19.04.2022
19.04.2022
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu:
"28 Kasım 2017'de 'bunların tamamı bankaların resmi kayıtlarıdır' demiştim, 'hiç sağa sola kaçmaya gerek yok, haysiyetli bir adamsan, gereğini yapacaksın' dedim. O da, 'ispat edersen cumhurbaşkanlığını da bırakırım' dedi. İspat ettik, şimdi ne yapacaksın? Erdoğan beni tanımıyor hâlâ… Bir şeyi söylüyorsam, mutlaka belgesini elimde tuttuktan sonra söylerim. Bir şeyi söylüyorsam, o yüzde yüz doğrudur; en az 3-4 yerden onu doğrulatmışımdır ben. Millete söz verdin, 'cumhurbaşkanlığını bırakacağım' dedin. O zaman gereğini yap, millet bunu bekliyor."
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
Teşekkür ederim arkadaşlar. Süremiz sınırlı, o nedenle beni dikkatle dinlerseniz. Gençler sık sık dile getiriyorum, yine dile getireyim: Sizin hayalleriniz, benim hedefim olacak. O hayallerin tamamını gerçekleştireceğim.
Efendim, kahraman ordumuzun Pençe Kilit Operasyonu operasyon bölgesinde, Üsteğmen Ömer Delibaş şehit düştü. Kendisine rahmet, kahraman ordumuza, milletimize başsağlığı diliyorum. Ailesine başsağlığı diliyorum ve sabır diliyorum.
Değerli arkadaşlarım, İstanbul'daydım. İstanbul Büyükşehri Belediye Başkanı ile birlikte yaptığı faaliyetlerin, yaptığı hizmetlerin bir bölümünü birlikte gezdik. Ayrıntılı bilgi verdi. Anadolu Hisarı'nda gezdik, orayı yeniden onarıyor, İstanbulluların hizmetine sunacak. On metro inşaatı aynı anda devam ediyor. Bu da olağanüstü güzel bir olay. Hiç kimsenin kolay kolay cesaret edip başaramayacağı projeleri başlatıyor ve sonuçlandırıyor. Finans kaynaklarının tamamını sağlamış durumda. Yerebatan Sarnıcı'nı yeniden restore ediyor, orayı da sadece İstanbulluların değil, bütün dünyanın hizmetine açacak. Dolayısıyla İstanbullular Ekrem Başkan gibi bir başkana sahip oldukları için son derece mutlular. Bunu da ifade etmek isterim.
Ayrıca orman alanlarını da İstanbullularla buluşturdu. İstanbullular hafta sonunda kent ormanlarında piknik yapıyorlar, geziyorlar, eğleniyorlar, konuşuyorlar ve dolayısıyla İstanbul yaşanabilir bir kent haline geliyor.
Akaryakıt zamları dolayısıyla eleştiriye haksız eleştiriye muhatap oldu. Elektrik zammını yaparsın, doğalgaz zammını yaparsın, akaryakıt zammını yaparsın. Belediye bu zamların, yüzde 100, yüzde 130, yüzde 120 yaptığın zamların yüzde 40'a oranında en azından “faaliyetleri sürdürelim” diye bir zam yaptığında da kıyameti koparırsın. Emin olun bu iktidarı anlamakta zorlanıyorum. Emin olun... Ya zammı yapan sensin; hangi belediye başkanı zam yapmak ister? Dünyanın zammını yapıyorsun, milleti perişan ediyorsun. Belediye başkanı ayak uydurmak istiyor, kıyameti koparıyorsun. Buna kısaca "ikiyüzlülük" derler, bu iktidarın da temel hedefi ikiyüzlülüğü dünyaya duyurmak.
Efendim, gazeteci İbrahim Haskoloğlu gece 23:00'de evinden alındı, evine baskın yapıldı, evinden alındı. Malum bunlar açıklama yapmışlardı: "Artık hiçbir zaman gece baskınları olmayacaktır. Yeni bir düzeni getiriyoruz, adaleti getiriyoruz" diye açıklama yapmışlardı. Şunu ifade etmek isterim, bunları yapamazlar. Bunlar demokrasiyi getiremezler. Bunlar özgürlüğü getiremezler. Bunlar insan haklarından çok uzaktırlar. Bunu getirecek olan biziz biz; Millet İttifakı beraber getireceğiz, demokrasiyi getireceğiz, özgürlüğü getireceğiz.
Genç bir üniversite öğrencisi bir tweet attı diye o da önce gözaltına alındı, sonra hapse atıldı. Alp Emeç... Alp Emeç'e buradan sesleniyorum: Sakın moralini bozma, bugün hapishanedesin ama yarın çocuklarına verdiğin demokrasi mücadelesini bu örnekle anlatacaksın. O nedenle moralini bozma, gözlerinden öpüyorum. Bu ülkenin bütün aydınlık insanları senin arkanda, onu da bilmeni isterim.
Dünya Turizm Haftası; bizim turizmcilerin gerçekten hepsine saygı duymak gerekiyor. Eğer önlerinde bir engel olmasa, Türkiye'yi bir turizm üssüne çevirebilirler. Yeter ki engel olmasın. Olağanüstü zengin bir coğrafyamız var, görkemli bir tarihimiz var ama gelen turist sayısı az. Ama bütün bunlara rağmen mücadele ediyorlar, bütün aksaklıkları aşmaya çalışıyorlar. 1,5 milyon insanımız turizm sektöründe çalışıyor doğrudan, 4,5 milyon insanımız da dolaylı olarak turizm sektörüne hizmet veriyor. Bacasız sanayi dediğimiz bir sanayi alanı aslında turizm. Dolayısıyla turizmci arkadaşlarıma şunu söylemek isterim: Demokrasinin olduğu yerde, hoşgörünün olduğu yerde turizm canlanır ve bunu sağlayacak olan da bunlar değildir. Siz de görüyorsunuz ve yaşıyorsunuz. Bu iktidar turizme mecbur olduğu için, dolara mecbur olduğu için turizme kapılarını açıyor. Dolara mecbur olmasa bütün o 5 yıldızlı otellerin tamamını kapatır. Bundan adım gibi eminim. Mecbur, eli mahkum "dolar gelsin de, ne olursa olsun" diye bu anlayışıyla bakıyor. Dolayısıyla turizmci kardeşlerime şunu söylüyorum: Hiç meraklanmayın, siz de bekleyin. Çünkü geliyor gelmekte olan, asla unutmayın bunu.
Balıkçı kardeşlerimiz aramızda, onlara da "hoş geldin" diyoruz. Evet, Barış Karadeniz arkadaşımız Hopa'dan başlayıp Samandağ'a kadar bütün limanları gezdi, balıkçılarla konuştu. Bunların bir ikisine ben de iştirak ettim. Sorunlarınız var, biliyorum. Kendinizi yalnız hissediyorsunuz, bunu da gayet iyi biliyorum. Hiç unutmayın, bir cümleyi sakın unutmayın. Mustafa Kemal'in söylediği: "Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir." Sizin sorunlarınızın sahibi Cumhuriyet Halk Partisi olacaktır. Alın terinizin koruyucusu Cumhuriyet Halk Partisi olacaktır.
Mazot fiyatlarının arttığını biliyorum, şu formülü sakın unutmayın: Balıkçının teknesinin mazot fiyatı eşittir, lüks yatın mazot fiyatı. Ona kaçtan veriyorlarsa, balıkçı teknesine de aynı fiyattan vereceğiz. Dolayısıyla ucuz mazot vereceğiz, en önemli girdi kalemdir. Ağlar konusu da, çok pahalı bunu da biliyorum, özel teşvik getirilmesi gerekiyor. Bankalara olan borçlarımız var, bunu da çok iyi biliyorum. Söz verdim, bir daha sizin huzurunuzda söz vereyim: İktidar olduğumuzda ilk bir hafta içinde sizin bankalardan çektiğiniz kredilerin faizlerini sıfırlayacağız, yani sileceğiz. Ana parayı da makul taksitler içinde geri alacağız.
Bir acil eylem planına ihtiyacınız var, bunlar bunu yapamazlar. Balıkçılık konusunda bu çalışmayı yapmamız aslında acil eylem planı hazırlama konusundaki en önemli adımımızdı. Dolayısıyla Barış arkadaşımızı bu bağlamda da kutluyorum. Balıkçılığın meslek olarak da bir tanımı yok, bir tanıma ihtiyacı var. Balıkçı ne demektir? Balıkçılık ne demektir? Bunların ayrıntılarına ihtiyacımız var. Denizcilik ve Balıkçılık Bakanlığı kuracağız ve sizlerin de bir muhatabınız olacak bu devletin içinde. Bunu da hafızanızın bir köşesine yazın. Akşam sizlerle beraber olacağız. İnşallah güzel, bereketli bir sofrada güzel sohbet ederiz.
Efendim, Çay Kanunu; daha doğrusu çay ve fındık Karadeniz için stratejik iki temel ürün. Çay konusunda bir kanun teklifi hazırlanmıştı, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne gelmişti. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde çay üreticisinin sorunlarını çözmek istiyorduk. Ama AK Parti ve MHP milletvekilleri bizim getirdiğimiz kanun teklifini reddettiler. "Çay üreticilerini de, fındık üreticilerini de, biz perişan etmeye kararlıyız" diyorlar. Bunun üzerine bizim Rize İl Başkanlığı haklı olarak, "açıklanan yaş çay alım fiyatının altında alım yapılmasını yasaklayan Çay Kanunu teklifimiz, iktidar ve ortakları tarafından reddedilmiştir" diye bir pankart hazırladı. Billboardlara götürdü, kimse korkudan asmıyor. Astılar İl Başkanlığına, Merkez İlçe Başkanlığının balkonundan astılar. Bazı yerlere yine astılar. Korkularından gelip pankartları indirdiler. Korku dağları bekliyor demek ki. Neden korkuyorsun kardeşim? Sanıyorlar ki o pankartı indirirseniz, Rizeliler bunu farkına varmaz. Hiç meraklanmayın; Rizeliler her şeyi biliyor, her şeyin farkındadırlar. Rizeliler şimdi yüzünü Cumhuriyet Halk Partisi'ne dönmüş durumdalar "ne diyecekler?" diye bunlar? Rize'de söz verdim, kaçak çayla mücadele edeceğime söz verdim. Kaçak çayları Rize meydanında yakacağım, bunun da sözünü verdim. Bütün Rizeli kardeşlerim bilsinler.
Ekonomik kriz, ekonomik buhran devam ediyor, artarak devam ediyor. Herkes kendine göre bir gündem oluşturmaya çalışıyor ama vatandaşın gündemi mutfak, ekonomi ve buraya kilitlenmiş vaziyette. Aksoy Araştırma'nın dün bir araştırması vardı: "Mevcut ekonomik gidişat psikolojinizi nasıl etkilemektedir?" diye bir soru soruyorlar. Seçmenin yüzde 48'i, "çok kötü etkilemektedir" diyor. Yüzde 39,6'sı, "kötü etkilemektedir" diyor. Yani psikolojiyi kötü etkileyen oran yüzde 87,6. Bir ay içinde ortaya çıkan sonuç yüzde 87,6 "bizim psikolojimizi olumsuz kötü etkiliyor" diyor. Ak Parti seçmeninde bu oran yüzde 78,2 AK Parti seçmeni de bunalıma girmiş vaziyette. O da geçinemiyor, "hayat pahalılığı bizim de psikolojimizi bozdu" diyor. "Düne kadar oy verdiğimiz parti, bizi sokağa çıkamaz hale getirdi, partiyi savunamaz hale getirdi" diyor. MHP seçmeninde yüzde 89, AK Parti seçmeninden çok daha yüksek. Bir soru daha soruyorlar: "Geçen ay ile kıyasladığınızda -1 yıl 1 aylık süreyi esas alıyor- alım gücünüz nasıl değişmiştir?" diye soruyorlar. Seçmenin yüzde 45,5'i "çok azaldı" diyor. Yüzde 37,9'u "azaldı" diyor. Bir önceki aya göre alım gücünün azaldığını ifade edenlerin oranı, yüzde 83,4. Ak Parti seçmeninde bu yüzde 72,9, MHP seçmeninde ise yüzde 73,5. Dolayısıyla AK Parti seçmeni de, Milliyetçi Hareket Partisi seçmeni de gidişin ne kadar kötü olduğunu, mutfağı nasıl vurduğunu, kendilerini de ne kadar olumsuz etkilediğini gayet açık ve net bir şekilde ortaya koymuş durumdalar.
Değerli arkadaşlarım; milyonlarca emeklimiz var. Uzun mücadeleden sonra emeklilere Ramazan ve Kurban Bayramı'nda birer maaş ikramiye verilmesini sağladık. Elleri mahkum oldu, "artık biz bunu ödeyeceğiz" dediler. 1000 lira yaptılar, sonra biraz artırdılar. Şimdi hayat pahalılığı malum. Az önce söyledim, oranları verdim; Ak Parti seçmeni için de, MHP seçmeni için de, diğer partilerin seçmenleri için de hayat çok kötü, gidişat çok kötü. Yüzde 80'in üzerinde, yüzde 90'a yaklaşmış vaziyette. En büyük dramı yaşayanlar ise emekliler, geçinemiyorlar. Şimdi bayramda torunları gelecek, evlatları gelecek, elini öpecekler. Torunlarına en azından rahat bir harçlık verebilirsin, böyle bir imkanı yaratabilsinler diye üç grup başkanvekilimizin de imzasıyla "emeklilere asgari ücretin neti tutarında bir bayram ikramiyesi verelim" diye hazırlanan teklif indirildi Genel Kurul'a. Genel Kurul'da bekliyor değil mi? Bekliyor.
Şimdi buradan bütün emekli kardeşlerime sesleniyorum: Size verilecek ikramiye, asgari ücretin neti kadar olacak, 4 bin 253 lira, 4 bin 250 lira. Yılda iki sefer çok büyük bir para değil. 5'li çeteye verdiğinin binde birini vermeyeceksin, 5'li çeteye, emekliye vereceksin; o kadar. 5'i çeteye diyeceksin ki: "Kardeşim sana binde birini vermiyorum, emekliye veriyorum bunu."
Bize inanmayabilir. Sayın Erdoğan diyebilir ki: "Ya bunlar muhalefettir, ben bunlara inanmıyorum; bunlar çok abartıyorlar" diyebilir. Hayat ne kadar güzel! Ben bakıyorum, herkesin yüzü gülüyor sarayda. "Nereden çıktı? Kılıçdaroğlu doğruları söylemiyor" diyebilir. Ama sarayda oturan ve biraz da vicdan sahibi olan bir kişi daha var: Sayın Bülent Arınç. Bana inanmıyorsan, Sayın Bülent Arınç'ı çağır, bir kendisini dinle. Allah aşkına ya, ne söylüyor? Bari, “Hayatın gerçeği nedir, onu bir dinle" diyelim.
Efendim, bunu verin diyoruz ama Türk-İş'in yayınladığı açlık sınırı 4 bin 928 lira. Yani emekliye verilecek bir ikramiye, iki ikramiye birer bayramda verilecek olan, açlık sınırının altında bir rakam zaten. Açlık sınırı 4 bin 928 liraya çıkmışsa, bunu ben değil, TÜİK değil, herhangi bir kuruluş da değil, doğrudan doğruya Türk-İş, yani Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu yıllardır bunu yapar ve yayınlar. İlk kez bu kadar garip, bu kadar gerçekten insanın yüreğinde derin iz bırakan, acı bırakan bir tabloyla karşı karşıyayız. Açlık sınırı 4 bin 928 lira, asgari ücret 4 bin 253 lira; olacak bir şey değil. Ama saray ayrı havalarda. Saray ve şürekası ceplerini doldurmakla meşgul. Ne emekliyi düşünür, ne asgari ücretliyi düşünür. Hemen yandaşlarını atadılar Türk Hava Yolları'na, onlara yüzde 190 zam yaparak huzur hakkı veriyorlar. Yüzde 190 zam…
Emekli kardeşim sana sesleniyorum, asgari ücretli kardeşim sana sesleniyorum: Sen 4 bin 253 liraya talim ederken, emekli 1000 liralık bir bayram ikramiyesi talim ederken, "yeriniz, durumunuz iyidir" diye iktidar kanadı size seslenirken, kendi yandaşlarının, şürekalarının aylıklarına huzur hakkı olarak yüzde 190 zam yaptılar. 8 bin 678 lira huzur hakkı alıyorlardı, bunu 25 bin liraya çıkardılar.
Şimdi ben senin vicdanına sesleniyorum, senin ahlakına sesleniyorum, senin adaletine sesleniyorum emekli kardeşim; adalet duyguna sesleniyorum emekli kardeşim, asgari ücretli kardeşim. Sen ay başını zor getirirken, ele güne muhtaç olmamak için kahveye bile gitmezken, yüzde 190 zam yapıp huzur hakkını 8 bin 678 liradan 25 bin liraya çıkarmak doğru mudur, yanlış mıdır? Vicdanla soruyorum, kendi vicdan terazinde bir tart bakalım kardeşim ya. Tart bir bakalım.
Değerli arkadaşlarım; gerçekten vatandaşın durumu iyi değil, gerçekten iyi değil. Bunu siyaset olarak değil, hayatın bir gerçeği olarak ifade ediyorum. 21'inci Yüzyıl'ın Türkiye'sinde 3 milyon 449 bin 344 hanenin elektriği kesiliyor ödeyemediği için. Cumhuriyet tarihinde böyle bir tablo yoktu. Dolayısıyla sorunumuz çok derin ve bu derin sorunları bunlar çözemezler. Çünkü devleti yönetemiyorlar, yönetmeyi bilmiyorlar. Tek düşündükleri, "biz yandaşlarımızla beraber nasıl köşeyi döneriz, nasıl vurgun vururuz?" Tek hedefleri bu ve bunları yaparken de, "ağıza bir parça bal çalalım, böylece onlar da oylarını sürekli bize vermeye devam etsinler." Ama milletin gözü açıldı, yok artık öyle bir şey. Yok artık öyle bir şey.
Suriyeli sığınmacılara değinmek istiyorum. Kalktılar bir sabah şu açıklamayı yaptılar: "24 saat içinde Emevi Camii'ne gideceğiz ve namaz kılacağız." 24 saat, 24 gün de değil; “24 saatte gideriz, darmadağın ederiz, Emevi Camii'nde de namazımızı kılarız.” Bu lafı ettiler. Bir süre sonra baktılar ki; bırakın Emevi camiine gitmeyi, 3 milyon 800 bin Suriyeli Türkiye'ye gelmiş. Şu yönetim anlayışına bakar mısınız? Şu devlet anlayışına bakar mısınız? Şu devletin yönetiminden ne kadar kopuk olduklarını görüyor musunuz? Hedef koymuşlar, 24 saatte gidecekler; tam tersi 3 milyon 800 bin Suriyeli Türkiye'ye geliyor. Buraya gelenler burada kalmak istemiyorlar tabii, daha gelişmiş ülkelere gitmek istiyorlar. Avrupa'ya, Amerika'ya, Finlandiya'ya, Kanada'ya her yere gitmek istiyorlar. Gitmek isteyince Avrupalılar bizimle masaya oturdular, bu hükümetle masaya oturdular. "Bunlar sizin topraklarımızda kalsın. Bize gelenleri biz size iade edeceğiz. Size biraz para verelim, siz bunlara bakın." Doları duyunca vazgeçtiler. Gittiler, geri kabul anlaşmasını imzaladılar. 3 milyon 800 bin Suriyeli şu anda Türkiye'de hapiste. Bir yere gidemiyorlar. Gitseler, Geri Kabul Anlaşmasına göre hemen kolundan yakalayıp Türkiye'ye iade ediyorlar. Değerli arkadaşlarım, dünyada hangi devlet böyle yönetilir? Hangi devlet böyle yönetilir? Ve biz neden 3 milyon 800 bin Suriyeliye bakmak zorundayız?
Çıktı, 14 Şubat 2020'de Erdoğan bir konuşma yaptı. Suriyelilere 22 değil, 20; 2 yıl önce. "Suriyelilere 40 milyar dolardan fazla para harcadık" dedi. Şimdi 2022'deyiz. Demek ki 50 milyar dolardan fazla para harcandı. Nereye gitti bu para? 50 milyar dolar... 50 milyar dolar hangi Suriyelilere verildi? 50 milyar dolar nasıl buharlaştı? 50 milyar doları Suriyelilere versen, bütün Suriyeliler Türkiye'de han-hamam sahibi olur. Nereye gitti bu para? Asgari ücretin yarısıyla çalışıyorlar bu insanlar.
Değerli arkadaşlarım, 15 Mart 2022’de diyor ki: "Dün Irak'tan, Suriye'den, Afganistan'dan gelmişlerdi. Bugün Ukrayna'dan geliyorlar." Öyle ya, artık kim para verirse bütün millet buraya. Bizim millet aç, "olsun, bizimkiler açlığa alışmış vaziyette" diyor. "Yarın nereden gelip geleceklerini bilemeyiz" diyor Erdoğan. Yani daha gelecekler ama daha bilmiyoruz bakalım daha nerelerden gelirler. "Bu güzel ülkede ana muhalefetin başındaki ve yanındakiler ne diyorlar? Biz seçimi kazandığımızda bu ülkedeki mültecileri ülkelerine göndereceğiz diyorlar. Biz göndermeyeceğiz" diyor. 3 milyon 800 bin Suriyeli, sayısını tam bilemediğimiz Afganistanlı, Irak'tan gelenlerin kim olduğunu, ne kadar olduğunu bilmiyoruz. "Bunları göndermeyeceğiz" diyor.
Değerli arkadaşlarım; bunun üzerine büyük bir ihtimalle anket yaptı beyefendi. Baktı ki ankette Suriyelilerin gitmesini çoğu kişi istiyor. 18 Nisan’da, yeni yan bir açıklama yaptı. "Tek başına bırakılmış olsak da..." Türkiye tek başına bırakılmış, sen bıraktın. Geri kabul anlaşmasını Bay Kemal mi imzaladı? Seni imzaladın. Suriyelilere "Emevi Camii'nde 24 saatte namaz kılacağız" diyen Bay Kemal miydi? Sendin. Oradan 3 milyon 800 bin Suriyeliyi buraya getiren Bay Kemal miydi? Sendin. Buna itiraz eden kimdi? İtiraz eden Bay Kemal'di, "yanlış yapıyorsun" diyordu, yanlış yapıyorsun...
Evet, şimdi kalkmış anketleri gördü, aşağıdan gelen tepkiyi gördü; "Suriyeli kardeşlerimizin dönüşü için elimizden gelen gayreti göstereceğiz" diyor. Nasıl bir omurga bu ya, nasıl dönüyorsun öyle? 180 derece ya, 180 derece nasıl dönüyorsun? .
Bu neyi gösteriyor? Bu bizim ne kadar haklı olduğumuzu gösteriyor. Bu neyi gösteriyor? Halkın nabzını en iyi tutan partinin Cumhuriyet Halk Partisi olduğunu gösteriyor. Bu neyi gösteriyor? Türkiye'nin çıkarlarını sonuna kadar savunan partinin Cumhuriyet Halk Partisi olduğunu gösteriyor. Bu neyi gösteriyor? Irkçılık yapmayan partinin de Cumhuriyet Halk Partisi olduğunu gösteriyor. Çünkü biz onları özgür iradeleriyle göndereceğiz, onlar dönecekler diyordu.
Teşekkür ederim. Biz de Isparta ile gurur duyuyoruz, Ispartalılar ile gurur duyuyoruz. Hiçbir sorunumuz yok, gayet güzel.
Tabii Erdoğan böyle 180 derece çark edince, küçük ortağı da, o da 180 derecelik bir çark... Geçen söylemiştim, bütün bunlar olurken acaba Bahçeli ne diyor diye. O da açıklama yapmış: "Demografimizi, istiklalimizi düşünmek zorundayız." Günaydın, günaydın; yeni düşünmek zorunda... "Misafirin ve misafirlerin süresi sınırlıdır." Sınır ne kadar, süre ne kadar? Erdoğan cevap vermediği için bekliyor. Orası ne zaman cevap verecekse ona göre konuşacak. "Bayramda ülkelerine gidebilen Suriyeli sığınmacıların dönmesine gerek yoktur." Sayın Bahçeli, bunların tamamı bayramlaşmaya Suriye'ye gidecek, daha sonra da gelecekler. Bunları getirecek olan kişinin adı da Süleyman Soylu. O işten sorumlu olan senin desteklediği kişidir. Sınırlarımızı yolgeçen hanına döndüren döndüren kişi de odur. O kişinin öyle mültecilerle falan bir ilgisi yok. Onun bütün vakti uyuşturucu baronları ile fotoğraf çektirmek. Zaman bulamıyor adam, ne yapsın? Ne yapsın adam?
Dolayısıyla İçişleri Bakanı zaten yok hükmünde. Geriye dönüyoruz: Göç İdaresi, Jandarma; onlar da birbirleriyle şiirle atışıyorlar. Güzellikler, güller atıyorlar birbirlerine. Akıl alacak şey değil ama biz Suriyeli kardeşlerimizi, onların can ve mal güvenliklerini de sağlayarak kendi ülkelerine, kendi iradeleriyle göndereceğiz. Nasıl göndereceğimizi oturdum, defalarca uzun uzun anlattım. Suriye ile barışacağız; ortak kültürümüz var, ortak tarihimiz var, akrabalıklarımız var. Oraya göndereceğiz, gidecekler. Yollarını, köprülerini, okullarını, kreşleri yapacağız, fabrikalar açacağız, orada çalışacaklar. Onlar Türkiye'ye turist olarak gelecekler, Türkiye'nin güzelliklerini yaşamak için gelecekler. Bu imkanı da onlara sağlayacağız. Irkçılık yapmayacağız, bu necip millete o kara lekeyi asla sürdürmeyiz. Bunu da bütün milletimin bilmesini isterim. Biz insanı severiz. İnsanın sorunları varsa çözmeye çalışırız. Bizim ülkemize gelmişse, geçici bir süreyse, geçici süre içinde baktık güzel ama o ülkeyle barışıp kendi ülkelerine bunları göndereceğiz. Bu işi neden sadece biz yaparız? Çünkü biz Kuvayı Milliyeciyiz, çünkü biz vatanseveriz. .
Efendim bir de komik bir duruma değineyim… Bu Man Adası işine bir değineyim izninizle: 27 Kasım 2017'de bu kürsüden belgeleri açıklayarak, Erdoğan ailesinin eski özel kalem müdürü, oğlu, eniştesi, damadı; bunların Man Adası’nda 1 sterline şirket kurduklarını; sonra bu şirketle aralarında milyonlarca dolarlık para alışverişi olduğunun belgelerini açıklamıştım. Banka dekontlarının orijinallerini de açıklamıştım. Erdoğan itiraz etti, yandaş medyası itiraz etti. Açıkladığım belgelerin doğru olmadığını, sahte olduğunu söylediler. Defalarca yazdılar. "Ben seni mahkemeye vereceğim" dedi. "Ver" dedim. Hatta ben dedim ki: "Mahkemeye verirsen, bu belgelerin tamamını ben de yargıya teslim etmiş olurum." Dava açıldı, Erdoğan ailesi ve şürekası tarafından davalar açıldı. İstanbul'da 5, 9, 15 ve 20'nci asliyelere düştü. Ama baktılar ki buradaki hakimler namuslu hakimler, düzgün hakimler. Bunlar vicdanlarına göre karar verecekler, belgelere bakacaklar. O zaman şunu yaptılar: O hakimleri değiştirdiler, yerlerine sarayın hakimlerini getirdiler. Bir daha ifade edeyim: Bu mahkemelerdeki hakimleri değiştirdiler. Bunların isteği olmadan yerlerine sarayın hakimlerini getirdiler ve o hakimlere: "Ya delillere bir bakın, gerekirse yeni deliller toplayın. Bizim şahitlerimiz var, onları bari dinleyin" dedik. "Hayır" dediler ve tazminata mahkum ettiler Erdoğan'ın istediği rakamlarla. 197 bin, 142 bin, 190 bin, 130 bin ve 359 bin liralık tazminata mahkûm edildik.
Devam ettik... Tazminata mahkum edilince Erdoğan yine coştu. "işte demedik mi, Kılıçdaroğlu doğruları söylemiyor. Bak mahkeme de tazminata mahkûm etti bunu. Belgeler de zaten sahteydi." Sabahtan tut akşama kadar havuz medyasının bütün gazeteleri aleyhimize her türlü yayını yaptılar. Sonra biz itirazımızı sürdürdük, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi'ne gittik. 4'üncü Hukuk Dairesi'nin başkan ve üyelerini de değiştirdiler. Biz oraya gidiyoruz ya, itiraz ediyoruz ya, orayı da değiştirdiler. Sonra Yargıtay'a geldi. Yargıtay'da kim ne derse desin, namuslu hakimler var, vicdan sahibi hakimler var ve onlar kararlarını verdiler değerli arkadaşlarım.
Sadece bir bölüm okuyayım: "Sabit olduğu üzere Halk Bankası Galata Şubesince verilen 21.12.2017 tarihli cevabi yazıya göre- yani bankanın mahkemeye verdiği yazıya göre- Man Adası'nda faaliyet gösteren Bellway Limited şirketinin belirtilen banka şubesinde bulunan hesabından yüksek miktarda yabancı paraların -dolar bu- bir kısım davacıların banka hesaplarına aktarıldığı ve yine Mali Suçlar Araştırma Kurulu Başkanlığı'nın -yani MASAK'ın Maliye Bakanlığı'na bağlı MASAK'ın- 22.12.2017 tarih ve esas 34321 sayılı yazısı ekinde gönderilen raporda belirtilen para hareketlerinin banka cevabı yazısıyla aynı olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca bu belgelerin sahteliği hususunda da herhangi bir tespit bulunmamaktadır." .
Evet değerli arkadaşlarım; Erdoğan ve ailesi neden bunu yapar? Neden 1 sterlinlik şirketi yurtdışında vergi cennetlerinde kurarlar? Milyonlarca dolar para gider-gelirken, bunlar da vicdan var mı, bunlarda ahlak var mı, bunlarda erdem var mı? Allah aşkına, ben bu soruyu sordum. Milyonlarca dolar ya gidip geliyor, milyonlarca dolar... Kendi ülkesine vergi vermemek için... Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni yönetiyorsun, senin aile efradı damadın, özel kalem, müdürün, kardeşin devlete vergi vermemek için, bu devlete vergi vermemek için orada şirket kuruyor. Parayı getiriyor, burada sıfır vergi. Ekmek alırken vergi veriyor; emekli, işçi, memur herkes vergi veriyor. Milyonlarca dolar para kazanan, 5 kuruş vergi vermiyor ve beş kuruş vergi vermeyenler de Erdoğan ailesinin yakınları, akrabaları, kardeşleri, dayıları, evlatları.
Şimdi ben AK Partili kardeşlerime seslenmek isterim. Sen vergi verirken, çay üreticisi sen vergi verirken, fındık üreticisi sen vergi verirken; esnaf, çiftçi siz vergi verirken; tır şoförü, kamyon şoförü sizler vergi verirken; sanayici sen vergi verirken; milyonlarca dolar parayı Türkiye'ye getirip 5 kuruş vergi vermemek ne demektir? Ve bunun başında olan kişi, bunu bilen kişi, bunu teşvik eden kişi de şu anda Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturmaktadır. Ağırıma giden budur. Bunu dile getirdim ki, gereğini yap kardeşim, gereğini yap. Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 30'uncu maddesinin 7'nci fıkrası diyor ki: "Vergi cennetlerinden gelen para yüzde 30 oranında vergilenir." Tek şartı var, Erdoğan vergi cennetleri listesini yayınlayacak. O kadar...
2006-2022... Yayınlamıyor. Niye yayınlamıyor? E damat dışarıdan para getiriyor, yayınlarsa vergilenecek. E oğlu dışarıdan para getiriyor, kardeşi dışarıdan para getiriyor, gelirse vergilenecek. Vergilenmesin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne vergi ödemesin bunlar. Bundan kim cesaret alıyor? Uyuşturucu baronları da; onlar da böyle para getiriyorlar, onlar da beş kuruş vergi vermiyorlar, onların arkasında da Erdoğan var. Şimdi bunun üzerine tekrar dava açacak. Sanacak ki ben korkacağım, geri adım atacağım. Kardeşim, sen bu kardeşini daha tanımadın. Hiç kimsenin önünde geri adım atmadı haklı olduğu sürece, atmayız biz!
Sadece bunlar değil; Burak Erdoğan, Mustafa Erdoğan, Ziya İlgen... Bunlar da BUMERZ, isimlerinin baş harflerinden oluşan bir şirket de kuruyorlar yine Man Adası'nda. Sıtkı Ayhan'a satıyorlar bunu.
Bakın değerli arkadaşlar; oradan da paralar geliyor, oradan da gene vergi yok. Erdoğan'la Bilal Erdoğan arasındaki konuşmayı okuyorum size, tape:
“Bilal Erdoğan- Dün Sıtkı Bey geldi. Sıtkı Ayhan geldi. Ondan sonra işte, bir türlü işte böyle doğru bir şekilde transfer işlemini yapamadığını -yani para gönderemediğini- yani bir 10 milyon dolar filan olduğunu şimdiye kadar birikenin. Ondan sonra onu istediğimiz zaman verebileceğini, bir şekilde devam edeceğini falan...”
Tayyip Erdoğan, oğlu Bilal'in sesini kesiyor…
“Tayyip Erdoğan- Sakın alma, sakın alma. O 10 milyon doları sakın alma.
Bilal Erdoğan- Ben almayacağım.
Tayyip Erdoğan- Yok, yok. Hayır, hayır alma. Kendisi bize ne söz verdiyse, onu getirecekse getirsin. Kendisi bize ne söz verdiyse, onu getirecekse getirsin. Getirmeyecekse gerek yok. Başkaları getiriyor da o niye getirmiyor? Başkaları getiriyor da o niye getirmiyor? Laf mı? Bunlar ne zannediyor bu işi ya. Ama şimdi düşünüyorlar, kucağımıza düşecekler merak etme.
Bilal Erdoğan- Tamam babacığım diyor.”
Bunu da getireceğim mahkemeye. Bunu da istedik, hakim korkuyor, bu bandı istemiyor. Kardeşim, bu bandı ben biliyorum, sana veriyorum ama sen istiyorsan ilgili kurumdan al. Devleti soyan adamlardan cumhurbaşkanı olur mu Allah aşkına ya? Devletine vergi vermemek için numara çeken adamdan cumhurbaşkanı olur mu Allah aşkına ya? Kul hakkını yiyen adamdan cumhurbaşkanı olur mu ya? Kul hakkını yiyen adamdan, fakirin fukaranın hakkını yenden cumhurbaşkanı olur mu?
Değerli arkadaşlarım; "bunların tamamı bankaların resmi kayıtlarıdır" demiştim o tarihte, 28 Kasım 2017, "hiç sağa sola kaçmaya gerek yok, haysiyetli bir adamsan, gereğini yapacaksın" dedim. O da, "ispat edersen cumhurbaşkanlığını da bırakırım" dedi. İspat ettik, şimdi ne yapacaksın? Ne yapacaksın şimdi? Buna biliyorum 50 tane kılıf uyduracaklar. Havuz medyası yazıyor, “şöyledir, böyledir.” Ne yazarsanız yazın, söylediklerimin tamamı doğrudur. Erdoğan beni tanımıyor hâlâ… Bir şeyi söylüyorsam, mutlaka belgesini elimde tuttuktan sonra söylerim. Bir şeyi söylüyorsam, o yüzde yüz doğrudur; en az 3-4 yerden onu doğrulatmışımdır ben. Dolayısıyla orada oturuyorsun, millete söz verdin, “cumhurbaşkanlığını bırakacağım” dedin. O zaman gereğini yap, millet bunu bekliyor.
Teşekkür ediyorum arkadaşlar.
23.11.2024
22.11.2024
22.11.2024
22.11.2024