02.10.2019
02.10.2019
CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU
(2 EKİM 2019)
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
Efendim hepinize merhabalar, bizleri televizyonları başlarında izleyen saygıdeğer yurttaşlarımıza da Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanı olarak en içten sevgilerimi ve saygılarımı sunuyorum. Herkesin huzur içinde yaşadığı bir Türkiye özlemiyle, herkesi de kucaklıyorum.
Dün iki sanatçımız hayatını kaybetti, Sayın Tarık Ünlüoğlu ve Abdi Akgül, ikisine de Allah’tan rahmet diliyoruz. Sinema ve tiyatro dünyamızın önemli aktörleriydi. Aynı şekilde edebiyat dünyamızda Almancadan Türkçeye çok eser kazandıran Kamuran Şipal da 93 yaşında hayatını kaybetti. Ona da Allah’tan rahmet diliyoruz, ailesine başsağlığı dileklerimizi iletiyoruz. Bu arada Tümamiral Soner Polat, Ergenekon Balyoz davalarının tutuklusu, onurlu duran dik duran, gerçekten de Mustafa Kemal hayranı bir komutan, o da hayatını kaybetti. Ona da Allah’tan rahmet diliyoruz, ailesine başsağlığı dileklerimizi iletiyoruz.
Değerli arkadaşlarım, geçen hafta İstanbul’da bir siyasal parti olarak, muhalefette olan bir siyasal parti olarak önemli bir toplantıyı gerçekleştirdik, Uluslararası Suriye Konferansı düzenledik. Konferansımızın adı, Suriye’de Barışa Açılan Kapı. Ortadoğu gerçekten de alev alev yanıyor. Bizler Türkiye’de belki koltuklarımızda oturuyoruz, sokaklarda caddelerde rahat geziyoruz, ama Suriye öyle değil, Ortadoğu öyle değil. Yemen’e bakın, Suriye’ye bakın, Irak’a bakın, her taraf ateş içinde. Ve Türkiye’de doğal olarak bir iktidarın yapması gereken bir toplantıyı, kendi sorumluluğumuzun bilincinde olarak biz yerine getirdik. 2013’de teklif ettik, bir uluslararası Suriye konferansı düzenleyin ve Türkiye yaşanan sorunların çözüm odağı olsun, ama kabul edilmedi ve biz bunu yaptık.
Bu toplantıya değerli arkadaşlarım, 100’ün üzerinde yabancı gazeteci katıldı, 22 ülkeden gözlemci ve konuşmacı katıldı. Eğer bir uluslararası konferansa 22 ülkeden gözlemci ve konuşmacı katılıyorsa, yaptığımız çalışmanın, düzenlediğimiz konferansın tarihsel önemi açıkça ortaya çıkıyor ve 100’ün üzerinde yabancı gazeteci böyle uluslararası bir konferansı izlemek istiyorsa, bu da yaptığımız çalışmanın ne kadar değerli olduğunu gösteriyor.
Bu çalışmada değerli arkadaşlarım, beş ana noktaya dikkati çektik.
Birincisi şuydu: Ankara ile Şam arasındaki yolun, barışa giden en kestirme yol olduğunu ifade ettik. Suriye’de barış istiyorsanız, kan akmasın istiyorsanız, Ankara’yla Şam arasındaki yol barışa giden en kestirme yoldur dedik. Suriye’nin geleceğini ancak Suriye halka karar verir dedik. Başka bir ülkenin iç işlerine karışmamanın altını özenle çizdik.
İkincisi şuydu: Amerika’yla Rusya’nın çıkarları arasında savrulmamak için, toprak bütünlüğü, siyasi bağımsızlık, egemenlik ve iyi komşuluk ilkelerine dayanan bütünlüklü ve uyumlu tek bir Suriye politikası izlemeliyiz. Suriye’nin bütünlüğünü korumalıyız, egemenliğini sağlamalıyız, demokratik süreç içinde demokrasinin gelişmesi için elimizden gelen her türlü çabayı göstermeliyiz, ama sakın ola ki iki egemen güç arasında savrulmamalıyız. Yani Rusya’yla Amerika arasında savrulmamalıyız. Bunu da söyledik.
Üçüncü olarak, Suriye yönetimi başta olmak üzere, uluslararası hukuka ve ilişkilere dayalı, meşruluğu bütün aktörlerce tıpkı burada olduğu gibi kabul edilmiş kişileri çağıralım, hep beraber konuşalım ve diplomasiyi etkin kılalım dedik. Meşruluğu kabul edilmiş bütün aktörlerle diplomatik gelişmeleri süreçleri etkin kılmalıyız.
Dördüncü olarak, bugüne kadar uluslararası hukuk ve meşruiyete dayalı bütün hamlelerimizi yeniden gözden geçirmeliyiz dedik.
Ve beşincisi, Suriye yeniden güvenlikli bir ülke olduktan sonra, ülkemizdeki sığınmacıların kendi ülkelerine dönüşleri teşvik edilmeli ve bu konuda Türkiye politikalar geliştirmelidir.
Bütün bunları Türkiye’nin esenliği için, bölgemizin esenliği için söyledik. Normalde bunu yapması gereken iktidar, ama iktidar Amerika’yla Rusya arasında savrulan bir görüntü veriyor. Amerika’ya gidiyor ayrı telden, Rusya’ya gidiyor ayrı telden ve dolayısıyla Suriye’de kan akıyor, en büyük bedeli de Türkiye ödüyor. Harcadığımız para 40 Milyar Dolar. Kim ödüyor bunu? Bu ülkenin fakir fukarası ödüyor. Her vatandaşımız, özellikle de AK Partili kardeşlerimin bunu iyi bilmesini isterim. Ülkenin çıkarlarını biz mi savunuyoruz, yoksa bu ülkenin çıkarlarını Amerika’yla Rusya arasında savrulan bir yönetim mi savunuyor? Kim savunuyor? Bir taraftan silah alacaksınız, dönüp öbür taraftan bizi desteklesin diye onlardan da silah alacaksınız. Onların işi zaten ticaret, Suriye’de adam ölmüş, çocuklar ölmüş, kadınlar ölmüş onların umurunda değil ki, onlar başka işlerin peşindeler ve siz de ona teşne oluyorsunuz.
Suriye’nin toprak bütünlüğü... Evet, koruyalım. Güvenli bölge... Evet olsun, ama güvenli bölgeyi Süleyman Şah Türbesini kaçırmak yerine, Süleyman Şah Türbesini tahkim edip o süreci güçlü bir şekilde koruyabilseydiniz o alanı, bugün Suriye’nin doğusu diye bir şey olmazdı. Öngörülemez bir politika, savrulan bir politika, Türkiye’yi bu noktaya getirdi. Kendi toprağında, kendi vatan toprağında türbe kaçıranlar şimdi kahraman kesiliyorlar. Bu benim ağrıma gidiyor. Ve Türkiye Ortadoğu politikasında bir batağa saplanmış durumda, buradan Türkiye’yi çekip çıkarmak istiyoruz. Bizim görüşümüz bu kadar açık, bu kadar net.
Ve bir deprem yaşadık, 5,8 gücünde bir deprem yaşadık, İstanbul sallandı, Türkiye’nin yüreği ağzına geldi, eyvah dedik. Telefonlar çalışmadı, iletişim kurmakta zorlandık ve 21.Yüzyıldayız, sözde bilmem kaç G ile konuşuyoruz, ama baktık ki her şey çöktü. Geldiğimiz nokta şu: Yapmamız gereken çok iş var. İstanbul’da yaşayıp, Adalet ve Kalkınma Partisine oy veren kardeşlerime seslenmek isterim. Kaç lira para toplandı sadece AK Parti iktidarları döneminde? İstanbul’un depreme dayanıklı hale gelmesi için kaç lira para toplandı? Biliyorum çoğunuz bilmiyorsunuz, ben size söyleyeyim, 36 Milyar Dolar.
İlk deprem yaşandı 1999 depremi, o depremden sonra İstanbul’un Marmara’nın yenilenmesi gerekiyordu, depreme dayanıklı hale gelmesi gerekiyordu, ek kaynaklara ihtiyaç vardı, Türkiye Büyük Millet Meclisinde o dönemin hükümeti, rahmetli Ecevit kanun getirdi, ek vergiler getirdi, yeni vergiler getirdi, biz bununla ancak İstanbul’da yaraları sarabiliriz ve İstanbul’u depreme dayanıklı bir kent haline getirebiliriz diye. Onlar bir süre yönettiler, 2002-2019 Erdoğan hükümetleri ve Erdoğan yönetiyor. 17 yılda –Ecevit dönemini saymıyorum- 36 Milyar Dolar para toplandı.
Depremden sonra ben bu soruyu sordum, deprem vergileri nereye harcandı diye sordum, neden İstanbul bu halde? Bana tepki gösterdiler, vay efendim bu soruyu sormanın zamanı mı? Ne zaman soracağız? Her zaman soruyoruz nereye gitti bu paralar diye. Sadece deprem vergilerini sormuyoruz, şehir hastanelerini de soruyoruz, havaalanını da soruyoruz, hepsini soruyoruz, ama kulaklarını tıkıyorlar. Biz dile getirdiğimiz zaman da, efendim şimdi sırası mı bu sorunun diyorlar. Evet, tam sırası, nereye gitti bu paralar?
Bakın, o kadar sırası ki bu soruyu sormanın, 29 okulda okuyan çocuklarımız başka okullara gönderildi. 29 okulun bir kısmı 99 depreminden önce yapılmış, bir kısmı 99 depreminden sonra yapılmış. Sen kendi okullarını, yani 29 okulu dahi depreme dayanıklı hale getirememişsin. Ben bu soruyu sormayacak mıyım, bu milletin hakkını hukukunu savunmayacak mıyım? Tüyü bitmemiş yetim vergi verirken bunu sormayacak mıyım? Niye soruyorsun diyorlar. Nereye gitti bu paralar, nereye gitti? Soracağız, vatandaş vergi vermiş, nereye harcandığını soracağız. Ne için vermiş? Depremi önleyin diye, yani depreme dayanıklı konutlar hastaneler yollar yapın diye vermiş. Yok bunlar ortada.
Değerli arkadaşlarım, sadece onu sormuyorum, bakın defalarca sorduğum bir soru daha vardı. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra kampanya açtılar, yardım topladılar, 390 Milyon lira, resmi açıklama o. Sonradan da ilaveleri var, ama henüz bilmiyoruz ne kadar. O dönemin parasıyla 100 Milyon Dolar. Defalarca sordum, nereye gitti bu paralar? Hükümet cevap vermiyor, işin garip tarafı 15 Temmuz mağdurları da bu soruyu sormuyor. Niye sormuyorsunuz kardeşim, o paralar sizin için toplandı, şehit yakınları için toplandı. Beyler yesin diye toplanmadı. Hayatını bu parlamentonun, bu ülkenin geleceğine adayanlar için toplandı o, darbeye karşı çıkanlar için toplandı, demokrasiye sahip çıkanlar için toplandı. Nereye gitti bu para? Hesabını veren var mı? Hesabını veren yok. Bunun mücadelesini yapmak zorundayız arkadaşlar.
Ama iş yandaşlara gelince her türlü para var. AK Partili kardeşlerim, özellikle İstanbul’da oturup depremden mağdur olan kardeşlerim özellikle dinlesinler. Senin depreme dayanıklı evini yapmadılar, ama bizim ‘beşli çete’ dediğimiz bir grubu kurtarmak için 1 Milyar 670 Milyon lira o şirkete verdiler, İstanbul Finans Merkezini satın aldılar. Kim aldı? Varlık Fonu aldı. Kimi kurtardılar? Üç kişiyi. Peki, milyonlarca İstanbullu, yüz binlerce İstanbullu, bunların derdiyle ilgilenen var mı? Hayır, yok. Biz soruyoruz, efendim bu soru sorulmaz. Niçin? Zamanı değil. Ne zaman soracağız? Zaten parayı yediniz bitirdiniz, üstüne borçlandınız, üstüne askeri fabrikalar dahil hepsini sattınız. Ben bu soruyu sormayacağım, peki o zaman ben ne yapacağım? Bu memleketin hakkına hukukuna sahip çıkmayacak mıyım? Vatandaşın hakkına hukukuna sahip çıkmayacak mıyım? Özellikle bütün bunları AK Partili kardeşlerime ve ülkücü kardeşlerime anlatıyorum, iki gruba anlatıyorum. Bizler biliyoruz, bizler hakkı hukuku ve adaleti savunuyoruz, bizler mazlumdan yanayız, bizler hakkı yenmiş insanların hakkını aramaktan yanayız. Ama sizler de bizim gibi olun, sizler de yetim hakkından yana olun, fakir fukaradan yana olun, ödenen vergilerin hesabının verilmesinden yana olun. Memlekette demokrasi böyle olur. Kafamızı, beynimizi, aklımızı birilerine kiraya veremeyiz.
Yeni ekonomi programı açıklandı. Kaçıncı program? Neredeyse ayda bir program açıklanıyor. Her programdan sonra fiyatlar yükseliyor, her programdan sonra işsizlik artıyor, her programdan sonra yeni zamlar kapıya dayanıyor. Ne programı Allah aşkına? Damada vermişler bir metin, çık bunu anlat diye. Damat ne anlar işsizlikten, damat ne anlar yoksulluktan, damat ne anlar fakir fukaralıktan? Damadın bir eli yağda bir eli balda, damat bir kibir abidesi kayınpederi gibi, herkesi küçük gören bir adam. Kendisine göre en iyi bilen o, Türkiye’de onun dışında kimse bu konuları bilmez.
Bakın, yeni program bir IMF programıdır. Bir daha söylüyorum; eski programlar işe yaramadı, hiçbirisi tutmadı, IMF heyeti geldi, günlerce oturup konuştular ve yeni bir programı yaptılar, damadın eline verdiler, çık bunu anlat dediler. Yeni program bir IMF programıdır, bu kadar açık bu kadar net.
Bereket versin IMF heyeti bizim arkadaşlarla görüşünce gerçek ortaya çıktı. Yoksa kimse IMF’nin geldiğini bile duymayacaktı. Heyet geliyor, hesabını veriyorlar. Neydi? Daha önce McKinsey’i araya koymuşlardı. Onunla anlaşıp, oradan IMF’ye gideriz diye. Biz tepki gösterince, o sözleşmeyi bıraktılar. Şimdi gizli gizli görüşüyorlar IMF heyetiyle.
Bakın değerli arkadaşlar, geçen yıl hedefledikleri büyüme oranı yüzde 2,3’tü. Yeni açıkladıkları büyüme oranı binde 5. Daha bir yıl geçti aradan. Çünkü IMF diyor ki, böyle yapacaksınız. İşsizlik yüzde 12,1’di, şimdi genç işsizlik yüzde 25’e dayandı. IMF için kişinin işsiz olup olmamasının hiçbir önemi yok, bunlar için de hiçbir önemi yok. Çünkü bakıyor sarayda hiç kimse işsiz değil, herkesin iki-üç işi var. Hem maaş alıyor, hem yönetim kurulu üyeliklerinden paralar alıyor, bir elleri yağda bir elleri balda, vatandaş işsiz hiç umurlarında değil. Kişi başına milli gelir, hedef koymuşlardı 10 bin doların üstüne çıkacak diye geçen yıl, şimdi 9 bin 93 dolara düşüyor, hedef 9 bin 93 dolar, 10 bin doların altına indiriyorlar.
Bütçe açığı öngörmüşlerdi, 98 Milyar lira olacak diye. Şimdi yeni hedef ne? Açık 98 değil, 138 Milyar lira. Enflasyon yüzde 8,5 öngörmüşlerdi, şimdi hedef yüzde 12’nin üzerinde. Toplam milli gelir 795 Milyar Dolardı öngördükleri, şimdi 749 Milyar Dolar, 46 Milyar Dolar düşük, yani 920 tank palet fabrikasının 50 Milyon Doları.
Neyi öngörüyorlar? IMF daha önce neyi dayattıysa, aynı şeyi dayattılar. Kıdem tazminatını sınırlayın diyor. Daha önce de dayatıyorlardı, söz verdiler yapacağız diye. Elektrik ve doğalgaza zam yapıp kamu açıklarını kapatmak için, başta elektrik doğalgaz olmaz üzere zam yapın dediler. Yağmur gibi zamlar geliyor zaten. Memur işçi ve emekli aylıklarını enflasyona endekslemeyin, hedeflenen enflasyona endeksleyin diyorlar. Ne demek? Senin öngördüğün enflasyona göre artıracaksın, gerçek enflasyona göre değil. Hükümet ne diyecek? Enflasyon yüzde 5 hedefledim, maaş zammına da yüzde 5 veriyorum. Gerçek enflasyon yüzde 15 ise, kusura bakma diyecekler; çünkü IMF böyle istiyor.
Batan şirketleri kurtarın... Evet, batan şirketleri kurtarmaya başladılar. Beşli çeteden birisine 1 Milyar liranın üzerindeki bir kaynağı götürdüler, şirketin içine koydular, satın aldılar şirketi, Türkiye Varlık Fonu satın aldı. Daha devamı gelecek bunların. Vergileri artırın ya da yeni vergiler getirin ki, bunlar da yapılıyor, önümüzdeki süreçte bunlar da gelecek. Sosyal güvenliği düzeltin açık var, kara deliğe dönüştü sosyal güvenlik. Türkiye’nin en büyük kara deliklerinden birisi haline dönüştü. Emeklilik yaşını 65’e çıkardılar. Prim ödeme gün sayısını 5 binden 7200 güne çıkardılar, emekli aylıklarını 2008’den itibaren her bir emekli için 1000 lira azalttılar yeni emekli aylıklarında, açık giderek büyüdü. Şimdi kapatacağız diyorlar, biz de merak ediyoruz nasıl kapacaklar. Çiftçiye düşük fiyat vererek, bütçedeki açığı azaltın diyorlar. Evet, çiftçiye de düşük fiyat vereceksin, bunu diyor IMF. Bunlar da aynen ne öngörülmüşse onu yerine getiriyorlar.
Elektriğe zam geldi. Bir insanlık dramından söz etmek isterim. Hakkari’de Hüseyin Alim, evli bir kızı var, kızı engelli. Bir yıldır mum ışığında yaşıyor, elektriği kesildiği için, elektrik borcunu ödeyemediği için, bir yıldır. Saraydakilerin haberi var mı? Saraydakiler 21.Yüzyılda bir aile bir yıldır nasıl mum ışığında yaşar diye acaba düşünüyorlar mı? AK Partili kardeşlerime sesleniyorum, ülkücü kardeşlerime de sesleniyorum, 21.Yüzyılda bir yıldır bir aile mum ışığında yaşıyorsa, sarayda oturanların vicdanı var mı? Sarayda oturanlar vicdanlarının sesini dinliyorlar mı? Sarayda oturanlar bu memlekete hizmet ediyorlar mı? Sarayda oturanlar bu ülkenin insanlarına hizmet ediyorlar mı? Hayır efendim etmiyorlar. Tek amaçları var, saraya ve çevresine hizmet etmek, o kadar. 21.Yüzyılda bir yıldır mum ışığında yaşacaksınız. Baba şunu söylüyor: Elektriğimizin açılması için defalarca müracaatta bulundum, şu ana kadar bir gelişme olmadı. Borcumun ödenmesi gerektiğini söylüyorlar, bizim böyle bir imkânımız yok. Kızım epilepsi hastası, engelli ve tek böbrekli. Her ay Van’a götürüyorum, aldığı engelli maaşı tedavisine bile yetmiyor. Kış geliyor, yetkililerden yardım bekliyorum. Evet, 21.Yüzyılda yaşadığımız dramdır değerli arkadaşlarım.
Arkadaşlarımı Şanlıurfa’ya gönderdim. Daha doğrusu grubumuz sağ olsun milletvekili arkadaşlarımızı Anadolu’nun değişik illerine gönderdi, Şanlıurfa’ya da bir ekibimiz gitti. Şanlıurfa’nın değişik kesimleriyle, çiftçilerle, ziraat odası, ticaret odası, muhtarlar, emekli dernekleri bunları ziyaret ettiler, dertleri dinlediler. Şanlıurfa’nın bir özelliği var, Türkiye’deki pamuk üretiminin yüzde 40’ını tek başına bu kent sağlıyor, Şanlıurfa yüzde 42’sini, ama pamuk üreticisi perişan vaziyette.
Sadece üç üründen örnek vereceğim. Buğday ithalatı... Öyle ya, bizde toprak kalmadı dışarıdan buğday getiriyoruz. Buğday ithalatına 1 Milyar 296 Milyon Dolar para ödedik. Ne zaman? Ocak ilâ Ağustos arasında, bu yılın Ocak ayıyla Ağustos ayı arasında ithal ettiğimiz buğdaya 1 Milyar 296 Milyon Dolar para ödedik. Mısıra ödediğimiz para 557 Milyon Dolar, ayçiçeğine 349 Milyon Dolar ödedik. Pamuk ithal ediyoruz. Nereden? Amerika’dan. Nereden? Yunanistan’dan. Kimi zengin ediyoruz? Amerikalı çiftçileri, Yunanistan’daki çiftçileri... Bizim çiftçiler... Sürünsünler! Öyle diyor, kim? Saraydaki öyle buyuruyor. Ne gerek var diyor bizim çiftçinin kazanacağı, nereden çıktı diyor. Ekme kardeşim diyor, niye ekiyorsun diyor. Geçinemem... Geçinemezsen geçinemezsin, bu kadar basit, öyle görüyor zaten.
Benim kızgınlığın saraya değil. Bir daha söylüyorum, benim kızgınlığım saraya değil. Benim kızgınlığım, seni açlığa mahkûm eden siyasi partiye gidip oy vermeyedir. İnsan biraz aklını kullanır, beni açlığa mahkûm ediyor. Aynı şey esnafta da var, efendim mahvolduk, kapatıyoruz. Oyu sen verdin kardeşim, sen iktidara getirdin. Adam sana bir de teklifte bulundu, kapat esnafı süpermarket kur. Çünkü seni saraydaki gibi zengin sanıyor. Bilmiyor bu esnafın nasıl geçindiğini, haberi yok esnaftan, çiftçiden de haberi yok. Sen de gidip oy veriyorsun kardeşim. Oy veriyorsun, sonra beni mahvetti diyorsun. Zaten amacı seni mahvetmek, hâlâ bunu öğrenemedin mi? 17 yılda bunu öğrenemedin mi?
Geçen yıl ÇUKOBİRLİK tarafından, yani 2018’de, 45 randıman pamuğa 4 lira 60 kuruş verdiler. Bu yıl 3 lirayla 3,5 lira arasında satış yapılıyor. Gübreye, ilaca, elektriğe zam geldi, yüzde 60 ilâ yüzde 120 arasında zam geldi, pamuk üreticisi perişan. O zaman ne yapacaksın kardeşim? O zaman şapkayı önüne koyup düşüneceksin, seni bu hale kim getirdiyse, seçimler gelecek gideceksin oyunu kullanacaksın. İster Amerikan çiftçisinden Yunan çiftçisinden yana kullan, istersen kendi çıkarlarını savun, dersin ki benim çıkarımı en iyi kim savunuyorsa hangi parti savunuyorsa, gideceğim oyumu ona vereceğim diyeceksin. Ben sana bir de tüyo vereyim. Senin hakkını hukukunu savunacak tek parti var, onun adı da Cumhuriyet Halk Partisi kardeşim.
Her şeyi sattılar, dünyanın borcunu aldılar, Türkiye bir borç batağında. Bakın, borcun milli gelire oranı yüzde 61,9’a çıktı, yani yüzde 62’ye çıktı. Milli gelirin yüzde 62’si kadar bizim borcumuz var. Tam bir borç batağı! Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez borcun milli gelire oranı yüzde 61,9’a çıktı. Yok tarihte böyle bir örnek. Ve baktılar ki borçları yönetemiyorlar Borçlanma Genel Müdürlüğü kurdular. Yani Duyunu Umumiye, Osmanlıda kurulan Duyunu Umumiye’nin benzerini kurdular. Borçlanma Genel Müdürlüğü var, nasıl borçlanacağım, kaça borçlanacağım, nasıl faiz ödeyeceğim, ne kadar faiz ödeyeceğim, faizi nasıl yapacağız? Bunun için Borçlanma Genel Müdürlüğü kurdular. Bu bile Türkiye’nin ne kadar kötü yönetildiğini gösteriyor. Gelirler Genel Müdürlüğünü anlarım, Gelir İdaresi Başkanlığını anlarım, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığını anlarım, ne demek Allah aşkına Borçlanma Genel Müdürlüğü? Borçları yönetemiyorum, özel bir bürokratik kadro oluşturdum, Duyunu Umumiye gibi, borçları idare edeceğiz diyor. Geldiğimiz nokta bu.
Vatandaş da borç batağında, sadece devletin kendisi değil vatandaş da borç batağında. Değerli arkadaşlarım, vatandaşın bankalara ve finans kurumlarına olan borcu 540 Milyar liraya çıktı. Geçen ay 22 Milyar lira daha arttı. Vatandaş da borç batağında ve bütün bunları görmemiz lazım. Bütün bunların sonucu nedir? İşsizliktir. Saraydakiler işsizlik nedir bilmezler, işsizliği çocuğu işsiz olan anneye sorun. Aylardır yıllardır çocuğu işsiz olan, iş bulamayan, kapı kapı dolaşan o gencecik fidan gibi çocuklarınıza sorun, onların babalarına sorun, amcalarına sorun, dayılarına sorun. Geçici iş için, yani 8 ay 9 ay geçici çalışacak, iş için kuyruklar.
Bakın, 21.Yüzyılın Türkiye’sindeki işsizlik manzaraları, iki tane verdim örnek. Uzun uzun kuyruklar, tıka basa dolu bir salon, geçici iş için. Hani sürekli bir iş de değil. 17 yılda Türkiye bu noktaya geldi. 17 yıl önce böyle bir manzara yoktu, 17 yıl önce böyle bir işsizlik yoktu, 17 yıl önce böyle bir vicdansızlık yoktu. 17 yılda buraya geldik. Ben bu fotoğrafları gösterince yine kızacaklar biliyorum, ama bu işsizlerin hakkını hukukunu savunmak da bize düşüyor. Ama bu işsizlerin de büyük bir kısmı gidip AK Partiye oy veriyorlar. Ve işsiz kardeşim senin de düşünmen lazım, sen niye işsizsin Allah aşkına, niye işsizsin? Eğitimse eğitim aldın, askerlikse yaptın, çalışma yaşına deyince geldin iş istiyorsun. Anayasa bu görevi devlete vermiş. Devleti kim yönetiyor? AK Parti, yani saray yönetiyor. AK Parti dersek biraz haksızlık yapmış oluruz, saray yönetiyor. O zaman sen de bakacaksın değerli arkadaşım, siz de bakacaksınız buna.
Ve AK Partili kardeşlerime ve ülkücü kardeşlerime şunu söyleyeyim. Her saat başı Londra’daki bir avuç tefeciye ödediğimiz faiz 2 milyon 73 bin 644 Dolar. Bir daha söylüyorum, her saat başı –iç borç değil, dış borç- bir saat geçtikçe Londra’daki bir avuç tefeciye Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ödediği faiz saat başına 2 milyon 73 bin 644 Dolar. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde böyle bir örnek yoktur. Bunu da herkesin bilmesini isterim.
Değerli arkadaşlarım, yeni yasama yılını dün açtık. 100’ncü yılını kutlayacağız inşallah Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100’ncü yılını. Bizim Meclisimizin bir özelliği var. Bizim Meclisimiz Milli Kurtuluş Savaşını yöneten Meclistir. O nedenle Gazi unvanı dünyada sadece bizim Meclisimizindir. Ve burada görev yapan her milletvekili milli iradeyi temsil eder, her milletvekili halkın çıkarlarını savunmak zorundadır, her milletvekili Türkiye’nin çıkarlarını savunmak zorundadır, her milletvekili hiç kimseyi ötekileştirmeden halkın tümünü kucaklamak zorundadır. Her milletvekili kaynakların, yani vatandaşın ödediği paraların nerelere harcandığının hesabını sormak zorundadır. Yani vatandaşın hakkını ve hukukunu korumak ve savunmak zorundadır. Gazi Meclisin böyle bir özelliği var.
Bu süreç 15 Temmuz’a kadar geldi. 15 Temmuz’da hain bir darbe girişimi oldu. 15 Temmuz gecesi bu Meclis bombalanırken, milletvekillerimiz parlamentoda görev yaptılar. Darbeye karşı çıktılar, milli iradeyi savundular, ‘egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ ilkesine sahip çıktılar. Ama 20 Temmuz’da bir şey oldu, Türkiye bir sivil darbe yaşadı. Parlamentonun yetkileri büyük ölçüde elinden alındı. Meclisin gazilik unvanı şaibeli hale geldi. Niçin? Bütün yetkileri alındı. Diyeceksiniz ki, ne oldu diyeceksiniz. Pek çok şeyi biliyoruz. Bakanlar Meclise gelemezler, gelmiyorlar da zaten. Ülkeyi yönetenlerden birisi hariç, hiçbirisi seçimle gelmemiştir. Yani milli irade yoktur yönetimde. Parlamentoda olanlar ise, bir kişinin iki dudağına –önemli bir kurum- teslim olmuş vaziyettedir. Milli iradeyi değil, bir kişinin iradesini temsil eder konuma gelmişlerdir. Kendi bağımsız özgür iradesini ifade etmekten bile korkar hale gelmişlerdir. Bizim arzuladığımız Gazi Meclis bu değildir, her milletvekilinin düşüncesini özgürce ifade ettiği Meclisin adıdır Gazi Meclis. “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diyen milletvekillerinin oluşturduğu bir Meclistir Gazi Meclis.
Sayın Erdoğan dün bir konuşma yaptı parlamentonun açılışında, AK Partinin Genel Başkanı olarak bir konuşma yaptı. Konuşma metnine baktığınızda da zaten bir cumhurbaşkanı değil, AK Partinin Genel Başkanı sıfatıyla yapılmış bir konuşmaydı. Biz şunu yaptık, bunu yaptık, bunu yaptık diyordu. Yani bir bütçe görüşmesinde bir partinin genel başkanı nasıl bir konuşma yapıyorsa, benzer bir konuşma yapıldı, ama konuşmanın bir yerinde kullandığı şu iki cümle çok önemli. “Milli iradenin tecelligâhı olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin itibarının gözetilmesini de her şeyin üzerinde tutmamız gerekiyor.” Milli iradenin tecelligâhı... Neresi? Türkiye Büyük Millet Meclisi ve bunun gözetilmesi her şeyin üstündedir dedi. Doğru mu? Doğru.
Devam ediyor: “Milletimizin ve onların temsilcileri olan siz milletvekillerinin sesine hiçbir zaman kulağımızı ve yüreğimizi kapatmadık, kapatmayacağız” diyor. Burada dur diyoruz, burada dur! Yani parlamentonun açılışında bari doğruları söyleyelim. Bari doğruları söyle, ayıptır yani. Neden diyeceksiniz? Anayasa göre Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetim yetkisi var, yürütme organını denetim yetkisi var. Bunlardan birisi de yazılı soru önergeleri. Yazılı soru verirsiniz dilekçe verirsiniz, yazılı soru sorarsınız, yürütme organını denetlersiniz. Yani belli konularda bilgi istersiniz. Meclis araştırması var, genel görüşme var, Meclis soruşturması var, bunları geçiyorum. En basit olanı, bir milletvekilinin kendi özgür iradesiyle bir soruyu soruyor, X Bakanına Cumhurbaşkanına sorabiliyor. Ve Anayasa şöyle diyor - çünkü sözlü soruyu kaldırdılar Bakanlar Meclise gelmediği için, onlar çünkü memur seçimle gelmediklerinden, genel kurula da gelemiyorlar - “Yazılı soru yazılı olarak en geç 15 gün içinde cevaplanmak üzere milletvekillerinin Cumhurbaşkanı yardımcıları ve Bakanlara yazılı olarak soru sormalarından ibarettir” diyor. Yani milletvekilleri, cumhurbaşkanı yardımcıları ve Bakanlara yazılı soru soracak, 15 gün içinde de cevap alacak. Kim söylüyor bunu? Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Anayasası söylüyor.
Gerçek ne? Gerçek şu değerli arkadaşlar, 27’nci yasama döneminde 18 bin 895 soru sorulmuş milletvekillerimizce, 18 bin 895 soru sormuşuz. Sorulan sorulardan zamanında, yani 15 gün içinde, Anayasanın öngördüğü 15 gün içinde cevap verilenlerin oranı yüzde 6, hiç cevaplanmayanların, hiç ama 15 günden sonra da hiç cevaplanmayan, bugüne kadar hiç cevaplanmayanların oranı yüzde 61,5. Oysa ne diyor Anayasa 80.madde? Diyor ki, “Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, seçildikleri bölgeyi veya kendilerini seçenleri değil, bütün milleti temsil ederler” diyor. Bir daha okuyayım, milletvekillerinin görevi, Anayasa 80: Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, seçildikleri bölgeyi veya kendilerini seçenleri değil, bütün milleti temsil ederler. Yani milli iradeyi temsil ederler diyor.
Şimdi milli iradeyi temsil edenlere cevap vermiyorsun, dikkate almıyorsun. Milli iradeye karşı çıkıyorsun, ben seni tanımam diyorsun. Orada gelip Mecliste konuşma yapıyorsun, milletimizin ve onların temsilcileri olan siz milletvekillerinin sesine hiçbir zaman kulağımızı ve yüreğimizi kapatmadık, kapatmayacağız diyorsun. Baştan kapatmışsın zaten, doğruyu söyle bari.
Hadi bana inanmayabilirsin, açarsın Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanına dersin, bu sorulara cevap verildi mi verilmedi mi? Sana bütün rakamları versinler. Bir insan neden yalan söylemeye ihtiyaç hisseder doğruları söylemek varken? Türkiye Büyük Millet Meclisinin itibarıyla oynanıyor. Kim? Atamayla gelen Bakanlar, hiçbiri milletvekilini ciddiye almıyorlar, parlamentoyu ciddiye almıyorlar, Türkiye Büyük Millet Meclisini ciddiye almıyorlar. Bir itibar erozyonu yaşıyor Türkiye Büyük Millet Meclisi. Millet adına seçilen gelen parlamentoda, seçilen gelen bir milletvekilinin sorduğu soruya, Anayasaya göre 15 gün içinde cevap vermesi gereken bir Bakan, 15 gün değil hiç cevap vermiyorsa, ben parlamentoyu tanımıyorum demektir o.
Özellikle AK Partili kardeşlerime ve ülkücü kardeşlerime sesleniyorum. Sizin de milletvekilleriniz var burada, onlar sizin milletvekillerinizi de tanımıyorlar ve siz hâlâ onları desteklemeye devam ediyorsunuz. Bu yanlıştır, ahlaki değildir bu, hukuki değildir bu, adalete aykırıdır bu. Anayasaya göre 15 gün içinde cevap vereceksin, vermiyorsan burada bir sorun var. Yazarsın bir yazı dersin ki, 15 gün içinde ben bunu yetiştiremiyorum, ama bir ay içinde vereceğim. Ben bürokraside bunları yaşadım, 15 gün içinde cevap veremiyorsak yazı yazardık, veriler toplanmadı daha sonra vereceğiz diye.
Değerli arkadaşlarım, bir de şu var. Bu söylediğim hani yüzde 6 vardı ya cevap verilenler, onların çoğu da uyduruk, usulen cevap veriyor. Soruyorlar Yavuz Sultan Selim Köprüsünden geçenler, her Bakan ayrı bir rakam veriyor. Çünkü hiçbirisinin memleket yönetiminden haberi yok, ülke yönetiminden haberi yok, bürokrasiden haberi yok. Getirmişsin sen Bakanlık koltuğuna otur demişsin. Seçilmedin, zaten hesap vereceğin hiçbir yer yok. Soruyorlar, “ÖSO’ya aylık veriyor musunuz? Özgür Suriye Ordusu, aylık veriyor musunuz?” Cevap, “Türk Silahlı Kuvvetleri Cerablus ve Afrin’de istikrar ve huzurun sağlanmasına yönelik görev yapmaya devam etmektedir.” Bu ne demek? Biz diyoruz bayram haftası, o diyor mangal tahtası, ne ilgisi var Allah aşkına?
Bu ne demektir? Ben Türkiye Büyük Millet Meclisini tanımıyorum demektir. Türkiye Büyük Millet Meclisinde milletin iradesini temsil eden milletvekilini adam yerine koymuyorum demektir. Soruyorlar milletvekillerimiz, “ne kadar çöp ithal ettiniz?” Öyle ya, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde şimdi çöp ithal etmeye başladık, çöplere dolar veriyoruz. Soruyorlar, buna da doğru dürüst cevap vermiyor. “Hangi gümrükten ne kadar getirdiniz, bu çöplerin niteliği ne?” Buna da doğru dürüst cevap verilmiyor. TRT’yi soruyorlar, “neden eşit davranmıyorsunuz, tarafsız davranmıyorsunuz” diye. Cevap, “TRT Anayasa kanun ve mevzuat hükümleri çerçevesinde faaliyetini yürütmektedir.” Ne ilgisi var, ne ilgisi var değerli arkadaşlarım.
Bir sözüm de Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanına. Türkiye Büyük Millet Meclisinin itibarını korumak onun görevi her şeyden önce, Meclis Başkanı çünkü. Parlamentodaki 600 milletvekilinin başkanı. Soru önergeleri veriliyor, bazen işine gelmediği zaman soru önergelerini geri gönderiyor. Bu olmaz diyor, değiştir diyor. Peki, sevgili kardeşim, sayın başkan, öyle uyduruk cevaplar geldiğinde sen bunları geri gönderiyor musun? Milletvekilinin sorduğu soruya bu cevap değildir diyor musun? Milletvekili sana ÖSO’ya aylık ödüyor musun ödemiyor musun diye soruyor, sana Türk Silahlı Kuvvetlerini sormadı. Cevabı geri iade ediyor musun? Edemiyor. Şimdi söylüyorum, milletvekilinin sorduğu soruya doğru dürüst cevap gelmiyorsa, o soru önergelerini geri göndereceksin, geri göndermek zorundasın. O zaman ben senin parlamentonun itibarını koruyup korumadığını anlayacağım.
Bir başka konu değerli arkadaşlar, Anayasayı okudum ilgili maddeyi, 15 gün içinde cevap verir. 15 gün içinde cevap vermiyorsa, burada bir sürü memur çalışıyor, bunlardan üç tanesine görev ver; soru önergelerini takip eden, neden cevap gelmedi kardeşim 15 gün içinde, niye gelmedi? Niye sormuyorsun, saraydan mı korkuyorsun? Saray sana bir şey der mi diye korkuyorsun. 600 milletvekilini arkana al, saraya karşı dur kardeşim, sen parlamentonun itibarını koru.
Parlamento milli iradenin tecelligâhı diyoruz değil mi, egemenliğin, milli iradenin. Ne diyor Anayasa 6.madde? ‘Egemenliğin kullanılması hiçbir surette, hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz.’ Siz saraya bırakıyorsunuz. Seçilmeyen bakanlara bırakıyor, devlet memuru niteliğinde bakanlara bırakıyorsunuz ve o bakanlar siyasi demeçler veriyorlar. Atamayla gelen adam niye siyasi demeç verir? Memur zaten bunlar, bunların özgür iradeleri yok zaten, saraydan talimat alacaklar.
Değerli arkadaşlarım, ekonomiyi anlattık, parlamentoyu da anlattık, çiftçilerin durumunu anlattık, borç batağındaki Türkiye’yi anlattık, IMF’nin son talimatları ışığında açıklanan yeni ekonomik programını da anlattık. IMF ne istiyorsa aynısını yapmaya başladılar. Ana aktör damat ve yukarıdaki, memleketi bunlara teslim etmiş vaziyetteyiz. Kayınpeder damat memleketi yönetiyor ve Türkiye kendisine sağlıklı bir yol haritası çizemiyor. Kriz gittikçe derinleşiyor, işsizlik gittikçe artıyor.
Söyledim, yine söyleyeyim. Bu krizden hazarsız kazasız, krizi aşmak için beş şeyi yapmamız lazım, beş şey fazla değil. Bunlardan birincisi, süratle getirsinler parlamentoya Cumhurbaşkanlığı tarafsız olmalı, partili Cumhurbaşkanı olmaz. Meclise gelip Meclisi açacaksan, Cumhurbaşkanı olarak açacaksın, bir partinin genel başkanı olarak değil. Cumhurbaşkanı gibi konuşacaksın, bir partinin genel başkanı gibi değil. Herkese saygı göstereceksin, sadece kendi yandaşlarına değil, herkesin çıkarını savunacaksın, sadece kendi yandaşlarının değil. Cumhurbaşkanının tarafsız olması lazım; bunu Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının da istemesi lazım. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı bir partinin genel başkanını Meclisin açılış konuşmasında konuşturmamalıdır, bu yanlıştır demelidir. Eğer o konuşuyorsa, bütün siyasi parti genel başkanlarına söz hakkı versinler, hepimiz konuşalım. Meclisin açılışı, biz Meclisin bir üyesi değil miyiz? Hepimiz oturur konuşuruz. O kendi düşüncelerini aktarır, biz de kendi düşüncelerimizi aktarırız. Cumhurbaşkanı, yani cumhurun başkanı... Zaten kabul etmiyor ki, ben sadece diyor AK Partililerin başkanıyım diyor, diğerlerinin başkanı değilim diyor; bu yanlışın düzeltilmesi lazım. Adaletin bağımsız olması lazım! Adalet yok arkadaşlar, bu memlekette adalet yok. Açık ve net söyleyeyim, adalet yok. Hâkim siyasi otoriteden talimat alıyorsa adalet yoktur; adaletin bağımsızlığının mutlaka sağlanması lazım.
Size bir örnek vereceğim, yürek sızlatan bir örnek vereceğim. Sayın Saygı Öztürk yazdı, ben büyük gürültüler çıkar dedim, ama hiçbir şey olmadı. Değerli arkadaşlarım, Anadolu Cumhuriyet Savcısı bir iddianame hazırlıyor İstanbul’da. Metro inşaatında göçük oluyor, iki işçi hayatını kaybediyor. Bu iki işçinin hakkının savunulması lazım. Duruşma 23 Eylül’de yapılacak. Fakat bir bakıyorlar, avukat bakıyor 23’e yaklaşınca UYAP’a giriyor, bakıyor ki kendisinden habersiz iki duruşma yapılmış. Ölen işçilerin avukatının haberi bile yok, haber bile vermemişler. Oturmuşlar kendi kendilerine duruşma yapmışlar, bunlar da o beşli çeteden olan kişiler, duruşma yapmışlar kararlar vermişler. Şaşırıyor tabii avukat, nasıl olur diyor bu, böyle bir şey olur mu diyor. Mahkeme duruşma yapacaksa taraflara haber verir, gider birisi savunur öbürü başka şeyler kendisini savunur ve sonunda bir adaletin gerçekleşmesi lazım. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde böyle garip bir şeyle ben ilk kez karşılaşıyorum. Duruşma günü 23 Eylül, ama 23 Eylül’den önce iki duruşma yapılıyor, birisinin yurtdışına çıkış yasağı kaldırılıyor, 23 Eylül’de UYAP’a gidip de, dur bakayım 23 Eylül’de ne olacak diye bakan avukat birdenbire şaşırıp kalıyor. Nasıl olur da iki duruşma yapılır ve bizim haberimiz yok. Adalet bu noktaya gelmişse, tuz kokmuştur arkadaşlar. Adalet sürecinde tuz kokmuştur. En büyük sıkıntımız buradadır değerli arkadaşlarım.
İki işçi, ben o işçilerin ailelerine gittim eşimle beraber. Aileleri ziyaret ettim, basına haber vermedim. Sorunlarını dinledim. Eğer bizim yapabileceğimiz bir şey varsa biz her türlü destek olmaya hazırız dedim. Duruşma yapılıyor ne ailelere ne de avukatlarına haber veriliyor. Ne olacak, nereden bulacağız adaleti? Nasıl olacak Türkiye’nin hali? Devleti yönetenler bunun farkında mı acaba, ülkeyi yönetenler bunun farkında mı acaba? Adaletin ne olduğunu biliyorlar mı acaba? O iki işçinin, göçük altında kalan o iki işçinin hakkını ve hukukunu kim savunacak acaba? Çürüyen bir adalet mekanizması, çürüyen bir devlet yönetimi, çürüyen bir Lale Devri yönetimi; geldiğimiz nokta budur değerli arkadaşlar ve gerçekten de insan üzülüyor, yazıktır günahtır diyor.
Yargı bağımsızlığı, hangi yargı bağımsızlığı arkadaşlar? Soruyor SODER bir araştırma yapıyor, yargı bağımsızlığı ve yargıya güven araştırması. Soru su: Sizce Türkiye’de makam mevki sahibi biriyle, sıradan vatandaş mahkemelik olsa, eşit koşullarda yargılanırlar mı? Bu soru soruluyor. Sıradan bir vatandaş gitti mahkemeye, sıradan bir vatandaşla ensesi kalın bir vatandaş mahkemeye gidiyorlar, eşit koşullarda yargılanır mı? Soru bu. Hayır eşit koşullarda yargılama olmaz diyenlerin oranı yüzde 79, evet eşit koşullarda yargılanırlar diyenlerin oranı yüzde 17,3, kararsızım diyenlerin oranı yüzde 3,7. Bir Türkiye gerçeğidir bu. Adaletin yargının geldiği noktayı göstermesi açısından bir ibret belgesidir bu ve bunun asla unutulmaması lazım değerli arkadaşlarım.
Devlet yönetimi şeffaf olmalı, kim nereye ne kadar para harcıyor kimse bilmiyor. Sorduğunuz sorulara da cevap alamıyorsunuz. Değerli arkadaşlarım, Sayıştay’ın raporları var yayınlandı, 63 bin çocuğa süresi geçmiş aşı yapılmış. Yeni öğreniyoruz. Bir yıl önce ölenlere ölmemiş gibi fatura kesilmiş. Bir yıl önce ölmüş adam, ama ölmemiş gibi hastadır diye fatura kesilmiş. Kemoterapi ilaçları konusunda da, ilaçlarının hazırlanması konusunda Elazığ Şehir Hastanesi 1 liraya yapıyor, Adana Şehir Hastanesi 356 liraya yapıyor aynı işi; birisi 1 liraya, birisi 356 liraya. Mersin Şehir Hastanesi 176 liraya, Isparta 90 liraya, Eskişehir 37 liraya yapıyor. Soygun düzenine bakın. İlgilenen var mı? Vatandaşın hakkını hukukunu savunan var mı? Yazıktır günahtır diyen var mı?
İçişleri Bakanlığı 350 derneğe yardım yapmış. Hangi derneğe kaç lira yardım yaptınız belli değil. Oysa Dernekler Kanunu’nda çok açık hüküm var, nereye ne kadar para verdiyseniz onu yazmak zorundasınız, söylemek zorundasınız. Çürüyen bir devlet yönetimiyle karşı karşıyayız değerli arkadaşlarım.
Ekonomik krizin faturası vatandaşa çıkarılıyor, ensesi kalınlara çıkmıyor, yandaş olanlara çıkmıyor. Gücü varsa, ensesi kalınsa onun ekonomik krizle hiçbir ilgisi yok, fırsatı lehine çeviriyor daha fazla para kazanıyor değerli arkadaşlarım. Dedik ki, şu ekonomik krizi nasıl aşarız? Topla şu Ekonomik Sosyal Konseyi, süratle toplanması lazım. Bir anayasal kurum Ekonomik Sosyal Konsey, üç ayda bir toplanması gerekiyor. 2000’dan bu yana hiç toplanmadı arkadaşlar, hiç toplanmadı. IMF’ye gidip danışıyorlar, IMF’den görüş alıyorlar, IMF’nin dediklerini yapıyorlar, IMF’nin sözünden çıkmıyorlar, en son program bunun örneğidir ve dolar üzerinden Türk lirası, dolar üzerinden yapılan sözleşmelerin Türk lirasına çevrilmesi lazım. Bunu da söyledik, bunu yapmazsanız bu milletin ahı günahı sizin boynunuzadır dedik. Faturayı garibana çıkaracaksın, sırtı kalınlara hiçbir şey yapmayacaksın. Bunun adı adalet değildir, dolayısıyla o partinin adı da Adalet ve Kalkınma Partisi değildir. Bütün vatandaşlarımın böyle bilmesini isterim.
Efendim hepinize en içten selamlar saygılar sunuyorum.
23.11.2024
23.11.2024
23.11.2024
22.11.2024