12.11.2019
12.11.2019
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle: Efendim, hepinize merhabalar. Bir Grup Toplantısında yine birlikteyiz. Aramızda gerçekten de ciddi sorun yaşayan vatandaşlarımız var. Yeri zamanı geldiğinde arada bir söylüyoruz, ama bazı sorunlar çözülüyor, bazı sorunlar çözülmüyor, ama size şunu söyleyeyim: Bu kürsüden söylüyorum, Türkiye Büyük Millet Meclisinin çatısı altında söylüyorum. Türkiye’nin çözülemeyecek hiçbir sorunu yoktur. Türkiye’nin bütün sorunları çözülebilir, çözülmesi mümkündür. Çözmeyenler var, ama biz çözeceğiz, bunun sözünü veriyorum.
Bizim makam beklentimiz yoktur, mevki beklentimiz yoktur, para beklentimiz yoktur, çıkar beklentimiz yoktur, saray beklentimiz yoktur. Tek beklentimiz var, bu memlekette herkes huzur içinde yaşasın, bu kadar. Dolayısıyla Uzel işçileri de, Hava Harp Okulu öğrencileri de, öğrenci velileri de şundan emin olsunlar, hapiste olan avukat arkadaşlar da şundan emin olsunlar: Demokrasiye ihtiyaç var, demokrasiyi mutlaka getireceğiz. Hemen hemen her konuşmamda ısrarla söylüyorum, biz, yani cumhuriyeti kuranlar bize bir miras bıraktılar, bizler bu cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırma konusunda ne gerekiyorsa yapacağız. Bu memlekete huzuru da, barışı da, kardeşliği de getireceğiz. Sözümüz sözdür.
Hiç endişe etmeyin, uğraşacağız. Tabii gönül şunu istiyor: Bir yerde bir işçi haksızlığa uğradığında veya bir grup işçi haksızlığa uğradığında, üç işçi sendikasının konfederasyonunun ortak çabayla bu sorunu çözmek için mücadele etsin. Ama her birisi ayrı telden çalıyorsa olmuyor arkadaşlar, olmuyor. Hiçbir konfederasyon bir başka siyasal partinin arka bahçesi olmamalı, eğer birilerinin arka bahçesi olacaksa işçilerin arka bahçesi olmalı, alın teri dökenlerin arka bahçesi olmalı.
Değerli arkadaşlarım, dün sabah Mümtaz Soysal’ı kaybettik. Allah’tan rahmet diliyoruz. Öğrenciliğimizde Mümtaz Soysal’ın “Anayasaya Giriş” kitabını okumadan devletin açtığı hiçbir sınava girmezdik, mutlaka o kitabı okumamız gerekirdi. Türkiye’nin en önemli kitaplarından birisiydi. Mümtaz Soysal binlerce öğrenci yetiştirdi, bir demokrasi abidesiydi, bir güzellik abidesiydi, bir bilim abidesiydi. Toplumun her kesimi sevenler-sevmeyenler bir şekliyle Mümtaz Soysal’a saygı duyarlardı. Parlamentoda görev yaptığı süre içinde özelleştirmelere karşı büyük mücadeleler verdi, işçilerin haklarını sonuna kadar savundu. “Anayasaya Giriş” kitabı dolayısıyla 1971 darbesinden sonra komünizm propagandası yapıyor diye Mümtaz Hoca’yı yargıladılar ve hapse mahkûm ettiler. 6 yıl 8 ay ağır hapis cezası, 2 ay 20 gün de Kuşadası’nda emniyet gözetimi altında bulunmasına karar verdiler. Mümtaz Soysal bütün bu acıları yaşadı, ama asla yılmadı. Ülkesinin çıkarlarını, emekten yana, dostluktan yana, insandan yana, bilimden yana, akademik dünyanın güzelliğinden yana kullandı. Uluslararası pek çok ödül sahibi de oldu, ama bütün bunların hepsi bir tarafa, Mümtaz Hoca gerçekten de Türk akademik dünyasının yetiştirdiği mümtaz kişilerden birisiydi. Allah’tan rahmet diliyoruz.
Değerli arkadaşlarım, 10 Kasım’da da Gazi Mustafa Kemal’i andık, milyonlar andılar. Aramızdan ayrılışının 81’inci yılı, 81 yıl önce hangi heyecan ve duygularla andıysak onların evlatları olarak yine 81 yıl sonra aynı heyecan ve duygularla andık. Mustafa Kemal’i anmak, Mustafa Kemal’i anlamak farklı bir şeydir. Mustafa Kemal’i, 12 Eylül askerlerinin bize öğrettiği Mustafa Kemal’i biz anlamıyoruz öyle, gardırop Atatürkçülüğünü anlamıyoruz biz. Mustafa Kemal demek üretim demektir, alın teri demektir. Mustafa Kemal demek 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğunun kaçırdığı sanayi devrimini yakalamak demektir. Mustafa Kemal demek her alanda üretmek ve çalışmak demektir; ekonomide, üniversitelerde, bilimde, sanatta, kültürde, her alanda üretmek demektir ve Mustafa Kemal demek genç bir Türkiye Cumhuriyeti’ni bütün dünyaya kabul ettirmek demektir ve dolayısıyla biz Gazi Mustafa Kemal’i böyle anlayacağız, böyle anacağız. O ürettiği sürece biz güçlü olacağız.
1923’te İzmir İktisat Kongresini topladığında ülkenin savunma sanayisi yoktu. Üretim doğru dürüst yoktu, fabrikalar yoktu, bankalar yoktu. İlk yaptıkları işlerden birisi Kırıkkale’de entegre silah savunma sistemini kurmak oldu, bir entegre sanayi orada kurdular. Şimdi orada bir dönem on binlerce kişi çalışırken şimdi çok sınırlı kişi çalışıyor ve büyük bir kısmını da tasfiye ettiler. Mustafa Kemal demek kendi silah sanayini yabancı bir ülkeye peşkeş çekmemek demektir. Bu kürsüden defalarca sorular sordum. Tank Palet Fabrikasıyla ilgili, Sakarya’daki Tank Palet Fabrikasıyla ilgili sorular sordum. Değeri 20 milyar dolar, 1 lira değil, 10 lira değil, 100 lira değil, bin lira değil, değeri 20 milyar dolar, Avrupa’nın en büyük tank üretim merkezlerinden birisi.
Değerli arkadaşlarım, sordum, bunu 25 yıllığına BMC Grubuna, yani Ethem Sancak’a ve Katar Ordusuna verdi, şu soruyu sordum: İhaleyi ne zaman nerede yaptın arkadaş? Bilmeye hakkım var. O Tank Palet Fabrikasının içinde, kuruluşunda benim vergim var, babamın da vergisi var, çocuklarımın da vergisi var, 82 milyonun ödediği vergi var. Fabrikayı veriyorsun, güzel, nerede ihale yaptın, ne zaman ihaleyi yaptın, ihale ilanı nerede yayınlandı? Ben bunu öğrenmek istiyorum. Öğrenemezsin diyorlar. Niçin? Yine soruyorum: Arkadaş, sen kalktın bütün devlet sırlarını, o bölgede o fabrikada oluşan bütün sırları Katar Ordusuna verdin, niye veriyorsun, hangi gerekçeyle veriyorsun? Ben soruyorum, başka yerden cevap geliyor. Şimdi o cevap orada kesildi. Niye kesildi bilmiyorum, ama ben bunu soracağım. Ben bunu sormak zorundayım, hepimizin adına sormak zorundayım, tüyü bitmemiş vatandaşın, çocuğumuzun hakkı için sormak zorundayım. 20 milyar dolarlık bir fabrikayı kime peşkeş çekiyorsun? Üstelik yüzde 12.5 kâr garantisi veriyorsun. Zarar etme hakkı sıfır, yüzde 12.5, ne teslim ederse yüzde 12.5 kâr garantisi veriyor. Daha yatırım yapılmamış, bir şey yapılmamış yüzde 20 avans ödüyorsun. Kimin fabrikasını kime veriyorsun? Bir de üstüne para veriyorsun. Başka? Bütün askeri sırları buna veriyorsun. Ben bu soruyu sordum, üç veya dört grup toplantısında sordum.
Geçen gün Erdoğan 10 Kasım dolayısıyla bir toplantı yapıyor. Söylediği cümleleri aynen kullanıyorum: “Sakarya’daki Tank Palet Fabrikası işletme hakkı devri sözleşmesini diline dolayanlar sürekli ortalığı karıştırmaya gayret ediyorlar. Bu işin istismarını yapanlara sorun, satış nedir, işletme devri nedir” Bana soruyor yani, satış nedir, işletme devri nedir biliyor musun? “Sakarya’daki Tank Palet Fabrikasının satışı söz konusu değil, yüzde 50 Katar, yüzde 50 Türk ortaklık var, dürüst olun, samimi olun” Ben dürüst olduğuma, samimi olduğuma inanıyorum, ama sen dürüst değilsin, samimi değilsin. Bir daha söylüyorum, sen dürüst değilsin, samimi değilsin.
Değerli arkadaşlar bakın, Türk Telekom da aynı durumdaydı. Türk Telekom’u ne yaptılar? Özelleştirme İdaresi aldı, dedi ki: “Ben bunu ihaleye çıkıyorum” Ne yaptılar? 21 yıllığına yabancı bir ortaklığa 6,5 milyar dolara kiraladılar. Öyle değil mi? 6,5 milyar dolar… Hatta bir basın toplantısı yaptılar, 6,5 milyar dolarlık bir çeki dönemin Bakanı eline aldı, 6,5 milyar dolara Türk Telekom’un yüzde 21’ini 21 yıllığına kiraladılar. Güzel, 6,5 milyar dolar alındı. Şimdi Erdoğan’a soruyorum, Ak Partililerin tamamına soruyorum, milliyetçilerin de tamamına soruyorum, ülkücülerin de tamamına soruyorum: Arkadaş, sen 25 yıllığına kiraladığın Tank Palet Fabrikası için kaç lira aldın? 1 lira mı, 5 lira mı, 100 lira mı, 1 milyar mı, 6 milyar mı, kaç lira aldın? Hiçbir şey almadı. Bir daha söylüyorum, 5 kuruş dahi almadı. 20 milyar dolarlık Tank Palet Fabrikasını Katar Ordusuna ve Ethem Sancak’a 25 yıllığına kiralayacaksın, karşılığında 1 lira dahi almayacaksın. Erdoğan, sana soruyorum, tüyü bitmemiş yetimin hakkı için sana soruyorum: 20 milyar dolarlık fabrikayı kiraladın, kaç lira para aldın?
Efendim, satış nedir, işletme devri nedir? Türk Telekom’da da işletme devri oldu. Türk Telekom pekâlâ çalışıyordu. 6,5 milyar dolar alındı. 20 milyar dolarlık bir fabrikayı veriyorsun, işletme hakkını, karşılığında para almıyorsun. Niye verdin? Kâr garantisi veriyorsun, niye verdin? Avans veriyorsun, niye verdin? Kim sana ver dedi, kim ver dedi sana? Tüyü bitmemiş yetimin hakkını kim peşkeş çek dedi? Satış değil doğru, satış da değil, kiralama da değil, satış olsa karşılığında bir para alırsın, kiralama olsa bir para alırsın, kira parası alırsın. Ne satış, ne kiralama, bunun adı peşkeştir. Sıfır bedelle bir fabrikayı birisine vermektir.
Bütün vatandaşlarıma sesleniyorum hangi partiden olursa olsun, bunun partili yanı yoktur arkadaşlar, bir memleketin en büyük silah fabrikasının yabancı bir orduya ve bir grup yandaşa peşkeş çekilmesinin partisi olmaz. Hepimiz bu ülkeyi seviyorsak sahip çıkacağız. Çünkü bu fabrikanın yapımında 82 milyonun ödediği vergiler var. Bu sorunun cevabını ben bekliyorum, siz de bekleyin, MHP de beklesin, Saadet Partisi de beklesin, Ak Parti de beklesin, hepsi beklesinler. Bu fabrikayı sen 25 yıllığına kaça verdin arkadaş? Üstelik devletin memurları da onların emrinde çalışacak, işçiler de onların emrinde çalışacak, düşünebiliyor musun? Türkiye Cumhuriyeti tarihinde böyle bir rezalet görülmemiştir. Bir daha söylüyorum, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin tarihinde böyle bir rezalet görülmemiştir, böyle bir soygun da görülmemiştir, böyle bir ahlâksızlık da görülmemiştir. Bana diyorlar ki diline doladı. Ne söyleyeceğim arkadaş, iyi mi oldu diyeyim ben, fakir fukaranın hakkı için buna iyi mi oldu diyeyim, iyi mi para verdiniz diyeyim?
Uzel işçileri burada, haklarını arıyorlar. Bunların haklarını teslim edelim diye ortaya çıkan bir iktidar yetkilisi var mı? Arkadaşlar, siz ne istiyorsunuz diye gidip danışan var mı? Yok, ama Katar Ordusu gelince paralar hazır, Ethem Sancak gelince paralar hazır “fabrikayı veriyorum, tepe tepe kullan, bana hiç para verme, yüzde 12.5 da kâr garantisi veriyorum sana” diyor. Pes ya, böyle bir soygun düzeni dünyanın hiçbir tarafında görülmemiştir. Böyle bir soygun düzeni dünyanın hiçbir ülkesinde, hiçbir tarafında görülmemiştir.
Hakkı arayacağım, herkesin hakkını arayacağım. Ak Partilinin de hakkını aramak bana düştü, MHP’linin de hakkını aramak bana düştü, tüyü bitmemiş yetimin hakkını aramak da bana düştü, yani CHP’lilere düştü. Biz arayacağız, hep birlikte arayacağız. Nerede olursak olalım; ister Diyarbakır, ister Rize, ister İzmir, ister Muğla, ister Çankırı, ister Yozgat, ister Çorum nerede olursa olsun, isterse Almanya’da çalışan işçilerimiz olsun, hepsinin hakkını ve hukukunu arayacağız. Adaleti bu memlekete getireceğiz, dürüstlüğü bu memlekete getireceğiz, temiz siyaseti bu memlekete getireceğiz. Harcadığın her kuruşun hesabını millete vermiyorsan siyaset yapmayacaksın kardeşim.
15 Temmuz şehit yakınları ve gaziler için vakıf kuruldu. Sorduk: Arkadaş, 309 milyon lira, o dönemin parasıyla 100 milyon dolar para topladınız siz, nereye gitti bu para? Soruyorum 15 Temmuz şehit ailelerine, para almadık diyorlar. Gazilere soruyorum, almadık diyorlar. Hatta birisi diyor ki hakkımı hiç helal etmiyorum. Zaten hakkını helal edemezsin kardeşim, senin adından para aldılar, senin sırtından para aldılar, sen sokağa çıktın, saraylarda oturdular, bir de para topladılar. O parayı sana verecekken vermediler. Aldılar, o parayı da yiyorlar. Nereye gitti bu para? Soruyorum ya, bu vakfın adresi ne kardeşim? Adres yok. Telefonu ne? Telefon yok. Para nerede belli değil, diyorlar ki: “Ey Kılıçdaroğlu, niye bunları soruyorsun” Ne yapayım ben Allah aşkına, söyleyin bana ne yapayım? Ben bu soruları sormadığım zaman bu kürsüde benim ne işim var, ben bu soruları sormasam bu Mecliste benim ne işim var, ben bu soruları sormazsam CHP Genel Başkanlığında benim ne işim var?
Devleti yönetenlerin vatandaşa doğru bilgi vermezi lazım, bu ahlâkın öngördüğü bir kuraldır, inancımızın da öngördüğü bir kuraldır. Devleti yönetenler vatandaşa doğru bilgi verirler. Yanlış bilgi verirlerse çıkarlar özür dilerler. Daha ileri demokrasilerde yanlış bilgi verip halkı kandırmışsa, görevlerinden istifa ederler. Hadi biz ondan vazgeçtik, istifa da etme, bari doğruyu söyle, doğru bilgi ver millete, vatandaşa doğru bilgiyi ver. Doğru bilgi verildiği zaman bizim vatandaşımızın ben ferasetine güveniyorum. Hata yapmıştır deriz. Bir dahaki sefere aynı hatayı tekrar etmez deriz. Affetme duygusu da vardır bizim toplumumuzda. Bizim toplumumuz kimseye kin duymaz, öfke duymaz. Sevecen bir toplumdur, ahlâklı bir toplumdur. Dolayısıyla siyaset kurumuna bazen sert eleştiriler getirir, dolayısıyla hakkıdır bu eleştiriyi getirmek. Bizim huzura ihtiyacımız var, birlikte yaşamaya ihtiyacımız var. Kavgaya, gerilime ihtiyacımız yok. Para toplanacak. Evet, toplayın parayı, verildi. 309 milyonu kim verdi? Sarayda oturanlar mı verdiler? Yok arkadaşlar, bir paket sigara içen o gün ben sigara içmeyeyim, götürüp parayı vereyim dedi. Vatandaş cebinden kesti, boğazından kesti, madem 15 Temmuz şehit yakınları var, gaziler var, onlara para vereyim dedi. Doğru bilgi vermek lazım, doğru bilgi verirseniz vatandaşın gözünde yücelirsiniz. Yanlış söylemek, yalan söylemek yakışmaz, siyasetçiye yakışmaz, siyasetçinin ahlâklı olması lazım.
Bakın şimdi, 17 Kasım’da bir açıklama yapıyor Sayın Erdoğan, 17 yılın sonunda Türkiye’nin olağanüstü gelişme kaydettiğini söyleyerek “özellikle istihdam konusunda büyük başarı sağladık. 17 yılda 9 milyon kişiye iş imkanı sağlandık” diyor. Allah aşkına, nedir Allah aşkına, ne diyeyim şimdi ben? İşsiz kardeşlerime sesleniyorum ki her görüşten işsiz kardeşim var, MHP’lisi de var, Saadetlisi de var, CHP’lisi de var, DSP’lisi de var, her partiden var, İyi Partilisi de var. Kardeşim, okuduğun zaman memlekette işsizlik yok, büyük başarı elde etmişler, 17 yılda 9 milyon kişiye iş bulmuşlar. Ne diyeyim şimdi ben, ne diyeyim Allah aşkına? Bizi televizyonları başında dinleyen vatandaşlarıma soruyorum, Allah aşkına ben ne söyleyeyim şimdi? Ak Parti döneminde 15 istihdam paketi açıldı. Her paketi açtılar, işsizlik büyüdü. 5 tane ekonomi reform paketi açıkladılar, bir şey çıkmadı. İşsizlikte dünya üçüncüsüyüz arkadaşlar, paket üstüne paket açıklıyorlar. Erdoğan’a bir tavsiyem olacak: Sen paket açıklayacağına bir paket yapacaksın. Damadı paketleyeceksin, kapının önüne koyacaksın kardeşim.
Değerli arkadaşlarım, okula giden çocuğuna harçlık veremeyen bir babanın, ailenin huzuru olur mu Allah aşkına? Huzurlu bir toplum istiyoruz, beraber yaşamak istiyoruz. Her ailede huzur olsun, her ailede mutluluk olsun, bunu istiyoruz. Sorunlar az olsun, bunu istiyoruz. Aldığı asgari ücretle aybaşını nasıl getireceğim diye düşünen bir ailenin huzuru olur mu Allah aşkına? “Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar” diye güzel bir lafımız var bizim, saraydakiler yiyor, 82 milyon da seyrediyor. Biri yiyor 82 milyon seyrediyor, bereket kıyamet kopmuyor. Ama bu gerçeği herkesin görmesi lazım; saraydakilerin tuzu kuru, keyfi yerinde, Lale Devrini yaşıyorlar. Hiçbir dertleri yok, hiçbir elektrik derdi yok, doğalgaz derdi yok, okul derdi yok, uçak derdi yok, minibüs derdi yok, taksi derdi yok, hiçbir dertleri yok. Cepler tıka basa para dolu, üstelik tıka basa Amerikan doları dolu. Şimdi orada çalışanların bir grubunun aylığına da yüzde 500 zam yapmışlar. İyi etmişler, az bile yapmışlar.
Değerli arkadaşlar, 17 yıldır Türkiye’yi yönettiler. Şimdi size rakamlar vereceğim. Bu rakamlar bana ait değil, rakamlar vereceğim. Kimin rakamları? Türkiye İş Kurumunun rakamları, yani işsizlik dolayısıyla gidip Türkiye İş Kurumuna dilekçe verip ben iş istiyorum diyenlerin rakamlarını vereceğim.
2003; toplam işsiz 587 bin 479 kişi gitmiş Türkiye İş Kurumuna dilekçe vermiş, ben iş istiyorum demiş. Geliyorum 2018’e… 2018’de Türkiye İş Kurumuna başvuranlar 587 bin kişi değil, 3 milyon 509 bin 603 kişi, artış oranı yüzde 497, başvuran işsizlik de yüzde 497.
Genç işsiz, bir de genç işsizler, gencecik fidan gibi çocuklar iş istiyorlar. 2003’te 169 bin 272 kişi gidiyor Türkiye İş Kurumuna başvuruyor, ben iş istiyorum, işsizim diyor. 2018’de 169 bin kişi değil, 1 milyon 55 bin 550 kişi gidip genç başvuruyor ben işsizim diye. Artış oranı yüzde 524; yüzde 50 değil, 60 değil, yüzde 100 değil, yüzde 400 değil, yüzde 524.
Kadın işsiz 2003’te 118 bin 031 kadın işçimiz gidiyor dilekçe veriyor. “Ben işsizim ey Türkiye İş Kurumu, bana iş ver, iş bul bana” diyor. 2018’de gidip başvuranların sayısı 1 milyon 805 bin 439. Fark yüzde bin 430.
Diplomalı işsizler, yani üniversiteyi bitirmiş, gitmiş başvurmuş Türkiye İş Kurumuna, çünkü onlar iş bulmak zorundalar, görevi o zaten, kurumun da görevi o, dilekçeyle başvuruyor, ben iş istiyorum diyor. Üniversiteyi bitirdim, askerliğimi de yaptım, iş istiyorum. 2003’te başvuranların sayısı 36 bin 444 kişi, 2018’de başvuranların sayısı 753 bin 767 kişi. Fark yüzde 500 değil, yüzde bin de değil, yüzde bin 968.
Şimdi ne diyordu Erdoğan? “17 yılda büyük hamleler yaptık, 17 yılda 9 milyon kişiye iş sağladık” diyor. Peki, bunlar kim? Şimdi bu rakamlar benim olsa yine diyecek ki ey Kılıçdaroğlu, sen hayal aleminde geziyorsun. Benim değil, Türkiye İş Kurumunun. Nerede bu Türkiye İş Kurumu? Kızılay’da. Nerede var bu yayınlar? Kendi internet sitesinde, biz oradan aldık. Peki, Allah aşkına söyler misin, nedir bu tablo? Ne dedim? Bu memleketin huzura ihtiyacı var. İşsizliğin olduğu yerde huzur olmaz, işsizlik bütün kötülüklerin anasıdır. İşsiz adam ne yapacak Allah aşkına, nasıl geçinecek? Bunlar Türkiye İş Kurumuna başvuranlar, bir de 137 bin kişi ülkeyi terk etti arkadaşlar, başka ülkelere gitti. Türkiye’de iş yok, üniversiteyi bitirdi pırıl pırıl gençlerimiz, maliyeti biz çektik, kendi üniversitelerimizde okuttuk, kendi okullarımızda okuttuk, mezun oldular, iş yok. Amerika alıyor, Japonya alıyor, Almanya alıyor, Hollanda alıyor. Gelin diyorlar, size iş imkanı vereceğiz diyorlar ve Türkiye’nin bütün birikimleri oraya gidiyor. Gerçek işsiz sayısı 8 milyon 112 bin kişi Türkiye’de, önümüzde kış geliyor, otellerin büyük bir kısmı kapanacak kış dolayısıyla, işsiz sayısı daha da artacak. “9 milyon kişiye iş yarattık” diyor. Peki, bu 8 milyon kim? 8 milyon 112 bin kişi kim? Bunlar da hepimizin bilmesi gereken gerçekler.
Bu gerçekleri şunun için anlatıyorum: Her evde bir veya iki tane işsiz var, bazen baba da işsiz, bazen anne de işsiz, bazen çocuklar işsiz, bazen evde çalışanların tamamı işsiz. Hepimizin oturup düşünmesi lazım, artık yeter dememiz lazım. Bu memleketin huzura ihtiyacı var. Bu memlekette çocuklar yatağa aç girmesin istiyoruz. Bu memlekette her evde huzur olsun, her evde bereket olsun istiyoruz. Herkesin aşı olsun, herkesin işi olsun istiyoruz, ama sarayda oturanlar halktan tamamen kopmuş vaziyetteler.
Değerli arkadaşlarım, huzur istiyoruz diyoruz. Bu sadece bizim söylemimiz mi? Hayır. Birlikte yaşamak istiyoruz. Sadece CHP’nin söylemi mi? Hayır. Anayasanın 1. maddesini okuyayım: “Türkiye Devleti bir cumhuriyettir” Gayet güzel. Niçin? “Egemenlik kayıtsız şartsız milletin olduğu için bir cumhuriyettir” diyor.
Devam ediyor… Cumhuriyetin nitelikleri nedir acaba? 2. maddesi: “Türkiye Cumhuriyeti toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” Önemli olan bu; toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı. Adalet var mı? Yok. Hapishaneler tıka basa dolu. Parası olan dışarıda, kayınpederi olan dışarıda, siyasi arkası olan dışarıda, parası olan dışarıda, gariban olan içeride, avukat tutamayacak olan içeride. Adalet… Hangi adaletten söz ediyoruz? Toplumun huzuru… Hangi huzurdan bahsediyoruz? Kendini yakan var, gördük. Kendini asan var, gördük. Şimdi geldi sıra toplu intiharlara, toplumda huzur kalmadı, endişe var toplumda, bir endişe taşıyoruz. Hep birlikte taşıyoruz. Bu memleket nereye gidecek diye hep beraber düşünmeye başladık.
Geçiyorum, devletin temel amaç ve görevleri nedir? Bunu da Anayasa söylüyor. Yani memleketi yönetecekler hangi amaçlarla memleketi yönetecekler? Sarayda oturanlar hangi amaçlarla memleketi yönetecekler? Anayasada var, okuyorum: “Kişilerin ve toplumun huzur ve mutluluğunu sağlamak” Kim huzurlu arkadaşlar, kim mutlu, hangi toplum mutlu? Gidin Diyarbakır’a, gidin Hakkari’ye, gidin Mardin’e, gidin Rize’ye, gidin Samsun’a, gidin Yozgat’a, gidin Kayseri’ye, Sivas’a gidin, gidin Tekirdağ’a… Kim mutlu arkadaşlar, nerede toplumun huzuru? Yöneticilere diyor Anayasa: “Bunları yaparken kanun önünde eşitlik ilkesine de uyacaksın” Çünkü eşitlik ilkesine uymazsan toplumun huzuru olmaz, adalet olmaz, kişilerin huzuru olmaz. Adaleti sağlayacaksın diyor. Anayasa 10. madde: “Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz” diyor. Saraydakilerin tamamı imtiyazlı.
Değerli arkadaşlarım, soru ne? Soru şu: Açlığın olduğu yerde huzur olur mu, açlığın olduğu evde huzur olur mu? Yoksulluğun olduğu yerde huzur olur mu? Devletin mallarının ve bütçelerinin talan edildiği, yolsuzluğun sıradanlaştığı bir ülkede huzur olur mu? Çiftçinin ürününün bedelini, alın terinin bedelini almadığı bir ülkede huzur olur mu? Esnafın siftah yapmadığı ve dükkanını kapatmak zorunda kaldığı bir ülkede huzur olur mu? Sanayicinin önünü görmediği bir ülkede huzur olur mu, yatırım olur mu? İşsizlik tam bir sosyal yaraya dönüşmüş vaziyette ve herkes, ama herkes bundan şikayetçi. Az önce de söyledim, bütün kötülüklerin anası işsizliktir. Derler ya “Allah kimseyi yoksullukla, açlıkla terbiye etmesin…” Bunların niyeti hepimizi açlıkla ve yoksullukla terbiye etmek. Saraydakilerin niyeti o. Onların karnı tok, ama vatandaş perişan vaziyette. Geçinemiyorum diyen milyonlar var. Geçinemiyorum diyen milyonların olduğu bir ülkede huzur olur mu Allah aşkına, bereket olur mu, mutluluk olur mu?
Bakınız, bin liranın altında aylık alan emekli yok diyorlardı. Bir ara söyledim, kısmen düzelttiler. Hâlâ var, bin liranın altında emekli aylığı alan 847 bin 643 kişi. Bana söyler misiniz, bu sarayda oturanlarda vicdan var mı? Ayda bin liranın altında bir gelirle bu adam nasıl yaşayacak, 30 gününü nasıl geçirecek? Gene bin lira iyi, size daha vahim bir şey anlatacağım. Eğer bir ailede kişi başına gelir 1/3’den azsa, yani aylık geliri 673 liraysa, sosyal güvenlik primini devlet yatırıyor. Gayet güzel. Peki, kişi başına aylık geliri 673 lira olan Türkiye’de kaç kişi var? Söyleyeyim ve bu rakam da bana ait değil, sarayın mecburen gönderdiği, Meclise mecburen gönderdiği raporlarda var. 8 milyon 647 bin 283 kişi ayda 673 liranın altında gelir elde ediyorlar.
Şimdi bizi dinleyen bütün vatandaşlarıma, özellikle de Ak Partili kardeşlerime seslenmek isterim. Kişi başına gelir 10 bin doları aşmıştı. Peki, bu 673 lira ne? Yani 100 dolar. 8 milyon 647 bin kişi ayda 100 dolar alacak, sarayda oturanlar on binlerce dolar alacak, gariban işçiye vereceksiniz 2 bin 20 lira asgari ücret ve memlekette adalet var, huzur var diyeceksiniz. Hangi adalet, hangi huzur? Sarayda oturanlar acaba 673 lirayla bir ay beslensinler ya, ne olacak? Bakalım ekmek mi alıyorlar, tuz mu alıyorlar, şeker mi alıyorlar, çay mı alıyorlar, kira mı ödüyorlar, dolmuş parası mı ödüyorlar? 8 milyon 647 bin 283 kişi değerli arkadaşlarım. Saray sosyetesini hiç kimse unutmasın. Sarayda bir sosyete var, özel bir sosyete var, bir eli yağda bir eli balda aile boyu yaşıyorlar. Anne orada, baba orada, damat orada, kayınpeder orada, hepsi oradalar. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ayrı bir yerde, saray sosyetesi ayrı bir yerde, 82 milyon ayrı bir yerde, bir avuç sosyete ayrı bir yerde. Ben bunu söylediğim için müthiş kızıyorlar. Vay efendim, sen bunu nasıl söylersin? Vay efendim, sen nasıl milleti ayrıştırıyorsun? Ben gerçekleri söylemeye devam edeceğim. Herkesin hakkını ve hukukunu korumaya devam edeceğim, bu benim görevimdir.
Şimdi ülkücü kardeşlerim de sorsunlar, Ak Partiye oy veren kardeşlerim de sorsunlar. Kişi başına gelir 10 bin dolardı, 5 kişilik aile varsa 50 bin dolar yılda, nerede? 673 lira, ben söylemiyorum bu rakamı, ben söylesem derler ki Kılıçdaroğlu yine uydurdu. Ben söylemiyorum, senin raporların Meclise göndermişsin ki bunlar gizleyemedikleri gerçekler mecburen, çünkü götürüp prim yatıracaklar. Gizleyemediği gerçekler ve sormamız gereken soru şu: 17 yıldır bu memlekette hâlâ 673 lira kişi başına geliri olan 8,5 milyon kişi varsa, bunun sorumlusu kim? Havuz medyasının köşe yazarlarına da söylüyorum, sizin bazı kaynaklarınızı, boğazınızdan akan haram lokmaları kestik. Onu ben gayet iyi biliyorum, kestik onu, sizin de bir vicdan muhasebesi yapmaya göreviniz var. Vicdan muhasebesi, bir ahlâk muhasebesi yapma göreviniz var. Nedir bu rezalet? Birileri yiyecek içecek, birileri açlığa mahkûm kalacak. Böyle bir rezalet hangi inançta var, hangi Müslümanlık anlayışında var, hangi kitapta var? Bana söyleyin, hangi kitapta var Allah aşkına?
17 yıldır ne oldu? İşsizlik arttı, yoksulluk arttı, fakirlik arttı, enflasyon malum, fiyatlar malum, Türk Lirası dolar karşısında eriyor. Güneş görmüş kar gibi eriyor. 17 yıldır işsizlik çığ gibi büyüyor. Ne oldu 17 yılda Allah aşkına, hani Türkiye uçacaktı, hani Türkiye dünyaya meydan okuyordu, ne oldu Allah aşkına? Yapan kim, sorumlusu kim, hepimizin oturup düşünmesi lazım. Sorumluyu ben söylemeyeceğim, siz de biliyorsunuz. Ülkeyi 17 yıldır böyle yönettiniz. Eğer bir ülkeyi babalarının çiftliği gibi yönetirlerse sonuç böyle olur. Bir ülkeyi devlet adamı gibi yönetmek ayrı, o ülkeyi babalarının çiftliği gibi yönetmek ayrı. İki ayrı fark vardır. Devlet adamının bir sorumluluğu vardır. Devlet adamı geleceği görür, ülkenin geleceğini görür, hesabını ona göre yapar. Çiftlik gibi kullananlar da ne kadar kısa sürede ne kadar çok mal götürürsem o kadar kısa yoldan zengin olurum, abad olurum derler. Bunu da herkesin bilmesi lazım.
Bunlar neyi getiriyor, biliyor musunuz? Türkiye’nin bağışıklık sistemi çöküyor arkadaşlar, eğer bir ülkenin bağışıklık sistemi çökmeye başlarsa, o toplumda huzur olmaz ve kaygılar pik noktaya çıkar, en üst noktaya çıkar. İşsizliğin bu noktada olduğu, ahlâksızlığın bu noktada olduğu, yoksulluğun bu noktada olduğu, sefaletin bu noktada olduğu bir ülkede ve geniş kitleleri etkiliyorsa, o ülkenin bağışıklık sistemi çöker. Erdoğan bunları düşünemez, düşünme kapasitesi yok artık. Sorunları çözebilir mi? Çözemez, çözme kapasitesi yok. Türkiye sorun yaşıyor ve Türkiye yönetilmiyor, Türkiye savruluyor, ama bütün bunları anlatırken hiç kimse umutsuzluğa kapılmasın, onu da baştan söyleyeyim. Hiç kimsenin umutsuzluğa kapılma hakkı yoktur. Bütün bu sorunları çözeceğiz. Ben bu sorunlar olmasın diye çok daha önceden aile sigortasını gündeme getirmiştim. İnsanlarımız perişan olmasın diye aile sigortasını gündeme getirmiştim. Eğer bu ülkede aile sigortası olsaydı, her eve en az asgari ücret düzeyinde bir gelir garantisi verseydik Allah aşkına söyler misiniz, insanlarımız daha huzurlu olmaz mıydı, daha mutlu olmaz mıydı? Anneler çocuklarının karnını doyurmaz mıydı? Makarna vereceğine kadının banka hesabına para yatırsanız, her ay 2 bin 20 lira yatırsanız, kadın gidip işçi gibi, memur gibi, emekli gibi aylığını çekse, o da gidip de alışveriş yapsa, çocuğunun, evinin ihtiyacını karşılasa daha iyi olmaz mıydı? Aile sigortası bizim bulduğumuz bir şey değil, bir mucize de değil. Aile sigortası Uluslararası Çalışma Örgütünün getirdiği bir kuraldır. Sosyal Güvenliğin Asgari Normları diye bir sözleşmesi var, 102 sayılı sözleşme. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu sözleşmede öngörülen 9 sigorta dalını uygulama, hayata geçirme sözü vermiş. Ne zaman? 1971 yılında parlamentodan geçmiş, 1451 sayılı kanunla da kabul edilmiş. Bugüne kadar 9 sigorta dalından 8’i uygulanıyor. Hangileri? Yaşlılık sigortası uygulanıyor, malullük sigortası uygulanıyor, ölüm sigortası uygulanıyor, hastalık sigortası uygulanıyor, iş kazası sigortası uygulanıyor, meslek hastalığı sigortası uygulanıyor, analık sigortası uygulanıyor, işsizlik sigortası uygulanıyor.
Dokuzuncu sigorta dalı aile sigortası uygulanmıyor. Niçin? Çünkü var olan iktidarın, yani saray sosyetesinin yoksulluğu bitirmek değil, yoksulları kullanarak oy devşirme hesabı var. Ben onlara bir lokma, bir hırkaya mecbur edeyim, gelip bana yalvarsınlar, bana oy versinler, ben de onların yoksulluğunu gidermeden ve onları sürekli bana mecbur bir halde götüreyim diyor.
Buradan Türkiye’yi çıkaracağız. Nasıl? Aile sigortasını getireceğiz. Bakın, aile sigortasının başka bir özelliği daha var. Emeklilik yaşı oldu 65, kişi geldi 55 yaşında, patron dedi ki: “Kusura bakma, daha genç, daha iyi yetişmiş birisi var, onu çalıştıracağım. Al kıdem tazminatını, işini son verdim” 10 ay para aldın işsizlik sigortasından, sonra nasıl geçinecek? Gelir yok. Gidecek başka bir özel sektörü, onlar diyecekler ki: “Bir sürü genç var, sen yaşlısın” Gidecek devlete, beni emekli et. Onlar da diyorlar ki sen daha gençsin kardeşim, 65’i bekleyeceksin. Nasıl geçinecek bu? İşte aile sigortası onun gelir güvencesini sağlayacak. Veya işsiz kaldın, işsizlik sigortası sana 10 ay aylık veriyor, 10’uncu ayda aylığı kesiyor. Nasıl geçinecek bu? Çoluk çocuğu var, nasıl geçinecek, okula gidiyor, nasıl geçinecek? Sosyal devlet dediğiniz nedir? Fakirin fukaranın yanında olan devlete sosyal devlet denilir. Zaten sosyal devlet denilmesinin nedeni de budur, ama siz bunu yapmadınız. O nedenle diyorum ki; hiç kimse umutsuzluğa kapılmasın, önümüzde seçimler gelecek, sizler oylarınızı bu sefer düşünerek verin. Açıkça söyleyeyim, Cumhuriyet Halk Partisine verin, iktidar yapın. Göreceksiniz bu fakirliği, fukaralığı yok edeceğiz. Göreceksiniz her evde huzuru, bereketi sağlayacağız. Göreceksiniz bütün Türkiye’de huzuru, bereketi sağlayacağız.
Değerli arkadaşlarım, kısaca bu yurtdışına da değinmek istiyorum. İçeride huzur arıyoruz, ama dışarıda da huzur olması lazım. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bir namı var, bir itibarı var, bir şanı var, orada da huzur olması lazım. Dolayısıyla egemen güçlerin taşeronluğunu yapmadığınız ve dik durduğunuz sürece uluslararası arenada huzurun kaynağı olursunuz. Benim ülkemin kuralları vardır, benim ülkemin geleceği vardır, benim ülkemin huzuru vardır, benim ülkemin Atatürk’ten miras kalan yurtta barış, dünyada barış söylemi vardır, hem kendi ülkemde, hem dünyada barışı sağlamak, huzuru sağlamak kuralı vardır diyeceksiniz.
Değerli arkadaşlarım, dış politikada da herkes endişe içinde, Suriye batağına girme dedik, ne işin var? Girdi. Niçin? Egemen güçler sırtını sıvazladılar. Taşeronluğunu yaptılar. Bir ülkeyi yönetenin bilmesi gereken bir gerçek var: Egemen güçler dünyada bir operasyon yapmak istediklerinde taşeron kullanırlar, ateşe elle tutmazlar. Suriye olayında taşeron olarak sarayı kullandılar ve Suriye batağına Türkiye’yi soktular. Öyle bir gaz verdiler ki dillerini dahi tutamadılar. “24 saat içinde gideceğiz, Suriye’ye gireceğiz, Emevi Camiinde namaz kılacağız” dediler, ama gerçek öyle olmadı. 3 milyon 600 bin Suriyeli Türkiye’ye geldi. Şaşırdılar nasıl oldu diye, yalnız bırakıldık dediler. Kim sana gir dedi, kim seni yalnız bıraktı? Eğer devleti yöneten birisi hem terör örgütü, hem egemen güçler tarafından sürekli kandırılıyorsa, o ülkenin dış politikasında da huzur olmaz. Çünkü dış politikayı yöneten artık egemen güçler olur. Süleyman Şah Türbesi için dediler ki dokunanı yakarız. Kaçmak zorunda kaldılar. Bizim tarihimizde kendi topraklarını terör örgütüne teslim edip, tarihi türbeyi kaçırmak zorunda olan sadece saray sosyetesi vardır, başka bir örneği yoktur. Bizim cumhuriyet tarihinde böyle bir şey yoktur.
Egemen güçlerin eğer oltasına takılırsanız egemen güçler sizi kullanmaya ve talimat vermeye başlarlar. Ne dedi Trump? “Papazı bırakacaksın, yoksa seni mahvederim” dedi. Erdoğan ne dedi? “Bu can bu tende kaldıkça papazı alamazsın” dedi. Sonra ne oldu? Papazı götürdü teslim etti. Hani o can duruyor orada, ten de orada duruyor, söz nerede, namus nerede, şeref nerede, haysiyet nerede, adalet nerede, nerede bunlar?
Mektup yazdı Trump, taşeron olursan artık kullanılırsın, taşeron demek aynı zamanda şamar oğlanına dönmek demek, ne diyorsam yapacaksın diyor. Yakayı kaptırmışsın, yuları kaptırmışsın, ne diyorsa yapacaksın. 7 soru sordum kendisine, mektup geldi niye iade etmedin kardeşim? Milletimizi, yani Türk milletini aşağılayan bir mektup, sen arabanda bayrak taşıyorsun, sarayında bayrak taşıyorsun. Ben Türkiye Cumhuriyeti Devletini temsil ediyorum diyorsun. Sana aptal diyor kardeşim, akıllı ol diyor, yani sende akıl yok, akıllı ol diyor sana, sen bunu nasıl hazmediyorsun? Bunu da sordum. Bunun için de kızdı bana, vay efendim, niye bunu söylüyorsun? Peki, bu milletin şanını, şerefini kim koruyacak Allah aşkına? Yani biz de mi yiyip yutacağız bunu? Biz Cumhuriyet Halk Partisiyiz kardeşim, biz bu tür şeylere pabuç bırakmayız. Biz bunu yiyip yutmayız, bu bizim ağrımıza gidiyor, cevap ver diyoruz. Cevap dahi veremiyor. Neden? Yuları kaptırdığı için, sadece bir şey söylediler, mal varlığını bak göreceksin diyor. Kardeşim, senin mal varlığını ben de biliyorum, bütün dünya da biliyor. Korkma, otur adam gibi ona cevap ver.
Değerli arkadaşlarım, şimdi giderken mektubu beraber götürecek. Çöp sepetindeydi, demek ki değilmiş. Efendim, şunu yaptık. O da değilmiş. Sen cebinde mektup taşıyacak pozisyonda mısın? Bulunduğum makamın ne olduğunu biliyor musun sen, oturduğun makamın önemini biliyor musun? Orada Türkiye Cumhuriyeti Devletinin şanının, şerefinin olduğunu biliyor musun, onu temsil ettiğini biliyor musun? Mektubu cebine koyacak ekiyle beraber götürüp Trump’a verecekmiş. Ama bakın, nasıl? Bakın değerli arkadaşlar, önce ülkelerin, devletlerin egemen eşitliği diye bir kural vardır. Birleşmiş Milletlerin kabul ettiği egemen devletlerin eşitliği, yani her bağımsız devlet bir diğer devletle eşittir, bayrağı öyledir, makamı öyledir, konumu öyledir, Birleşmiş Milletlerde otururken aynı eşitlik kuralına göre oturulur. İster devlet büyük olsun, ister küçük olsun hiç fark etmez, eşitlik, egemenlerin eşitliği kuralı vardır.
Biz bunu ne yapmışız? Birleşmiş Milletlerin bu kuralını biz de kabul etmişiz. Ne zaman? 24 Ağustos 1945’te Resmi Gazetede yayınlayarak Birleşmiş Milletlerin aldığı ve bütün Birleşmiş Milletlere dair bütün ülkelerin kabul ettiği devletlerin egemen eşitliğini kabul etmişiz. 2.1. maddesi: “Teşkilat, yani Birleşmiş Milletler bütün üyelerin egemen eşitliği prensibi üzerine kurulmuştur.”
Kendisine yol gösterdim bu ilkeden yola çıkarak: Bu mektup sana nasıl geldi? Amerika’dan gönderdiler Büyükelçiliğe, Büyükelçi randevu aldı, geldi mektubu verdi. Sen mektubu niye cebine koyup gidiyorsun kardeşim? Çağıracaksın bizim büyükelçiyi Amerika’dan, gel kardeşim diyeceksin, bu mektup Türk milletinin şanı ve şerefine leke düşürmüştür. Bunu asla kabul etmiyoruz, lütfen bunu götür sahibine aynen iade et diyeceksin dedim.
Hayır diyor, ben öyle yapmayacağım diyor. Cebime koyacağım, ekiyle beraber gideceğim diyor, ama bir şey söylüyor, o çok önemli: Macaristan dönüşünde gazetecilerle konuşuyor. Sıra bu konuya gelince şöyle diyor: “Elimizde malum mektup var. Bu mektubu ben Sayın Trump’a takdim edeceğim” Dikkatinizi çekerim, Sayın Trump’a takdim edeceğim diyor. Parantez içinde de diyor ki: “Kılıçdaroğlu bu mektubu ağzına dolamış ya, işte o mektubu götüreceğim Trump’a, Sayın Trump’a takdim edeceğim.”
Yani kendisine aptal diyen, akıllı ol diyen adama takdim edecek. Takdim kavramı nedir? Takdim etmek arz etmek demektir. Bir üst makama, bir büyüğe arz etmek demektir. Osmanlıcaya baktım: “Küçük bir kimseyi yaş, amel, mevki ve takva itibariyle büyük bir kimseyle tanıştırmak.” Beyefendi küçük, daha büyük bir kişinin huzuruna gideceğim diyor takdim ederek. Yine benzer bir açıklama takdim kavramıyla ilgili: “Bir büyüğün önüne geçip bir şey vermek.”
Şimdi şu gerçeği bütün vatandaşlarım bilsinler: Diyelim ki Ankara’ya bir büyükelçi geldi. Neresi olursa, ister Amerika, Rusya, Japonya, Papua Yeni Gine, Avustralya, Fransa fark etmiyor. Şöyle bir haber her zaman olur: Büyükelçi güven mektubunu Cumhurbaşkanına takdim etti. Alır o devletin büyükelçisi güven mektubunu, saraydan randevu alır, gider Cumhurbaşkanının önüne, mektubu eğilerek takdim eder ve sonra oradan ayrılır. Çünkü o bir üst makama, bir Cumhurbaşkanlığı makamına çıkmıştır ve orada bir mektubu takdim etmektedir. Erdoğan diyor ki: “Gideceğim bu mektubu, Türk milletinin şanına ve şerefine hakaret eden mektubu Trump’a takdim edeceğim.” Yani baltayı taşa vurmak budur. Eğer siz Türkiye Cumhuriyeti Devletinde Dışişleri Bakanlığını tamamen devre dışı bırakırsanız, saraydaki bir avuç azınlıkla bu memleketi yönetirseniz, siz bu memleketin şanını ve şerefini koruyamazsınız. Sizin şanla ve şerefle hiçbir ilginiz yoktur. Bu mektubu Trump’a takdim edeceğim diye gideceksen senin bu memlekette yerin de yoktur arkadaş, senin bu memlekete faydan da yoktur arkadaş. Ne demek takdim edeceğim? Ben Trump’ın altındayım diyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti Trump’ın altındadır diyor. Ben önüne eğileceğim, mektubu Sayın Trump’a takdim edeceğim diyor.
Beni üzen ne, biliyor musunuz? Türkiye Cumhuriyeti Devletini temsil eden bir Cumhurbaşkanının bu memleketin şanına ve şerefine bu kadar ağır bir gölgeyi düşürmesidir. Beni üzen budur.
Hepinize saygılar sunuyorum.
23.11.2024
23.11.2024
23.11.2024
22.11.2024