21.07.2020

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU (21 TEMMUZ 2020)

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu:
- "Erdoğan'ın dünyaya meydan falan okuduğu yok. Erdoğan, dünyanın önemli liderlerinden talimat alıp gereğini yerine getiren adamdır. Erdoğan 33 asker şehit olurken Putin'in orada ayakta beklemedi mi?"
- "Kadın ve onurlu bir vatandaş olarak kadın-erkek eşitliğini istiyorsanız yapacağınız tek şey var; CHP'ye oy vereceksiniz, dünyayı, Türkiye'yi değiştireceksiniz"
- "AK Parti ve MHP'ye oy veren kardeşlerim, '500 bin liralık rüşveti kim aldı?' araştırmasına, bu iki partinin milletvekilleri el kaldırarak 'Araştırmayın.' dediler. Yani rüşvete, haksızlığa, kul hakkı yenmesine ortak oldular"
- "Bu ülkenin en önemli kuruluşlarından bir tanesi MİT'tir. MİT, her Millli Güvenlik Kurulu toplantısına FETÖ ile ilgili rapor getirmedi mi? Getirdi. Okudun mu? Okudun. Gereğini yaptın mı? Yapmadın. 'Aldatıldık' diyor. Ne aldatılması. Eğer aldatıldıysan, bir terör örgütü devletin tepesindeki en önemli kişiyi aldatma kapasitesine sahipse senin o koltukta oturmaman lazım; oturduğun her dakika vatana ihanet ediyorsun"
- "Erdoğan, şehit yakınlarını topluyor onlara yemek veriyor, 'Ortaya attıkları safsatalarla şehit yakınlarımızın ve gazilerimizin zihnini bulandırmaya çalışıyor...' diyor. Hangi zihni bulandırdık. Kampanyayı açan sensin, parayı toplayan sensin, bu paraların gazilere verileceğini taahhüt eden sensin. Sen parayı vermiyorsun, ben de parayı niye vermiyorsun diyorum. Bunu da sıkılmadan kalkıyorsun şehit ailelerine anlatıyorsun"
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:

Değerli arkadaşlarım, sevgili vatandaşlar, bizleri televizyonları başında izleyen, radyolarında dinleyen, sosyal medyada izleyen saygıdeğer vatandaşlarımıza Cumhuriyet Halk Partisi Grubumuzdan sevgilerimizi ve saygılarımızı gönderiyoruz. Umarım bu haftayı bütün vatandaşlar huzur içinde geçirmiş olurlar.
Değerli arkadaşlarım, Kıbrıs Barış Harekatı’nın 46. yılı, dolayısıyla adı barış harekatıydı, gerçekten de 46 yılda kimsenin burnu kanamadı ve o dönem bu harekata karar alan rahmetli Bülent Ecevit’i, rahmetli Necmettin Erbakan’ı, rahmetli Fazıl Küçük’ü ve Rauf Denktaş’ı rahmetle anıyoruz, saygıyla anıyoruz. Sadece kendi ülkelerine değil, dünyaya da büyük bir hizmet götürdüler bunlar, gerçekten de Kıbrıs’ta var olan pek çok sorun bir şekliyle çözülmüş oldu. Biz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bağımsız bir devlet olarak dünya sahnesinde yerini almasını istiyoruz.
Başka bir şey daha, zaman zaman bizim 6 okumuzdan birisi olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin milliyetçilik ilkeleri de tartışılır. Vay efendim, “CHP milliyetçi değil”, bir sürü laf ederler. Onlara şunu söylemek isterim: Bu ülkenin Avrupa’nın en büyük tank palet fabrikasını yabancı bir orduya peşkeş çekenler bizim milliyetçiliğimizi sorgulayamazlar. Vatan toprağını terk edip, bayrağı indirip Süleyman Şah Türbesi’ni kaçıranlar bizim milliyetçiliğimizi sorgulayamazlar. Ege Adalarının Lozan Anlaşması’na göre silahtan arındırılması gerekiyor. Bugün herkesin gözünün önünde Ege Adalarına gelip silahlı kuvvetlerle gösteri yapanlara seslerini çıkarmayanlar bizim milliyetçiliğimizi sorgulayamazlar. Hele hele egemen güçlerin Ortadoğu’da taşeronluğuna soyunanlar bizim milliyetçiliğimizi sorgulayamazlar. İdlib’te 33 askerimiz şehit oldu. Ne oldu, hesabı soruldu mu? 33 askerimiz şehit oldu, onların durumu sorgulanacağına, neden oldu, kim yaptı diye sorulacağına koşa koşa gittiler, Putin’in önünde esas duruşa geçtiler. Bunları yapanlar bizim milliyetçiliğimizi sorgulayamazlar. 33 askerin kanı yerdedir. Vatan toprağını parselleyenler, yabancılara satanlar, 250 bin dolar verdiği zaman vatandaşlık hakkını satanlar bizim milliyetçiliğimizi sorgulayamazlar. Bizim milliyetçiliğimizde 83 milyonun kucaklaşması vardır. Bizim milliyetçiliğimizde hiç kimsenin kimliğinden, inancından veya yaşam tarzından dolayı sorgulanmaması vardır. Bizim milliyetçiliğimizde bayrağa saygı, vatanın bütünlüğüne saygı vardır. Nokta. Bizim milliyetçiliğimiz budur. Bizim milliyetçiliğimiz mevsimsel değildir, adamına göre milliyetçilik değildir. Kalıcı, tutarlı, ülkenin çıkarları üzerine inşa edilmiş bir milliyetçiliktir. Dolayısıyla onlar bizi anlayamazlar. Bu tanımı 83 milyon vatandaşa yapıyorum. Özellikle de milliyetçi geçinip, Süleyman Şah Türbesi’ni kaçıranları alkışlayanlara söylüyorum ben bunu…
Değerli arkadaşlarım, 24 Temmuz Basın Bayramı aslında, bütün dünyada öyle kutlanıyor. 194 yıl geçti, 194 yıldır dünya Basın Bayramı olarak kutlar, ama Türkiye’de bir basın bayramı havası yok. Yüzlerce gazeteci hapiste, yazdıkları için, düşündükleri için, konuştukları için, yorumladıkları için baskıcı yönetim tarafından tutuklanıp, gözaltına alınıp, mahkûm edilip hapiste tutuluyorlar. Gerçekleri yazdıkları için, kalemlerini satmadıkları için tutuklanıyorlar. Saraya itaat etmedikleri için tutuklanıyorlar. Besleme konumuna gelmedikleri için, besleme olmayı reddettikleri için tutuklanıyorlar. Kalemlerini övgü üzerine inşa etmedikleri için tutuklanıyorlar ve gözaltına alınıyorlar, dolayısıyla bu vesileyle Barış Pehlivan’ı, Murat Ağırel’i, Hülya Kılıç’ı, Müyesser Yıldız’ı saygıyla anıyoruz. Asla unutmasınlar, istedikleri kadar hapse atsınlar, istedikleri kadar haksız muameleye tabi tutsunlar, istedikleri kadar dişi ağrıdı diye doktora çıkarmasınlar; bu kişiler kalemlerini satmazlar. Bunlar ülkelerinin çıkarı için mücadele ederler ve bunlar özgür gazeteci olarak doğruları yazarlar. O nedenle doğruları yazan, kalemini satmayan bütün gazetecilere, görüşü ne olursa olsun bütün gazetecilere şükran borçluyuz.
Değerli arkadaşlarım, bir olay oldu, ama kamuoyunda yeteri kadar üzerinde durmadık. Van Gölü’nde bir facia yaşandı. 59 kişinin cesedine ulaşıldı ve çıkarıldı. Afganlı, Pakistanlı, Bangladeşli, İranlı, Hindistanlı o bölgelerden gelip, Türkiye üzerinden Avrupa’ya gitmek istiyorlar. Van Gölü bizim sınırlarımız içinde, Vanlılar, Van Denizi derler, bizim sınırlarımız içinde, nasıl oluyor da bu insanlar sınırlardan geçip, tekneye binip ölümü göze alarak başka bir diyara gitmek istiyorlar ve buna kim izin veriyor, kim buna imkân sağlıyor? Bu konu yeteri kadar üzerinde durulmadı ve tartışılmadı. Bu konunun tartışılması lazım. Eğer sınırlar yol geçen hanına dönmüşse, her gelen kişi Türkiye’yi bir köprü gibi görüp başka bir ülkeye gitmek için yolgeçen hanı olarak kullanıyorsa, oturup iktidarın sorgulanması lazım. 59 kişinin sorumluluğu kime ait, onları Türkiye’ye kim soktu? Bu ülkenin İçişleri Bakanı var mı, bu ülkenin sınırlarından sorumlu bir bakan var mı, bu ülkenin sınırlarından sorumlu bir siyasi irade var mı, kim bunlar? Yüz binlerce kişi gelip gidiyor. Parayla tabii, paranın yukarıya çıkış merdivenleri de var mı acaba? Bu paradan nemalanan siyasetçiler de var mı acaba? Bunların da sorgulanması lazım. Bugünkü teknolojik imkanları dikkate alırsak, sinek geçse bile duyabiliriz. Nasıl oluyor da yüz binlerce insan gelip geçiyor buralardan? Bunun bir şekliyle sorgulanması lazım değerli arkadaşlarım…
Felaketi yaşadığımızı söylemiştim pek çok bölgede, Manisa’da olmuştu, Rize’de de oldu. Milletvekili arkadaşlarımızı gönderdik buralara ve dedik ki: “Gidin, mağdur olan vatandaşlarla birebir görüşün, onların sorunları varsa sorunlarıyla bir şekliyle ilgilenin” Rize Köprübaşı Köyü’nde de böyle bir felaket yaşandı. Arkadaşlarımız gittiler, görüştüler. Felaketten sonra oraya giden sadece CHP’liler, devletten hiçbir yetkili oraya gitmiyor. Göçük altından çıkarılıyor, 11 kişiden 3 kişi yaralı, Havva Tüysüz iç kanama geçiriyor, yardım isteniyor. Ne zaman, biliyor musunuz? 13 Temmuz saat 18.00’de göçükten çıkarılıyor ve yardım isteniyor. Yardım 14 Temmuz sabaha karşı 03.00-04.00 sularında ancak geliyor. Tam 10 saat arkadaşlar, hani diyorlardı biz her yere ulaşıyoruz? Ya 10 saatte insanlar dünya turu yapıyor. Nasıl oluyor da ulaşamıyorsunuz? Havva Tüysüz hayatını kaybediyor iç kanamadan, sorumlusu kim? Ambülans uçaklarımız var, doğru, helikopterlerimiz var, doğru. İnsana yetişmiyor, insanın hayatını kurtarmıyorsa ambülansın ne değeri var, uçağın, helikopterin ne değeri var?
Daha önce de söyledim, Mardin’de ve Şanlıurfa’da çiftçiler çok sıkıntılı, elektrik paralarını ödeyemiyorlar. Ödemiyorsan elektriğinizi kesiyoruz diyorlar. 14 Mayıs Dünya Çiftçiler gününde başladı. Şanlıurfa pamuk konusunda Türkiye birincisi, mısırda da çok önemli, Mardin de aynı şekilde. Görüyorsunuz Harran Ovası dünyanın en bereketli ovalarından birisi, ama çiftçiler ektikleri ürünü elektrik borçları nedeniyle sulayamıyorlar. Milletvekili arkadaşlarım gittiler, genel başkan yardımcısı arkadaşlarım gittiler, köylülerle konuştular, herkesi dinlediler. Döndüler, geldiler, Mecliste Tarım Komisyonu’nda Şanlıurfa milletvekilini de dinlediler. Zemzem Gülender Açanal, onu da dinlediler. Oradaki tabloyu anlattılar, Tarım Komisyonuna anlattılar. Çiftçilerin içinde bulunduğu durumu anlattılar, elektriklerinin kesik olduğunu anlattılar, tarlalarını sulayamıyorlar bunlar, bunu anlattılar. Çözüm üretin, siz iktidarsınız, çözün bunu dediler. Zemzem Hanımın yaptığı konuşma: “Enerji şirketi bize söz konusu kesintilerin hatlardaki arızalardan kaynaklandığını söyledi.” Allah aşkına, siz milletle dalga mı geçiyorsunuz, oradaki insanları bilmiyor musunuz? “Hatlardaki arızalar?” ne. Borcu var diye, yüzde 108 zam geldi elektrik fiyatlarına, ödeyemiyor. Bari bırak tarlayı sulasın, satsın, ondan sonra ödesin elektrik parasını, onu da yapmıyorlar.
Değerli arkadaşlarım, çiftçinin 176 milyar TL alacağı var tek kişilik saray hükümetinden, bütün sorumlusu sarayda oturan zattır. Zaten bu milletvekillerinin hiçbirisinin iradesi yok. Zemzem Hanımın iradesi var mı? İrade yok efendim. Bakanın iradesi var mı? İradesi yok. Ben bütçe görüşmelerinde, hatırlarsanız Bakanları ve Cumhurbaşkanı Yardımcısını göstererek “bunlar devlet memuru” demiştim. Devlet memurluğu şerefli bir görevdir, ama bunlar siyasetçi değil, bunlar saraydan alınan talimatı yerine getiren emir kulları, Zemzem Hanım da bir emir kulu, ama Zemzem Hanımın şunu yapması lazım: Şanlıurfalıysa, bu bölgedeki insanlar sana yüzde 90’lara varan oy vermişlerse, senin görevin sarayı değil, vatandaşı dinlemektir.
Bir üretici kardeşimiz de bizim milletvekillerine şunu söylüyor, Erdoğan’a diyor ki: “Sözde dünyaya meydan okuyorsun, ama bir şirkete sözün geçmiyor” Değerli arkadaşlarım, bunu söyleyen değerli çiftçi kardeşime de söylüyorum, Erdoğan dünyaya meydan falan okuduğu yok arkadaşlar, nereden çıkarıyorsunuz siz bunu? Erdoğan dünyanın önemli liderlerinden talimat alıp gereğini yerine getiren adamdır. Ne meydan okuması, ne oldu meydan okudu da? Medyayı kullanıyorlar, “Erdoğan yumruğunu masaya vurdu, Erdoğan dünyayı titretti” yok öyle bir şey. Erdoğan 33 asker şehit olurken Putin’in orada ayakta beklemedi mi? Sandalye bile vermediler, ne meydan okuması?
Fındıktan söz etmiştim geçen hafta, rakamlarda bazı yanlışlar olmuş, düzelteyim. Toprak Mahsulleri Ofisi geçen yıl fındığı 16.5-17 liradan satın alıyor. Bu yıl fındık satacağım diye gazetelere ilan veriyor. “20 bin ton fındığı 24 liradan satacağım” diyor. 16-17 liradan aldı, 24 liradan satıyor, Toprak Mahsulleri Ofisi kâra geçiyor. Talep 420 bin ton, 20 bin ton satacak, 420 bin tonluk talep geliyor “bize satın” diye. Şimdi Tarım Bakanı açıklamalar yaptı şöyledir, böyledir. Bunların hepsi hikaye, fındığa verilecek fiyat 25 liranın altında olamaz, 1 cm dahi altında olamaz, 25 liradır.
Değerli arkadaşlarım, asıl bizi üzen nokta şu: Son 5 yılda kilo başına 11.77 dolardan 6.35 dolara düştü fındık fiyatı, kilo başına 11.77 dolardan 6.35 dolara düştü. Aradaki farkı kim yedi, kim götürdü? Asıl sorgulanması gereken soru bu, asıl üzerinde düşünülmesi gereken soru bu. Karadenizlilere de seslenmek isterim. Her yıl fındık mevsiminde bu konu tartışılır. Düşünmüyor musunuz, niye her yıl tartışılır? Bahçe aynı bahçe, üretici aynı üretici, gübre aynı gübre, işçiler aynı işçiler, nasıl oluyor da her yıl tartışılıyor? Maliyetin belli, alacağın para belli değil. Niçin belli değil? koyarsın maliyeti, üstüne makul bir kâr koyarsın, dersin ki fiyat budur kardeşim, bitti, o kadar. Çiftçi de, üretici de bir yıl önceden kaç lira gelir elde edeceğini bilecek. Şimdi piyasaya fındığı sürüyor Toprak Mahsulleri Ofisi, fındık fiyatları düşecek, üretici aslında normalde fındık bahçesine girmeden önce fiyatın açıklanması lazım, ama açıklamıyorlar. Fındık üreticisi de Karadeniz’de beklesin. Fındık üreticisi nasıl kazanılır, görecek, nasıl kâr edilir görecek, dünyaya fındık kaç liradan satılıyor görecek. Fındık üreticisi bir yabancı firmanın egemenliği altına girmeyecek, bunu da görecek. Ne zaman? Halkın iktidarında görecek.
Değerli arkadaşlarım, gazetelerde vardı, genç bir kızımız kaybolmuştu. Haber geldi, Pınar Gültekin maalesef dövülerek, sonra da boğularak hayatına son verildi. Kadına yönelik şiddet giderek tırmanıyor. Bu konuda kadın-erkek, yaşlı-genç hepimizin duyarlı olması lazım. Kadın için yeri geldiğinde en güzel sözleri söylüyoruz. Hakkını, hukukunu savunuyoruz, ama lafla… Sormak gerekiyor, araştırmak gerekiyor, iktidarın yapması gerekiyor. Kadına yönelik şiddet neden artıyor, hangi gerekçeyle artıyor? Tarlada çalışan kadın, fabrikada çalışan kadın, ev temizliğine giden kadın, otobüs şoförü olan kadın, hayatın her alanında mücadele eden kadın, elim ekmek tutsun diyen kadın, okula gitmek istiyorum, çocuğumu okutmak istiyorum diyen kadın, işkenceye gelince, kötü muameleye gelince öldürülen yine kadın…
Değerli arkadaşlarım, geçenlerde kadınlarla, bütün kadın dernekleriyle bir toplantı yaptık, zoom üzerinden bir toplantı yaptık. Taleplerini ilettiler. 306 kadın örgütünün temsilcileriyle, Türkiye genelinde 306 kadın örgütü, onlara şunu söyledim: “Bana en önemli talebiniz, isteğiniz nedir, bunu yazın gönderin. Ben söz veriyorum, bunu parlamentoda bir şekliyle dile getireceğim. Genel kurulda da grup başkanvekili arkadaşlarımız bunu dile getirsinler veya bir kadın arkadaşımız Meclis kürsüsüne çıkıp, bunları dile getirsin”. Acil olarak 5 acil talebi, kadınların talebini, 306 kadın örgütünün talebini sizlerin bilgisine sunuyorum.
1. Kadınlarla erkeklerin eşit olduğu fikrini kabul edin. Biz kabul ediyoruz zaten, kabul etmeyenlere de söylüyor, kabul edin. Kadınların hayatın her alanında eşit temsilini sağlamak için somut adımlar atın. Her alanda eşit temsili için somut adımlar atın. Bunu bana söylediklerinde şunu söyledim: “Kadın derneklerinin tamamı bir araya gelin, deyin ki biz darbe döneminde çıkan Siyasi Partiler Yasasını, Seçim Yasasını kabul etmiyoruz. Orada da cinsiyet kotası olmalı, eşit olmalı ve kadınlar da parlamentoda eşit temsil edilmeli”, bunu isteyin. Yapmayan siyaset partiye de hiçbir kadın gidip oy vermesin. Bunu söyledim, ama bu talep henüz somut olarak ortaya çıkmış değil, bekliyorum. Söylüyorum, biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bunu dillendiriyorsak, biz bunu savunuyoruz demektir. Kim savunmuyorsa, onlara oy vermeyin. Kaldı ki kadın seçmen sayısı erkeklerden daha fazla, istedikleri gibi siyasette güçlerini gösterdiklerinde bütün beklentilerini karşılayabilirler.
2. Şiddeti önlemeye yönelik İstanbul Sözleşmesi’nden imzanın çekilmesi, 6284 sayılı Yasanın değiştirilmesi girişimlerinden vazgeçin. Doğrudur, vazgeçin. Sözleşmeyi ve yasayı uygulayın. Kadınların evde, işte, okulda, sokakta, tüm alanlarda şiddetsiz bir yaşam sürmesi için gerekli şartları oluşturun.
3. Özellikle kız çocuklarını örgün eğitimin dışına iten, çocuk yaşta evlendirmelerin ve çocuk işçiliğinin önünü açan 4+4+4 parçalı eğitim sistemine son verin, 12 yıl kesintisiz ve ücretsiz eğitime geçin.
4. Kamu ve özel sektör istihdam oranlarında ve yönetim kademelerinde kadın-erkek eşitliğini sağlayacak pozitif ayrımcılık önlemlerini derhal devreye sokun. Babaların da çocuk bakım yükümlülüğü olduğu unutulmaksızın cinsiyet ayrımcılığı yapılmadan her işyerine ve her mahalleye ücretsiz kreşler açılmasını sağlayın.
Doğrudur, biz belediye başkanlarımıza bu konuda kreşler açın talimatı verdik.
5. Kadınların kazanılmış yasal haklarını tehdit eden söylem ve girişimlerden vazgeçin. Çocuk istismarcılarına af getirilmesi, boşanan kadının nafaka hakkının 2-3 yıl gibi sürelerle kısıtlanması, aile arabuluculuğuyla kadının boşanmasının zorlaştırılması, kadının ev içi emeğinden kaynaklanan miras hakkına el konulması gibi tartışmalara derhal son verin.
Evet, derhal son vereceğiz. Nasıl? Bize destek verdiklerinde, bütün kadınlar destek verdiklerinde ve halkın iktidarı kurulduğunda bütün bu talepler kesintisiz yerine gelecektir.
Kimler? 306 kadın örgütünden Adana Çocuk ve Kadın Hakları Derneği, Adıyaman Kadın Platformu, Ankara Kadın Platformu, Bursa Kadın Platformu, Dicle Amed Kadın Platformu, Edirne Kadın Platformu, Ege Kadın Buluşması Platformu, Hatay Kadın Meclisi, Havle Kadın Derneği, İmece Ev İşçileri Sendikası, Kocaeli Ekmek ve Gül Kadın Dayanışma Derneği, Mardin Şahmaran Kadın Platformu, Muğla Kadın Dayanışma Grubu, Rumeli Balkan Kadınları Derneği, Tarsus Emekçi Kadın Girişimi Üretim ve İşletme Kooperatifi, Trabzon Kadın Eğitim ve İstihdamı Arttırma Derneği, Tuzluçayır Kadınları Dayanışma Derneği, Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği, Urfa il Kadın Platformu, Zeytin Kadın Kooperatifi. 306’dan bir kısmını saydım Türkiye’nin değişik bölgelerinden ve bütün kadınlara tekrar sesleniyorum, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu’ndan sesleniyorum, hakkınız var, yeniliyor, hukukunuz var, verilmiyor, adalet hakkı talep ediyorsunuz, adalet de sağlanmıyor. Bunları sağlamak istiyorsanız kadın olarak, onurlu bir vatandaş olarak kadın-erkek eşitliğini istiyorsanız yapacağınız tek şey var: Cumhuriyet Halk Partisi’ne gidecek oy vereceksiniz, dünyayı değiştireceksiniz, Türkiye’yi değiştireceksiniz. Bu ülkeye demokrasiyi, güzelliği, hoşgörüyü, sevgiyi sizler getireceksiniz.
Efendim, Türkiye Büyük Millet Meclisi malum milletin vekilleri burada, milletin vekilleri milletin hakkını ve hukukunu savunurlar. Milletvekilleri haksızlığa izin vermezler, milletvekilleri hukuksuzluğa da izin vermezler, vermemeliler. Seçildiği bölgenin değil, Türkiye’nin milletvekilidir bütün milletvekilleri, Anayasa’da bu konu gayet açık ve gayet net “seçildikleri bölgeden değil, Türkiye’yi temsil ederler” diyor. Dolayısıyla haksızlığı, hukuksuzluğu Türkiye Büyük Millet Meclisi kabul etmez. Gazi Meclis diyoruz, saygın bir Meclis diyoruz, ama beni derinden yaralayan bir şeyi geçen hafta yaşadık. Grup başkanvekillerimiz Serik’te yenen 500 bin liralık rüşveti biz araştıralım dediler, bir önerge verdiler. Ak Parti’ye oy veren kardeşlerim, Milliyetçi Hareket Partisi’ne oy veren kardeşlerim, 500 bin liralık rüşveti kim aldı araştırmasına bu iki partinin milletvekilleri el kaldırarak “araştırmayın” dediler. Yani rüşvete ortak oldular, haksızlığa ortak oldular, kul hakkı yenmesine ortak oldular. Size şikâyet ediyorum. Evet, 83 milyon vatandaşa “rüşveti araştırmayalım, soruşturmayalım, kim rüşveti yedi, ya bize ne” diyenlerin bu Mecliste yeri yoktur. Bunlar milleti temsil edemezler, bu milleti temsil edemezler. Bu milletin rüşvete karşı bir duruşu vardır, haksızlığa karşı bir duruşu vardır. Kul hakkını yiyene karşı bir duruşu vardır. Buradakilerin iradesi yoktur. İradeleri satılığa çıkmıştır saraya, bakın, bu kadar açık ve net söylüyorum. Saraydan alınan talimata göre yapıyorlar. Milliyetçi dediğimiz insan dürüst insandır, milliyetçi dediğiniz insan bu vatanın taşı-toprağı için seve seve hayatını veren insandır. Milliyetçi dediğiniz insan kul hakkı yemeyen insandır, milliyetçi dediğiniz insan rüşvet soruşturulmasın diyemez, kul hakkı yensin diyemez, buna karşı mücadele eder. Dolayısıyla Ak Partinin ve Milliyetçi Hareket Partili milletvekillerinin bağımsız iradeleri söz konusu değildir. Bunlar milletin vekili değil, bunlar sarayın vekilidir.
Devletin yönetiminde liyakat çok sık söyleriz, adalet söyleriz, hukuk söyleriz. Devlet yönetimi sıradan bir iş değildir. Devlet yönetimi bir bütündür en küçük memurundan en tepedeki bürokratına kadar, devlet yönetimini koordine edense neleri yapacağını belirleyense siyaset kurumudur. Devletin hafızası bürokrasidedir. Osmanlı geldi gitti, ama Osmanlının hafızası nerededir? Bürokratların tuttuğu bütün kayıtlardadır, dökümlerdedir, hepsi durur. Ormanlı arşivi bir dünya arşividir aynı zamanda, niçin battı, Osmanlı niçin battı? Görkemli üç kıtaya hükmeden Osmanlı niçin battı? Liyakat olmadığı için, rüşvet, yolsuzluk, adam kayırma, bunlar olduğu için. Bunların olması başlangıçta eğer umursanmaz ve bir şekliyle olsun, bir şey olmaz diye karşılanırsa, bu devlette çürümeye yol açar ve bu çürüme adım adım bütün alanlara yayılır. Devleti yönetecek kişilerin devletin bürokrasisiyle, yani işin uzmanlarıyla bir araya gelmesi lazım. Hele 20. Yüzyılın sonunda ve 21. Yüzyıldan itibaren de meslek örgütleri ve sivil toplum örgütleriyle bir araya gelmesi lazım, yani istişare yapması lazım. İnancımızda da var bu, ama evrensel hukukun da öngördüğü bir kuraldır bu. Dolayısıyla devlet adamları “ben kandırıldım, beni kandırdılar” diyemez. Ne demek kandırıldım, ne demek beni kandırdılar? Sen devleti yönetiyorsun, çocuk değilsin ki eline bir elma şekeri verip kandıralım. Devleti yönetmek farklı bir şeydir, devleti yönetmek liyakatli atamalara bağlıdır.
Şimdi bir örnek vereyim size: Kıdem tazminatını getireceğiz dediler, Erdoğan öve öve bitiremedi. Türk-iş karşı çıktı, Hak-iş karşı çıktı, DİSK karşı çıktı, hatta afişler basıldı. “Eğer yaparsanız meydanlara ineceğiz, bu genel grev nedenidir” dediler. Yine ısrar ettiler, biz bundan vazgeçemeyiz dediler. İşçiler burada gayet net, gayet açık tavırlarını, tutumlarını ortaya koydular, ama öve öve bitiremediği bunu düzelteceğiz diyen Erdoğan “bu şekliyle bu adımı atmak adil değil, doğru değil” demeye başladı. Niye düşünmedin kardeşim, niye sormadın, niye üç sendikanın genel başkanını çağırıp “arkadaşlar, böyle bir sorun var, bunu nasıl çözelim” diye sormadın? Soramazsın, çünkü kibri engel buna, kibirli insanlar her şeyi ben bilirim der. Ne demek Türk-iş? İşçilerin sendikası, bu işçilerden sendika mı olur der, demiştir zaten, birisi gelmiştir egemen güçlerden birisi, talimat vermiştir. “Bizim çıkarımız bu kıdem tazminatının yok edilmesine bağlıdır” demiştir. O da emredersiniz, biz bunu düzeltelim. Dolayısıyla “ben kandırıldım, ben aldandım, ben yanlış karar verdim”, bunları söyleyen kişinin devlet yönetiminden ayrılması lazım. Örnek vereyim size: 27 Şubat -çok örnek var da, bir-iki temel örnek vereyim- 2014 Erdoğan FETÖ’den söz ediyor: “Aldatılıyoruz, aldatıldık, ben dahi aldatıldım” Sen çocuk muydun? Aldatıldım değil, sen bilerek yaptın. Bu ülkenin en önemli kuruluşlarından birisi hangisidir? Milli İstihbarat Teşkilatı. En saygın kuruluşlarından birisi hangisidir? Milli İstihbarat Teşkilatı. Milli İstihbarat Teşkilatı her Milli Güvenlik Kurulu toplantısına bu FETÖ’yle ilgili rapor getirmedi mi? Getirdi. Okudun mu? Okudun. Gereğini yaptın mı? Yapmadın. Aldatıldık diyor, ne aldatılması? Eğer aldatıldıysan, bir terör örgütü devletin tepesindeki en önemli kişiyi aldatma kapasitesine sahipse, senin o koltukta oturmaman lazım, oturduğun her dakika sen vatana ihanet ediyorsun.
Bir yıl sonra 19 Mart 2015 Harp Akademileri Komutanlığına gitmiş, konuşuyor Balyoz ve Ergenekon davalarından söz ederek: “Bu operasyonlarla şahsım başta olmak üzere tüm ülke yanlış yönlendirildi, aldatıldı” Ne demek tüm ülke? Balyoz, Ergenekon operasyonları yapılırken biz karşı çıktık. Silivri’de gidip dönemin Genelkurmay Başkanını ziyaret ettim. Çıktığında da “burası bir Nazi kampı gibidir. Almanya’daki kamplar neyse, burada da aynı tablo var” dedim. Eğer seni aldattılarsa, senin o koltukta ne işin var? Her gelen seni kandırıyor. Her gelenin kandırıldığı adamdan devleti yöneten devlet adamı mı çıkar Allah aşkına?
3 Ağustos 2016 darbe girişiminden sonra “Rabbim de, milletim de bizi affetsin” Peki, 251 şehidin kanı ne olacak? Sen Marmaris’te saklanırken 251 kişi meydanlarda hayatını verdi. Ne yüzünden? “Beni kandırdılar”. Seni kandırmadılar, bir ipte iki cambaz oynamaz demişler. Cambazlardan birisi düştü, diğeri hâlâ yerinde duruyor.
26 Eylül 2017 şöyle bir açıklama yapıyor: “Açıkçası biz son ana kadar Barzani’nin böyle yanlış düşüneceğine ihtimal vermiyorduk, demek yanılmışız” Yahu her gelen seni yanıltmış, her gelen ve adam hâlâ koltuğunda oturuyor. İnsanda ar damarı olsa der ki: “Ben burayı bırakıyorum arkadaş, her gelen beni aldattı, ben bu ülkeye büyük zararlar verdim, insanlara zarar verdim, 251 kişi hayatını kaybetti ve ben devleti yönetemiyorum. En iyisi izzet-ü ikbal ile devlet erkanından çekileceğim diyeceksin, ama demiyorsun, devam ediyorsun.
20 Nisan 2017: “Obama maalesef PYD ve YPG konusunda bizleri aldatmıştır” Obama’ya gidip bütün iradeyi teslim eden kim? Obama’nın her dediğini yapan kim, milletin çıkarlarını değil de Obama’nın çıkarlarını savunan kim? Bir de itiraf ediyor, “bizi aldatmıştır” diyor. Aldatır tabii ya, aldatır. Çünkü senin iraden yok ki sen devlette liyakati bitirdin, devleti yok ettin sen, devletin dibine dinamit koydun, her gelen seni aldatacak zaten.
18 Şubat 2018: “Sayın Obama’yla defalarca konuştuk, ama hep aldatıldık. Bir değil, iki değil, üç değil, hep aldatıldık” Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hep aldatılan bir cumhurbaşkanı gelmiş midir? Türkiye Cumhuriyeti tarihinde egemen güçlerin talimatını koşulsuz yerine getiren bir başbakan, bir bakan, bir cumhurbaşkanı gelmiş midir? Beni üzen ne, biliyor musunuz? Beni üzen de şu: Efendim, Erdoğan çok kararlı, Erdoğan dünyaya meydan okuyor, Erdoğan şunu yapıyor, Erdoğan bunu yapıyor. Ya Erdoğan egemen güçlerin talimatını yerine getiriyor, Erdoğan’ın iradesi yok. Erdoğan kim güçlüyse, onun önünde esas duruşa geçen kişidir, bakmayın öyle hava atmasına, kendi ifadeleri, benim değil, hiçbir cümle bana ait değil, bütün cümleler ona ait. Bunları da vatandaşlara anlatın, öyle ortalıkta kahraman gibi gezmeye hakkı yok. Herkesin önüne geçip herkesin aldattığı ve herkesin kendi taleplerini onun üzerinden Türkiye’de gerçekleştirdiği bir adam, Erdoğan budur.
Değerli arkadaşlarım, işsizliği biliyorsunuz. Milletvekilisiniz, nereye gitseniz cebiniz kâğıt doluyor. Ben de biliyorum, herkes bir CV veriyor, bir özgeçmiş veriyor, işsizim diyor. Üniversiteyi bitirdim, iki dil biliyorum, üç dil biliyorum, veterinerim, hayatın her alanında hukuku bitirdim, maliyeyi bitirdim, ekonomiyi bitirdim, işletmeyi bitirdim, lise mezunuyum, vesaire. İki dil biliyorum, üç dil biliyorum, master yaptım, doktora yaptım, bana bir iş. Yok iş. Türkiye’nin en temel sorunlarından birisi işsizlik.
Pandemi süreciyle ilgili önlem alacaklardı, aldılar. Bir kısmını aldılar, ama büyük bir kısmı büyük bedeller ödedi, ödemeye de devam ediyor. En başta da esnaflar geliyor. Ak Partiye en çok oyu veren esnaflar bu dönemde en büyük mağduriyeti yaşadılar. Gerçeği gördüler. Oy verdikleri Ak Parti’nin esnafı değil, başkalarını desteklediğini gördüler. Umarım onlar da uyanırlar artık.
Parlamentoya bir mini İstihdam Yasası getirdiler. Ücretsiz izni bir yıl süreyle uzattılar. Bir yıl süreyle kişi çalışıyor, ama fabrikaya gitmiyor, işyerine gitmiyor, ama ücretsiz izinli, dolayısıyla evinde oturacak. Güzel, ne kadar veriyorlar buna? Aylık bin 168 lira veriliyor. Bin 168 lirayla çocuğunu geçindir diyecek. Değerli arkadaşlarım, günlük de 39 lira yapıyor. Şimdi ben saray sosyetesine sormak isterim, vicdan sahibi bütün vatandaşlarıma sormak isterim, Ak Partiye veya Milliyetçi Hareket Partisine oy veren bütün vatandaşlarıma sormak isterim: Elini vicdanına koy ve düşün kardeşim bin 168 lirayla ev kirası mı ödeyecek, elektrik parası mı ödeyecek, su parası mı ödeyecek, doğalgaz parası mı ödeyecek, çocuğun okul masrafını mı ödeyecek günlük 39 lirayla? Bunlarda vicdan yok ya, vallahi de, billahi de bunlarda vicdan yok. Bari asgari ücret öde, bin 168 lirayla ne yapacak bu adam? Bu adam yeni bir iş arayamayacak, iyi bir iş bulsa işinden de ayrılamayacak. Çünkü işsiz değil. İstifa etse kıdem tazminatı alamayacak, ihbar tazminatı da alamayacak. Bin 168 lira ayda, günde 39 liraya mahkûm ediyorsun, çoluk çocuğunu geçindir diyorsun. Saray sosyetesine sormuyorum zaten, 50 bin dolarlık çantayla gezenler, 50 bin dolarlık çantayla hava atanlar dönüp vatandaşa diyor ki: “Fabrikada çalışıyordun, sana bir yıl ücretsiz izin veriyorum. Bak, bir de kıyak yapıyorum sana, bin 168 lira veriyorum her ay, günde 39 lira krallar gibi yaşa.” Neresi doğru bunun, neresi sosyal devlet? Sendikalara da soruyorum tabii, niye sesiniz çıkmıyor biraz? Kıdem tazminatında çıktı, bunda da çıksın. Sendika başkanları da alsınlar, onlar da ayda bin 168 lira alsınlar günde 39 lira, bakalım çoluk çocuk nasıl besleniyor, bakalım ev kiraları nasıl ödeniyor?
Değerli arkadaşlarım, Ak Partili bir vatandaşın söylediği: “İzin günümde ailemi alıp çıksam 100 lira en az, ailemi alıp dışarıya çıksam en az 100 lira harcayacağım, çocuğumu gezdiremiyorum. Niye yaşayayım”. Eskiden fakir, orta, yüksek vardı, artık kalmadı. Fakir, orta ve yüksek sınıflar artık kalmadı. Fakir ya da zengin iki sınıf, doğru mu? Evet, doğru. Bakın, bu kişi diyelim ki ayda çalışırken 5 bin lira alıyordu. 5 bin liraya göre ne yapıyor? Ailesini ona göre geçindiriyor. Ona göre masrafı var, ona göre harcamalar yapıyor, kirasını, vesaire. Ücretsiz izin aldığı zaman 5 bin lira değil, bin 168 lira alacak. Hayat standardındaki düşüşe bakıyor musunuz, görüyor musunuz? 5 bin lirayla geçinen birisi bin 168 lirayla bir yıl geçineceksin. Ne yapacak işveren? En çok aylık vereni 1 yıl ücretsiz izne çıkaracak. Böylece büyük bir tasarruf yapmış olacak. O ailesini geçindiremiyor. O benim derdim değil diyor.
Değerli arkadaşlarım, ben ücretsiz izne çıkarılan yaklaşık 1 milyon 100 bin kişiye, bu vatandaşlara seslenmek isterim, 1 milyon 100 bin ücretsiz izin alıp aylık bin 168 liraya mahkûm ediyor, günlük 39 liraya mahkûm edilen insanlara seslenmek isterim: Sen aynı zamanda bu bin 168 liradan yaptığın her alışveriş için de vergi ödeyeceksin daha önce vergi ödediğin gibi… Şu soruyu kendine soracaksın: Neden ben bu durumdayım? Hani Türkiye güçlüydü, Türkiye zengindi? Saraydakiler “Lale Devri” yaşıyor, herkesin keyfi yerinde, bir maaş değil, iki maaş değil, üç değil, dört maaş alanlar var. Ayda 100 bin-150 bin lira geliri olanlar var. Neden bin 168 liraya mahkûm ediliyorum, para mı yok? Para var. Nereye gidiyor para? Londra’daki tefecilere gidiyor. Bu 1 milyon 100 bin kardeşime sesleniyorum: Ülke zengin, bu ülkede para var, ama egemen güçlerin taşeronluğunu yapan bir saray iktidarı olduğu için bütün kaynakları Londra’daki tefecilere tahsis ediyorlar.
Erdoğan ne diyordu? Bu kardeşinize verin yetkiyi, göreceksiniz kurla nasıl mücadele ediliyor, faizler dolarla falan, ne oldu? Yetkiyi aldı. Bugün açıklayacakmış, 2 yılı değerlendirecekmiş. Bin 168 liraya ayda mahkûm ettiğin 1 milyon 100 bin kişiye anlat kardeşim bunları, benim külahıma anlat bunları sen… Tek kişilik saray hükümeti ölü doğmuştur. Yani cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ölü doğmuştur, ölüdür. Bir kişi için 83 milyon çalışıyor. Bir aile için 83 milyon çalışıyor. Sarayın beslemeleri için 83 milyon çalışıyor, beşli çete için 83 milyon çalışıyor. Orta sınıf tamamen yok oldu.
15 Temmuz değerli arkadaşlarım, hatırlarsınız, çok sık 15 Temmuz gazileriyle ilgili bir sürü laflar ettik, söyledik “paralar toplandı, nereye gitti, neyin nesidir” diye, gazilerin bile haberi yoktu. Onlar da unutmuşlardı, ama biz unutmadık. Neden? Onların hakkı var, onların hukuku var, onlar da adalet isteyeceklerdir. 251 şehit verdiler, şehit aileleri var, şehitlerin yakınları var. 2 bin 194 gazimiz var. Geçen hafta Rıfat Kayra’yı anlatmıştım, gazi sayılmıyor. Yaralı, yaralanmış, ama “seni gazi saymayacağız” diyorlar. Binali Yıldırım ne diyordu? 16 Ağustos 2016’da daha darbe girişimlerinin sıcaklığı devam ediyor. Ak Parti Grubunda dönemin başbakanı olarak açıklama yapıyor: “O meydana inenler tırnağı bile yaralanmışsa, onlar da gazi hakkından yararlanacak” diyor. Adamın şarapnel parçaları var, gazilik hakkından yararlanamadı. Yalan söylemede bunların eline kimse su dökemez. Bakın, bunu bütün samimiyetimle söylüyorum, yalan söylemede hiç kimse bunların eline su dökemez. Bu kadar yalanı nasıl rahatlıkla bu kadar rahat söyleyebiliyorlar? Emin olun ben anlayamıyorum. Üstelik çıkıyor, milletin gözünün içine baka baka her türlü yalanı söylüyor. Nasıl olsa diyor bunların hepsi unutulur, ama biz unutmayız. Cumhuriyet Halk Partililer unutmazlar. Bir söz verilmişse söz millete verilmiştir ve onun gereği yerine getirilecektir. Unutuyorsan biz hatırlatacağız. 15 Temmuz şehit yakınları ve gazileri için de bunu yaptık. Tabii biz bunları söyleyince Erdoğan’ın çok ağrına gitti. Gaziler de istediler, “Doğru dünyanın parası toplandı, bu para nereye gitti” dediler. Onlar da hak istemeye başladılar. Burada 15 Temmuzla ilgili tören yapılırken gazileri almadılar. Niçin? Ya birisi çıkar “Sayın Cumhurbaşkanı, bizim hakkımız ne oldu” diye bir soru sorarsa ne olacak? Polis toparladı, hepsini aldı götürdü, gözaltına aldı. Erdoğan tabii bir de aileleri topluyor. Şehit ailelerini topluyor, onlara bir yemek veriyor. Şu cümleye bakın Allah aşkına: “Ortaya attıkları safsatalarla -bize söylüyor tabii bunu- şehit yakınlarımızın ve gazilerimizin zihnini bulandırmaya çalışıyor”.  Hangi zihni bulandırdım? Kampanyayı açan sensin, parayı toplayan sensin, bu paranın gazilere verileceğini taahhüt eden sensin, sen parayı vermiyorsun. Ben de diyorum ki parayı niye vermiyorsun? Bunların hakkı, ne zihin bulandırmak ve bunu da sıkılmadan kalkıyorsun, şehit ailelerine anlatıyorsun. Devam ediyor: “15 Temmuz şehit yakınlarımızla gazilerimizin ihtiyaçlarında kullanılmak üzere burada 340 milyon lira civarında bir yardım toplanmıştır”. İyi, yardımı veren kim, sen misin? Yok. Kim verdi? Millet verdi. Açtın kampanyayı, vatandaş gitti, boğazından kesti verdi. Sen kalkıyorsun, bunlara “efendim, iki sefer 1 000’er lira verdik”. Bunu söylerken bile insan utanır ya, sen harçlık mı veriyorsun kardeşim? Bunlar haklarını istiyorlar. Yardımı yapan sen değilsin, vatandaş. Kalkıyorsun orada bir de utanmadan, sıkılmadan bizi eleştiriyorsun. Devam ediyor: “Sizlerden şehitlik nedir, şehadet nedir bilmeyen, emanete hürmet göstermeyen kifayetsizlere kulak asmamanızı bilhassa rica ediyorum” diyor. “Şehitlik nedir bilmeyen, şehadet nedir bilmeyen, emanete hürmet göstermeyen kifayetsizlere kulak asmamanızı rica ediyorum” diyor. Yani Kılıçdaroğlu’nu dinlemeyin demek istiyor. Şehitlik nedir ben gayet iyi bilirim. Sen şehitliği parayla satamazsın vatan toprağını sattığın gibi, şehitlik ayrı bir olaydır. Eline bayrağı alıp tankın altında hayatını kaybeden adam demokrasi şehididir. Sen neredeydin beyefendi, sen neredeydin? Marmaris’te saklanıyordun. Bir de sıkılmadan diyor ki: “Ey Kılıçdaroğlu, sen havaalanından nasıl gittin”. Sorsana Hayati Yazıcı’ya, o da aynı uçaktaydı. O nasıl çıktıysa ben de oradan çıktım, yürüyerek gittik. Arabayla gittik. Nereye gittik? Belediye Başkanının evine gittik. Sen neredeydin, sen? Şehitliği de herhalde parayla verebiliriz, onu herhalde öyle düşünüyor. “Bu unvanların sorumluluğunu taşımakta zorunlu olanlar elbette olabilir” diyor. Buradan da şehit yakınlarına açıkça hakaret ediyor. “Bu unvanların sorumluluğu”, şehitlik bir unvan değildir. Burası ticari firma mıdır ya unvan olsun? Bilmiyor şehitliğin ne olduğunu, kutsiyetini bilmiyor şehitliğin, her şeyi parayla görüyor, parayla ölçüyor çünkü. Unvanın sorumluluğu ne demek? “Taşımakta zorlananlar”…. Taşımakta zorlanan hiç kimse yok. Hiçbir şehit, hiçbir şehit ailesi bu onuru taşımakta zorlanmaz. Paraya el koyup o parayı vermeyenler işte böyle “nasıl hesabını vereceğiz” diye zorlanıyorlar.
Ben ilkokul çocuklarının rahatlıkla anlayabileceği bir soruyu soruyorum. O kadar basit, ilkokul çocuğu ya da hiç eğitim almamış büyük ergin birisinin anlayabileceği bir soruyu soruyorum. Arkadaş, para topladın, yardım kampanyası açtın. Bu parayı şehit yakınları ve gazilere niye ödemiyorsun? Sen bunu anlamıyorsun, bir sürü laf dolandırıyorsun. Bu paraya el koydun, el, ben onu da biliyorum, bu paraya el koydun. O kadar ki şehit ve gazileri o kadar çok istismar etti ki Kaddafi’den 250 bin dolar para aldı “şehit yakınları ve gazi derneklerine vereceğim” diye, elli sefer sordum. Hangi derneğe verdin 250 bin doları? Tık yok. Onu da yedi çünkü, hayatı dolar, hayatı para üzerine inşa edilmiş. Çiftçinin halinden anlamaz, esnafın halinden anlamaz, işsizin halinden anlamaz, şiddete uğrayan kadının halinden anlamaz, kalkar bir de vatan millet Sakarya edebiyatı yapar. Ağrıma giden budur değerli arkadaşlar… Aynı şekilde Beşiktaş’ta hayatını kaybeden 39’u emniyet mensubu, polis 39’u, değerli arkadaşlarım, 47 kişi hayatını kaybetti. Yardım kampanyası açtılar. Nerede paralar, 52 milyon lira nerede? Sizin yatacak yeriniz yok ya, yatacak yeriniz yok sizin, size cehennem bile lüks gelecek. Siz nasıl el koyarsınız şehidin parasına?
Kadınlardan söz ediyorum değerli arkadaşlarım, gerçekten de derdi olan o kadar çok kadın var ki kocası işsiz kadın, üniversiteyi bitiren oğlu-kızı işsiz olan kadın, ayda bin 168 lirayla hem çocuklarının, hem kendisinin, hem eşinin karnını doyuracak olan kadın, çalışamayan kadın, açlığa mahkûm edilen bir aile ve o dramı yaşayan bir kadın… Bir de düşünün 15 Temmuz darbe gecesi, darbe girişiminin olduğu gece harp okulu öğrencilerini dışarı çıkardılar, onlara tuttular darbecisin diye müebbet hapis verdiler. Bir öğrenci darbe mi yapar Allah aşkına? Bir öğrenci kime talimat verebilir? Genelkurmay Başkanına mı talimat verir, generale mi talimat verir, yarbaya, binbaşıya mı talimat verir? Öğrenci bu ya, müebbet hapse mahkûm ettiler. Melek Çetinkaya bir anne bu, harp okulu öğrencisi, 19 yaşındaki harp okulu öğrencisi Furkan Çetinkaya’nın annesi adalet istiyor. Geçen sosyal medyada bir yürüyüşü var. Bir caddede yürüyor, yürürken de konuşuyor. Çocuğundan ve çocuğuyla beraber hapiste yatan harp okulu öğrencilerinden söz ediyor. “7 kişilik koğuşlarda 45 kişi kalıyorlar” diyor anne, 7 kişilik koğuşlarda 45 kişi kalıyorlar. 28 kişilik yemek veriliyor. “Bu çocuklara yapılan haksızlıkları duyun, duyurun. 19 yaşındaki çocuk 5 günlük er darbe yapabilir mi?” Bunu söylerken polisler geliyorlar, çeviriyorlar, alıyorlar götürüyorlar. Efendim, ondan sonra basın yoluyla suç ve suçluyu övmek, terör örgütü propagandası yapmaktan ötürü hapse atıyorlar. Vicdan sahibi olan bunu kabul eder mi? Bir anne kendi çocuğunun hakkını savunuyor. Caddede söylüyor bunu, gerçeği biliyor. Peki, bu annenin hakkını kim savunuyor? Cumhuriyet Halk Partisi. Bu kadını görmem, bilmem, tanımam, ama hapisteki askeri öğrencilerin haksız yere içeride tutulduklarını biliyorum. Onların ailelerinin bir dramı yok mu?
Değerli arkadaşlarım, hakkı, hukuku ve adaleti savunmak hepimizin ortak görevidir, aslında insanlık görevidir. Türkiye’yi bu hale kim getirdi? 18 yıldır bu memleketi yönetenler getirdi. 18 yıldır iradesini egemen güçlere teslim edip Türkiye’de, Ortadoğu’da bölgenin taşeronluğuna, egemen güçlerin taşeronluğuna soyunanlar getirdi. Geçen söylemiştim, Emre Cemil Ayvalı bir açıklama yapmıştı. “Evet, FETÖ’cülerle işbirliği yaptık” Ne için? Kemalistleri, yani Ergenekon, Balyoz, orduyu darmadağın etmek için kendi ordusuna ihanet eden, “işbirliği yaptık” dedi. Ben de teşekkür ettim bu kadar açık, bu kadar net bir açıklama yaptığı için, şimdi ikinci teşekkürüm var. Mehmet Metiner’e teşekkür etmek istiyorum. Bir televizyon kanalına çıkıyor. Aynen cümleleri alıyorum nokta nokta, Mehmet Metiner sunucuya soruyor: “Hiç FETÖ’cü arkadaşınız olmadı mı” diyor. Sunucu cevap veriyor: “Hiçbiriyle arkadaşlığım olmadı” diyor. Aslında bu biraz soru işareti, ama neyse, öyle cevap veriyor. Metiner tabii buna biraz şaşırıyor. “Maşallah, bizim Cumhurbaşkanımızın oldu, sabah akşam oturdular. Getirdikleri listeyi milletvekili de yaptılar, önemli yerlere de atadılar, bürokraside de önemli yerlere atadılar. Cumhurbaşkanımız bütün bu imkanları kendilerine açtı”. Teşekkür etmez misiniz? Teşekkür edersiniz, gerçeği söylüyor, yanlış bir şey söylemiyor. Erdoğan’ın bu ülke için nasıl bir felakete ortam hazırladığını artık hepimizin bilmesi lazım değerli arkadaşlarım, dolayısıyla kendi günahlarını, kabahatlerini örtmek için tek buldukları yol Cumhuriyet Halk Partisi’ne saldırmaktır, ama bütün vatandaşlarıma seslenmek isterim: Cumhuriyet Halk Partisi’ne kızabilirsiniz, eleştirebilirsiniz, ama bir şeyden emin olmanızı isterim. Eğer bu ülkede hakkı, hukuku ve adaleti bir parti savunuyorsa, o partinin adı Cumhuriyet Halk Partisi’dir.
Hepinize teşekkür ederim arkadaşlar…
TBMM CHP Grup Toplantısının tüm fotoğrafları için tıklayınız...