20.10.2020
20.10.2020
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
Değerli milletvekilleri, televizyonları başında bizleri izleyen saygıdeğer vatandaşlarıma, radyolarından, sosyal medya hesaplarından bizleri dinleyen saygıdeğer vatandaşlarıma en içten sevgilerimi, saygılarımı, hürmetlerimi sunuyorum.
Değerli arkadaşlarım; az önce bir gazeteciyi ve de medya dünyasının bir duayenini sonsuzluğa uğurladık. Bekir Coşkun… Kalemini satmayan yiğit bir gazeteci. Düşündüğünü bir şiir tadında yazan bir gazeteci. Belli çevreleri ürküten bir gazeteci. Adaletten, haktan, hukuktan yana olan bir gazeteci. Sadece insan haklarını değil, canlı olan her şeyin hakkını ve hukukunu savunan bir gazeteci. Ağacı, kuşu, kediyi, köpeği; her şeyin korunması gerektiğini söyleyen bir gazeteci. Urfa'dan İstanbul'a, Ankara'ya yolculuğu güzel bir yolculuktur aslında. Urfa'nın kültürünü asla unutmayan bir gazeteci. Son yazısında Urfa'nın hoyratına benzer bir dörtlüğü vardı, şöyle diyordu:
"Yazı bilmem
Yazarım yazı bilmem.
Bu yaz böyle geçti
Gelecek yazı bilmem…"
Evet, bu yazı böyle geçirdi ama gelecek yazı bilemedi. Bu hoyrat tadında bir yazı. Bu yazı aslında Urfa'nın hoyratının ne olduğunu da bize söylüyor, bize anlatıyor. Harran Ovası'na giderken, o güzel Urfa'nın hoyratlarını dinleyip, söyleyip, duygulanmamak mümkün değil. Bu yazıyı okuduktan sonra internette "Urfa'nın Hoyratları" diye girdim. Orada 1930'lardan bir ses, bu da şöyle diyor:
"Leyla'sı var, Leyla'sı var; Mecnun'un Leyla'sı var.
Böyle mecnun gezenin, vallahi elbette bir de Leyla'sı var."
Tekrar dönersek;
“Yazı bilmem
Yazarım yazı bilmem
Bu yaz böyle geçti
Gelecek yazı bilmem…”
Kendisini sonsuzluğa uğurladık. Allah rahmet eylesin diyoruz. Yakınlarının, basın camiasının başı sağ olsun diyoruz. Elbette ki yazmadı ama bütün yazdıkları bir miras olarak medya dünyasına da, bize de, gelecek kuşaklara da kaldı. Dolayısıyla onun beklentilerini yaşatmak hepimizin ortak görevi.
Değerli arkadaşlarım; pazar günü Kıbrıs'ta seçimler yapıldı. İki aday vardı: Sayın Ersin Tatar ve Sayın Mustafa Akıncı yarıştılar. Demokratik bir yarış gerçekleşti ve Sayın Ersin Tatar cumhurbaşkanlığına seçildi. Kendisini hem Twitter üzerinden kutladım, hem doğrudan telefon açıp kutladım. Dolayısıyla kendisinin başarılarının sürekli olması hepimizin ortak arzusu. Kendisini kutluyoruz ve umuyoruz ve diliyoruz, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınması konusunda çok daha geniş bir çabayı, çok daha köklü bir çabayı hayata geçirir. Elbette ki Kıbrıs'a barışın ve demokrasinin gelmesini sağlayan kişi rahmetli Bülent Ecevit, bu vesileyle Ecevit'i de saygıyla, sevgiyle, hürmetle anmak hepimizin ortak görevi.
Seçimle gelen ama adı sanı çok fazla dillendirilmeyen bir grubumuz var: Muhtarlar. Dün 19 Ekim Dünya Muhtarlar Günü’ydü. Diğer siyasiler muhtarlarla ilgili çok fazla bir şey söylemezler. Çünkü söyleyecekleri çok fazla bir şey de yok. Ama biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, demokrasiyi savunan bir siyasi gelenekten geldiğimize göre, demokrasiyi her yerde ve her ortamda savunduğumuza göre, muhtarların da hakkını ve hukukunu savunmak bizim görevimiz oluyor. Muhtarlarla yaptığım bütün toplantılarda, muhtar kardeşlerime söyledim, “bakın 82 kanunda 354 madde muhtarlarla ilgili" dedim. Hiçbir muhtar bunları bilmez. Ben de bilmem, hiçbir siyasetçi de bilmez. Neden muhtarlar için tek, özgün bir kanun çıkarılmadı; bütün hakları, yetkileri neden çıkarılmaz? Söyleyen ilk şey “genel başkanım, muhtarlar için bir kanun çıkmalı”. Biz bununla ilgili bir çalışma da yaptık. Çalışmamız da hazır. Eğer diğer siyasi partiler de, evet bu muhtarların hakkını, hukukunu gelin özel bir yasa düzenleyelim ve bu özel yasada yer alsın derse, çalışmamız hazır. Belediye başkanlarının var, milletvekillerinin var. Niye muhtarların yok?
Üstelik muhtarlar gerçek anlamda demokrasiyi temsil eden kesim. Hiçbir siyasi partiye üye değil, adıyla çıkıyor, sanıyla çıkıyor. Mahallenin önüne, köyün önüne çıkıyor adam, “şunları yapacağım" diyor, "bana oy verin" diyor ve oy alıyor, geliyor, koltuğuna oturuyor. Ama muhtarlığı sanki ikinci sınıf bir demokrasiymiş gibi görüp, sorunların üzerinde fazla durmuyoruz. Muhtarlık seçimleri birinci sınıf demokrasidir birinci sınıf; kendisi çıkar, kendi propagandasını yapar, kazanır ve gelir koltuğuna oturur.
Aynı zamanda muhtarlarla ilgili olarak bir bütçenin de olması gerekir. Muhtarın niye bütçesi yok? Bunu da söyledim, bütün muhtar kardeşlerime de söylüyorum: “Gördüğün her siyasiye söyle. Neden bizim bütçemiz yok kardeşim? Belediyenin bütçesi var. Başkan seçimle geliyor, muhtar da seçimle geliyor. Hizmetse, ben de hizmet ediyorum…”
Sosyal yardımlar politik olarak dağıtılacağına, sosyal yardımların muhtarlar eliyle dağıtılması lazım. Niçin? Bir mahallede, bir köyde kimin yoksul olup olmadığını, kimin ihtiyaç sahibi olup olmadığını en iyi kim bilir? Muhtar bilir. Niye devre dışı tutuyorlar?
Yine aynı şekilde değerli arkadaşlarım; muhtar tek başındadır. Mahalle muhtarı bir yere gittiği zaman muhtarlığı kapatmak zorundadır. Oysa muhtar olmadığı zaman bürokratik işlerini yapabilmesi için bir kişinin görevlendirilmesi lazım. Bizim bazı belediyelerimiz bu görevlendirmeleri yapıyorlar ama bunun yasal anlamda gerçekleşmesi lazım.
Değerli arkadaşlarım; bu vesileyle ben bütün muhtar kardeşlerime sesleniyorum. Sizin hakkınızı, hukukunuzu savunacak olan tek parti var. O partinin adı da Cumhuriyet Halk Partisi, bunu bilmenizi isterim.
Hatay'da biliyorsunuz büyük bir orman yangını çıktı. Hepimizin kaygıyla, kuşkuyla izlediği, sonucu ne olacak diye izlediği bir yangındı. Hatay Büyükşehir Belediyemize hepimizin teşekkür borcu var. Siyasi iktidarın da Hatay Büyükşehir Belediyesi’ne teşekkürü borcu var. Yangın çıktığı andan itibaren İtfaiye Daire Başkanlığı 42 arazöz, 320 personel; Fen İşleri Daire Başkanlığı 22 iş makinası, 44 personel; HATSU 6 su tankeri, 8 personel; Park Bahçe ve Yeşil Alanlar Daire Başkanlığı 4 su tankeri, 11 personel; destek hizmetleri 13 tanker, 2 bakım aracı, 12 personel; toplam 79 araç, 395 personelle Hatay Büyükşehir Belediyesi orman yangını söndürmeye çalıştı. Girilmesi zor olan yerlere girdiler, emek harcadılar. 24 saat çalıştılar, 24 saat. Belediye Başkanımız anında bütün gelişmelere dikkat etti. Ayrıca Mersin Büyükşehir Belediye Başkanına teşekkür etmeliyiz. Adana Büyükşehir Belediye Başkanına teşekkür etmeliyiz. Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanına teşekkür etmeliyiz. Osmaniye ve Kahramanmaraş Büyükşehir Belediye Başkanı’na da orman yangınının söndürülmesine katkı verdikleri için teşekkür etmeliyiz.
Bakın bir ayrım yapıyor muyuz? Yapmıyoruz. Niçin? Çünkü biz Cumhuriyet Halk Partisiyiz. Belediye bizden olur veya olmaz ama yangının söndürülmesinde Hatay Büyükşehir Belediyesi’ne katkı veriyorsa, ona teşekkür etmek her şeyden önce bir insanlık görevidir.
Artı, yangın söndürüldükten sonra da iyileştirme çalışmaları yapılıyor. Hasar tespiti için 25 personel görev yaptı. 50 aileye maddi yardım, gıda yardımı yapıldı. Çünkü evleri yandı, pek çok sıkıntıya girdiler. Aynı zamanda pek çok yerde 16 kilometrelik bir yol var. O yolun yapılması lazım. Onun çalışmalarına başladılar. 510 metrelik bir içme suyu isale hattı yangı dolayısıyla zarar görmüştü. O da süratle yapıldı. Ayrıca 28 haneye, 299 bin 500 lira da yardım yapıldı. Dolayısıyla Hatay Büyükşehir Belediye Başkanımıza ve ekibine, kadrosuna yürekten teşekkür ediyoruz. Ağacı, ağaçları, ormanları korudukları için, Hataylıları korudukları için, yeşili korudukları için onlara yürekten teşekkür ediyoruz.
Değerli arkadaşlarım; fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür kuşaklar... Fikri hür olacak, sınırlanmayacak. İrfanı hür olacak; bilecek, tartışacak, ölçecek, erdemli bir kişi olacak. Vicdanı hür olacak; haksızlık karşısında itiraz edecek. Mustafa Kemal'in istediği gençlik budur ve bu çerçevede genç kuşaklar yetiştirilmiştir. Bu çerçevede Nobel ödülleri alınmıştır. Bu çerçevede sanatımız, kültürümüz gelişmiştir. Bu çerçevede bazı üniversitelerimiz dünyada söz sahibi olmuştur. Bu çerçevede yetişen kuşaklar, sanat ve kültür alanında dünyanın pek çok yerinde söz sahibi olmuşlardır. Yazarlarımızın kitapları, dünyanın neredeyse bütün ülkelerinin dillerine çevrilmiştir. Bazı yazarlarımız çok daha nitelikli eserler ortaya koymuşlardır.
Erdoğan geçen gün şöyle bir ifade kullandı: "Fikri iktidarımızı hâlâ tesis edemedik…" Sayın Erdoğan, senin fikrin ortaçağ fikri bile değil. Orta Çağ fikri farklıdır, sen ondan bile geridesin. "Fikri iktidarımıza hâlâ tesis edemedik..."
Fikri iktidarda; ahlak lazım, erdem lazım, bilgi lazım, istişare lazım, danışmak lazım, fikri iktidar budur. Bir kişinin fikrinden söz etmiyoruz; binlercenin, milyonların fikrinden söz ediyoruz. Kendi iktidarını korumak için “nasıl olur da 83 milyon benim söylediğimi tekrar eder? 83 milyon benim söylediğimi tekrar ederse ve 83 milyonun çocukları okula gidip,18 yaşına geldiğinde bunların tamamı bana oy verirse fikri iktidar gerçekleşmiş olur” diyor. Ona göre öyle. Böyle bir dünya yok, Orta Çağ'da bile yoktu.
Bilgiye bakın Allah aşkına, kültüre bakın siz, düşünceye bakın siz! Şimdi eğitimden, reformdan söz ediyor. "Eğitime, reforma ihtiyacımız var" diyor. Ya 4+4+4 sistemini getiren sen değil miydin? Her bakan eğitimi değiştirdi. Her bakan geldiğinde yeni bir reform yaptı. Ne oldu sonuç, ne oldu? Gerçekten anlamak çok zor, gerçekten. Düşlediği eğitim sistemini, düşlediği fikri iktidarı gerçekleştirme şansı kocaman bir sıfırdır arkadaşlar ama haberi bile yoktur. Kocaman bir sıfırdır. Eğer fikri hür insan istiyorsak zaten gerçekleşmeyecek, irfanı hür istiyorsak zaten gerçekleşmeyecek, vicdanı hür istiyorsan zaten gerçekleşmeyecek. Hürriyete karşı olan birisinin, fikri hür insan istediğini duydunuz mu? Vicdanı hür insan istediğini duydunuz mu? Hürriyete karşısın sen!
Eğitimde ne yapılmalı? Çıktık, söyledik. Eğer bu ülkede eğitimde bir şey yapmak istiyorsan, benim söylediklerimi dinleyeceksin arkadaş, benim söylediklerimi dinleyeceksin. Ben sana söylüyorum: Neden bu ülkede 3 milyon 37 bin öğrenci internete giremiyor. 3 milyon 37 bin öğrenci internete giremiyor. Niçin? Türk Telekom'u götürdün Hariri Ailesine peşkeş çektin. İnternete yatırım yapmadılar. Ne yaptılar? Kâr elde ettiler. Sonra ne oldu? Borçları ödemeye gelince "ben borç ödemiyorum" dedi. Sen bunun ne olduğunu biliyor musun? 3 milyon 37 bin öğrenci internete giremiyorsa bunun sorumluluğu kimde?
"İhtiyaç sahibi ailelere ve öğretmenlerimize ücretsiz bilgisayar verilsin" dedim. Doğru mu, doğru. İhtiyaç sahibi aile, bilgisayar alamıyor çocuğuna. Söz verdin sen, Fatih Projesiyle bütün öğretmenlere bilgisayar verecektin. Ne oldu bu paralar? Nereye gitti bu paralar? Ahkam kesiyor bir de! İnsanda biraz sıkılma olur, emin olun biraz sıkılma olur yahu! Nereye gitti bu paralar, niye vermiyorsun bunlara?“Para yok…” Para var efendim para var; tonlarca para var ama öğretmene yok, ama ihtiyaç sahibi aileye yok.
“Düşük gelirlilere ve bütün öğretmenlere internet parasız olsun” dedik. İnternet artık su gibi, hava gibi, her evde olması lazım, parasız yapacaksın bunu. Bunları dinlemiyor beyefendi, "Fikri iktidarımızı hâlâ tesis edemedik" diyor. Daha çok beklersin. O gençler "2023" diyorsan, 2023'te sandığa gelecekler, kimden hesap soracaklarını hep beraber göreceğiz. O çocuklara nasıl bir Türkiye bıraktığını hep beraber göreceğiz. Onların haklarını ve hukukunu nasıl yediğini o çocuklar bilmiyorlar mı? Senden de iyi biliyorlar, benden de iyi biliyorlar.
"Para yok" diyorlar. Tefecilere para var. Dünyanın parası var tefecilere. Bakınız fikri iktidarında öğretmene para yok, öğrenciye para yok, çiftçiye para yok, esnafa para yok, sanayiciye para yok, işsize para yok, hiç kimseye para yok, ama tefeciye gelince dünyanın parası var. 17 yıldır iktidarlar, 18’inci yıla girdiler. 489 milyar dolar -Türk Lirası değil- 489 milyar dolar tefecilere faiz ödediler. 489 milyar dolar. Şimdi küçük esnaf diyebilir ki; "bu rakam nedir Allah aşkına? 489 milyar dolar ne anlama geliyor?" Söyleyeyim, 464 Osmangazi Köprüsü demek. Yani Edirne'den Hakkari'ye 464 Osmangazi Köprüsü yapabilirdi. Nereye gitti bu para? Çiftçiye mi, esnafa mı, emekliye mi, işsize mi? Nereye gitti, üreticiye mi? Tefeciye gitti.
Beylerin fikri iktidarında tefeciye hizmet etmek vardır. Bizim fikri iktidarımızda böyle bir şey yoktur; alın teri değerlidir, emek değer değildir, ücret değerlidir, kalkınmak değerlidir, bilgi değerlidir, ahlak değerlidir, adalet değerlidir.
4 bin şehir hastanesi yapılabilirdi, övünüyor ya, bu tefecilere bu parayı ödemeyip de "ben şehir hastaneleri yapacağım" dese, 4 bin tane şehir hastanesi yapıyor. Türkiye'nin her sokağına neredeyse bir şehri hastanesi yapabiliyorsun.
Bu tefecilere ödenen parayla Türkiye'deki bütün ihtiyaç sahiplerine ev yapabilirdiniz. Ödenen paranın büyüklüğüne bakın.
Bu pandemi süreci oldu, tefecilere ödenen parayı hazinede olduğunu düşünelim; her bir vatandaş için bu para dağıtılsaydı, her bir vatandaş için-hani şu meşhur vatandaş diyor ya, Vali "beni nasıl tanınmazsın" diyor, "o zaman dükkanını kapatın" diyor-o vatandaş da dahil olmak üzere, her bir vatandaşa 48 bin 732 lira para ödenebilirdi. Her bir vatandaşa, 83 milyonun her birisine 48 bin 732 lira para ödenebilirdi.
Peki aile olursa? Aile başına 165 bin 689 lira para ödenirdi. Nereye gitti bu paralar? Tefeciye gitti. Tefeciye hizmet eden kim? Erdoğan, damadı, saray ve şürekasıyla onların beslemeleri. Peki tefeciye hizmet değil de halka hizmeti götürün diyen kim? O da biziz!
Geldiğimiz nokta ne? Geldiğimiz nokta, askıda ekmek! Projeye bakın Allah aşkına, ne proje ama? Askıda ekmek projesi... Çağ açan bir proje. Bizim fakirliğimizi, bu iktidarın bizi getirdiği 18 yılın sonundaki rezilliği bundan daha iyi dünyaya anlatamazsınız. O nedenle Sayın Bahçeli'ye yürekten teşekkür eriyorum. Ya kuru soğana mahkûm ettiniz! Ekmek... 21’inci yüzyıldan söz ediyorum ben. Şu geldiğimiz hale bakın Allah aşkına! Neden bu hale geldik?
83 milyon bir avuç tefeciye hizmet eder hale geldi. Beyler tefecilere milyar dolarları yağdırırken, işinden olan adama diyorlar ki: "Sana ayda bin 168 lira vereceğim, günde ediyor 39 lira. Krallar gibi yaşayacaksın.” Bunlarda vicdan var mı Allah aşkına? Açlık sınırı 2 bin 448 lira. Milyonlar, açlık sınırının altında gelir elde ediyor.
Çubuk'tan bir kadın arıyor, bizim sosyal yardım yapan ekibimizi arıyor. Şöyle diyor: "Çubuk'tan arıyorum. Çok zorda kalmasam aramazdım. Bugün iki aylık kızımı doktora götürdük. Aile Sağlık Merkezinden çocuğumun doğduğundan bugüne kadar hiç gelişemediğini, böyle giderse Çocuk Esirgeme Kurumuna almak zorunda kalacaklarını söylediler. Çocuğumu yalnızca şekerli su ile besleyebiliyorum. Evde yiyecek olmadığı için annesi olarak ben de çoğu zaman açım ve bu nedenle sütüm kesildi. Lütfen yardım edin." 21’inci yüzyılın bir çığlığıdır arkadaşlar. Bu çığlığın sonu askıda ekmektir. Bir anne için çocuğunun ne kadar değerli olduğunu biliyoruz zaten. Kendi çocuğunu besleyemeyen, utanarak biraz da telefon açan, "mecbur kalmasaydım, aramazdım" diyen… Evet, yardım ettik; mamalar aldık, şunu aldık, bunu aldık vesaire ama bu bize ulaşan bir kişi, böyle milyonlar var arkadaşlar. Saraydaki zevat ve onun beslemeleri bunu bilir mi? Asla bilmezler. Onların halkla bir ilgisi yoktur, vatandaşla bir ilgisi yoktur, çiftçiyle, emeklilerle, esnafla, emeklilikte yaşa takılanlarla, muhtarlarla hiçbir ilgileri yoktur onların. Onlar saray gözlüğünden bakıyorlar dünyaya, tozpembe görüyorlar. 18 yıldır iktidardalar; İstanbul'daki toplantıda söylemiştim, bir daha ifade edeyim: Öyle bir genç kuşak yetiştirdiler ki, geleceği Türkiye'de değil, geleceği yurtdışında arayan bir kuşak. Anket yapıyorlar, ilk anket Mayıs 2020, gençlik araştırması, soru şu: “İmkanınız olsa yurt dışına yerleşip orada yaşamak ister misiniz?” Soru bu. Bu soruya verilen yanıtlar, Türkiye geneli: Yüzde 62, 5 “evet imkanımız olsa yurtdışında yaşardık”. Gençler diyor bunu. Peki, Ak Partili gençlerin oranı ne kadar? Yüzde 47,3. Ak Partili gençlerin yüzde 47,3'ü de "imkanımız olsa biz yurtdışına giderdik" diyor. Bu tablonun sorumlusu kim? 20 Eylül'de yapılan bir anket, gençlik araştırması yine, soru çok daha net sorulmuş: “Size kalıcı olarak başka bir ülke vatandaşlığı verilirse, Türkiye'yi terk edip o ülkeye yerleşmeyi düşünür müsünüz?” Yüzde 64 "evet, terk eder giderim" diyor. Yüzde 64. Yüzde 14 "hayır ülkemde kalırım" diyor. Yüzde 22 kararsız, cevap veremiyor. Böyle bir gençlik yetiştirdiler. "Beka sorunu, beka sorunu" diyoruz değil mi? Bundan daha büyük beka sorunu olur mu? Bizim yetiştirdiğimiz evlatlarımız, geleceklerini yurtdışında arıyorlar. Kimin sayesinde? Erdoğan'ın ve beslenmelerinin sayesinde arıyorlar.
Eğitim sisteminden söz ediyorum. Hangi eğitimden söz ediyorsun sen? Üniversiteyi bitirmiş, taşı sıksa suyunu çıkaracak; aylardır, yıllardır işsiz. Bunlarda ahlak var mı Allah aşkına? Ben konuşunca rahatsız oluyorlar. Zaten siz rahatsız olun diye, önlem alın diye konuşuyorum. Değerli arkadaşlarım Türkiye'yi bu hale getirdiler 18 yılda. 18 yılda, Türkiye'nin hem bugünü, hem geleceği olan umut beslediğimiz gençler eğer geleceklerini yurtdışında arar noktaya geldilerse, sorumlusu kim? Bu soruyu herkes kendisine soracak. Esnaf da soracak, çiftçi de soracak, emekli de soracak, genç de soracak. 18 yıldır bu ülkede yaşayan 83 milyonun burnundan getirdiniz!
Öyle bir noktaya gidiyoruz ki, sadece kendi ülkemizin içinde değil, dışarıda da sorunumuz var. Komşu kalmadı, tamam anladık. Şimdi bir kampanya çıktı. "Türkiye'de sanayicinin ürettiğini almayacağım" diyor Suudi Arabistan, dosttuk, bayrakları bile yarıya indirdik. Açıklama yapıyor Suudi Arabistan Ticaret Odası Başkanı: "Net bir şekilde söylüyorum. Yatırıma hayır, ithalata hayır, turizme hayır. Biz vatandaşlar ve iş adamlarının Türk olan hiçbir şeyle işimiz olmayacak." diyor. Merak ediyorum, bu dili bir karış dışarıda gezen vatandaş çıkıp Suudi Arabistan'la ilgili bir şey söyledi mi? "Haksızlık yapıyorsunuz" dedi mi? İlişkiler niye bu kadar kötüleşti diye bir arayışa girdi mi? Korkudan bir şey söyleyemiyor.
Arkadaşlar bunlar İstanbul'un ortasında, göbeğinde adamı doğradılar, konsoloslukta adamı doğradılar, ceset dahil hepsini aldılar, uçaklarına bindiler ve gittiler. Ne oldu? Bir şey söyleyemediler. Cezayı kim çekiyor? Erdoğan çekse tamam deriz, cezasını çekiyor. Bu ülkenin sanayicisinin ne günahı var? Üreticisinin ne günahı var? Senin izlediğin politika yüzünden fatura ona çıkıyor, onun malı alınmıyor. Bütün bunlara rağmen 23 Eylül'de "Suudi Arabistan Milli Günü kutlu olsun" diye de havaalanlarına afiş asıyorlar. Şu kişiliksizliğe bakın Allah aşkına! Devlet bunların elinde kalmış. Devleti yönetemiyorlar.
Bir de diyor ki: "Biz kabile devleti miyiz erken seçime gideceğiz" diyor. Kabile devletinin ne olduğunu da bilmiyor. Kabile devletinde bir kabile reisi vardır. Kabilede bir gelenek vardır, örf vardır; o gelenek yıllar içinde süzülmüştür ve herkes o geleneğe itibar eder. Kabile reisi bir şey söylerken önce oturup kabilenin aksakallılarıyla bir araya gelirler ne söyleyelim diye. Sorun çıktığı zaman gidilir, bakılır. Sen Kızılderili kabile reisinin dünya siyaset tarihine giren açıklamalarını acaba okudun mu? Bütün dünyanın saygı gösterdiği o açıklamaları acaba okudun mu? Yahu biz kabile devletinden daha da gerideyiz, adam bunun farkında değil! Gelenek kaldı mı? Hayır. Görenek kaldı mı? Hayır. Anayasa kaldı mı? Hayır. Adalet kaldı mı? Hayır. "Kabile devleti" diyor. Keşke kabile devleti konumunda olsaydık şu anda; hiç değilse bir oturup bir düşünürdük, tartışırdık. Devletin bütün çivilerini söktü.
Kabile devletinde en azından kabile reisinin bir lafı olur, herkes saygı gösterir. Sen Anayasa'yı ihlal eden adamı, "Anayasa Mahkemesi'nin kararını uygulamıyorum” diyen adamı yakında alacaksın, Yargıtay'a üye yapacaksın veya Anayasa Mahkemesine üye yapacaksın. Yalandan fikri iktidar olunmaz arkadaşlar. Fikri iktidar olmak istiyorsanız, önce dürüst olacaksınız, ahlaklı olacaksınız, herkesin düşüncesine saygılı olacaksınız. Sürekli yalan söylerseniz, fikri iktidar olmaz. Bu gün kandırırsınız, yarın kandırırsınız. 18 yıldır yalan söylüyorsunuz, geldiğimiz noktada söylediklerinin tamamını ama tamamının yalan olduğu çıktı ortaya.
Efendim parlamentoya yeni istihdam paketi geliyor. Bugüne kadar 22 paket getirdiler. Bunun 16'sı istihdam paketi. İşsizlik sorunu çözüldü mü? Hayır. Nedir peki bu paketler? Vatandaşı kandıracaklar, “bak yeni paket getiriyorum, sana iş çıkacak..." 16 sefer getirdin kardeşim; bir değil, iki değil, beş değil, on değil, on beş değil, on altı sefer, yetmiyor mu bu kadar yalan? Yetmiyor mu yani? Getirecekmiş. Neymiş? İşsizliği bununla azaltacaklarmış.
Ben sana bir iyilik yapayım kardeşim; sen gerçekten işsizliği azaltmak istiyorsan, önce devlet olarak üstüne düşeni yapacaksın. Sayıştay diyor ki; “138 bin 393 öğretmene ihtiyaç var.” Eğer sen samimi olarak işsizliği azaltmak istiyorsan üstüne düşen görevi yap, atama bekleyen 138 bin 393 öğretmene görev ver kardeşim. Bunun için kanuna gerek yok, bir karar sadece.
Başka? Zonguldak'ta bizim kömür madenlerimiz var değil mi? 10 binlerce kişi çalışıyordu, şimdi kömür çıkarmasınlar diye işçilerin neredeyse tamamını yok ettiler. Sen gerçekten yerli ve milli kaynaklara değer veriyorsan, orada, Zonguldak'ta işsiz, iş bekleyen on binler var, 5 bin kişiyi hemen al, yeraltına indir, maden çıkarsınlar kardeşim, alın teri döksünler.
Engelli kadroları boş 18 yıldır, 657 sayılı yasanın 53’üncü maddesi diyor ki, “her kamu kuruluşunun en az yüzde üçü engelli kadrosundan oluşur." 18 yıldır doldurmadınız, niye? Kanun çıktı. Gereğini dahi yapmıyorsun. Engelli kadrolarını doldurmuyorsun, "efendim biz meclise yeni istihdam paketi getirdik" diyorsun. Sen onu benim külahıma anlat. Yalandan bu millet bıktı artık kardeşim.
Çocuklarımızın sağlığı ve güvenliği önemli mi? Önemli. Okula gidiyorlar mı? Gidiyorlar. Pandemi dönemi mi? Evet, pandemi dönemi. Bütün anne-babalar, 30 milyon veli çocuğu için titriyor mu? Evet titriyor. Kardeşim bu okullara birer sağlık görevlisi hemen getir. Dünya kadar var, boş geziyorlar. Başka? Okulun temizliği var, yardımcı hizmetler personeline ihtiyaç var. Bunun atamasını yapabilirsin. Bunun için kanun mu gerekiyor? Hayır, hiçbir şey gerekmiyor.
Başka? Az önce söyledim; muhtarlara birer tane büro elamanı atayacaksın kardeşim, bu kadar basit.
Bunu yaptığın zaman ne olur? Dersin ki özel sektöre: "Devlet olarak bak ben görevimi yaptım. Engelli kadroları boştu, bu bizim bir ayıbımızdı, o kadroları doldurduk, yasanın da gereğini yaptık. Çocuklar hepimiz için çok değerlidir. Çocuklarımızın okulda sağlığını korumak için bir sağlık personeli görevlendirdik. Bir yardımcı hizmetler personeli görevlendirdik. Çocuklarımızın hem sağlığına, hem temizliğine önem veriyoruz" dersin. "Zonguldak'taki Kömür işletmeleri yeteri kadar kömür çıkarmıyordu, kömür hep dışarıdan geliyordu. Şimdi kendi kömürümüzü çıkaracağız. Zonguldak'taki işsizler inecekler, alın teriyle kömürü çıkarıp karşılığını da alacaklar." Bunu söyleyeceksin. Bunu söylediğin zaman benim değil, senin oyun artacak arkadaş. Ben sana aslında iyilik yapıyorum, doğruyu söylüyorum. Niçin? Çünkü ben ülkemi seviyorum. Bu topraklarda hiçbir çocuk yatağa aç girmesin istiyorum.
Özel sektöre diyeceksin ki, ben görevimi yaptım, şimdi sıra sende. Ama özel sektör sana şunu söyleyecek, benim yatırım yapmam için önce benim can ve mal güvenliğimi sağlayacaksın kardeşim. Benim can ve mal güvenliğimi sağlamazsan, ne ben yatırım yaparım ne de dışarıdan yabancı sermaye gelir. Peki, Türkiye'de hepimizin, sanayiciler de dahil, yabancı sermaye de dahil, hepimizin can ve mal güvenliği var mı? Hiçbirimizin can ve mal güvenliği yok, hiç birimizin. Biz böyle bir toplantıyı diyelim dışarıda bir otelde yaptık. Medyaya kapalı yaptık. Bir tane kişi gelecek gizli ihbarcı tanık, muhbir diyecek ki, “efendim bunlar orada terörü nasıl büyütebiliriz diye bir toplantı yapıyorlardı.” Polis basacak, herkesi tutuklayacak, içeriye atacak. Hakim derhal dosyanın üzerine gizlilik kararı alacak. Ne savcı, ne biz neden tutuklandığımız ve neden gözaltına alındığımızı bilmeyeceğiz. Aradan geçecek aylar, belki de yıllar geçecek. Lütfederse savcı iddianame yazacak. Çünkü önce tutukla, önce hapse at, arkadan delil topla. Model böyle, sistem böyle, bu sistem içinde yabancı sermaye gelir mi Türkiye'ye? Bu sistem içinde Türkiye'de iş adamı yatırım yapar mı? Yapmıyor. Sen bu ülkede herkesin, 83 milyonun can ve mal güvenliğini sağladın mı? Hayır sağlamadın. Bu nedenle yatırım yapılmıyor.
Peki biliyor mu bunları? Bilmemesi mümkün değil, defalarca söyledik. Hatta ben "bu ülkede hiç kimsenin can ve mal güvenliği yoktur" dediğim zaman "vay işte bak Kılıçdaroğlu'nu görüyorsun." Evet, hiç kimsenin can ve mal güvenliği yok. Bugün Erdoğan'a çok yakın olan, 3 gün sonra başka bir yerde olur, onu da içeri atarlar; örneği var. Ama bir grubun can ve mal güvenliği var, onu da söyleyeyim. Kim? Parası olan... Erdoğan'ın avukatına dolar bazında ciddi paralar verirsen, senin can ve mal güvenliği vardır. Savcılar iddianameyi yazamaz, hakim zaten karar veremez. Peki garibanlar? Onların hepsi içeride. Dolayısıyla değerli arkadaşlarım, can ve mal güvenliğini sağlayacaksın. İstihdam yaratmak istiyorsan, sağlayacaksın.
Bir deyim vardır: "Boş tencereden çok ses çıkar" diye. Günün 24 saati konuşuyor. Günün 24 saati ne konuşuyor Allah aşkına? Biz ne dedik? Boş tencerenin sesi çok çıkar.
Söylüyorlar, petrolü bulduk. İyi, buldun. Doğalgazı bulduk. Doğalgazı buldun. Yetmedi bir daha bulduk. E buldun. Almanya bizi kıskanıyor. Olabilir. Fransa bizi kıskanıyor. Olabilir. Yunanistan'ın mahvoldu, bitti. Olabilir. Efendim, Türkiye dünya lideri ve Erdoğan dünyaya kafa tutuyor. Olabilir. Sonunda nereye geldik? Askıda ekmek gerçeğine geldik. Askıda ekmek... Ne dedik? Boş tencereden çok ses çıkar. Boş konuşuyorlar. Mutfağı bilmiyorlar. Mutfaktaki kadının ıstırabını bilmiyorlar. Çocuğunu emziremeyen annenin ıstırabını bilmiyorlar? Bebek mamalarına kilit vurulmuş kimse çalmasın diye, onu bile görmüyorlar. Konteynerlerden on binlerce kişi, kadın beslenir, oradan bir şeyler alabilir miyim diye pazar artıklarından, onu görmüyorlar. Bunlarda ahlak yok arkadaşlar. Ahlak, adalet duygusu olanlarda vardır. Adalet duygusu yoksa ahlak yoktur. Bir anne çocuğunu emziremiyorsa ve ona devasa Türkiye Cumhuriyeti Devleti sahip çıkamıyorsa, onu görmüyorsa, orada adalet yoktur.
Söyledim; devlet yalan söylemez. Anket yapmışlar, "Hükümetin açıkladığı işsizlik rakamları doğru mudur?" diye. Toplumun yüzde 68,5'i işsizliğin açıklanan rakamlardan daha yüksek olduğunu söylüyor. Yüzde 16'sı "biraz daha fazladır" diyor. "Çok fazla değil, biraz daha fazladır" diyor. Yani seçmenin yüzde 85,3'ü "açıklanan rakamlar doğru değil, işsizlik fazladır" diyor. Bu oran Ak Parti seçmeninde yüzde 70,3. Kendi seçmeni bile bunların verdiği rakamın doğru olmadığını söylüyor. MHP seçmenin de bu oran yüzde 80,4. Ne diyorduk? Devlet yalan söylemez. Senin seçmenin bile senin yalan söylediğini görüyor.
Değerli arkadaşlar, saray kime çalışıyor? Bu da önemli bir soru aslında. Söyledik, tefecilere çalışıyor ama bir de içeride de beslemeler var. Geçen Salı günü söylemiştim: Dünyanın ihalesini veriyorsun, çok yüksek bir ihaleyi veriyorsun; ihale değil de iş veriyorsun. Çağırıyorsun, bu işi sana verdim diyorsun. Milyarlık işi veriyorsun, hemen arkadan Resmi Gazete'de milyarlık teşvik veriyorsun, vergi istisnası, vergi vermeyeceksin diyorsun. Ne yapıyorsun? Sıfır maliyetle yapıyorsun. Buna itiraz ediyorlar. Sahipleri kim bunların? Besleme medyayı finanse edenler. "Medya bizim sesimizi duyurmuyor" diyor Erdoğan, şikayet ediyor, böyle bir lafı var galiba. Ya senin medyanı kimse okumuyor ki zaten. Alttan yukarıya, yukarıdan aşağıya, günün 24 saati zaten yalan söylüyorlar. Psikolojik olarak bir kişi Türkiye'de eğer ekonomik olarak sıkıntıya girmişse, akşam diyor ki, "biraz rahatlamam lazım, şu A Haber'i açayım" diyor. A Haber'i açınca bakıyor her şey güllük gülistanlık. Biraz rahatlıyor yani psikolojik bir kanal orası. Gerçeği asla anlatmıyor ki zaten. Senin neyini anlatacaklar? Neyini anlatacaklar senin?
Bakınız elektrik dağıtım şirketleri var, özellikle Ak Parti'ye oy veren vatandaşlar bunu iyi dinlesinler, elektrik dağıtım şirketleri var; EÜAŞ'tan, devletin kurumu Elektrik Üretim Anonim Şirketi'nden elektriği alıyorlar, bunu vatandaşa satıyorlar, aracılık yapıyorlar. 2016'da elektrik şirketinden 17 kuruşa alıyorduk, küsuratı saymıyorum. 17 kuruşa devletten elektriği alıyor, vatandaşa kaça satıyor? 41 kuruşa satıyor. Yaklaşık 3 kat fazla. 17 kuruşa devletten alıyorsun, vatandaşa 41 kuruştan veriyorsun. Kim besleniyor? Kim buradan kazanıyor? Gelelim 2020'ye… 2020'de devletten bunu 25 kuruştan alıyorsun, vatandaşa 71 kuruştan satıyorsun. 2.8 kat. Parayı kim kazanıyor? Bu saray iktidarı kime hizmet ediyor? Elektriği kullanan, az önce okuduğum Çubuk'tan telefon eden kadın, o da elektrik kullanıyor; ona elektriği 25 kuruştan alan ve ona elektriği 71 kuruşa satan bir düzeni yaşıyoruz. Bunların yatacak yeri yok, inanın yatacak yerleri yok bunların. Bu kadar insafsızlık olur mu yahu? Bu kadar insafsızlık olur mu?
Dolayısıyla saray iktidarı, kime hizmet edeceğini çok iyi biliyor. Para babalarına, dolar babalarına, aracılara, tefecilere, onlara hizmet etmekte asla bir kusuru yok, asla. Ama vatandaşa gelince sadece boş teneke, gürültü, patırtı ama hiçbir şey yok.
Tabii saray böyle olunca aşağı da öyle oluyor. Vali, yani Ak Parti İl Başkanının eş başkanı; o da çıkıyor piyasaya, "Vay efendim, neden eldiven takmadın. Vay efendim neden maske yok" diyor. Vatandaş ne diyor arkadaşlar? Gerçekten bir daha okumak isterim. Niye yok maske takmadın deyince, "Canıma yetti, gebermek istiyorum. Piyasanın haline bak. Salı günü 15 lirayla kapattık, çarşamba günü 100 lira. 100 liranın hepsi kâr olsa ne olur?" diyor. Türkiye'nin gündemini bu vatandaş belirledi. Türkiye'nin gerçeğini de bu vatandaş belirledi. O vatandaş bir siyasetçi mi? Hayır değil. Bir sanayici mi? Hayır değil. Dükkanı olan bir adam mı? Hayır değil. Tarlası olan bir adam mı? Hayır değil. Tezgahında oyuncak satan bir adam, akşam eve ekmek götürebilir miyim arayışı içinde olan bir adam. Her türlü fırçayı yiyor, bir de ceza kesebilecek adama. Vali ne diyor Allah aşkına, o da enteresan bir şey. Şahsımla ilgili bir şey söylüyor orada da... "Şahsımın yaklaşımı, şahsımı da üzdü." Bir de bir sürü imla hatası var. Vali bu adamlar yahu! Liyakat yok ki, dediğim gibi o da Ak Parti'nin eş başkanı olarak o çıkmış piyasaya. Sen kimsin, vatandaşın derdi ne biliyor musun sen yahu vatandaşın derdi ne? Denetime çıkmış beyefendi! Değerli arkadaşlarım, dediğim gibi balık baştan kokar. Baş böyle ise, aşağısı da böyle olur; gayet normal.
Değerli arkadaşlarım; süt üreticileri perişan vaziyetteler. Gerçekten perişan vaziyetteler. Bakınız son 11 ayda yem hammaddesine gelen zam yüzde 64. Yüzde 64 zam geliyor. Süt yemine gelen zam yüzde 48. Besin yemine gelen zam yüzde 44. Peki çiğ süt alım fiyatı değişti mi? Değişmedi. Haziran, Temmuz, Eylül aylarında ödenmesi gereken çiğ süt primi hâlâ ödenmedi. Adamlar ineklerini kesmeye götürecekler, protesto etmek istiyorlar. 16 Ekim Dünya Gıda Günü'nde diyorlar ki, biz en iyisi protesto edelim, araya bir sürü adam giriyor; şantaj, tehdit vesaire, protestodan vazgeçiyorlar.
Sonra Kahramanmaraş'tan Yakup Konan'ı gözlerinden öpüyorum. Biniyor traktörüne, diyor ki, "Ankara'ya gideceğim, perişan ettiler bunlar bizi." Polis çeviriyor yolda, jandarma çeviriyor; ehliyeti ver, ruhsatı ver vesaire. Tamam ehliyeti, ruhsatı alıyorlar, her şey tamam. Her şey tamam ama izin vermiyorlar, belki vazgeçer, gider diyorlar. Vazgeçmiyor, 2 saat bekliyor, "2 saat beklerim" diyor. Sonra bir karar alıyorlar. Jandarma: "Efendim bunun gözlerinde kızarıklık var. Bir de elleri titriyor. Sen bu traktörü kullanamazsın." Gözaltına alıp gönderiyorlar. Geldiğimiz hal budur arkadaşlar. Süt üreticisi bu çiftçiyi yürekten kutlamak lazım, bütün çiftçilerin dertlerini dile getirdi diye.
Sadece onlar değil. Manisa Soma'dan, Karaman Ermenek'ten maden işçileri de yürümek istedi. Onlar da adalet istiyorlar. Üstelik haklarını istiyorlar yani. Onlara da hakları teslim edilmiyor, bunlar da "biz yürüyeceğiz" diyorlar. "Kırmayacağız, dökmeyeceğiz, kimseye hakaret etmeyeceğiz. Hakkımız için yürüyoruz, yani hakkımızı isteyeceğiz" diyorlar. Salihli'de kesiyorlar: "Hayır, siz yürüyemezsiniz" diye ve 31 kişiyi gözaltına alıyor. İşçilerden birisi şunu söylüyor: "Sanki hırsızlığı, namussuzluğu, arsızlığı biz yapmışız gibi hesabı bizden sormaya çalışıyorlar. Yani hesabı sorması gerekenlere gidip hesap soramayanlar, bize hesap sormaya çalışıyorlar.” Evet, bu arkadaşların da haklarını ve hukuklarını sonuna kadar savunacağız. Cumhuriyet Halk Partisi'nin böyle tarihsel bir görevi vardır. Ne dedik? Bütün garibanların, bütün hak arayanların sözcüsü olacağız dedik. Bu bizim görevimiz.
"Fikri iktidarımızı henüz tesis edemedik..." Beyefendi sen asla tesis edemezsin, çünkü senin adalet duygun yok, kin ve öfkeyi besliyorsun sen, gençlere dönüp "kininizi unutmayın" diyorsun sen. Kini ve öfkeyi o küçücük çocuklara aşılayanlardan devlet adamı olmaz. Onda adalet duygusu olmaz, onda insanlık da olmaz. İnsanlık farklı bir şeydir. Eğer adalet duygusu olursa, herkes kendi ülkesinde özgürce yaşar, düşüncesini özgürce ifade eder. Adalet öyle bir noktaya geldi ki, adaleti dağıtması gerekenler adaletsizlik yapmaya başladılar. Adaleti dağıtması gerekenler, adaleti katletmeye başladılar. Eskiden bir adalet kavramı vardı.
Yargıtay'ın, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun bir kararı var, onu okumak isterim, önemli bir karar. Bütün vatandaşlarımın da dikkatle dinlemelerini isterim.
Şöyle diyor: "Yasalar ve yargı kararları yanlış olabilir. Yasalar ve yargı kararları yanlış olabilir ve bilimsel alanda eleştirilebilir. ‘Biz de eleştiriyoruz yeri zamanı geldiğinde.’ Ancak bunları uygulamak durumunda bulunan yargıçlar ve görevliler, yasaları ve yargı kararlarını yanlış oldukları özüne sığınarak, yanlış olduklarını özüne sığınarak, kişisel yorum ve gerekçelerle uygulamamazlık yapamazlar" diyor. Yargıtay Ceza Genel Kurulu diyor. Onlar ne ve nasıl olurlarsa olsunlar yasaları ve yargı kararlarını uygulamakla yükümlüdürler. Devam ediyor: "Zira yasalar doğru oldukları için değil, yasalar doğru oldukları için değil, yasa oldukları için, yargı kararları da haklı oldukları için değil, yargı kararları oldukları için uygulamaları zorunludur" diyor. "Bunun dışındaki tutum ve davranışlar keyfiliktir" diyor. Bu kadar açık, bu kadar net, herkesin anlayabileceği nitelikte bir ders veriyor. Yargı kararlarının uygulanması lazım.
Alttaki mahkeme ne diyor? Akın Gürlek; bu yeni Zekeriya Öz’ümüz, 14. Ağır Ceza'nın Başkanı, yeni Zekeriya Öz. "Ne hakkı, hukuku? Nereden çıkardınız siz bunu" diyor. "Bütün kirli işleri bana gönderin" diyor. "Bütün haksız dosyaları bana gönderin" diyor. "Hiç meraklanmayın" diyor. "Sen bana bir göz kırp, ben gereğini yaparım" diyor. 10 yaşındaki çocuğa Erzurum'da tecavüz edilirken, kız çocuğuna tecavüz edilirken bu beyefendi oradaydı. Barış Terkoğlu Cumhuriyet'te çok güzel bir yazı yazdı bu dosya ile ilgili olarak. Bu Akın Gürlek böyle bir adamdır. Bundan adalet falan beklenmez. Adaleti katleden adam kimdir derseniz, adı Akın Gürlek'tir. Bu kadar açık, bu kadar! Yeni Zekeriya Öz'dür.
Fikri iktidarınızda adalet yoksa, zaten iktidarınızı gerçekleştiremezsiniz. İnsanlık tarihi, adalet arayışı tarihidir. İnsanlık tarihi, adaletsizlikle mücadele tarihidir. Bunlar adalete taş koyan dişlilerdir. Birilerinin görevini yapıyorlardır bunlar. Hukuk fakültelerinden mezun olmuş görünüyor iseler de asıl talimatı, gücü yasalardan, hukuktan, vicdandan değil saraydan alanlardır bunlar. Bunlardan hakim olmaz. Bunların kendi çıkarları için yapmayacakları hiçbir şey yoktur. Ne diyecek şimdi bu Akın Gürlek? "Ben hukukun üstünlüğünü tanımam diyor. "Vicdani kanaatime göre karar vermem ben. Ben sarayın talimatını yerine getirim" diyor. "Anayasa Mahkemesi kararını tanımam" diyor. "Ne demek yani vicdan, hukuk, hukukun üstünlüğü, bunlar bende yok" diyor. “Anayasa Mahkemesi, Anayasa, yasalar; bunlar beni bağlamaz "diyor. "Beni bağlayan tek otorite saraydır" diyor. "Efendim Anayasa da varmış. Anayasa kararları herkesi bağlar, mahkemeleri bağlar, idareyi bağlar. Doğru Anayasa'da var bu ama beni bağlamaz" diyor. "Çünkü ben Anayasa'yı, yasaları, vicdanı, hukuku, hukukun üstünlüğünü, bunları çoktan unuttum" diyor. "Ahlakı, adaleti, bunları çoktan unuttum" diyor. "Benim bir kıblem vardır, o da saraydır" diyor. "Saraydan gelen talimatı yaparım" diyor ve yine bu kişi, almış olduğu bu kararla "Milletvekili dokunulmazlığını asla tanımam" diyor. Ne demek milletvekili dokunulmazlığı? Anayasa Mahkemesi demiş ki, “Yeniden seçime girdi, yeniden dokunulmazlık kazandı. Dolayısıyla dosyayı aç, bak, sonra meclise gönder. Bu kadar basit. Dokunulmazlığı var…” Ama bu Akın Gürlek diyor ki, “Dokunulmazlık, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Anayasa... Ben bunlara inanmam ve bunları takmam" diyor. "Ne demek böyle bir şey?" diyor. "Ben bildiğimi okurum" diyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı buna itiraz eder mi? Sen milletvekili haklarını nasıl istismar ediyorsun diye bir demeç verir mi? Diyor ki, "Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı dahi bana bir şey söyleyemez" diyor. "O da talimatı saraydan alır" diyor. Doğru mu? Evet, doğru. Kendi milletvekilinin hakkını ve hukukunu savunamayan bir kişi, asla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı yapamaz. Orada oturur, kendisine "başkan" da denir ama o başkan, sarayın başkanıdır, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin başkanı değildir. Bu parlamentoda çok başkan gördüm. , ama bu kadar aciz bir başkanı hiç görmedim. O nedenle diyor ki: "Nasıl olsa saraydan talimat alır. Saraydan talimat alıyorsa bize bir şey yapamaz" diyor.
Başka? Yine bu Akın Gürlek diyor ki, yani yeni Zekeriya Öz'ümüz, "Efendim ben Anayasa'ya uymuyorum, doğru. Anayasa Mahkemesi kararını aldım, çöp sepetine attım, doğru. Bildiğimi okudum, doğru. Hakimler Savcılar Kurulu bana bir şey yapabilir mi? Hayır, Hakimler Savcılar Kurulu da bana dokunamaz. Benim bütün kanunsuzluklarıma Hakimler Savcılar Kurulu sadece gözlerini kapatır, bakmaz bile. Eğer gelirlerse üyeler, elini uzatırım; hepsi sırayla ayrıca elimi de öperler bana da acaba saraydan bir torpil bulabilir misin” diyor. Bu kadar ağır bir ifadeyi bu hukuksuzluğa karşı kullanmak benim görevimdir arkadaşlar.
Ve diyor ki bu Gürlek, "Onlar da zaten saraydan talimat alıyorlar. Biz beraber yapıyoruz bütün bunları; kanunsuzlukları birlikte yapıyoruz." Ve Akın Gürlek tabi haklı olarak bir beklenti içinde. "Ben bu kadar fedakarlık yapıyorum. Anayasa'yı takmadım, meclisi takmadım, dokunulmazlıkları takmadım, hakimler, savcılar hepsi hikaye. Ben büyük fedakarlıklara katlandım. Artık bana bir görev verirsiniz." Önümüzdeki süreçte beyefendiye büyük bir ihtimalle Yargıtay üyeliği verilecek. Çünkü hukuku katledenler orada. İşte sizin fikirleriniz bu nedenle asla iktidar olamaz. Orta Çağ'da bile olmayan bir yapıyla 21’inci yüzyılın Türkiye'sinde karşı karşıyayız.
Öyle bir tablo ki, Emin Çölaşan'dan FETÖ'cü çıkarmışlar; Allah aşkına yahu. Emin Çölaşan, Necati Doğru, bunlar bütün kalemlerini Türkiye'nin güzelliği üzerine, Türkiye çıkarı üzerine yazılar yazarak kullandılar. FETÖ'yle en ciddi mücadeleyi yapan Sözcü Gazetesi. Ama susturmaları lazım. Nasıl? Bu Gürlek aracılığıyla. "Sana ihale ettik bunu, sen bunlara her türlü cezayı ver." Anadolu'da bir laf vardır: Eğer bir diktatörün, bir zalimin erken gitmesi isteniyorsa "zulmün artsın" derler. Bunların zulmü giderek artıyor ama bütün milletime, vatandaşlarıma şunu söylüyorum: Biz birlikte olduğumuz sürece, adaletten yana, haktan yana, ekmekten, emekten, alın terinden yana olduğumuz sürece, demokrasiden yana olduğumuz sürece, çalışandan, üretenden olduğumuz sürece; çiftçiden, emekliden yana olduğumuz sürece, hiç kimsenin karamsar olmaya hakkı yoktur. Biz bunları göndereceğiz. Beraber göndereceğiz, birlikte göndereceğiz.
“Efendim erken seçim olmaz, kabile devletinde olur…” Sen erken seçim yaptın; demek o dönem kabile devletiydi, şimdi daha kötü. Bunlar ne söylediklerini de bilmiyorlar. Erken seçim talebi benim talebim değil; erken seçim talebi çiftçinin talebidir, emeklinin talebidir, işçinin talebidir, sanayicinin talebidir, hapishanelerde haksızca yatan insanların talebidir, demokrasiye inananların talebidir erken seçim. Niye korkuyorsun? "Milli irade, milli irade" diyorsun. Milli iradeye gitsene, hakemliğine başvursana!
Korkuyorlar. Korksunlar. Hak gelecek, bâtılı zail edeceğiz, yok edeceğiz, adaleti getireceğiz bu ülkeye.
Hepinize saygılar sunuyorum.
23.11.2024
23.11.2024
23.11.2024
22.11.2024