19.02.2019
19.02.2019
CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU
(19 ŞUBAT 2019)
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
Efendim yakında parlamento tatile girecek. Bu dönem yaptığımız son grup toplantılarından birisi. Dolayısıyla bizleri televizyonları başında izleyen bütün vatandaşlarımıza Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan sevgilerimizi ve saygılarımızı gönderiyoruz.
Bu sabah iki acı haber geldi. Parlamentoda birlikte görev yaptığımız Halil Akyüz Antalya’da geçirdiği bir kalp krizi sonucu hayatını kaybetti; kendisine Allah’tan rahmet, camiamıza da başsağlığı diliyoruz. Gerçekten uzun süredir Antalya’daydı, her gidişimizde karşılaşırdık, her gidişimizle güler yüzle karşılardı, ama böyle acı bir haberle bu sabah karşılaşacağımı düşünmemiştim.
Fikret Ünlü, siyasetimizin önemli aktörlerinden birisiydi. Bakanlık yaptı, spor dünyasını özellikle çok yakından takip eden birisiydi ve spor dünyasına onun hizmetleri asla unutulamaz. O da uzun süredir tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti. Fikret Ünlü’ ye de Allah’tan rahmet diliyoruz, camiamıza ve sevenlerine ailesine Allahtan sabırlar diliyoruz.
Değerli arkadaşlarım, her ölüm aslında bir başka başlangıçtır. Mevlana ölümü farklı dillendirmiş, “Şebi Aruz” dediği düğün gecesi olarak dillendirmiş. Bizim Anadolu kültüründe ozanlar vardır, aşıklar vardır. Ozanlar ve aşıklar halkın sesini sazlarıyla dile getirirler. Onların özelliklerinden birisi, zulme karşı baş eğmezler. En büyük silahları sazlarıdır ve sözleridir. Bütün mücadeleyi bunun üzerine yaparlar. Sevgiyi, hoşgörüyü, haksızlığa karşı direnmeyi; şiirleriyle, sözleriyle, sazlarıyla dile getirirler. Böyle bir ozan hayatını kaybetti, Ozan Arif, ona da Allah’tan rahmet diliyoruz. Ozan Arif’in diğer ozanlardan hiçbir farkı yok; Aşık Veysel gibi, Aşık Daimi gibi, Pir Sultan Abdal gibi, Erzurumlu Emrah gibi, Neşet Ertaş gibi. Ölmeden önce dostlarına bir mektup yayınladı, o mektubun bir bölümünü sizlerle paylaşmak isterim. “Hakkı bırakıp güya devletten yana, hatta hakiki devletten yana tavır koyduğunu sanan Hızır Paşalar yaşamıyor. Lakin Pir Sultan yazdıklarıyla, söyledikleriyle bugün hâlâ yaşıyor, bunu akıllarından çıkarmasınlar. Bütün gönüldaşlarıma selam olsun” diyor Ozan Arif. Biz de Allah’tan rahmet diliyoruz. Aşık Veysel hayattayken bir dörtlük yazdı, daha doğrusu bir şiiri vardı. O dörtlükten bir bölüm okumak isterim sizlere, “Can bedenden ayrılacak, tütmez baca yanmaz ocak, selam olsun kucak kucak, dostlar beni hatırlasın.” Aynı gelenekten gelen Ozan Arif’in de bir dörtlüğünü okumak isterim, “Yalan dünya sana böyle, kimler konup göçtü söyle. Ben de işte aynen böyle, aha geldim gidiyorum.” Aynı gelenek, aynı sözler, aynı duygular.
Tabii Suriye’de bir şehidimiz var, bir eve ateş düştü, anneler yine kaygıyla bakıyorlar Suriye’deki evlatlarına çocuklarına. Zeytin Dalı operasyonu dolayısıyla Suriye’de olan Umut Özlütepe kardeşimiz de, kahramanımız da hayatını kaybetti, şehit oldu. Kendisine Allah’tan rahmet diliyoruz, güvenlik güçlerimize, kahraman ordumuza başsağlığı dileklerimizi iletiyoruz, hepimizin başı sağ olsun. Şehit hepimizin şehididir, şehitlerimize saygı duymak saygı göstermek bu topraklarda yaşayan herkesin ortak görevidir.
Öteden beri Suriye politikasının doğru olmadığını söyledik. Ta en başından beri “Suriye bataklığına girmeyin, yapmayın, etmeyin” dedik, “Suriye’nin içişlerine karışmayın dedik.” 3,5 milyon Suriyeli geldi ve ne yapacağımızı hâlâ bilmiyoruz, karar veremiyoruz. Sözde 24 saatte gideceklerdi, Suriye’yi işgal edeceklerdi. Sözde biz her yere gideriz, şunu yaparız, bunu yaparız... Bugün geldiğimiz noktada tam bir açmazla karşı karşıyalar ve şehitlerimiz geliyor. Bizler şehitlerimizin hakkını ve hukukunu her ortamda savunmak durumundayız.
Aydınlarımıza yeni bir tehdit, Cumhuriyet Gazetesinin değerli yazarları istinaf mahkemesinin cezayı onaylamasıyla yeniden hapishaneye girecekler; Musa Kart bunların başında, bir karikatürist ve dünyaca ünlü bir karikatürist. Hapse atıp ne yapacaksınız? Aydınları, gazetecileri hapse atıp ne yapacaksınız? Türkiye’nin itibarını zedeliyorsunuz, hâlâ bunun farkında değiller, ne yaptıklarının farkında değiller. “Efendim yargı bağımsız...” Onu siz benim külahıma anlatın, Türkiye’de yargının bağımsız olduğunu filan kimse söylemiyor, hiç kimse! Alınan talimat gereği yargı kararları veriliyor. Bunu herkes biliyor, hepimiz bunu gayet iyi biliyoruz. Bakın değerli arkadaşlarım, Hakan Kara, Mustafa Kemal Güngör, Emre İper bunlar yeniden hapishaneye dönecekler. Bunu içimize sindirebilir miyiz, bunu adil bulabilir miyiz, bu kararın hakkı ve hukuka uygun bir karar olduğunu kabul edebilir miyiz? Hayır.
Daha geçen hafta yanlış hatırlamıyorsam Adalet Komisyonunda, alınacak hâkimlerle ilgili sınav barajını yüzde 70’e çıkardılar yeniden, eskiden olduğu gibi. Adalet Komisyonu Başkanı herhalde vicdanlı bir kişi ki diyor ki: “Hâkimlerimiz maalesef yeterli eğitimi almadan kura çekip gittiler. Burada söylemek doğru değil, ama kafasına gözüne vurarak da gidiyor bazı şeyler. İnşallah yukarılarda, üst mahkemelerde düzeltilir diye ümit ediyoruz şimdilik.” Adalet bu durumda… Dolayısıyla gazetecilerin hapse atıldığı, hele hele aylardır hapiste olup iddianamesinin yazılmadığı pek çok kişi, Türkiye’de demokrasinin kan kaybetmesini dünyaya anlatıyor aslında. Olması gereken bunların haklarının ve hukuklarının bir an önce savunulması ve adaletin tecelli etmesidir.
Aynı şekilde parti meclisi üyemizin aylardır haksız bir şekilde içeride tutulması da başka bir sorundur. Eren Erdem için alt mahkeme dışarı çıkabilir dedi, üst mahkeme hayır dedi geriye geldi. Yine aynı mahkeme, serbest bırakan mahkeme, tutukluluğuna devam dedi. Bunlar hâkim mi merak ediyorum! Siz neden tutukluluğuna serbest dediniz de, sonradan hangi gerekçeyle bu kez de hayır tutukluluğu devam edebilir dediniz? Adalete en büyük zararı adalet mensupları veriyor. Bu gerçeği de aslında herkesin bilmesi lazım.
Şehitlerden bahsettik, Suriye’deki şehidimizin evine ateş düştüğünü de ifade ettik. Değerli arkadaşlar, bugün size farklı bir konuyu anlatacağım. Hiç kimsenin belki düşünmediği, çoğu kişinin bilmediği bir konuya değineceğim; sözleşmeli er ve erbaşlar. Erkekler bilirler, 1111 sayılı bir Askerlik Kanunu var ve hepimiz o kanuna tabi olarak askerliğimizi yaparız. Gideriz askerlik görevimizi yaparız, sonra terhis oluruz evlerimize döneriz. Dediler ki, “Efendim profesyonel orduya ihtiyacımız var, Türkiye kritik süreçten geçiyor, sözleşmeli er ve erbaş almak zorundayız.” Bununla ilgili de bir yasa çıktı. Şöyle diyor yasanın amacında; Türk Silahlı Kuvvetlerinin kritik ve uygun görülen görevlerde, yetişmiş personel ihtiyacını karşılamak maksadıyla istihdam edilecek sözleşmeli erbaş ve erlerin temini, yetiştirilmeleri, görevde yükselmeleri, hizmet şartları vesaire bunları belirleyen bir kanun çıkarıyoruz diyorlar. Eyvallah, kanun çıktı. Şimdi bunlar nasıl göreve alınıyorlar? Bir sınavla alınıyorlar. Raporları alınıyor, binlerce kişi giriyor, onların içerisinden askerler kendi kurallarına göre belli kişileri silah altına alıyorlar ve diyorlar ki sen sözleşmeli er ve erbaş olarak görev yapacaksın. Ayrıca bunların en az ortaokul mezunu olması lazım. Örneğin, ilkokul mezunu olan birisi sözleşmeli er ve erbaş olamıyor. Bunlar belli bir ücret alıyorlar, doğuda görev yapıyorlarsa halen 3 bin 500 lira civarında, artı 2 bin lira da bir ek ödeme yapılıyor. Eğer batıda görev yapıyorlarsa sadece 3 bin 500 lira belli bir bedel ödeniyor bunlara. Bunların görev süreleri de 7 yıl. Soru şu: 7 yıl sonra ne olacak bunlar, 7 yıl sonra nereye gidecekler bunlar? 7 yıl sonra bunların sorunları çözülsün diye kanuna bir madde koymuşlar. Diyorlar ki, 7 yıl görev yapanlar, görev yaptıkları sürenin sonunda çıkarılacak bir yönetmelikle, yönetmeliği de İçişleri Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, Devlet Personel Başkanlığı oturacaklar bir yönetmelik yapacaklar 7 yıl askerlik yaptıktan sonra bunlar kamuda görev alabilsinler diye. 2013-2019, bu yönetmelik bir türlü çıkmıyor. Peki, 7 yılını doldurup ordudan ayrılanlar ne yapıyor şimdi? İşsiz! Düşünebiliyor musunuz Genelkurmayın ihtiyaçlarını karşılamak üzere, özellikle terörle mücadele için silah altına alınan, belli bir bedel ödenen, 7 yıl orduda eğitilen ve 7 yıl görev yapan insanlar, yedinci yılın sonunda görevlerini bırakıyorlar, görevlerine son veriliyor ve bunlar sokağa bırakılıyor. Niçin? Yönetmelik çıkmadı diye. Niye yönetmelik çıkmıyor, hangi gerekçeyle çıkmıyor? Hakkını teslim edelim, Genelkurmay Başkanlığı yönetmelik taslağını hazırlayıp ilgili birimlere göndermiştir. Ama ilgili birimler bunları kamuya almak istemiyorlar, kamuda görev yapmalarını istemiyorlar. Değerli arkadaşlarım, bunlar şu anda 7 yılını tamamlayıp dışarıda olanlar, bizim işsiz ordumuzun -işsiz ordusu diyoruz, yaklaşık 7-7,5 milyonu buldu- birer bireyi olarak evlerinde oturuyorlar.
Peki, şu anda görev yapan sözleşmeli er ve erbaşların sorunları var mı? Bu sorunlardan size söz edeceğim. Uzman çavuş veya bir astsubay mesai bitiminde veya vardiya sonrasında akşam evine gider. Evlidir, çoluk çocuğu vardır, kışlada görevini yapmıştır, mesaisi bitmiştir, vardiya nöbeti varsa nöbetini tutmuştur, ondan sonra da evine gider. Orduda 7 yıl görev yapan sözleşmeli er ve erbaşlar evlerine gidemiyorlar. 7 yıl! 7 yılı söylüyorum, bir yıl değil. Hani bir yıl olsa idare ederiz deriz, 7 yıl evlerine gidemiyorlar. Nasıl gidiyorlar? Ancak yılda 30 gün izin var veya 15 gün mazeret izni veya doğum izni, eşi doğum yaparsa doğum izni 10 gün veya ölüm izni bir yakını ölürse 10 gün ölüm izni veriliyor, evlenmeye karar verirse de 7 gün evlilik izni var. Sonra? 7 yıl kışlada bekleyeceksin. Tıpkı erler gibi, zorunlu askerlikte olduğu kurallara tabiler bunlar. Dolayısıyla 7 yıl boyunca kışlada, her koğuşunda kalmak zorundalar 7 yıl süreyle. Soru şu: Neden? Bunlar insan değil mi, bunların çoluk çocuğu yok mu, bunların eşleri yok mu? Bunlar neden kışlada zorunlu olarak kalıyorlar?
İkinci konu; Ocak 2018’de uzman çavuş astsubay ve bütün üst kademeye 400 lira bir zam yapıldı, iyileştirme zammı. Gazeteler televizyonlar haberi şöyle geçtiler: “Türk Silahlı Kuvvetleri personeline 400 lira zam yapıldı” veya “Askere 400 lira zam.” Herkese zam, sözleşmeli er ve erbaşlara bu zam verilmedi, neden? Silahsa silah, orduysa ordu, görevse görev, eksi 35-40 derecede terörle mücadeleyse, terörle mücadele. Herkese zam, bunlara zam yok, neden? Bunu sormak zorundayız.
Değerli arkadaşlarım bir başka konu, benzer görevi yapan çok sayıda orduda görevlimiz var. Hepsi de saygıdeğer kişiler. Bunlara aile yardımı yapılır, bunlara çocuk yardımı yapılır, sözleşmeli er ve erbaşlara bu iki yardım da yapılmaz, neden? Aileyse aile var, orduysa aynı ordu, silahsa aynı silah, çocuksa onların da çocukları var, bunların da çocukları var. Diğerlerine bu zam, bu yardım yapılırken, bunların ailelerine ve çocuklarına neden bu zam yapılmaz, neden bu yardım yapılmaz? Bunun da sorulması lazım.
Bir başka konu, askerler bir yerden bir yere görevlendirilebilirler. Astsubay, uzman, çavuş görevlendirilir. Bugün Hakkâri’dedir, yarın denir ki Afyon’a gideceksin veya Tekirdağ’a gideceksin, Trakya’ya gideceksin diye görev verilir. Giderlerken tayin izni alırlar, bir de yol harcırahı alırlar. Sözleşmeli er ve erbaşlara bu hak da yok. Bineceksin otobüse veya kendi imkânlarınla gideceksin ve belli süre içinde kışlanda olacaksın. Neden? Bunlar robot değil, bunlar da insan, haksa bunlara da bu hakkın tanınması lazım.
Başka bir konu; eğer bir rütbeli belli bir yere gittiğinde evliyse, eşi de oraya tayin edilmek zorunda, belli bir süre için eşiyle beraber yaşamak zorunda bir kentte, bir ilde, ilçede, beldede, nereye gidiyorsa. Bunlarda eş durumu tayini de yok. Eşi Trakya’da, kendisi Hakkâri’de, 7 yıl veya 5 yıl. Neden? Bunlar insan değil mi, bunların hakları yok mu, bunların aileleri yok mu, bunların çocukları yok mu? Bana anlatıyorlar, “gidiyorum, küçük çocuğum var, kızım beni tanımıyor, bana baba diyemiyor, çünkü uzun süredir görmemiş beni, ‘kim bu adam geldi bizim evimize’ diyor”.
Yine sözleşmeli er ve erbaşlar şehit olduklarında –ki, çok sayıda şehit var- ailelerine veya yakınlarına 4 bin 200 lira veriliyor. Sözleşmeli er ve erbaş dışında asker şehit olursa onlara 5 bin 600 lira veriliyor. Şehit şehittir, defalarca söyledik şehitler arasında ayrım olur mu? Mücadeleyse mücadele, silahsa silah, orduysa ordu, mücadeleyse mücadele yapmış bu adam. Şehit düşmüş, 4 bin 200 lira veririm senin yakınlarına diyor, ama diğer şehitlerin yakınlarına 5 bin 600 lira veririm. Haksızlık değil mi bu, adaletsizlik değil mi bu?
15 Temmuz şehitleri için bir soru sormuştum, toplanan paralar nereye gitti diye. Bu grupta sordum, daha önceki grup toplantılarında sordum, İzmir’de sordum, şu ana kadar tık yok. Toplanan milyonlar nereye gitti? Şu ana kadar hiçbir haber yok.
Efendim şehit yakınlarına veya gazilere kira yardımı da yapılıyor. Ama sözleşmeli er ve erbaşların şehit yakınlarına ve gazilere kira yardımı yapılmıyor, neden? Aynı şekilde AGİ dediğimiz asgari geçim indirimi var. İster subay, ister hâkim, ister işçi, hangi düzeyde olursa olsun ücret alanların belli bir geliri vergi dışında tutuluyor, yani buna vergi uygulanmıyor. Bu asgari geçim indirimi düştükten sonra kalan miktar üzerinden vergi hesaplanıyor. Sözleşmeli er ve erbaşlar için bu kural yok. Ne kadar alıyorsan asgari geçim indirimi yok, tamamı vergiye tabi. Neden, bu farklılık neden? Bunlar insan değil mi, bunlar görev yapmıyor mu, bunlar sınırlarda askeri birliklerde görev yapmıyorlar mı? Neden bu imkân sağlanmıyor?
Çözüm... Eleştirdik her zaman, her türlü eleştiriyi yaptık, çözümü de arkasından söyleyelim. Uzman er ve uzman onbaşıya verilen haklar bunlara da sağlansın, bu kadar basit. Hani biz general olalım, paşa olalım filan değil, bizim de ailemiz var biz de akşam evimize gidelim, bizim de çoluk çocuğumuz var, diğerlerine hangi haklar veriliyorsa, bana da aynı haklar verilsin diyor. Dolayısıyla uzman er ve uzman onbaşıya verilen haklar bunlara verildiği zaman, bu sorun da büyük ölçüde çözülmüş olacak. Ordu Milletvekilimiz Mustafa Adıgüzel bir araştırma önergesi hazırladı ve Meclise verdi. Araştırma önergesi eğer kabul edilirse, parlamentoda bu sorunlar bütün ayrıntılarıyla tartışılacak ve Cumhuriyet Halk Partisinin milletvekilleri bunu bütün ayrıntılarıyla dile getirecekler. Şimdi bekliyoruz, eğer çözüm olacaksa her türlü çözüme biz katkı vermeye hazırız.
Değerli arkadaşlarım, gelelim başka bir konuya, sosyal devlete. Geçen 6 milyon kişiyi ilgilendiren bir toplantı yaptık, sokak ekonomisi. Yani sokakta geçimini sağlayanlar; çöp toplayanlar, kağıt toplayanlar, plastik toplayanlar, kestane satanlar, simit satanlar, şeker satanlar, yani hayatını sokaktan kazananlar 6 milyon kişi. 6 milyon kişi aileleriyle beraber düşündüğünüzde 20-25 milyon kişi ediyor ve bunlar sahipsiz olarak kendilerini adlandırıyorlar. Biz dedik ki, biz Halk Partisiyiz, Cumhuriyet Halk Partisiyiz, biz herkesin ve her kesimin sorunlarına sahip çıkmak zorundayız ve cumhuriyet tarihinde ilk kez bunlarla ilgili bir toplantı yapıldı ve ilk kez biz bunların sorunlarını nasıl çözeriz diye oturup masaya yatırdık. Bizim düşünmemiz gereken önce şu soru var: Devlet kime hizmet eder? Devlet dediğimiz kurum var, Türkiye Cumhuriyeti Devleti. Devleti yönlendiren siyasal iktidardır. Devlet kime hizmet eder? Devlet baskıcı mı olacak, devlet vatandaşına hizmet mi götürecek? Dolayısıyla devletin kimlere hizmet etmesi gerektiğini Anayasa baştan koymuş; diyor ki, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti demokratik, laik, sosyal hukuk devletidir. Bunun değiştirilmesi dahi teklif edilemez”, demokratik laik sosyal hukuk devleti diyor. Sosyal hukuk devleti ne demek, ne demek sosyal devlet? Sosyal devlet, fakirin yanında olan devlet anlamına geliyor. Sosyal sözcüğü de odur zaten; fakirin, fukaranın, ezilenin yanında olan devlet demektir; kimse ezilmesin, kimse aç kalmasın, yoksulluk yaşanmasın bu topraklarda diye, sosyal devlet bu kadar önemlidir.
Ama ben izin verirseniz sosyal devleti Anayasa Mahkemesinin bir kararından sizlere okuyayım.
Şöyle diyor Anayasa Mahkemesi: “Sosyal hukuk devleti, insan haklarına dayanan, kişilerin huzur refah ve mutluluk içinde yaşamalarını güvence altına alan...” Milyonlarca insanımız yarın ne olacak onu bilmiyor, kendi geleceğinden endişeli. Ve büyük ölçüde iyi yetişmiş bireylerimiz de gençlerimiz de yurtdışına gidiyorlar.
Devam ediyor Anayasa Mahkemesi kararı: “Kişi hak ve özgürlükleriyle kamu yararı arasında adil bir denge kurabilen...” böyle bir denge yok.
Devam ediyor: “Çalışma hayatını geliştirmek ve ekonomik önlemler alarak çalışanları koruyan...” İşsiz sayısı 7-7,5 milyona çıktı.
Devam ediyor: “Onların insan onuruna uygun hayat sürdürmelerini sağlayan...”
Buyurun bu tabloya bakın değerli arkadaşlar, bu tablo 21.Yüzyılın tablosudur. Bu tabloyu yaratan en önemli aktör de bu tabloda görünüyor, Erdoğan bu tabloda görünüyor. Bu kadıncağızın tanzim satış mağazasına gidecek parası bile yok, bu kadıncağızın otobüse binecek bile parası yok. Bu 21.Yüzyılın Türkiye’sidir değerli arkadaşlarım, Ortaçağ’ın Türkiye’si değil 21.Yüzyılın Türkiye’sidir. Siz bana sosyal devletten söz edeceksiniz, hangi sosyal devlet! Devlet fakirin fukaranın yanında olacak. Hangi fakirin fukaranın yanında oldu, kimin yanında oldu! Bu tabloyu görüp de vicdanı sızlamayan bir Allahın kulu var mı Allah aşkına? Fotoğrafı görünce ben tüylerim diken diken oluyor. Sarayda oturup bu fotoğrafa bakan acaba ne hissediyor?
Devam ediyor: “Milli gelirin adalete uygun biçimde dağıtılması için gerekli önlemleri alan...” Hangi milli gelir? Kişi başına milli gelir ortalama 10 bin dolarmış. Yedi kişilik aileyi düşün, 70 bin dolar. Yedi kişilik ailede yıllık ortalama 70 bin doları olan aile mi var Allah aşkına? Gidip Şanlıurfa’ya bir soralım bakalım, Diyarbakır’a bir soralım bakalım, Çankırı’ya bir soralım bakalım, nerede bu paralar, kim alıyor bu paraları?
Devam ediyor Anayasa Mahkemesi kararı: “Milli gelirin adalete uygun biçimde dağıtılması için gerekli önlemleri alan...” Hangi önlemleri aldılar? Az önce söyledim, asgari geçim indirimi herkese uygulanıyor, sözleşmeli er ve erbaşlara uygulanmıyor, niçin? Anayasaya aykırı bir uygulama. Herkes ücretli, bunlar da ücretli. Devletin Bakanına uygulayacaksın, Cumhurbaşkanlığı koltuğunu işgal eden zata uygulayacaksın, sözleşmeli er ve erbaşa uygulamayacaksın niçin?
“Sosyal güvenlik hakkını yaşama geçiren...” Bakın arkadaşlar, Sokak Çalıştayında bir gerçeğin altını çizdim. O çöpten kağıt toplayanlar var ya, onları AK Parti Hükümeti işveren kabul ediyor ve diyor ki, kendi sigorta primini kendin yatıracaksın. Kaç lira? Ayda 754 lira yatıracaksın, yatırmazsan emekli olamazsın. Ayda 1 milyon dolar geliri olan da ayda 754 lira yatırıyor, çöpten kağıt toplayana da aynı 754 lira yatıracak deniyor. Bu mudur adalet? Bunları her yerde anlatmanız lazım değerli arkadaşlarım, her yerde! Vatandaşa doğru bilgiyi her yerde aktarmamız lazım. Eğer bu bilgileri aktarabilirsek, Türkiye’nin içinde bulunduğu koşulların nasıl ve hangi gerekçelerle yaratıldığını çok daha iyi bir şekilde belirtmiş oluruz, tabloyu vatandaşın önüne koymuş oluruz.
“Güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak, sosyal adaleti ve toplumsal dengeleri gözeten devlettir…” diyor sosyal hukuk devleti. Bunların hiçbirisi yok.
Bakın arkadaşlar, Anayasa Mahkemesi bunu diyor, ama Anayasada bir hüküm daha var. 49.madde: “Çalışma herkesin hakkı ve ödevidir” diyor. “Devlet çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alır.” Hangisini aldı?
Bizde bir söz vardır, Anadolu’da çok kullanılır, “Allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin” diye. Çok güzel bir sözdür. Çünkü açlığın ne olduğunu Anadolu insanı çok iyi biliyor, sefaletin ne olduğunu da çok iyi biliyor. O zaman siz 21.Yüzyılın Türkiye’sinde 7,5 milyona varan işsiz ordusunu nasıl yarattınız? Bütün işsiz kardeşlerime, iş arayan bütün kardeşlerime sesleniyorum; 17 yıldır iktidardalar, onların çocukları işsiz değil, onların çocuklarının bir eli yağda bir eli balda, sarayda işsizlik yok, saray çevresinde de işsizlik yok, saraydan beslenenlerin çocuklarında da işsizlik yok. Kimin çocukları işsiz? Fakirin fukaranın, garibanın, arkası olmayanın çocuğu işsiz! Ama sen hâlâ gidip oyunu, beni işsiz bıraktı gidip ona vereyim diyorsan, yarın ağzındaki lokmayı da alır, bundan hiç endişen olmasın. 17 yıldır devleti yönetiyorlar, 17 yıl, dile kolay 17 yıl! Bunlar iktidar olmadan önce Anadolu Kaplanları diye bir laf vardı. Anadolu kaplanları, yani Anadolu’yu ayağa kaldıranlar, sanayide ayağa kaldıranlar vardı. Bugün Anadolu kaplanlarından söz eden yok, kaplan kalmadı, çünkü Anadolu’nun içini boşalttılar. “Açım açım, evime ekmek götüremiyorum” diyen bir kadının, bir annenin sesini acaba bunlar duyuyorlar mı? Kibir abidesi sarayda oturuyor. Sarayda oturan birisi işsizlik nedir bilir mi? İşsizliğin ne kadar acı olduğunu bilir mi? İşsiz bir insanın evine nasıl gittiğini bilir mi? İşsiz bir insanın sokaklarda nasıl gezdiğini bilir mi? Sarayın çevresi işsizliği bilmez değerli arkadaşlarım.
Bir eli yağda, bir eli balda olan bir de sosyete damat var. O işsizliği bilir mi? Hayatında işsizlik nedir, hayatında yoksulluk nedir bilir mi? Bir fakirin fukaranın sofrasına oturmuşluğu var mı? Anadolu nedir, ne değildir bilir mi? Bilemez bunları, bilemezler bunları. AK Parti milletvekilleri işsizlik nedir bilirler mi? Hortumcu piyasa ekonomisinin en önemli aktörleri AK Parti milletvekilleridir. Yandaşlara çalışırlar, fakir fukaraya çalışmazlar. Fakire fukaraya gidince din iman, köşeyi dönünce de han hamam. Bunların felsefesi budur, bu felsefeyi kimsenin unutmaması lazım. Çift dikiş maaş alanlar var. Bir maaş yetmiyor, çift dikiş maaş alıyor. Başında da saraydaki zat geliyor. Peki kardeşim, çift dikiş maaş alıyorsun, emeklilik hakkı için mücadele eden, emeklilikte yaşa takılanlara “türedi” diyorsun. Bu adam işsizlik nedir bilir mi? Bilemez. Emeklilikte yaşa takıldığı için emekli olamayan ve işsiz kalan yüz binlerce kişi var, yüz binlerce kişi! Bunların derdiyle ilgilenen var mı bizim dışımızda? Hayır, yok.
Aynı şekilde son bir yılda, işi olup da son bir yılda, 706 bin kişi işinden oldu. Resmi rakam, aslında daha fazla da, artık biz resmi rakam diye bunu dillendirdik. 706 bin kişinin işsiz kalması ne demektir? 706 bin haneye gelirin girmemesi demektir. Ne olacak bunlar? Bu evlerde çocuklar var, bu evlerde kadınlar var, bu evlerde gençler var, bu evlerde iş arayanlar var, ne olacak bunların hali? 706 bin haneye ateş düştü.
Değerli arkadaşlarım, bunu kabul etmemiz lazım, ben işsizliği çözeceğim demekle de işsizlik çözülmez. “Her işveren bir işçi alsın, işsizlik çözülür.” Bunu diyen Erdoğan’dı. Çözüldü mü? Hayır. Defalarca söyledi. Çözülemez zaten. İşveren de zaten borçların altında ezilmiş vaziyette, nereye gideceğini o da bilmiyor.
Üniversiteyi bitirdiğinde iş bulursun, biraz oku... Binlerce, yüz binlerce üniversite mezunu var, iş bulamıyorlar, işsizler.
Devlette liyakati bitirirsen, işsizlik sorununu çözemezsin. Planınız, programınız olmazsa işsizlik sorununu çözemezsiniz. 3,5 milyon Suriyeliyi Türkiye’ye getirirsen, işsizlik sorununu çözemezsin, işsizlik sorununu büyütürsün. Hazinenin başına damadı getirir, devletin Hazinesini damada teslim edersen, işsizlik sorununu çözemezsin. Devletin fabrikalarını, arsalarını, limanlarını satarsan işsizlik sorununu çözemezsin. Fabrikaları sattın, şimdi domates satıyorsun, şu geldiğin noktaya bak! Çiftçiyi üretemez hale getirirsen, işsizlik sorununu çözemezsin. Devletin bütün büyük ihalelerini yandaşlara verip döviz garantili işlem yaptırırsan, işsizlik sorununu çözemezsin. Türkiye Cumhuriyeti Devletini Londra’daki bir avuç tefeciye teslim edersen, onların her dediğini yapar hale gelirsen, işsizlik sorununu çözemezsin. Her esnafı, özellikle de hal esnafını, çiftçiyi, marketçiyi, üretici niye zam yaptın diye terörist ilan edersen, işsizlik sorununu çözemezsin.
Bakın, terörist ilan ettikleri hal esnafının, çiftçinin, üreticinin, bakkalın kullandığı ürünlerin ya da sattığı ürünlerin fiyatlarına bakalım, ne kadar zam gelmiş. Bir yılda gübreye gelen zam yüzde 60 ilâ yüzde 80 arasında değişiyor. Zirai ilaçta zam yüzde 100’ün üstünde, yerli tohumda yüzde 30, ithal tohumda yüzde 50-55, fidede yüzde 30-35, naylon -seralar kaplanıyor ya- yüzde 80-90, döllenmede kullanılan arı yüzde 27, mazotta yüzde 23. Yeni mazot zammı geldi, o bu rakama dahil, bunlar geldi. Peki, ne olacak? Çiftçi üretemiyor, borç batağı içinde. Kime satacak ürününü?
İşsizlik sorunu akılla çözülür arkadaşlar, programla çözülür, planla çözülür, istişareyle çözülür. Biz 13 madde halinde ekonomik krizden nasıl çıkılacağını anlattık. Birinci maddede dedik ki, “devlette liyakat sistemini yeniden inşa edeceksiniz.” Ne demek devlette liyakat sistemi? İşsizlik gelecekse, devletin liyakatli kadroları oturur düşünür plan yapar program yapar, strateji belirler, siyaset kurumuna bunu sunar. Der ki, bak önümüzdeki süreçte işsizlik artacak, artmasın diye şu şu şu kuralları koymamız lazım. Devlette böyle birisi kalmadı, hepsini yok ettiler. Her şeyi kim biliyor? Erdoğan diyor ki, ben biliyorum. Sen biliyorsan, işte Türkiye’yi bu hale getirdin. Ahkâm kesmekle işsizlik önlenemez değerli arkadaşlarım, akılcı politikalar üretmek gerekiyor. Önce işsizlik varsa, önce üretmek de olmalıdır. İşsizlikle mücadelenin temel anahtarı üretmektir. Üreteceksiniz tarlada, üreteceksiniz fabrikada, üreteceksiniz limanda, üreteceksiniz lokantada, üreteceksiniz üniversitede, hayatın her alanında üreteceksiniz ki Türkiye’de işsizlik önlensin, yoksa olmaz. İthalat olmaz, üreteceksiniz, üretmezseniz olmaz.
Peki, nasıl üreteceksiniz? Üretecek veya ben üretimi önceledim diyen bir siyasal iktidara şu sorular sorulur. Üretim politikasını destekliyorsan, senin vergi politikan nedir arkadaş? Üreticiyi vergi olarak nasıl destekliyorsun? Ne diyorlar? “Vergiyi tabana yayacağız…” Zaten tabandaki vergiden perişan olmuş vaziyette. Sen vergiyi yukarıya, geliri tabana yayacaksın. Aşağıdaki adamın bir geliri olacak, bu olmadan olmaz. Asgari ücreti vergi dışı tutacaksın, işverenin üzerindeki yükü azaltacaksın ürettiği için. Asgari ücret niçin vergi dışı kalsın? Fabrikada çalışıyor bu adam, tarlada çalışıyor bu adam, limanda çalışıyor, lokantada çalışıyor bu adam. Yük az olacak, daha fazla gelir elde edecek, gidecek tüketecek sonra bu adam, alışveriş yapacak.
Sanayi politikan ne? Bunu sorarlar adama, sanayideki politikan ne? Fabrikaları satmak mı, yeni fabrikalar kurmak mı? Nedir sanayi politikan? Az önce söyledim, fabrikaları sattın, limanları sattın, herkese sattın, üstelik babalar gibi sattın, şimdi babalar gibi kuru soğan satıyorsun. Adamı bu noktaya getirirler işte!
Sorarlar tarım politikan ne, tarımda ne yapacaksın sen? Çiftçiyi nasıl desteleyeceksin? Bunu sorarlar. Çiftçi desteklenecek ki eksin. Tarım Kanununun 21.maddesini niye uygulamıyorsun? Kanun diyor ki, “Milli gelirin en az yüzde 1’i oranında çiftçiye destek verilir.” Yıllardır, kanun çıktığı tarihten bu yana uygulanmıyor. Niye uygulamıyorsun?
Sorarlar adama, KOBİ politikan, küçük ve orta boy işletmeler politikan ne senin, KOBİ’leri nasıl destekleyeceksin? Bunu sorarlar.
Para politikan ne? Bunu sorarlar. Bütün bunların hiçbirisi yapılmıyor.
Baktılar tıkandılar, tanzim satış mağazaları kuruyorlar. Kurun tanzim satış mağazaları! Gariban insan eğer yakınsa gidip alışveriş yapan; İstanbul’u bilenler çok iyi bilirler, İstanbul’un varoşlarında oturan bir kadın birden fazla otobüs parası verip gelecek tanzim satış mağazasına, alışveriş yapacak, aynı otobüs parasını verip tekrar evine gidecek. Otobüs parası var mı acaba o ailede, o kadında var mı?
Peki, biz ne yapıyoruz? Hafta sonu İzmir’deydim. Aziz Kocaoğlu, “Biz zaten kentimizi çok iyi biliyoruz, İzmir’i çok iyi biliyoruz. Hangi ailelerin fakir olduğunu da gayet iyi biliyoruz. 35 bin fakir aile var” dedi, 35 bin! Öyle tanzim satış mağazaları kuralım, gelsinler alışveriş yapsınlar değil. 35 bin eve 10 kilo soğan, 10 kilo domates götürüp teslim edeceğiz. İşte sosyal adalet budur. Hiçbirisi gidip tanzim satış mağazalarının önünde kuyruğa girmeyecek, hiçbirisi cebinden para vermeyecek, herkesin evine teslim edilecek; 10 kilo patates, 10 kilo kuru soğan. Böylece bu mesele de bitmiş olacak. Üstelik bu şimdi yapılmıyor, daha önce de ve halen uygulanan süt projesi var. Fakir zengin ayrımı yapılmadan, bir evde bir çocuk doğduysa onlarca araba haftada bir gün gider sütü onların kapısına bırakır. Aile alır sütünü çocuğunu besler. İşte insan onuruna uygun davranış budur, insanı sevmek de budur.
Efendim diyor ki, “Bu kuyruk varlık kuyruğudur. Eskiden yokluk kuyruğuydu, şimdi varlık kuyruğudur.” Peki sevgili kardeşim, en varlıklı adam sensin, milyarları götüren sensin, cebini dolduran sensin, sarayda oturan sensin, uçan sarayda oturan sensin. Şimdi kendisine bir de Amerika’da saray yaptırıyor, o sarayı da yaptıran sensin. Sen niye bu kuyrukta yoksun? Madem varlık kuyruğu, sen de bu kuyruğa gir, damadın girsin bu kuyruğa, bütün AK Parti milletvekillerini al hep beraber kuyruğa girin. Vatandaş niye kuru soğana muhtaç oldu? Vatandaşın aklıyla dalga geçiyorlar. Emin olun okurken üzülüyorum, bu memleketi kimlere teslim ettik diye. Varlık kuyruğuymuş, insan bunu söylerken biraz utanır, bir ar, hayâ eder.
Daha önce söylemiştim, yalan söyleyenden devlet adamı olmaz, yalan söyleyenden Cumhurbaşkanı olmaz, yalan söyleyenden Bakan olmaz, yalan söyleyenden parti genel başkanı olmaz, defalarca söyledim. Defalarca konuştu değil mi? “Vay efendim bu yüksek binaları kim yapıyor?” Sanki Güney Kore’den gelip yaptılar da, bir sabah baktık ki Allah Allah bunları kim yaptı? İstanbul’a üstelik! Ankara’ya, Çayyolu’na bakın, Çayyolu koridoru oldu artık orası, koridor oldu, iki tarafta da beton blokları yükseliyor. Şikâyet eden kim? Erdoğan! Size bir karar okuyacağım değerli arkadaşlarım, 10 Ocak 2019 tarihli bir karar. Resmi Gazetede yayımlanan, mükerrerde yayımlamışlar ki çok kişi görmesin diye büyük bir ihtimalle. Bu karar nedir biliyor musunuz? Çayyolu’na giderken bizim genel merkezin hemen ön tarafında, cadde üzerinde 34 bin 754 metrekarelik bir arsa var. Bu arsaya sınırsız kat yapılması imkânını veren karar bu, Cumhurbaşkanı kararı. Recep Tayyip Erdoğan sınırsız kat çıkma imkânını veren. Hani sen diyordun ya, “Bizim kültürümüzle bağdaşmıyor, bizim örfümüz adetimizle bağdaşmıyor, bu yüksek binalara kim nasıl izin verdi” diye bağırıp çağırıyordun. Acaba diyorum Erdoğan yerine başka birisi imza atıyor, onun da haberi yok mu? Bunu söylüyorum ki, haberi olsun. İptal et bu kararı, iptal et bunu! İptal etmeyecek, çünkü bu belli, büyük bir ihtimalle alıcısı da belli. Alıcısı da bellidir, kupon arazi çünkü. Nasıl olacağı belli, yüksek kat veriyorlar, istediğin kadar çıkabilirsin. Sonra vatandaşın önüne çıkıyor “Kim yaptı bu yüksek binaları?” Kim izin verdi? İzin verenin Allah belasını versin diyorum, ne diyeyim ben başka!
Bir şeyi hiç kimse unutmasın, bütün bu eleştirileri yaptım, ama asla karamsarlığa hakkımız yoktur. Bütün bu sorunların hepsi çözülebilir, hepsi! Yerel yönetimlerde de çözeceğiz biz. Bunu kazandığımız andan itibaren göreceksiniz, yani İstanbul’u, yani Ankara’yı kazandığımız andan itibaren göreceksiniz. Fakir fukarayı getirip tanzim satış mağazasının önünde kuyruğa dizmeyeceğiz, İzmir’deki gibi onun evine götüreceğiz, domatesi de evinde vereceğiz, biberi de evinde vereceğiz, patatesi de evinde vereceğiz, kimseye de muhtaç etmeyeceğiz. Fakirin fukaranın yanında olacağız. Bunu yapacağız, hiç kimse endişe etmesin.
Sözümüz söz, hiçbir çocuk yatağa aç girmeyecek, hiçbir çocuk! Ve bu manzaralara izin vermeyeceğiz. Bu kadın kardeşimiz bizim kardeşimizdir, bizim toplumumuzun bir parçasıdır. Onu bu tür tablolarla karşı karşıya bırakmayacağız. Evinde huzur içinde oturacak, çoluk çocuğuna huzur içinde hizmet edecek. Çoluk çocuğu güler yüzle okula gidecek, evinde huzur olacak, evinde bereket olacak. Bu tabloya ve buna benzer tablolara asla izin vermeyeceğiz. Çünkü biz halkın partisiyiz, yani Cumhuriyet Halk Partisiyiz.
Hepinize selamlar saygılar.
23.11.2024
23.11.2024
23.11.2024
22.11.2024