yere sahiptir. Öğretmenliği ayırırlar. Diğer bir sürü meslek vardır, ama öğretmenlik çok farklı bir meslek olarak dünyanın bütün toplumlarında kabul edilir. Çünkü öğretmen kişileri eğitir, onlara dünyayı öğretir, sevgiyi öğretir, beraber yaşamayı öğretir, tartışmayı öğretir, sorgulamayı öğretir, yani dünyayı öğretir, yani kainatı öğretir. Soru sormayı, nasıl soru sorulması gerektiğini öğretir öğretmen ve öğretmen bir toplumun, bir bireyin, bir kitlenin, bir ailenin ufkunu açan tek aktördür. O nedenle öğretmenlere her zaman saygı duymak zorundayız.
Değerli arkadaşlarım, öğretmenler dediğim gibi dünyanın bütün toplumlarında farklı yerlere konulur. Öğretmenlerle ilgili çok, ama çok güzel sözler de edilmiştir. Örneğin, “bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” der Hazreti Ali, “yeryüzünde öğretmenlikten daha şerefli bir meslek tanımıyorum” der Diyojen, “öğretmen kandile benzer, kendini tüketerek başkalarına ışık verir” Ruffini’nin sözü. “Milletleri kurtaranlar, yalnız ve ancak öğretmenlerdir” Mustafa Kemal Atatürk, “Eğitimdir ki, bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır ya da milleti esaret ve sefalete terk eder” bu da Gazi Mustafa Kemal’in sözüdür. Çehov’un da bir sözü var “Öğretmenler için kimseye sağlanmayan olanakları yaratmak zorundayız, bunu da bir an önce yapmalıyız. Çünkü halk her yönden yeterli bir eğitim görmezse, devlet yeterince pişirilmemiş tuğlalardan örülen bir ev gibi çöküverir. Öğretmen bir sanatçı gibi işine büyük bir tutkuyla aşık olmalıdır” der. Yine Çinli bir ozanın “bir yıl sonrasını düşünüyorsan tohum ek, ağaç dik 10 yıl sonrası ise tasarladığın, ama yüzyıl sonrası ise düşündüğün halkı eğit” diyor. Eğitenler de öğretmenlerdir. O nedenle irfanı hür, fikri hür ve vicdanı hür nesiller yetiştirmek öğretmenlerin görevidir.
Öğretmenlerle ilgili çok güzel laflar ediyoruz. Sadece biz değil tabii, pek çok düşünür, aydın, sanatçı öğretmenleri baş tacı ediyorlar. Ama 21.Yüzyılın Türkiye’sinde öğretmenlerin durumu nedir bakalım. Bütün toplumlar öğretmenleri çok farklı bir yere koyarken, biz neden öğretmenleri sorunlarıyla boğuşan bir kitle halinde bir yerde tutuyoruz? Bu sormamız gereken temel bir sorudur.
Hep şunu söylemişimdir, “bir toplumu geri bıraktırmak istiyorsanız yapacağınız tek şey var, eğitim sistemini bozmak.” Eğitim sistemini bozduğunuz andan itibaren o toplum geriye gider. Eğitilen toplumların yönettiği bir toplum haline gelirsiniz. Osmanlının batış süreci de böyledir. Okuma yazma oranı - 1920’lerdeydi galiba - yüzde 10,5 civarındaydı. Yani halkın yüzde 90’ı okuma yazma bilmiyordu. Osmanlı niye battı? Eğer öğretmene önem verirseniz, öğretmen toplumu kitleyi eğitirse, onları geleceğe hazırlarsa hiçbir sorunumuz yok.
Önce aylıklarından başlayalım. Bir öğretmen bütün enerjisini bütün çabasını bütün bilgisini çocuğa veriyorsa, mükemmel öğretmendir. Bunu yapması için ne yapmamız lazım? Öğretmeni yaşadığı sorunlardan arındırmamız lazım. Yani öğretmen aybaşını nasıl getireceğim diye düşünmemeli, borcum taksitim ne oldu diye düşünmemeli. Enerjisini çocuğa vermeli, onu eğitmeli.
Bakınız, Almanya’da öğretmenin aldığı maaşın biz yüzde 35’ini veriyoruz kendi öğretmenimize. Hollanda’da bir öğretmenin aldığı maaşın yüzde 38’ini ancak biz kendi öğretmenimize veriyoruz. Meksika’da, orada da öğretmenler aylık alıyorlar, bizimle eşit düzeyde. Ama bizim öğretmenimiz Meksika’daki öğretmenden yüzde 46 daha az para alıyor. Emeklilere de geleceğim meraklanmayın, oraya da geleceğim. Dolayısıyla öğretmenlerin maaşı yaşanan enflasyonla da büyük ölçüde eriyor.
2002 yılında 9/1’inde olan bir öğretmen 17 çeyrek altın alabiliyordu, aylığıyla 17 çeyrek altın alabiliyordu. Bugün 2019’da bugün ancak 8,5 çeyrek altın alabiliyor. Bu da öğretmenin ne kadar zor koşullarda olduğunu bize gösteriyor.
Sadece aylık açısından geçim açısından değil, eşit işe eşit ücret diye evrensel bir kural vardır. Uluslararası Çalışma Örgütünün kabul ettiği evrensel bir kuraldır. Aynı işi yapanlar aynı ücreti alacaklardır. Dolayısıyla eşit işi yapıyorsak, yani bir öğretmen çocuklarımıza ders veriyorsa, onu farklı klasmanların içine sınıfların içine sokmamamız gerekiyor.
Bugün bakıyoruz, bir kadrolu öğretmenler var, 657 sayılı Yasaya tabii, sayıları 757 bin civarında. Kadrolu öğretmen, devlet memuru, çalışıyorlar, en azından iş güvenceleri var. Bir de sözleşmeli öğretmenler var. Bir yıllık sözleşme yapılıyor bunlarla, iş güvenceleri yok, bunlar daha düşük bir maaş alıyorlar, daha zor koşullarda görev yapıyorlar, bunların da hiçbir güvencesi yok, dolayısıyla bunlara sözleşmeli öğretmen diyoruz. Bunların sayıları 103 bin civarında. Hiçbir mazeret ve iş garantileri bunlar için söz konusu değil. Bir de ücretli öğretmenler var; kadrolu öğretmen, sözleşmeli öğretmen, ücretli öğretmen var. Ücretli öğretmenler en garibanları bunlar. Kadrolu öğretmen bir yere gittiyse veya sözleşmeli öğretmen bir yere gittiyse, bir ücretli öğretmeni milli eğitim müdürü bulur, gel sen çocuklara ders ver diye. Ona ders başına 16 lira 32 kuruş ödeniyor.
Değerli arkadaşlarım, 90 bin civarında da ücretli öğretmen var, aldığı aylık açlık sınırının altında. 21.Yüzyılda, 17 yılda, AK Parti iktidarının, saray iktidarının Türkiye’yi getirdiği nokta budur. Öğretmen eğer bütün enerjisini çocuğa verirse, eğitime verirse Türkiye büyür, Türkiye kalkınır, daha güçlü bir Türkiye çıkar ortaya. Ama bu öğretmenlerden hangisi “ben aybaşını rahat geçirebiliyorum” diyebilir? Hiçbirisi diyemez, hiçbirisi değerli arkadaşlar.
Bir de ataması yapılmayan öğretmenler var, bunların sayıları da 700 bin. AK Parti iktidara geldiğinde bunların sayıları 68 bindi, şimdi 700 bine çıktı. Bir başka öğretmen grubu daha var, rehabilitasyon öğretmenleri. 2 bin 650 özel rehabilitasyon merkezlerinde bunlar görev yapıyorlar. Bu merkezler açıldığında devlet, çocuk başına her ay asgari ücret tutarında bir ücret ödüyordu. Zamlardan enflasyondan sonra bunlara ödenen para da üçte bir oranda indirim yapıldı, daha az para ödemeye karar verdiler. Bedeli kim ödüyor? Öğretmen. Niye öğretmen?
Değerli arkadaşlarım, bir de KHK’li öğretmenler var. Bunların sayıları da 35 bini aştı arkadaşlar. Eğitim sisteminden koparıp attınız bir köşeye, bunlar kanun hükmünde kararnameyle görevlerine son verilen öğretmenler. Şimdi öğretmen arkadaşlarımdan istirham ediyorum, beni iyi dinlesinler. Bu dertleri benim size anlatmamın çok fazla bir yararı yok, çünkü siz zaten yaşıyorsunuz, sorunu yaşayan sizsiniz, sorunu en iyi bilen sizsiniz.
Peki, CHP size ne vaat edecek? CHP iktidar olduğunda öğretmenler için ne yapacak? Ben 11 madde halinde bunu size takdim edeceğim.
Birincisi şu: Konuşmamın başında dedim ki, bütün uygar toplumlar öğretmeni ayrı bir yerde tutarlar, meslek olarak da ayrı bir yerde tutarlar. Öğretmenleri ne yapacağız? 657 sayılı Kanundan çıkaracağız. Hâkimler savcılar için nasıl ayrı bir kanun varsa, öğretmenler için de bir meslek kanunu çıkaracağız, ayrı ve bağımsız. Dolayısıyla öğretmenler diyecekler ki, bizim hakkımızı ve hukukumuzu garanti altına alan bizim özel bir yasamız var. Birinci yapacağımız şey budur.
İkincisi şu: Seçimler öncesinde de, seçimler sırasında da öğretmenlere 3600 ek gösterge verilmesini savunmuştuk. Sonra dediler ki, “biz de vereceğiz”, söz verdiler. İktidar oldular, saraya gittiler, sarayda oturuyorlar ama 3600 ek göstergeyi unuttular. Öğretmen kardeşlerim, öğretmen arkadaşlarım; sizi baş tacı yapacak olanlar bizleriz. 3600 ek göstergeyi verecek olanlar da bizleriz, bunu sakın unutmayın.
Üç, her 24 Kasım Öğretmenler Gününde öğretmenlere birer aylık ikramiye vereceğiz. Öğretmene verilen para en helal paradır, en helal paradır! 82 milyonu eğitiyorsunuz. Hiçbir kişi de çıkıp, öğretmene para vermeyin diyemez. Bakın altını çiziyorum, 82 milyondan hangi partiden, hangi kimlikten, hangi yaşam tarzından, hangi inançtan olursa olsun bir Allah’ın kulu çıkıp öğretmene para vermeyin diyemez. Hepsi, eğer verilecekse para öğretmene verilmeli der.
Dört, sözleşmeli öğretmen, ücretli öğretmen, kadrolu öğretmen, bunları bitiriyoruz. Öğretmen öğretmendir kardeşim! Öğretmenlik meslek kanunu vardır, herkesin güvencesi vardır, herkes eşit statüye tabidir, herkesin aldıkları aylıklar bellidir, aynı hizmeti yapan eşit eşit ücret verilecektir, bu kadar basit; bunu yapacağız.
Beş, okullarda öğretmen açığı var, hâlâ var. Üç alanda devlet açığı kabul etmez. Bir, eğitim. Çocuk öğretmensiz kalabilir mi? Olamaz. İki, güvenlik kesinlikle; üç, sağlık. Üç alan, efendim kadromuz boş, kadroyu dolduramıyoruz, bir şey olmaz doktor olmasa da, bir şey olmaz polis olmasa da, güvenlik elemanları olmasa da, bir şey olmaz öğretmen olmasa da diyemiyorsunuz çağdaş ülkelerde. Üç alan; eğer kadro varsa, bütün kadroları dolu olmak zorundadır, biz bunu yapacağız. Dolayısıyla eğitim konusunda sağlıklı ve tutarlı bir politikamız var.
Altı, taşımalı eğitime son vereceğiz. Ne demek taşımalı eğitim? Gazetelerden televizyonlardan görüyorsunuz, baba sırtına almış çocuğu gidiyor; dereden geçerken, köprüden geçerken, yoldan geçerken. Niçin? Çocuklar okula gidecek. Nerede çocuk varsa orada okul olacak, orada da öğretmen olacak, bu kadar basit. Neden öğretmen oraya gitmesin? Öğretmen Türkiye coğrafyasına ne kadar çok dağılırsa, aydınlanma da o kadar hızlı olur. Çünkü öğretmen elinde meşale tutup, toplumu aydınlatan kişidir. Bir meşaleyle toplumu aydınlatan kişiye biz öğretmen diyoruz zaten. Ufkumuzu açan kişidir öğretmen. Taşımalı eğitim mi olur? Yapacaksın okulu, öğretmen var, 700 bin kişi bekliyor sırada. Okulla öğrenciyle öğretmeni buluşturacağız. Nasıl? Ferhat ile Şirin gibi buluşturacağız.
Yedi, öğretmenlere insan onuruna yakışır bir aylık vermek zorundayız. Aybaşını nasıl getireceğim diye düşünmeyecek. Astronomik rakam da değil tabii, öyle bir aylık verme imkânımız da yok, ama hiçbir öğretmen yoksulluk sınırının altında aylık almayacak. En düşük aylık o olacak, yoksulluk sınırının altında aylık almayacak. Bugün öğretmenlerin tamamı yoksulluk sınırının altında aylık alıyor, tamamı.
Sekizinci kuralımız, kanun hükmünde kararnameyle atılan öğretmenler var. Bunlardan beraat edenler, hakkında takipsizlik verilenleri derhal işbaşı yapacağız, git kardeşim öğrencilerin seni bekliyor diyeceğiz, çocuklar seni bekliyor diyeceğiz, oturun kucaklaşın diyeceğiz, sana bıraktırılan yerden yeniden eğitime devam et diyeceğiz.
Dokuzuncu kuralımız, vatandaşın ödediği verginin eğitime harcanması gereken parası devlet okullarına harcanır. Siz bunu kalkıp da özel okullara verirseniz bu olmaz. Bu uygulamaya da son vereceğiz. Özel okula çocuğunu gönderen bedelini öder zaten, mesele yoktur. Devlet okulunda cam çerçeve kırılmış, velilerden para toplarsınız, temizliğini yaptırırsınız, ama paraya gelince para vermezsiniz. Bu uygulamaya da son vereceğiz. Milli Eğitime ayrılan paranın tamamı kamu okullarına, devlet okullarına harcanacak.
Onuncu kuralımız, ikili eğitim ve birleştirilmiş sınıf uygulamasına en kısa sürede son vereceğiz. Ne demek birleştirilmiş? 21.Yüzyılda birinci sınıf, ikinci sınıf, üçüncü sınıf aynı yerde, aynı öğretmen tarafından, aynı odada ders görüyorlar. 21.Yüzyıldan söz ediyorum. Saraydakinin bundan haberi bile yoktur, çocukların nasıl eğitildiğini dahi bilmiyordur! Dolayısıyla bu uygulamaya da son vereceğiz. Okulsa, okulu süratle yapacağız. Efendim para yok, şu, bu falan diyeceklerdir. Hiç kimse endişelenmesin öğretmen kardeşlerim, siz şunu bilin ki; bu kardeşiniz eski bir maliyecidir, para nerededir, nasıl bulunur onu en iyi ben bilirim. Bu konuda mütevazı da değilim bakın, para nereden nasıl bulunur, kime nasıl tahsis edilir, onu en iyi bilen kişilerden birisi de benim, o konuda kimsenin endişesi olmasın.
Ve on birinci kuralımız ilkemiz vaadimiz; okula aile birliklerine yasal statü kazandıracağız. Her okulun okul aile birliği var, niye yasal statüsü yok? Özel bir yasal statü kazandıracağız, okul aile birliğiyle okul arasındaki ilişkiyi sağlıklı bir zemine oturtacağız. Bu da bizim vaadimizdir.
Öğretmen arkadaşlarıma tekrar sesleniyorum, bu kadar ayrıntılı bir vaat listesini, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde öğretmenlerin önüne CHP’den başka hiçbir siyasi parti koymamıştır. Konuşmamın başında ne demiştim? Sizin sorunlarınızı en iyi bilen ve en sağlıklı çözümler üreten bir partiyiz ve biz bunu yapmak zorundayız. Sorunlardan korkmayacağız, sorunların üzerine yürüyeceğiz. Varsa sorun, onu çözeceğiz. Akılla, mantıkla, istişareyle oturup çözeceğiz. Ben yanlış bilebilirim, yanlış bir çözümüm de olabilir, ama oturup konuştuğumuz zaman bütün bu yanlışları gidermek ve doğruları yakalama şansımız olur.
Değerli arkadaşlardım, toplumun her kesiminin sorunu var, bunu ben de biliyorum siz de biliyorsunuz. Az önce şiddete maruz kalan kadınlardan söz ettik, öğretmenlerimizden söz ettik, güzel bir haber olan bir uluslararası ödül alan bir sanatçımızdan söz ettik, Sayın Bilginer’den söz ettik. Toplumun belli kesimlerindeki sorular giderek ağırlaşıyor, bunlardan birisi de çiftçiler.
Şimdi 3.Tarım ve Orman Şurası yapılmış. Nerede? Sarayda yapılmış. Çiftçi kardeşlerim beni çok iyi dinlesinler, hangi partiden olursa olsun beni çok iyi dinlesinler. Şöyle diyor Erdoğan 3.Tarım Şurası’nda “CHP Genel Başkanının sürekli istismar ettiği buğday konusunda, göreve geldiğimizde üretimimiz iç talebi dahi karşılayamazken, şimdi yüzde 112 gibi çok büyük bir oran yakaladık. Fakat bunlardan anlamaz –yani ben bunlardan anlamam- buğdayı göster tanımaz, böyle bir durum var.” Ben buğdayı çok iyi tanırım da, vallahi de senin tanıyacağın konusunda benim endişem var. Çünkü ben ekmeği yiyorum zaten, buğdayı da biliyorum, ama sen badem unuyla besleniyorsun kardeşim! Badem unuyla beslenen bir adam buğdayı tanımaz. Ben buğdayı da bilirim, çiftçiyi de bilirim.
Bir şey daha var, kendi toprağına, kendi halkına, kendi vatandaşına o kadar yabancılaşmış ki, toprağa basarken bile galoş çizme giyiyor ayakkabım kirlenmesin diye. Kalkmış bana bir de diyor ki, “sen buğdayı tanımazsın, bilmezsin…” Sen buğdayı çoktan unuttun kardeşim, senin aklında buğday yok zaten. Ne vardı? Badem unu, sen badem unuyla besleniyorsun, pastalar badem unuyla. Senin bildiğimiz buğday unuyla yakından uzaktan bir ilgin kalmadı
Ve vatandaşa yanlış bilgi veriyor. Ama ben yine bu devletin namuslu bürokratlarının ürettiği rakamlarla kendisine cevap vereyim. 2002 yılında kişi başına düşen buğday üretimi 294 kilogram, 2018 yılında 294’ten 244’e düşüyor, yani kişi başına buğday üretimi 50 kilo düşüyor. Mülteciler hariç, onu da koyarsanız daha çok düşüyor. Peki, Erdoğan’ın bundan haberi var mı? Hayır yok! Paralel devlet kurmuş yukarıda, paralel devlet ne veriyorsa, o çerçevede kalkıyor konuşuyor, ben bilmem ben anlamam... Sen hiç bu konuları bilmiyorsun zaten, senin dünyadan haberin bile yok!
Yine aynı şekilde 2002’de 93 milyon dekar alanda buğday ekimi vardı, 2002’de 93 milyon dekar. 2018 yılında 93 milyondan 73 milyon dekara düştü, yani 20 milyon dekar buğday daha az ekiliyor. Düşünün, bir ülkeyi temsil eden koltukta oturan bir zat, tarım şurasında vatandaşlara doğru bilgi vermiyor.
Yine devam ediyor “çiftçilerimize bugüne kadar toplam 137 milyar tarımsal destek sağladık” diyor. Bir sefer 137 milyar değil, 140 milyar 765 milyon lira, onu da bilmiyor ben düzelteyim bari. Biraz yükselterek, ben düzelteyim bari bilmiyor. Ve bu da devleti yönetiyor düşünebiliyor musunuz? Rakamları dahi bilmiyor. Tarım Kanununun 21.maddesine göre milli gelirin en az yüzde 1’ini çiftçiye destek olarak vereceksin. Nedir bu rakam? 317 milyar 760 milyon lira ödenmesi gerekirdi bugüne kadar. Ödenen miktar ne kadar? 317 milyar değil 140 milyar lira. Çiftçinin alacağı ne kadar? 176 milyar lira ve bu beyefendi tarım şurasında konuşuyor, çiftçiye büyük destekler sağladık diyor. Sanki çiftçi bu numaraları yutacak! Çiftçinin haline git bak bakalım, galoş takmadan git bir bak bakalım. Çiftçinin evine girerken de nasıl girer bilmiyorum, tarlaya giderken galoş, oraya girerken herhalde panzerle filan girecektir yani, başka çaresi yok öyle görünüyor.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye’nin sorunu bir değil, işsizlik var. Ciddi bir sorun işsizlik. İzmir’deyiz, bir tesisi hizmete açıyoruz. Genç bir kadın geldi, çocuk gibi ağladı, “açım” dedi, “çocuklarım aç” dedi, “ne olursunuz iş... “ Evet, genç bir kadın, herkesin gözünün önünde. Böyle bir tabloyu acaba saraydakiler biliyorlar mı, işsizliğin ne olduğunu acaba biliyorlar mı? İşsizliğin bütün kötülüklerin anası olduğunu acaba biliyorlar mı? İşsiz bir insanın ruh yapısını, psikolojik yapısını acaba biliyorlar mı? İşsiz bir insanın bütün kötülüklere açık olabileceğini biliyorlar mı? İşsiz bir annenin, işsiz bir babanın, işsiz bir evladın aynı evde nasıl bir dram yaşadığını acaba biliyorlar mı? İşsiz bir babanın okula giden çocuğuna harçlık veremediğini, bu acının bir babanın ruh halinde nasıl bir deprem yarattığını acaba biliyorlar mı?
Beyefendi kalkmış açıklama yapıyor. Gerçekten içim acıyarak okuyorum: “Eskiden ülkemizde çalışma çağına gelen nüfusun bir kısmı iş aramadığı veya aile şirketlerinde çalıştığı için istihdam istatistiklerine girmiyordu. Şimdi eğitim düzeyinin de yükselmiş olmasının etkisiyle, çalışma çağına gelen hemen her kadın ve erkek vatandaşımız iş arıyor.” Yani kabahat niye okudun? Okumasaydın işsiz kalmayacaktın, iş aramayacaktın.
Değerli arkadaşlar, işsizliğin sorumlusu da işsizler oldu! Akıl mantık alacak şey değil ve bunlar memleketi yönetiyorlar, Türkiye’yi yönetiyorlar. Hangi akılla yönetiyorlar, hangi gerekçeyle yönetiyorlar, akıl almıyor değerli arkadaşlarım. 17 yıldır memleketi yönetenler, cumhuriyet tarihinin en büyük işsizliğinden sorumludurlar. Her işsiz kardeşime sesleniyorum, her işsiz kardeşimin annesine ve babasına da sesleniyorum. Önümüzde seçimler olur, sandığa gider eğer bu sarayda oturanlara oy verirsen iki elim iki yakanda olacak! Ben senin çocuğunun, kızının, evladının hakkını hukukunu koruyorum, sen gideceksin onlara oy mu vereceksin? Sonra diyeceksin bana iş. Beyefendilerin keyfi yerinde, orada işsizlik diye bir şey yok herkesin keyfi yerinde, paralar gırla. Onlar Türk lirasını da unuttular zaten, hepsinin cebi dolar dolu. İşsizlik senin çocuğun için. Buna hepimizin isyan etmesi lazım.
Önümüzde Aralık geliyor, asgari ücret belirlenecek. Değerli arkadaşlarım, Anayasanın 55. maddesini okuyayım, “ücret emeğin karşılığıdır” yani alın terinin karşılığıdır. “Devlet çalışanların yaptıkları işe uygun, adaletle bir ücret elde etmeleri ve diğer sosyal yardımlardan yararlanmaları için gerekli tedbirleri alır” diyor. Bunlar şimdi vergiye, cezaya, harçlara ne kadar zam yaptılar? Yüzde 22,58. Demek ki önümüzdeki süreçte asgari ücret görüşmeleri olurken en az yüzde 22,58 asgari ücrete zam yapmaları lazım. Yeter mi? Hayır, refahtan da bir miktar pay vermeleri lazım. Ben bunun takipçisi olacağım. Türk-İş’i, Hak-İş’i ve DİSK’i de takipçi olmaları için davet ediyorum, onlar da takipçisi olsunlar. Yüzde 22,58 her şeye zam yapacaksın, devlet olarak enflasyon budur, yeniden değerleme katsayısı bu olacak diyeceksin, o zaman aynı oranı artı refah payını asgari ücret için de uygulayacaksın.
İşsizlik nedir biliyor musunuz arkadaşlar? Gerçekten felakettir. Havuz medyası dahil, medyanın pek çok kısmı, işte bu kumpas işiyle uğraşırken Evrensel Gazetesi güzel bir haber yaptı arkadaşlar. “Belediyeden iş istedi kolu kırıldı” Erzurum’da, Büyükşehir Belediyesine gidiyor. Gidenler Hanifi Zengin ve Emircan Zengin. Halk günü var belediyede, belediye başkanı herkesi dinleyecek. Anlatıyor şimdi, okuyalım: “Belediye Başkanı Mehmet Sekmen’e derdimizi anlatıp, bir iş istemek için gittik. Kardeşim hasta, kemoterapi tedavisi görüyor ve yaşadığımız ev de onun sağlığı için hiç müsait değil. Bundan dolayı daha iyi bir ev ortamında yaşaması gerekiyor. Ben de bunun için belediyeye iş istemeye gittim. Tam içeri girerken güvenlikçiler bizim içeri girmemizin yasak olduğunu söylediler. Kardeşim de ‘bizim içeri girip Mehmet Sekmen’e derdimizi anlatmamız gerekiyor’ dedi. Tam o sırada bir güvenlikçi kardeşimin üzerine yürüyerek, annemin gözü önünde hakaret etmeye başladı. Sonra bizi dışarı attı” vesaire, sonunda kolunu kırıyorlar değerli arkadaşlarım.
İş istemeye gidiyorsunuz. Kime? Belediye başkanına gidiyorsunuz. Nasıl bir muamele oluyor? Kolunuzu kırıyorlar, güvenlikçiler dövüyorlar, kapının önüne koyuyorlar. Niçin iş istiyor? Kardeşim kemoterapi tedavisi görüyor diyor, kanser hastası yani. Oturduğumuz ev de bu çocuk için uygun bir ev değil, bunu söylüyor. Şimdi düşünün, böyle bir olay bir CHP’li belediyede olsaydı, bütün havuz medyası, bütün televizyon kanalları günün 24 saatinde bunu verirlerdi. Peki, ya şimdi kim veriyor? Vermiyorlar, veremiyorlar. Televizyon kanalları oturdular CHP’yi günler günü tartıştılar, nerede bir adam buldularsa gelin kardeşim CHP’yi tartışacağız. Tartıştın da ne oldu? CHP kapı gibi duruyor zaten burada, ne oldu yani CHP’yi tartıştın da!
Vatandaşın derdiyle ilgileneceğiz. İcra dairelerinde değerli arkadaşlarım bakın, 21 milyon dosya var şu anda. Vatandaş borç batağında. Aylık geliri 673 liranın... Bunu da ifade ediyorum, bir türlü bunu inkâr edemiyorlar. Kişi başına aylık geliri 673 liranın altında olan kişi sayısı 8 milyon 647 bin 283.
Şimdi sarayda oturanlara seslenmek istiyorum: Aylık geliri 673 lira olarak kabul ediyorsun madem, 673 lirayla bir geçin bakayım, bir gün geçin diyorum.
1000 liranın altında aylık alanlar, emekli dul yetimler. Bunu söylemiştim değil mi, hep inkâr ediyorlardı, “ey Kılıçdaroğlu nasıl bunu söylersin, 1000 liranın altında emekli aylığı alan emekli dul yetim mi var?” Sosyal Güvenlik Kurumunun internet sitesinden, benim değil Sosyal Güvenlik Kurumunun. Tarih ne? 2019 Eylül, 1000 liranın altında alanlar 847 bin 643 kişi. Şimdi söyle bakayım Erdoğan, ben mi doğruyu söylüyorum, sen mi doğruyu söylüyorsun? Ben mi milleti kandırıyorum, sen mi milleti kandırıyorsun?
Verdiğimiz her rakam yüzde yüz çek edildikten sonra kullandığımız rakamlardır. Bizim rakamımız değil bunlar, ama paralel devlet yukarıda olduğu için, aşağıdaki devletten haberi yok. Yukarıda ayrı bakanlar var, aşağıda ayrı bakanlar var, yukarıda ayrı genel müdürler var aşağıda ayrı genel müdürler var, yukarıda ayrı bir YÖK Başkanı var aşağıda ayrı bir YÖK Başkanı var, yukarıda ayrı bir BDDK Başkanı var, SPK Başkanı var, aşağıda ayrı başkanlar var. Yukarıda bir tufeyli ekip var, saraydan beslenenler var, aşağıda biz bugün ne yapacağız diyen bir bürokrat ordusu var. Bir paralel devlet kuruldu, bunu da herkesin bilmesini isterim değerli arkadaşlarım.
Peki, ne yapıyorlar bunlar? Vergi verdi aldılar, özelleştirme yaptılar aldılar. Şimdi ben rakamlar vereceğim. Bu rakamları sadece AK Partiye oy veren sevgili vatandaşlarım için açıklayacağım, başka kimse için değil, AK Partiye oy veren sevgili vatandaşlarım için açıklayacağım. Devlet ne kadar faiz ödüyor? Yani Erdoğan hükümeti ne kadar faiz ödedi? Bütün yılları saymıyorum, sadece 2019’un 10 ayında, 2019’un 10 ayında ne kadar faiz ödendi? Saniyede, önce saniyede söyleyeyim. Saniyede Türk Lirası cinsinden 3 bin 362 lira, bir saniyede ödenen faiz 3 bin 362 lira. Dolar bazında 596 dolar bir saniyede faiz ödüyor. Memleketi bu hale getirdiler. Bir dakikada, yani 60 saniyede Türk Lirası cinsinden 201 bin 735 lira faiz ödeniyor, dolar bazında 35 bin 768 dolar faiz ödeniyor 60 saniyede. Bir saatte ödenen faiz, 2019’un ilk 10 ayındaki faiz, bir saatte ödenen faiz 12 milyon 104 bin 140 lira, dolar bazında 2 milyon 146 bin 124 dolar faiz ödeniyor. Evet, bir saatte, yani 60 dakikada ödenen faiz 2 milyon 146 bin 124 dolar. Bir günde ödenen faiz 290 milyon 499 bin 365 Türk Lirası, dolar bazında 51 milyon 506 bin 979 dolar bir günde faiz ödüyor Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi. Ayda ödenen faiz 8 milyar 714 milyon 980 bin 800 Türk Lirası, dolar bazında bir ayda ödenen faiz, yani 30 günde 1 milyar 545 milyon 209 bin 370 dolar faiz ödeniyor.
AK Partiye oy veren kardeşlerim bu rakamları hafızalarının bir yerinde tutsunlar. Sadece hafızalarının bir yerinde değil, vicdanlarının da bir yerinde tutsunlar. Fakir fukaranın parasının nerelere harcandığını görsünler, bütün bunları bilsinler. Borçlanma Genel Müdürlüğü niçin kuruldu? Öyle bir borç aldılar ki, artık yönetemiyorlar, ayrı bir genel müdürlük kurdular. Osmanlının son dönemindeki Duyunu Umumiye gibi. Bir saniyede 3 bin 362 lira faiz ödüyorsunuz, bir saniyede! 30 gün çalışan bir asgari ücretli 2 bin 20 lira alıyor. 30 gün çalışan bir asgari ücretli 2 bin 20 lira alıyor, siz bir saniyede 3 bin 362 lira faiz ödüyorsunuz. Memleketi bu hale kim getirdi? Dış güçler mi? Kim getirdi bu hale bu memleketi? Bu borç batağına Türkiye Cumhuriyeti Devletini kim soktu? Defalarca söyledim, “Türkiye Cumhuriyeti Devletini Londra’daki bir avuç tefeciye hizmet eder hale getirdiniz” dedim. Dedim ve diyeceğim! Yazıktır günahtır bu memlekete!
Sağlayacağız, bütün bunları düzelteceğiz, hiç endişe etmeyin hepsini düzelteceğiz. Türkiye’yi tefecilere mahkum etmekten de kurtaracağız, hiç endişeniz olmasın. Ne dedik? Biz cebimizi düşünen bir siyasi anlayışa sahip değiliz, biz vatandaşı düşünürüz. Vatandaş kazanacak, o huzur içinde yaşayacak, bunun mücadelesini vereceğiz.
Tank palet olayını söyledim, unuttuğumu sanmayın, asla unutmayacağız. Kendi silah fabrikasını yabancı bir orduya peşkeş çekenlere dünyanın her tarafında vatan haini denir. Kendi silah fabrikasını yabancı bir orduya peşkeş çekenlere dünyanın her tarafında vatan haini denir, aynen söylüyorum. Cesaret edip dava bile açamıyor.
Bakın değerli arkadaşlar, demiş ki “efendim Kılıçdaroğlu hakkında tazminat davaları açtım, hepsini kazandım.” Ben senin nasıl kazandığını bilmez miyim? Man Adasını da ben kazandım, ne diyeceksin şimdi? Demek ki götürdüğün paralar doğru. Öyle korktu ki, benim yaptığım bütün açıklamalara, Man Adasıyla ilgili olarak hazırladığımız açıklamalara bile mahkemeden sansür getirdi, millet öğrenmesin diye. Senin açtığın bütün davaları kazanacağım, hiç endişem yok hepsini kazanacağım. Çünkü ne söylüyorsam tamamı doğrudur. Eğer tamamı yanlış olsaydı, kim bilir neler söylerdi? Yanlış değil, asla yanlış değil, tamamı doğru. Man Adasını da kazandım, kazanacağım da hiç kimsenin endişesi olmasın.
Tank paleti de götürdü BMC’ye verdi. Şimdi sarayda toplantı yapılıyor, Türk Savunma Sanayi Zirvesi, Ethem Sancak orada konuşuyor. İzlemişsinizdir şöyle diyor; “liderimiz bana dedi ki, -yani Erdoğan kendisine demiş ki- sen otomotiv şirketinin altından kalkabilir misin?” Adamın hayatta bu işlerle ilgisi yok, ama birisine verecek tabii, tezgâhı birisine kuracak. Bunun altından kalkabilir misin? O da cevap veriyor, “vallahi ne emrederseniz onu yaparım.” Doğru, takla at dese takla atacak para orada çünkü para gelecek.
Dini imanı para olanlar, topluma hizmet edemezler. Dini imanı para olanlar, bu ülkeye ancak kötülük yapabilirler. Dini imanı para olanlar, devletin silah fabrikasını yabancı orduya peşkeş çekerler; bu kadar açık, bu kadar net söylüyorum.
Devam ediyor “ama buna gücüm yetmeyebilir” yani bunu yapacağım, ama para yok diyor. “Katar’la neredeyse tek millet iki devlet haline geldik” yani Katar’la ilişkimiz çok iyi. “Allah da gani gani para vermiş Katar’a, Emir de sizi kırmaz, Katar Devletini ve Silahlı Kuvvetlerini bana ortak ederseniz, bu işin altından kalkarız” diyor. “Sağ olsun Sayın Emiri aradı, o da kırmadı…” Erdoğan Emir’i arıyor, o da kırmıyor. “Tek başına yapmak istemiyordum, benim gibi deli bir Laz ortak da önerdi bana Sayın Cumhurbaşkanım” diyor, Erdoğan önermiş. Yani benim gibi Laz olan deli bir ortak da önerdi. Lazların tamamına saygılarımı sunuyorum, bunu da ifade edeyim. Kendisinin söylediği, burada asıl dikkat çekilmesi gereken nokta, bir kişiyi Erdoğan’ın bunu yanına alacaksın demesi. Kim? Talip Öztürk. Şimdi saraya soruyorum, kim bu Talip Öztürk? Bir daha soruyorum, Talip Öztürk kimdir ve sen Talip Öztürk’ü niçin önerdin? Devletin silah fabrikasını peşkeş çekerken Talip Öztürk’ü neden Ethem Sancak’ın yanına monte ettin, kim bu Talip Öztürk?
Cevabı gelecek mi? Cevabı gelmezse biz bulacağız tabii, ama önce onun konuşmasını istiyoruz. Her şeye konuşuyor değil mi? Gazeteci arkadaşlara da soruyorum, Talip Öztürk’ün kim olduğunu Erdoğan’a sorsunlar, kim bu Talip Öztürk ve bu işe monte ediliyor, tavsiye ediliyor, bunu da yanına al diyor. Kim bu adam? Katar ordusuna peşkeş çektiniz. Katar ordusu teknoloji konusunda dünyanın sayılı ülkelerinden mi? Yok. Nasıl tank yapacak Katar ordusu? Yok. Kim yapacak? Tank Palet Fabrikasında çalışan bizim işçilerimiz, bizim mühendislerimiz. Kimin emrine veriyorsun? Katar ordusunun emrine veriyorsun. Zaten fabrika bizim, tank yapacaksan zaten biz yapacağız, işçiler de zaten bizim, niye veriyorsun oraya? Bunun cevabı alınmış değil.
Plan Bütçe Komisyonunda Durmuş Yılmaz İYİ Parti Ankara Milletvekili, bu konuyu soruyor, Sayın Hulusi Akar’a soruyor, Katar’ı da soruyor. “Katar dediğimiz devlet, şunun şurasında 1970’li yıllarda kurulmuş, 3-4 milyon nüfusu olan bir devlet” diyor. Bakanın verdiği cevap çok ilginç, “Katar’ı bırakın, o ayrı bir konu” diyor. Katar’ı bırakmayacağız, asıl konu o! Neden Katar’a bıraktınız siz bunu, hangi gerekçeyle bıraktınız? Neden Ethem Sancak’a bıraktınız? Neydi o adam? Talip Öztürk. Neden bu Talip Öztürk’ü monte ettiniz oraya, kim bu adam? Kimin yakını bu adam, kimin akrabası bu adam? Kimin parası bu? Kimin parasını kime veriyorsun? Bunları soracağız.
Yine asla unutmayacağımız bir şey daha var, 15 Temmuz şehit ve gazileri için toplanan para nereye gitti? Onu da soracağız.
Bakın değerli arkadaşlarım, konuyu Murat Emir arkadaşımız bütün ayrıntılarıyla inceliyor. Biz hep dedik ki, “bu adres nerede?” Mahkeme kararı var, mahkeme kararında bir adres vermiş. Gidildi adrese, öyle bir şey yok orada, yani öyle bir vakıf yok. Öyle bir vakfın olması da mümkün değil. Sonra bir de gazetecilerle beraber gittiler, televizyoncularla beraber gittiler, hadi biz göremedik belki gazeteci ve televizyoncular bulabilirler adresi, yine yok. Sonra kalktılar başka bir adres gösterdiler, o adres şu: Ankara Valiliği Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü, 18 Kasım 2019 tarihli fotoğraf. İl müdürlüğü var burada. Üzerine üzerine gidince bu adres nerede arkadaş deyince, tuttular o tabelanın üzerine bez brandayla bunu yazdılar, Türkiye Şehit Yakınları ve Gazileri Dayanışma Vakfı… Ve adres farklı bir adres, mahkemedeki adres değil. Hâkimi kandırdılar. Yani sahtekârlığın boyutu bu hale geldi. Nereye gitti bu para? 309 milyon lira nereye gitti? Bilmiyoruz. Soruyorlar, “Hazine tek hesabına aktarıldı” deniyor. Hazine tek hesabı ne demek biliyor musunuz? Kuyuya atıyorsunuz, paranın nereye gittiğini kimse bilmez.
Kanuna bakıyoruz, kanun diyor ki, “vakfın tüzel kişilik kazanmasını müteakiben 15 gün içerisinde vakıf hesaplarına aktarılır.” Para 15 gün içinde vakıf hesaplarına aktarılır. Ne 15 günü, 15 ay geçt, para vakıf hesaplarına aktarılmıyor!
Eğer bir siyasi iktidar, vatandaşın şehit ve gaziler için topladığı parayı iç ediyorsa, hepimizin sorması gereken soru şu: Bunlar bu memleketi yönetir mi acaba? Şehidin, gazinin parasına el uzatan bir siyasal iktidar bu memleketin çıkarlarını koruyabilir mi?
Her yerde, her ortamda bunları sormaya devam edeceğiz. Nereye giderlerse gitsinler…
“Şehit ve gaziler için toplanan para ne oldu?” diye soracağız ve “Kendi silah fabrikasını yabancı bir orduya peşkeş çekenlerin adı unvanı vatan hainidir, dünyanın her tarafında böyledir.” diyeceğiz.
Hepinize en içten selamlar saygılar sunuyorum değerli arkadaşlarım.
14.11.2024
14.11.2024
14.11.2024
14.11.2024