14.06.2022
14.06.2022
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
Değerli arkadaşlarım, bizleri televizyonları başında izleyen, radyolarında dinleyen, sosyal medya hesaplarında dinleyen bütün yurttaşlarıma, bütün arkadaşlarıma, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu’ndan sevgilerimizi, saygılarımızı ve muhabbetlerimizi gönderiyoruz. Herkese gönderiyoruz, güzel bir Türkiye için gönderiyoruz.
Evet, bir Adalet Yürüyüşü yaptık. Adaletsizliğe artık tahammül edemiyoruz. Tüyü bitmemiş yetimin hakkını savunmamız gerekiyor. Hiçbir suçu, günahı olmadığı halde hapishanelerde çürütülen insanların hakkını savunmamız gerekiyor. Geçinemediği için, evladına bir şeyler alamadığı için intihar eden babaların, annelerin hakkını, hukukunu savunmak için bir şeyler yapmak lazım. Adalet Yürüyüşü, bizim tarihimizde değil, dünya siyaset tarihinde önemli bir değer, önemli bir yürüyüş. Bunu anlatırken duygulanırım.
Teşekkür ederim. Bu konuya aslında hiç girmek istemedim ama açılış böyle olduğu için girmek zorunda kaldım. Bu ülkenin adaletsizliğe tahammülü yok artık. Ya insanların düşünceleri farklı olabilir, insanların inançları farklı olabilir, insanların kimlikleri farklı olabilir... Ya arkadaş ne istiyorsunuz ya? Ne istiyorsunuz ya? Saraylarınızda oturuyorsunuz, keyfiniz yerinde; bir eliniz balda, bir eliniz yağda. Ne yapıyorsunuz siz, Allah aşkına bu ülkede ne yapıyorsunuz siz? Ya hakkı savunmak bile suç olmaya başladı, vatandaşın hakkını, hukukunu savunmak suç olmaya başladı, üreten çiftçinin alın terini, iş bekleyen üniversite mezununun hakkını, hukukunu savunmak suç olmaya başladı. Babaları hapiste, anneleri hapiste; ya o çocukların hakkını savunmak suç olmaya başladı. İki evladını ve eşini birileri öldürüyor; Şenyaşar ailesinin, o annenin hakkını hukukunu savunmak suç olmaya başladı. Böyle bir Türkiye'ye biz layık mıyız Allah aşkına ya? Böyle bir Türkiye'yi mi özlüyoruz biz? Rahat yaşamak istiyoruz, huzur içinde yaşamak istiyoruz, herkesin karnı doysun istiyoruz, memlekete adalet olsun istiyoruz. Ne diyor İranlı bilgin? "Dünyanın bütün nehirleri, adalete susamış bir insanın susuzluğunu gidermeye yetmez." Ya Allah aşkına, başka ne söyleyelim size? Ne söyleyelim size Allah aşkına?
O yürüyüş bir başlangıçtı; Adalet Yürüyüşü bitmiş değil, sürdürüyoruz onu. Hakkımızı ala ala ve milletin desteğini ala ala biz o yürüyüşümüzü sürdürüyoruz ve sürdürmeye de devam edeceğiz. O yürüyüş bizi, 6 lideri bir arada buluşturdu. O yürüyüş… Bu işin felsefesinde o var zaten. Hepimiz demokrasiyi, hukuku, adaleti istiyoruz; hakkı istiyoruz ve o yürüyüş sonucunda büyük kentlerin şu anda Türkiye'nin nüfusunun yüzde 54'ü CHP'li belediyeler tarafından yönetiliyor. Diğer partileri de kattığımız zaman yüzde 55-60'ları buluyor. Bu yürüyüş bitmiş değil. En son kişi adaletsizlikten şikayet edinceye kadar ya da etmeyinceye kadar bu yürüyüşümüz devam edecek. Yürüyüşü sağlamak, hayata geçirmek zorundayız, bu bizim görevimiz zaten. Bunu yapmıyorsak, siyasetten ne bekliyoruz Allah aşkına? Siyasetin anlamını ne? Çiftçi ekecek zarar edecek, sanayici önünü göremeyecek, üniversiteden mezun olan "ne oldu, nerede iş bulacağım?" diye soracak. Bütün bunların, bu adaletsizliklerin önüne geçmemiz lazım. Adaletsizlikler o kadar büyük boyutlara ulaştı ki, günlük sıradan sorunlarımızı bile görmez noktaya geldik. Burayı da aşmak zorundayız.
Bakın Pençe Operasyonu'ndan şehitlerimiz geliyor. Acılarını bile doğru dürüst yaşayamıyoruz. Bölücü örgüte karşı mücadele eden kahraman ordumuz, kahraman güvenlik güçlerimiz hayatlarını veriyorlar; bu ülkenin bağımsızlığı için, bu ülkede biz evimizde rahat akşam uyuyalım diye, terör olmasın bu topraklarda diye. Bütün bunları düşünerek, bütün vatandaşlarıma seslenmek isterim:
Ben, size “bize katılın” derken, iki kelime yan yana “bize katılın” derken, bu iki kelimenin sıradan bir kelime olmadığını, bu davetin de sıradan bir davet olmadığını bilmenizi isterim. “Bize katılın” derken, adalet istiyorsanız bize katılın. Bu topraklarda hiçbir çocuk yatağa aç girmesin diyorsanız bize katılın. Beraber yaşayalım, huzuru içinde yaşayalım diyorsanız bize katılın. Her evde tencere kaynasın, her evde huzur olsun, bereket olsun diyorsanız bize katılın. Çiftçi ektiği ürünün karşılığını, alın terinin karşılığını alsın diyorsanız bize katılın. Biri saraylarda yaşarken, biri yatacak yer bulamadığı için terminallerde, otobüs terminallerinde yatıyorsa, bu haksızlığa dur dememiz gerekiyor. “Galiba bir şeylerin değişmesi lazım” demek gerekiyorsa, bize katılın.
Biz bunu istiyoruz... Temiz siyaset… Temiz siyaset istiyorsanız bize katılın. Yeni doğan çocuk vergi verir, yeni doğan çocuk vergi verir, altına bez alırsınız. Bu vergilerin nerelere harcandığını öğrenmek istiyorsanız, yani "bu ülkede benim ödediğim vergiyi bu siyaset nereye harcıyor?" diye merak ediyorsanız bize katılın. Temiz siyaset istiyoruz, ahlaklı siyaseti istiyoruz. Elin oğlu yapıyor, biz niye yapmayalım? Siyasetin, parlamentonun kirlilikten arınmasını istiyorsanız, bize katılın diyoruz. Boşuna demiyoruz bize katılın. Düşünün lütfen, elinizi vicdanınıza koyun ve düşünün. Geçmişte A partisi, B partisi diyebilirsiniz ama bugün farklı bir noktadayız. Olay bir parti olayı olmayı çoktan aştı. Olay, artık bir Türkiye olayıdır, Türkiye'nin geleceğidir, evlatlarımızın geleceğidir artık. Böyle düşünmemiz lazım.
Hakkını arayan; emekliye vereceksin, memura vereceksin, işçiye vereceksin, dul ve yetime vereceksin. Enflasyon var. Enflasyon oranında bari arttır ki, adamın hakkı, yani insanların hakkı yenmesin. Türkiye İstatistik Kurumu'na talimat veriyorsun, "enflasyonu düşük göster" diye. Milyonlarca işçi, memur, emekli, dul ve yetim düşük aylık alacak. Bu mudur adalet? Bunun için gidiyorlar TÜİK'in önüne, her türlü baskı, her türlü şiddet... Ya olur mu arkadaşlar? Ya hakkı savunmak, adaleti savunmak ne zamandan beri suç olmaya başladı? İnsanlar gidiyorlar, bir devlet kurumunun önüne gidiyorlar, "rakamları doğru yayınla" diyorlar, "yanlış yayınlıyorsun" diyorlar, "talimatta olmaz bu iş" diyorlar. Birilerinin hakkını yiyorsunuz, o birileri dediğimiz milyonlar aslında. Dul ve yetime zaten ne veriyorsun ya? 100 lira, 150 lira veriyorsun ayda ya... Ona bile göz dikiyorsun... Emekliye ne veriyorsun zaten? Ona bile göze dikiyorsun... İşçiye ne veriyorsun, memura ne veriyorsun zaten? Ona bile göz dikiyorsun, "enflasyonla biraz daha ezilsin" diyorsun.
Bir taraftan bu olurken, öbür taraftan çetelere Avrupa'daki, Amerika'daki enflasyon farkını da ödüyorsunuz. Ya insaf, ya insaf, ya insaf! Bu mudur adalet? Allah aşkına ya, bu mudur adalet? Bu haksızlık, yeter artık diyorsanız bize katılın, beraber olalım. Nehirler... Bakın küçük dereler, nehirleri oluşturur ve nehirler okyanuslara akar. Biz artık okyanusu akmak zorundayız adaleti sağlamak için; bunu sağlamak, bunu gerçekleştirmek zorundayız.
Düşünce özgürlüğü... Gazetecilerden ne istiyorsunuz arkadaşlar? Bir siyasetçinin vazgeçmeyeceği tek bir şey varsa, o da medyanın özgürlüğüdür. Hakkari'deki olayı önce medya duyar, siyasetçiden önce. Bir yerde haksızlık varsa önce medya söyler, dillendirir, yazar. Ya sen de bakarsın yönetici olarak, "burada bir haksızlık var, derhal telafi edelim" dersin. Valiye, kaymakama, emniyet müdürüne, defterdara; neyse bürokratik kadroyu harekete geçirsin haksızlık önlensin diye. 20'ye yakın gazeteci alıyorsun Diyarbakır'da, topluyorsun, atıyorsun içeriye. Hâlâ içerideler, niye içerideler, hangi gerekçeyle içerdeler?
Yine aynı şekilde Evrensel Gazetesi'ne 1000 gündür tam bin gündür ilan verilmiyor Basın İlan Kurumu. Niye vermiyorsun kardeşim? Basın İlan Kurumu'nu, “Basın infaz Kurumu”na döndürdüler. Niye vermiyorsun kardeşim, niye vermiyorsun? Saraydakiler rahatsız diye mi vermiyorsun? Yeni Asya Gazetesi, 864 gündür ilan verilmiyor. Niye verilmiyor kardeşim, niye verilmiyor? Niye cezalandırıyorsun? Hangi gerekçeyle cezalandırıyorsun?
Değerli arkadaşlarım; derdimiz çok ama çözülemeyecek derdimiz yok. Bunun için birlik olmamız lazım, bunun için beraber olmamız lazım, bunun için ortak hareket etmemiz lazım. Bunun için ülkemize, bayrağımıza, vatanımıza hizmet etmek için birlikte olmamız lazım, beraber mücadele etmemiz lazım. Demokratik yollarla olması lazım bu mücadelenin. Sandığa gittiğimiz zaman, ona göre oyumuzu kullanmalıyız; evlatlarımızı düşünmeliyiz, ülkemizi düşünmeliyiz, bayrağımızı düşünmeliyiz, vatanımızı düşünmeliyiz.
Hepimiz otobüslerle seyahat ettik. Otobüs seyahatlerinin kendine göre özel bir atmosferi vardır. Otobüse binen insanlar selamlaşırlar. Yanınızda hiç tanımadığınız bir insan oturur, onunla uzun uzun sohbet edersiniz. Belli bir yerde mola verir, inersiniz hep beraber, bir şeyler içersiniz. Sonra tekrar otobüsünüze binersiniz. Şoför güler yüzüdür, muavin güler yüzlüdür. Herkes mutludur aslında, herkes bir yerlere ulaşmak istiyordur. Ya bu mutluluğu bitirdiler, bu mutluluğu bitirdiler... Zam üstüne zam. Allah aşkına ne yapacak bu otobüs şoförleri. Ne yapacak bu insanlar? Şoförü memnun değil, yolcusu hiç memnun değil. Her şey çok pahalı, yedek parça almış başını gidiyor. Şoför, yani otobüsün sahibi bir süre sonra otobüsünü yenilemek isteyecektir, daha güzel bir otobüs olsun, müşteriler daha memnun olsunlar diye. 6 milyon liraya ulaştı ya bir otobüsün fiyatı, 6 milyon liraya... Nasıl yenilecek bu insanlar? Ve biz bütün bu gerçekleri bilerek hareket etmek zorundayız.
Değerli arkadaşlarım; aradım, firmaları aradım, Türkiye Otobüsçüler Federasyonu'nu da aradım, diğer bazı kuruluşları da aradım. 9 ayda mazotun fiyatı 7 liradan, 28 liraya çıkmış. Dile kolay ya... Üniversitede okuyan bir öğrenci; önümüzde Kurban Bayramı var, nasıl gidecek eve bu çocuk? Bakın, şu rakama bakın Allah aşkına. İstanbul otogarında geçen yıllarda günde 2500 otobüs sefere çıkıyor. Bu gün sefere çıkan otobüs sayısı 1200'e yakın, ancak 1200. Gidemiyor... Yolcu yok, binemiyor kimse, pahalı çünkü. Ne olacak peki bunların hali? Tek şeyi var; otobüsü var, muavini var, şoförleri var, hizmet ediyor, gelir elde edecek, ailesini geçindirecek. Bu hale kim düşürdü? Memleketi bu hale kim düşürdü? Zorluyorlar bir de "illa gideceksin Yavuz Sultan Selim Köprüsü'nden." Bakın tam gidiş geliş 140 kilometre fazla yol yaptırıyorlar, 2 saat, 140 kilometre... Boşuna harcanan akaryakıta mı üzülürsün? Niçin? Oradan geçsin de 5'li çeteye biraz para ödesin, dolar bazında para ödesin diye. Buna vicdan evet der mi, ahlak buna evet der mi ya? Otobüs şoförünü sırtından getireceksin, 5'i çeteyi nasıl zengin ederim diye uğraşacaksın ve buna da kimse ses çıkarmayacak bizim dışımızda. Bir sesimizi çıkarıyoruz.
Nefes alamıyoruz diyorlar. Nefes alamıyoruz... Evet, nefes alamıyorlar. Akaryakıttan alınan vergi de son 7 ayda, tam 6 kat arttı. Her benzin istasyonu bir vergi dairesi aslında. Aslında vergi dairelerini kapatsalar, aynı parayı alacaklar; hiç fark etmiyor, aynı parayı alacaklar. Her benzin istasyonu, bir vergi dairesi. Oradan kim mazotu, akaryakıtı alıyorsa dünyanın vergisini ödüyor. Memleket bu hale geldi değerli arkadaşlarım.
Değerli arkadaşlar; Aksoy Araştırma, şu soruyu soruyor vatandaşlara: "Türkiye Cumhuriyeti'nin cumhurbaşkanı siz olsanız, öncelikli olarak hangi alana yatırım yapardınız?” diye bir soru soruyor. Yanıtların yüzde 2.7'si “turizm sektörüne yapardım” diyor, yüzde 3.2'si “inşaata yapardım” diyor, yüzde 20.6'sı “sanayiye yatırım yapardım” diyor, yüzde 73.5'u “tarıma yatırım yapardım” diyor.
Ak Parti seçmeninde bu oran yüzde 65.7, MHP seçmeninde yüzde 77.5. Bu ne demektir? “Açlığı hissediyorum. Ben açlığı görüyorum. Alım gücüm düştü. Mutfakta yangın var. Bu alana yatırım yapılsın ki, milletin karnı doysun.” Farkındalar mı bunun? Ya adalet diyoruz değil mi? Allah aşkına ya nasıl bir anlayıştır, anlamakta zorluk çekiyorum. Türkiye'de ekilemeyen binlerce dönüm alan var; Sudan'da yer kiralıyorlar, “Sudan'da ekeceğiz” diye. Nijer'de kiralamaya başladılar, “ekeceğiz” diye. Sonradan kalkmış, “Venezuela'ya gideceğiz” diye. Venezuela'ya gidişleri başka bir nedenledir. Onu baronlar daha iyi bilir, oralarda ne olduğunu daha iyi bilir.
Çiftçi kardeşlerime sözüm var. Havza bazlı planlama yapacağız. Her çiftçi neyi ektiğini bilecek, neyi üreteceğini bilecek, en az kaça satacağını bilecek. Zarar? Hiçbir çiftçi zarar etmeyecek. Her çiftçinin alın teri teslim edilecek. Taban fiyatın altına düştüğü andan itibaren, onu devlet satın alacak, sosyal devlet satın alacak. Dolayısıyla çiftçinin zarar etmeyeceği bir modeli inşa edeceğiz. Hiçbir çiftçinin traktörü, hayvanı asla haciz edilmeyecek. Üretim aracı haciz edilir mi ya? Allah aşkına haczedilir mi ya üretim aracı? Bu adam tarlayı nasıl sürecek? Daha buna benzer sözümüz var, bunları uzun uzun yeri geldiğinde anlatacağım. Her köyde mutlaka hayvancılık varsa bir veteriner, tarlada çalışılıyorsa mutlaka bir ziraat mühendisi veya ziraat teknisyeni olacak. (Alkışlar)
Toprak analizleri yapılacak. Çiftçinin hangi ürünü ektiği zaman kâr elde edeceği belirlenecek. Bütün bunların hepsi yapılacak. Başlangıçta elektrik ücretleri, ürünü elde edip sattıktan sonra ödenecek. Elektrik borcuna asla faiz uygulanmayacak. İnşallah iktidar olduğumuzda göreceksiniz, güneşten enerji üreteceğiz, bütün çiftçilerimize aşama aşama elektriği ücretsiz vereceğiz. Aynı zamanda çiftçi elektrikten gelir elde edecek, ayrıca gelir elde edecek.
Tarım Kanunu'nun 21'inci maddesinde öngörülen yüzde 1'i kesinlikle vereceğiz çiftçiye, hakkını vereceğiz. Adalet diyoruz değil mi? Bugüne kadar kanun uygulanmadığı için, çiftçiye milli gelirin yüzde 1'i verilmediği için çiftçi bu saray hükümetinden 273 milyar lira alacaklıdır. Verilmesi gereken, kanuna göre verilmesi gereken para dahi verilmedi. Ama çiftçi kardeşim şunu bilsin: Benim sözüm senettir; mutlaka gereğini yapıp bedelini ödeyeceğim, hakkını teslim edeceğim.
Değerli arkadaşlarım; "aç açıkta yok" diyor Erdoğan, "kimse aç ve açıkta değil" diyor. "Enflasyon sorunu yok, pahalılık var" diyor. Ya Allah aşkına şaşırmış, bilmiyor ne söyleyeceğini. Enflasyonun ne olduğunu, pahalılığın ne olduğunu, arasındaki korelasyonu da bilmiyor. Peki bakalım verilere, verirler neyi gösteriyor? Dünya Gıda Örgütü’nün açlık haritası, açıyorsunuz Türkiye'yi: Ülkede 15 milyon kişi yetersiz besleniyor. Bu rakamı veren ben değilim, rakamı veren gene Türkiye Cumhuriyeti Devleti. 15 milyon kişi yetersiz besleniyor Değerli arkadaşlarım. Ayrıca son 3 ayda 15 milyon kişiye, 500 bin kişi daha ilave edilmiş yetersiz beslendiği için. 5 yaş altı bebeklerin de yüzde 6'sı yetersiz besleniyor. Fakir ailelerin çocukları niye kısa boylu? Gariban ailelerin çocuklarının boyu niye kısa? Yetersiz beslendikleri için... Farkındalar mı bunun? Emin olun farkında bile değiller, emin olun düşünmüyorlar bile. Yani mazlumun dünyasında kıyamet kopuyor, zalim ise sarayında keyif içinde yaşıyor.
Sarayda herkesin karnı tok, herkesin bir eli yağda, bir eli balda. Saraydakilerin çocukları milyon dolarları transfer etmeyle uğraşıyorlar. Türkiye'den Amerika'ya nasıl milyon dolarları transfer ederiz, nasıl gökdelenler yaparız öğrenci yurdu adı altında, nasıl çiftlikler satın alırız? Zalim, fukaranın halinden anlamaz; adı üstünde, zulmeder zaten. Hakkını teslim etmezseniz bir insana, zulmediyorsunuz demektir. Mazluma da saraydan, Kaf Dağı'ndan bakar gibi bakıyorlar. Geldiğimiz nokta budur ama o sırça köşkler yıkıldığı zaman hepsini birlikte göreceğiz.
Bir şey daha ifade etmek isterim: Erdoğan küfürbazdır. Bir daha ifade edeyim: Erdoğan bir küfürbazdır. Kişi kendinden bilir ya işi, "milletimizin dilinden konuşuyorum" diyor. Milletimize de iftira atıyor. Bu millet asil bir millettir, ferasetli bir millettir, zulmün karşısında duran bir millettir; milli bağımsızlık, milli kurtuluş mücadelesini veren bir millettir. Kendi küfrünü millete alet edemezsin. O küfrü burada tabiî doğal olarak söyleyemeyeceğim; buna terbiyem de izin vermez, sizler de zaten doğru bulamazsınız. Onun düştüğü çukura düşmeyeceğiz.
Ben sadece bu küfür üzerine Türkiye'nin genç muhafazakar kadınlarına yeniden seslenmek istiyorum. Geçen sefer seslenmiştim, bir kez daha seslenmek istiyorum: Bugün bunu söyleyen, emin olun yarın size dönecek, hayat tarzınız üzerinden size küfredecektir. Sakın unutmayın; İstanbul Sözleşmesi sizden çıktı, sizin eseriniz İstanbul Sözleşmesi. Sonra İstanbul Sözleşmesi'ne tüm kadınlar sahip çıktı, hepsi sahiplendiler.
Ama Erdoğan bazı radikal kafaların baskısıyla sözleşmenizi elinizden aldı. O radikal kafalar istiyor ki, muhafazakar kadın güçlenmesin, iş hayatına katılmasın, haklarını almasın. O radikal kafalar sana "süslüman" diyorlar, bunu sakın unutma. İş hayatına katıldın diye sana bunu söylüyorlar. Sana hayat şansı tanımak istemiyorlar. O radikal kafalar, nafaka da kalksın istiyorlar. Kadın köleleşsin, baskı altında ezilsin istiyorlar. Yarın bu hakaretler emin ol, bir süre sonra sana dönecektir. Çünkü radikaller Erdoğan'ı tehdit edip, kadın haklarını gasp etmenin zevkini bir kez aldılar. Erdoğan'a azıcık baskı kurdular, hemen geri adım attı ve İstanbul Sözleşmesi'ni geri çekti.
Ve genç muhafazakar kadın, sevgili kardeşim, sevgili evladım; yarın sana bambaşka yasaklar getirecekler. Onun için dur dememiz lazım, birlikte dur dememiz lazım. Geçen sefer söyledim, yine söylüyorum: Bize katılın; bize katılın, hakkınızı teslim alın. Beraber olalım, birlik olalım. Yine söyledim; CHP, eski CHP değildir, Cumhuriyet Halk Partisi özgürlükçüdür. Siz de eski siz değilsiniz; artık aynı özgürlüklere inanıyoruz, artık aynı değerleri savunuyoruz. Beraberiz, birlikteyiz...
Halkımıza da şunu söylemek isterim: Son zamanlarda sureti kendinden menkul bazı kişiler türedi. Bunların bazıları gazeteci, bazıları araştırmacı formatında önümüze çıkıyorlar. “Muhalefet nasıl yapılır?” Kelle koltuğunda muhalefet yapan bana, muhalefeti öğretmeye çalışıyorlar. Durun size bir hikaye anlatayım: Bir kadın, kızı beraber oturuyorlar, işi dedikodu yapmak bunların. Oturuyorlar anne-kız evde, bütün komşuları hakkında bir sürü dedikodu uyduruyorlar. Yetmiyor, mahallede de aynı dedikoduları sürdürüyorlar. Akşam oluyor ve yoruluyorlar. Anne, kızına dönüp diyor ki: "Aman kızım, biz bunları burada konuşuyoruz ama sakın başkalarının yanında bunları söylemeyelim. Bizi bilenler de daha ölmedi" diyor. Değerli arkadaşlarım; muhaliflik dersi bize verenler, şunu unutmasınlar: Ya biz daha ölmedik, sizin ne mal olduğunuzu biz gayet iyi biliyoruz.
Muhalefet ahlakla yapılır, ahlakla... Bütün haksızlıklar karşısında kalemini dahi oynatmayan, yazı dahi yazmayan, televizyonlara çıkıp konuşmayan adam bize kalkmış, muhalefet dersi veriyor. Biz, kelle koltukta muhalefetimizi halkımız için, milletimiz için sonuna kadar yapacağız.
Teşekkür ederim.
Bu arada beni gerçekten de samimi olarak eleştirenler de var, bunlara hep saygı duydum. 20 yıldır insanlar çizgilerini değiştirmediler, kalemlerini satmadılar, birilerinin gemilerine, yatlarına kendilerini atmadılar; birilerinin uçaklarında "acaba nerede yer bulabilir miyim?" diye bir arayışa girmediler. İşlerini kaybedenler oldu, her türlü bedele katlandılar ama kalemlerini satmadılar. Bunlar da bizi zaman zaman eleştiriyorlar, bu eleştirilere büyük bir saygım var. Bu kalemlerin sahiplerinin benim başımın üstünde yeri var, bunlara her zaman saygı duydum.
Hatamız olduğunda da bu kalem erbabı değerli arkadaşlarım; yaptığımız yanlışlar dolayısıyla duygulandıklarını da biliyorum, "keşke aynı hataları tekrar etmeseler" diye yazdıklarını da biliyorum. Dolayısıyla biz, bizi eleştiren, samimi olarak eleştiren ama kalemini satmayan bütün yazarlara, çizerlere saygılıyız ve onlara saygı göstermek bizim görevimizdir. Ama kalemini satıp bize muhalefet dersi verenlere de dur diyeceğiz, kimsenin endişesi olmasın.
Efendim, hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum. Hepiniz sağ olun, var olun. Televizyonları başında izleyen vatandaşlarım; adalet konusunda söylediklerimi sakın unutmayın. Bize katılın, beraber çok güçlü olacağız!
22.11.2024
22.11.2024
22.11.2024
22.11.2024