16.10.2018

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU (16 EKİM 2018)

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU (16 EKİM 2018)
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “İş Bankasındaki hisseler, Atatürk’e ait hisseler... Bize ait değil, biz temsil ediyoruz sadece. “Hazineye alacağım” diyor. Türkiye’nin en büyük özel bankası, dünyada saygınlığı olan bir banka, şimdi o bankaya el koyacağım diyor. Kenan Evren de aynısını yaptı, o da bir diktatördü, sen de aynısını yapıyorsun, sen de bir diktatörsün, ne farkınız var? Bütün kamu bankalarını perişan ettiniz, içini boşalttınız. Sonra kalktınız işsizlik fonundan o bankalara parayı aktardınız, bankaları kurtarmaya çalıştınız. Şimdi İş Bankasında para var, dünya kadar ortakları var, büyük şirketler var, hepsi son derece saygın. Bankayı nasıl ele geçiririz, bankayı nasıl hortumlarız? Bunun hesabını yapıyorlar. Her mücadeleyi yapacağız hukuk zemininde, her mücadeleyi yapacağız. Türkiye sahipsiz bir devlet değildir. Baskı, şiddet bizi yıldıramaz.” dedi.
Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle: Efendim öncelikle bizleri televizyonları başında izleyen saygıdeğer yurttaşlarıma Cumhuriyet Halk Partisi grubundan sevgilerimizi saygılarımızı ve muhabbetlerimizi gönderiyoruz.


Herkesin şunu çok iyi bilmesini isterim. Bu ülkede Cumhuriyet Halk Partisi olduğu sürece hiç kimse, ama hiç kimse bir gelecek endişesine kapılmasın. Hep beraber, hangi görüşten olursa olsun hep birlikte - az önce iki katılım oldu, inşallah bundan sonra daha fazla katılımlar olacak -  hep beraber Türkiye’yi aydınlığa çıkaracağız, bu bizim görevimiz.
Gündemin yoğun olduğunu biliyorum, o nedenle grubumuza gelen çok sayıda yurttaşımız var farklı görüşlerden, farklı kimliklerden, farklı siyasal görüşlerden. Bütün herkese, bütün vatandaşlarıma ve grubumuzu ziyaret eden bütün vatandaşlarıma yürekten teşekkür ediyorum.
BÜTÜN BUNLARIN ANA SORUMLUSU, ŞU ANDA KOLTUĞUNDA OTURAN ZATTIR
Önce şunu ifade etmek isterim. Türkiye’nin gündemi yoğun, gerçekten yoğun! Dün gazetelerin, neredeyse bütün gazetelerin birinci sayfalarında çok acı bir olay vardı, 22 göçmenin hayatını kaybettiği İzmir’deki kamyon kazası sonucu yaşanan katliamdı. Bu insanlar kendi ülkelerinden çıkıp Türkiye üzerinden Avrupa’ya gitmek istiyorlar. Savaş var, açlık var, yaşama kaygısı var; demokratik bir ülkede yaşamak istiyorlar ve kaçak yollarla Türkiye’ye gelip Avrupa’ya gitmek istiyorlar. 22 kişi hayatını kaybetti. Hepsine Allahtan rahmet diliyoruz, ama yaşanan gerçeği unutmuyoruz, Aylan bebeği unutmuyoruz, Akdeniz’de boğulan ve kıyıya cesedi vuran Aylan bebeği asla unutmuyoruz. Bütün bunların ana sorumlusu, şu anda koltuğunda oturan zattır, bütün bunların sorumlusu! Suriye’ye girme” dedik, “oraya silah gönderme” dedik, “yanlış yapıyorsun” dedik, “Müslüman’ı Müslüman’a kırdırma” dedik, “akan kan, Müslüman kanıdır” dedik. Bizi dinlemedi “ben bildiğimi okurum” dedi. Şimdi ülkemizde 4 milyon Suriyeli burada ve biz hep beraber ne olacak bu memleketin hali diye düşünüyoruz. Bütün vatandaşlarım, özellikle AK Partiye oy veren bütün vatandaşlarım sizlere sesleniyorum, Suriyelilerden memnunsanız başımın üstüne, memnun değilseniz niçin bunlar geldiler diye şikâyet ediyorsanız, onlara Suriye’de iyi yer yapıp, onları Suriye’ye gönderecek olan parti Cumhuriyet Halk Partisidir, bunu yapacağız. Bir yarayı saracağız, kimsenin burnunu kanatmadan bir yarayı saracağız. Bunun yapılması Türkiye için de, Suriye için de, Ortadoğu barışı için de, Avrupa için de çok önemlidir. Bunu yapacak olan siyasi irade sadece ve sadece bizde vardır.
HERKES TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN EŞİT VATANDAŞIDIR
Efendim aramızda kamuda geçici olarak çalışanlar var. Son kararnameyle 9 ay 29 gün çalışması öngörülüyor, ama belediye ve il özel idarelerinde bu süre 5 ay 29 gün, yani bir ayrımcılık var. Çalışan işçiler arasında, geçici işçiler arasında ayrımcılık yapmak doğru değildir, şehitler arasında ayrımcılık yapmak doğru değildir, gaziler arasında ayrımcılık yapmak doğru değildir, vatandaşlar arasında ayrımcılık yapmak doğru değildir. Vatandaşların tümü; rengi, inancı, kimliği, dili ne olursa olsun herkes Türkiye Cumhuriyetinin eşit vatandaşıdır ve böyle baktığımız zaman Türkiye’ye barışı ve huzuru getirmiş oluruz.
SAĞLIKTA ŞİDDETE SON VERMEK İSTİYORSAK, BU KONUDA EL BİRLİĞİ YAPALIM
Efendim Füsun Sayek, Türk Tabipler Birliğinin ilk kadın başkanı. Ölüm yıldönümü, kendisini rahmetle anıyoruz. Türk Tabipler Birliği Başkanlığı yaptığı dönemde, her zaman sağlık sorunlarıyla yakından ilgilendi, vatandaşın sağlık sorunu, sağlık çalışanlarının sorunu, Türkiye’nin olaya bakışı, siyasetin olaya bakışı, nasıl bu sorunların çözülmesi gerektiği konusunda engin çalışmaları oldu. Ama bugün geldiğimiz noktada sağlıkta şiddet giderek artıyor. Sadece bir rakam vereceğim, 83 yıllık cumhuriyet döneminde bir hekim şiddet nedeniyle hayatını kaybetti, ama 16 yıllık AK Parti iktidarı döneminde hayatını kaybeden şiddet nedeniyle hekim sayısı on bir. On bir hekim 16 yılda ve şiddet vakası sayısı ise 2012-2018 arası 68 bin 375. Farklı bir yere doğru gidiyoruz. Bütün sağlık çalışanlarının tek hedefi hastayı iyileştirmek, tek hedefi! Kimisi ameliyatla, kimisi başka işlerle, kimisi ilaç vererek, kimisi iğne yaparak, kimisi tedavi ederek, kimisi hastaya bakarak, hastanın altını temizleyerek, hepsinin ortak amacı hastaneye gelmiş bir kişiye sağlık hizmeti sunmak. Ama şiddet karşısında bu insanlar yılıyorlar. Bu konu parlamentonun gündemine de gelmiş. 2013’te parlamento sağlıkta şiddet konusunda bir araştırma komisyonu kurmuş, gayet güzel bir rapor çıkmış. Aradan geçiyor 5 yıl, tek bir şey dahi yapılmış değil, yürütme organı görevini yapmıyor. Şimdi bu konuda milletvekili arkadaşlarım önerge verdiler, biz bu konuyu tekrar parlamentonun gündemine getireceğiz, ama Türk Tabipler Birliğinin istediği kanun teklifini getirerek. Olay artık bir araştırma olayı olmaktan çıkmış, bir kanun teklifiyle sağlık çalışanlarına yönelik şiddet dolayısıyla özel düzenlemeler yapmak gerekiyor. Bu konuda önayak olacak olan parti Cumhuriyet Halk Partisi, milletvekilleri de Cumhuriyet Halk Partisinin milletvekilleri olacak. Buradan bütün partilerin genel başkanlarına sesleniyorum, sağlıkta şiddete son vermek istiyorsak bu konuda el birliği yapalım, bunun partisi filan olmaz. Doktor önüne gelen hastanın kimliğini sormaz, inancını sormaz, adını soyadını sorar hastalığını sorar, dilini sormaz, onu tedavi etmek ister. Dolayısıyla olay bir siyasi olay değil, olay sağlık çalışanlarının rahat çalışabilecekleri olaydır.
YALAN SÖYLEMEK ERDOĞAN’A YAKIŞIYOR, MAKAMA YAKIŞMIYOR
Değerli arkadaşlarım, yalan konusuna değineyim biraz. Yalan bütün inançlarda günahtır. Üç semavi dinde de yalan söylemek günahtır. Özellikle ülkeyi yönetme pozisyonunda olan kişilerin halka yalan söylemesi çok daha büyük bir ayıptır, günahın ötesinde çok daha büyük bir ayıptır. Sevgili Peygamberimiz bir hadisinde şöyle der, "yalandan sakının, çünkü yalanla günah yan yanadır ve ikisi de insanı cehenneme götürür". Önemli İslam âlimlerinden El Kurazi ise şöyle söyler, “bir yalancı ancak alçak ruhlu olduğu için yalan söyler.”  
Bunları şunun için anlatıyorum. Devleti yönetme mevkiinde olan insanların dinlemesi lazım. Eğer bir belge gösteriyorsak, o belgeye ulaşması ve bakması lazım. Gerçekten burada böyle bir şey var mı yok mu diye araştırması lazım, sorması lazım. Arkadaşlar, muhalefetten bir lider diyor ki şöyle şöyle şöyle haksızlıklar var, tedaviler aksıyor, gerçek mi değil mi diye sorması lazım. Çünkü burada Gazi Hastanesinin bir belgesini göstermiştim. Sonunda şöyle diyor, “hayati önemi haiz olan işlemlere devam edin” hayati öneme haiz olanlara, ama hayati önem yoksa durdurun, çünkü malzeme alamıyoruz diyor. Belge buydu, Gazi Üniversitesinin belgesi. Bu belgeyi açıkladım, beyefendi rahatsız olmuş, vay efendim nasıl açıklarsın. Kullandığı şu dile bakın Allah aşkına, “yahu yalan olur da böylesi olur mu?” bana söylüyor, “yalan olur da böylesi olur mu? Bu ne vicdansızlıktır, atıyorsun da dikkatli at, en güçlü olduğumuz alanda bizi vuracağını zannediyor, vah zavallı vah” diye beni suçluyor.
Değerli arkadaşlarım, şunu söylemek isterim. Bir belge önüme geldiğinde hemen o belgeye sarılmam, o belge doğru mudur yanlış mıdır onu da araştırırım, ondan sonra milletin karşısına çıkarım. Yoksa bir belge geldi, belki sahtedir. Bakarım, sonuna kadar bakarım, gerekli kişilerle konuşurum, ondan sonra da açıklarım. Benim huyum böyle, ahlakım da böyle, inancım da böyle, topluma saygım da böyle. Değerli arkadaşlar, bir tane belge olsa yine neyse. Bakın, Gazi Üniversitesini örnek vermiştim ve belgesini göstermiştim. Ordu Devlet Hastanesi, belgesi yine burada... Diyor ki, “aciliyet arz eden vakalar hariç, kalp kapak ameliyatı, kalple ilgili gereken ameliyatları yapmayın”. Niçin? Çok pahalı, fiyat vermiyor firmalar diyorlar, doların ne olduğunu bilmiyoruz. Başka... Karadeniz Teknik Üniversitesi, onun da yazısı burada. Karadeniz Teknik Üniversitesi o da şöyle söylüyor. Diyor ki onun tıp fakültesi söylüyor, Farabi Tıp Hastanesi Başhekimliği, “bölgemiz tek aferez merkezi olan hastanemizde bazı hastalarda hayat kurtarıcı olarak uygulanan plazmaferez tedavisi için gerekli olan terapötik aferez seti stoklarımızda tükenmiş olup, çıkarılan tüm satın alımlarda hiçbir firma teklif vermediğinden dolayı alım gerçekleştirilememiştir. Bu haliyle hastanemizde plazmaferez tedavisi gerçekleştirilememiştir. Hastanemize hasta sevki veya yönlendirmelerde bu durumun dikkate alınması için sağlık kuruluşlarının bilgilendirilmesi” diye yazı yazıyor. Bu yazıyor, arkasından değerli arkadaşlarım Giresun İl Sağlık Müdürlüğü diyor ki, “Farabi Hastanesine bu tür hastaları sevk etmeyin diye yazdı, çünkü tedavi edilemiyor.”
Şimdi ben sormak istiyorum, kim yalan söylüyor? Ben Adalet ve Kalkınma Partisine oy veren saygıdeğer vatandaşlarıma seslenmek istiyorum, kim yalan söylüyor? Eğer bu belgeler yalansa, bu belgelerin altına imza atanları görevden alın. Niye almıyorsunuz? Tamamı doğru, ama bu meydanı bulmuş ya alkış da var, ağzına ne gelirse konuşuyor. O makamda olan birisine yakışmıyor, sorun orada. Erdoğan’a yakışıyor yalan söylemek, makama yakışmıyor. Çünkü onun için yalan söylemek her sabah kahvaltı yapmak gibi bir şey, ne olacak diyor. İstanbul’da Mehmet Akif Ersoy, onun da var genelgesi. Değerli arkadaşlarım, dediğim gibi devleti yönetmek farklı bir şeydir. Her şeyden önce devleti yöneten kişilerin ahlaklı olması lazım, ahlaklı! Ahlaklı olmanın yolu gerçekten yana olmasıdır, yalan söylememesidir. Varsa sorun, soruna eğilmesidir. Hem yalan söyleyeceksin, hem doğruyu söyleyeni yalan söylemekle suçlayacaksın. Bunun ahlaki hiçbir yönü yoktur. Ne diyordu, değerli İslam bilgininin güzel bir sözü vardı yalanla ilgili olarak. El Kurazi ne diyordu? “Bir yalancı ancak alçak ruhlu olduğu için yalan söyler” diyor. Evet, geldiğimiz nokta budur.
GÜÇ VE YETKİLERİ TEK ELDE TOPLARSANIZ KARMAŞA ÇIKAR
Devlet yönetiminde her zaman ciddiyet gerekir. Devleti yönetmenin kuralları vardır. Bir devletin çağdaş olup olmadığının kuralları vardır. Birinci kural şudur: Güç ve yetkiler tek elde toplanmaz, güç ve yetkileri tek elde toplarsanız devleti yönetemezsiniz, karmaşa çıkar. Bugün gazetelerde var. Bir vatandaş, kendi binasının tamamen camlı olan ön tarafına yazmış, Erdoğan’dan randevu istiyor. Niçin? Diyor ki, sorunu Erdoğan dışında kimse çözemez, bütün sorunlar için oraya gideceğim diyor. Vali yok, kaymakam yok, belediye başkanı yok, muhtar yok, vatandaş yok, nereye gidecek? Bakan yok, bakan yardımcıları yok, genel müdürler yok, bunların hiçbirisinin yetkisi yok. Yetki kimde? Bir kişide, oraya gidecek. O da Türkiye’nin önünü tıkıyor. Düşünün Türkiye’nin geldiği noktaya bakın, bir vatandaşın sorununu çözmek için adam en tepeye ulaşmak zorunda, yoksa sorun çözülmüyor. Türkiye’nin geldiği nokta bu.
Başka... Güç ve yetkiler tek merkezde toplanmaz çağdaş bir devlette. Ne olur? Yasama, yargı, yürütme olur. Kuruluşları olur, Merkez Bankası olur, BDDK olur, Sermaye Piyasası Kurulu olur, belediyeler olur, muhtarlıklar olur. Dolayısıyla bütün bunlar yetki dağılımı, güç ve yetkinin dengeli dağılımıdır. Kainatın bile bir dengesi vardır, uçan kuşun bile bir dengesi vardır tek kanatlı kuş uçmaz, mutlaka bir denge gerekiyor. Ama bugün Türkiye'de denge yok arkadaşlar, denge diye bir şey yok. Devlet yönetiminde açıklık ve şeffaflık gerekiyor. Bunların da hiçbirisi yok, hangi açıklık, hangi şeffaflık var devlet yönetiminde?  Sarayın maliyetini bilen var mı? Yok. Milletvekilleri biliyor mu? Hayır, yok. Kimse bilmiyor. Vatandaş... Onlar da bilmiyor. Kimin parasıyla yapıldı? Vatandaşın parasıyla yapıldı, ama kimse bilmiyor. Şehir hastanelerinin maliyeti, kaça yapılı? Kimse bilmiyor. Maliyeti nedir? Kimse bilmiyor.
Değerli arkadaşlarım, devlet vatandaşının can ve mal güvenliğini sağlamak zorundadır. Yani hukukun üstünlüğüne inanmak zorundadır. Hukukun üstünlüğünün gereğini yerine getirmek zorundadır. Aksi halde devlet dediğiniz kurum rol değiştirir. Eğer devlet vatandaşın can ve mal güvenliğini sağlayamıyorsa, organize suç kimliğine bürünmüş olur. Çünkü devlet baskıcı bir devlete dönüşür, egemenlerin iradesini topluma dayatır ve kabul ettirmeye çalışır. O zaman devlet hukuk devleti olmaktan çıkar, organize suç örgütü niteliğine kavuşmuş olur. Devleti yönetenler adaletle yönetmek zorundadırlar ve devleti yönetenler az ve öz konuşmak zorundadırlar ve devleti yönetenler başka kurumların işine müdahale etmemek zorundadırlar, yanlış olmadığı sürece.
UTANMASALAR PAPAZI DEVLET TÖRENİYLE GÖNDERECEKLER
Bunları şunun için anlattım. Bu papaz işi var ya, papaz işi için girdim bu konuya. Devletin nasıl yönetildiğine bakın, Türkiye’nin hangi hale sokulduğuna bir bakın. Papaz casus dediler, ajan dediler, terörist dediler, teröriste destek veriyor dediler. Neyle başladı bütün bunlar? Dua lakaplı bir gizli tanıkla. Gizli tanıdığın kodu Dua, gitmiş ihbar etmiş, aldılar içeriye.
Değerli arkadaşlarım, gizli tanık rezaleti yaşadık. Şimdi Brunson’un Türkiye cephesine bakıyoruz, ne oldu? 11 Ocak’ta şu açıklamayı yapıyor Erdoğan, Amerika FETÖ terör örgütü elebaşını vermediğini belirterek diyor ki, “sen bunu vermiyorsan, bu fakir bu göreve olduğu sürece o teröristi alamazsın”. Erdoğan istifa etti mi? Etmedi. Görevden ayrıldı mı? Ayrılmadı. Brunson nerede? Amerika’da. Ne yapıyor? Oval ofiste. Kim gönderdi? Erdoğan gönderdi. Peki, Erdoğan fakir mi? Uçan saray, yazlık saray, kışlık saray, efuliler, ejder meyvesi... Ne fakiri… “Bu fakir bu göreve kaldığı sürece sen bu teröristi alamazsın” diyor, terörist diyor teröristi alamazsın diyor. Değerli arkadaşlarım, geçiyorum 11 Ağustos’ta Rize’de konuşuyor. Trump’ın twitleri dolayısıyla ağrına gitmiş, “tehdit ediyor ya” diyor, “yarın saat 18.00’e kadar göndereceksiniz. Burası çatladı kapı ülkesi mi ya, burası Türkiye Türkiye, ne yapıyorsun ne yapıyorsun?” diye celalleniyor beyefendi. Ne oldu? Gönderdin. Nasıl bir Türkiye? Çatladı kapısı bir Türkiye mi oldu? Sayende oldu, sayende oldu bunlar! Polis Akademisinde konuşuyor, “Sizde de bir papaz var bizde de, ver papazı al papazı dedim, hemen karıştırma olayı diyorlar, yok öyle şey.” Ne oldu? Bizim papaz gitti gönderdiler, neyle? Özel uçakla gitti. Neredeyse utanmasalar devlet töreni yapacaklar, devlet töreniyle papazı gönderecekler. Hani sen terörist diyordun, hani ajan diyordun, hani casus diyorsun, hani vermem diyordun, ne oldu da verdin? Sen Türkiye Cumhuriyeti Devletinin onuruyla şerefiyle nasıl oynarsın? Yalnız orada şöyle bir cümle var. “Yargıda şeyini yapalım size verelim” diyor. Aynı gün aynı konuşmada, “Yargını şeyini yapalım size verelim” diyor. Yani ben millete üfürüyorum, sen buna bakma, idare et sen bunları, bu milleti gaza getiriyorum, vallahi papazı size vereceğim diyor ve yaptı zaten.
ÇAKMA KAHRAMANLARLA TÜRKİYE YÖNETİLEMEZ
Değerli arkadaşlarım, Amerikan cephesine bakalım, onlar ne yaptılar? 18 Temmuz 2018 Trump twit atıyor, “Türkiye’nin cezaevindeki saygın Pastör Andrew Brunson’ı tahliye etmemesi tam bir rezalet, çok uzun zamandır rehin tutuluyor”, rehin tutuluyor diyor, çok uzun zamandır rehin tutuluyor. Mike Pence konuşuyor, Trump adına konuşuyor, 26 Temmuz’da şöyle diyor, “Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türkiye Hükümeti size bir mesajım var. ABD Başkanı adına konuşuyorum, Pastör Andrew Brunson’u hemen serbest bırakın, yoksa sonuçlarına katlanmaya hazır olun” diyor, açıkça tehdit ediyor. Kimi tehdit ediyor? Mustafa Kemal’in Türkiye’sini tehdit ediyor. Kimsin sen? 1 Ağustos 2018, bu sefer Beyaz Saray Sözcüsü konuşuyor. “Pastör Brunson’un suçluluğuna dair herhangi bir delil görmedik ve biz onun Türk Hükümetinin adil olmayan alıkoymasının kurbanı olduğunu düşünüyoruz. Başkanın talimatıyla Hazine Bakanlığı Türkiye’nin İçişleri Bakanı ve Adalet Bakanı hakkında yaptırım kararı aldı” diye Türkiye’ye açıkça tavır koyuyor.
8 Ağustos, bundan hemen sonra. Hemen Erdoğan bir heyeti apar topar Amerika’ya gönderiyor. Aman gidin, aman gidin ne olursunuz. Hani sen aslandın, hani sen kaplandın, hani papazı vermeden papazı almayacaksın, ne oldu? Çakma kahramanlarla Türkiye yönetilemez. 17 Ağustos 2018, Trump söylüyor, “Kanımca Türkiye oldukça kötü hareket ediyor, henüz bu iş bitmedi. Onlar insanlarımızı alıkoyarken, biz oturup beklemeyeceğiz, neler olacağını göreceksiniz” diyor, yine tehdit ediyor.
Değerli arkadaşlarım, bütün bunların sonunda mahkeme hemen toplanıyor. Önce ev hapsi, arkadan mahkeme toplanıyor, gizli tanıklar ifadelerinden vazgeçiyorlar. Birisi diyor ki, “hâkim beni yanlış anladı, mahkeme beni yanlış anladı”. Peki, bu gizli tanıklara ne yapıldı? Hiçbir şey yapılmadı. Niye yakalanmadı, niye yargıyı aldatmaktan ötürü hapse atılmadı, niye tutuklanmadı? Şunun için, gizli tanığı bulanlar hâkime de söylüyorlardı, bunlar şu ifadeyi verecekler, sen bunun gereğini yap diye. En büyük zararı kim gördü? Adalet gördü. En büyük zararı adalet gördü.
Ve Brunson’un serbest bırakılacağını biz önce Amerikalılardan duyduk. Önce gazeteleri yazdı, sonra 12 Ekim’de Mike Pence bir twit attı, “Pastör Andrew Brunson’un evine geliyor. Başkan Trump’un güçlü liderliği ve milyonlarca Amerikalının kararlı duaları sayesinde bu masum inançlı adam yakında evine dönmüş olacak” ve ertesi gün bırakılıyor ve evine gidiyor. Bu kimin ayıbı? Ve Türkiye’nin onuruyla, Türkiye’nin gururuyla, Türkiye’nin haysiyetiyle nasıl bunlar oynuyorlar, Türkiye’yi bu hale nasıl getiriyorlar?
Şimdi ben Sayın Bahçeli’ye çok açık ve net bir çağrıda bulunuyorum. Türkiye’nin onuruyla haysiyetiyle oynayan ve Türkiye’yi uluslararası arenada zor duruma sokan hâlâ bu hükümete ve saraya destek vermeyi sürdürecek misin?
TÜKÜRÜĞÜNÜ YALATMA POLİTİKASI
Türkiye’yi tehdit ettiler, tehdide boyun eğdiler. Oraya heyetler gönderdiler. Eğer bir iktidar başka bir ülkeye boyun eğiyorsa, o iktidar Türkiye Cumhuriyeti Devletinin iktidarı değil, Amerikan Hükümetinin iktidarıdır. Bunun adına şu söyleniyor: “Tükürüğünü yalatma politikası” deniyor buna dış politikada, tükürüğünü yalatma politikası. Bunu yaptılar. Onların hiçbirisinin ağrına gitmiyor, benim ağrıma gidiyor. Onlar tükürdüklerini yalıyorlar, ama bu benim ağrıma gidiyor. Çünkü ben ülkemi seviyorum, insanımı seviyorum. Ülkemin onuru, bayrağımın onuru her şeyin üstündedir, canımın da üstünde. Bizim altı okumuzdan birisinin milliyetçilik olmasının gerekçesi de budur, kimseye boyun eğmeyin, kimseye!
NE MÜZAKERESİ YAPTINIZ
Özel uçakla gitti beyefendi. Oval ofiste karşılandı, Başkanı takdis etti ve Trump açıklama yapıyor. “Uzun ve yorucu bir müzakere süreci geçirdik. Bu ülkede fidye ödemiyoruz, artık en azından. Fidye ödemeyeceğiz, aksi takdirde büyük sorunlarla karşılaşacaksınız, kötü şeyler olacak” diyor.
Şimdi Erdoğan’a 81 milyon vatandaşım adına açık ve net soruyorum, ne müzakeresi yaptınız? Ya Trump doğruyu söylüyor sen yalan söylüyorsun, ya sen doğruyu söylüyorsun Trump yalan söylüyor. Ama ben şunu gördüm, Trump’ın dediğinin hepsi çıktı, senin söylediklerinin hiçbirisi olmadı. Neyin müzakeresini yaptın? Fidye... Sen fidye istedin mi? Adam sana fidyeyi vermedi, vermem dedi, bu ülke fidye vermez diyor Amerika için, bu ülke fidye vermez diyor, ben güçlüyüm vermem diyor. Sen gittin koskoca Türkiye Cumhuriyetinin iradesini Trump’a teslim ettin. Senin yatacak yerin yoktur, bu milletin yakasından düşmek zorundasın.
SARAYIN ADLİYESİ
Efendim neymiş? Adalet tecelli etmiş de, biz mahkeme kararına karışmadık da, adalet bizde bağımsız da... Geçiniz onları, Trump kime teşekkür ediyor? Erdoğan’a teşekkür ediyor. Niçin? Erdoğan serbest bıraktı, ne mahkemesi! Trump kanacak adam mı? Kime teşekkür ediyor? Mahkemeye değil, Erdoğan’a teşekkür ediyor, sen diyor serbest bıraktın diyor ona. Üstelik bunu defalarca söylüyor, bizimki de her seferinde ayıp olmasın diye, efendim bizde yargı bağımsız yargı karar verdi filan, fazla bir şey söyleme gibilerden oturuyor twit atıyor. Ülkeye en büyük kötülüğü mahkemeler yapmıştır, bu mahkemeler yapmıştır. Sarayın adliyesi bu mahkemenin adli düzeninin dibine dinamit koymuştur. Sarayın adliyesi... Bunlar eğer gerçekten de hâkim olsalardı, Brunson’un içeride kalmasının gerekçesini yaratan gizli tanıkların tamamını tutuklarlardı, tamamının isimlerini açıklarlardı. Rezalete ortak oldular ve bugün adliyenin yargının hiçbir itibarı yoktur. Bunu ben söylemiyorum, Yargıtay Başkanı söylüyor. Yargıtay Başkanı 2016’da yapılan bir toplantıda şöyle söylüyor: “Şunu ad ifade etmek istiyorum. Geçmişte yargıya güven yüzde 70 idi, şimdi yüzde 30’lara düştü.” Yüzde 30 yine çok ciddi bir rakam, hangi yargıya güveneceksin, hangisine güveneceksin?
Daha geçen gün bir mahkemede yine benim bir davam görüşülüyor, tazminat davası. Süper hızla hâkimi değiştirdiler. Hâkim avukatımı bile dinlemiyor, tutanak tutuyor, hata yaptığını anlıyor. “Kızım o tutanaklarda kullandığım ifadeleri sil, yeniden yazacağız” diyor. Hâkime bakın, hâkime bakın! Bütün bunların hepsini kamuoyuyla paylaşacağız.
Değerli arkadaşlarım, papaz ceza aldı yurtdışına uçtu özel uçakla, ama kanun hükmünde kararnameyle görevine son verilen daha yüzlerce bilim insanı yurtdışına çıkamıyor, aile boyu çıkamıyor. Hangi adalet?
Harp Okulu öğrencilerinin velileri burada, ne günahı var bu öğrencilerin? Efendim darbe yapacaklarmış. Öğrenci darbe mi yapar? Yakalayacaksan komutanını yakala, tutuklayacaksan komutanını tutukla, öğrencinin ne günahı var? Öğrenci asker, talimata uyar, uymak zorunda zaten. Ama sen alıyorsun Hava Harp Okulu öğrencilerini ömür boyu hapis cezasıyla cezalandırıyorsun. Bu mu dur adalet? Bu adalet değildir ve mutlaka adalet tecelli edecektir, mutlaka. O öğrencilerin tamamı çıkacaktır, alınlarının akıyla çıkacaklardır o öğrenciler.
ENFLASYONLA MÜCADELE VE FİYAT İSTİKRARI MERKEZ BANKASININ KONUSUDUR
Efendim enflasyonla mücadele, ekonomiye gelelim biraz da, enflasyonla mücadele programı açıklandı. Efendim diyor ki, “Eylül ayı enflasyon rakamları uzmanları da şaşırtacak bir oranda piyasa beklentilerinin de üzerinde gerçekleşti”. Kim söylüyor? Albayrak. Fazla oldu diyor. Ne yaptılar ilk iş? Enflasyonla mücadele konusunda önce bu rakamları açıklayan bürokratı görevden aldılar, yerine başka bir bürokratı koydular. Arkasından açıklama yaptılar, “önümüzdeki ay enflasyon rakamları düşecek” diye. Bunlara inanır mısınız, bunlara güvenir misiniz? Efendim diyor ki, “girdi maliyetlerini düşüreceğiz.” Doğalgaz fiyatları indi mi, petrol fiyatları indi mi, elektrik fiyatları indi mi, ilaç gübre fiyatları indi mi? Yok, neyi açıklayacaksın? Ben size söyleyeyim, kesin pinpon topunda yüzde 50 indirim yapmışlardır. Çünkü herkes pinpon topu alıyor, her sabah gidiyoruz onu alıyoruz zaten. İndirim... Ne indirimi, hangi indirimi yaptın sen kardeşim? Bazı indirimleri de efendim yılbaşına kadar yapacağız, yılbaşından sonra Allah kerim, ne yapacağını onlar da bilmiyorlar.
Ben size devleti anlatırken az önce, devlette bir görev dağılımının olduğunu, görev bölümünün olduğunu ve her kurumun kendi görevinin olduğunu ve görevlerin de bir yasayla tanımlandığını söylemiştim. Enflasyonla mücadele, fiyat istikrarı konusu Merkez Bankasının konusudur. Bakın geçmiş dönemlere, fiyat istikrarı enflasyonla mücadeleyle ilgili bütün raporlar Merkez Bankasının internet sitesinde görürsünüz. Şimdi kim açıklıyor? Merkez Bankası değil, kim? Bakan açıklıyor. Hani Merkez Bankası bağımsızdı, hani Merkez Bankasına kimse müdahale etmiyordu? Kanunu okuyorum, Merkez Bankasının Kanunu, madde 4 “Temel Görev ve Yetkiler” diyor. “Bankanın temel amacı fiyat istikrarını sağlamaktır. Banka fiyat istikrarını sağlamak için uygulayacağı para politikasını ve kullanacağı para politikası araçlarını doğrudan kendisi belirler” diyor. Kim belirliyor? Siyasi otorite. Berat Albayrak belirliyor. Bu Merkez Bankasına güven olur mu? Olmaz. Amerika’ya bakın, Merkez Bankası Başkanı oturur açıklamalar yapar ve bütün dünya bakar ona nasıl açıklama yapacak diye. Bizde Merkez Bankası Başkanı açıklama yapamaz, çünkü siyasi otorite izin vermez ona.
KORKUNUN EGEMEN OLDUĞU BİR YERDE DEMOKRASİ OLMAZ
Buna benzer daha pek çok konu var. Enflasyonla topyekûn mücadele denildi, biraz komik bir şey olacak, ama anlatayım, onu da anlatayım. Normalde bu tür uygulamalar yapılırken önce Bakanın veya Merkez Bankasının veya ilgili yetkilinin yaptığı açıklamalar dinlenir ve o açıklamalardan sonra da görüş beyan edilir. Doğrusu odur, çünkü bir dinleyelim önce, bakalım ne diyor. MÜSİAD Başkanı, daha enflasyonla topyekûn mücadele programı açıklanmadan MÜSİAD Başkanı açıklama yapıyor: “MÜSİAD olarak Hazine ve Maliye Bakanlığının açıklayacağı enflasyonla mücadele programını sonuna kadar destekleyeceğimizi ifade ediyoruz”. Neyi, neyi destekliyorsun? Belli değil daha, belli değil! Yani gerçekten de bunlar eğer işadamıysa, bunlar bir şekliyle köşeyi dönmüşler, bir şekliyle krizi avantaja çevirmişler. Aynı şekilde İstanbul Ticaret Odası Başkanı da “Yeni ekonomi programının tamamlayıcı unsuru olarak hazırlanan enflasyonla topyekûn mücadele programını memnuniyetle karşılıyoruz.” Önce bir dinle bakalım, ne söyleyecek bu adam. Daha hiç dinlemeden görüş beyan ediyorlar. Neden? Korkudan, ya başımıza bir bela gelirse! Korkunun egemen olduğu bir yerde demokrasi olmaz değerli arkadaşlar. Asıl enflasyonu, asıl sıkıntıyı vatandaş çekiyor.
SARAY VE SARAYIN BESLEMELERİ SIKINTI ÇEKMİYOR
Bakın, vatandaşın en çok tükettiği ürünleri aldım; geçen yılın Eylül ayı, bu yılın Eylül ayı. Kuru soğan 1 lira 30 kuruş, 2 lira 20 kuruşa çıkmış, artış yüzde 70. Patateste artış yüzde 61, salçada artış yüzde 70, yumurtada artış yüzde 54, domateste artış yüzde 109. Bunlar en çok tüketilen malzemeler. Peki, emeklinin aylığı arttı mı, işçinin aylığı arttı mı, asgari ücretlinin aylığı arttı mı, memurun aylığı arttı mı? Hiçbirisinin artmadı. Sanayici zam yapar, ithalatçı zam yapar, esnaf aldığı ürünün üzerine makul kârını koyar o da zammı yapar, kendi maaşına zam yapma hakkı olmayan vatandaş bütün bu zamların yükünü çeker ve dolayısıyla krizin faturası saraya değil krizin faturası doğrudan doğruya halka çıkmış olur değerli arkadaşlar.
Krizden kimler etkilenmez? Öyle ya, ne enflasyondan, ne krizden, ne parasızlıktan, ne de enflasyondan etkilenmeyen iki kesim var. Saray ve sarayın beslemeleri! Saray belli, her şeyi var zaten, bütçesi bile sürekli artıyor. Bir önceki yıla göre üç kat arttı bütçesi. Yazlık sarayı var, kışlık sarayı var, uçan sarayı var, yiyeceği var, içeceği var, ne isterse her şeyi var ve hiçbir şeye para ödemiyor, burada kriz yok. Beslenenler var, onlar da dolarla ihale alıyorlar, dolarla garanti alıyorlar. Şehir hastanelerinin sahipleri var, onlara da hasta garantisi verilmiş durumda, dolarla hizmet alanlar var. Bütün bunlarda hiçbir sıkıntıyı çekmiyorlar, sıkıntıyı çeken garibanlar.
SARAYDAN BAKIYOR
Ve işsizlik en büyük sorun. 7 milyona yaklaşıyor işsiz sayısı. 2 milyona yakın üniversite mezunu var işsiz. İşsizlik bütün kötülüklerin anasıdır, işsiz insan canlı bomba gibidir. Nasıl geçinecek, hayatını nasıl disipline edecek, gelece nasıl umutla bakacak? Sarayda oturanların keyfi yerinde, üniversiteyi bitirmiş gencecik kızımız evladımız oğlumuz işsiz. Bunun hesabının sorulması lazım değerli arkadaşlarım.
Efendim diyor ki, “asgari ücretin altında çok az aylık alanlar var, emekli aylığı alanlar var.” Bugün söylemiş Sayın Erdoğan. Asgari ücretin altında aylık emekli aylığı alanlar milyonlarca kişi arkadaşlar. Bir örnek vereceğim size, çok basit bir örnek. 2008’den önce asgari ücret üzerinden prim ödeyip emeklilik hakkını kazanan birisi 2 bin 32 lira 99 kuruş emekli aylığı alıyordu, 2 bin 32 lira 99 kuruş emekli aylığı. Bugün aynı şartlarda birisi gidip “ben emekli olmak istiyorum” dediği zaman, eline geçen emekli aylığı 801 lira 55 kuruş. 2 bin 32 lira 99 kuruş, 801 lira 55 kuruş. Ben diyorum ya bunların yatacak yeri yok. İşçiye ne verdiklerini bile bilmiyorlar. Çünkü saraydan bakıyor, sarayda asgari ücrette çalışan yok, herkesin keyfi yerinde.
TÜRKİYE, 3. DÜNYA ÜLKELERİNİN BİLE OPERASYON YAPTIĞI BİR ÜLKE HALİNE DÖNDÜ
Değerli arkadaşlarım, Türkiye bir başka sorunla karşı karşıya. Türkiye öyle bir hale geldi ki, üçüncü dünya ülkelerinin bile operasyon yaptığı bir ülke haline döndü. Bir gazeteci, Suudi kökenli bir gazeteci Suudi Arabistan Konsolosluğunda –öyle anlaşılıyor, artık kesinleşti- öldürüldü. Şimdi telefonla konuşuyorlar, Trump’la konuşamıyor, ama Suudi Kralıyla konuşacak tabii. Ne konuşacaksın, ne söyleyeceksin? Niye gereğini yapmıyorsun? Bir gazeteci senin ülkende nasıl öldürülür, bunun hakkına niye sahip çıkmıyorsun? Onun can ve mal güvenliği de sana bağlı değil mi? Türkiye Cumhuriyeti Devleti bundan sorumlu değil mi? Öldürüldü, nereye gömüldüğü de belli değil. Görüntüler var deniyor, ses kayıtları var deniyor, ama ortada bir şey yok. Bunları nereden öğreniyoruz? Hep batıdan öğreniyoruz. Batı nereden öğreniyor? Türkiye’den öğreniyor, ama Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bilmesi yasak.
KENAN EVREN DE AYNISINI YAPTI, O DA BİR DİKTATÖRDÜ
Son bir konu, Atatürk’ün vasiyeti... Vasiyet herkesin yapabileceği, mal varlığı varsa yapabileceği ve hukuk güvencesi altında olan bir iradedir. Mustafa Kemal Atatürk de ölmeden önce kendi el yazısıyla vasiyetini yazıyor. Vasiyet zaten geçerli, herhangi bir sorun yok. İş Bankasındaki hisseler, Atatürk’e ait hisseler... Bize ait değil, biz temsil ediyoruz sadece. “Hazineye alacağım” diyor. Ortada bir tane Türkiye’nin en büyük özel bankası bakın, Türkiye’nin en büyük özel bankası, dünyada saygınlığı olan bir banka. Şimdi o bankaya el koyacağım diyor. Kenan Evren de aynısını yaptı, o da bir diktatördü, sen de aynısını yapıyorsun, sen de bir diktatörsün, ne farkınız var? Şimdi diyorlar ki, efendim yurtdışından gelsin yabancılar. Niye gelecek? Bankaya el koyuyorlar. Ben geldiğim zaman yine aynı şekilde el koyacaklar diyecekler. Ayrıca bütün bankaları, kamu bankalarını perişan ettiniz siz, içini boşalttınız. Sonra kalktınız işsizlik fonundan parayı aktardınız o bankalara, bankaları kurtarmaya çalıştınız. Şimdi İş Bankasında para var, dünya kadar ortakları var, büyük şirketler var, hepsi son derece saygın. Bankayı nasıl ele geçiririz, bankayı nasıl hortumlarız? Bunun hesabını yapıyorlar.
Her mücadeleyi yapacağız hukuk zemininde, her mücadeleyi yapacağız. Türkiye sahipsiz bir devlet değildir. Baskı, şiddet bizi yıldıramaz. Mahkemeleri aracılığıyla her türlü numarayı çekiyorlar, Bunların hiçbirisi bizi ırgalamaz, bunların hepsi vız gelir tırıs gider. Biz inandığımız yolda korkmadan çekinmeden yüreklice yürürüz, bizim görevimiz budur. Çünkü biz Halk Partiliyiz, halkın partisiyiz, sarayın partisi değil! Birilerinin önünde diz çökenler değiliz biz. Biz Türkiye’nin çıkarlarını her yerde, her ortamda sonuna kadar savunan bir partiyiz. Biz birilerinin yaptığı gibi, sözde milliyetçi değiliz, biz gerçekten de özde ve Türkiye’nin çıkarlarını savunan milliyetçi bir partiyiz, devrimci bir partiyiz, halkçı bir partiyiz biz. Herkesin bunu bilmesini isterim.
Teşekkür ederim.