10.01.2023
10.01.2023
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
Bizleri televizyonları başında izleyen saygıdeğer yurttaşlarıma, radyolarında, sosyal medya hesaplarında dinleyen değerli kardeşlerime, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu’ndan sevgilerimi, saygılarımı gönderiyorum, hepinizin selamını Türkiye'nin bütün coğrafyasına gönderiyorum.
Biz demokrasiyi savunduk öteden beri. Biz herkesin inancına, herkesin kimliğine, herkesin yaşam tarzına saygı gösterdik. Çünkü biz Cumhuriyet Halk Partisiyiz. Çünkü biz vatandaşlarımız arasında ayrım yapmayız. Çünkü biz herkesin düşüncesine saygı gösteririz. Çünkü biz kadın-erkek ayrımı yapmayız. Çünkü biz hiçbir çocuğun yatağa aç girmesini istemeyiz. Çünkü biz sadece Türkiye'de değil, dünyada da huzurun olmasını isteriz. Çünkü biz bu ülkenin sokaklarında, caddelerinde, parklarında insanların huzur içinde gezmesini isteriz. Çünkü biz 100 yıllık bir geleneği temsil ediyoruz. Çünkü biz halkın partisiyiz, yani Cumhuriyet Halk Partisiyiz.
Ve biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak demokrasiye inanıyoruz. Demokrasi, olmazsa olmazımızdır. O nedenle temel sloganımız, ikinci yüzyılında, Türkiye Cumhuriyeti'nin ikinci yüzyılında cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırmaktır. Geçmiş 100 yılın acıları var, demokrasiye yapılan darbeler var, askeri darbeler var, sivil darbeler var. Bütün bunlardan artık Türkiye'nin kurtulması lazım. Yeni bir yüzyıla güzelce, gülümseyerek ve huzur içinde girmeliyiz. Dolayısıyla önümüzdeki seçimler, bu bağlamda önemli seçimler. Demokrasiye inanıyorsak, düşünce özgürlüğüne de inanacağız. Siyasal partilerin kapatılması askeri dönemlere ait bir gelenektir, artık demokrasilerde siyasal partiler kapatılmaz. Çünkü hangi siyasi partinin iktidar olup olmayacağını egemen güçler değil, bizzat 85 milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı karar verecektir.
O nedenle demokrasi vazgeçilmezimizdir. Hazine yardımını keserek, o nedenle partileri kapatıp Hazine yardımını kesmek gibi demokrasi dışı uygulamaları asla kabul etmiyoruz ve doğru da bulmuyoruz ve hep beraber diyoruz: Yaşasın demokrasi, yaşasın Türkiye Cumhuriyeti!
Öyle bir noktaya geldi ki, tehdit ediyorlar, gücü elinde tutan tehdit etmeye başlıyor. "Dokunulmazlığınızı kaldırırız" diyorlar. İki milletvekilinin; Ali Mahir Başarır Cumhuriyet Halk Partili, Lütfü Türkkan İYİ Partili dokunulmazlıklarını kaldırmak için komisyonu topluyorlar. Açık ve net söylüyorum; bizim, Cumhuriyet Halk Partililerin, milletvekillerinin, ben dahil dokunulmazlıklarını kaldırmazsanız namertsiniz.
Biz kul hakkı yemedik ki korkalım. Düşüncelerimizden ötürü mü yargılamak istiyorsunuz? Yargılayın... Yolsuzluk yapmadık ki, korkalım. Sizler gibi değiliz, sizlere de benzemek istemiyoruz. Biz alnı ak, tertemiz annemizin sütünü içtik. Bu ülkeye hesap verilecekse hesap vermekten de korkmayız. Bizi dokunulmazlıklarla tehdit edeceklerini sanıyorlar, parlamentonun geleneklerini ayaklar altına alıyorlar. Korkmuyoruz, korkmayacağız, inandığımız yolda kararlılıkla yürüyeceğiz, yürüyeceğiz, yürüyeceğiz...
Değerli arkadaşlarım; daha önce de söyledim Türkiye'nin her tarafından, her meslek grubundan derdi olanlar bir şekliyle: Aman ne olursunuz Sayın Genel Başkan ya bir küçük video çek, ya bir tweet at, bizim sorunlarımızı dile getir. Öyle dile getir ki, bari bazıları da bizim sorunlarımızın olduğunu hatırlasın. Kendisini saraya hapsedip, devlet memurlarını toplayıp, kendisini alkışlattıranlardan bu ülkeye hayır gelmeyeceğini herkesin bilmesi lazım, 85 milyonun da bilmesi lazım.
Ziraat mühendisleri... Onlar da diyorlar ki: "177 yıl önce, 10 Ocak 1846'da İstanbul Yeşilköy'de bulunan Ayamama Çiftliği'nde ilk Ziraat Mektebi kuruldu" diyorlar, tam 177 yıl önce ve 21'inci Yüzyıl'dayız, ziraat mühendislerinin sorunları var. Geçen yıl bir tweet atmıştım, bu yıl o tweet'i kürsüden seslendirmemi istediler, aynen seslendiriyorum: “Sevgili ziraat mühendislerimiz, yaşadığınız tüm sorunları biliyorum. Hiç umutsuzluğa kapılmayın. Bu bereketi topraklarımızda mesleğinizi mutlulukla icra edeceğiniz, meslek gücünüzü coşkuyla kutlayacağımız günler çok yakındır. Dünya Ziraat Mühendisleri Gününüz kutlu olsun.” Evet, bir daha söylüyorum, kutlu olsun.
Efendim, toplumun bilmediği, çok fazla bilmediği bir sorun daha var. PİKTES Projesi diye bir projeyi uygulamaya koymuşlar. Projenin adı yabancı gelmekle beraber açılımı şu: Suriyeli Çocukların Türk Eğitim Sistemine Entegrasyonunun Desteklenmesi Projesi. Bu proje kapsamında sözleşmeli öğretmenler var. Bunlar da diyorlar ki, "bizim derdimiz var" diyorlar. "Biz sözleşmeliyiz ama yılsonu gelince bizi görevden çıkarıyorlar, işten çıkarıyorlar. Yeni yılda tekrar yeniden sözleşme başlatıyorlar, yeni bir sözleşmeyi imzalıyoruz diyorlar. Böylece bize kıdem tazminatı ödememe yollarını arıyorlar." Akıl var, mantık var ya, devlet hile yapar mı ya? Hile yapar mı?.. Devlet hile yapmaz ama saray ve sosyetesi hile yapar. Onların işi zaten hilebazlık. “Nasıl olur da biz bu öğretmenlere, hocalara daha az para öderiz? Kıdem tazminatını nasıl ödemeyiz?..”
Siz de meraklanmayın. Yaptığınız görevi biliyorum, işinizi biliyorum, mücadelenizi biliyorum. Kıdem tazminatını alacaksınız, kadronuzu alacaksınız, seyyanen zamlarınızı alacaksınız. Az kaldı, geliyor gelmekte olan!
Efendim, bugün 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü. Gazeteci arkadaşlarımız da buradalar. Öncelikle kalemini satmayan, haber peşinde koşan, öğrendiği haberi doğrulatan, sonra bunu haberleştiren namuslu bütün gazetecilere hepimizin şükran borcu var. Çünkü doğruları, çoğu zaman olayları, olayların perde arkasını biz çoğu zaman onlardan öğreniyoruz. Onurlu bir gazeteci asla kalemini kiralamaz, asla kalemini satmaz, onuruyla haberini yapar. Eğer bir baskıyla karşılaştığında da baskıdan da çekinmez ve ürkmez, haberini bir gazeteci ideali içinde yazar ve kamuoyunu bilgilendirir. Gazeteciliğin gerçek demokrasilerde dördüncü güç olarak algılanmasının, önerilmesinin, kabul edilmesinin temel felsefesi de budur; toplum adına haber yapmak ve toplumun sorunlarını güce, yani siyasal iktidara doğru aktarabilmek.
Ocak ayının gazeteciliğimiz açısından büyük büyük acılar barındırdığını bilmenizi isterim. Metin Göktepe onlardan biriydi, Uğur Mumcu onlardan biriydi, Hrant Dink onlardan biriydi… Bu gazetecilerimiz farklı tarihlerde ama birer ocak ayında vuruldular, katledildiler. O nedenle ocak ayının bizim demokrasi tarihimiz açısından da, medya tarihi açısından da özel bir önemi var.
Elbette ki basın özgürlüğünün olmadığını biliyoruz, sansür uygulandığını biliyoruz. Doğru haberlere yasak getirildiğini biliyoruz, bütün bunların hepsinin farkındayız. Kalemini satan ama kendilerine gazeteci diyenleri de biliyoruz. Televizyonlara çıkıp AK Parti adına konuşan, kalemini satan, düşüncesini satan, aklını saraya kiralayan sözde gazetecileri de biliyoruz. Ama onlar da meraklanmasınlar; bu ülkeye demokrasi geldiğinde zaten onlar bir daha kalemlerini satmayacaklardır. Kalemini satmayan yürekli gazetecilerin 10 Ocak bayramı kutlu olsun diyoruz, Gazeteciler Günü kutlu olsun diyoruz. Hepsine selamlarımızı, saygılarımızı sunuyoruz.
Evrensel Gazetesi'ne ilan vermiyorlar. RTÜK gibi, Basın İlan Kurumu gibi kendilerinin infaz kurumları var. Bunları da yeniden düzenleyeceğiz, yeniden düzenleyeceğiz. Ahlakı egemen kılacağız, adaleti egemen kılacağız. Evrensel'e, Yeni Asya Gazetesi'ne ilan verilmiyor; Yeni Asya Gazetesi'ne ilan verilmeyen süre 3 yılı aştı. Akıl var, mantık var ya, akıl var, mantık var... Dolayısıyla bunların tamamını değiştireceğiz. Hiç kimse endişe etmesin; bu ülkeye gerçek anlamda demokrasiyi ya getireceğiz ya getireceğiz, bunun mücadelesini vereceğiz.
Tabi güvenlik güçlerimiz de diyorlar, “ne olursunuz bizim de sorunlarımızı dile getirin.” Getireceğim... Buradan bizim için canını veren, bir emirle ölüme giden, bizim çocuklarımız rahat uyusun diye kendi çocuklarının yetim kalmasını göze alan, görev zorluğu bakımından dünyanın en zor mesleğini icra eden kahraman askerlerimize, polislerimize, jandarmamıza, onlarla beraber görev yapan sivil memur ve işçilerimizin tamamına selamlarımızı, saygılarımızı gönderiyoruz ve onlar kadar bu fedakarlığa katlanan ailelerine de selamlarımızı, saygılarımızı gösterip gönderiyoruz.
Öncelikle polislerimiz, jandarmamız ve vekillerimize seslenmek isterim: Polislerimizin, jandarmamızın intiharına yol açan olayları biliyoruz. Bu konuda son derece yetkin araştırmacıların yaptıkları çalışmalar var. Ağır çalışma koşullarının ne olduğunu biliyoruz. Fazla mesainin verilmediğini, yeteri kadar verilmediğini biliyoruz. Bunların farkındayız. Özlük haklarınızın ihlal edildiğini biliyoruz. İkinci şart zulmüne de asla izin vermeyeceğimizi de sizin bilmenizi istiyorum. Emekli polislerimiz var, ilkokul, ortaokul mezunu; onların da intibak haklarını sağlayacağız. Tayinler, terfiler kesinlikle liyakate göre yapılacak. Yazılı sınavda 90 alan bir polisimizin, sözlü sınavda dayısı yok, amcası yok, yeğeni yok, torpili yok diye elenmesine asla ve asla izin vermeyeceğiz.
Ayrıca güvenlik güçlerimizin örgütlenmesine izin vereceğiz; örgütlenecekler ve haklarını arayacaklar, bunu da sağlayacağız. Dolayısıyla polisin intihar ettiği değil, emekli olduğu, çoluğunun çocuğunun hakkını koruduğu bir süreci başlatacağız. Uzman jandarma arkadaşlarıma da sesleniyorum: Uzman jandarma okullarında geçen sürenin hizmetten sayılmasını sağlayacağız, bunu da Bay Kemal'in sözü olarak bir köşeye yazın.
Sözleşmeli uzman çavuşlarımıza sesleniyorum. Sözleşmeli uzman çavuş olmaz, vatan savunmasının sözleşmesi olmaz. Tamamının kadrolu yapacağız ve görevlerinizi de alın teriyle yapacaksınız, izin de alacaksınız, hastalandığınız zaman da hiç bir şey olmayacak size.
Astsubaylarımıza da sesleniyorum, verdiğiniz adalet mücadelesini biliyorum. Bakın bir olay var. "Bombayı imha et" diye emir verene 8 tazminat ödeniyor, bombayı imha ederken şehit olan Esma Astsubaya ise tazminat verilmiyor. Bu garabeti kaldıracağız. Hiç kimse endişe etmesin; Bay Kemal varsa adalet vardır, Bay Kemal varsa demokrasi vardır, Bay Kemal varsa insan hakları vardır, Bay Kemal varsa alın terine değer vardır.
Bütün bunları sağlıklı işleyen bir devlet mekanizmasıyla, bir kamu mekanizması ile yerine getireceğiz. Devletin görevini biliyoruz. Kamu kurumunun da kamu yönetiminin de bir amacı var; toplumda huzuru sağlamak, toplumda güveni sağlamak. Eğer huzuru ve güveni sağlamazsanız, o zaman toplum kutuplaşır, kamplaşır ve iç çatışmalara zemin hazırlayan bir ortama sürüklenir. Türkiye için en büyük risk şu anda budur. O nedenle bütün vatandaşlarıma sesleniyorum: Ne kadar büyük bir haksızlıkla zaman zaman karşı karşıya kaldığınızı biliyorum, bunun farkındayım. Ama sükunetimizi koruyacağız, ama bekleyeceğiz, ama kalbimizin sesini, vicdanımızın sesini dinleyeceğiz. Sandığa gittiğimiz zaman demokrasiden yana, özgürlüklerden yana, insan haklarından yana, haksızlıklara karşı adaleti savunan bir anlayış ile oyumuzu kullanacağız. Böylece saray ve şürekasını, yani saray sosyetesini, beşli çeteleri artık bu ülkeden temizleyip atacağız. Demokrasiyi, insan haklarını, bütün güzellikleri ülkemize getireceğiz.
Bakın, devleti yönetmek aslında can ve mal güvenliğini sağlamaktır, vatandaşın can ve mal güvenliğini sağlamaktır. Devleti yönetmek aslında hukuku ve adaleti sağlamaktır. Eğer siz bunu yapmazsanız, kamuya karşı görevinizi, vatandaşa karşı görevinizi yapmamış olursunuz. Halkın huzur ve güveni var mı? Halk huzur içinde mi? Buradan televizyonları başında, sosyal medya hesaplarında veya radyolarında bizi dinleyen vatandaşlarıma sesleniyorum: Allah aşkına elinizi vicdanınıza koyun ve bir düşünün; ya bu memleket huzur içinde midir? Bu memlekete huzur var mı? Bu memlekette her birimiz yarın sabah neye uyanacağımızı bilmiyoruz, 10 dakika sonra ne olacağını bilmiyoruz. Ekonomide istikrar yok, hayatta istikrar yok, işsizlik almış başını gidiyor; icra daireleri, icra memurları giderek artıyor. Akıl alacak şey değil... Bütün bunlardan Türkiye'nin kurtulması lazım. Bunun için sağlıklı, tutarlı, aklı başında bir devlet yönetiminin, bir iktidarın olması lazım.
Eğer hakim hukukun üstünlüğü ve vicdani kanaatine göre karar vermiyorsa, orada adalet yoktur. Adalet, eğer hakim dediğiniz kişi koltuğunda oturup, cübbesini giyip saraydan gelen talimatı bekliyorsa, o gerçek anlamda bir hakim değildir; iradesini satmış, iradesini ipotek altına aldırmış bir kişidir o. O kişiden adalet beklenmez. Geçen hafta da söylemiştim; sarayın sofrasına oturan hakimin kararından bir hayır gelmez. Çünkü o vicdani kanaatine göre, hukukun üstünlüğüne göre karar veren birisi değildir. O nedenle bu konu bizim açımızdan önemlidir.
Sadece can ve mal güvenliği mi? Sadece huzur mu? Hayır, devleti yönetenlerin halkın refahını yükseltmesi lazım. Yani her birimizin gelirinin artması lazım. Her evde huzurun, her evde bereketin olması lazım. Bunun yolu nedir? Bunun da dünyada bilinen bir yolu vardır. Bizden yeni doğan çocuk dahil toplanan vergilerin -onlar da vergi ödüyor; emzik alırken vergi veriyorsunuz, altına bez alırken vergi veriyorsunuz- toplumun çıkarları için harcanmasıdır. Eğer toplumun çıkarı için değil de birilerinin çıkarı için harcanıyorsa, ülkede refah olmaz değerli arkadaşlarım.
Şimdi bazı rakamlar vereceğim. Bu rakamlar, benim rakamlarım değil; baskı altında tutulan ve o da iradesini saraya ipotek etmiş olan TÜİK'in rakamları. Erdoğan, Cumhurbaşkanı olarak seçildiğinde Türkiye'de kişi başına gelir 12 bin 582 dolardı, 12 bin 582 dolardı. Bugün 2022'de kişi başına gelir 12 bin 582 dolardan, 9 bin 485 dolara düştü. Yani her kişiden 3097 dolar çalındı.
Şimdi şu soruyu geçmişte AK Parti'ye veya Milliyetçi Hareket Partisine oy veren vatandaşlarımın kendi vicdanlarına, ailesine, çoluğuna çocuğuna, kasabına, bakkalına sormasını isterim: 12 bin 582 dolardan, 9 bin 485 dolara kim indirdi, kim indirdi?.. Eğer bu soruyu sormazsanız, çocuklarınızın hakkını savunamazsınız, bayrağınızın hakkını savunamazsınız, vatanımızın hakkını savunamazsınız. Kim yaptı, bu olayı kim çıkardı ve milletin başına bela etti? Yoksulluğun derinleşmesi işte budur, kaynakların beşli çetelere aktarılmasının nedeni budur. Onun için soruyorum; her birimizin dikkatle dinlemesi, dikkatli olması, rakamları, bilgileri yakından takip etmesi lazım.
Bakın geçen hafta Cumhuriyet Halk Partisi Grubu bir kanun teklifi indirdi, en düşük emekli aylığı asgari ücret miktarına yükselsin diye; en düşük emekli aylığı asgari ücret olsun. Reddetti, Ak Parti ve Milliyetçi Hareket Partisi’nin milletvekilleri, reddettiler bunu. Niçin reddediyorsunuz? Ya adı zaten üstünde, asgari ücret... Emekliye ne veriyorsun? Asgari ücret bile vermiyorsun, çok görüyorsun asgari ücreti bile.
Değerli arkadaşlarım; bunu soruyorlar kamuoyuna, vatandaşa: "Siz milletvekili olsaydınız Meclis'te, Cumhuriyet Halk Partisi'nin bu kanun teklifi görüşüldüğünde ne oy kullanırdınız" diye. Kabul oyu verirdim diyenlerin oranı yüzde 83.3. AK Partili seçmene soruyorlar ne oy verdiniz diye, yüzde 72.4. MHP'li seçmene soruyorlar, CHP'nin verdiği kanun teklifine ne oy verirdiniz diye; onun da yüzde 74,5'u evet oyu verirdik diyor. Yani toplumda bir konsensüs var.
Bu, şunu gösteriyor: Cumhuriyet Halk Partisi’nin parlamentoda toplumun yakıcı sorunlarına ne kadar akılcı ve mantıklı bir şekilde yaklaştığını gösteriyor. Toplumun en fakir kesimlerini, en korumasız kesimlerini koruyan partinin adının Halk Partisi olduğunu artık herkes şöyle veya böyle öğrenmeye başladı. Sağlıklı bir yönetimin şartı, toplanan vergilerin halk için harcanması, refah düzeyini yükseltilmesi için şarttır ama aynı zamanda saydamlık da şarttır. Halka hesap verme; bir siyasetçinin onurlanacağı en büyük görev, vatandaştan toplanan vergilerin nerelere harcandığını hesabını vermesidir. Bu onurlu bir görevdir.
Bundan tam 2400 yıl önce Platon şöyle diyor: "Devleti yönetenler mal mülk edinmemelidirler. Devleti yönetenler mal mülk edilmemelidirler. Aksi takdirde devleti korumak yerine mal ve mülklerini korumaya öncelik verirler" diyor. Doğru mu? Aynen doğru. 21'inci Yüzyıl'dayız, 2400 yıl önce gerçeği söyleyen Platon'un sözleri, 21'inci Yüzyıl'ın Türkiye'sinde iktidar tarafından asla dikkate alınmıyor. Mallarını ve mülklerini koruyorlar ve üstlerine yeni mallar, yeni mülkler ekliyorlar. Vatandaşın derdi onların derdi mi? Asla onların derdi değil.
Değerli arkadaşlarım, sonuç?.. Türkiye yönetilmiyor, Türkiye savruluyor. Türkiye'nin sorunlarını benden öğreniyorlar, çünkü halkın arasına çıkamıyorlar. Halkın arasına çıkamıyorlar, evlere giremiyorlar, kadınlara dertlerini anlatamıyor, devlet memurlarını görevlendiriyor. Erdoğan'ın bir mektubu, "ben devlet memuruyum, size getirdim." Senin kadın kolların yok mu? Senin gençlik kolların yok mu? Senin milletvekillerin yok mu? Sokağa çıkamıyorlar, dert dinleyemiyorlar, köşe bucak kaçıyorlar. Kaçacaksınız, sandık gelince dersinizi alacaksınız.
Bakın ben bütün bu gerçekleri bildiğim için emeklinin, işçinin, memurun hakkını korumak için TÜİK'in önüne gittim, yani Türkiye İstatistik Kurumu’nun önüne gittim ben ve milletvekili arkadaşlarımız; gerçeği görsünler, oradaki bürokratlar da saraya itibar etmesinler, gerçek rakamlara itibar etsinler diye. TÜİK'in önüne gittiğimde kıyameti kopardılar: "Vay basıyor musun, vay şöyle mi, vay böyle mi?.." Orada yaptığım açıklamayı aynen bir kez daha okuyorum:
“Cumhuriyet Halk Partisi'nin Genel Başkanı olarak milyonlarca işçinin, emekçinin, memurun hakkını korumak benim temel görevimdir.” Doğru mu? Evet, doğru. “Eğer TÜİK rakamları küçültüyor, bu rakamları doğru diye paylaşıyorsa, memura, işçiye, emekçiye daha az zam vereceğim anlamına gelir. Böyle bir tabloya sessiz kalırsam, ben siyaseti neden yapıyorum? İşçinin, memurun, emeklinin hakkını savunmayacaksam, ben neden siyaset yapıyorum?” Evet, bir daha söylüyorum; işçiye, memura, emekçiye, çiftçiye, dula, yetime hepsine sesleniyorum: Siyaseti sizin için yapıyorum, sizin hakkınızı savunmak için yapıyorum.
Değerli yol arkadaşlarım, televizyonları başında bizi dinleyen saygıdeğer yurttaşlarım; malum beyefendi Tank-Palet Fabrikasına gitti, bir sürü laf etti. Erdoğan, yine bildiğimiz Erdoğan, değişen bir şey yok; sürekli küfür, kıyamet, iftira atmaktan da çekinmiyor zaten. Çünkü cumhurbaşkanlığının ne olduğunu bilmiyor, o makamın ne kadar değerli ve önemli olduğunun farkında bile değil. Mahalle kabadayısı gibi o makama oturulmaz. O makam, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni, bayrağını temsil eden bir makam. O makama küfür etmek yakışmaz, iftira atmak yakışmaz. Ama maalesef üzülerek ifade edelim; Erdoğan, yine bildiğimiz Erdoğan.
Öyle bir noktaya geldi ki, zavallı kendi trolü oldu, emin olun kendi trolü oldu. Ama devleti ne kadar çürüttüğünün bir göstergesi de dün yaşandı. Ben diyordum devleti çürütüyorsunuz, gösterdi... Yalan, dolan, iftiralarını alkışlayan kurmay askerler... Bir daha ifade edeyim: Yalanını, dolanını, küfrünü alkışlayan kurmay askerler...
Şimdi iki şeye halkımızın dikkatini çekmek isterim. Birincisi; biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bize düşeni cesurca yaptık, kan kusup kızılcık şerbeti içtik ama değişmeyi bildik ve başardık. Her değişim önce içerden başlar, sonra dışarıya taşar. İç reformlarımızı yapmayı başardık. Önce biz özgürleştik, sonra da özgürlükçü olduk.
Kolay olmadı bu dostlar; her taraftan şikayetler geldi, inanın hiç kolay olmadı ama önemli olan zoru başarmaktı ve biz zoru başardık. Şimdi Cumhuriyet Halk Partisi, gerçek anlamda halkın partisidir, halkın partisidir, halkın partisidir…
Biz böyle yaptık; statükoyu bıraktık, değişimden yana olduk, değişimi savunduk, özgürlüğü savunduk. Bize oy vermeyen kişiler haksızlığa uğradığında onların yanında olduk, onlarla kucaklaştık. Var olan geçmişteki bütün olayları oturduk, düz mantıkla, aklı başında hepimiz bir şekliyle analiz ettik.
Peki, Erdoğan ne yaptı? Eleştirdiği her şeye, dün eleştirdiği her şeye şimdi bizzat kendisi dönüştü. Korkunç bir tiran oldu. Militarizmin savunucusu oldu. Artık statükocu söylemlerden öteye gitmiyor onun söylemleri. Korkunç yapılarla hizalandı, değişimin önüne büyük bir engel olarak çıktı. Öyle bir sistem kurdu ki, dün beni siyasal olarak eleştirirken, kendisini askerlere alkışlatır oldu. Askerlerin alkışlaması inanın şahsen hiç umurumda değil ama devlet açısından büyük bir çürümüşlük göstergesidir bu. Bir daha ifade edeyim: Askerin beni alkışlamasını asla istemem, böyle bir niyetim de yoktur ama yalan dolan söyleyeni eğer bir asker alkışlıyorsa devletin çürüdüğünü orada görüyoruz. Açık ve net söylüyorum!
Etrafınıza siyaset koridorlarında kariyer devşiren askerler koyarsanız... Bir daha söylüyorum; etrafınıza siyaset koridorlarında kariyer devşiren askerler koyarsanız, elinizde bol yıldızlı, bol apoletli Ortadoğu üniformaları kalır. Unutmayın ki, bol apoletli Ortadoğu askerleri savaşlardan, cephelerden kaçtılar. Kariyerist kafadan asla ve asla hayır gelmez. Onun için komuta kademesi haddini bilsin, siyaset askerin işi değildir! Bir daha söylüyorum, siyaset askerin işi değildir. Herkes haddini bilecek Herkes bulunduğu makamın ne olduğunu anlayacak!
Siyaset mi yapmak istiyorlar? Çıkarsınlar o kutsal üniformayı, hizalansınlar Erdoğan'ı yanına, Perinçek'e de takılsınlar; Erdoğan artık o dünyaların adamı, beraber olsunlar.
Sevgili arkadaşlarım, sevgili halkım; açık söylüyorum, biz değiştik, biz halkın partisiyiz. Biz hangi yanlışları terk ettiysek, artık saray tam odur. Statükocu, anti reformcu, anti özgürlükçü Kenan Evren kafasına geldiler bunların tamamı, Kenan Evren'in hizasındalar.
Son sözüm Bahçeli’ye... Bugün çıkmış bağırıyor; bağır Bahçeli bağır, daha çok bağırırsın. Bir kere şunu net söyleyeyim, Sinan Ateş bizim de evladımızdır. CHP'de ülkücü arkadaşlarımız var. Sinan Ateş, onların da evladı, kardeşi, yol arkadaşları... CHP, rahmetlinin, -net söylüyorum- şehidin hakkını savunacaktır. Açık söylüyorum; Cumhuriyet Halk Partisi, kardeşimizin, şehidimizin hakkını savunacaktır. Bu benim CHP ülkücülerine karşı sorumluluğudur, ben bu sorumluluğumu yerine getirmek zorundayım.
Madem bu kadar bağırıyor, çağırıyor, o zaman daha açık ve net konuşayım. Yanında azmettiricileri barındırıyorsun, teslim edeceksin. Yanında azmettiricileri, cinayete azmettiricileri barındırıyorsun, teslim edeceksin. Mafya ile fotoğraf vere vere yanındaki gençlere yanlış mesajlar verdin. Onlar da mafyacılık oynadı, her şeyi berbat ettiler. Bilmiyor muyuz sanıyorsun? Bir şehit var ortada, bu kan yerde kalmayacak. Kapısına gelen polislere hakaret eden azmettiricileri teslim edeceksin. Bu kadar net söylüyorum. Şimdi çık, istediğin kadar bağır. Cumhuriyet Halk Partisi'nin ciddi bir ülkücü varlığı var ve bu ülkücülerle beraber hareket ediyor. Çünkü ülkücülük vatanseverliktir, biz de vatanseveriz. Onlar ülkelerini seviyorlar, biz de ülkemizi seviyoruz.
Biz Sinan'ın kızlarına adaleti mutlaka ama mutlaka getireceğiz. Bahçeli şunu çok açık ve net bilsin: Tank-Paleti Katarlılara teslim ettiniz, bizler Tank-Paleti alacağız, ordumuza, şanlı ordumuza teslim edeceğiz ülkücülerle beraber. Askeri hastaneleri ordunun elinden aldınız, ülkücülerle beraber askeri hastaneleri alacağız, onu da ordumuza teslim edeceğiz.
Süleyman Şah Türbesi'ni kaçırdılar. Burada bir es vereyim. Süleyman Şah Türbesi'nin bulunduğu toprak, bizim toprağımız. Orada dalgalanan bayrak, bizim bayrağımız. Toprağımızdan kaçtılar, bayrağımızı indirdiler. Bütün ülkücülerle beraber, bütün vatanseverlerle beraber, bütün CHP'liler ile beraber o Süleyman Şah Türbesi'ni toprağımıza götüreceğiz, bayrağımızı dalgalandıracağız ve hep beraber selam duracağız.
“Yabancı askerler Türkiye'ye gelsin, terörle mücadelede yabancı askerler Türkiye'ye gelsin” dediler. Onlardan medet umuyorlar bunlar. Soruyorum Bahçeli'ye, soruyorum Erdoğan'a: Hangi yabancı askerleri terörle mücadele konusunda Türkiye'ye davet edeceksiniz? Alman mı, Fransız mı, Yunan mı, Rusya mı, Amerika mı, Kanada mı, Japonya mı?.. Hangi yabancı askerleri davet edeceksiniz? Şu ana kadar cevap alamadım.
Açık ve net söylüyorum, ülkücü kardeşlerime de söylüyorum: Sizin yeriniz Cumhuriyet Halk Partisi'dir. Milliyetçiyseniz, altı okumuzdan birisi milliyetçiliktir; vatanseverlikse, vatanseveriz. Hep beraber gideceğiz, kanımızın son damlasına kadar mücadeleyse, mücadele edeceğiz. Süleyman Şah Türbesi'ni götüreceğiz, anavatanımıza götüreceğiz, toprağımıza götüreceğiz, bayrağımızı dikeceğiz ve hep beraber selam duracağız. Ne olacak? Erdoğan'la Bahçeli çatlayacak. E çatlasınlar, ne yapalım?
Teşekkür ederim.
21.12.2024
21.12.2024
20.12.2024
20.12.2024