23.10.2018
23.10.2018
CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU (23 EKİM 2018)
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu:
“Bir, AK Parti iktidarı yoksulluk demektir; iki, AK Parti iktidarı pahalılık demektir; üç, AK Parti iktidarı işsizlik demektir; dört, AK Parti iktidarı israf demektir; beş, AK Parti iktidarı adaletsiz demektir; altı, AK Parti iktidarı tefecilere hizmet eden iktidar demektir.”
Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
Efendim Cumhuriyet Halk Partisi grubundan bütün Türkiye’ye 81 milyona sevgilerimizi saygılarımızı gönderiyoruz.
Arkadaşlar, yarım saat vaktim var, o nedenle dikkatle dinlerseniz son derece mutlu olurum. Heyecanınızı biliyorum, heyecanınıza yürekten katılıyorum, sizlere de şükran borçluyum, bunu da ifade etmek isterim.
EYT’LER İÇİN KANUN TEKLİFİMİZİ VERDİK
Dün emeklilikte yaşa takılanlarla ilgili bir çalışma yaptık. Emeklilikte yaşa takılanlara şunu söyledim: Sizin davanızın takipçisi olmaya kararlıyız, bu konuda kanun teklifimizi verdik ve bu teklifin parlamentodan geçmesi için her türlü çabayı göstereceğiz.
“Efendim çok açık olurmuş”, sen iktidarsın açığı engellemek için niye gidiyorsun emeklinin aylığını düşürüyorsun? Ortaya çıkardığın açık her yıl artıyor. Çıkıp önce bu millete Sosyal Güvenlik Kurumunu nasıl batırdığını anlatacaksın, nasıl batırdığını! 750 milyar liralık açık nereden kaynaklanıyor bunu anlatması lazım. Bunu bütün ayrıntılarıyla dün açıkladım. Dolayısıyla bu konuyu şimdilik burada tutuyorum, ama Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz emeklilikte yaşa takılanların sorunlarını takip etmeye devam edeceğiz.
ERDOĞAN’A KAŞIKÇI SORULARI
Önemli bir konu var, Suudi Arabistan vatandaşı Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul’da katledilme olayı var. Bugün büyük bir dikkatle hep beraber “acaba Erdoğan nasıl bir açıklama yapacak?” diye dinledik. Ben de dinledim nasıl bir açıklama yapacak diye. Hikâyeyi anlatayım. Önce Cemal Kaşıkçı Washington’daki Suudi Büyükelçiliğine gidiyor. Diyorlar ki, İstanbul’a git, İstanbul’a başkonsolosluk var, oraya müracaatını yap. Gidiyor İstanbul Başkonsolosluğuna diyor ki, bir konuda sizden bilgi belge istiyorum, iki gün sonra gel diyorlar.
2 Ekim Salı günü gidiyor, saat 13.14’te Suudi Arabistan’ın başkonsolosluğuna gidiyor. Ama gitmeden önce nişanlısına diyor ki, “eğer ben çıkmazsam sen Türk Arap Medya Derneğine haber vereceksin. İki, AK Partinin Genel Başkan Yardımcısı Yasin Aktay’a da bilgi vereceksin” diyor. Aynı gün saat 16.40’ta, yani üç buçuk saat geçtikten sonra çıkmayınca iki yeri de arıyor, Levent Polis Karakolu da dahil olmak üzere ve 2 Ekim Salı günü normalde cumhuriyet savcılığı soruşturmayı başlatmış oluyor. Nerede Cemal Kaşıkçı?
Peki, Yasin Aktay ne yapıyor? Nişanlısı telefon ettiğinde Yasin Aktay ne yapıyor? Yasin Aktay’ın sözleriyle aynen okuyorum: “Kaşıkçı’nın nişanlısı Hatice Cengiz’in kendisini aramasından sonra, bizim istihbaratı da emniyet güçlerimizi de Sayın Cumhurbaşkanının ofisini de hemen hızlı bir şekilde bilgilendirdim.” Yani Kaşıkçı’nın başkonsolosluktan çıkmadığını hem istihbarata, hem emniyete, hem de Cumhurbaşkanlığına bildirim diyor. “Ve kısa bir süre içerisinde bütün makamlar olaydan haberdar oldular ve hemen gereken tedbirler alındı. Havaalanında kuş uçsa artık tespit edilecek bir noktaya, en azından kontrol sistemleri hemen devreye sokulmuş oldu.” Yani Kaşıkçı 16.40’ta çıkmadı, nişanlısı telefon etti, Yasin Aktay herkese haber verdi. Öyle bir noktaya geldik ki, havaalanından kuş uçsa herkesin haberi olacak. Güzel...
5 Ekim, yine Kaşıkçı’dan bir haber yok, ama dünya medyası yazıyor “içeride öldürüldü” diye. 5 Ekim, Prens Veliaht Muhammed Bin Salman Bloomberg’e açıklama yapıyor, diyor ki; “Türkiye’nin İstanbul’daki Suudi Arabistan Başkonsolosluğunda arama yapılmasına izin verilebilir.” Yani diyor ki, ey iktidar sahipleri, Türkiye’deki iktidar sahipleri, eğer siz bizim konsolosluğumuzu aramak istiyorsanız buyurun gelin arayın. Ne zaman? 5 Ekim’de diyor. Peki, arama ne zaman oluyor? 5 gün sonra, 10 Ekim’de.
Birinci soru Erdoğan’a, neden 5 gün beklediniz, kim size talimat verdi 5 gün bekleyin diye? Birinci soru, hayati bir soru. Veliaht Prens diyor ki arama yapılabilir 5 Ekim’de, ama siz aramayı 10 gün sonra yapıyorsunuz. Yani 15 Ekim’de yapıyorsunuz. Neden ve hangi gerekçeyle 10 gün beklendi? Birinci sorum bu, bunun cevabını bekliyoruz. Milletimin vicdanına da soruyorum, bunun cevabını bekliyoruz.
İkinci soru, konsolosluğun konutunda da arama yapılacak. Ne zaman? 16 Ekim’de. 15 Ekim’de konsoloslukta, 16 Ekim’de konsolosun evine. Şu garip işe bakın, ayın 16’sında konsolos elini kolunu sallayarak uçağı binip Suudi Arabistan’a gidiyor. Konsolos Suudi Arabistan’a giderken niçin müdahale edilmedi? Bir cinayetin, hunharca işlenen bir cinayetin ya faili veya tanığı, neden serbest bırakıldı? Efendim dokunulmazlığı var diyorlar. Hikâye, dokunulmazlığı yok. Niye dokunulmazlığı yok? 1963 tarihli konsolosluk ilişkileri hakkında Viyana Sözleşmesinde açık ve net hüküm var 41.maddesinde. Aynen okuyorum: “Konsolosluk memurlarının tutuklanmaları veya gözaltına alınmaları, ancak ağır bir suç halinde ve yetkili adli makamın kararıyla olur.” Bir cinayet işlenmiş, bundan daha ağır suç olur mu? Niye serbest bırakıyorsunuz. Kimden izin alıp gitti, hangi gerekçeyle gitti? Bu soruların cevabını biz bekliyoruz. Üfürmek kolay, asarız keseriz demek kolay. Sen iktidar makamındasın, ülkeyi yönetiyorsun, ülkeyi haysiyet içinde yöneteceksin, Türkiye’nin itibarını ve onurunu koruyarak yöneteceksin.
KUŞ DEĞİL, KATİLLER UÇTU
17 Ekim, başdanışman açıklama yapıyor. Diyor ki, “Erdoğan’ın kraliyet ailesiyle dostluğunu gösterip, olayı fazla deşelemeden - dikkatinizi çekerim, olayı fazla deşelemeden - aksine iyi niyetle adımlar atarak Kral Salman’a yardımcı oluyor.” Ortada cinayet işlenmiş, masum bir insan öldürülmüş. Nasıl oluyor da siz olayı deşelemeden bir şeyler yapmaya çalışıyorsunuz. Suçluluklarını açık ve net itiraf ediyorlar.
Değerli arkadaşlarım, bakın Cemal Kaşıkçı’yı öldürmek üzere, öldürmek amacıyla Suudi Arabistan’dan ekip geliyor, konsolosluğa yerleşiyor. Cemal Kaşıkçı konsolosluğa geldiği zaman öldürülüyor, dünya medyasına yansıyor, herkes öldürüldüğü konusunda artık ittifak ediyor görüş birliği var. Peki, ne oluyor arkadan? Öldürenlerin tamamı elini kolunu sallayarak Türkiye’den ayrılıyor. Bakın diyor ki, “cinayeti işledikleri düşünülen 15 kişilik timden 13 kişi 18.30 ve 22.45 saatlerinde kalkan özel jetlerle iki kişi ise gece yarısından sonra kalkın tarifeli uçakla Suudi Arabistan’a gittiler” diyor. Katiller herkesin gözünün önünde, iktidar sahiplerinin gözünün önünde Türkiye’de özel uçaklara ve normal uçağa binerek Türkiye’den ayrılıyorlar.
Ne diyordu Yasin Aktay BBC’ye yaptığı açıklamada? “Kısa bir süre içerisinde bütün makamlar olaydan haberdar oldular ve hemen gereken tedbirler alındı, havaalanında kuş uçsa artık tespit edilecek bir noktaya gelindi.” Kuş değil, katiller uçtu.
PARA YÜZÜNDEN KATİLLERİ SERBEST BIRAKTILAR
Bu ne anlama geliyor? Şu anlama geliyor: Devasa, onurlu, haysiyetli Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir çadır devletine dönmüş durumda. Gidin diyorlar Türkiye’de cinayet işleyebilirsiniz, insan öldürebilirsiniz, kimse size dokunmaz, elinizi kolunuzu sallayarak yurtdışına gidebilirsiniz. Bugün diyor ki beyefendi, “efendim cinayet Türkiye’de işlendi, İstanbul’da işlendi, failler İstanbul’da yargılansın”. Beyefendi, onlar senin gözünün önünde ve senin himayende yurtdışına çıktılar!
İktidar sahiplerinden hiç kimsenin katillerle ortaklık yapmasını asla ve asla kabul etmeyiz. Elini kolunu sallayarak gidiyorlarsa, herkesin bildiği bir olayı görüp kendilerine sunulan özel bilgileri de bilip gönderiyorlarsa, cinayetin tanığı ve ortağıdırlar. Türkiye Cumhuriyeti bu konuma getirilemez, bu konuma sokulamaz.
Sorduğum sorulara cevap istiyorum. 81 milyonun vicdanı adına sorduğum sorulara cevap istiyorum. İşin ucunda para olunca bütün bunlar oluyor mu acaba? Memleketi bu hale getiriler, para yüzünden katilleri serbest bıraktılar, para yüzünden! Para gelirse biz idare edeceğiz diye. Bu Türkiye Cumhuriyeti Devletinin onuruyla haysiyetiyle şerefiyle oynamaktır. Bunların hiçbirisinin yatacak yerleri yoktur.
YAPTIĞIN HER ŞEY YANLIŞ
Değerli arkadaşlarım, üniversiteler bizim gözbebeğimiz. Dünyanın bütün ülkelerinde üniversiteler o ülkenin onurudur ve o ülkenin gururudur. Üniversiteler bilgi üretirler, üniversitelerde her türlü düşünce özgürce dile getirilir. İkinci dünya harbinden sonra Almanya yerle bir edilmiştir. Amerikalı general döner Alman generale şunu söyler: Almanya’da taş taş üstünde kalmadı, siz artık belinizi doğrultamazsınız.” Alman general Amerikalı generale tarihi bir cümle kurar, tarihi bir cevap verir: “Evet, Almanya’da taş taş üstünde kalmadı, milyonlarca insan öldü. Ama bir şeyi sakın unutmayın, Almanya’nın üniversiteleri ayakta” ve Almanya bugün Avrupa Birliğinin ve dünyanın sayılı ülkelerinden birisi haline geldi. Neden? Üniversiteleri bilgi ürettiği için.
Tek adam rejiminde üniversiteler bilgi üretemez noktaya geldiler. Bir söylediği üç gün sonra diğer söylediğini tutmuyor. Ne demiştim? Devleti yönetenlerin yalan söylemeye hakları yoktur. Devleti yönetenler namuslarıyla, iffetleriyle milletin karşısına çıkmalı ve doğruları söylemeliler. Ne söylüyor 13 Ekim’de? “Türk üniversitelerinin tarihlerinin en özgür, en bağımsız, en güçlü dönemlerini yaşadıklarını gayet iyi biliyoruz” diyor. Tam mizah konusu, Zaytung haberi değil bu, Zaytung haberi değil, bu Erdoğan’ın söylediği söz! Tarihlerinde hiç böyle özgür bir dönem görmemiş Türk üniversiteleri. Ama 19 Ekim’de –Allah büyük ya, söyletiyor yine- bu kez başka bir şey söylüyor, tam tersini söylüyor. “Türkiye’nin nasıl oluyor a bugün dünyanın en büyük 500 üniversitesi arasında esemesi okunmuyor. Nasıl oluyor da 500 üniversite arasında bir tek Türk üniversitesi yer almaz” diyor. “Demek ki bir şeyleri kaybettik, bir yerde bir sıkıntı var, bir şeyleri unuttuk, bir şeyleri ihmal ettik”.
Beyefendi, siz hâlâ kandırılıyorsunuz farkında mısınız? FETÖ kandırdı, PKK kandırdı, herkes kandırdı, hâlâ bir şeyleri yanlış yapıyoruz. Keşke bir şeyi yanlış yapsa, yaptığın her şey yanlıştı zaten.
BİLİM NEDİR, ÜNİVERSİTE NEDİR BİLMİYOR
Erdoğan’a bir tavsiye, eğer Türk üniversitelerinin hangi konumda olduğunu öğrenmek istiyorsa, yaşadığı sorunları bilmek istiyorsa, ona 13 sayfalık bir rapor tavsiye ediyorum. Raporu Bilim Akademisi düzenliyor, “2017-2018 Akademik Özgürlükler Raporu”, 13 sayfa. Alsın bu raporu okusun. Bu raporu düzenleyenlerin hiçbirisi şu veya bu partinin adamı değil, bütün hayatlarını bilime adamış insanlar. Üniversitelerin içinde bulunduğu tabloyu en net şekilde ortaya koyan raporlardan birisidir bu. Hiçbir siyasal yönü olmadığı için, gerçek durumu eğer Erdoğan öğrenmek istiyorsa, üniversiteleri hangi hale getirdiğini öğrenmek istiyorsa bu rapora baksın. Bu raporun can alıcı cümlelerinden birisi şudur: “Üniversitelerin bilimsel, mali ve kurumsal olarak özerk olmaları gerekir.” Evet, öyle olması lazım, yasası böyle. Bu konuda Avrupa Üniversiteler Birliği 2010 yılından beri ölçümler yapmakta ve raporlar yayınlamaktadır. Türkiye maalesef bunların sonuncusu olan 2017 yılı raporuna bu değerlendirmelerin dışında tutulmuştur. Daha yeni Erdoğan fark ediyor. Çünkü bilim nedir, üniversite nedir onları bilmiyor.
Yine bu raporda çok açık bir şekilde şunu söylüyor. OHAL mağduru akademisyenler var, görevine son vermişler. OHAL Komisyonuna başvuruyor, OHAL Komisyonu karar alıyor “hiçbir suçu yoktur, görevine iade edilsin” diyor. Ama ne yapıyorlar? Görevine iade etmiyorlar. Başka... Ankara, İstanbul, İzmir dışındaki bir üniversiteye gönderiyorlar. Ve bu raporda diyor ki, bizim Ceza Kanunundaki sürgün maddesi, sürgün cezası 1965 yılında kaldırıldı, sürgün cezası! Ama bugün hiçbir günahı olmayan, OHAL Komisyonu tarafından tescil edilen akademisyen sürgüne tabi tutuluyor. Bunu acaba Erdoğan biliyor mu? Üniversiteleri ne hale getirdiğini biliyor mu?
Onun özlediği üniversiteleri de söyleyeyim. Onun özlediği ve göreve getirdiği hocalardan birisi, rektör yardımcısı. Şöyle diyor bir televizyon programında: “Ben daha çok cahil ve okumamış, tahsilsiz kesimin ferasetine güveniyorum bu ülkede”, okumamış cahil kimse varsa onun ferasetine güveniyorum diyor. Yani ülkeyi ayakta tutacak olanlar, okumamış, hatta ilkokul bile okumamış, üniversite okumamış cahil halktır. “Okuma oranı arttıkça Türkiye’de olayları tahlil kabiliyeti azalıyor, okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor. Ben her zaman cahil halkın ferasetine güveniyorum” diyor. Erdoğan’ın üniversitesinin rektör yardımcısı bunu söylüyor. Bu üniversite dünyada saygınlığı olan bir üniversite olabilir mi? Bu adam, bu cahil adam... Okumuş, ama cehalet başka bir şeydir, okumuş ama cahil… Milyonlarca kişinin çocuğu okula gidiyor bir şeyler öğrenmek için, “okula göndermeyin” diyor. Sen niye gittin? “Üniversiteye göndermeyin” diyor. Sen niye gönderin? Efendim iyi analiz yapamazlarmış. Şu kafaya bakın ve bu kafa üniversitelerin yönetimine getiriliyor.
Sonra bu kafa YÖK Denetleme Kurulu üyeliğine getiriliyor. Ve bugün cezaevlerinde akademisyenler varsa, pasaportuna el konulan akademisyenler varsa, sadece kendisinin değil, eşinin pasaportuna da el konulup yurtdışına çıkış yasağı getiriliyorsa bir akademisyene, sen dünyanın hangi ülkesinde “benim ülkemde üniversiteler özerktir” diyeceksin? Sadece alay konusu olur.
TÜRKİYE YÖNETİLMİYOR, TÜRKİYE HIZLA SAVRULUYOR
Eren Erdem hapiste, niye hapiste? Hem gazeteci, hem eski milletvekili, niye hapiste? Efendim yurtdışına kaçacakmış. Dokunulmazlık kaldırılırken defalarca yurtdışına gitti geldi, aynı davada 12 kişi yargılanıyor, ama tutuklu olan sadece Eren Erdem. Osman Kavala niye hapiste, hangi gerekçeyle hapiste Osman Kavala? İddianamesi yok, niye hapiste olduğunu kimse bilmiyor. Trump’ın mı telefon etmesi lazım, Merkel’in mi telefon etmesi lazım? Bence yeni Brunson telefon etsin, onun sesini mutlaka özlemişlerdir. Ya da iki tane uyduruk gizli şahit bulsunlar. Avukatlar hapiste ve daha acı olanı, üçüncü havalimanında hak arayan işçiler hapiste. CIO başkanı, yeni havaalanının CIO’su işçilerden özür diliyor, “onlar haklıdır” diyor. Özür diliyor, ama işçiler hapiste. Niçin? Hak aradıkları için. Hak arayan insanların hapiste olduğu bir ülkede, bu ülkede demokrasi var diyebilir misiniz? Ece Sevim Öztürk gazeteci hapiste, Nazlı Ilıcak, Ahmet Altan, hak arayan işçiler hapiste. Avukatlar, askeri öğrenciler, barış akademisyenleri ve bir sürü hoca hapiste ve biz üniversitelere özgürlükten, Türkiye’de özgürlükten, özerklikten söz edeceğiz ve millet de bize inanacak ve güvenecek.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye iyi yönetilmiyor. Aslında Türkiye yönetilmiyor, Türkiye savruluyor, bir yerlere doğru hızla Türkiye savruluyor. Ben bütün arkadaşlarımın, nereye giderlerse gitsinler şu sözleri her ortamda tekrar etmelerini istiyorum. Bir daha söylüyorum, milletvekili arkadaşlarım, il başkanlarım, ilçe başkanlarım, gençlik kolları, kadın kolları, nereye giderlerse gitsinler şu cümleleri tekrar etsinler. Bir, AK Parti iktidarı yoksulluk demektir; iki, AK Parti iktidarı pahalılık demektir; üç, AK Parti iktidarı işsizlik demektir; dört, AK Parti iktidarı israf demektir; beş, AK Parti iktidarı adaletsiz demektir; altı, AK Parti iktidarı tefecilere hizmet eden iktidar demektir, her yerde bunu söyleyin. Evet, işsizlik demektir, evet israf demektir, evet yoksulluk demektir, evet pahalılık demektir, bunların hepsi var.
Bir örnek vereceğim, hatta iki örnek vereceğim. Bakın değerli arkadaşlarım, arsaları sattılar devletin arsalarını, devletin fabrikalarını sattılar, dünyanın vergisini topladılar ve bütün milleti, artı Türkiye Cumhuriyeti Devletini batağın içine soktular. Yani harç bitti yapı paydos. Şimdi tefecilere teslim oldular ve borç para arıyorlar.
YULARI TEFECİLERE KAPTIRDILAR
Değerli arkadaşlarım, iki örnek vereceğim dedim. İstanbul’da, 1433 temizlik işçisi alınacak, 1433 kişi temizlik işçisi alınacak. Başvurup kura çekmeye hak kazananların sayısı 1433 değil 51 bin 767 kişi. 1433 kişilik temizlik kadrosuna 51 bin 767 kişi kura çekmeye hak kazanıyor. Bunların içinden 2 bin 835’i üniversite mezunu, 3 bin 696’sı da yüksekokul mezunu. Aynı tablo Ankara’da da var. Ankara’da da 40 temizlik işçisine ihtiyaç var. Kaç kişi başvurmuş ve kuraya katılacak? 55 bin 538 kişi. Diyorum ya, AK Parti iktidarı yoksulluk demektir, işsizlik demektir, pahalılık demektir, tefeciye hizmet etmek demektir. Tamamının bilgisini rakamlarını alacaksınız, sokak sokak, cadde cadde, fabrika fabrika her yerde anlatacaksınız. Bu bizim temel görevimizdir, bu ülkeye insani görevimizdir, siyasi görevimizdir, yapacağız bunu. Bu 55 bin 538 kişiden 3 bin 42’si üniversite mezunu, 4 bin 184’ü de yüksekokul mezunu.
Annelere sormak isterim, özellikle AK Partiye oy veren kadın kardeşlerime, annelere seslenmek isterim. Sen çocuğunu üniversiteye gönderiyorsun, senden daha iyi yaşasın diye, senden daha iyi bir hayat sürsün diye, daha iyi geliri olsun diye, daha huzurlu yaşayacağı daha iyi bir evlilik yapsın diye. Hangi anne çocuğunu üniversiteye temizlik yapsın diye gönderir, hangi anne gönderir? Senin üniversiteye giden çocuğunu temizlik işine mahkûm edenlere oy verme kardeşim, oy verme!
Söyledim, Türkiye’yi tefecilere teslim ettiler, yuları kaptırdılar tefecilere. Ne diyordu? “Borç alan emir alır” aynen öyle, emir alıyorlar, emirle iş yapıyorlar zaten. Söylüyorum, defalarca söyledim, yine söyleyeceğim. AK Parti iktidarları döneminde tefecilere, yurtdışındaki bir avuç tefeciye ödedikleri faiz 158 milyar 135 milyon dolar. 158 milyar 135 milyon dolar yurtdışındaki bir avuç tefeciye ödedikleri faiz. 158 milyar dolarla yeni bir Türkiye kurardı. Kişi başına gelir 20-25 bin dolara çıkardı. Sıcak; bizim cebimizden vatandaşın cebinden toplayıp dışarıya ödedikleri faiz. Bir de bu gelenlerin Türkiye’de elde ettikleri kârlar var. Yani ekonominin yabancılaşması var. Bununla ilgili de yakında güzel bir rapor hazırlayacağız kamuoyuna. Bütün bilgileri kamuoyuna açıklayacağız, bütün bilgileri! Ne kadar bilgi gizliyorlarsa hepsini açıklamak bizim görevimizdir. Üstelik bütün bu bilgiler devletin resmi verilerine dayanarak hazırlanmıştır. Sıcak paranın ve doğrudan yabancı sermayenin götürdüğü kâr, faiz değil kâr 198 milyar 157 milyon dolar. Ayrıca bu kadar da kâr götürdüler.
Peki, nasıl talimat veriyorlar? Para bulamadılar, satacak bir şey kalmadı fabrika, arazi de kalmadı satacak bir şey, borçlanıyorlar. Ama diyor ki, “bu faiz bana yetmez” diyor tefeci, artıracaksın. Direndi artırmadı. Sonunda önce Merkez Bankası üç misli, yılbaşına göre üç kat faizini artırdı ve sonra beş yıllık devlet tahvili faizini de artırdılar ve piyasaya çıktılar, dünyanın önüne çıktılar. Biz dolar bazında faizi yüze 7,5’a çıkarttık, ey tefeciler dediler, dolar bazında faizi yüzde 7,5’a çıkardık. Dünyanın en yüksek faizlerinden birisini veriyoruz, gelin bizim senetlerimizi alın. Üç misli talep oldu ve Bakan damat son derece memnun. Ne diyor? Kaynak bulunamıyor şu bu. Biz diyoruz ya para bulamıyorlar, faizleri yükseltmen lazım. Bu algıyı oluşturmaya çalışıyorlar. “Geçtiğimiz salı günü gerçekleştirdiğimiz tahvil ihracıyla gereken dersleri zannediyorum almışlardır”, yani parayı bulduk diyor yüzde 7,5 faizle.
Peki, yılbaşında kaç liraydı faiz? Yılbaşında 10 yıllık devlet tahvilinin faizi yüze 5,2 idi. Dolar bazında bu faizler, yüzde 5,2 idi. 10 yıllık devlet tahvili yüzde 5,2 ile satılabiliyordu, yani alıcı çıkıyordu. Sonra kesildi alıcı. Faizleri yükselttiler, ama 10 yıl değil 5 yıllık yaptılar. 5 yıllık devlet tahvilinin faizi 5,2’den yüzde 7,5’a çıktı, yüzde 44 faizi artırdılar. Yani yuları tefeciye kaptırmış vaziyetteler. O nedenle iktidar, AK Parti iktidarı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına değil, bir grup tefeciye hizmet eden iktidardır. Herkesin bunu bilmesini isterim.
TÜRKİYE’Yİ BU TEFECİLERDEN KURTARMAK BİZİM BOYNUMUZUN BORCUDUR
Ne diyordu beyefendi seçimlerden önce? 19 Haziran 2018, hiç kimse unutmasın diye bunları anlatıyorum. “Yüksek faizle ülkemizi ayağa kaldıramayız…” Doğru! “Yatırımcıyı güçlü kılacaksak faiz düşük olmalı…” Doğru! “Girişimci yüksek faize neyin yatırımını yapacak…” Doğru! “Elin bankaları kazanıyor mu? Japonya eksi faizle çalışıyor, ABD 2’de bilemedin 3’te…” Doğru! “Onların bankaları böyle çalışıyor da, bize ne oluyor? Faizin böyle olduğu bir ülkede siz yatırım yapabilir misiniz? Bunu değiştireceğiz, bu işin lamı cimi yok…” diyor. Ve şöyle devam ediyor: “24’ünde siz bu kardeşinize yetkiyi verin, ondan sonra bu faizle şununla bununla nasıl uğraşılır göreceksiniz.” Seçimden önce her şeyi söylüyor, mücadele edeceğim diyor. Seçimden sonra emret tefeci kardeşim, faizi kaçtan istiyorsun diyor, faizi yükselteceğim diyor.
Ne diyorduk? Yalan söylemek günahtır diyorduk, milletin ekmeğiyle rızkıyla uğraşmak günahtır diyorduk. Tefeciye 81 milyonu hizmet eder hale getirmek günahtır diyorduk. Ve gerçekten de bu işin lamı cimi yok, bu işin lamı cimi yok, yakayı tefeciye kaptırmışlar. Türkiye’yi bu tefecilerden kurtarmak bizim boynumuzun borcudur, onlar yapamazlar. Onlar yakayı kaptırdılar, biz Kuvayi Milliyeciyiz çünkü milletimizi ezdirmeyiz.
Elin oğlu neyle borçlanıyor? 5 yıllık devlet tahvili, onu da çıkardık, var zaten uluslararası kuruluşlarda var. Almanya eksi binde 1, yani faiz ödemiyor. İngiltere yüzde 1. Fransa binde 16. Polonya yüzde 2,6. Yunanistan, hani batıyor vah vah yazık oldu diyorlardı ya; 3,4. Japonya eksi binde 1. Amerika yüzde 3. Türkiye yüzde 7,5; yüzde 7,5 dolar bazında ödenen faiz. Dünyanın en yüksek faizlerinden birisini Türkiye ödüyor tefecilere hizmet etmek için. Her şeyi sattınız, milletten vergiyi aldınız, borca batırdınız, şimdi tefecilere yakayı kaptırdınız.
BU BÜTÇE, VATANDAŞA DELİ GÖMLEĞİ GİYDİREN BİR BÜTÇEDİR
Gelelim 2019 bütçesine. Öyle ya bütçe gelecek yakında Meclise. Ne oluyor burada? 2018’de yurtiçi tefecilere ödedikleri para 76 milyar 400 milyon lira. 400’ü atalım, 76 milyar lira faiz ödenecek 2018’de. 2019 önümüzdeki sene ödenecek faiz yüzde 53,5 artıyor. Bunların rakamı, Meclise verdikleri bütçede var, yüzde 53,5 artıyor. Yani 76 milyar liradan 117 milyar 300 milyon liraya çıkacak ödenecek faiz. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, tefecilere bundan daha iyi hizmet eden başka bir hükümet olmamıştır.
Peki, sarayın bütçesi ne? Öyle ya saraya da bir bütçe lazım! Sarayın bütçesi de artıyor 2018’en 2019’a. Ne kadar? Yüzde 233 oranında artıyor. Yani 854 milyon lira olan bütçe, 2 milyar 800 milyon liraya çıkacak. Meclise geldi. Bu bütçe, vatandaşa deli gömleği giydiren bir bütçedir. Bu bütçeyle mücadele etmek Cumhuriyet Halk Partisi grubunun namus borcudur. Emeklinin hakkını korumak, işçinin hakkını korumak, memurun hakkını korumak, öğretmenin hakkını korumak, çiftçinin hakkını korumak Cumhuriyet Halk Partisi grubunun namus borcudur.
Biz mücadele edeceğiz. O sarayına efuliler içecek, ejder suları içecek, badem sütü içecek. Efendim yazlık sarayında oturacak, kışlık sarayında oturacak, uçan sarayında oturacak, dönüp tefecilere hizmet edecek. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde tefecilere hizmet eden iktidarların yolu halkın oylarıyla gitmesidir.
Ne diyorlardı çiftçiye mazot için? “Yarısı senden, yarısı bizden” diyorlardı. Nerede kaldı yarısı? Söyleyen adam da yok şimdi, nerede bunlar? Çiftçi kardeşim nerede bunlar? Hani traktöre mazotu koyacaktın, yarısı senden olacaktı yarısı da bunlardan. Malı tamamen götürüler kardeşim sana bir şey kalmadı. Efendim gübre fiyatlarında yüzde 10 indirim yapacaklarmış. Çiftçi bir baktı ki yüzde 10 indirim değil, yüze 100 zam gelmiş. Ne indirimi, yüzde 100 zam... Cumhuriyet tarihinde ilk kez, yem fiyatları süt fiyatlarının üstünde, çiftçinin 2002’de borcu 1 milyardı, şimdi 109 milyara çıkmış vaziyette. Öyle bir hale geldi ki, öğrenciler pansiyonda kalacak, ona bile zam yaptılar. Ameliyatlar doğru dürüst yapılamıyor, hastanelerde üniversite hastanelerinde tedaviler yapılamıyor. Ameliyat eldivenleri bile isteniyor. Ameliyatı yapılan kişinin yakınlarına diyorlar ki, git önce bir ameliyat eldiveni getir de ondan sonra yapacağız. Memleketi bu hale getiriler.
Ve değerli arkadaşlarım, önemli olan saray ve onun beslemeleri değil. Önemli olan bu ülkede insanlarımızın huzur içinde yaşamalarıdır. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu sözü veriyoruz. Bu ülkede herkesin huzur içinde yaşayacağı, her çocuğun yatağa aç girmeyeceği, üniversitelerde özgürlüğün ve özerkliğin olduğu, her üniversite hocasının istediği bilimsel çalışmayı özgürce yapabildiği, hiçbir üniversitenin düşüncesine ambargonun konulmadığı bir Türkiye inşa edeceğiz.
Hepinize sevgiler saygılar sunuyorum.
23.11.2024
23.11.2024
23.11.2024
22.11.2024