20.11.2018
20.11.2018
CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU (20 KASIM 2018)
Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
Çok teşekkür ederim gençler. Yörük kadınları aramızda... Motorları maviliklere süreceğiz ve güzel günler göreceğiz. Bu laf sadece bize özgü değil, 81 milyon için gençlerimiz söylüyorlar. Hep beraber karamsar atmosferi yıkıp, güzel güneşli günleri göreceğiz ve motorlarımızı maviliklere süreceğiz. Hep birlikte bunun zevkini, hep birlikte bunun onurunu yaşayacağız.
Toroslardan gelen yörük kadınlarına şükran borçluyum. Torosların ve yörüklerin ne olduğunu çok iyi biliyorum. Gazi Mustafa Kemal der ki, “Eğer Toroslarda bir çadırda bir evde duman tütüyorsa, ülkenin geleceğinden kimsenin endişesi olmasın.” Yörükler, Anadolu kültürümüzün özünü oluşturan yörükler, sizlere şükran borçluyuz. Sizler hayatın her alanında mücadele ediyorsunuz ve kadın erkek olarak mücadele ediyorsunuz. Yörük kültüründe kadınların ne kadar önemli olduğunu çok iyi biliyorum. O kültürün de bir parçası olduğum için son derece mutluyum.
Efendim hepiniz hoş geldiniz, bizi dinleyen bütün vatandaşlarıma selamlarımı saygılarımı sunuyorum. Cumhuriyet Halk Partisi grubundan bizi sevsin sevmesin, 81 milyon vatandaşıma en içten teşekkürlerimi ve muhabbetlerimi sunuyorum.
Her vatandaşımızı kucaklamak da bizim görevimizdir. Elbette eleştirilebiliriz, elbette yanlışlarımız olabilir, hepimiz insanız sonuçta. Ama bizim görevimiz, 81 milyonu kucaklamaktır, bizim görevimiz vatandaşlarımız arasında ayrım yapmamaktır ve bizim görevimiz kimliği ne olursa olsun, inancı ne olursa olsun, yaşadığı yer coğrafya ne olursa olsun, yaşam tarzı ne olursa olsun 81 milyonu kucaklamaktır ve 81 milyonun ufkunu açmak, onlara güzel bir gelecek hazırlamak için çaba göstermektir. Bu çabayı elimden geldiği kadar ben ve arkadaşlarım vermeye çalışıyoruz, sürdürmeye çalışıyoruz. Eksiğimiz olursa söyleyin, yanlışımız olursa söyleyin, biz başkaları gibi değiliz. Biz insanız, insan olduğumuzun bilincindeyiz. Eksiğimiz olabilir, hatamız olabilir, yanlışımız olabilir bunları kabul ederiz, ama bildiğimiz doğrunun arkasında sonuna kadar kararlı yürürüz.
Efendim dün sevgili Peygamberimizin doğumunun yıldönümüydü. Dün gece Mevlit Kandili’ni hep birlikte idrak ettik. Sevgili Peygamberimizin güzel ahlakı temsil etme konusunda ve adalet konusunda duyarlılığını hepimiz biliyoruz. Adalet konusunun ne kadar önemli olduğunu ve bütün inançların temelini adaletin oluşturduğunu da hepimiz çok iyi biliyoruz. Adalet konusunda sevgili Peygamberimizin iki örneğini sizlere sunmak istiyorum. Bunlardan birinci örnek şu: Hırsızlık yapan bir kadın yakalanır, hakkında hüküm verilir. Kadının akrabaları sevgili Peygamberimize giderler ve affetmesini isterler. Sevgili Peygamberimiz şöyle der: “Sizden önceki milletler şu sebeple yok olup gittiler. Aralarından soylu, mevki ve makam sahibi biri hırsızlık yapınca onu bırakıveriyorlar. Zayıf ve kimsesiz biri hırsızlık yapınca da onu hemen cezalandırırlar” der. Yani güçlünün adalet kavramı ayrı, güçlüye hiçbir suç verilmez, nerede gariban varsa yakalayıp hapse atarlar der. Ve diyor ki, “Sizden önceki bütün milletler bu nedenle yok olup gittiler.” Ve şöyle söylüyor Sevgili Peygamberimiz: “Allah’a yemin ederim ki, Muhammed’in kızı Fatma hırsızlık yapsaydı elbette onun da elini keserdim.” Yani adaletin önünde kimse duramaz diyor. Adalet kavramının ne kadar önemli olduğunu vurguluyor.
Bir şey daha söylüyor. Veda Hutbesi’nde Sevgili Peygamberimiz diyor ki, “Zulmetmeyecek ve zulme boyun eğmeyeceksiniz” diyor. Zulmetmeyeceksiniz, ama zulme boyun eğmeyeceksiniz diyor ve yine yüzyıllar öncesinden suçun şahsiliği konusunda çok, ama çok önemli açıklamaları var. Diyor ki, “Herkes yalnızca kendi işlediği suçun sorumlusudur. Suçu evlattan dolayı baba sorumlu tutulamaz, suçlu babadan dolayı evlat da sorumlu tutulamaz” ve bunu yüzyıllar önce söylüyor. Ve biz bugün 21.Yüzyılın Türkiye’sinde toplu tutuklamalara, toplu infazlara itiraz ediyoruz. Suçun şahsiliğini savunuyoruz. Ve bugün geldiğimiz noktada defalarca söyledim, bir daha söylüyorum; parası olanlar, siyasi arkası olanlar hiç hapishaneye gitmiyorlar, hiçbir şekilde hapishanenin önünden bile geçmiyorlar. Onlara derhal beraat kararı veriliyor veya takipsizlik kararı veriliyor. Harp Okulu öğrencileri içeride, öğrenciler içeride, garipler içeride, fakir fukara içeride, avukat dahi tutacak parası olmayanlar içeride, diğerlerinin tamamı dışarıda. En son bir FETÖ’nün elebaşı vardı Türkiye’de işadamı, parası boldu, pulu boldu, işbirliği yapıyordu. Savcı hakkında takipsizlik kararı verdi. Niçin? Parası var. Niçin? Arkada dayısı var. Bunlar adalet dağıtamazlar. Adaleti bunlar yok ediyorlar zaten.
Daha önce söylemiştim, kışlaya siyaseti sokmayın demiştim, camiye siyaseti sokmayın demiştim, adliyeye siyaseti sokmayın demiştim, sokarsanız Türkiye’nin başı beladan kurtulmaz. Adliyeye siyaseti soktular. Bir kişinin talimatıyla kararlar verilmeye başlandı ve veriliyor da. Dolayısıyla hepimiz bu acı günü biliyoruz ve hepimiz bütün bu gerçekleri geniş kitlelere aktarmak zorundayız.
Dünya Çocuk Günü, her yıl 20 Kasım Dünya Çocuk Günü. 1989 yılında Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesini onaylıyor ve kabul ediyor. Dolayısıyla çocuklara hepimiz, toplumun her kesimi, sadece bizler değil, dünyada nerede bir çocuk varsa, çocuğun üstün yararı dikkate alınarak çocukların hakları korunur. Çocuklar hepimizin üzerine titrediği varlıklardır, bizim en önemli varlıklarımızdır. Bir ülkenin geleceğidir, bir ülkenin onurudur ve gururudur çocuklarımız. Çocuklarımızın iyi bir eğitim almasını, çocuklarımızın iyi bir yaşam sürmesini, annelerin çocukları üzerine ne kadar titrediğini hepimiz çok iyi biliyoruz. O nedenle çocuk haklarını korumak, çocuğun haklarını korumak hepimizin ortak görevidir.
Ama bir şey var, hiçbir ülkeye nasip olmayan bir olayı Gazi Mustafa Kemal 23 Nisan’da bir bayram haline dönüştürerek, çocuklara bir bayram armağan etti. Üstelik bütün dünya çocuklarına 23 Nisan’ı bir bayram olarak armağan etti. Dolayısıyla biz çocuklarımıza bir bayram armağan ettik. Ama çocuklarımızın geleceği konusunda çok endişeliyiz.
İki arkadaşımız, iki milletvekili arkadaşımız güzel bir çalışma yaptılar değerli arkadaşlarım. Ankara Milletvekilimiz Sayın Tekin Bingöl uzun bir çalışma yaptı ve raporunu dün kamuoyuna açıkladı. Aynı şekilde İstanbul Milletvekilimiz Ali Şeker de sorduğu soru önergelerine gelen cevaplarla yine çocuk hakları konusundaki duyarlılığımızı bütün Türkiye’ye aktarma imkânı buldu.
Bakın değerli arkadaşlarım, son 18 ayda 21 bin 957 çocuk hamile kaldı. Bunlar daha çocukluklarını yaşamak durumunda, bunlar oyun oynamak isterler ve bu çocuklar hamile bırakıldı değerli arkadaşlar. Cinsel istismara uğrayarak, 15 yaşın altında cinsel istismara uğrayarak doğum yapan çocuklarımızın sayısı 15 bin 937. Değerli arkadaşlarım, 3 bin çocuğumuz cezaevlerinde, 2 milyon çocuk işçimiz var. Son 7 yılda 340 çocuğumuz da iş kazalarında hayatını kaybetti. Çocuklarımıza gerçekten gerekli değeri veriyor muyuz? Çocuklarımızı sanki at yarışına katılırlarmış gibi onları sınavdan sınava sokmuyor muyuz? Çocuklarımız acaba çocukluklarını yaşıyorlar mı? Acaba çocuklarımız beklediklerini elde ediyorlar mı? Bunları hiç, ama hiç düşünen bir siyasal iktidar yok.
Ve daha acı olanı, Yemen’de değerli arkadaşlarım. Yemen’de körfezde tam bir kan gölüne dönen bir coğrafya. Binlerce kişi hayatını kaybediyor, hâlâ insanlar ölüyor orada. Ölen de öldüren de Müslüman. Mezhep savaşları yüzünden. İnanç üzerinden bir insan öldürülür mü? İnancı olan bir insan bir başka insanı öldürür mü? İnsan Allah’ın yarattığı en değerli varlık değil midir? Neden Müslüman coğrafyasında insanlar birbirlerini öldürüyorlar ve bu öldürmeden kimler kazanıyor? O birbirlerini öldürenlerin eline kimler silahları veriyor, kimler o coğrafyada yerin altındaki petrolden nasiplenmek istiyor? Bütün bunları herkesin bilmesi ve düşünmesi lazım. 18 milyon kişi açlıkla boğuşuyor Yemen’de değerli arkadaşlar, 5,5 milyon çocuk neredeyse kimsesiz. Dolayısıyla bizim bugünde, yani Çocuk Hakları Gününde şapkamızı önümüze koyup düşünmemiz gerekiyor. Yemen’de bunlar olurken İslam dünyası ne düşünüyor acaba? İslam dünyası bu savaşı bitirmek istiyor mu? İslam dünyası yahu yapmayın birbirinizi öldürmeyin, hepiniz Müslümansınız diyor mu? Yoksa arkadan silah verip, buyurun beyler birbirinizi öldürün mü diyor? Geldiğimiz nokta budur. O nedenle bugün Çocuk Hakları Günü, ama Yemen’de 5,5 milyon çocuk savaşın ortasında. Çoğu annesiz ve babasız ve çoğu açlıkla mücadele ediyor ve dünya bunları seyrediyor. İslam dünyası da bunları seyrediyor. Acı olan da zaten budur değerli arkadaşlarım.
Erdin Bircan milletvekilimiz, dün onu Edirne’de sonsuzluğa yolcu ettik hep birlikte. Iğdır’da bir beyin kanaması geçirdi. Ertesi gün otel odasında bulundu. İlk tedavisi Iğdır’da yapıldı, sonra Ankara’ya getirildi, ama yaşama direnemedi daha fazla ve Hakkın rahmetine kavuştu. Ailesine başsağlığı diliyoruz, Allah rahmet eylesin diyoruz ve hepimizin camiamıza da başsağlığı diliyorum. Erdin Bircan musalla taşındayken hoca geldi, önce dua etti daha sonra da helallik istedi cemaatten. Cemaat de hep beraber haklarımızı helal ediyoruz dediler. Orada hocamız başka bir şey daha yaptı duadan sonra. Konuşmasını yaparken, bu ülkeye hizmet etmiş, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere, bu devlete hizmet etmiş bütün devlet büyüklerine Allahtan rahmet diledi ve onları unutmamamız gerektiğini de ifade ettiler. İşte saygın bir adamı böyle olur, bir din bilgini böyle olur. Geçmişe rahmet okumak, ayrım yapmamak, ayrımcılık yapmamak. Bir ülkeye büyük hizmetler vermiş, canını dişine takmış, 10 binlerce şehit vermiş, onların komutanlığını yapmış, gazi olmuş, ölümden dönmüş, Arap çöllerinden tutun Libya’ya kadar, Filistin’den tutun Çanakkale’ye kadar, Dumlupınar’dan tutun İzmir’e kadar bütün o mücadele içinde ülkenin bağımsızlığını savunmuş Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarına rahmet okumak, onları şükranla anmak hepimizin boynunun borcudur.
Ve özellikle de bir din adamının böyle bir ortamda, Fesli Kadir’in bazı çevrelerce yüceltildiği bir ortamda bunu dile getirmesi son derece anlamlıydı değerli arkadaşlarım. Niye anlamlıdır? Çünkü bu hocamız ayrımcılık yapmıyor, herkesi kucaklıyor. Bütün devlet büyüklerine Allahtan rahmet diliyordu ve yine bu vatana hizmet edenleri saygıyla anıyordu. Bunu neye göre yapıyordu? Diyanet İşleri Başkanlığının resmi internet sitesinde, Diyanet İşleri Başkanlığı Temel Hedef ve İlkelerine göre yapıyordu.
Temel ilke ve hedefleri nedir? Ben söylemiyorum, Diyanet İşleri Başkanlığı söylüyor. Nerede söylüyor? Kendi resmi internet sitesine koyduğu metinde söylüyor. Diyor ki, “Laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, İslam dininin inanç ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek”, Diyanet İşleri Başkanının ilkeleri budur diyor.
Peki, beş tane ilke sayıyor burada. Bir, bütün siyasi görüş ve düşüncelerin dışında kalmak. Yani Diyanet siyasete müdahale etmemeli, siyasetin dışında kalmalı diyor. Doğru mudur? Doğrudur. İki, milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinmek. Evet, milletçe dayanışma ve bütünleşmek hepimizin ortak görevi olmak zorunda. Üç, İslam dininin inanç ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütmek. Evet, Diyanet İşleri Başkanlığı bunu yürütür. Dört, toplumu aydınlatmak. Evet, toplumu din açısından, inanç açısından aydınlatmak. Beş, ibadet yerlerini yönetmek. İlk ikisini şu an mevcut Diyanet İşleri Başkanı yerine getirmiyor. Yani inançla siyaseti bir araya getirdi. Öyle bir araya getirdi ki, Türkiye Cumhuriyetine ihanet eden bir vatan hainini... Bir daha söylüyorum, bir vatan hainini gitti yattığı yerde ziyaret etti.
Diyanet İşleri Başkanlığı bizim en gözde kurumlarımızdan birisi, Gazi Mustafa Kemal Atatürk Diyanet İşleri Başkanlığıyla Genelkurmay Başkanlığını 1924’te aynı gün kurarken topluma o mesajı veriyor. Kışlaya siyaset girmeyecek, camiye siyaset girmeyecek, felsefe budur. İkisi de topluma hizmet edecek. O nedenle iki kurum da bizim gözbebeğimiz. İki kurumun günlük sıcak siyasetin aracı olması asla kabul edilemez.
Peki, bu Fesli Kadir kim? Bir vatan haini. Efendim hainin ötesinde bir adam. Sıradan bir sözcükle bu ifade edilemez. Bakın değerli arkadaşlar ve bu aynı zamanda Erdoğan’ın da akıl hocası. Niye akıl hocası? Defalarca kendisi söylüyor zaten, “Gidiyorum Erdoğan’ı ziyaret ediyorum, ona düşüncelerimi bilgilerimi aktarıyorum” diyor. Bakın ne söylüyor? Kadir Mısıroğlu ne diyor? “BOP’a taraftarım”, yani büyük Ortadoğu projesine taraftarım. Eş başkanı kim? Sarayda oturan zat. “ABD’nin istediği petrol, benim de istediğim tarihi müesseselerime hilafete geri dönmek. O ne alacaksa alsın, yani Amerika ne alacaksa alsın, bana hilafeti versin.” Yani mandacılığı kabul ediyor. Hedefimde ABD bana yardımcı oluyorsa Allah razı olsun, ABD kuklası bir halife gelirse gelsin diyor. Buna vatan haini denilmez de ne denir?
Şimdi ben yine Sayın Diyanet İşleri Başkanına soruyorum. Bu vatan hainini hangi gerekçeyle ziyaret ettiniz? İnsani gerekçeyle... Sen insani gerekçeyle hangi şehit evini ziyaret ettin, hangi gazinin evine gittin? Söyle bana bakalım nereye gittin sen? Ama Diyanet İşleri Başkanlığında çalışan, ülkesine bağlı, vatanına bağlı, bayrağına bağlı, tarihine saygılı, devlet büyüklerine saygılı çok, ama çok sayıda değerli insanlar çalışıyor. Onların hepsine Cumhuriyet Halk Partisi grubundan sevgilerimizi ve saygılarımızı gönderiyorum. Çorum İl Müftü Yardımcısı da bir açıklama yapmış, onu da burada söyleyeceğim, söylemekten de gurur duyuyorum. Diyor ki, bunları diyen hem Mehmet Akif Ersoy’a hakaret eden, hem Mustafa Kemal’e dönüp hakaretlerini sürdüren ve “keşke Yunan galip gelseydi” diyen kişiye diyor ki, “Bunları diyen bir kimse hakkında üç durum söz konusudur. Ya İngiliz uşağıdır” –kesin öyledir- “Ya Türk ve İslam düşmanı bir takkiyecidir” –kesin öyledir- “Ya da bilinçli ya da bilinçsizce büyük Türk Milletini karşı karşıya getirmekten hoşlanan bir ruh hastasıdır.” Ruh hastası değil bu, bilinçli olarak yapıyor bunu. Hasta olsa tımarhaneye kaldırılır, yeri de orada zaten bunun. Yerinin de orada olması lazım.
Diyanet İşleri Başkanlığı çok değerli bir kurumdur, önemli bir kurumdur. Burada görev yapmış Diyanet İşleri başkanlarının tamamı da saygın insanlardır. Büyük bir kısmına her zaman her ortamda toplumun her kesimi saygı duymuştur. Ali Bardakoğlu bunlardan birisidir, siyasetin dışındadır, bir bilgindir, bir alimdir. Bakın Ali Bardakoğlu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’le ilgili ne söylüyor: “Atatürk’ü herkes kendi bakış açısından yorumlamaya ve hatta kendi kavgasına önyargılarına çekmeye, onun üzerinden mücadele etmeye çalışıyor. Halbuki Atatürk Diyanet İşleri Başkanlığını kuran insandır, dine önem veren bir şahıstır. İslam dininin bilgi temelinde gelişmesini önemsemiştir. Diyaneti Genelkurmay Başkanlığıyla aynı gün kurmuş, topluma bir mesaj vermiştir. Atatürk Diyanet İşleri Başkanlığını kurar kurmaz, Hazreti Peygamberin ve Kuran’ın doğru anlaşılması için emir vermiş, iki kitap yayınlamıştır. Birincisi Kuran tefsiri, diğeri tecridi sahi buhari. Bu kitaplarıyla Kuran’ın ve Hazreti Peygamberin hadislerinin doğru anlaşılmasını istemiş, çünkü Atatürk dine değil hurafelere karşıydı.” Evet, dine değil hurafelere karşıydı.
Söyledik kendisine, bütün bu gelişmelere karşın makam arabanla, resmi üniformalı giysinle gidip bir deliyi ziyaret etmen, bir vatan hainini ziyaret etmen, o koltukta oturmanı artık zorunlu kılmıyor. Eğer sen edep sahibiysen, ahlak sahibiysen, bayrağına vatanına saygın varsa o koltuktan ayrılacaksın kardeşim.
Adalet kavramını Sevgili Peygamberimiz dolayısıyla anmıştım, az önce ifade etmiştim. Adaletin ne kadar değerli bir kavram olduğunu söylemiştim. Adaleti dağıtan insanların, hukukun üstünlüğüne ve kendi vicdanlarına göre karar vermeleri gerektiğini söylemiştim. Eğer adaleti dağıtanlar adaletsizlik yaparlarsa, adalet çürümüş olur. Adalet tek başına çürümez, bir toplumu içten içe çürütür ve bir toplumun yok olmasını sağlar. O nedenle adalet mülkün, yani devletin temelidir demişlerdir.
16 Kasım 2018, sabaha karşı 06.00, herkes uyuyor büyük ihtimalle ve polisler bir grup akademisyenin profesörün araştırmacının kapılarını çalarlar, sizleri gözaltına alacağız giyinin derler, evlerinde arama yaparlar.
Değerli arkadaşlarım, kimler bunlar? Prof. Dr. Turgut Tarhanlı, Türkiye’nin en önemli hukukçularından birisidir. Prof. Dr. Betül Tambay, en önemli matematikçilerinden birisidir. Asena Günal, Hande Özhabeş, Bora Sarı, Meltem Arslan Çelikkan, Hakan Altınay, Yiğit Ekmekçi, Çiğdem Mater Utku, Filiz Telek, Ayşegül Güzel ve Yusuf Cıvır, ayrıca Yiğit Aksakoğlu.
Değerli arkadaşlarım, bunların hiçbirisinin kaçacak hali yok, niye kaçsınlar? Bir suç işlemediler ki kaçsınlar. Adalet neyi gerektirir? Açarsınız telefonu, hakkınızda bir kovuşturma var veya hakkınızda bir şikâyet var, sizin bilginize başvuracağız veya ifadenizi alacağız, şu gün şu saatte sizi bekliyoruz. Nerede? Savcılıkta diyebilirsiniz, emniyette diyebilirsiniz. Bu insanlar gelirler. Evlerini sabahın köründe basıp, bir şafak baskını yapıp bunları alıp götürmek ne demektir? Sizi biz cezalandırıyoruz demektir. Sonra da diyecekler ki, bizim ülkemizde demokrasi var. Bütün dünyaya ilan ediyorlar, 20 Temmuz sonrası Türkiye’de bir sivil darbe gerçekleşti, o sivil darbenin gerekleri yapılıyor. Sonra ifadeleri alındı Yiğit Aksakoğlu dışındakilerin tamamı serbest bırakıldı, Yiğit Aksakoğlu da büyük bir ihtimalle sabahın köründe bir sürü ev bastık bari bir kişiyi tutuklayalım da, niye ev bastığımızın gerekçesi olsun. Eğer bunu yaptılarsa, böyle düşündülerse çok daha büyük bir ayıbın altına imza atmış oldular.
Değerli arkadaşlarım, nedeni şu: Osman Kavala 13 aydır tutuklu, 13 aydır tek kişilik hücrede. İddianame yok. Ceza... O da yok iddianame olmayınca. Suç... Suç da bulamıyorlar. Evleri basalım bunları gözaltına alalım, belki delil buluruz diye. Geldikleri nokta bu değerli arkadaşlarım.
Gezi olaylarından intikam almaya çalışıyorlar. Gezi olaylarından kimse intikam alamaz, gezi olayları bu ülkenin demokrasi ve özgürlük sesidir, gezi budur. Gezide bu memleketin onurlu gençleri, yiğit gençleri bir diktatöre diz çöktürdüler, bunu bütün dünya gördü. Hangi suçu arıyorsunuz siz?
Değerli arkadaşlarım, Osman Kavala’ya gerekçe bulacaklar. 13 aydır içeride, niye gerekçe bulamıyorsun? Hangi suç dolayısıyla suçlayacaksınız? Değerli arkadaşlarım, Eren Erdem de içeride, haksız yere içeride. İsminaz Temel foto muhabiri, bu da içeride gereksiz içeride. Avukat Selçuk Kozağaçlı o da içeride ve hücrede. Ece Sevim Öztürk aylardır, küçük çocuğundan ayrılmış o da içeride, tek kişilik yerde kalıyor ve biz adaleti savunuyoruz, adaletten yana tavır alıyoruz. Kimsenin kötülüğü istenmez, varsa suçlu potansiyel suçlu veya bizim bilmediğimiz suçları varsa hukuk içinde, adalet içinde yargılanırlar. Adalet tecelli eder, hepiniz saygı gösterirsiniz. Ama suçsuz insanları hapse atıp, sonra acaba nereden delil üreteceğiz diye yola çıkıyorsanız, orada adalet yoktur. Orada kin ve intikam duygusu vardır. Eğer bir insan kininden ve intikamından, kininden öfkesinden ve intikam duygusundan yola çıkarak adalet dağıtıyorum diyorsa, en büyük adaletsizliği yapıyor demektir. Geldiğimiz nokta da budur değerli arkadaşlarım.
Tabii bunlar olursa bir ülkede, pek çok sorun da gündeme gelir. Korku egemen olur, insanlar üretemez, insanlar düşüncelerini ifade edemez, insanlar acaba bir şey söylersem başıma bir bela gelir mi diye bir kaygının içine girerler. Gazeteciler özgürce yazamazlar, kendilerine oto sansür uygularlar. Öyle bir toplumda ülkenin düşünen beyinleri yurtdışına gider. Fabrikalar büyük ölçüde susar, gelecek olan yabancı sermaye de bu ülkede demokrasi yoktur diye gelmez. Ve Türkiye’de üretim zinciri durur. Geldiğimiz nokta budur. Türkiye bugün üretim yapamayan, sağlıklı güçlü üretim yapamayan bir ülke konumundadır. Bunun en temel belirtisi de, tarımda geldiğimiz noktadır. Eğer saman ithal ediyorsak, mercimek ithal ediyorsak, pirinç ithal ediyorsak, nohut ithal ediyorsak, canlı hayvan ithal ediyorsak, hemen hemen tarımın her şeyini, zeytin zeytinyağı ithal ediyorsak bu ülkede üretim durmuş demektir, bu ülkede sorun var demektir. Oysa bir devlet politikası olarak Türkiye’nin demokrasi içinde üretimini özendirmesi lazım. Ülke üretecek ki güçlü olsun, ülke üretecek ki saygınlığı itibarı artsın, ülke üretecek ki işsizlik olmasın, ülke üretecek ki herkesin hayat standardı yükselsin, ülke üretecek ki ülkenin her tarafında barış kardeşlik mutluluk egemen olsun. Teşvik politikasına bakıyorsunuz, Tarım Kanunu 21.madde diyor ki, “Her yıl milli gelirin en az yüzde 1’i oranında çiftçiye destek verilir.” Verilebilir değil verilir diyor en yüzde 1 oranında. Verildi mi bugüne kadar? Verilmedi. Verilseydi kaç lira para aktarılması gerekiyordu? 278 milyar lira, eski parayla 278 katrilyon lira. Verilen miktar ne kadar? 123 milyar, yani 155 milyar Türk Lirası. Çiftçinin hakkı çiftçiye teslim edilmedi. Dava açın dedik, kimse korkudan dava açamıyor.
Değerli arkadaşlarım, zamlar arka arkaya geliyor, çiftçi daha henüz tam farkına varamadı. Yeme gelen zam yüzde 90, mazota gelen zam yüzde 26. Bakın, 2019 bütçesi görüşülüyor, tarıma diyorlar 16 milyar lira destek ödemesi yapacağız. Bütün tarıma yapacakları destek ödemesi 16 milyar lira. Çiftçinin kullandığı mazot için ödeyeceği para 19 milyar lira. Bütün teşvikten çok daha fazla mazota para verecek. Bunlar bir toplantı yaptılar, adı Milli Tarım Projesi Toplantısı. Nasıl milliyse, memleketi bu hale getirdiler, adına da milli diyorlar. Toplantı 14 Kasım 2016’da yapıldı, büyük bir alayı valayla yapıldı toplantı. Binali Yıldırım da o zaman malum Başbakan, gübre ve mazot konusunda sizlere daha çok destek vereceğiz diyor. Gübre ve mazot konusunda sizlere çok daha destek vereceğiz ve şu açıklamayı yapıyor: “Mazot için de diyoruz ki, deponun yarısı sizden, yarısı bizden, haydi hayırlı uğurlu olsun” diyor. Çiftçi kardeşim, deponun yarısı sizden oldu, yarısını hükümet doldurdu mu, Erdoğan doldurdu mu? Mazotun deponun yarısı sizden, yarısı bizden. Şimdi deponun tamamı sizden, malı götürmek bizden. Geldiğimiz nokta bu.
Şeker fabrikalarını özelleştirdiler. Yapmayın etmeyin dedik, özelleştirmeyin. Burada binlerce işçi çalışıyor. Efendim onların hiçbirisi işten atılmayacak. İlk fire Erzurum’dan çıktı, Erzurum’daki şeker fabrikasında çalışan işçilere güle güle kardeşim dediler ve işçiler efendim bize söz verilmişti. Kardeşim, Sevgili Erzurumlu kardeşim hâlâ öğrenemedin mi? Bunlar bir şeye söz veriyorlarsa bilin ki tam aksini yapacaklar. Sana iş garantisi veriyoruz diyorlarsa, bilin ki bir süre sonra işinden olacaksın, bu kadar açık. Attılar seni. Şimdi Bursa’da, Çorum’da, Aksaray’da, Kahramanmaraş’ta şeker pancarı toplanamıyor. 100 bin ton şeker pancarı karın altında kaldı. Çiftçi efendim mağdur oldum. O şeker fabrikaları özelleştirilirken niye sahalara çıkmadın, niye isyan etmedin, niye karşı çıkmasın? Şimdi senin burnundan fitil fitil getiriyorlar. Ama senin hakkını da sonuna kadar biz savunuyoruz kardeşim, biz savunuyoruz!
Sonu nereye gidecek? Sonu, bizim çocuklarımıza GDO’lu mısırdan elde edilmiş nişasta bazlı şeker yedirecekler. Ve diyecekler ki, niye şeker pancarı üretiyorsun kardeşim, niye tarlanda bunu ekiyorsun kardeşim, bak nişasta bazlı şeker var burada, çok ucuz diyecekler bu. İleride sağlığa çok zararlı olurmuş, önemli değil, doktor da buluruz. Bak şehir hastaneleri kurduk, hastalanırsan oraya da gidersin. İlaç... Onu da ithal ederiz kardeşim. Çıkmaz yolun içinde Türkiye değerli arkadaşlarım, bunu bilmemiz lazım. Ve ithalat politikası aynen devam ediyor. Bakın, Eylül ayının son haftasında 252 bin ton buğday ithal edildi. Ekim’in ilk haftasında 246 ton arpa aldı Toprak Mahsulleri Ofisi ve Bakan açıklama yaptı Plan Bütçe Komisyonunda, “Türkiye’nin buğday üretimi kendi kendine yeterli” dedi, arkasından 240 bin ton buğday ithalatı için Toprak Mahsulleri Ofisi talep açtı. Ne olduğunu onlar da bilmiyorlar. Tarım Bakanının ilginç bir açıklaması var, “Eti biraz daha az yersek, bu iş çözülecek, diyetisyenler de bunu öneriyor” diyor. Ne diyeyim arkadaşlar, bu sözün üzerine ne denir? Millet eti gramla alıyor, gramla! Belli tabii, sarayın sofralarına oturanlar saraydan beslenenler, yani bu haramzadeler milletin hangi tabloyla karşı karşıya olduğunu bilmiyorlar. Sanki millet günün 24 saati et yiyor, et tüketiyor günün 24 saati. Gramla et alıyor, o da bulabilirse. Bu noktaya geldi değerli arkadaşlarım.
Bakınız, özelleştirme bu memlekete hiçbir yarar getirmedi, hiçbir yarar getirmedi! En son İDO İstanbul Deniz Otobüsleri İşletmesinin tablosuna bakınız. İstanbul’la övünüyorlar değil mi? İstanbul’u şöyle yaptık, İstanbul’u böyle yaptık, sonra geldiler İstanbul’a ihanet ettik. İstanbul Deniz Otobüsleri arkadaşlar 1987 yılında kuruldu, kârlı bir kuruluştu. 861 milyar liraya özelleştirdiler 2011 yılında. 861 milyon dolara özelleştirdiler. Özelleştirme gerekçesi şuydu: Efendim bu parayla 861 milyon dolarla Sarıyer’e Beykoz’a ve Silivri’ye metro yapacağız. Yapıldı mı? Yok. İstanbullu şu soruyu sorsun: 861 milyon dolarla ne yaptınız, nereye gitti bu paralar? Metro yapılmadı, orada yaşıyorlar. Sarıyerli sorsun, Beykozlu sorsun, Silivri’deki vatandaş sorsun, nerede bu metro? Efendim menfaatleri de, eğer özelleştirilirse kamu menfaati varmış bunda. Hangi kamu menfaati?
Değerli arkadaşlarım, şu soruyu da İstanbullular sorsunlar kendilerine. Kaç yıldır, 20 yıl mı 25 yıldır İstanbul’u yönetiyorlar. Ellerini vicdanlarına koyup şu soruyu sorsunlar. 20 yıldır İstanbul’un hangi sorununu çözdüler? Çıksın desinler ki bir sorun, şu sorun vardı biz çözdük. Her sorunu büyüttüler, hiçbir sorunu da çözmediler değerli arkadaşlarım.
Özelleştirme ne getirdi? Bakın İDO’yu da kapatacağız diyorlar, belki yüzlerce işçi kapının önüne konulacak. Özelleştirme budur. O nedenle diyoruz, AK Parti demek enflasyon demektir, AK Parti demek yolsuzluk demektir, AK Parti demek işsizlik demektir, AK Parti demek hayat pahalılığı demektir, AK Parti budur, geldiğimiz nokta bu.
Şeker fabrikalarına bakın, şeker fabrikalarını özelleştirdiler, et kombinalarını kapattılar, çimento fabrikalarını özeleştiriler, kağıt fabrikalarını özelleştirdiler, Telekom’u sattılar, bankaları sattılar, Bitlis’in sigara fabrikasını sattılar, Adıyaman’ın tütününü yok ettiler, Bitlis’in tütününü yok ettiler. Ne oldu? Şimdi oradakiler geliyorlar, acaba büyük kentlerde işimiz olur mu gücümüz olur mu, bir şey bulabilir miyiz diye. Sattınız fabrikaları, bankaları sattınız, arsaları sattınız, arazileri sattınız, bir tek fabrika yaptınız mı Allah rızası için, bir tek fabrika yaptınız mı? Ne yaptılar? Ben size söyleyeyim, özelleştirme yaparak hapishane yapan dünyadaki tek hükümet bu. Evet, bir daha söylüyorum, özelleştirme yaparak, yani fabrikaları satarak hapishane yapan dünyadaki tek iktidar Türkiye’de ve bununla da övünüyorlar, “Size modern hapishaneler yapıyoruz” diyorlar. Bunu yapıyorlar değerli arkadaşlarım.
Enflasyon aldı başını gidiyor, enflasyonla mücadele yerine şimdi esnafla mücadele ediyorlar. Vay efendim esnaf pahalı satıyor. Zabıtayı gönderiyor, valileri gönderiyor, kaymakamları gönderiyor, esnafa ceza kesin. Esnaf sattığının yerine yenisini alamıyor. Esnaf kardeşime de sesleniyorum. Eğer Türkiye’nin gerçeklerini görüyorsan, eğer canın yanıyorsa önümüzde seçimler var, bir ders verme imkânı var, o dersi vereceksin kardeşim. Ankara’da Ostim’e gidelim. Ankara’da gidelim Siteler’e veya İnegöl’e gidelim, mobilya sektöründe bizim gözbebeğimiz İnegöl oraya gidelim veya İstanbul’da Kapalıçarşı’ya gidelim. Eskiden dükkânların hava parası bile bir servetti. Şimdi yok ortada. Nereye gitti bunlar? Kan ağlıyor diyorlar. Kapalıçarşı’daki esnafa da, Siteler’deki esnafa da, İnegöl’e de, Ostim’deki sanayicilere ve KOBİ’lere de sesleniyorum: Sen gerçekten de onurunla haysiyetinle üretmek çalışmak üretmek işçi istihdam etmek istiyorsan; yönünü halktan yana, üretimden yana, Cumhuriyet Halk Partisinden yana döneceksin kardeşim, bu işin kurtuluşu yoktur.
Gazetelere yansıdı, belki bazı vatandaşlarımız bilmeyebilirler. İsrafta ve yolsuzlukta tam gaz gidiyorlar, tam gaz! Hiçbir şekilde israf mı oldu, israf haram mıdır? Bunlara hiç bakmıyorlar, ne bulurlarsa yiyorlar. Kara delik gibi oldu maşallah, ne bulursa götürüyorlar. Bakın bir örnek, çok basit bir örnek, hafızalarda kalsın diye. Normalde bir otomobil kilometre başına 4-5 lira benzin yakar değil mi, 4 lira ya da 5 liralık benzin yakar kilometrede. Bunların belediyelerindeki bir otomobil ise, 4 lira 5 lira değil kilometre, kilometrede 63 liralık mazot yakıyor. Peki, aradaki para nereye gidiyor, kim cukkalıyor bu paraları? Din diyorlar, iman diyorlar, ahlak diyorlar, Allah aşkına bunu yapanlarda din iman ahlak var mı? Kul hakkı yemek ne zamandan beri din iman ahlak oldu?
İşsizlik rakamları da açıklandı, üretmezseniz işsizlik olur. Üreteceksiniz ki istihdam yaratacaksınız. Fabrika kuracaksınız ki istihdam yaratacaksınız. Çiftçi ekecek biçecek ki istihdam yaratılsın. Fabrikaların tek tek kapılarına kilitler vurulmaya başlandı, ama henüz yolun başındayız. Daha yolun başındayız, daha reel sektöre tam yansımadı. Göreceksiniz, önümüzdeki günlerde çok daha ağır tablolarla karşı karşıya kalacağız. 2004 yılında üniversite mezunu 308 bin işçisizimiz vardı. Şimdi 2018 Ağustos ayı itibariyle üniversite mezunu işsiz sayımız 1 milyon 110 bin. Şimdi anne ve babalar şunu soruyorlar tabii. Çocuğu gönderdik, üniversiteye gönderdik, boğazımızdan kestik, yemedik yedirdik, içirdik. Bu çocuk üniversiteyi bitirsin iş güç sahibi olsun. Niçin? Benden daha iyi bir hayat standardı yakalasın diye, ama hepsi işsiz. 1 milyon 110 bin üniversiteli gencimiz işsiz. Yarın çıkıp millete şunu derlerse hiç unutmayın ve şaşırmayın, “Efendim bizim ülkemizde biz bütün işsizleri üniversite mezunu yaptık, bununla da gurur duyuyoruz” derlerse hiç şaşırmayın, bunu da diyebilirler.
Ama saray ve çevresinde işsizlik yok, bakın orada işsizlik yok. Orada sofralar tam takır her şey var, efuliden tut ejder meyvesine kadar. Hiç kimsenin çocuğu da işsiz değil, herkesin bir eli yağda bir eli balda. Etrafa bakıyorlar, etrafta herkesin durumu iyi. Sonra soruyorlar birbirlerine, bu Kılıçdaroğlu işsizlik diyor, nereden çıkarıyor bu adam işsizliği. Bak etrafımıza bakıyoruz, herkesin işi var gücü var, herkesin karnı tok, az et yiyin diye biz ayrıca uyarıyor Bakanımız, diyetisyenler de az et yiyin diye uyarıyorlar, nereden çıkarıyor bunlar? Et yok, süt yok, yemek yok, aş yok, iş yok diye neren çıkarıyor bunlar? Çünkü onlar halktan koptular, halkın nerede olduğunu bilmiyorlar bile, halkın gelir düzeyini de bilmiyorlar.
Değerli arkadaşlarım, işsizliğin geldiği boyutları anlatmak için birkaç örnek vereceğim. 16 Kasım Sivas’ta gencecik fidan gibi birisi intihar etmeye kalkıyor. Uzun uğraşlar sonucu intihardan vazgeçirdiler. Bu gencin söylediği şu: “İşsizim, bir adam evine ekmek götüremez mi? Evime ekmek götüremediğim için intihar etmek istedim. İki çocuğum var ve okuyorlar. Ben iki gün eve gitmedim, şimdi de zorumdan ağladım. Evine ekmek götürmeyen adamdan ne çıkar, ben boşa yaşıyorum” diyor.
Değerli arkadaşlarım, bunu kime anlatacaksınız? İktidar sahipleri bunu duyuyor mu? Meclisin kapısına gelip kendisini yakanı duyuyor mu acaba? İki çocuğum var diyor, iki gün eve gitmedim diyor, iki çocuğum okula gidiyor diyor, evime ekmek götüremiyorum diyor, ben boşuna yaşıyorum diyor. İktidar sahipleri bunu düşünüyor mu? Bu işsizin derdini düşünüyor mu? Emin olun düşünmüyorlar, emin olun haberleri dahi yok, emin olun gazetelere kızıyorlar neden bunları yazıyorsunuz diye. Belki sansür uyguluyorlar, bunları televizyonlarda göstermiyorlar.
Değerli arkadaşlarım, daha geçen gün Mecliste Halkla İlişkiler binasının üstüne çatıya birisi çıktı, intihar edeceğim diyor, işsizim diyor. Nerede? Mecliste. Zor bela ikna ediliyor, yakalanıyor ve intihar etmesi engelleniyor. Şöyle diyor: “Ben geberecek miyim?” diyor, “yeter artık yahu” diyor, “ben fakirim siz zenginsizin diye böyle bir şey var mı?” İşinden çıkarılan birisi. Bir AK Parti milletvekili, “intihar etme sana 10 bin lira para vereceğim” diyor. Bu bir insanın onuruyla oynamaktır. O adam dilenci değil, dilenmiyor o, iş istiyor iş! Alın teriyle kazanmak istiyorum diyor.
İnsanın cebinde para varken dik yürür, insanın cebinde para varken kimseye boyun eğmez. Ekonomik gücü vardır, tıpkı ülkeler gibi. Ülkeler zenginse, onurludurlar, gururludurlar, kimseye boyun eğmezler; çünkü onlar üretirler. Cebinde para olan birisi de öyledir, güçlüdür, kararlıdır, dik yürür, onurlu yürür. Fakir gördüğü zaman yaklaşır, derdini dinler.
Değerli arkadaşlar, şimdi öyle bir hale getirdiler ki vatandaşı, bırakın dik yürümeyi yolunu değiştiriyor. Bakın bir örnek daha, Bursa’dan vereceğim, bu da iş dünyasından. Sosyal medyada yayınladı, kendisi yayınladı, kendi görüntüleri, bir tekstilci! Diyor ki, “İşler gün geçtikçe geriye gitmeye başlayınca 10 kişiden 8 kişiye düştük, yani diğerlerinin işine son verdik. En son krize dayanamayıp kapatmak zorunda kaldık. Yani bütün işçileri çıkardım diyor. Bütün elemanlarımı üzülerek çıkarmak zorunda kaldım. Şu an sıkıntılı bir durumdayım. Buradan Cumhurbaşkanına, devlet büyüklerine sesleniyorum, bize yardımcı olun, gerçekten zor durumdayız. Eve ekmek bekleyen eşim ve çocuğum var.” Bunu bir işveren söylüyor, bir işçi değil. “Suriyelilerin kendi dükkânlarında vergi levhaları yok, bunları denetleyen dahi yok. Biz burada her işimizi resmi olarak yaparken, işin içinden çıkamadık. Sonunda kapatmak zorunda kaldık, Suriyeliler ise kayıt dışı, hiçbir şekilde denetlenmiyor. Çünkü rekabet edemiyoruz. Çalışan elemanların tazminatını ödedim, daha sonra kenarda üç-beş birikimim vardı, onu da elektrik su ve kiraya verdim. Şu an cebimde sadece bir aylık kiram kaldı, onu da yatırınca ne yapacağım bilmiyorum. Yer sahibi çık derse, bu dört-beş tonluk makineleri alıp götürme şansım yok diye imkânsızlığını anlatıyor. Ve şöyle devam ediyor: Evime gidiyorum 4 yaşında bir oğlum var, babası geldi diye benimle oynamak istiyor. Ama ben oynayamıyorum diyor, çocuğumla oynayamıyorum. Dertliyim diyor, evi nasıl geçindireceğim”, o çocuğun geleceğini düşünüyor. Geldiğimiz nokta budur değerli arkadaşlarım.
Suriyelilerden şikâyet ediyor. Sevgili kardeşim, sen vergi verirsin, vergi levhası asarsın, dükkânın denetlenir, yeri gelir işçiye ücreti ödersin, bankadan kredi çekersin, her türlü zorluğa katlanırsın. Suriyeli kardeşlerimiz vergi vermez, vergi levhası asmaz, kayıt dışı çalışır, hastaneye gittiğinde para ödemez, herhangi bir derdi varsa da derde derhal hükümet koşar her türlü sorununu çözer, seni ise açlığa ve yoksulluğa mahkum eder. Sen bunu bileceksin kardeşim.
Üç soru sormuştum, cevabını bekliyorum. Eğer cevap vermezlerse, her ortamda, her grup toplantısında bu soruları soracağım. Bir, Cemal Kaşıkçı Türkiye’de öldürüldü, ses kayıtları elindeydi, katilleri niçin serbest bıraktın? Bunun cevabını bekliyorum, katilleri niye serbest bıraktın? Bunun cevabını bekliyoruz. Hangi gerekçeyle serbest bıraktın, kim sana talimat verdi serbest bıraktın, kimin talimatını yerine getirin?
İkincisi şu: 3 Ağustos 2018’de bir toplantı yaptılar, 100 günü açıkladılar. 100 gün içinde birçok taahhütte bulundular. Benim dikkatimi çeken bir numaralı taahhüt, hiçbir emeklinin aylığı 1000 liranın altında olmayacak, bunu 100 günde yapacağız dediler. 100 gün geçti, geçen hafta sordum, ne oldu bu 1000 lira, niye yapmıyorsunuz? Kim engel, kim size talimat verdi? Hani verdiğiniz sözü tutuyordunuz? Emekliler size sesleniyorum, ben sizin 1000 liranın altında aylık aldığınızı biliyorum, sizin sorununuzun takipçisi olacağım, 1000 lira en düşük emekli aylığı sağlanıncaya kadar da ben ve milletvekili arkadaşlarım parlamentoda gerekli mücadeleyi vereceğiz.
Üç, 15 Temmuz şehit yakınları ve gazileri için para toplanmıştı. Bu paranın miktarı ne kadar, bu parayı kime ödediniz, bu para nerede? Şehit yakınlarının hakkını biz savunuyoruz, gazilerin hakkını biz savunuyoruz. Bu parayı ne yaptınız, nerede bu para? Yoksa onu da mı götürdünüz? Eğer onu da götürdüyseniz, sizin yatacak yeriniz yoktur; ne bu dünyada, ne de öbür dünyada.
Hepinize saygılar sunuyorum.
23.11.2024
23.11.2024
23.11.2024
22.11.2024