21.05.2019

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU (21 MAYIS 2019)

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU (21 MAYIS 2019)
https://www.youtube.com/watch?v=40ycQqPLjgA&feature=youtu.be
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
“Evet efendim, hepiniz hoş geldiniz şeref verdiniz. Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan bizleri izleyen bütün vatandaşlarıma, hangi partiden olursa olsun, hangi kimlikten olursa olsun bizi dinleyen bütün vatandaşlarımıza Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan en içten selamlarımızı, sevgilerimizi, saygılarımızı gönderiyoruz.
Müjdeli bir haberle başlayalım, Galatasaray şampiyon oldu. Süper Lig şampiyonu olmak Galatasaray için elbette centilmence bir mücadele yapıldı ve bu mücadelenin sonunda bir takımımızın şampiyon olması gerekiyordu. Bu çıtayı aşan Galatasaray oldu. Bütün Galatasaraylılara, yöneticilerine, teknik ekibine, futbolcularına bizi sevindirdikleri için yürekten teşekkürlerimizi sunuyoruz. Galatasaray bir Türkiye markasıdır, bir dünya markasıdır. Gerek uluslararası alanda, gerek Türkiye’de futbol karşılaşmalarında büyük başarılara imza atmış bir takımımızdır. Köklü gelenekleri olan bir takım aynı zamanda. Dolayısıyla, Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan kendilerine yürekten teşekkür ediyoruz.
Taki Doğan, gazeteci arkadaşlarımız bilirler, gazeteci arkadaşlarımızın ağabeyi. Birçok gazeteci arkadaşımız bunun bilgisinden birikiminden deneyiminden yararlanarak göreve başladı, görevini sürdürdü, ama kendisi hayata veda etti. Kendisine Allahtan rahmet diliyoruz. Aynı şekilde Sinan Sertel bir arkeolog, o da bir cinayete kurban gitti. Bir bilim insanı, tarihin derinlikleriyle uğraşan bir bilim insanı; dolayısıyla bir bilim insanını katletmek gerçekten de on derece acı bir olay. Ona da Allahtan rahmet diliyoruz.
Değerli arkadaşlarım, 155 yıl önce Kafkasya’dan Anadolu’ya büyük bir göç başladı, büyük bir sürgün başladı daha doğrusu. Çarlık Rusya’sının Anadolu’ya Osmanlıya sürgüne gönderdiği Çerkes göçü başladı. Bu sürgünün anılarıyla binlerce çocuk yetişti. Karadeniz’in azgın dalgalarıyla boğuştular, binlerce kişi hayatını kaybetti ve onlar karaya çıktıklarında büyük acıları geride bırakmışlardı, ama o acılar onların hayatının bir parçası olarak ölümüne kadar sürdü. Öldükten sonra da kuşaktan kuşağa o acılar bir şekliyle devretti. 155 yıl önce böyle büyük bir sürgün Anadolu topraklarına geldi, Kafkaslardan Çerkesler, Abhazalar bunların tamamı büyük ölçüde geldiler. Anadolu’nun değişik coğrafyasına yerleştiler bunlar.
Bir Abhaz şair, “Büyü denizleri yar, dön yıkılmış evine, sarmaşıktan kurtar da ocağını yak yine” diyor. Büyük bir özlemle, büyük bir hasretle bütün bu acıları yaşadılar. Anadolu’yu yurt edindiler, onlar artık Anadolu’nun Kuvayi Milliye’nin, Mustafa Kemal’in ve bizim hepimizin ortak vatanına geldiler yerleştiler ve onlar bizim tarihimizin de bugünümüzün de en köklü gelenekleri olan aileleri olarak aramızda bulundular. Onların acılarını yürekten paylaşıyoruz, 155 yıl önce büyük acılar yaşadılar. Diliyoruz hiç kimse, ama hiç kimse, sadece bizim coğrafyada değil, dünya coğrafyasında böyle acılarla karşılaşmasın, sürgünler olmasın, insanlar hayatını kaybetmesin.
Karadeniz’de çok sayıda kişi hayatını kaybetti. Anneler çocuklarını öldükleri halde denize bırakmadılar. Yüzlerce teknenin battığı söyleniyor. Karaya çıktıktan sonra Karadeniz’de çıkan balıkları uzun süre yemediler bunlar. Bu kadar derin acılar ve izler bıraktılar. İnşallah bir daha insanlar bu tür acıları yaşamazlar.
Elbette ki Mayıs ayındayız, güzel bir aydayız, 19 Mayıs’ın 100’ncü yılındayız. 100 yıl önce... Elbette ki acıları unutmayacağız, bir daha aynı acıları toplum yaşamasın diye, ama sevinçleri de unutmayacağız. Aynı sevinçleri kuşaktan kuşağa aktaralım diye. 19 Mayıs Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda en önemli adımın atıldığı tarih. 16 Mayıs 1919’da Gazi Mustafa Kemal İstanbul’dan hareket eder Samsun’a. Bir yıl sonra, yani 23 Nisan 1920’de Gazi Mustafa Kemal Atatürk 23 Nisan’dan hemen sonra 24’ünde Mecliste bir konuşma yapar. Konuşmanın konusu şudur: Ateşkesten Meclisin açılmasına kadar geçen süre içindeki siyasi durum. Ateşkesten sonra bütün siyasi durumu alır ve Gazi Mustafa Kemal Mecliste 24 Nisan 1920’de bunu dillendirir ve bu konuda bir konuşma yapar.
Konuşmasının bir cümlesi şöyledir: “Milli vicdanın büyük iradesine bağlı olarak, milleti bağımsız ve vatanımızı düşmanlardan arınmış görünceye kadar çalışmak andıyla, 16 Mayıs 1919 günü Dersaadet’ten yani İstanbul’dan ayrıldım, Samsun’da işe başladım.” Kararlılığını gösteriyor, “Samsun’a çıktım” demiyor, “Samsun’da işe başladım” diyor. Çünkü o daha önce düşman gemilerini Marmara’da görürken sarayın karşısında “Geldikleri gibi gidecekler” demişlerdi, geldikleri gibi gitmenin yolunu Samsun’da işe başlayarak gösterdi.
19 Mayıs nedir? Sadece Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a çıkışı mı, ayak basması mı, orada göreve başlaması mı? Hayır, 19 Mayıs kaderimizi kendi ellerimizle belirlemenin, bağımsızlık uğruna ölümü bile göze almanın tarihidir. 19 Mayıs emperyalizme ve işbirlikçilerine boyun eğmemenin, sömürüye direnmenin tarihidir. 19 Mayıs bağımsızlığımızın önündeki engelleri yok eden onurlu mücadelenin tarihidir. 19 Mayıs en karanlık anlarda bile yurt sevgisiyle omuz omuza mücadele edenlerin tarihidir. 19 Mayıs esareti, mandacı ve emperyalistin himayesini reddeden bir milletin hakkına hukukuna ve bağımsızlığına sahip çıkmanın azminin ve kararlılığının tarihidir. 19 Mayıs sadece düşman işgalinden kurtuluşun değil, 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Milet Meclisinin açılmasıyla, egemenlik kayıtsız şartsız milletindir ilkemizi dünyaya duyuran görkemli yolculuğun başlangıcıdır. 19 Mayıs ulusu cumhuriyete ve özgürlüğe kavuşturan görkemli ve ödünsüz direnişin tarihidir.
Ve geliyoruz bugüne. 100 yıl önce büyük bir mücadele, büyük bir azim ve kararlılıkla yola çıkıldı. 1946’da çok partili hayata geçildi. Cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırmamız gerekirdi, ama hangi demokrasiyle? Bütün çağdaş ülkelerin kabul ettiği demokrasiyle taçlandırmak gerekiyordu ve bunun mücadelesi verildi. Bu uğurda çok şehit, çok kişi hayatını kaybetti, bedeller ödendi ve biz Mustafa Kemal ve arkadaşlarının kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni demokrasiyle taçlandırma göreviyle görevliyiz hepimiz. Hepimizin böyle bir yükümlülüğü var.
Bugün ülkemiz, 100 yıl önceki mücadele sonunda elde edilen kazanımların gerisine düşmüş olabilir; bugün ülkemiz, demokrasimiz ve anayasal kurumlarımız çağın gerisine düşmüş, ülkemiz otoriter tek adam rejimiyle yönetiliyor olabilir; bugün ülkemiz güçler ayrılığı ortadan kalkmış, düşünce ve ifade özgürlüğü başta olmak üzere bütün temel haklar kısıtlanmış olabilir; bugün ülkemiz hayatın her alanındaki kötüye gidişe ses yükselten bütün yurttaşlar, bütün sivil toplum örgütleri baskı ve zulümle karşı karşıya gelmiş olabilir; bölen, kutuplaştıran, baskıcı siyasetle ulusal birliğimiz yara alıyor olabilir; iktidar sahipleri halka hizmeti değil, efendi olmayı, halkı demokrasi ve özgürlükten yoksun bırakmayı, saraylarda yaşamayı ve halkı yoksullukla terbiye etmeyi amaçlamış olabilir. Ama gençlerimiz, fikri hür vicdanı hür irfanı hür gençlerimiz başta olmak üzere, bizler tüm zorlukları yenip halkımızla birlikte ülkemizi çağdaş uygarlığın üstüne taşıyacağız. Bu bizim Mustafa Kemal ve arkadaşlarına verdiğimiz sözdür. Bu sözün arkasında duracağız, hiç kimse bu iradeden bizi geri döndüremeyecek.
19 Mayıs’ı böyle görüyoruz. Bütün baskılara rağmen, bütün zulme rağmen, sarayda oturmalarına rağmen, milleti ezmelerine rağmen, düşünce özgürlüğünü kaldırmalarına rağmen, güçler ayrılığı ilkesini kaldırmalarına rağmen, bize ve bu ülkenin bütün yurttaşlarına gerçek anlamda demokrasiyi getirme görevi yüklenmiştir, sorumluluğu yüklenmiştir. Hangi partiden olursa olsun, hangi görüşten ve kimlikten olursa olsun, hangi inançtan olursa olsun, hepimizin ortak amacı güçlü bir demokrasiyi inşa etmektir.
Değerli arkadaşlarım, aramızda TRT çalışanları var. Devletin kamu hizmeti yaptığı görevlerden birisi de TRT aracılığıyla yapılır ve dolayısıyla bizim TRT’yi siyasetçi olarak, hiçbir siyasi partiye katılmayan, ama haberleri doğru izlemek isteyen her vatandaş da, her bilim insanı da, her iletişimci de, her esnaf da, sanayici de doğru haber almak ve o doğru haber üzerine düşünce oluşturmak ister. TRT’nin kuruluşunda da bunlar vardır, doğru haber almak ve doğru haberleri topluma vermek ve TRT bu görevi yaparken kendi yasası ve anayasası var.
Anayasa, “Haberler doğru verilecektir” diyor. Kim için? TRT için söylüyor bunu. Eğer devlet kamu yayıncılığı yapıyorsa, bu haberleri doğru verecektir diye anayasada hüküm var. Aynı zamanda TRT Kanununda da benzer hükümler var. Doğru haber verecek, hiçbir siyasi partinin borazanlığını yapmayacak, hiçbir siyasi partinin yandaşlığını yapmayacak, doğru ve düzgün haber verecek diye. TRT maalesef bu görevini büyük ölçüde yitirmiş durumdadır.
15 Temmuz’dan sonra, yaşadığımız o büyük olaydan sonra, demokrasimiz açısından son derece ciddi bir tehlike olan darbe girişiminden sonra Türkiye’nin geleceği ve demokrasimizin geleceği için, demokratik parlamenter sistemin geleceği için sarayda bir toplantı yapılmıştı ve ben o toplantıya katılmıştım.
Bana düşüncelerim sorulduğunda şunu söylemiştim, “Yargı bağımsızlığını sağlamak zorundayız, devlette liyakati sağlamak zorundayız, devletin kurumları yansız olmak zorundadır, onlar bir partinin memuru değil onların devletin memurudur” demiştim. “Bir siyasi parti onlara aylık ödemiyor, onlara aylık ödeyen 80 milyon vatandaşın ödediği vergilerdir” demiştim ve şu soruyu sormuştum. “TRT ne durumda biliyor musunuz?” dedim. Herkese eşit mesafede olması lazım; “hiç olmadı” dedim, 15 Temmuz’dan sonra bizi TRT’ye davet ettiler. 15 Temmuz darbe girişimi olmasaydı belki yine hiç TRT’ye davet etmeyeceklerdi. Davet ettiler ve bizimle röportaj yaptılar. Erdoğan, “Bu olmaz, yanlış yapmışlar” dedi. 15 Temmuz geçti, 20 Temmuz’da sivil darbe oldu, TRT eski TRT’ye yeniden döndü. Bir gün bile doğru dürüst CHP’nin haberleri verilmiş değildir, bir gün bile bir CHP milletvekili veya genel başkan davet edilip gazetecilerin önünde soru sor cevap ver, bildiğimiz normal röportajlar veya toplantılar yapılabilir, bunların hiçbirisi yapılmış değildir. Böyle bir TRT’yle karşı karşıyayız. Siyasal iktidarın militan haline getirdiği, kendi militanı haline getirdiği bir TRT gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Haber-Sen çalışıyor orada, örgütlenmiş durumda. “İhtiyaç fazlası personel var” diyorlar. Halkın kalmasını istiyoruz, zaten onun için mücadele ediyoruz. TRT halkındır, halkın kalmalı, doğrudur.
“İstihdam fazlası personel var” diyorlar. İstihdam fazlası personel olunca, bunları Devlet Personel Dairesine gönderelim dağıtsın diğer kamu kurumlarına. 169 kişinin bu şekliyle TRT’den uzaklaştırılması hedefleniyor. Bir taraftan diyorlar ki, “istihdam fazlası personel var” ama öbür taraftan aynı süre içinde, hatta ona yakın bir süre içinde Anadolu Ajansı aracılığıyla TRT’ye 280 kişi alıyorlar. Nasıl oluyor da ihtiyaç fazlası personel oluyor? Gönderdiğinden daha fazlasını alıyorsun.
Kimleri gönderiyorlar? İhtiyaç fazlası personel olarak kimleri gönderiyorlar? Ödüllü sanatçılar var, ses ve saz sanatçıları var, değişik enstrümanlar çalanlar var. Muhabirler var, müfettişler var, kameramanlar var, prodüktörler var, stüdyo ve filmi yapımcıları var, spikerler var. Niye gönderiyorlar bunları? Mesela bir ses sanatçısını diyelim gönderiyorsun nereye? Dışişleri Bakanlığına. Ne yapacak bu Dışişleri Bakanlığında? Veya Tarım Bakanlığına gönderiyor, ne yapacak Tarım Bakanlığında? Ne yapacak, Bakan müzik mi dinleyecek? Bunun görevi ayrı. Bu kadar akıldan ve mantıktan yoksun bir kurum haline gelmiş şu durumda TRT ve gerçekten de üzülüyorum. Bir insanın ekmeğiyle oynamak, bir insanın aşıyla oynamak, bu insan... Devlette liyakat nedir? Herkes kendi görevini en iyi şekilde nerede yerine getiriyorsa, nerede yetişmişse, orada görev yapacak demektir. Hâkim nerede görev yapar? Kürsüde görev yapar. Sanatçı nerede görev yapar? Sanat ortamında görev yapar. Yapımcı nerede görev yapar? Yapımcı olduğu alanlarda görev yapar, eğitimi bunun üzerine almıştır. Alıp bunları sürüyorlar değerli arkadaşlarım.
Tabii TRT sadece bunu yapmıyor, havuz medyasının da sponsorluğunu yapıyor büyük ölçüde. Bakın size iki belge göstereceğim, TRT’ye ait belge. Birisi, TRT’nin Verici İşletmeleri Dairesi Başkanlığına yazdığı bir yazı, diğeri de tutulan bir tutanak. Bakın değerli arkadaşlarım, burada şu yapılıyor. TRT’nin iki istasyonundan Turkuaz Aktif Televizyon Prodüksiyon Anonim Şirketine belli ayrıcalık tanınıyor, yani havuz medyasına, yani A Haber’e, yani Sabah’a, yani ATV’ye, yani o gruba ayrıcalık sağlanıyor.
Peki, bir protokol yapılmış mı? Hayır, bir protokol yapılmamış. Tutanağı var mı? Evet, onun tutanağı da var. Peki, niye yapılmıyor, hangi gerekçeyle yapılmıyor, niçin yapılmıyor? 169 kişiyi gönderirsek, bunların hiçbirisi ortaya çıkmaz. Bizim militanlarımızdır, hep beraber gideriz TRT olarak havuz medyasına dahil oluruz ve havuz medyasının aktörlüğünü yaparız diyorlar. Bütün imkânları havuz medyasına aktarıyorlar. İstediğin kadar aktar kardeşim, istediğin kadar havuz medyasına çalış kardeşim, havuz medyasının ne televizyonları izleniyor, ne de gazeteleri okunuyor, bu gerçeği bilin artık bilin!
Sanatçıları sürmek, yayıncıları sürmek, spikerleri sürmek aklın mantığın alacağı şey değil. Bir de diyorlar ki Ramazan ayındayız. İnsanların ekmeğiyle işiyle niye uğraşıyorsunuz Allah aşkına? Niye uğraşıyorsunuz işiyle ekmeğiyle, hangi gerekçeyle uğraşıyorsunuz?
Evet, Ramazan ayındayız mübarek bir aydayız, güzelliklerin olması gereken bir aydayız. Sevginin, hoşgörünün, toleransın egemen olması gereken bir aydayız. Kini öfkeyi tümüyle yüreğimizden çıkardığımız, sevgiyi yüreğimize aldığımız bir aydayız. Hiç kimsenin hiçbir çocuğun yatağa aç girmemesini istediğimiz bir aydayız. Bakınız bu ayda bile binlerce ailenin elektriği kesilmiştir, binlerce ailenin suyu kesilmiştir, binlerce ailenin doğalgazı kesilmiştir. Sarayda oturanların bundan haberi var mı acaba? Kibir abidelerinin ve onun damatlarının bundan haberi var mıdır acaba? O insanlar nasıl geçiniyorlar diye düşünüyor mu acaba? Onlar Ramazan sofrasını nasıl kuruyorlar diye düşünüyorlar mı acaba?
Bakınız, Hazreti Mevlâna şöyle söyler: “Şems bana bir şey öğretti. –Şemsi Tebriz’den söz ediyor- Yeryüzünde bir tek inanan üşüyorsa, ısınma hakkına sahip değildir.” Ben de biliyorum ki, yeryüzünde üşüyen birçok inanan var. Bunun için ısınamıyorum. Önceden bir tas çorbanın içine ekmek doğrayıp yediğim zaman doyuyordum. Şimdi hiçbir şey bana besin hazzı vermiyor, çünkü yeryüzünde bir sürü aç var diyor Hazreti Mevlâna.
Acaba Ramazan ayında oturup da, iftar sofralarından sonra siyasi konuşmalar yapanlar bunları biliyorlar mı acaba? Hangi kültürden geliyorlar, hangi inançtan geliyorlar? Mevlana’yı da mı bilmiyorlar? Bu toprakların mayasında Mevlâna var, bu toprakların mayasında Hacı Bektaşi Veliler var, bu toprakların mayasında Köroğlular var Dadaloğluları var, adaletsizliğe karşı mücadele etmişler. Bu toprakların mayasında Mevlâna gibi pek çok düşünen insan var ve bütün bunların tamamı bir tarafa atılmış vaziyette değerli arkadaşlarım. Kim sorumlu bundan? Şüphesiz ülkeyi yönetenler. Dış güçler sorumlu... “Çocuklar yatağa aç girsin” diyen dış güçler mi yaptı? “Fakirin fukaranın elektriği kesilsin” diyen dış güçler miydi? Onların su saatlerini kesenler dış güçler miydi? Çocuk yatağa aç giriyor, aklınız başka yerlerde, onu yapanlar dış güçler miydi? Ve bütün bunların hepsini oturup düşünmemiz lazım.
Bakınız 15 Temmuz darbe girişiminden sonra pek çok kişi hayatını kaybetti, şehitlerimiz vardı, gazilerimiz vardı. Oturdular kararname yazdılar, onlar için vakıf kurulacaktı, onlar için kampanyalar açtılar, 300 milyon liradan fazla, eski parayla 300 trilyon liradan fazla paralar toplandı. Vakıf kurulacaktı. Soruyorlar, 24 Aralık 2017’de siz söz verdiniz vakıf kurulacak diye. 13 Mayıs 2019’da cevap veriyorlar. Birisi CİMER’e başvuruyor, ne oldu bizim vakfımız diye, henüz daha kurulmadı, vakıf kurulduğu zaman size haber vereceğiz diyorlar. Hani tek adam rejimi her şey hızlı olacaktı, hani her şey birdenbire bitecekti? Siz şehitlerin aşına işine, onların paralarına bile göz diktiniz. Hangi Müslümanlıktan söz ediyorsunuz bana? Şehidin, yakınlarının aşına işine paralarına bize göz diktiniz.
Bütün bunlara baktığınız zaman, karşımızda devasa bir işsizlik var. İşsizliği yaratanlar da mı dış güçler? Sormak istiyorum, kim işsizliği yaratıyor? Değerli arkadaşlarım, sosyete damadı getirmişler ekonominin başına, sen ekonomiyi yöneteceksin diye.  Adam ekonominin e’sinden bile anlamıyor, ekonomi nedir diye sorun sadece cebini gösterir ve cebindeki dolarları gösterir, ekonomi budur diye. Ekonomiyi bilmez, ekonominin ne olduğunu bilmez, vatandaşı bilmez, fakiri fukarayı bilmez, yatağa aç giren çocukları bilmez, gecekonduda yaşayanları bilmez, susuzluk çekenleri bilmez, ekmeksiz yaşayanları bilmez, hiçbir şeyi bilmez.
Açıklama yapıyor, Türkiye Odalar Borsalar Birliğinin 25 Şubat 2019’da yaptığı toplantıda, “İstihdam seferberliği toplantısı düzenlemişler” diyor. Türkiye Odalar Borsalar Birliği de, sanki iktidar partisinin yan kuruluşu. Sen bağımsız bir kuruluşsun kardeşim, yan kuruluşu değilsin. Sen de çık, esnaf kepenk kapatıyor ses çıkarmıyorsun, iflas eden sanayici var ses çıkarmıyorsun, ben battım diyen var ses çıkarmıyorsun, sonra kalkıyorsun yerinde oturuyorsun, istihdam seferberliği başlattık diyorsun. Geliyor, anlı şanlı adamlar, damat geliyor, diğerleri geliyor, atamayla gelen Bakanlar geliyor.
25 Şubat 2019’da açıklama yapıyor. Geçtiğimiz ay, yani Ocak ayını kastediyor, Cumhurbaşkanımızın da katıldığı şura vesilesiyle ifade edildiği gibi, 2019 yılında 2,5 milyon yeni istihdamı hayata geçireceğiz. 2,5 milyon kişiye yeni istihdam alanı yaratacaktı. Ne oldu? Son bir yılda 1 milyon 376 bin kişi işsiz kaldı. 2,5 milyon kişiye istihdam yaratacaklardı, 1 milyon 376 bin kişi işsiz kaldı, işinden oldu. Şimdi bu da diyor ki, “Ben ekonomiyi düzelteceğim.” Böyle düzeltirsin, tıpkı dış politikadaki gibi. Ne diyorlardı? Emevi Camiinde 24 saate namaz kılacağız. Bir baktık, oraya gireceklerine 3,5 milyon Suriyeli Türkiye’ye gelmiş. Bunların politikası bu, bilmiyorlar, yönetemiyorlar.
Acı olan Türkiye’nin savrulması değerli arkadaşlarım. Bugün geniş tanımlı işsizliğe baktığımızda, yani iş aramaktan umudunu kesmiş, ama iş olursa çalışırım diyenleri de dahil ettiğinizde 8 milyon 475 bin kişi şu anda Türkiye’de işsiz. Sarayın haberi var mı, damadın haberi var mı, Bakanların haberi var mı? Akşam gidiyorsunuz billboardlarda, Bakanlıkların önündeki billboardlar “istihdam seferberliği başlattık” diye...  Şunu yazsa ben anlarım, işsizlik seferberliği başlattık deseler doğru, bütün rakamları veriyor, ama istihdam seferberliği diyorsun, herkes işsiz.
Değerli arkadaşlarım, işsizlerin sorunlarını anlamak çok kolay değildir. Onların içinde bulunduğu ruh halini anlamak kolay değildir. İşsiz birisinin akşam eve gittiği zaman ekmek götürememesi ne demektir? İşsiz bir babanın veya annenin akşam evine gittiği zaman çocuğunun yüzüne nasıl bakacağını acaba düşünebiliyor mu sarayda oturanlar? O annenin o akşam çocuğunu yatağa aç yatırırken, hangi acıları çektiğini acaba sarayda oturanlar biliyorlar mı? Ve çaresizlik içinde kendisini yakan işsizler var. Kaç kişi yaktı kendisini acaba? Biz bazen görüyoruz, televizyonlarda görüyoruz, gazetelerin bazen üçüncü sayfalarında görüyoruz, internet sitelerinde görüyoruz ve bir süre sonra tamamını unutuyoruz. Toplum vicdanına seslenmemiz gerekiyor. Bir insan kendisini niye yakar? Bir insan kendi hayatına niye son vermek ister?
Bakınız, sadece 2018 ve 2019’un rakamlarını veriyorum. 2018 ve 2019, son iki yılda. 12 Ocak 2018 Ankara’da bir vatandaş Türkiye Büyük Millet Meclisinin duvarının dibinde kendisini yaktı. Yakıldığı yere bakın, Türkiye Büyük Millet Meclisinin duvarının dibinde kendisini yaktı. 29 Ocak 2018 Balıkesir’de iş bulamayan bir insan kendisini yaktı. Ne diyor? İşsizim diyor, geçinemiyorum diyor, çoluk çocuğum var, nasıl bir sosyal devlet diyor ve kendisini yakıyor. 4 Şubat 2018 Sivas, geçim sıkıntısı nedeniyle bir vatandaş Sivas’ta üstüne benzin dökerek kendisini yakmaya çalıştı. Sivas’ta! 10 Şubat 2018 Antalya, 44 yaşındaki engelli bir vatandaş, işsiz olduğunu söyleyerek kendisini yakmak istedi. Engelli, iş istiyor. Yardım istemiyor, birisine muhtaç olmak istemiyor, iş istiyor. Ve hemen söyleyelim, devletin engelli kadrolarının da büyük bir kısmı boş. Normalde engellileri istihdam etmesi gerekirken, istihdam etmiyor.
25 Ocak 2019 işten atılan bir işçi, işten atıldığı için kendisini yakmak istedi. 16 Şubat 2019 Bursa Gemlik’te yine bir işçi, “Ne yapayım çalayım mı, hırsızlık mı yapayım, bunu mu istiyorlar benden?” diyerek kendini yakmaya çalıştı. 21 Şubat 2019 Tekirdağ, Ergene ilçesinde 34 yaşında birisi kendisini tavana astıktan sonra bir not bırakıyor, notta şu yazılı: “Ben hakkımı size helal ediyorum, siz de bana hakkınızı helal edin. Biliyorum sizi çok üzdüm, işsizlikten bunaldım” diyor.
29 Mart 2019 Gaziantep, kendini yakmaya çalışıyor yine bir vatandaşımız, şöyle diyor: “Çocuklarım aç, iki yıldır işsizim, tazminatım bile verilmedi, işsizlik maaşımı bile alamıyorum.” Demek ki kayıt dışı çalışıyormuş. Ve 16 Mayıs 2019 yine Gaziantep, eski bir hükümlü, o da gidiyor iş bulamıyor, iş kurumuna başvuruyor, belediyelere başvuruyor iş bulamıyor ve o da kendisini yakıyor, beş gün önce kendisini yakıyor. Dört gün yoğun bakımda kalıyor ve o da kurtarılamıyor ve ölüyor. Annesi şöyle söylüyor: “Oğlum ortalama beş yıldır iş arıyordu. Geçenlerde bir fabrikadan kendisini aradıklarını ve işe başlayacağını gülerek anlatan oğlum, daha sonra buradan da ret cevabı almıştı. Yüreğimiz yanıyor, ölen bir köpeğe bile insanlık üzülürken, benim oğlum için bir tek belediye yöneticisi gelip başsağlığı dilemedi” diyor. Ne diyelim arkadaşlar, insanlığın öldüğü bir yerdeyiz.
Peki, iktidar sahipleri ne düşünüyorlar acaba? Bir insan iş bulamadım diye, hırsızlık mı yapayım diyor, çalayım mı diyor, çalışmak istiyorum diyor, bana iş verin diyor, ama iş vermiyorlar. İş yok ve kendisini yakıyor. İşsizlik sokağa çıkamamaktır değerli arkadaşlarım, işsizlik umutsuzluktur, bir insanın umudunu tamamen kaybetmesidir. İşsizlik geleceği Türkiye’de değil, kendi geleceğini yurtdışında aramaktır. “Keşke gitseydim de oralarda iş bulsaydım” diye aramaktır yurtdışında, çaresizliğini gidermektir. İşsizlik, bütün kötü alışkanlıkların başlangıcıdır. İşsizlik geçimsizliktir, ailenin temel yapısının dibine dinamit koymaktır, işsizlik aileyi parçalamaktır, işsizlik ailede geçimsizliği yaratmak demektir. İşsizlik bütün toplumsal değerlerin yıpranmasıdır. Ahlakın çökmesidir işsizlik, uyuşturucu bataklığına insanların sürüklenmesidir işsizlik. İşsizlik açlıktır, yoksulluktur. İşsizlik, bir babanın çocuğunun yüzüne bakamamasıdır, işsizlik bir annenin çocuğunu yatağa aç yatırmasıdır. Bunlar işsizliğin ne olduğunu biliyorlar mı acaba? İşsizliğin bir ailede, bir toplumda ne kadar derin travmalara yol açtığını bunlar biliyorlar mı acaba? İşsizlik yuva kuramamaktır, nasıl evlenecekler? Eli ekmek tutmayan birisi nasıl evlenecek, nasıl yuva kuracak, geleceğini nasıl inşa edecek? Bunlar yok.
Sosyete damat ve onun kibir abidesi kayınpederi bunların tümünü bilmiyorlar, biliyorlar da bilmiyorlar. Bunları haber yapmayın diyorlar, işsizlikle uğraşmayın diyorlar, niye işsizliği dile getirdiniz bunu dile getirmeyin diyorlar. Sanıyorlar ki herkes saraydaki gibi lale devrini yaşıyor. Yok öyle bir şey, yok öyle bir şey!
Bakınız, 27 Kasım 2017 Ankara Ticaret Odasında bir toplantı yapılıyor. Erdoğan toplantıda şöyle söylüyor: “Aklınıza niye işsizlik çift hanede sorusu gelebilir. Niye işsizlik tek hane değil de, hep çift hanede seyrediyor. 9,2 milyon yeni istihdama rağmen, kadın ve gençlerin katılımıyla işsizlik yüksek oluyor.” Ekonomi dehası ne diyeceksiniz? Gençler çalışmasa işsizlik olmayacak, onlar çalışmak istediği için işsizlik iki rakama çıkmış, ikili rakama çıkmış olur diyor. Hangi zekâ, hangi akıl? Bunlar şimdi “biz ekonominin sorunlarını çözeceğiz” diyorlar. Çözemezsiniz kardeşim, çözecek birikiminiz yok kardeşim, bilginiz yok kardeşim, ülke sevginiz yok kardeşim, insan sevginiz yok kardeşim!
Bir yıl sonra aynı Erdoğan yine konuşuyor 20 Şubat 2018’de: “Yakında ülkemizde işsizlik değil, çalışacak eleman bulma sorunu yaşayacaktır” diyor. Ne diyeyim ben şimdi arkadaşlar, ne diyeyim Allah aşkına, söyleyin ben buna ne diyeyim? “Yakında işsizlik değil de, çalışacak adam sıkıntısı yaşayacağız” diyor. Ne zekâ ama, ne öngörü ama! Ve bunlar memleketi yönetiyorlar. Yönetemezler, yönetecek bilgi yok, birikim yok, kapasite yok, yönetecek vicdan lazım önce insanda vicdan. Bir insan nasıl işsiz kalır? Bunun mücadelesini yapmak lazım.
Devam ediyor, 2 Mart 2019... İşsizliği dile getiriyoruz rahatsız oluyor beyefendi. “Şimdi de işsizliği dillerine doladılar, biz cumhuriyet tarihinin istihdam rekorunu kırdık, işgücüne katılım oranı fevkalade yükseldi.” Bir yılda 1,5 milyona yakın kişi işsiz kalmış, işinden olmuş, fabrikalar kapanmış, beyefendi diyor ki, “Şimdi de işsizliği dile doladılar.” Ne yapalım, yani işsizin derdini anlatmayacak mıyız? İşsizliğin bütün kötülüklerin anası olduğunu söylemeyecek miyiz? İşsizin derdini biz dile getirmeyeceğiz de, sarayı mı anlatacağız? Sarayda senin yaptıklarını mı anlatacağız? Tek adam rejiminin ülkeyi bu hale getirdiğini anlatmayacak mıyız yani? Allah akıl fikir versin, ne söyleyeyim.
İşsizlik sorununu bunlar çözemezler. Ekonominin sorununu da çözemezler bunlar. Çözmeleri için bilgi lazım, çözmeleri için birikim lazım, çözmeleri için deneyim lazım, çözmeleri için istişare lazım, çözmeleri için devlette liyakat lazım, çözmeleri için devlette planlama lazım, çözmeleri için ekonominin nereden gelip nereye gittiğini bilmeleri lazım, çözmeleri için dünya ekonomisini iyi okumaları lazım, dünya siyasetini iyi okumaları lazım. Bunları yapıyorlar mı? Hiçbir şey yapmıyorlar.
Niçin işsizlik patladı? Neden cumhuriyet tarihinin en büyük işsizlik olayıyla karşı karşıyayız ki, daha başındayız, daha arkası gelecek. Daha yüz binlerce kişi işinden olacak. Çünkü Türkiye’yi üretimden kopardılar. Bir daha söylüyorum, Türkiye’yi üretimden kopardılar. Türkiye üretimden koparıldığı için işsizlik patlak veriyor.
Değerli arkadaşlarım üretimden kopardınız, gittiniz Londra’daki bir avuç tefeciden para dilendiniz, dünyanın faizini ödediniz. Yabancı parayla memleketi yönetmeye kalktınız. Her şey bir tarafa da, Bitlis... Bitlis’teki sigara fabrikasını bile kapattılar, sigara fabrikasını! Belki orada 50-60 işçi çalışıyordu. Ne istiyordunuz o işçilerden? Kapattılar. Bütün fabrikaları kapattılar. İşsizlik varmış... Üretimden koparırsanız işsizlik olur. Eğer bir ülke fabrikada üretmezse, tarlada üretmezse, hizmet sektöründe üretmezse, yani karada denizde havada üretmezse o ülkede işsizlik olur. Başka ne olacak ki zaten? Dışarıdan ithal et borç para al, dışarıdan malı getir piyasaya ver, biz geçiniyoruz. Nereye kadar?
Değerli arkadaşlarım, çiftçi de perişan, binlerce çiftçi artık üretmiyor. Üretmiyor, “Zarar ediyorum, niye üreteyim” diyor. Nereye gidiyor? Büyük kentlerin varoşlarına gidiyor, acaba asgari ücretle bir yerde bir iş bulabilir miyim diye. Değerli arkadaşlarım, sorunu nasıl çözeceklerini de bilmiyorlar. Sorunu çözmeyi bilseler, danışsalar, oturup konuşsalar bu sorun çözülebilir, çözülmeyecek sorun yoktur. Ekonomide çözülmeyecek sorun yoktur. Belli bir vade, belli bir planlama yaparsınız sorun çözülür, ama bunlar çözemezler. İstişare yapmıyorlar, çünkü devlette liyakati bitirdiler. Sorunu çözmek için, önce sorunu yaşayan kişilerle oturup konuşman lazım, niye oldu bu böyle demen lazım. Hangi gerekçeyle oldu diye sorman lazım, öğrenmen lazım bunu.
Bunun için rahmetli Ecevit bir kararnameyle Ekonomik ve Sosyal Konseyi kurmuştu, bir kararnameyle. Sonra bu bir anayasal kurum haline geldi, kanunu çıktı. Üç ayda bir toplanması lazım, Ekonomik ve Sosyal Konseyin üç ayda bir toplanması lazım; ekonomi nereye gidiyor, sosyal hayat nereye gidiyor? En son toplandığı tarih 5 Şubat 2009. Şimdi 21 Mayıs 2019, üç ayda bir toplanması gereken kurul 10 yıldır toplanmıyor, 10 yıl! Onun için diyorum çözemezler bunlar, çözme birikimleri ve kapasiteleri yok. Çünkü bu insanlarla yan yana geldiklerinde, onlara hayatın bütün gerçeğini anlatacaklar, izlenen politikaların yanlışlığını anlatacaklar. Ama beyefendi tahammül edemiyor, eleştiriye tahammül edemiyor.
Ve daha acı olanı, Türkiye’nin kalkınma planı yok. Plansız bir ülke nasıl üretim yapacak, hangi alanda üretim yapacak? Bunların sayesinde kalkınma planı olmayan bir ülkeyiz. Uyarı yapanlar mı var, var tabii uyarı yapanlar. Ülkede üretim yapıp, sorumluluk sahibi olan kişiler uyarılarını yapıyorlar. Bu uyarıları yapanlardan birisi de TÜSİAD. Gönül isterdi ki bunu Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği yapsın, gönül isterdi ki bunu Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu yapsın. Binlerce esnaf kepenk kapatırken sarayında oturursan, binlerce sanayici iflas ederken fabrikasını kapatırken, TOBB’un üst katlarında oturursan, bir şey söylersem bana kızarlar mı diye düşünürsen, bu ülkenin sorunlarına çare üretemezsin kardeşim, çare üretemezsin!
Sorumluluk sahibi var, TÜSİAD sorumluluk sahibi. İstişare konseyi, yüksek istişare, yani yüksek danışma kurulunu topluyor. İstişarenin ne kadar önemli olduğunu biliyoruz. Çıkıyor Başkan açıklama yapıyor. Okuyorum Allah aşkına, okuyorum lütfen hepiniz iyi dinleyin: “Bugün hepimiz biliyoruz ki ülkemiz bazı çok ciddi meselelerle karşı karşıya. Üç temel alanda, yani ekonomide, iç siyasi yapıda ve dış politikada sıkışmış durumdayız.” Doğru mu? Doğru. Buna Milli Eğitim de dahil o yok, toplumsal barış dahil o yok, bizim beş temel sorunumuzdan üçünü sayıyor bunlar. Biz ne demiştik? Türkiye’nin beş temel sorunu var demiştik.
Devam ediyor: “Makro ekonomik dengelerde uzun süredir devam eden bir bozulma var.” Doğru mu? Doğru. İşsizlik var mı? Var. Dış ticaret açığı var mı? Var. Bütçe açığı yüzde 135 arttı, var mı? Var. Enflasyon var mı? Var. Türk lirası kar gibi eriyor mu? Kar gibi eriyor, bozulma var. Devam ediyor: “İç ve dış borç göstergeleri kötüleşiyor, bütçe dengeleri bozuluyor, ihracat artışı duraklıyor, işsiz sayısı artıyor, sanayi üretimi durağanlaşıyor.” Doğru mu? Doğru, sabahtan beri anlatıyoruz. Rakamları vererek anlatıyoruz.
Devam ediyor: “Küresel rekabet endeksine göre 140 ülke arasında makro ekonomik ortam açısından 116’ncı, enflasyonda 121’nci, işgücü piyasası veriminde 111’nci sıradayız. Yarının bağımsızlığında 111, kamu düzenlemelerine karşı yargıda hak aramada 109, basın özgürlüğünde 129’ncu sıradayız. Bu nedenle diyoruz ki, ekonominin düzelmesi için hukuk ve adalet sisteminin düzelmesi gerekiyor.” Doğru mu? Doğru.
Devam ediyor: “Demokrasi işler kılınırsa, yani bu ülkede çağdaş anlamda demokrasi gelirse, hukukun üstünlüğü tesis edilirse, eleştirel düşünmenin önünü açan bir eğitim reformu yapılırsa, ekonomimizin performansı yükselecek.” Doğru mu? Doğru. Bütün dünya böyle mi yapıyor gelişmiş ülkeler? Böyle yapıyorlar.
Biz bu nedenle ekonomi derken, demokrasi diyoruz, yargı bağımsızlığı diyoruz, hukukun üstünlüğü diyoruz, insan hakları diyoruz, akademik özgürlükler diyoruz, liyakat diyoruz, ifade özgürlüğü diyoruz, demeye de devam edeceğiz diyor. Doğru mu? Doğru.
Devam ediyor: “Ekonomideki sıkıntıları aşmak için önce yönetim sistemimizdeki sıkıntıları aşmamız gerekir.” Yani bu yönetim tarzı doğru değil diyor. 2007’den bu yana toplam 14 kez sandık kuruldu, iptal edilen İstanbul seçimlerini de dahil edersek 15’e çıkıyor. Sabah, öğle, akşam neredeyse her gün seçimlerle uğraşıyoruz.
Şimdi bu açıklamalar yapılıyor. Nerede? TÜSİAD’ın Yüksek İstişare Konseyinde çıkıyor açıklamalar yapılıyor. Kim rahatsız oluyor bundan? Normalde devleti yöneten, sağlıklı bir devleti yöneten kişi bu eleştirilere kulak kabartır, acaba bunların haklılık payı var mıdır yok mudur diye. Neden bu iş adamları bu itirazları yapıyorlar? Tamam TOBB’u susturuyorum, eyvallah o duruyor orada, TESK’i de susturuyorum eyvallah o da orada duruyor. Ziraat Odaları Başkanının hakkını yemeyelim, o konuşuyor, konuşmaya çalışıyor, bir şeyler söylemeye çalışıyor. Çiftçinin derdini anlatmaya çalışıyor. O da yakında herhalde Erdoğan’dan bir şeyler yiyecek, öyle anlaşılıyor.
Bunu söyleyeni dinlemesi gereken devleti yöneten kişi, bakın ne diyor 16 Mayıs’ta. “Ben sizin -yani TÜSİAD’taki iş adamlarını kastediyor- 17 yıl önceki durumunuzu da biliyorum -zaten açık, bütün devletin kayıtları senin elinin altında- bugünkü durumunuzu da biliyorum. Doğru, zaten vergi beyannamelerini veriyorlar, hepsi var zaten. “Yeri gelirse bunları da teşhir ederim” edersen et, ne olacak yani. Bunlar zaten vergi veren insanlar, işçi çalıştıran insanlar ve bunların fabrikalarının büyük bir kısmında da zaten sendika da var, kayıt dışı da yok yani.  “Ama şunu bilin ki, bunun hesabını sormasını da bilirim” Erdoğan diyor. Beni eleştiriyorsun, hesabını sormasını da bilirim. Kimin hesabını soruyorsun sen? Yaptığın o yönetim beceriksizliğinin hesabını mı soracaksın? Millete yaptığın yönetimin, bu millete kaça mal olduğunu görmüyor musun hâlâ? 8 milyon işsiz bekliyor, hâlâ bunu görmüyor musun sen? Havuz medyası günün 24 saatinde sana övgüler düzüyor, ama kimse dinlemiyor, bunu görmüyor musun sen? Devletin temeline dinamit koydun, yargı bağımsızlığını yok ettin, görmüyor musunuz sen bunu? Hâkimler senin istediğin gibi karar verse bile, o kararların itibarının olmadığını, o hâkimlerin hâkim olmadığını hâlâ görmüyor musun sen? Tehdit ediyorsun.
Kibir abidesi dediğim zaman bazı çevreler, bu kadar da sert eleştiri olur mu demişlerdi. Bunu inanarak söylemiştim, inanarak. Kibir abidesi demek, her şey benden çıkar anlamına gelir, ben olmazsam olmaz anlamına gelir. Kibirli olmak, Allah kimseyi kibirli yapmasın. Alçakgönüllü olmak, Mevlana’nın söylediği gibi olmak, herkesin ayağının turabı olmak, herkese saygı duymak, kişinin kimliği inancı, zengin midir fakir midir demeden, insansa ona saygı göstermek; hele devleti yönetenlerin çok daha fazla, bütün insanlara saygı göstermesi lazım, eşit davranması lazım.
Bir toplantıda şunu söylüyor, 16 Mayıs’ta. “Herkesin midesini doyurduk” dikkat buyurunuz, “Herkesin midesini doyurduk, ama neticede durum böyle. Karnını doyuruyorsunuz, her türlü ihtiyacını karşılıyorsunuz, yine de oy vermiyor.” Millet akıllı kardeşim, millet akıllı! Niye sana oy versin? İşsize bakıyor bunu yaratan kim? Yönetenler. Sen yönetmiyor musun? Sen yönetiyorsun. Dış politikaya bakıyor sıkışmış, yapan kim? Sen yönetiyorsun. Çiftçinin haline bakıyorsun perişan, kim yaptı bunu? Sen yaptın. İşsiz kendisini yakıyor, bakıyor ona kim bunu yaptı? Yöneten yaptı. Kimin parasıyla kimi doyuruyorsun? Asıl soru bu, kimin parasıyla kimi doyuruyorsun? Kendi cebinden mi veriyorsun o parayı? Hayır. Fakir fukaradan 80 milyondan topladığın paralarla sosyal yardım yapıyorsun, ben seni doyurdum diyorsun. Bunun adı kibir değil de nedir?
Benden vergi alacaksın, kefen bezi alırken vergi alacaksın, otobüse binerken vergi alacaksın, taksiye binerken vergi alacaksın, su içerken vergi alacaksın, bulaşık yıkarken vergi alacaksın, aldığın vergiyle gidip fakir fukaraya beş-on kuruş bir şey vereceksin, karnını doyuruyorum diyeceksin. Kimin parasıyla doyuruyorsun sen, kimin parasıyla doyuruyorsun?  Bir şey söyleyeyim, asıl o 80 milyon seni doyuruyor kardeşim, sen bunun farkında mısın? Dönüp kendine bir baktın mı? Sevgili kibir abidesi, dönüp kendine bir baktın mı? Yazlık sarayın var, sana o sarayı kim aldı? Kışlık sarayın var? Sana o sarayı kim aldı? Uçan sarayın var, onu sana kim aldı? Bu 80 milyon fakir fukara vatandaş aldı. Bir de dönmüş onlara diyorsun ki, karnını doyuruyoruz diyorsun. Kimin karnını doyuruyorsun, onlar senin karnını doyuruyorlar. Senin rüyanda görmediğin maaşı veriyorlar sana, aylığını veriyorlar sana. Senin bütün mutfak masraflarını karşılıyorlar, senin kira bedellerini karşılıyorlar, uçak masrafını karşılıyorlar, benzinini karşılıyorlar. 3 bin 5 bin korumayla gidersin, bütün o korumaların masrafını karşılıyorlar. Sen kimin karnını doyuruyorsun? 80 milyon senin karnını doyuruyor, sen kalkmışsın kibrinle ben sizin karnınızı doyuruyorum diyorsun. Yüzüne gözüne dursun kardeşim, yüzüne gözüne dursun, 80 milyon sana çalışıyor!
Sarayda nasıl besleniyorsun, o efulilerin parasını kim ödüyor, ejder meyvelerinin parasını kim ödüyor? Bu milletin fakir fukarası ödüyor. O işsiz kalan, iş arayan kişi dolmuşa bindiği zaman vergi veriyor. Bir de kalkmış, bunların karnını doyuruyoruz bize oy vermiyorlar. Verdikleri oy çok fazla bile. Helal etmiyorsun sen o oyları. Bir şey söylüyorum bakın, sen o oyların hiçbirini helal etmiyorsun. 8 milyondan fazla işsiz var. Sen hiç bu işsizlerin durumunu oturup düşündün mü, nasıl çözeceğiz diye düşündün mü, baktın mı bunlara?
Bakınız, bu ülkenin fakir fukarası vergi öder. Bu beyler, bu saray sosyetesi vergi ödememek için... Bakın, vergi ödememek için gittiler Man Adasında 1 Sterlinlik şirket kurdular. Man Adasında, 1 Sterlin! Milyonlarca dolarlık malı sattılar oraya, Türkiye’ye getirdikleri milyonlarca dolar üzerinden bir kuruş dahi vergi vermediler, bir kuruş dahi vergi vermediler! Sizin yatacak yeriniz var mı? Siz en son konuşacak adamsınız. Milletin karnını doyuruyormuş, senin karnını bu millet doyuruyor; işsiz kalarak, yoksul kalarak, çocuğunu yatağa aç yatıran kadın vergi veriyor, sen milyonlarca dolarlık ticaret yapıyorsun, gelip de Türkiye Cumhuriyeti Devletine beş kuruş vergi ödemiyorsun.
Değerli arkadaşlarım, asgari ücretle artık geçinilmiyor. Bakın yine Sancaktepe’de bir AK Partili kardeşim şunu söylüyor: “Eskiden babam çalışıp 10 kişiye bakardı, şimdi 10 kişi çalışıp babamıza bakamıyoruz” diyor. Türkiye’nin geldiği nokta budur. Sarayda oturanlar bunu göremezler. Göremezler efendim, görmek şöyle. Bir gözünüzle göreceksiniz, iki gönlünüzle göreceksiniz. Benim söylediğim o, onu görmüyor, onun yoksulluğunu görmüyor.
Kalbi olan bir adam, vicdanı olan bir adam, adaletten yana olan bir adam farklı görür. Kul hakkı yiyen bir adam, lale devri yaşayan bir adam, halktan kopuk bir adam, sarayda yaşayan bir adam bunları göremez. O nedenle onun da gözleri var, öbürünün de gözleri var. Birisi hakkı hukuku ve adaleti görür, öbürü kibir abidesi olarak bütün o insanları kendi tebaası olarak görür. Ben emrederim onlar yaparlar diye görür.
Efendim Yüksek Seçim Kurulu pazartesi günü gerekçesini açıklayacaktı. Kim söyledi? Sarayda oturan zat söyledi, çünkü Yüksek Seçim Kurulunun tek üyesi var, o da sarayda oturan zat, diğerleri ayrı. Yedi tane de çete var orada. Pazartesi denildi, 200 sayfa pazartesi bitti. Aynı Balyoz Ergenekon davalarında olurdu böyle, savcılar otururlardı FETÖ’cü savcılar, 1000 sayfalık, 1500 sayfalık, 200 sayfalık iddianame hazırlarlardı, her şey onun içine atılırdı ki, hâkim işin içinden çıkamasın diye. Bunlara da öyle talimat verilmiş. Biz sarayda yazdık, 200 sayfa yazdık, basın altına imzayı verin. Bastılar altına imzayı verdiler. Ne dedim? Saraydan talimat alana hâkim denmez, vicdanı olmayan adamdan hâkim çıkmaz, egemenin önünde diz çöküp, egemenin önünde iki takla atan adamdan hâkim olmaz. Bunların hiçbirisi hâkim değil. Yedi kişi oturdu hazırladılar. Biz de merak ediyoruz, ama en çok merak ettiğim şu. Bir zarfınız var, dört tane de seçim pusulası var. Alıyorsunuz dört tane seçim pusulasını bu zarfın içine koyuyorsunuz ve bu yedi kişilik çete diyor ki, efendim bu zarfın içinde çıkan dört tane seçmen pusulasının birisini ben kabul etmiyorum, üçünü doğru buluyorum diyor. Ben buna nasıl bir gerekçe uydurduklarını merak ediyorum, vallahi de billahi de en çok merak ettiğim bu, nasıl bir gerekçe buldular acaba.
Binali Bey meselesine girmek istemiyorum, onu Allaha havale ediyorum. Niye biliyor musunuz? Yolunu yordamını şaşırmış birisi. Sana ne oraya gitmek kardeşim, sana ne oraya gitmek ne? Onlar ne kadar eski varsa çıkardılar, bizler ne kadar yeni varsa çıkardık. Onlar ne kadar bu işi bilmez, köşeyi dönmek için çalışan insanlar varsa belediye başkanı adayı yaptılar, biz genç pırıl pırıl idealleri olan insanları çıkardık. Her türlü iftirayı atıyorlar her türlü! Ne yaparlarsa yapsınlar, söyledim ben bu milletin ferasetine güveniyorum, bu milletin vicdanına güveniyorum, bu milletin ahlakına güveniyorum. AK Partili kardeşlerimin de vicdanına güveniyorum, onların vicdanına da sesleniyorum. Vicdan sahibiysek bir haksızlık varsa, haksızlık karşısında susmayacağız, çünkü susan dilsiz şeytandır. Gideceğiz, haksızlığa uğrayana hakkını teslim edeceğim. Al bu senin hakkındır diyeceğiz.”