23.02.2021

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU (23 ŞUBAT 2021)

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle: Efendim hepinize en içten selamlarımı, saygılarımı sunuyorum. Bizleri televizyonları başında izleyen, radyoları başında izleyen, sosyal medya hesaplarında izleyen bütün vatandaşlarıma, kardeşlerime, Cumhuriyet Halk Partisi adına en içten sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum. Hepiniz hoş geldiniz, şeref verdiniz. Kırklareli Belediye Başkanımız burada, siz de hoş geldiniz. Bütün arkadaşlarla birlikte sizi bağrımıza basıyoruz.  Değerli arkadaşlarım; bir gerçeği hepimiz görüyoruz ve hepimiz bir gerçeğin tanığıyız. 19 yıldır ülkeyi yöneten bir siyasal iktidar, tek başına yöneten bir siyasal iktidar, Türkiye'yi bugün hangi noktaya getirdi? Türkiye'yi bugün hangi noktaya taşıdı? Her birimizin, hangi partiden olursak olalım, hangi görüşten olursak olalım, ülkemizi seviyorsak, bayrağımızı seviyorsak, insanımızı seviyorsak ve bu güzel ülkede huzur içinde yaşamak istiyorsak, bunu sorgulaması lazım. Ne oldu da 19 yılın sonunda Türkiye bir ekonomik ve sosyal buhran ile karşı karşıya? Ne oldu? Hangi ekonomik ve siyasal tercihler Türkiye'yi buraya taşıdı? Bu ekonomik ve siyasal tercihler alınırken, Cumhuriyet Halk Partisi'nin pozisyonu neredeydi ve diğer partilerin pozisyonu neredeydi? Hangi siyasal partiler Türkiye'nin geleceğini düşündü ve öneriler getirdi? Ama hangi siyasi parti, dediğim dediktir mantığından yola çıkarak Türkiye'yi bu noktaya getirdi? Eğer her birimiz ülkemize karşı bir sorumluluk duyuyorsak, ailelerimize karşı, çocuklarımıza karşı bir sorumluluk duyuyorsak, aynı sorumluluk içinde ülkenin sorunlarını da evde masaya yatırmak zorundayız, kahvede masaya yatırmak zorundayız, dükkanda masaya yatırmak zorundayız, tarlada masaya yatırmak zorundayız, lokantada masaya yatırmak zorundayız, sokakta, caddede masaya yatırmak zorundayız ve konuşmak zorundayız. Eğer oturup konuşamazsak, tartışamazsak, kimin doğru, kimin haksız olduğunu nasıl öğreneceğiz? Aklımız varsa, bunu kullanmak zorundayız; ölçmek ve tartmak zorundayız, eğri ile doğruyu ayırmak zorundayız. Eğer ülke bir ekonomik buhranla karşı karşıya ise, 19 yılın sonunda on milyonlarca kişi işsiz ise, milyonun üzerinde üniversite mezunu iş bulamıyorsa, üniversiteyi bitiren kadınlar evlerde temizliğe gitmek zorunda kalıyorsa, oturup düşünmek zorundayız. 19 yılda ne oldu da Türkiye bu hale geldi? 19 yıl önce konuşmadığımız pek çok sorunu, neden 19 yıl sonra konuşmaya başladık ve neden hâlâ ve hâlâ dediğim dedik mantığıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti yönetiliyor?  Her birimize sorumluluk düşüyor. Sadece Cumhuriyet Halk Partililere değil, sadece Ak Partililere değil, bu ülkede sandığa giden ve oy kullanan her vatandaşa sorumluluk düşüyor. Masaya yatırıp konuşmak zorundayız. Eğitim sistemine bakın Allah aşkına: Yakında sınavlar olacak. Nasıl bir eğitim sistemi? Eğer 19 yılın sonunda, 21’inci yüzyılın Türkiye'sinde 2 milyon 658 bin 40 öğrenci EBA'ya ulaşamıyorsa, eğitime ulaşamıyorsa, ne yapacaksınız? Bana söyler misiniz, ne sınavı yapacaksınız? 5 kişi, 10 kişi olsa hadi çözelim. 19 yıldır "eğitimde tasarruf yapıyoruz" diyorlar. Arkadaş sen tasarruf yapacaksan, saraydan başlayacaksın tasarrufa, çocuğun eğitiminden değil! Devleti yönetmek, sıradan bir olay değildir. Devleti yönetmek, sorumluluk üstlenmek demektir. "Ben devleti yönetirim, dilediğim gibi yönetirim, benim hiçbir sorumluluğum yok." Sorumlu kim? Türkiye Cumhuriyeti Devleti. Akla bakın, mantığa bakın. Böyle bir aklı ve mantığı hiçbir siyasi kitap yazmamıştır. Hiçbir bilim insanı da böyle bir düşünce içinde olmamıştır. Devleti yöneteceğim, kararları ben alacağım; yanlış kararlar olduğu zaman Türkiye Cumhuriyeti Devleti sorumludur. Peki sen? Benim hiçbir sorumluluğum yok, pirüpak, tertemizim ben. Vatandaşlarımızın bunu da düşünmesi lazım. Devleti yönetmek, sorumluluk üstlenmek demektir. Sorumluluk üstlenmiyorsunuz, yeri geldiğinde yönettiğiniz devleti suçluyorsunuz. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir ilktir. Devletin en tepe noktasında olan kişi ve tek başına devleti yöneten kişi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni beceriksizlikle suçluyor. Aklın alacağı şey değil, mantığın da alacağı bir şey değil. Nasıl bir siyasi yapıyla karşı karşıya olduğumuzu bilmeniz için bunları anlatıyorum sevgili vatandaşlarım. Böyle bir anlayıştan memlekete hayır gelmez. Gelmiyor da zaten. Hayır gelseydi, böyle mi olurdu Türkiye? Sadece eğitimde mi? Hayır efendim, her alanda sorun yaşıyoruz. Ekonomide ciddi sorunlarımız var. Dış politikada geldiğimiz noktaya bakın. Hangi ülkeyle dostluğumuz var, hangi ülke ile barış içindeyiz? Bir komşumuz vardı, Suriye; buyurun bakalım; öyle bir hava hissettirdiler ki, öyle bir esip gürlediler ki, "efendim biz 24 saat içinde Emevi Cami'ne gidip namaz kılacağız ve Suriye'yi fethedeceğiz, Suriye'de hiçbir şey olmayacak." Ne oldu? 3 milyon 600 bin Suriyeli bizim camilerimizde namaz kılıyor şimdi. Peki, bunu yapan bir siyasi irade nasıl milletin önüne çıkıyor? Bunu yapan bir siyasi irade, nasıl kalkıp dostluktan, kardeşlikten, barıştan söz edebilir? Ne işimiz vardı Suriye'yle kavgayla? Ve şu sorunun cevabını öğrenmek isterim; vatandaşlarımın adına öğrenmek isterim, şehitlerimiz adına öğrenmek isterim, işsizlerimiz adına, çiftçilerimiz adına, emeklilerimiz adına, EYT'liler adına öğrenmek isterim: Suriye'ye girdiniz, 3 milyon 600 bin Suriyeli geldi. 40 milyar dolar para harcadınız, 40 milyar dolar... 40 milyar dolar, esnafa harcansaydı ne olurdu? 40 milyar dolar, çiftçiye harcansaydı ne olurdu? 40 milyar dolar, sanayiciye verilseydi "yatırım yap" diye, ne olurdu? Ülke abat olurdu. Bu soruları sormak zorundayız. Sorumluluk üstlenen her vatandaşımın, her vatandaşımın sorması lazım. Esip gürlemenin bir anlamı yok. Tepedekiler esip, gürleyebilirler. Doğrulara tahammül edemiyorlar, onu da gayet iyi biliyorum. Dillerinden hakaret eksik olmuyor; günlük yaşamları içinde bile Allah bilir birbirlerine hakaret ediyorlar. Devlet böyle yönetilmez. Akılla yönetilir devlet, mantıkta yönetilir devlet, bilgiyle yönetilir devlet, erdemle yönetilir devlet. Devlet hoşgörüyle yönetilir, devlet intikam duygusuyla yönetilmez. Devlette intikamı egemen kılarsanız devlet, devlet olmaktan çıkar. Devletin dini nedir? Devletin dini, adalettir. Defalarca, defalarca, defalarca söylenmiş bir sözdür bu; devletin dini adalettir. Adaletin olmadığı yerde hangi devletten söz edeceğiz biz?  Birleştirilmiş sınıflar var. 21’inci yüzyılın Türkiye'si yahu, 21’inci yüzyılın Türkiye'si... İkili eğitim var 21’inci yüzyılın Türkiye'sinde. Milli Eğitime gelince, para yok. Niye yok arkadaş? Yani bu ülkenin insanları, çocuklarını güzel bir okula niye göndermesinler ve illâ benim dediğim gibi olacak. Olmaz arkadaşlar, olmaz. Bir kişinin dediği ile devlet yönetilmez. Bir kişinin yönetimiyle ya da bir kişinin iradesiyle devlet yönetilirse, Türkiye bu hâle gelmiş olur. Bugün yaşadığımız tablo bunu göstermektedir değerli arkadaşlarım.  Adalet... Kim adaletsizliğe uğradıysa; bize oy versin vermesin, bizi sevsin veya sevmesin, bizim yanımızda olsun veya olmasın, ona destek vermek zorundayız. Onun hakkını, hukukunu korumak zorundayız. Hava Harp Okulu öğrencileri var. Hapisteler, yıllardır hapisteler. 15 Temmuz'dan sonra bunlar içeri alındılar. Öğrenci bunlar, kamptalar. Kampta bunlar eğitim yapıyorlar, askeri kampta. 15 Temmuz akşamı bunları bindiriyorlar otobüslere, geliyorlar. Nereye gideceğiz? Komutanları talimat vermiş. Öğrenci ne yapabilir? "Komutanım ben seni dinlemiyorum" diyebilir mi? Hayır. "Senin talimatın beni bağlamaz" diyebilir mi? Hayır, askerliğin kuralı vardır. Getiriyorlar. Şimdi bunlar, Hava Harp Okulu öğrencileri müebbet hapisle yargılanıyorlar. Müebbet hapisle... Bazı komutanları, 15 yıl hapis. Söylüyorlar: "Bize emri veren komutanı mahkemeye çağırın, tanık olarak dinleyin." Komutan, bize emir veren komutan var, hakim reddediyor: "Hayır, komutanı çağırmayacağım." Peki, mağdur olan vatandaşlar var. Çağırın mağdur olanları, onlar tanıklık yapsınlar. Biz onlara bir şey yaptık mı Hava Harp Okulu öğrencileri olarak? Çağırıyorlar, onlar diyorlar ki: "Hava Harp Okulu öğrencilerinden biz bir zarar görmedik." Öğrencilerin kendilerine karşı hiçbir olumsuz eylemde bulunmadıklarını söylüyorlar. Ama ben bunları mahkum edeceğim ve bunları müebbetle mahkum ediyorlar. Dava görüşülüyor. Aynı pozisyonda olan bazı askeri okullarda hakim diyor ki: Ya bunlar öğrenci. Cezayı vereceksen, komutanına vereceksin. Bunlara ceza mı verilir? Kaldı ki, öğrenci ne zamandan beri darbe yapma gücüne sahip olabilir? Onları beraat ettiriyorlar ve dolayısıyla bunlar 35-40 kişilik koğuşlarda yatıyorlar. Aileleri perişan, bunlar da perişanlar. Dolayısıyla az önce ifade ettiğim gibi, kim haksızlığa uğrarsa, biz onların yanında olacağız.  Değerli arkadaşlarım; Türkiye Cumhuriyeti topraklarında yaşayan, bu topraklarda babasının, dedesinin mezarları olan, hiç kimse ama hiç kimse terörü savunamaz. Terörü bir insanlık suçu olarak değerlendirdik. Masum insanların öldürülmesi asla kabul edilemez. Bu, sadece bizim ülkemize özgü bir şey de değil. Terör dünyanın neresinde olursa olsun, insanlığın ortak tavır takınması lazım, teröre karşı ortak mücadele edilmesi lazım, teröre karşı ortak durulması lazım, ortak bir davranış sergilenmesi lazım.  Her yerde söyledik, her ortamda da söyledik; terör kimden gelirse gelsin, nasıl gelirse gelsin bir insanlık suçudur. Teröre karşı durmak da bizim temel görevimizdir. Biz bunu söyledik, defalarca söyledik. Teröre karşı mücadele ettiler de, karşı çıkan oldu mu? Hayır. "Mücadele edeceğiz, yurtdışına gideceğiz" dediler de karşı çıkan oldu mu? Hayır. Teröre karşı mücadele ciddi bir olaydır, sıradan bir olay değildir. Yurtdışı destekçileri varmış, olabilir; var zaten. Yurtdışı destekçileri var ve finans kaynaklarının büyük bir kısmı oralardan sağlanıyorsa, Türkiye Cumhuriyeti Devletine düşen temel bir görev var. Terörle mücadelede en etkin araç, terörün, terör örgütünün finans kaynaklarını kesmektir. Bu yapıldı mı? Bu konuda çaba harcandı mı? Terörle mücadele etmek, sadece teröristi öldürmek demek değildir. Bu çözmüyor olayı, çözmüyor olayı. 40 yıldır yapıyoruz bunu zaten. Terörün beslendiği bütün kaynakları kesmek zorundasınız ve bunun için mücadele etmek zorundasınız. Uluslararası arenada mücadele etmek zorundasınız. Gara'da bir operasyon yapıldı. Geldiler, beni de bilgilendirdiler; ben ve arkadaşlarım vardı. Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu'nda hangi bilgileri verdilerse, aynı bilgiler bizlere de verildi. Daha sonra geçen haftaki grup toplantısında 5 soru sordum. Bu insanlarımız ölmeyebilirdi, bunlar hâlâ hayatta olabilirdi. Sorularımı sordum. “5,5-6 yıldır bunlarla neden ilgilenmediniz? 5,5-6 yıldır terör örgütün elinde bu 13 kişi, neden ilgilenmediniz bunlarla?” Soru haklı mı? Haklı. Makul mü? Makul.  “Terör örgütünün elebaşından gittiniz, mektup aldınız ‘İstanbul seçimlerinde bize oy verin’ diyen. Yahu kardeşim, kendi seçimin için ‘oy ver’ diye mektup alıyorsun, 13 kişinin hayatını kurtarmak için mektup almıyorsun. Neden?” Ben bu soruyu sormak zorunda mıyım? Zorundayım. Sormazsam, görevimi yapmış olur muyum? Görevimi yapmış olmam. “İstanbul seçimleri, şehitlerimizden daha mı önemliydi?” Sorduk: "Dostum, dostum" diye ortalıkta geziniyorsun, "Trump dostum" diye. Yahu bir telefon açtı, papazı derhal verdi. Papazı verirken deseydin kardeşim: "Ben sana papazı veriyorum, sen buna terörist diyordun. Bizim de 13 vatandaşımız var orda terör örgütün elinde. Sen bir telefon edersen, onlar da bize teslim etsinler" diyebilir miydin? Diyebilirdin. Niçin aklına gelmedi? Ben bu soruyu sormak zorunda mıyım? Sormak zorundayım. Yine, insan hakları örgütleri var hem içeride hem dışarıda. Bunlara çağrı yapabilirdin. "Gidin, getirin" diyebilirdin. Rehinelere zarar verilmemesini isteyebilirdin. Türkiye'ye teslim edilmesini isteyebilirdin. Açık yüreklilikle yapabilirdi ama yapmadın. Niye yapmadın?  Ve yine kalktın dedin ki: "Bu operasyon başarısız oldu." Ben değil, sen söylüyorsun. Başarısız olduysa, bunun bir sorumlusu olması lazım. Kim bu sorumlu? Kim sorumlu? Erdoğan sorumlu. Ben askere desem ki, asker sorumlu; asker, siyasetin emrinde, "operasyonunu şöyle yapacaksın" demişler, gitmiş yapmış operasyonu. 2 yüzbaşımız ve 1 askerimiz ayrıca şehit oldu. Hiçbir asker, güvenlikle ilgili hiçbir görevli, yani kamuda görev yapmış hiçbir görevli böyle bir operasyonu kabul etmiyor, "bu operasyon yanlış bir operasyondur" diyor. Peki biz bunu söyledik, ne oldu? Bir sürü hakaretler, bir sürü hakaret... Bu sorulara hâlâ cevap almış değilim. Bana hakaret edeceğine, millet bu soruların cevabını bekliyor beyefendi, çık bu sorulara cevap ver! Cevap veremiyorsun ve daha acı olanı ise değerli arkadaşlarım, daha acı olanı ise, "bu operasyonun sorumlusu elbette Cumhurbaşkanından, bakanlarından, tüm mensuplarıyla Türkiye Cumhuriyeti Devletidir" diyorsun. Ne demek yani? "Hepimiz sorumluyuz" diyor. İyi de biz niye sorumluyuz? Yeni doğan çocuk niye sorumlu? Bakkal niye sorumlu? Manav niye sorumlu? Simitçi niye sorumlu? Onlar mı devleti yönetiyor? Anayasa'da hüküm var, gayet açık: Türkiye Büyük Millet Meclisi adına, Türk Silahlı Kuvvetlerinin başkomutanlığını temsil eder." Kim? Erdoğan temsil eder. Ortalıkta gezmiyor muydu afili afili "en başkomutanım" diye. Başkomutansan, talimatı sen verdin, ben vermedim talimatı; o zaman çık, başarısız oldum diyorsun, niye başarısız oldun açıkla bunu. Onu da açıklamıyorsun. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kullanılmasına Erdoğan karar verir, ben karar veremem; Anayasa öyle diyor. Kendi sorumluluğundan kaçıyor. Şu soruyu tekrar sormak isterim: Mısır'da öldürülen Esma için ağladı. Ağlayabilir mi? Ağlayabilir. Mısır'da öldürülen Esma için ağladı, 16 şehidimiz için güldü yahu. Aklım almıyor ya, vallahi billahi aklım almıyor! Ben bunları söyleyince de ağza alınmayacak bütün hakaretleri yapıyor. Devlet yönetilmiyor arkadaşlar. Farklı bir düzlemdeyiz şu anda. Devlet yönetilmiyor. Değerli arkadaşlarım; devletin yönetilmediği sadece buradan değil, ekonomide de devlet yönetilmiyor. Gitti, getirdi damadı, ekonomiden sorumlu bakan yaptı. Güzel yapabilirsin, yaptı. Türkiye Varlık Fonu'nun da başkan yardımcısı yaptı. Hazineyi teslim etti. Merkez Bankasını teslim etti. Yönetiyor ama yönetemiyor. Erdoğan'dan talimat alıyor, gereğini yapıyor. Kayınpeder-damat götürüyorlar. 128 milyar doları sattılar, Merkez Bankasının kasasında olan 128 milyar dolar buharlaştı. Tabii sorduk. Bu ülkenin, fakir-fukaranın parası o. Garip gurebanın parası o... 128 milyar doları kime sattın? Cevap yok, şu ana kadar cevap yok. Meclis'e araştırma önergesi verildi, reddedildi. Kendisine milliyetçi diyen parti de AK Parti’yle beraber reddetti önergeyi, araştırılmasın diye. 128 milyar dolar, 899 milyar Türk lirası ediyor, eski parayla 899 katrilyon lira ediyor. Değerli arkadaşlar, sıradan bir rakam değil. Gittiğim yerlerde çiftçiye sordum: 128 milyar dolardan sana bir şey düştü mü? Hayır diyor. Esnafa sordum, hayır diyor. Simitçiye sordum, hayır diyor. Manava sordum, hayır diyor. Emekliye sordum, "mutlaka sana bir üçüncü ikramiye gelmiştir." Yemin ediyor, vallahi billahi bana da bir şey gelmedi diyor. Nereye gitti 128 milyar dolar, nereye gitti?  Bu soru soruluyor, damat yok ortada, damadı görevden aldı. Damadın görevden alınışını açıklayacak televizyon bulamadılar yahu! Gazete? Hepsi korkudan esas duruşta, ya aradan geçti 10 saat, 48 saat yahu; bir televizyon kanalı, birkaçı hariç televizyon kanalları ve gazeteler, "damat istifa etti" yazmadılar. Şu Türkiye'nin geldiği hâle bakın arkadaşlar. 128 milyar dolar sorulunca, damadı savunuyor Erdoğan. "Damadın başarılarından kuduruyorlar, çıldırıyorlar" diyor. Ne başarı ama ne başarı! 128 milyar doları peşkeş çekeceksiniz bir avuç tefeciye, başarı! Peki, başarı ise niye görevden aldın? Niye görevden aldın? Alma görevden...  Değerli arkadaşlarım; hadi onu görevden aldın, başarıysa 128 milyar doları senin talimatınla bir avuç insana peşkeş çeken Merkez Bankası Başkanını niye görevden aldın? Onu da almasaydın. Sorumluluğu damadın üstüne attı. "Sen geç. Ne yapalım benim talimatlar yanlışmış, yerine başka adamlar getireceğim." 128 milyar doların hesabını sorunca da kıyamet kopuyor "neden bunu soruyorsunuz?" diye, bizi kıskanıyorsunuz" diye. Vallahi kıskanmıyoruz. Niye kıskanalım, kıskanılacak bir şey mi yaptınız? Bu milletin biriktirdiği, Merkez Bankasında biriktirdiği 128 milyar doları ne yaptın Sayın Erdoğan? Ne yaptın? Bir daha soruyorum. Ne yaptın? Kime verdin?  Merkez Bankasının kasası, swapları dikkate aldığımız zaman eksi 57 milyar lira; 128 milyar dolar buharlaştı, eksi 57 milyar lira... Peki, bunu biz sormayıp, ne yapacağız? Sormadığımız zaman görevimizi yerine getirmiş olur muyuz? Sormadığımız zaman vatandaşın hakkını, hukukunu korumuş olur muyuz? Sormadığımız zaman 10 milyonu aşkın işsizin hakkını korumuş olur muyuz? Soracağız. Nereye gitti 128 milyar dolar? Bir Allah'ın kulunun çıkıp, bize açıklaması lazım. Hadi bana açıklama; manava açıkla, bakkala açıkla, sanayiciye açıkla, bir sürü kuruluş var onlara açıkla, esnafa açıkla. "128 milyar doları esnafa verdik" de. Bir bakalım, esnaf ne diyecek? "128 milyar doları çiftçiler için harcadık" de, bakalım çiftçiler ne diyecek? "128 milyar doları sanayiciye verdik, teşvik verdik. Yeni yatırımlar yapılıyor Türkiye'de işsizlik kısa süre içinde bitecek" de. Sanayici de baksın, bu 128 milyar dolardan kendisine 5 lira ya da 5 dolar düştü mü? Nereye gitti bu para? Bunu sormak zorundayız değerli arkadaşlarım. Öyle bir noktaya geldi ki yönetim, artık güven vermiyor. Plağı değiştirdiler, şimdi faizi yükseltiyorlar. Yani ister dolar yükselsin, ister faiz yükselsin; ikisinde de kazanan tefeciler. İşin özü bu, ikisinde de kazanan tefeciler. 128 milyar doları da tefecilere verdiler. Dolar yükselmesin, döviz yükselmesin diye 128 milyar doları heba ettiler ve bize dönüp diyorlar ki: Niye konuşuyorsunuz? Neden bunları söylüyorsunuz?  Bankalardaki mevduatın yüzde 53'ü hâlâ döviz. Vatandaş güvenmiyor bunlara, döviz olarak tutuyor. İkbali için tasarruflarını orada tutuyor, ikbali için koruyor değerli arkadaşlar. Ağırıma giden de şu: Ya şu 128 milyar dolardan, 50 milyon dolarını götürüp Tank-Palet'e verseydiniz ve o Katarlıları da oradan çıkarsaydınız, daha iyi olmaz mıydı?  128 milyar doları kimseye vermediler ama yandaşa gelince bonkör, bunlardan daha bonkörü yok. İstanbul Havaalanı… İstanbul Havaalanı'nın 18 milyar liralık kira bedelini 2018 ve 2019'u ertelediler. 2018-2019'u daha önce ertelediler. Şimdi 2020-2021'i de erteliyorlar. Oturmuşlar masaya, "biz ödemeyeceğiz" diyorlar kira bedeli. Esnafa gelince aslan, buraya gelince kedi. Tipik bir kedi, kedi ailesinden zaten; aslan da, kedi de kedi ailesinden. Buraya gelince de kedi.  Ya arkadaş, 1 milyon 300 bin esnafa 7 milyar lira verdiler. Bunların sadece kira ertelemesi 18 milyar lira. İkinci, şimdi 20-21'i de erteleyecek ve 18 milyarlar lira daha. Kaç kişi bunlar? 4 kişi. Esnaf kaç kişi? 1 milyon 300 bin kişi ve buradan esnafa seslenmek isterim artık: Eğer bunlara gidip sandıkta oy verirsen, vallahi de billahi de iki elim iki yakanda olur arkadaş, iki elim iki yakanda olur.  Ben senin hakkını savunuyorum. Esnaf, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin orta direğidir. Esnafın olmadığı hiçbir gelişmiş ülke yoktur. Her ülkede esnaf vardır. Bizim kadar büyük sıkıntı yaşayan başka bir esnaf yoktur dünyanın hiçbir tarafında. Bizde büyük sıkıntılar var, esnaf perişan vaziyette.  Değerli arkadaşlarım o kadar ileriye gittiler ki, gidiyorlar bu 4 kişi "paramız yok" diyorlar; “kira ödeyeceğiz ama paramız yok.” Ama bunlardan birisi açıklama yapıyor, diyor ki; "Şartlar uygun olursa Kanal İstanbul ihalesine de katılmak isterim" diyor. Şartlara bakın, Allah aşkına. Hortum üzerine kurulan bir şirket yapısı, soygun üzerine kurulan bir şirket yapısı. Soygunu besleyen kişi sarayda oturuyor. 1 milyon 300 bin esnaf da "benim sorunum ne zaman çözülecek?" diye bekliyor. Büyük ihaleleri kime verdiler? Bunlara verdiler. Türkiye'nin en büyük ihalelerini verdiler bunlara. Peki, bunlar Türkiye'nin en büyük ihalelerini almalarına rağmen, neden bunların kira borçlarını erteliyorsunuz? 36 milyarı neden erteliyorsunuz? Esnafınkini ne kadar? 5 ay süreyle ertelediler, 5 ay. Üstüne bir de cari faiz eklediler. Bunlar hangi koşullarda ertelendi, onu da bilmiyoruz. Açıklama da doğru dürüst yapmıyorlar. Faizli mi, faizsiz mi? Onu da bilmiyoruz. Gerçekten 2 yıl mı, yoksa 34 yıl mı? Onu da bilmiyoruz. Bunları araştıracağız değerli arkadaşlarım. Hiç kimsenin endişesi olmasın.  Daha önce de söylemiştim, Katar sevdası da vardı bunların. Futbol maçlarında bir seferde sözleşmeye rağmen 90 milyon dolar indirdiler, 90 milyon dolar, bir kişiye. "Ödemiyoruz parayı" dedi. Oturdular masaya, 90 milyon dolar indirdiler. Bir de doları da sabitlediler 5,80'den, üstüne çıkmam dedi. Türkiye Cumhuriyeti Devletine rest çekiyor, resti görüyorlar ve gereğini yapıyorlar. Niçin? Değerli arkadaşlarım; esnaf kardeşlerime söylüyorum: Sandık bugün veya yarın ne zaman olursa olsun önümüze gelecek. Önümüze gelecek; biz halkın başına bela olan bir siyasi iktidarı, demokratik yollarla dünyaya örnek olacak şekilde göndereceğiz, demokratik olarak. Dünya siyaset tarihinde bir ilki gerçekleştireceğiz. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak, dünya siyaset tarihinde bir ilki gerçekleştireceğiz. Farklı siyasi partilerle, farklı görüşleri olan siyasi partilerle beraber, demokrasiyi savunan dostlarımızla beraber, bir dikta yönetimini sandıkta yeneceğiz ve onları göndereceğiz.  Değerli arkadaşlarım; malum seçimleri var, kongreler yapıyorlar. Lebaleb dolu onların ifadesiyle, lebaleb dolu, orada Covid hiç olmuyor arkadaşlar. Bu Covid kadar akıllı bir ̇virüs hiç yok. O kongrelere gitmiyor ama kahveci dükkanı açtığı zaman, kahveyi açtığı zaman Covid oraya gidiyor. Bunun tespitini kim yapıyor? Erdoğan yapıyor. Diyor ki, "Covid size gelebilir, aman ha dikkatli olun ama bizim kongrelerle lebaleb dolu, burada Covid olmaz" diyor. Akla bakın ve mantığa bakın. Esnaf perişan değerli arkadaşlarım, gerçekten perişan. Bari HES koduyla gelsinler, lokantayı açsınlar. Gidiyorsunuz kongreye lebaleb dolu ama iki kişi lokantada oturup yemek yediği zaman olmaz diyorlar. Bu herhalde bir yerde duruyor; bir yerde vatandaşın hafızasında bir yerde duracak. Değerli arkadaşlar, JP Morgan'ın yaptığı bir açıklama, daha doğrusu yaptığı bir çalışma var. Türkiye Lokantacılar Pastacılar Federasyonu'nun da katkılarıyla yapılan bir çalışma. Diyor ki, “Lokantacılar, pastacılar, kahveciler, buna benzer hizmet sektörü, 16 gün para girmezse bu işletmeye, bunlar batma noktasına gelirler.” 16 gün... Kaç 16 gün geçti? Feryatlar artık sokağa taştı.  Hiç kimse umutsuz olmasın. Değiştireceğiz. Bu güzel ülkeye beraber huzuru getireceğiz. Bu güzel ülkede beraber, huzur içinde yaşayacağız. A partili, B partili, C partili... Hangi partiden olursa olsun, Doğulu, Güneydoğulu, Karadenizli, Egeli, İç Anadolulu, Akdenizli; hep beraber, hep birlikte, bütün zenginliklerimizle beraber huzur içinde yaşayacağız.  Esnafın faiz borcu, tamamen sileceğiz. Çiftçinin faiz borcu, tamamen sileceğiz; onun rahat ödeyebileceği takside bağlayacağız. Kredi borçları var öğrencilerin, KYK borçları var. Öğrenci, ihtiyaç sahibi aileler çocuklarını üniversiteye gönderiyorlar. Burs veriliyor, kredi veriliyor. Onların da borçlarını sıfırlayacağız.   Bu ülkeye hizmeti gerçek anlamda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına yapacağız, hortumculara değil. Hortumcular 19 yıldır yeteri kadar beslendiler ve o hortumcular Türkiye'ye yatırım yapmadı, paralarını yurtdışına götürdüler; onların paraları Londra'da, onların paraları Katar'da, onların paraları Malezya'da, onların paraları vergi cennetlerinde. Onlar Türkiye'de kazanıp, parayı dışarıya götürüyorlar. Hangi esnaf parasını yurtdışına götürüyor, hangi esnaf? Esnafları destekleyeceğiz ve bu ülkede huzur içinde yaşayacağız. Bir son soru soracağım ve bağlayacağım değerli arkadaşlarım: Sayın Bakan, Sağlık Bakanı bir açıklama yaptı. Bunu özellikle bütün vatandaşlarımın dikkatli dinlemesini istiyorum. Katıldığı bir televizyon programında diyorlar ki: "Sinovac aşısının Türkiye'ye getirilişinde iktidara yakın bazı şirketlerin aracı olduğu iddiasına ne diyorsunuz? Aracı şirket var mı? Varsa kim?" sorusu soruluyor Sayın Bakana. Sağlık Bakanı diyor ki: "Bu da kesinlikle doğru değil. Biz anlaşmamızı doğrudan Sinovac'ın kendisiyle yaptık. Devlet Malzeme Ofisi, yani Devlet Malzeme Ofisi ve Sinovac arasında herhangi bir aracı yoktur" diye bir açıklama yapıyor. Bir aracı var, getiriyor. Hatta ismini de vereyim, fatura üzerindeki ismini de okuyayım size; Keymen İlaç Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi, merkezi Çankaya, Ankara'da. Değerli arkadaşlarım; 9 Şubat 2021 tarihine kadar 10 milyon 162 bin 123 doz aşı Türkiye'ye getirildi. Bunlar için Devlet Malzeme Ofisi Keymen'e 121 milyon 945 bin 476 dolar para ödedi. Buradaki soru ne diyeceksiniz? Soru şu: 31.12.2020 tarihinde Esenboğa Gümrük Gümrüğünden geçiyor aşılar. Gümrük Müdürlüğünden geçen doz aşı miktarı 1 milyon 342 bin 298. 1 milyon 342 bin 298 doz aşı gümrükten Keymen tarafından çekiliyor ve Devlet Malzeme Ofisine faturalanıyor. Buradaki önemli nokta şu: Gümrükteki beyana göre değerli arkadaşlarım, gümrükteki beyana göre 1 milyon doz aşı için ücret alınmıyor. 1 milyon doz aşı ücretsiz. Gayet açık, gayet net yazıyor. 1 milyon doz aşı ücretsiz. Yani 12 milyon doz aşı, 12 milyon dolarlık aşı ücretsiz verirmiş.  Şimdi ben Sayın Bakana ve Erdoğan'a soruyorum: Ücretsiz olarak ithal edilen 1 milyon doz aşı, Devlet Malzeme Ofisine, her dozu 12 dolardan fatura edildi mi, edilmedi mi? Bir daha sorayım, belki anlayamayabilirler. İthal edilen 1 milyon doz aşı, ücretsiz olduğu beyannamesinde var; bu firma Devlet Malzeme Ofisine 1 milyon doz aşıyı, her bir dozu 12 dolardan fatura etti mi, etmedi mi? Yani 12 milyon doları aldı mı, almadı mı? Bu sorunun cevabını bekliyorum.  Teşekkür ederim değerli arkadaşlarım. 

Tüm Fotoğraflar İçin Tıklayınız...