19.10.2021

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, TBMM CHP Grup Toplantısında Konuştu (19 Ekim 2021)

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle: Bütün arkadaşlarımın şunu çok iyi bilmesini isterim: Türkiye'nin bir değişime ihtiyacı var, bir dönüşüme ihtiyacı var, akılcı politikalara ihtiyacı var, hiç kimsenin ötekileştirilmediği güzel bir Türkiye'ye ihtiyacı var. Bunun yolu, beraber olacağız, birlikte olacağız, moralimizi bozmayacağız. Engeller çıkabilir, engeller çıkarabilirler, büyütebilirler ama inançla, kararlılıkla yolumuza devam edeceğiz; ta ki aydınlık Türkiye'yi, güzel Türkiye'yi, huzurlu Türkiye'yi, beraber yaşamaktan onur duyduğumuz 83 milyonluk bir Türkiye'yi yeniden inşa edinceye kadar.


Değerli arkadaşlarım; savunma sanayimizin çok önemli bir ismi Özdemir Bayraktar hayatını kaybetti. Kendisine Allah'tan rahmet diliyorum. Ben 2012-2013 yıllarında İkitelli'deki fabrikasına gitmiştim. Genç ve dinamik bir kadrosu vardı ve o kadronun daha sonra önemli çalışmalar, atılımlar yapması da beni son derece mutlu etmiştir. Kendisine Allah'tan rahmet diliyoruz. Ailesine başsağlığı, sevenlerine başsağlığı diliyoruz.
Sami Kohen; hepimiz dış politikayı büyük ölçüde onun kaleminden öğrendik, onun kaleminden analiz ettik, o da hayata gözlerini yumdu. Sami Kohen duayen bir gazeteciydi. Milliyet Gazetesi'ne, basın camiamıza başsağlığı diliyorum.
Efendim dün 18 Ekim'di, Azerbaycan'ın bağımsızlık günüydü. Cumhuriyet Halk Partisi Grubu’ndan bütün Azerbaycanlılara sevgilerimizi, saygılarımızı gönderiyoruz. Bağımsızlık gününüzü kutluyoruz.
Bugün Muhtarlar Günü aynı zamanda. Onlar sarayın kamu görevlisi değil, milletin kamu görevlisi olacaktır bizim iktidarımızda. Onların aylık bağlamadığı, ödenekle bir anlamda işi geçiştirmeye çalıştığı muhtarlar değil, gerçekten bu ülkenin sevilen, sayılan kanaat önderleri, kamu görevlileri olacaktır. Sarayın, yardımcı personeli bile çok gördüğü bir düzenden, onlara yardımcı personel vermeyi söz veren bir düzene geçireceğiz muhtarları. Göreceksiniz çok güzel şeyler yapacağız. Onların belediye meclisi toplantılarına katılmalarını bile fazla görüyorlar. Bizim iktidarımızda muhtarlarımız belediyelerin toplantılarına katılacaklar, söz ve karar sahibi olacaklar; bunun da sözünü verdik.
Efendim, aramızda astsubay kardeşlerimin olduğu ifade edildi. 17 Ekim Astsubaylar Günü. Zor koşullarda görev yaptıklarını biliyoruz. Bu ülkenin birliği, bütünlüğü için mücadele ettiklerini biliyoruz. Yeri geldiğinde teröre karşı en acımasız mücadeleyi, en zor koşullarda verdiklerini biliyoruz. 3 temel sorunları var: Göreve başlama dereceleri diğerlerine göre haksızlık içeriyor. 9'a 2'den başlıyor birileri ama bunlar 9'a 1'den başlıyor. Bu haksızlığın giderilmesini istiyorlar. Bunlar gideremediler, söz veriyorum, milletin iktidarında çözülecek bu.
Tazminatlarıyla ilgili bir sorun var. Yarbay ve daha üst rütbelerde bulunanlara tazminat veriliyor; makam, görev tazminatı veriliyor, temsil tazminatı veriliyor ama bunlar hem çalışırken, hem emekliliklerinde böyle bir şey almıyorlar. Bunun da giderilmesi lazım. Aynı zamanda kendilerinin ön lisans düzeyinde eğitim veren Astsubay Meslek Yüksek Okulu var. Bunun da lisans düzeyine çıkarılmasını istiyorlar. Bu üçünü bir köşeye yazın. Devri iktidarımızda bu üçünün nasıl ve ne kadar süre içinde gerçekleştiğini göreceksiniz, sözünü veriyorum.
Aslında daha önce de bu sözler verilmiş. 8 Haziran 2018'de Sayın Erdoğan Kayseri Komando Tugayı'nda bir iftar yemeği veriyor, aynı bu benzer sorunlar dile getiriliyor. Müjde ile başlıyor konuşmasına, hayırlı olsun diye bitiriyor. Ne müjde var ortada, ne hayırlı olsun var. Yani ben söyledim, inşallah kulağına gider, "Kılıçdaroğlu yapmadan önce ben yapayım" der. Yaptıracağım ona, yaptıracağım, yaptıracağım ona.
Sayın Hulusi Akar da Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği toplantısında: "Sadece emekli subaylarımızı hedef alan, onların özlük haklarını iyileştirmeyi amaçlayan bir çalışma içindeyiz. İnşallah bu konuyu kısa sürede çözeceğiz." Ne zaman söylemiş? Ocak 2019'da. 2021, hâlâ bir şey gelmedi. Takipçisi olacağı biz de, sizler de takipçisi olun.
Değerli arkadaşlarım, kamuda çalışan 530 bin civarında sözleşmeli personel var. 530 bin civarında personel var. Bunlar diğer devlet memurları gibi KPSS sınavıyla giriyorlar. Normal bir devlet memurunun sahip olduğu eğitime sahipler, aynı eğitimi görüyorlar. Aynı işyerinde beraber çalışıyorlar ama kadrolu memurların sahip olduğu hakların hiçbirisine sahip değiller. Sadece her yılın sonunda bekliyorlar, acaba sözleşmemiz yenilenecek mi? Yenileniyorsa devam ediyor, yenilenmiyorsa kapı önüne konuluyor. Dolayısıyla bunların da sorunları var. Daha ayrıntılı belki bir salı toplantısında, bir grup toplantısında bunu bütün ayrıntılarıyla tartışabiliriz. Ama grup başkanvekillerimiz burada, onlar not alsınlar; sözleşmeli personelin durumunu Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda tartışmaya açın. Bu sorunu orada "ya çözeceğiz, ya çözeceğiz" deyin.
Söyledim; sosyal kimlikleri üzerinden bir politikayı kararlılıkla sürdürüyoruz. Hangi sosyal kimliğe sahipse muhtarlar, işçiler, emekliler, astsubaylar, subaylar, öğretmenler; bütün sosyal kimliklerin sorunlarını masaya yatırıyoruz ve sağlıklı, tutarlı çözümler üretiyoruz. Yerel medya çalışanlarının da büyük sorunları vardı. 60 ilden 300'e yakın gazetecinin katılımıyla Marmaris'te bir Yerel Medya Çalıştayı yaptık. Gerçekten de ciddi sorunları var. Her alanda yaygın medyanın karşılaştığı sorunlardan daha fazla sorunlarla karşılaşıyorlar. Çünkü güçleri daha az, üstlerindeki baskı çok daha fazla. Bunu da not alın, yerel medyanın sorunları ve çözümleri ile ilgili yine bir araştırma komisyonu kurulmasını isteyelim. 12 madde halinde tespit edildi sorunlar. Biz bu sorunları Meclis genel kurulunda dile getiririz.
Değerli arkadaşlarım; Türkiye'nin iyi yönetilmediğini biliyorsunuz, ben de biliyorum, kağıt toplayan da biliyor, manav da biliyor, kasap da biliyor, herkes biliyor. Türkiye iyi yönetilmiyor ama bu devlet bizim devletimiz. Devletin kurumlarına sahip çıkmak, en çok Cumhuriyet Halk Partisi'ne yakışır. Devletin kurumlarına sahip çıkmak, onların yasal çerçeve içinde çalışmalarını özendirmek en çok bize yakışır. Fiyat istikrarından sorumlu olan kim? Yasaya göre Merkez Bankası. E fiyatlar durmuyor, Türk Lirası kar gibi eriyor. Sorumlu kim? Merkez Bankası. Neden böyle? İzlenen politikalar, sıcak siyaset Merkez Bankası'na müdahale ediyor; onların sağlıklı ve tutarlı karar almalarını engelliyor.
Bakınız Merkez Bankası'nın temel görevleri, madde 4: "Bankanın temel amacı fiyat istikrarını sağlamaktır." Yarın sabah zeytinyağı kaça olacak, zeytin kaç lira olacak, 1 kilo et kaç lira olacak, yem kaç lira olacak? Bunlar belli değil. Herkes zam bekliyor "ne zaman, ne olacak?" diye. "Banka fiyat istikrarını sağlamak için uygulayacağı para politikasını ve kullanacağı para politikası araçlarını doğrudan kendisi belirler" diyor, doğrudan kendisi belirler. Doğrudan kendisi belirlemiyor, saray müdahale ediyor ve Merkez Bankası'nın sağlıklı, tutarlı karar almasını engelliyor. Gittik Merkez Bankası'na, "bankanıza sahip çıkın" dedik. Adı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’dır. Sıradan bir banka değildir. Bankanın kendi kültürü vardır. Çok iyi yetişmiş kadroları vardır. Çok iyi yetişmiş kadrolarını göz ardı edip, onları bankanın dışına itip, dışarıdan eleman getirmek doğru bir yaklaşım değildir. Bankanın kültürünü mahveder ve bankayı bugünkü duruma getirir. Herhalde hepimiz biliyoruz, herhalde unutmadık; Merkez Bankası'nın kasasındaki 128 milyar doların alınıp, kararını Hazine ve Maliye Bakanı'nın inisiyatifine bırakan süreci unutmadık. O paranın, yani 128 milyar doların kimlere hangi kurdan satıldığını bilmiyoruz, kimlere peşkeş çekildiğini bilmiyoruz. Diyorlar ki, "Merkez Bankasının kasasında 123 milyar dolar para var." Evet var ama hangi para? Başkalarının parası. Ben de giderim bir yerden ödünç para alırım, cebime koyarım, çıkarır masanın üzerine koyarım, "param var" derim. Ama o para bana ait değil ki, başkasına ait bir para. 123 milyar doların bir senti bile, bir senti bile Merkez Bankası'nın kendi parası değil. O zaman şu soruyu AK Parti'ye geçmişte oy veren kardeşlerimin, Milliyetçi Hareket Partisi'ne oy veren kardeşlerimin kendisine sorması lazım, vicdanına sorması lazım, ahlakını sorması lazım, adalet duygusuna sorması lazım: 128 milyar dolar kime gitti? Kim aldı 128 milyar doları? Bunun satışını Merkez Bankası değil, başkası yaptı. Dolar bu kadar artıyor değil mi Türk Lirası karşısında? Türk Lirası kar gibi eriyor. Normalde ne olması lazım? Merkez Bankası'nın müdahale etmesi lazım değil mi, dolar satması lazım. E kendi doları yok ki satsın, başkasının doları, onu da satamıyor. İçine düştüğümüz çelişkiyi görüyor musun? Merkez Bankası'na, cumhuriyetin kurumlarına sahip çıkacağız. Merkez Bankası çalışanları unutmasınlar; en tepeden, en yukarıya kadar devri iktidarınızda Millet İttifakı olarak geldiğimizde göreceksiniz Merkez Bankası'nın saat gibi nasıl çalıştığını. Göreceksiniz sıcak siyasetin nasıl müdahale etmediğini. Göreceksiniz ekonominin en kısa sürede nasıl değiştiğini, nasıl düzeldiğini göreceksiniz.
Yine özellikle geçmişte AK Parti'ye ve Milliyetçi Hareket Partisi'ne oy veren kardeşlerime seslenmek isterim: Sizin tefeci sektöründen haberiniz var mı? Bir daha söyleyeyim; sizin tefeci sektöründen haberiniz var mı? Bu sektöre hizmet edenlerden haberiniz var mı? Tefeci sektörü; başta Londra'daki bir avuç tefeci ve yurtiçindekiler. Onlara dünyanın faizini ödüyorlar, dünyanın faizini. Bu sektör fabrikada üretim yapmaz, hiçbir riske girmez, hiçbir riski üstlenmez. Parayı verir, faizini alır. Faiz düşerse doları yükseltir, dolar düşerse faizi yükseltir. Bu tuzağın içindedir Erdoğan hükümeti; Erdoğan şahsım devleti, hükümeti bu tuzağın içindedir. Bakınız tefecilere hizmet eden bir siyasi iktidar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ekonomisini düzeltemez. Bir daha söyleyeyim: Tefecilere hizmet eden bir siyasal iktidar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ekonomisini düzeltemez, sadece ve sadece tefeci sektörüne hizmet eder. Örnek: 2003-2021 Eylül ayı itibariyle bütçeden bu tefecilere ödenen para 511 milyar 39 milyon dolar... 511 milyar doları tefeci sektörünü aktaranlar bunlar. 511 milyar dolar... Belki AK Parti'ye oy veren kardeşlerim ya da Milliyetçi Hareket Partisi'ne oy veren kardeşlerim diyecekler ki, "nereden çıkardın 511 milyar doları?" Girin Hazine var orada, Hazine'nin internet sitesine girin, orada görürsünüz. Her ay 2 milyar 271 milyon 284 bin dolar faiz ödeniyor, her ay. Her gün ödenen faiz, 74 milyon 681 bin 541 dolar. Her saat başı ödenen faiz, 3 milyon 111 bin 689 dolar saat başında. Kim ödüyor? En önemli soru bu; kim ödüyor bu faizleri? Saray mı ödüyor? Zinhar. Onun beslemeleri mi ödüyor? Zinhar. Dolarla ihale alanlar mı ödüyor? Zinhar, onlar da ödemiyor. Kim ödüyor? Bu ülkenin fakir fukarası ödüyor, memuru ödüyor, esnafı ödüyor, sanayicisi ödüyor, çöpten kağıt toplayanı ödüyor, fırından ekmek alanı ödüyor, herkes ödüyor. Bu saray beslemeleri ve saray şürekası beş kuruş faiz ödemiyor ama 83 milyonu Londra'daki bir avuç tefeciye teslim ettiler. Onun için hep birlikte bunlardan kurtulacağız. Az kaldı. Başkan diyor ya, az kaldı. Evet az kaldı. Beraber sandığa gideceğiz ve bunları yolcu edeceğiz.  
Efendim hafta sonu bir video paylaştım. Devlet memurlarına, "görevinizi iyi yapın" dedim. "Siz saray ve şürekasının, Erdoğan ve ailesinin memurları değilsiniz. Siz şerefli Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin memurlarısınız" dedim. "Buna göre hareket edin" dedim. “Pazartesi günü, 18 Ekim; kim yasa dışı talimat verirse orada durun ve yapmayın.” Doğru söylüyorum değil mi? Haklı söylüyorum değil mi?
Ben bunları söyledim, Bremen Mızıkacıları harekete geçti saraydan başlayarak en aşağıya kadar. Vay efendim, neymiş? Devlet memurlarını ben tehdit ediyormuşum. Neymiş? Vesayet özlemi içindeymişim. Neymiş? Efendim bir darbeci zihniyetmiş. Allah akıl fikir versin. Bari usturuplu bir şey söyleyin ya. Yahu arkadaş, "ben hırsızlığa bulaşmayın, hırsızlık için kim talimat veriyorsa ona uyumayın" diyorum. Hayır diyorlar. Bunu niye söylüyorsun? Hazır malı götürürken böyle bir lafı niye ettin? Edeceğim. Efendim savcılığa suç duyurusunda bulunacaklarmış. Bulunmazsanız namertsiniz, bulunun, bulunun...
Teşekkür ederim arkadaşlar. Daha görecekleri çok şey var. Efendim neymiş? Sarayın avukatları, Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunacakmış, Erdoğan'a hakaret içeren ifadeler varmış. Lafa bakın: “Hırsızlık yapmayın” diyorum. Demek ki "hırsızlık yapın" desem hakaret içermeyecek, hiçbir şey olmayacak. Diyorum ya Allah akıl fikir versin diye.
Bir de sarayın baş memuru var; Fuat Bey, baş memur. O da diyor ki: Vesayet ve paralel yapı algısı oluşturmaya çalışıyormuşum ben. "Çalışanlarımızın -altını çiziyorum- her kesimini tehdit eden ve şaibe altında bırakan bırakanlar hakkında suç duyurusunda bulunuyorum." Çalışanlarımızın diyor. Kimsin sen? Devlet memuru ne zamandan beri senin çalışanların oluyor? Ne zamandan beri oluyor?
Ne demektir bu? Bizim talimat verip de malı götürdüklerimize dokunma, onlar bizim çalışanlarımız; öyle diyor. Bu lafı kullandığın andan itibaren, toplumu bölüyorsun, toplumu bölüyorsun sen. Devletin memuru, devletin işini yapar, milletin hizmetindedir. Yasal ölçüler içinde konuşuyorum. Kullandığım her cümlenin mutlaka kanunda bir yeri vardır, bu kadar dikkat ediyoruz. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, madde 6 “Sadakat: Devlet memurları, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na ve kanunlarına sadakatle bağlı kalmak ve milletin hizmetinde Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını sadakatle uygulamak zorundadırlar." Bu kadar basit. “Milletin hizmeti için, devletin geleceği için, devletin bekası için çalışmak zorundadırlar” diyor. Biz ne diyoruz? "Size yasadışı kanun dışı talimat verenlere uymayın, orada durun" diyoruz. Hayır durmasınlar diyor; biz talimat verince malı götüreceğiz.
Değerli arkadaşlarım; Anadolu'da vakıflar kuruyorlar, Erdoğan ailesinin vakıfları var. Bunlar yurtdışında, yurtiçinde hesabını bilmediğimiz, rakamlarını bilmediğimiz paralar aktarılıyor buralara. Devlet memuru nedir biliyor musunuz? Anadolu'daki gariban bir ailenin çocuğu üniversiteyi bitirdiğinde, devlette memur olmak ve liyakatle yükselmek ister. Annesi ve babası da, "oğlum-kızım devlette şu noktaya geldi" diye gurur duyar. Siz onların geleceklerini çalıyorsunuz, onların umutlarını çalıyorsunuz. Gel vakfa, torpili yapalım, sözlüden otomatikman sen oraya yerleş. Gariban? Hiç önemli değil... Garibanların sesi kim olacak? Kimse kendisini sahipsiz hissetmeyecek. Bütün garibanların, bütün yoksulların, bütün hak arayanların temsilcisi -açıkça söylüyorum- bu kardeşiniz olacak, bu kardeşiniz olacak.
Gideceksin, Erdoğan ailesinin vakfından torpil yapacaksın, devlete yerleşeceksin, ondan sonra "bu yanlıştır" dediğimiz andan itibaren kıyamet kopacak. "Nasıl bunu söylersin?" diyor. Değerli arkadaşlarım, bazı bürokratlar şunu söyleyebilirler: "Emir aldık, o nedenle biz bunu yaptık." Olmaz, kanun dışı emre uymayacaksın. Anayasa diyor, ben demiyorum. Az önce saydığım Devlet Memurları Kanunuydu. Şimdi Anayasa'nın 137’inci maddesini okuyayım: "Konusu suç teşkil eden emir, hiçbir suretle yerine getirilemez. Yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz." Anayasa diyor bunu. Millet için çalışacaksın. Adı üstünde devlet memuru; sarayın memurları demiyorlar, devletin memurları diyorlar. Sarayın memurları ayrı, devletin memurları ayrı. Mafyatik ilişkiler içine girenler sarayın memurlarıdır; talimatı oradan veya onların çocuklarının kurduğu vakıflardan alırlar. Devletin memurunun temel güvencesi yasalardır ve millete hizmet etmektir. Arada dağlar kadar fark var değerli arkadaşlarım
Şimdi yine şunu söylüyorlar: "Efendim siz devlet memurlarını tehdit mi ediyorsunuz?" Söyledim... Hiç kimseyi, çalışan, yasal ölçüler içinde çalışan hiç kimseyi tehdit etmek benim haddim değildir. Altını çiziyorum tehdit etmek benim haddim değildir. Kim devletine, milletine hizmet ediyorsa benim başımın üstünde yeri vardır. Hangi görüşten olursa olsun başımın üstünde yeri vardır.
Ama mafyatik ilişkilere girenler, "onları tehdit mi ediyorsun?" diyorlarsa, evet onları tehdit ediyorum, evet onları tehdit ediyorum. Kimsenin hakkını yedirmeyeceğim. Kul hakkı yiyecek, her türlü rezilliği yapacak, mafyatik ilişkilere girecek, malı götürecek; “efendim Kılıçdaroğlu buna hiç ses çıkarmasın.” Niye ses çıkarmayayım? Niye ses çıkarmayayım? Sen ses çıkarmıyorsun zaten, sen malı götürenlerin sırtını sıvazlıyorsun, ben bunu gayet iyi biliyorum. Balığın baştan kokacağını da çok iyi biliyorum.
Bakın değerli arkadaşlar; vakıf bizim tarihimizde çok önemli bir kurumdur, Osmanlılardan gelen ve bizim tarihimizde çok önem verdiğimiz bir kurumdur. Kamu için çalışır. Vakfiyeler vardır, yıllardır bunlar durur. Bir Vakıflar Genel Müdürlüğümüz vardır, vakıf mallarına bakarlar. Artı, vakıfta çalışanlar kendilerini topluma adamış kişilerdir. Gönüllü olarak bunlar paralar alırlar veya kendilerine tahsis edilen bir mal varlığından elde ettikleri gelirleri yine kamu için, yani fakir fukara için harcarlar. Fakir öğrencilere burs verirler, imkanlar verirler, bir sürü imkanları sağlayabilirler. Vakıfların görevleri budur zaten. Değerli arkadaşlarım, Erdoğan ve ailesinin kurduğu vakıflar 83 milyondan ne kadar para topladı bilen var mı? Yani devletin hazinesinden bu vakıflara kaç lira para gitti, kaç lira para ödendi? Bilen var mı? Bilen yok. Oysa vakıflar kamu için çalışırlar. Elde ettikleri gelirleri, yaptıkları harcamaları kamuoyuna açıklarlar. Şeffaflığın gereği olarak, "hiç kimse endişe duymasın, aldığımız geliri yerli yerine harcadık, amacına uygun olarak harcadık" demek için. Biz bilmiyoruz; Erdoğan ailesinin vakıflarının ne kadar para, ister devletten, ister belediyelerden, ister vatandaşlardan, ister tahsil edilen malların kiralarından ne kadar para topladıklarını bilmiyoruz. Ama gidin başka bir ülkede, herhangi bir yere bağış yaptığınız zaman hazine müsteşarlığı veya hazine bakanlığının internet sitesinde yazar, "şu kişi, şu vakfa, şu kadar lira bağışlamıştır" diye. Bağışlayan kişiler de yaptıkları bağış dolayısıyla onur duyarlar, gurur duyarlar amaca uygun bu para harcanıyor diye, fakire fukaraya bu para gidiyordu. Bunu yapmıyorlar.
Değerli arkadaşlarım; Anayasa'nın 138’inci maddesi var: " Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez” diyor. Gayet açık. Mahkemelerin bağımsızlığı üzerine inşa edilen 138’inci madde... Düşünün; Erdoğan ailesinin kurduğu bir vakıf var. Adı TÜGVA. Güzel... Bir taşınmaz tahsis edilmiş, o da güzel. Belediye bakıyor ki, tahsis edilen yer amaca uygun kullanılmıyor. "O zaman bize verin" diyor, "vermeyiz" diyorlar, mahkemeye gidiliyor. İstanbul 2. İdare Mahkemesi diyor ki: "Amaca uygun değil, belediyeye vereceksiniz. Amaca uygun kullanmıyorsunuz" diyor. İtiraz ediyorlar, -bu da gayet normal- "hayır, biz amaca uygun kullanıyoruz" diye. İstanbul bölge idareye gidiyor, bölge İdare diyor ki: "Hayır, gayrimenkulü iade edeceksiniz" diyor. Yani "Kullanımı belediyeye vereceksiniz, iade edeceksiniz" diyor. Doğal olanı nedir? Gidip teslim almaktır, değil mi? Gidiyorsunuz teslim almaya, polisler dizilmiş, yargı kararı uygulanmıyor değerli arkadaşlar. Devletin polisine talimat veriliyor, yargı kararının uygulanmaması için gelenler engelleniyor. Tarihte hiç görmediğimiz bir olay. Böyle bir rezaleti hiç yaşamadık. Gelen polislere kızdığımı sanmayın. Onlar emir kulu; talimat verildi "gideceksin orada bekleyeceksin" diye. Sorun kimde? O talimatı verende. Oradaki daha büyük sorun nerede? Saraydan o talimatı verende. Sen hangi gücüne dayanarak, hangi yetkine dayanarak yargı kararlarını uygulamıyorsun. Böyle bir yetkiyi sana kim verdi? Millet seni saraya, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni Anayasa'ya, yasaya, hukukun üstünlüğü ve adalete göre yönet diye sana o yetkiyi verdi. Zenginleş diye, malı götür diye, yolsuzluk yapanları koru diye o yetkiyi sana vermedi. Biz bunları söylediğimiz zaman da kıyamet kopuyor. "Efendim, darbecisiniz." Efendim neymiş? Başka bir sürü laf ediyorlar "vesayetçisiniz" diye. Hani derler ya, yavuz hırsız ev sahibini bastırır, aynı model. Çok bağırırsak, efendim bunlar geri adım atar mı?
Bakınız gene geçmişte AK Parti'ye oy veren kardeşlerime sesleneceğim veya Milliyetçi Hareket Partisi'ne oy veren kardeşlerime sesleneceğim: Bir cumhurbaşkanının oğlu -bir daha söyleyeyim- bir cumhurbaşkanının oğlu babasının mevkiini ve makamını bilerek davranmak zorundadır. Babası sıradan bir makamda oturmuyor. Davranışı, hareketleri, konuşması, görev aldığı yerler itibariyle örnek olmak zorundadır topluma. Gidip de oğlu Milli Eğitim Bakanlığı'nın bürokratların tamamını toplayıp, onlara Milli Eğitim politikasını anlatıyorsa bir sorunumuz var demektir. Kimsin sen ya, kimsin sen? Bu yetkiyi kimden alıyorsun sen? Cumhurbaşkanının oğlu olmak, sana bütün bu kanunsuzlukları yapma hakkı veriyor mu? Aynı zamanda cumhurbaşkanının oğlu her şeyden önce mahkeme kararlarını uygular; en azından babasının oturduğu makama saygı duyarak uygular. Derhal mahkeme kararının gereğini yapar. "Buyurun kardeşim, mahkeme kararı budur. Başımızın üstünde yeri vardır. Buyurun tahsisi tekrar belediyeye veriyoruz" der. Ama bu yapılmıyor. Bir cumhurbaşkanının oğlu torpille devlete adam yerleştiremez. Peki, cumhurbaşkanının oğluna ulaşamayan garibanlar ne yapsın? Onlar sürünsün. Bir cumhurbaşkanının oğlu eğer torpille devlete adam yerleştiriyorsa, o yerleştirdiği kişi devletin memuru değil, sarayın memuru olur. Bunu bilmesi lazım.
Anadolu'da iki diplomalı garibanlar var. Nasıl yerleşecek, KPSS'yi kazanmış? Geliyor, sözlüye eledim. Niçin? Telefon geldi, bunu alacağız onun yerine diye. Gençlere sözümdür: İktidarımızda sözlü sınav kalkacak. Kim KPSS'yi kazandıysa, gelip yerleşecek. Eğer bir kişiyi torpille bir yere yerleştirirse cumhurbaşkanı, şürekası, oğlu, o kişi onlara gebe kalır, talimatı doğrudan onlardan alır ve böyle bir yapı devlette liyakati bitirir. Bunlar aynı zamanda kimin terfi edip etmeyeceğine de karar veriyorlar. Hakkı olana değil, mafyatik ilişkilere, talimatla mafyatik ilişkilere girenler yükselsin diyorlar. Anayasa Mahkemesi kararını uygulamayanlar yükselsin diyorlar; onlara yeni mevkiler, makamlar tahsis ediyorlar.
Değerli arkadaşlarım; burada bir şeyi daha ifade edeyim: Hani torpille devlete yerleştirilenlere aslında kızmıyorum. Yani bunlar da "nasıl yerleşiriz?" diye bir arayış içine girmiş olabilirler. Benim asıl kızdığım, TÜGVA'nın devletin işine müdahale etmesidir, amacının dışına çıkmasıdır, devlete adam yerleştirmesidir, bu organizasyondur, paralel yapıdır. Devletin içinde paralel yapı olur mu? O yapının neler yaptığını gördük. Aynı rolü şimdi bunlar yapıyorlar, üstlenmiş durumdalar.
Değerli arkadaşlarım; o küçük video kaydında memur Teoman'a selam göndermiştim. Reza Zarrab "verin rüşveti, geçirin gümrükten" diyor. “Efendim bu memur Teoman rüşvet almıyor” diyorlar. Ne yaptılar? Memur Teoman'ı sürdüler. Sürdüler, rüşvet almayan adamı sürdüler. Şimdi Maraş'ta Ekinözü Belediyesi'nde bir zabıta memuru var, çalışıyor 6 yıldır. Yolsuzlukları görüyor, gidiyor savcıya bu kadar yolsuzluk var diye ifadesini veriyor. Geliyor, savcı soruşturma açıyor. Belediye başkanının ilk işi o zabıta memurun görevine son vermek oluyor. Ahmet Yardımcı... Nasıl Memur Teoman'a saygı duyuyorsam, Ahmet Yardımcı'ya da aynı saygı duyuyorum.
İşte gerçekten devletin memurları bunlar ve şöyle devam ediyor: "Ben bu yolsuzlukları ortaya çıkardıktan sonra bunlar oldu. Bu tür usulsüzlük, yolsuzluğu kim yaparsa yapsın, benim görüşüm değişmez. Babam olsun yine aynısını yaparım. Pişman değilim, içim rahat." Evet senin için rahat olsun kardeşim, senin için rahat olsun...
Neden tepki gösterdiler? Öyle ya, bir video söyledik, niye tepki göstersinler? Çünkü onların mafyatik ilişkilerine, rant ilişkilerine çomak soktuk. Memurların uyanmasını sağladık. Memurların devletine sahip çıkmasını istedik. "Mafyatik ilişkilere girmeyin" dedik. "Böyle bir talimat alırsanız yapmayın" dedik. "Yasadışı suç ortağı olmayın" dedik. Onlara cesaret verdik. Cesaret verince, saray panikledi, şürekası panikledi, kıyameti kopardılar. Bakın değerli arkadaşlarım, söylediğim şu: “18 Ekim 2021 tarihinden itibaren kanundışı bir şey yapmayın, pazartesi itibariyle durun. Kanundışı bir şey yapmayın, pazartesinden itibaren durun. Kanundışı işleri emir olarak telakki edemezsiniz. Siz Erdoğan ailesinin değil, bu devletin şerefli memurlarısınız” dedim. Bundan rahatsızlık duyuyorlar. "Bizim memurumuz olacaksın" diyorlar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin değil.
Değerli arkadaşlarım, ikili bir yapı ortaya çıktı, buna da dikkatinizi çekmek isterim. Birisi şu: Gerçekten devlet için çalışan, milleti için çalışan memurlar. İki; memur unvanı taşıyıp, saray için çalışan, rantiye sınıfı için çalışan, uyuşturucu baronları için çalışan bir sınıf daha oluştu, ikili bir yapı oluştu. Birinci yapıya saygılıyız, ikinci yapıyla da mücadelemizi sürdüreceğiz.
Değerli arkadaşlarım; bir örnek olay, Ekinözü Belediyesi'ne örnek verdim. Bir de Sağlık Bakanlığı'ndan örnek vereyim. Şu bir komisyon tutanağı, daha doğrusu komisyon kararı. Şehir hastanesinin ihale sonuçlarını anlatan ya da ihaleyi veren bir karar. Değerli arkadaşlarım, bu hastanenin temeli 12 Mart 2014'te atılıyor. Bakan orada, müsteşarlar orada, temeli atan firma orada, yani inşaatı yapacak firma orada, hepsi orada; hepsi güllük güneşlik, gülüyorlar, eğleniyorlar, temel atıyorlar. E temel atmak güzel bir şey. 2014 Mart'ında temeli atıyorlar ama ihaleyi 24 Temmuz 2014'te veriyorlar. Önce temel at, sonra ihaleyi ver. Burada da bir kamu görevlisi, Nurten Seyhan altına çok güzel bir muhalefet yazmış. İşte devletin memuru budur, milletin memuru budur, ahlaklı olan budur, düzgün olan budur.
Okuyayım size, bir bölümünü okuyacağım: "İhale süreci sonuçlandırıldıp, ihale komisyon kararı almadan ihaleyi kazandığı belirtilen firma ve bakanlık yetkilileriyle birlikte 12 Mart 2014 tarihinde Isparta Şehir Hastanesi'nin temel atma töreni yapılmıştır." Ne diyor? "İhale kararı almadan önce gerçekleşen temel atma töreni hukuka aykırıdır. İhale komisyonu zor durumda ve zan altında bırakılmıştır" diyor. Erdoğan bunun için bir şey yapabilir mi? Bir soruşturma açabilir mi? "Yahu ihaleyi yapmadan siz nasıl temel attınız?" diyebilir mi? Diyemez, diyemez. İçine battığı ortam bunu yapmasına engel. Evet, “lağım borucu patladı, koku her tarafı sardı” dedim. Ya bu değil midir lağım kokusu? İhaleyi yapmadan önce temel atıyorsun, temel atan firma orada. Çünkü biliyor ki, "zaten ihaleyi ben alacağım" diyor. O zaman niye ihale yapıyorsunuz? Hangi gerekçeyle ihale yapıyorsun? Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin her yerinden böyle yolsuzluk dosyaları yağmur gibi yağmaya başladı. Bunları sıralıyoruz, yerlerine koyuyoruz, zamanı gelince hepsini açıklayacağız. Buradan yine bütün memur arkadaşlarıma, bütün kamu görevlilerine sesleniyorum: Görevinizi millet adına yapınız. Ettiğiniz yemin çerçevesinde görev yapınız. Mafyatik ilişkiler sizi zorlarlarsa, bu kardeşinize haber vereceksiniz. Oraya geleceğim ve onların başına çökeceğim.
Değerli arkadaşlarım, karakış geliyor, zamlar yağmur gibi geliyor arka arkaya. Doğalgaza, elektriğe, akaryakıta, kömüre acayip zamlar geliyor. Yani Allah fakir fukaranın yardımcısı olsun. Bunlarda fakir fukarayı düşünecek yürek dahi kalmamıştır, yürek dahi kalmamıştır. Çünkü saraya bakıyor, sarayda herkesin keyfi yerinde. Sanıyorlar Türkiye'de de herkesin keyfi yerinde, böyle bir tablo var. Bütün enerji sektörünün bileşenlerini davet edeceğim. Nasıl Merkez Bankası'na gidip görüştük, görüşmeler yaptıysak, enerji sektöründe var olan sorunları nasıl aşabiliriz, bunun da çalışmalarını yapacağız.
Hiç kimse merak etmesin; geliyor gelmekte olan, az kaldı…
Teşekkür ederim.
Tüm Fotoğraflar İçin Tıklayınız...