19.11.2019
19.11.2019
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
Efendim hepiniz hoş geldiniz, şeref verdiniz, onur verdiniz, sizleri Cumhuriyet Halk Partisi grubunda görmek hepimizi onurlandırıyor.
Buradan sözlerime başlarken, Türkiye’deki bütün vatandaşlarımıza, yurtdışında bizi izleyen bütün işçi kardeşlerimize, işverenlerimize, sanayicilerimize, çiftçilerimize, emeklilerimize, işsizlerimize, herkese Cumhuriyet Halk Partisi grubundan sevgi saygı ve muhabbetler gönderiyoruz.
Toplumların hayatlarında önemli kişiler vardır. Bu önemli kişilerin başında da sanatçılar gelir. Sanat bir ülkenin entelektüel düzeyini gösterir, sinemasıyla tiyatrosuyla romanıyla şiiriyle bir ülkenin entelektüel düzeyini gösterir. Ve 21.yüzyılda sanat alanında güçlü olan ülkeler, diğer ülkelere göre yumuşak güç açısından daha güçlü olurlar, daha kuvvetli olurlar. Örneğin, eğer bir romancımızın romanı bütün ülkelerin dillerine çevrilmişse ve orada bir yazarımızın romanı bütün ülkelerde okunuyorsa, Türkiye’ye yönelik sempati artmış olur. Dizilerimiz, sinemalarımız, ressamlarımızın da böyle bir gücü var, yani siyasetçinin gücünden çok daha fazla güçlü ve etkili bir alanı sanatçılar yaratırlar. Ve dolayısıyla sanatçıları baş tacı yapmak hepimizin ortak görevidir. Onların siyasi görüşlerinin çok daha ötesinde, onların eserleriyle anılması ve hepimizin anması, hepimizin de ortak görevi olmak zorundadır.
Yıldız Kenter bu bağlamda hayatını kaybeden değerli bir sanatçımızdı. Kendisini yanlış hatırlamıyorsam iki hafta önce evinde ziyaret ettim. Sorunlu bir sağlık ortamındaydı, onu da gayet iyi biliyorum, kısa bir süre görüşmemiz oldu, kendisini yormak istemedim, daha sonra salonda diğer arkadaşlarla birlikte oturduk ve bir durum değerlendirmesi yaptık. Yıldız Kenter gerçekten de hayatını sanata adayan bir sanatçıydı. Büyük başarılara imza atmış olan bir sanatçıydı. Onun şöyle bir cümlesi var, “Sahneye çıkıp şöyle bir baktığım zaman, bütün dünyayı kucaklıyormuşum gibi geliyor bana” diyor. Evet, şu anda bütün dünya, bütün Türkiye, yıldız sanatçımızı yürekten kutluyor ve kucaklıyor. Onu asla unutmayacağız. Sadece tiyatro alanında değil, sinema alanında da büyük başarılara imza atan bir sanatçımızdı.
Bir başka tiyatro sanatçımız Sayın Jale Birsel’i de kaybettik; tiyatro camiasına, sanat camiasına da başsağlığı dileklerimizi ve Allahtan rahmet temennilerimizi, dileklerimizi dile getiriyoruz. İki sanatçımıza da Allah rahmet eylesin, onları hiçbir zaman unutmamak da bizlerin ortak görevidir. Siyasetçilerin, sanat dünyasının, insanların, sanayicilerin herkesin ortak görevidir. Onları sahnelerde görürüz, onları dinleriz, onlar bir şeyler anlatırlar bize, evrensel bir kültürü anlatırlar aslında, sevgiyi saygıyı anlatırlar ve bizler sonunda onları alkışlarız, defalarca sahneye gelmesini bir şekliyle alkışlarımızla isteriz ve gelirler. Onlar alkışlarla beslenirler ve bütün dünyaya sanatı sevdirmeye çalışırlar.
Elbette ki böyle acı günlerimiz var, ama bir şeyimiz daha var, beraber yaşamak, ortak yaşamak. Beraber yaşamak kadar güzel bir şey yok, birlikte yaşamak kadar güzel bir şey yok. Bayrağımız var mı? Var. Güzel bir vatanımız var mı? Evet, güzel bir vatanımız var. Güzel insanlarımız var mı? Evet, bütün ülkede güzel insanlarımız var. O zaman bizler barış içinde, huzur içinde yaşamak zorundayız. Dolayısıyla kadının kılık kıyafeti, insanların inançları, insanların kimlikleri ayrışmamıza yol açmamalı. Herkesin kimliğine, herkesin yaşam tarzına, herkesin inancına saygı gösteren bir toplum olmak zorundayız. Huzuru böyle yakalayacağız zaten.
Bunu şunun için anlattım. Başörtülü iki kızımıza saldırı yapıldı, Gamze İnce ve Feyza Yerlikaya’ya saldırı yapıldı. Kendilerini aradım, morallerinin bozulmamasını istedim. Evet, bu ülkede bu tür provokasyonlar olabilir, asla üzülmeyiniz dedim. Bu ülkenin sağduyulu insanları, bu ülkenin güzel insanları hep yanınızda olacaktır dedim. Onlara, moralinizi bozarsanız bu provokatörün amacına ulaştığını gösterir, moralinizi bozmayacaksınız, kimliğinizi, yaşam tarzınızı aynen sürdürürsünüz veya sürdürmezsiniz, o sizin tümüyle iradenize bağlı, ama hiç kimse unutmasın hiç kimsenin yaşam tarzına müdahale edilmesini asla ve asla kabul etmiyoruz. Bir insanın yaşam tarzı, bir insanın kimliği, bir insanın inancı asla ve asla siyasete konu olmamalı. Bize düşen, bu alanda bu insanlara saygı göstermektir.
Değerli arkadaşlarım, kaç grup toplantısıdır dile getiriyorum. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra bir vakıf kuruldu. Bütün ısrarlarımın sonucu bir vakıf kuruldu. Israrla sorduk: “Ne oldu bu vakıf, ne oldu bu vakıf?” Sonunda bir açıklama yaptılar, “Efendim Türkiye Şehit Yakınları ve Gazilerle Dayanışma Vakfını kurduk, adresi de şurasıdır” dediler. Ankara Milletvekilimiz Murat Emir Bey o adrese gitti, öyle bir vakıf yok. 309 milyon lira para toplandığı bundan birkaç yıl önce ifade edildi, nerede bu para? Onu da bilmiyoruz. Aramızda harp gazilerimiz var, toplumun her kesiminin saygı duyması gereken gazilerimiz var. Bu ülke için, bu vatan için, bu bayrak için hayatlarını gözünü kırpmadan feda etmeye hazır gazilerimiz var. Gazilik unvanını almak kolay bir şey mi? Şehit mertebesine ulaşmak kolay bir şey mi? Gazilere ve şehitlere saygı duymak, onların ailelerine saygı duymak, biz bunun beraber yaşamayı sağlamanın en önemli unsurlarından biri olduğunu bilmiyor muyuz? Bazıları bilmiyor.
Sordum, 309 milyon lira ne oldu? Vakıf kurdular, malvarlığı 10 milyon lira, nerede bu para? Bağış topladılar. Bağışı ödeyen kim? Vatandaşlar. Boğazından kesti, madem şehitler var gaziler var, biz bağışı oraya yapalım dediler, bağışları yaptılar. Kaç lira para toplandığı belli değil. Bu para nerede değerlendiriliyor? O da belli değil. Soruyoruz, şu adreste vakıf var diyorlar, o adrese gidiyoruz o adreste öyle bir vakıf yok. Mahkeme kararında da aynı adres var.
Şimdi dün arkadaşlarımız suç duyurusunda bulundular. Mahkemeye yalan yanlış bilgi veriyorlar. Şu adreste vakıf var deniyor, hâkim de kararı veriyor, gidiliyor o adreste öyle bir vakıf yok. Mahkemeyi kandırmak, mahkemeye yanlış bilgi vermek ne zamandan beri dürüstlüğün göstergesi olmaya başladı? Ben bunu soruyorum, sonuna kadar da soracağım. Kim için soracağım? Bu ülkenin tüyü bitmemiş yetimi adına soracağım, gazilerimiz adına soracağım, şehitlerimiz adına soracağım, şehit aileleri adına soracağım. Ben soruyorum, kaçamak cevap veriyorlar. Çık adam gibi açıkla kardeşim, şu kadar parayı topladık, şuraya şu kadar para harcadık diye.
Genel kurulda milletvekili arkadaşlarımız da soruyorlar. Bazı şehit yakınlarına verdik diyorlar, gazilere verdik diyorlar. Bir isim verin, kime verdiniz bir bakalım. İsim de veremiyorlar. Niçin? Çünkü bu paranın akıbeti şimdilik meçhul, belli değil.
Değerli arkadaşlarım, bir şey daha soruyorum. Tank Palet Fabrikası... Benim unuttuğumu falan sanmasınlar. Tank Palet Fabrikası, değeri 20 milyar dolar, Avrupa’nın en büyük entegre tesisi. Bakın değerli arkadaşlarım, 1 milyon 800 bin metrekarelik bir alanda konuşlanmış, kurulmuş bu tank palet fabrikası. Erdoğan az önce açıklamalar yapıyor, “vay efendim iftira atıyorsunuz satılmadı.” Satılmadı doğru, zaten biz peşkeş çekildi diyoruz kardeşim! Satılsa para alacaksın, kiraya versen para alacaksın, peşkeş çekildi diyoruz, bedava verildi, bedava! 20 milyar dolarlık fabrika 25 yıllığına bedava verildi. Arazi 1 milyon 800 bin metrekarelik araziyi versen dünyanın parasını alırsın. Örnek verdim, Telekom’u kaça kiraladın? 6,5 milyar dolara. O da geçiciydi, satılmadı Telekom, 6,5 milyar dolara kiraladılar, parayı aldı. 25 yıllığına işletme hakkını veriyorsun Telekom gibi, karşılığında 1 lira bile alınmıyor. Birileri bir şey almış tabii kesin o, birileri bankada yurtdışında hesaplarına para yatmış olabilir, o da kesin. Kesin olmasa benim malvarlığımı otur araştır, araştırmazsan namertsin diyebiliyor musun? Diyemiyorsun.
Efendim Türk-Katar ortaklığıyla BMC’ye devretmişler. Kaça devrettin kardeşim? Ben bunu soruyorum, kaça devrettin? Kaç lira aldın sen? Ve bir şey daha soruyorum, madem her şey aleni, madem herkes her şeyi biliyor, kararnameleri niye gizli çıkarıyorsun? Niye gizli kararname? Özelleştirme Kanununda gayet açık, özelleştirme işlemlerinde aleniyet açıktır diyor, bu kadar basit. Sen kararnameyi gizliyorsun. Demek ki bu milletten bir şeyi gizliyorsun, öğrenmesini istemiyorsun. Özellikle de benim öğrenmemi istemiyor. Senin boyun ona yetmez, ben her şeyi öğrenirim!
Değerli arkadaşlarım, bunu soracağım daha. Daha bir protokol var, o protokolü de gizliyorlar. Erdoğan’a soruyorum, tank palet dolayısıyla gizlediğin protokolü açıklayacak mısın? Öyle bir protokol yapmışlar ki bu beyler, yani 25 yıllığına bedava aldıkları fabrikayı bu beyler çalıştıracaklar; asker bizim, işçi bizim, tezgâhlar bizim, fabrika bizim, orada mal üretilecek bana satacaklar. Ben kendim üretiyorum zaten, niye bana satıyorsun? Akıl var, mantık var. Ben bu soruyu soruyorum. Cevap... Efendim Kılıçdaroğlu bilmez, biz onu Katar ve BMC ortaklığına 25 yıl işletsin diye devrettik. Kaça devrettin kardeşim, kaça kiraladın? Kaldı ki bir soru daha sordum. Sen bununla ilgili bir ihale yaptın mı? Efendim 50 milyon dolarlık yatırım yapacakmış. Birisi çıkar der ki, ben de 150 milyon dolarlık yatırım yapacağım. İhale yaptın mı? İhale yapmadın. Niye yapmadın, hangi gerekçeyle ihaleyi yapmadın? Sana bu yetkiyi kim verdi, hangi kanun sana böyle bir yetki verdi? Bu soruyu soruyoruz, bu soruların tamamı havada. Tamamı havada, onlar sanıyorlar ki biz bunları söyleyince Kılıçdaroğlu geri adım atacak. Ne Kılıçdaroğlu, ne CHP, ne de 82 milyon vatandaş bu konuda geri adım atmayacak, hiçbirimiz atmayacağız.
Bunlar aynı zamanda Türkiye’de adaletsizliğin boyutunu gösteriyor. Devletin malının nasıl birileri tarafından birilerine peşkeş çekildiğini gösteriyor. Devletin malını peşkeş çekiyorsunuz, bedava veriyorsunuz. Kendisine şu soruyu da sordum. Bana dünyada bir ülke gösterin, olur ya benim bilmediğim bir ülke. Kendi silah fabrikasını yabancı bir orduya 25 yıllığına kiralasın, bir tane örnek gösterin. İster Papua Yeni Gine’yi, ister Amerika, ister Japonya, Güney Kore, Kuzey Kore, Rusya gösterin, var mı böyle bir örnek? Dünyada böyle bir örnek yok. Peki, sen niye kiralıyorsun kardeşim 25 yıllığına? Üstelik bedava kiralıyorsun, bir kuruş almadan kiralıyorsun ve bizim işçiler de onların emrinde çalışacak, bedelini biz ödeyeceğiz. Herkesin bilmesini isterim, özellikle de ülkücü kardeşlerimin bilmesini isterim, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin en büyük silah fabrikasının yabancı bir orduya peşkeş çekilmesini ben kabul etmiyorum, milliyetçilik anlayışım da kabul etmez bunu.
Dolayısıyla biz kendi ülkemizi seviyoruz, kendimiz üretmek istiyoruz. Bu fabrikanın büyük ortağı Katar. Sevgili Erdoğan sen bunu biliyor musun? Yöneticisi de Katar. Sen daha ticaret sicili gazetelerine bakmadın, ama ben o ticaret sicili gazetelerinin tamamına baktım. Sen ülkeyi yönetemiyorsun, kendi silah fabrikasını yabancı bir orduya peşkeş çekenlerin bu memlekete faydası olmaz, ceplerine faydası olur. Adalet evet hepimiz için adalet, üretim için de adalet. Tüyü bitmemiş yetimin hakkını korumak da bir adalettir.
Seçim yapıyoruz, gidiyor vatandaş ben diyor belediye başkanı olacağım. Olabilir. Ne yapacağız? Önce gideceğiz savcıya başvuracağız, ben seçime katılmak istiyorum, müsait mi değil mi? Yani benim hakkımda seçime katılma konusunda bir engel var mı yok mu? Savcı diyor ki engel yok olabilirsin. Sonra... Alıyorum evraklarımı hazırlıyorum gidiyorum Yüksek Seçim Kuruluna başvuruyorum. Yüksek Seçim Kurulu da bakıyor dosyaya, tamam diyor belediye başkanlığı seçimlerine katılabilirsin eyvallah. Seçim yapılıyor, seçimi kazanıyor belediye başkanı ayın 31’inde, ayın 1’inde vali Ankara’ya yazı yazıyor “bu görevden alınmalı” diye. Kardeşim, daha dün yaptık seçimi 1’inde yazı yazıyorsun. Eğer benim seçime girmeme gibi bir sorunum varsa baştan bunu yaparsınız kardeşim. Der ki savcı; kusura bakma, sen seçime giremezsin. Yüksek Seçim Kurulu der ki, sen seçime giremezsin. Seçime girdikten sonra “ben seni görevden alıyorum…” Görevden alınabilir mi? Eğer yasal gerek varsa alınabilir, haklı bir gerekçe varsa alınabilir, ama ne yaparsınız? Belediye meclis üyesi var, belediye meclisinde seçim yapılır, yeni bir belediye başkanı adayı seçilir, öbürünün davası devam eder. Diyorsunuz ki şimdi bir, seçime katılmana izin verdim; iki, seçimi kazandın, şimdi seni cezalandırıyorum; üç, seni görevden alıyorum; dört, oraya bir memur tayin ediyorum belediye başkanlığı yapsın diye, ayrıca senin belediye meclisini de saymıyorum.
Şimdi arkadaşlar, bu demokrasi midir? Dünya, Türkiye’de demokrasi yok diye biliyor. Doğru. Bu demokrasi midir? Demokrasi, benim gibi düşünmeyen insanın da haklarının olduğunu kabul etme rejimidir. Benim gibi düşünmeyen insanın da hakları vardır. Girecek seçime, sokuyorsunuz kazanıyor, niye görevden alıyorsunuz ve neden kayyum tayin ediyorsunuz? Bu ne demektir? Ben sana oy veren, seni seçen bütün seçmenlerin iradesini kabul etmiyorum demektir, sandığa atılan oylar benim için geçersizdir demektir. Bu yanlıştır arkadaşlar, demokrasi kültürünün özüne yakışmaz, yanlıştır. O nedenle hepimizin demokrasi konusunda duyarlı olması lazım, Türkiye’nin demokrasi konusunda bütün İslam dünyasına örnek olması lazım. Nasıl milli mücadelede, kurtuluş mücadelesinde örnek olduysak, nasıl cumhuriyette örnek olduysak ve Mustafa Kemal’in cumhuriyeti kurmasından sonra bütün İslam dünyası cumhuriyete geçtiyse, demokrasi konusunda da bizi örnek alıyorlar. Demokrasiyi büyütmek zorundayız, demokrasiyi geliştirmek zorundayız.
Değerli arkadaşlarım, Osman Kavala hâlâ hapiste, 749 gün oldu hâlâ hapiste. Ahmet Altan’ı önce ömür boyu müebbet hapis, üç kez müebbet hapisle yargıladılar, müebbet hapse çarptırdılar. Arkasından Anayasa Mahkemesi bozdu, arkasından 15 yıl hapis cezasıyla yargılandılar, 10 yıl 6 ay ceza aldı, 1138 gün hapiste yattı, mahkeme serbest bıraktı, itiraz… Tekrar tutuklayıp, tekrar hapse attılar. Olmaz, yanlıştır arkadaşlar. Yanlışa doğru demek bizim düşüncemiz değildir, yanlışa doğru diyemeyiz arkadaşlar. Kim olursa olsun, belki hayatında hiç CHP’ye oy vermedi, ama olsun arkadaşlar, biz adaleti herkes için geçerli bir kavram olarak, geçerli bir kural olarak biliyoruz ve biz adaleti sağlamak zorundayız. Rakiplerimizi elde ettiğimiz devletin gücüyle yok edersek, hangi demokrasiden söz edeceğiz, hangi demokrasi kültüründen söz edeceğiz?
Değerli arkadaşlarım, Sözcü Gazetesini hepiniz bilirsiniz, Türkiye’nin amiral gemisidir. Türkiye’nin yeni amiral gemisi Sözcü Gazetesidir. Değerli arkadaşlarım, Sözcü Gazetesi terör örgütüne destek vermekten suçlanıyor, FETÖ terör örgütüne destek vermekten suçlanıyor. Bütün hayatı zaten FETÖ’yle mücadeleyle geçti bu gazetenin yazarlarının. Hâlâ davası devam ediyor ve siz diyeceksiniz ki bu ülkede demokrasi var, bu ülkede can ve mal güvenliği var diyeceksiniz. Bir daha söylüyorum, bazıları rahatsız oluyorlar ben söylediğim için, bir daha söyleyeyim herkes duysun, bugün Türkiye’de hiç kimsenin can ve mal güvenliği yoktur arkadaşlar. Bir daha söylüyorum, Türkiye’de bugün hiç kimsenin can ve mal güvenliği yoktur. Ben bunu söylüyorum, vay efendim sen bunu nasıl söylersin. Yok kardeşim! Hukuk? Yok, ne hukuku? Adalet? O da yok.
Bir örnek vereyim size, Şehir Üniversitesi Türkiye’nin saygın üniversitelerinden birisi. Bir yer verildi kendisine, orayı gayet güzel donattılar, mimari bütün özellikleri korudular, bütün binaları korudular, yüksek büyük binalar yapmadılar. Hem Türkiye’nin hem dünyanın saygın akademisyenlerini getirdiler. Bakın, 2019 üniversite memnuniyet araştırmasında da 14’ncü sırada Şehir Üniversitesi. Vakıf üniversiteleri arasında da 8’nci sırada. Şimdi banka haciz uyguluyor. Oradaki akademisyenler aylıklarını alamıyorlar. Akıl var mantık var, öğrenciler var orada, başarılı bir üniversite. Her görüşten akademisyen de var, onu da ifade edeyim, her siyasal görüşten akademisyen var, normaldir bu da zaten, bir üniversitede böyle olması lazım. İki arkadaşımı görevlendirdim, gidin bu üniversitenin sorunu nedir diye. Ciddi bir haksızlık var. Banka aracılığıyla üniversiteyi susturmak ve üniversiteyi ele geçirmek istiyorlar. Hacizler uyguluyorlar. Yapmayın arkadaşlar, yapmayın yazıktır günahtır bu memlekete. Bir üniversite, sıradan bir üniversite bile kapatılmaz ki, bu üniversite saygın bir üniversite. Niye kapatıyorsunuz kardeşim, hangi gerekçeyle kapatmaya yelteniyorsunuz? YÖK buraya müdahale etsin, YÖK alıp başka birilerine bu üniversiteyi tahsis etsin diye. Bu kabul edilemez arkadaşlar, asla ve asla doğru değildir. Önümüzdeki günlerde bu konu üzerine biraz daha fazla gideceğiz arkadaşlar, bu bizim görevimizdir.
Adalet dedim de, elbette ki içeride haksız yere yatanlar var. Türkiye’nin en önemli gazetesine terör örgütüne destekten soruşturma açılan bir düzen var, serbest bırakılan daha sonra birilerinin talebi üzerine tekrar tutuklanıp hapse atılanlar var, bütün bunlar var. Ama bir dönem inançlı kimselerin soyulduğu bir süreç de var, bir dönem bu süreci yaşadık hep birlikte. Adına İslami holdingler deniyordu. Almanya’ya gittiler, Fransa’ya gittiler, Hollanda’ya gittiler, yaklaşık 300 bin kişiden para topladılar. Fabrikalar yapacağız, uçaklar yapacağız, cipler yapacağız, neler neler akla hayale gelmeyen bir sürü vaatlerde bulundular. 5 milyar Euro topladılar. Bu rakamları Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu konuda yaptığı araştırma komisyonu raporundan aktarıyorum sizlere arkadaşlar. 5 milyar Euro topladılar ve bir süre sonra o alın teriyle; Almanya’da, Fransa’da, Hollanda’da, İngiltere’de çalışan, alın teri döken insanların birikimlerini aldılar, yediler, hortumladılar. Hatta o kadar ki, o dönem televizyonlarda şöyle bir görüntü vardı; camilerde yapıyorlar bu işi, vatandaşları topluyorlar, bütün vaatlerde bulunuyorlar, ondan sonra da paraları alıp ortadan toz oluyorlar.
Bir gün bir televizyon programında, Almanya’da katıldığım bir televizyon programında bu konu gündeme geldi. Ben vatandaşları uyardım, bu insanlara para vermeyin diye. Bir kadın bağlandı, ikinci kez parayı vermiş. Dedim ki, Allah aşkına hadi birinci sefer verdin paran gitti, ikinci sefer nasıl veriyorsun? Dedi Kemal Bey siz bunları tanımazsınız dedi, bunlar bizi camiye topluyorlar, bir dualar, bir vaatler, yani o ara canımız olsa canımızı veririz dedi, öyle noktaya getiriyorlar. Paralarımızı aldılar, çoluk çocuğumuzun rızkını aldılar, ne yapacağımızı bilmiyoruz diye. Vallahi de böyle oldu, billahi de böyle oldu, hayret ettim nasıl olur da bir daha verirsiniz diye.
Değerli arkadaşlarım, şimdi Meclise Genel Kurula bir kanun getiriyorlar. Bu holdingleri kurtarma kanunu. Vatandaşı değil bakın. Neden? Bu insanlar gittiler avukat buldular zor belayla, en nihayet hakları yargı tarafından teslim edildi, dava açanlar paralarını geri alma hakkına kavuştu. Şimdi diyorlar ki, kimse dava açmasın. Ne olacak? Size kağıt vereceğiz, hisse senedi vereceğiz, siz hakkınızı böylece almış olacaksınız. Yarın batarsa ne olacak? Olmayan şey, nasıl olacak yani bu iş, nasıl yapacaklar bu işi? Dolayısıyla böyle bir kanun getirdiler. Bakın, vatandaşı kurtarmıyorlar; acaba oradan gelir elde edebilir miyim diye para veren vatandaşı kurtarmıyorlar, vatandaşı hortumlayanı kurtarmak için özel kanun getiriyorlar.
Şimdi ben AK Partili kardeşlerime sesleniyorum. Eğer vicdan denilen bir kavram varsa, adalet denilen bir kavram varsa, bu kanunu teklif edenler kimse, başta AK Parti yöneticileri olmak üzere onlara oy verirsen, iki elim bugün de, mahşerde de yakanda olacak kardeşim. Yurtdışındaki işçileri zaten sömürü alanı olarak görüyorlar, para var nasıl hortumlarız diye. Bunlardan birisi de sosyal güvenlik biliyorsunuz. Yurtdışındaki işçiler eskiden 7200 gün prim ödeyip emekli oluyorlardı. Borçlanma da yüzde 32 oranında bir prim ödüyorlardı, prim oranı yüzde 32 civarındaydı. 7200’ü dediler ki biz 9 bine çıkarıyoruz. Olur, çıkardılar 9 bin güne. Ama yüzde 32 prim oranını yüzde 45’e çıkardılar. Biz de merak ettik, bu yüzde 45 nedir? Baktık. Yüzde 12’si diyorlar sağlık için alıyoruz. Olabilir, yüzde 12 sağlık sigortası için alıyoruz, olabilir, herhangi bir sorun yok. Yüzde 20’si ölüm ve malullük sigortası için alıyoruz, o da güzel olabilir, ölüm ve malullük olursa alacak sigorta primini, ona göre malullük aylığı ya da ölüm aylığı bağlanmış olacak. Geriye kalıyor yüzde 13, yani 32 ile 45 arasında geriye kalıyor yüzde 13, yüzde 13’ü ne diye alıyorlar? Cevabı yok. Niye alıyorsun bu fazla parayı? Bunun adı haraçtır arkadaşlar, yurtdışındaki işçinin alın terinden haraç toplamaktır. Tefeciye faiz ödersin, yurtdışındaki işçinin alın terini alırsın, bir şekliyle kullanırsın. Bu doğru değildir arkadaşlar, bütün bunlara yurtdışındaki işçilerimizin de dikkat etmesi lazım. Artık yurtdışındaki işçilerimizin de uyanması lazım. Kim sizden yana, kim sizin hakkınızı koruyor bakmaları lazım. Onlara şunu söyleyeyim, oy verseniz de vermeseniz de biz sonuna kadar sizin hakkınızı koruyacağız arkadaş.
Efendim İranlı ünlü bir düşünür var, şair var, şöyle bir cümlesi var “ham düşünceleri akıl pişirir”. Doğrudur, ham düşünce olur, ama aklın terazisinden geçer bütün düşünceler. Orada olgunlaşır ve dolayısıyla insanoğlu sağlıklı bir düşünce zincirine sahip olur. Güzel bir laf, yerinde bir laf, gerçekten de bütün çağlar için geçerli olan bir cümle bu. Dolayısıyla bunu söylemek kolay değil, ama Firdevsi gibi birisinin bunu söylemesi de çok önemli. Aklın olmadığı yerde düşünceler de olmaz, düşünceler hak ve aklın terazisine vurmazsanız devleti sağlıklı yönetemezsiniz. Devletin sağlıklı yönetilmesi için, düşünceleri görüşleri aklın terazisinde tartmanız lazım.
Bunları şunun için söylüyorum değerli arkadaşlarım, bir mektup geldi Erdoğan’a Trump’tan. Bizim tarihimizin asla kabul etmediği ve asla bugüne kadar muhatap olmadığımız ağır bir mektup geldi. Değerli arkadaşlar; Türkiye’nin şan ve şerefini korumak zorunda olan, anayasaya göre korumak zorunda olan kişi, Türkiye’nin şan ve şerefini koruyamadı, ettiği yemine sadık bile kalamadı. Mektubu aynen iade et dedik, mektubu aynen iade etmedi. Otur iki cümle kullan, bu mektup doğru değildir de, bu mektup doğru değildir lafını bile kullanmadı. Ne yaptı? Mektubu alacağım, beraber götüreceğim, Trump’a takdim edeceğim. Bu kadar ağır bir hakareti Türkiye Cumhuriyeti Devleti yaşamamıştır. Bu kadar ağır bir hakareti yaşayana oy verene de şunu söylemek isterim. Sen bu kadar ağır hakarete layık mısın kardeşim, Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu kadar ağır bir hakarete layık mı kardeşim? Türkiye Cumhuriyetinin bayrağı bu kadar ağır bir hakarete layık mı kardeşim? Aptal olma deniyor, akıllı ol deniyor ve senden tek laf bile çıkmıyor. Tek laf, bir cümle, bunu yapamazsın demesi lazım. Koşa koşa gitti Amerika’ya. Gitme dedim, niye gidiyorsun arkadaş? Mektubu iade için gideceğim ve görüşeceğim. Sen mektupçu başı mısın kardeşim, posta memuru musun sen? Sana mektup nasıl geldi? Aynı yolla iade edeceksin. Üstüne de yazı yazacaksın, Türkiye’nin şanını ve şerefini koruyan bir mektup da yazacaksın sen. Yapmadı, koşa koşa gitti değerli arkadaşlarım.
Sözde dünya lideriydi değil mi, sözde oyun kurucuydu? Bir baktık ki meğer egemen güçlerin şamar oğlanına dönmüş. Evet, aynen öyle, egemen güçlerin şamar oğlanına dönmüş. Bu benim ağrıma gidiyor arkadaşlar. Siyasi rakibim doğru, ama Türkiye Cumhuriyeti Devletinin en şerefli koltuğunda oturuyor. Yemin etti, “Türkiye Cumhuriyeti Devletinin şan ve şerefini koruyacağıma namusum ve şerefim üzerine ant içerim” dedi. Bu andı başkası mı içti Allah aşkına? Amerika’ya gitti, ne elde etti Allah aşkına? S400’ler konusu kesindir, aktive edeceğiz, şunu yapacağız. Gitti orada S400 pazarlığı yaptı. Sizden bizden yan yana gelsinler, oturup konuşalım diye. Sen oraya S400 pazarlığı yapmaya mı gittin? Arkasından mektubu takdim ettim dedi, mektubu Trump’a takdim ettim dedi. Niçin? Kendisini ikinci sınıf görüyor. Bir cumhurbaşkanı olarak görmüyor, bir cumhurbaşkanı yardımcısı olarak görüyor kendisini. Aynı şey Mike Pence buraya geldiğinde de yan yana oturtmuştu, sanki Mike Pence Amerika’nın cumhurbaşkanı, onunla yan yana oturuyor. Oysa onun oturacağı yer, cumhurbaşkanı yardımcısının karşısı, ama oturtmuyor oraya. Egemenlerin eşitliği kuralına aykırı davranıyor. 1945 yılında Birleşmiş Milletlerin kabul ettiği egemenliğin eşitliği kuralını çiğnemiş oluyor, ben eşit değilim, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve onun cumhurbaşkanı ikinci sınıftır, Amerika’nın egemenliği esastır mesajı verilmiştir. Bu benim ağrıma gidiyor.
Ülkücü kardeşlerimin ağrına gidiyor mu onu bilmiyorum, AK Partiye oy veren vatandaşların ağrına gidiyor mu onu bilmiyorum, ama bayrağını ve vatanını seven bir kişi olarak benim ağrıma gidiyor, kabul etmiyorum.
Başka ne yaptı Amerika’ya gitti? Papazı vermişti değil mi? “Bu can bu tende kaldığı sürece papazı alamazsın” demişti değil mi? Can duruyor, ten de duruyor, papaz uçtu. Nereye uçtu papaz? Amerika’ya uçtu. Kim bıraktı? Erdoğan bıraktı. Şimdi Trump bununla yetinmiyor, diyor ki NASA çalışanımız var diyor hapisteydi diyor, onu da serbest bırak. Tabii dedi, emredersin dedi esas duruşta, emredersin onu da bırakacağım dedi. Trump ne dedi? “Türk yargısına değil, Erdoğan’a teşekkür ederim” dedi. Çünkü mahkeme dediğiniz bir şey kalmadı ki, Trump için Türkiye Cumhuriyeti Devletinde mahkemeler yok, Erdoğan ne derse o oluyor. Onu da serbest bırakacağına söz verdi. Kardeşim, sen NASA çalışanını, Amerikan vatandaşını serbest bırakacaksan, Trump’ın ayağına niye gidiyorsun ki? Sonra Trump PYD’yle YPG’yle aynen çalışacağız dedi yüzüne bakarak, aynen çalışacağız dedi. Gıkı çıkmıyor. Hani sen terör örgütü diyordun? Çalışamazsın diyemiyor, bunlar Türkiye’ye büyük zararlar veriyor diyemiyor, biz mücadelemizi sonuna kadar sürdüreceğiz diyemiyor. Ses çıkarmıyor, beyefendi oturuyor!
Ve değerli arkadaşlar, Gülen’in iadesini istedi verilmedi, hiçbir taahhütte de bulunulmadı, ama Rıza Zarrab’ın iadesini isteyemiyor. Niye? Rıza Zarrab rüşvet dağıtılıyordu herkese, paralar veriyordu herkese, onun iadesini isteyemiyor. Rıza Zarrab için iki sefer nota verdi, Türk halkını aşağılayan mektuba cevap bile veremedi. Sonra ne oldu? Trump dedi ki, “Türkiye’yle Amerika arasındaki ticaret hacmini 100 milyar dolara çıkaracağız” dedi. Erdoğan’ın cevabı “Sizden Patriot alacağız” dedi. Tabii paraları verecek tabii, karşılığında silah alacak. Suudi Arabistan öyle yapmıyor mu? Petrol gelirlerinin büyük bir kısmını veriyor Amerikalılara, Amerikalılar da ona silah veriyorlar. Alıyor silahı depoya koyuyor.
Sonra değerli arkadaşlarım, Trump şunu da söyledi; S400 çözülmezse Temsilciler Meclisinin kabul ettiği yaptırımlara aynen devam edeceğiz. Gayet açık, gayet net söylendi. Değerli arkadaşlarım, Erdoğan şunu söyleyemiyor. Siz istediğiniz kadar araştırın kardeşim, benim ailemin yedi sülalemin geliri varsa gideri varsa araştırın, verilmeyecek hesabımız yoktur, benim her kuruşumun hesabını verecek gücüm vardır, yeteneğim vardır, alnım temizdir benim diyecek. Diyemiyor, söyleyemiyor, korkuyor. Neden korkuyorsun? Yani kalkıp bizim mal varlığımızı araştırdılar diye biz korkacak mıyız? Alın teriyle kazanılmış bir para varsa yürekte korku yoktur, ama malı götürmüşsen, parayı da yabancı bankalara yatırmışsan, elin oğlunun şamar oğlanına dönersin o zaman. Sen artık onların tehditlerine boyun eğersin. Geldiğimiz nokta budur.
Değerli arkadaşlarım bir şey daha var, bu da çok ağır bir şey. Normalde devlet başkanları yan yana ekipleriyle görüşürler veya yalnız görüşürler. Ekipleriyle görüşürler, bizim ekibimiz oradadır, Trump’ın ekibi oradadır, görüşürler. Ama Trump bir şey yaptı, senatörleri çağırıyor oraya. Senatörler orada Erdoğan’ı eleştiriyorlar ve Erdoğan’a hesap soruyorlar. Sen senatörlerle konuşacaksan onun yeri Beyaz Saray değil senatodur, gidersin oraya. Ama Trump büyük bir keyifle izliyor, onlar her türlü soruyu soruyorlar, oturuşları davranışları konuşmaları beni rahatsız ediyor, ama onu rahatsız etmiyor. Çünkü yuları kaptırmış değerli arkadaşlar, geldiğimiz nokta budur.
Ve orada bir şey daha, buradan giderken havuz medyasını da götürmüş oraya tabii, sözde gazeteciler bunların hepsi, Erdoğan ne diyecek onu yazıyorlar. Hatta geçenlerde birisi bir açıklama yaptı, “havuz medyası bir gün sonra yayınlanacak gazetelerin ilk sayfalarını bana gönderiyordu, sen bir bak biz acaba bunun yayınlayacağız yarın, bir şey ilave edelim mi çıkaralım mı” diye. Bu hale düşmüş olan bir şey. Onlardan birisi de, sözde soru soruyor. Öyle bir soru soruyor ki, Erdoğan’la Suriye’de terörist dediğimiz kişiyi eşitliyor, eşitliyor arkadaşlar. Ve dönüyor Trump Erdoğan’a diyor ki, şimdi sana soru soracaklar diyor. Gazeteciye soruyor diyor ki, gazeteci olduğundan emin misin diyor. Bu soruyu soran kişiye söylüyor, gazeteci olduğundan emin misin diyor. Türkiye Hükümeti için çalışıyor olmayasın diyor. Sevgili Trump Türkiye Hükümeti diye bir hükümet yok, çünkü hükümeti kaldırdılar, Türkiye’de bir kabine var, evet bu da o kabine için çalışan birisi, gazeteci filan değil, ne gazetecisi?
Ve bir şey daha, o toplantıda Trump şunu söylüyor. 4 milyon Suriyeliyi diyor vatandaşlığa alacak mısınız? Dün mü evvelki gün mü bir konuşma yapıyor Erdoğan, “mültecileri Suriye’ye göndermeyeceğiz”. Trump’tan talimat aldı, göndermeyeceğiz. Ama diyor, ana muhalefet yani bizi kastediyor, memleketlerine göndereceğiz diyor. Evet, CHP iktidar olduğunda Suriyeli kardeşlerimizi Suriye’ye gönderecek, gizlemiyoruz ki. 4 milyon Suriyeli de hayırlı olsun, Trump’ın talimatını yerine getireceksin. Senin artık Türkiye Cumhuriyetinin çıkarlarını savunan bir kişi olduğuna ben inanmıyorum. Egemen güçlerin Türkiye’deki temsilcisisin sen. Türkiye’nin hangi çıkarını korudun sen? Senin Ortadoğu bataklığında işin neydi? Sonra kalktın sıkışınca “bizi yalnız bıraktılar” dedi. Sordum, kim sana Suriye’ye gir dedi ve kim şimdi seni yalnız bıraktı? Cevap... Şu ana kadar cevabı yok.
Değerli arkadaşlarım, bunları da unutmayacağız. Özellikle AK Partili kardeşlerimin unutmaması lazım. Biz ülkemizi seviyoruz. Evet, Suriyelileri göndereceğiz, ama Suriye’yi onaracağız. Suriye’de yolu, köprüyü, hastaneyi, parkı, her şeyi yapacağız. Parayı Beşer Esad’dan ve Avrupa Birliğinden alacağız, malzemeler Türkiye’den gidecek. Biz bir şey söylüyorsak üç adım ötesini düşünüyoruz, aklımıza geleni söylemiyoruz. Bir şeyi söylüyorsak üç adım ötesini düşünüyoruz. Ben boşuna mı diyorum, Beşer Esad’la otur konuş diye? Sana yol gösteriyorum, iyi niyetle söylüyorum. Şimdi konuşacaksın, elin mahkum zaten konuşacaksın.
Değerli arkadaşlarım, bütün bunlar olurken tabii işsizlikte felaket bir pozisyondayız, felaket bir durumdayız. İşsizlik bunların umurunda değil, sarayın umurunda da değil. Onlar sadece ve sadece laf üretiyorlar, sadece ve sadece laflarla memleketi yönetmeye çalışıyorlar. Geçenlerde okumuştum, yine okuyayım, sosyete damadın yaptığı açıklama. Ne açıklaması? İstihdam Seferberliği Açıklaması. Ne zaman? Şubat ayında, 2019’da. Ne diyor? “2019 yılında 2,5 milyon yeni istihdamı hayata geçireceğiz. Bugün Türkiye istihdam alanında devrimi yaşadığı bir günü yaşıyor.” Şöyle bir siyasetçi düşünün, 2,5 milyon istihdam yaratacağım diyor, 8 milyonu aşkın işsiz doğuyor. Normal demokrasilerde olsa, bu siyasetçinin istifa etmesi lazım. Bizde istifa etmez, çünkü ar damarı yok. Ar damarı olan birisi utanır sıkılır, bir laf ettik boyumuzu aşan bir laf ettik, hiçbirisini yerine getiremedik, bari adap ile erkan ile çekilelim bu hükümetten der, istifa edeyim der, ben ayrılayım buradan der, verdiğim sözü tutmadım, bunu söylemesi lazım. 8 milyonu aşkın işsiz var geniş tanımıyla, 8 milyonu aşkın! Son bir yılda 1 milyona yakın kişi işsiz kaldı. Bırakın 2,5 milyon istihdam yaratmayı, tam tersine 8 milyona ulaştı bizim işsiz sayımız değerli arkadaşlarım.
Para nereye gidiyor? Vatandaş vergisini veriyor, para nereye gidiyor? Onu da AK Partili kardeşlerime söyleyeyim, ülkücü kardeşlerime de söyleyeyim. Neden? Çünkü MHP destekliyor, bütün bu politikaları MHP destekliyor. Türkiye’nin 2002-2019 döneminde AK Parti döneminde, Londra’daki bir avuç tefeciye ödediği faiz 173 milyar dolar. Evet, 17 yılda Londra’daki bir avuç tefeciye, bu milletin fakir fukaranın vergileriyle ödenen faiz 173 milyar dolar. Bir de 20 milyar dolarlık tank palet fabrikasını düşünün, bedava veriliyor bir başka kişiye. Bunların hiçbirisi vatansever değil, hiçbirisi!
Daha önce bu şehir hastanelerini ben, arkadaşlarım hepimiz eleştirdik, yanlış yapıyorsunuz dedik, bu şehir hastaneleri bütçeye büyük yük getirecek dedik. Şunu söylüyor: “Şehir hastanelerimize bakın, zarar ettiğini söylüyorlar. Halkımıza hizmet etmek için zarar ediyorsak, varsın zarar edelim” diyor. Ben zarar ediyorlar dediğim zaman ne diyordu? Ey Kılıçdaroğlu sen bilmiyorsun, bu hastaneler için devletin bütçesinden beş kuruş çıkmıyor. Kim yalan söylüyor, kim doğruyu söylüyor? Ben söyledim, bu bütçeye büyük yük getirecek dedim, bu yük fakir fukaranın sırtına kalacak dedim. Ne olacak peki bu memleketin hali diye ben sordum. Sen bilmiyorsun, bütçeden beş kuruş para çıkmıyor dedi.
Rakamları vereyim; 2019 bütçesinden çıkan para 3 milyar 700 milyon lira. Önümüzdeki son üç yılda çıkacak para da 49 milyar lira. Diyor ki, zarar edecekse varsın zarar etsin. Kim kâr edecek? Bir avuç yandaş. Bir avuç yandaş için çalışıyor. Yüzünüze gözünüze dursun, yazık günah değil mi? 82 milyonu perişan ediyorsunuz bir grubu zengin etmek için, bir avuç insanı zengin etmek için.
Değerli arkadaşlarım, bir şey daha söylüyor. Aramızda çok sayıda emekli de var, onu da ifade edeyim. Yine beni eleştiriyor tabii, normaldir eleştirmesi, ama söylediklerinin tamamı yalan, ama benim söylediklerimin tamamı doğru. Açıklama yapıyor, “emekli maaşlarını insani düzeyde hayat sürdürülebilecek seviyelere çıkardık” diyor. Emekli aylıklarını, emeklilerin insani düzeyde yaşayabilecekleri bir hayat seviyesine çıkardık diyor. Ben biliyorum, bu hayat seviyesine kimler sahip onu biliyorum. Sen, Erdoğan, cumhurbaşkanlığı emekli aylığı alıyorsun, ayrıca cumhurbaşkanlığı aylığı alıyorsun, keyfin yerinde, hayat standardın İsviçre koşullarında, gariban emekliye diyorsun ki “bak senin hayat seviyeni insani koşullarda yaşayabileceğin düzeye çektik” diyorsun.
“Prim ödemesine ve yılına bakmaksızın hiçbir emekli maaşının 1000 liranın altında kalmamasını sağladık.” Buna da cevap vereceğim. Ben defalarca 1000 liranın altında emekli aylığı alan binlerce kişi var demiştim, yalan söylüyorsun demişlerdi, doğru değildir demişlerdi. Sonra baktılar ki, Kılıçdaroğlu doğruyu söylüyor. Bir kanun getirdiler, 1000 liraya çıkardılar en düşük emekli aylığını, ama hâlâ 1000 liranın altında aylık alanlar var, onu da söyleyeceğim.
“Bay Kemal’e beş tane koyun teslim edin, inanın kaybeder, yapacağı bir şey yok” diyor.
Bay Kemal vatanını ve milletini seven birisidir.
Bay Kemal olmak kolay değildir.
Bay Kemal olmak için egemen güçlerin karşısında onurlu bir insan gibi duracaksın.
Bay Kemal olmak için elin harama uzanmayacak.
Bay Kemal olmak için tüyü bitmemiş yetimin hakkını yemeyeceksin.
Bay Kemal olmak için rüşvet alan adamı büyükelçi tayin etmeyeceksin.
Bay Kemal olmak için malvarlığının hesabını bütün dünyanın önünde vereceksin.
Bay Kemal olmak kolay değildir, her CHP’li bir Bay Kemal’dir, ben buna inanıyorum. Her onurlu insan bir Bay Kemal’dir.
İnsani düzey diyor, insani düzeye çıkardık diyor emeklilerin durumunu. Yoksulluk sınırı... Ben tespit etmiyorum yoksulluk sınırını, ilgili kurumlar tespit ediyor. Yoksulluk sınırı 6 bin 705 lira. 6 bin 705 lira emekli aylığı alan kaç kişi var Allah aşkına, kaç kişi var? Yüzde 90’ından fazlası yoksulluk sınırının altında. Açlık sınırı 2 bin 58 lira, asgari ücret 2 bin 20 lira, yani açlık sınırının altında bir asgari ücret var. Resmi rakamı veriyorum, beyefendi ve saray sosyetesinin tamamı duysun. Aylık geliri 673 liranın altında olan kişi sayısı, ben demiyorum devletin resmi rakamları, aylık geliri 673 liranın altında olan kişi sayısı 8 milyon 647 bin 283 kişi. Aylık geliri 673 liranın altında olan kişi sayısı veriyorlar. Hangi refahtan söz ediyorsun sen? Saraya bakıyor, saray sosyetesine bakıyor herkesin durumu iyi, bütün emeklilerin durumu iyi. Emekli perişan vaziyette kardeşim. Ayda 1000 liranın altında aylık alan emekli dul ve yetim sayısı... Rakama diyor ki, efendim bu rakam yanlış. Bir daha söyleyeyim, 847 bin 643 kişi, emekli ve dul yetim sayısı 847 bin 643 kişi. Bunları ben söylemiyorum, Sosyal Güvenlik Kurumunun kayıtlarında var bunlar.
Erdoğan şunu unutmasın: Ben doğruları söylüyorum, senin çevrendekiler seni kandırıyor. Zaten her önüne gelen kandırdı ya, yine kandırıyorlar. Ben doğruları söylüyorum.
2 bin 58 lira açlık sınırı, 2 bin 58 liranın altında aylık alanların sayısını vereyim, 6 milyon 850 bin 513 kişi.
Bakın arkadaşlar, refah düzeyini yükselttik diyor değil mi? Emekliler bile isyan ediyorlar. Ne diyor? “Hayat emekliye zulüm oldu” diyor. Benim verdiğim rakamları veriyor zaten. Ama Erdoğan’ın bunlardan haberi yok, çünkü saray sosyetesi ayrı bir yerde, Türkiye gerçekleriyle tamamen koptular bunlar. Yok öyle bir tablo, Türkiye ayrı bir yerde, saray ayrı bir yerde, sarayın menfaatleri ayrı Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve vatandaşlarının menfaatleri ayrı, böyle bir noktadayız.
İğneden ipliğe her şeye zam yaptı. Doğalgaza zam yaptın, elektriğe zam yaptın, her şeye zam yaptın, emekliye gelince yüzde 4-5 zam verdin, sonra da senin hayat standardını insani düzeye çıkardım diyorsun. Sen çöp konteynırlarından yiyecek toplayan adam görmedin mi, kadın görmedin mi hiç? Pazarlarda akşam saatlerinde pazar atıklarından nafakasını toplayan aileler görmedin mi? Ne çabuk unuttun sen? Onların hakkını hukukunu biz savunuyoruz. Yine savunacağız. Sen Londra’daki bir avuç tefeciye 173 milyar dolar faiz ödüyorsun, kimin hayat standardını yükselttin? O tefecilerin. 82 milyonu tefecilere çalışır hale getirdin ve şimdi onlardan talimat alıyorsun. Trump boşuna mı diyor “bir twit atarım ekonomini perişan ederim” diye. Yuları kaptırmışsın, faiz ödemek için bile borçlanmak zorundasın, faiz ödemek için! Borç almışsın, borcun faizini ödeyeceksin, onun için de borçlanıyorsun. Memleketi ne hale getirdiğinin farkında mısın sen?
Değerli arkadaşlarım, diyor ya “Kılıçdaroğlu’na beş tane koyun teslim edin, inanan kaybeder” diye. Şimdi bu koyun hikâyesine geleyim değerli arkadaşlar, kim toplumu koyun sürüsü olarak görüyor, hangi gelenek görüyor bunu? Tarih 16 Mart 1920, yer İstanbul. İstanbul işgalciler tarafından ikinci kez işgal edilir, Şehzadebaşı’nda dört askerimiz şehit edilir. Şehzadebaşı metro istasyonunun adı “16 Mart Şehitleri”dir. Dört askerimiz İngilizler tarafından orada şehit edildiği için o isim verilmiştir. O durakta metroya binenlerin yüzde 99’u bu gerçeği bilmiyordur. Çünkü tarihimizi yeteri kadar çocuklarımıza anlatamıyoruz. Rauf Orbay Bey, Meclis Başkan Yardımcısı Abdülaziz Mecidi ve Konya Mebusu Vehbi Efendi padişaha giderler, Vahdettin’e giderler Meclisten. İşgali ve duydukları endişeleri anlatırlar. Vahdettin aynen şöyle söyler: “Rauf Bey, bir millet var koyun sürüsü, buna bir çoban lazım, o da benim.” Erdoğan’ın koyun geleneği buradan geliyor, milleti koyun sürüsü gibi görüyor.
Padişah için millet kavramı yoktur, tebaa vardır ve herkes padişahın kulu ve kölesidir. Dolayısıyla vatandaşların tamamı, yaşı boyu ne olursa olsun, cinsiyeti kimliği, hepsi de koyun gibidir ve bunu söylüyor. Bu gelenek bu alışkanlık oradan geliyor, koyun teslim etseniz yönetemez diye.
Sen devleti ne hale getirdiğinin farkında mısın? Bu milleti nasıl perişan ettiğinin farkında mısın? 8 milyon işsiz yarattın, bunun farkında mısın? 6 milyon kişi açlık sınırının altında yaşıyor, farkında mısın? Çöp konteynırlarından insanlar karınlarını doyuruyorlar, farkında mısın? Milleti perişan ettin, işsizlikten kendilerini yakanlar var, farkında mısın, intihar edenler var farkında mısın? Çocuğuna harçlık veremediği için kendisini öldüren, asan baba var, farkında mısın?
Ve diyor ki... Bilgiye bakın, Allah aşkına ne bilgi var, kim veriyor bu bilgileri ona da hayret ediyorum. Efendim “İskandinav ülkeleri bu yüzden battı” diyor, EYT’liler için söylüyor. Biz de çıkardık bu İskandinav ülkeleri nasıl batmış diye. Norveç’te kişi başına gelir 78 bin dolar, batan ülkeye bakın. İzlanda’da kişi başına gelir 67 bin dolar, İsveç’te kişi başına gelir 51 bin dolar, Finlandiya’da kişi başına gelir 49 bin dolar. Türkiye’de sadece 9 bin dolar. Biz çok iyiyiz, bizim emeklilerimiz insani hayatı insani yaşamı yakalamışlar, ama bu yılda 78 bin dolar geliri olan perişan olmuş, batmış bu adam! Ve bunu kalkıp miting meydanında söylüyor ya, arkadaş senin danışmanların yok mu? Birisi dönüp de, kardeşim bu kuzey ülkeleri dünyanın en mutlu ülkeleri, burada yaşayan insanlar en huzurlu ülkede yaşıyorlar, sen bu uluslararası istatistiklere bakmıyor musun dahi demiyorlar. Diyemiyorlar, korkuyorlar, niçin? Erdoğan’ın gazabına uğrarız diye, onun hoşuna gidecek şeyleri söylüyorlar. Sevgili Erdoğan gözlerinden öpüyorum, ama unutma sana doğruları söyleyen tek insan benim.
Milletin anasını ağlattılar, milleti perişan ettiler. Hükümet ettiklerini sanıyorlar, devleti yönettiklerini sanıyorlar. Yakından uzaktan bir ilgisi yok değerli arkadaşlarım. Ne demişlerdi seçimlerden önce? Bana oy verin Türkiye’yi uçuracağız. Ne oldu? Uçtu doğru, yukarıya doğru değil aşağıya doğru uçuyoruz!
Değerli arkadaşlarım, sosyal güvenlik konusunda da çatıyor, bir sürü laf ediyor, ama bunların hiçbir ciddiyeti yok. Aramızda Sayın Yaşar Okuyan var, sosyal güvenlik konusunda en güzel çalışmaları yapan da Sayın Bakandır, hakkını teslim edelim. Bunlar düzenleme yaptılar, kimin sırtından yaptılar? Emeklilik yaşı yükseldi 65’e, prim ödeme gün sayısını yükselttiler, emekli aylık bağlama oranını düşürdüler, böylece daha az emekli aylığı alacak. 2008’den sonra emekli olanların eline daha az emekli aylığı geçecek. Bir örnek vereyim size. Bugün asgari ücretten birisi prim ödeyip emeklilik hakkını kazandığında başvurduğunda, kendisine 1000 lira emekli aylığı bağlanıyor. Bugün başvursa 1000 lira emekli aylığı alıyor. Ama bu kişi 2008’den önce yine aynı şekilde asgari ücret ödeyip, asgari ücret üzerinden emekli olsaydı alacağı aylık 2 bin 627 lira olacaktı. 1627 lirayı kestiler emekliden, hayat standardını yükseltmek için tabii, başka ne için olabilir? Daha az para veriyorsun, hayat standardı yükseliyor. Ona göre öyle, kafa tersinden çalışınca böyle bir tablo çıkıyor ortaya.
Değerli arkadaşlarım, Sosyal Sigortalar Kurumunun açıkları... Bakın, emeklilik yaşı oldu 65, prim ödeme gün sayısı oldu 9 bin gün, aldığın aylık düştü, açık 2019 Temmuz itibariyle 28 milyar 323 milyon 112 bin lira. Cumhuriyet tarihinin en büyük açığıdır. Soru şu: Arkadaş, yaşı yükselttin, primi artırdın, aylığı düşürdün, bu açık niye büyüyor? Buna cevap veren var mı? Cevap veren yok. Bu soruyu sormayacak mıyız? Soruyu soracağız.
Şimdi EYT’liler neden çalışmıyorlar ve prim ödemiyorlar onu da anlatayım size. Bir şey daha yaptılar bunlar. Şimdi bir kişinin emeklilik hakkı kazanınca yaşa takılıyor, ama çalışmıyor. Çünkü çalışsa daha fazla prim ödeyecek, ama emekli aylığı düşecek. Böylesine bir tablo dünyada yoktur, dünyada böyle bir örnek yoktur. Fazla prim ödüyorum, zamanı geliyor daha fazla çalışıyorum, ama bağlanan emekli aylığı düşüyor. O nedenle EYT’li diyor ki, kazandım hakkımı, çalışmayacağım, çünkü bu halimle emekli aylığını daha fazla alacağım, çalışırsam daha fazla düşecek. Erdoğan’ın bundan haberi var mı acaba? Vallahi yoktur. Yaptığı işin ne kadar kötü olduğundan haberi yoktur.
Değerli arkadaşlarım, tabii emekliye kızıyor, sen kaç yaşında emekli oldun? 46 yaşında beyefendi emekli oldu. Cumhurbaşkanlığı emekli aylığı alıyor, bir de ayda 81 bin 250 lira alıyor, hayat standardı fena değil, hakkını yemeyelim. Ama 81 bin 250 lira aylık, üstüne cumhurbaşkanlığı emekli aylığı... Doğalgaz parası yok, elektrik parası yok, dolmuş parası yok, kira parası yok, mutfak parası yok, okul masrafı yok, bunların tamamı bedava. Emekliyi ne düşüneceğiz? Vereceksin ona emekli aylığı 1000 lira, kira mı ödeyecek bu adam, mutfak masrafı mı, doğalgazı mı, elektrik parası mı, ne yapacak bu adam? Erdoğan’a göre bunların hepsinin hayat standardı insani düzeye çekildi diyor.
Değerli arkadaşlarım, Erdoğan’a bir tavsiyede daha bulunayım. Sefalet Endeksi diye bir endeks yayınlanıyor artık bütün dünyada. Sefalet Endeksinde Türkiye kaçıncı sırada biliyor musunuz? Dördüncü sırada, dünyada dördüncü sıradayız. Erdoğan farkında mı acaba bunun?
Gerçekleri söyleyeceğiz, Türkiye huzura kavuşuncaya kadar. Aile sigortasını getireceğiz, hiç kimsenin aç yatmasına, hiçbir çocuğun yatağa aç girmesine izin vermeyeceğiz, bütün Türkiye’yi kucaklayacağız, yeni bir Türkiye’yi, huzurlu bir Türkiye’yi, güvenli bir Türkiye’yi beraber kuracağız.
23.11.2024
23.11.2024
23.11.2024
22.11.2024