10.05.2022
10.05.2022
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu:
-"Her açıklanan program, ekonomiyi biraz daha kötüye götürüyor. Çünkü "ben ekonomistim" diyen kişinin ekonominin E'sinden anlamadığını hep beraber gördük."
-"Emperyal güçler ateşi elleriyle tutmazlar, maşa kullanırlar. Emperyal güçlerin Ortadoğu'daki maşası Recep Tayyip Erdoğan'dır, bunu herkes böyle bilsin."
-"Türkiye'yi göçmen hapishanesi yaptılar, Avrupalılar rahat etsin diye. Bütün terör bizim başımıza kaldı, vatandaşlarımız perişan oldu, bugünkü tabloyla karşı karşıya kaldık ve bunu da Erdoğan Ak Parti gurubunda itiraf etti. İtiraf ettiği için de teşekkür ederim."
-"11 Mayıs 2013; Reyhanlı'da bir patlama oldu. 53 vatandaşımız hayatını kaybetti. Şehit, sivil şehit bunlar. 53 kişi... Şimdi anne ve babalara, bu sivil şehitler dolayısıyla kaç lira ödeniyor biliyor musunuz? 2022 rakamını vereyim: 270 lira ödeniyor. Diyor ya, 'en dünya lideriyim' diye, en son sırada bile lider olamazsın sen. Lider dediğiniz tutarlı adam olur ya. Lider dediğiniz rüzgar gülü olmaz."
-"Sığınmacılar konusunda hiç bir politika yok. 100 bin kırmızı çizgiydi, ne 100 bini, 3 milyon 600 bin oldu! Denetim yok, başı bozukluk var, kimin ne yaptığı belli değil."
-"Bir kaçak istilası altında ülkemiz, bunu kabul etmek zorundayız. Hayatın bir gerçeği ve görüyoruz. İnsanlarımızın mahalleleri gitti ve gerginlik artıyor, milletimiz burnundan soluyor. Tehlikeli bir gelişme... Gettolar oluşmaya başladı."
-"Erdoğan; bu milletin huzurunu, geleceğini, mahallelerini parayla satan kişidir, tahsildardır yani. Parayı ver, ne yaparsan yap... Tabii bir parantez açalım: Para derken Türk Lirası değil; tabi ya dolar ve avro olacak."
-"İktidarımızda hiçbir yoksul ailenin elektriği asla kesilmeyecek, doğalgazı asla kesilmeyecek, tarihe gömeceğiz bunu."
-"Kılıçdaroğlu’nu davet ettik, gelmiyor demiş beşlilerden biri. Geleceğim, hiç merak etmesinler geleceğim. Beşine birden geleceğim. Lokmasını çaldıkları yoksulların selamını getireceğim. Vallahi de billahi de kaçacak delik bulamayacaklar."
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
Çok teşekkür ederim arkadaşlar. Bizleri televizyonları başında, radyolarının başında, sosyal medya hesaplarından izleyen saygıdeğer yurttaşlarıma Cumhuriyet Halk Partisi Grubu’ndan sevgilerimizi, saygılarımızı gönderiyoruz.
Her birimizin düşünceleri var, her birimizin endişeleri var ama endişelerimizi yok etmek zorundayız. Düşüncelerimizi iyiliğe yönlendirmek zorundayız. Ülkemize huzuru, barışı getirmek zorundayız. Birlikte ama birlikte, beraberce içinde bulunduğumuz karamsar atmosferden Türkiye'yi çıkarmak zorundayız. O nedenle Cumhuriyet Halk Partisi'nin grup toplantıları bir anlamda ülkeye verilen, dünyaya verilen mesajdır. Biz neyi nasıl yapacağımızı, hangi araçları nasıl kullanacağımızı, devleti nasıl yöneteceğimizi geniş kitlelere anlatıyoruz. Çünkü devlet şahsileştirilemez, kişiye indirgenemez. Devlet dediğiniz tüzel kişiliğin bir ülkenin bekası için ne kadar önemli olduğunu sanıyorum bu ülkede yaşayan herkes bilir. O nedenle her birimize ama her birimize düşen sorumluluklar var ve bu sorumluluklar içinde hareket etmek zorundayız.
Değerli arkadaşlarım; 10-16 Mayıs Engelliler Haftası, dolayısıyla engelli kardeşlerim buraya geldiler, onlara yürekten teşekkür ederiz. Onların sorunları var, biliyoruz. Bu konuda bir çalıştay yaptık. Bütün sivil toplum örgütleri, engellilerle ilgili sivil toplum örgütleri, akademik dünyadan insanlar geldiler ve katıldılar. Güzel önerilerimiz var. Engeliler Çalıştayı sonrası hazırlanan bir raporu bütün engelli sivil toplum örgütlerine ve bu konuyla ilgilenen bütün akademik dünyaya göndereceğiz.
Değerli arkadaşlarım, devlet yönetimi şahsileştirilemez dedim. Devletin yönetimini şahsileştirirseniz, yani bir kişinin iradesine bağlarsanız o ülke sorunlardan bir türlü kurtulamaz. İki alanın Türkiye'de şahsileştirildiğini görüyoruz, iki alanın... Bunu hiçbir arkadaşımın, hiçbir vatandaşımın unutmamasını istiyorum. İki alan: Ekonomiyi şahsileştirdik, dış politikayı şahsileştirdik. Ekonomide bir kişi "ben ne dersem, o doğrudur" dedi, dolar aldı başını gidiyor, faizler aldı başını gidiyor. Program üzerine program açıklıyorlar ama bir kişinin programı. Her açıklanan program, ekonomiyi biraz daha kötüye götürüyor. Çünkü "ben ekonomistim" diyen kişinin ekonominin E'sinden anlamadığını hep beraber gördük. O nedenle devlet yönetiminde şahsileştirme olmaz. Devlet nasıl yönetilirdi? Akılla yönetilirdi, bilgiyle yönetilirdi, birikimle yönetilirdi, adaletle yönetilirdi, liyakatle yönetilirdi. Üniversiteyi bitiren herkes apandisit ameliyatı yapacak diye bir kural yok değerli arkadaşlar; o işin uzmanı var, oraya teslim edersiniz. O bile tek başına yeterli değil. O bile ayrışır; kalp damar cerrahından tutun çocuk cerrahisine kadar, göz doktorundan tutun bilmem hangi alana kadar bütün alanlarda yeni uzmanlar yetişiyor ve gelişmenin 21'inci Yüzyıl'daki tanımı; hangi ülke gelişmiştir? Kişi başına geliri artan ülke mi? Hayır, küçük ayrıntılarda iş bölümüne giden ülke gelişmiş ülkedir. Bir daha ifade edeyim: Küçük ayrıntılarda iş bölümüne giden ülke gelişmiş ülkedir. O nedenle her alanın uzmanı var ve her alan giderek kendi içinde yeni alanlar oluşturuyor.
Dış politika şahsileştirildi. Ekonomiyi biliyoruz, hangi noktaya geldi; dış politika da şahsileştirildi. Dış politikada şahsileştirmenin ötesinde bir tehlike daha var: Dış politikayı egemen güçlerin talebi ile yapmaya kalktığınızda, çok daha derin sorunlar yaratıyorsunuz. Bugün geldiğimiz nokta budur değerli arkadaşlarım.
Suriye konusu ve sığınmacılar... Bu konuda iddialıyım, partimiz çok iddialı. En ciddi çalışan, en tutarlı söylemde bulunan, 2011 tarihinden bu yana, yani Suriye'de iç savaşın çıktığı günden bu yana en tutarlı söylemleri bugüne kadar dillendiren tek partinin adı Cumhuriyet Halk Partisi'dir.
Biz komşumuzda olan bir savaşın bize yansımalarının tehlikeli boyutlarını her ortamda dile getirdik. Biz dile getirince bizi suçladılar, egemen güçlerin talebi üzerine bizi suçladılar. Ama bugün tarih diyor ki, Cumhuriyet Halk Partisi doğruları söylemiş. Artık sokaktaki vatandaş da hangi partiden olursa olsun, elini vicdanına koyup vicdanının sesini dinlediğinde "evet CHP doğruları yapmış" diyor. Şimdi kısa bir tarihsel süreç vereceğim. Hep unutuyoruz ama bu olayı unutmamamız lazım. Çünkü daha bu olay çözülmedi. Bakınız, Suriye yönetimiyle savaştan hemen sonra Eylül 2011'de temasa geçtik. "Yanlış yapıyorsunuz, iç savaş Suriye için felaket olur" dedik. Aralık 2012'de muhalefetle temasa geçtik, "oturun, barışın, uzlaşın" dedik. "Sizdeki bir savaşın yansımaları bütün komşularda olumsuz bir tabloya yol açacaktır" dedik daha savaşın başında... Bunlar yapmazken iktidar sahipleri, biz ülkemizi düşündük. Suriye'deki akrabalarımızı düşündük. Oradaki çocukları, oradaki kadınları düşündük. Savaşın acımasızlığını düşündük. Nisan 2012'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne bir genel görüşme önergesi verdik: "Suriye'de bir savaş var ve bu savaşın boyutları büyüyecek. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin iktidar ve muhalefeti dış politikayı milli bir eksene oturtması lazım" dedik. Milli bir eksene, çünkü dış politika milli politika olmak zorundadır. Dış politikada iktidar-muhalefet olmaz. Böyle yetiştik, böyle öğrendik.
Değerli arkadaşlarım; bunların tamamını reddettiler. Şöyle ifade edeyim: Suriye'de olayların çıktığı tarih 2011'den, Mayıs 2022'ye kadar 91 Meclis Araştırma Önergesi verdi Cumhuriyet Halk Partisi Grubu… Her olayın yansımalarını değerlendirmek için ve parlamentonun bilgilendirilmesi için. Beyler parlamentoya gelip bilgi dahi vermiyorlardı, bilgi verme tenezzülünde dahi bulunmuyorlardı. Bu kadar kibirle bir devlet yönetilmez değerli arkadaşlar. 6 genel görüşme önergesi verdik. 336 soru önergesi verildi ve cevap alındı. 336 ama 432 soru önergesine bugüne kadar hala cevap verilmiş değil.
Ne diyorlardı? "Efendim tek adam rejimi olursa her şey çok hızlı olacak" diyorlardı. 432 milletvekili arkadaşımızın verdiği soru önergesine bugüne kadar cevap dahi verilmemiştir. Niçin? Cevabını bilmiyorlar, ne söyleyeceklerini bilmiyorlar. Böyle bir devlet yönetimi hiç olmadı Türkiye'de. İlk kez böyle garip bir tabloyla karşı karşıyayız.
Nisan 2012'de Arap Baharı Konferansı düzenledik İstanbul'da Cumhuriyet Halk Partisi olarak. Arap dünyasının yaşadığı ciddi sorunlar vardı. Biz Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak Arap dünyasının yabancısı değiliz, ortak tarihimiz var, ortak kültürümüz var ve o bölgede bütün yaşananları bilmek zorundaydık. İktidarın yapamadığını yaptık, Arap Baharı Konferansı'nı topladık. Arap dünyasından aktörleri davet ettik, ne oluyor, ne bitiyor oralarda diye.
24 Ağustos 2012'de olaylar büyüdü. Türkiye'nin çözüm üretmesi lazım, çözüm üretemiyor. Bunun üzerine Erdoğan'a bir mektup yazdım. Bir daha ifade edeyim: 24 Ağustos 2012'de Erdoğan'a bir mektup yazdım. Mektupta şunu söyledim: "Sayın Başbakan; -o dönem başbakandı- komşu Suriye'deki gelişmeler, ülkemizin başta güvenliği olmak üzere ekonomisi, sosyal huzuru, turizm ve taşımacılık alanları dahil çok geniş kapsamda artarak, olumsuz etki yapmaya devam etmektedir" diyorum ben ve diyorum ki: "Lütfen hükümet olarak bir Uluslararası Suriye konferansı toplayın Türkiye'de. Bir Uluslararası Suriye konferansı toplayın ve Suriye'de yaşanan dramı masaya yatırın. Birleşmiş Milletler gelsin, bu konuyla ilgililer gelsin, Amerika gelsin, Rusya gelsin, Avrupa Birliği yetkilileri gelsin, İslam Örgütü gelsin... Bütün bunları hep beraber bir araya toplanıp bir uluslararası Suriye konferansıyla bu sorun nasıl aşılır, nasıl aşmalıyız? Bunu görüşün" dedik. Tabii olmadı...
Olmadı ama Erdoğan 5 Eylül 2012'de meşhur lafını söyledi: "Emevi Camisi'nde namazımızı kılacağız" dedi. Düşünebiliyor musunuz? Devlet yönetimindeki şahsileşmeye bakabiliyor musunuz? "Ben her şeyi bilirim, ben her şeyi yaparım, ben her şeye muktedirim" anlayışını görüyor musunuz? Bu anlayış nereye getirdi? Türkiye'yi bugünkü hale getirdi. Devlet yönetiminde şahsileşme olmaz, devlet yönetiminde inatlaşma olmaz, devlet yönetiminde hele hele kibir hiç olmaz. Beyefendi Emevi Camii'nde namaz kılacaktı, 3 milyon 600 bin Suriyeli Türkiye'ye geldi. Şu görüşe bakar mısınız? Şu yanlışa bakar mısınız? Şu sorumsuzluğa bakar mısınız? Ortalıkta geziyorlar... Aklı başında bir insan, bugünkü tablo karşısında milletin huzuruna bile çıkamaz; utanır insan biraz, utanır ya.
O dönem de sorunlar çıktı, yine Suriyelilerle bizim vatandaşlar arasında gerginlikler çıktı benim söylediğim 2013'te. Dedim ki:” Kabahat Suriyeli’de değil. Kabahat sınırı kontrol edemeyen hükümetidir.” Kardeşim Suriyelinin ne kabahati var? Kapıyı açmışsın, "istediğin kadar gel" diyorsun, "silahınla gel" diyorsun, "bombanla gel" diyorsun. İstediğin zaman silahla gidiyorsun, istediğin zaman dönüyorsun. Kabahat kimde? Suriyeli’de değil ki, o imkanı vermişsin... Kabahat sınırı yok edende, sınır kavramını yok edende. Kim? İktidar sahipleri; onları yönetiyorlar ülkeyi, ben yönetiyorum ki.
Şubat 2013'te Sosyalist Enternasyonal üyesiyiz malum; dedik ki: "Mutlaka bir Suriye Çalışma Grubu oluşturun. Sosyalist ülkelerin de sorumluluğu vardır" dedik. Kan akıyor orada dedik, insanlar ölüyor dedik. Çocuklar var, kadınlar var dedik. Bir Suriye Çalışma Grubu oluşturduk yine Cumhuriyet Halk Partisi'nin girişimiyle. Bunların yapamadığını yapmaya çalışıyoruz. Ana muhalefet partisi olmamıza rağmen yapmaya çalışıyoruz. Çünkü biz ülkemizi seviyoruz, komşularımızı da seviyoruz. Kimsenin burnu kanamasın istiyoruz. Nasıl her evde istiyorsak, bütün ülkelerde de huzur isteriz, kavga olmasın isteriz.
Değerli arkadaşlarım; yetmedi ben Mart 2013'te Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-mun'a ayrıca bir mektup gönderdim, olaya dikkatini çektim, Türkiye'deki olaylara dikkatini çektim. Bu Suriye'deki olayın bir an önce durulması gerektiğini söyledim. Savaşın bitmesi gerektiğini söyledim. İnsanları orada ölüyor dedim ve Birleşmiş Milletler’in ağırlığını koymasını istedim. İktidar yapamıyor bakın, Erdoğan yapamıyor bakın ama biz söylüyoruz; bunun yanlış olduğunu ve önlem alınması gerektiğini söylüyoruz. Yeri gelince üfürüyorsun, "dünya beşten büyüktür" diye. Bir mektup yazamadın mı sen? Birleşmiş Milletlere gidemedin mi sen? Orada Suriye'yi masaya yatıramadın mı sen? Yatıramadı, niçin? Patrondan izin alamadığı için, emperyal güçten izin alamadığı için.
Eylül 2013, şunu söylüyorum ben; “Bir devletin sınırları, o devletin namusudur.” Yeni değil, Eylül 2013'te söylüyoruz. Suriye'de sınır var mı? 900 kilometrelik sınırdan kimin girip, kimin çıktığı belli değil. Eylül 2013... Kimin girip, kimin çıktığı belli değil, 900 kilometrelik sınır kontrolsüz bir vaziyette. İnsanlar geliyorlar ellerinde silahlarla, terör estiriyorlar Türkiye'de...
Ve değerli arkadaşlar, göç dalgası geldi... Önce yüzbinler... "Yüzbinler aşmaz inşallah" deniyordu, milyonlar... Milyon, 1 milyon olmadı, 3 milyon 600 bin resmi rakamlar. Tabi bu 5 milyon-6 milyon da olabilir; bilmiyoruz, kimse bilmiyor aslında, ne olup ne bittiğini kimse bilmiyor. Ve gelen sığınmacılar Türkiye'de kalmak istemiyorlardı onlar. Gelişmiş ülkelere gitmek istiyor, Türkiye de ne yapacak? Ekonomisi gelişmiş olan Almanya'ya, Fransa'ya, Hollanda'ya, Danimarka'ya, Kanada'ya, Amerika'ya gitmek istiyorlar ve her birisi Akdeniz'den botlarla Batı'ya gitmeye çalıştı ve Akdeniz bir sığınmacı mezarlığına dönüştü değerli arkadaşlar. Bir çocuk bedeninin dalgalarla kıyıya vurduğu fotoğrafı herhalde hiçbirimiz unutmadık. O fotoğrafın sorumlusu başta oturan kişidir, Erdoğan'dır o fotoğrafın sorumlusu kimse unutmasın. İkincisi emperyal güçlerdir, ona da geleceğim, birazdan ona da geleceğim.
Avrupa Birliği, "bize göndermeyin, önlem alın" diye baskı kuruyorlar. "3 milyar avro vereceğiz size" diyorlar, "sonra gerekirse biraz daha vereceğiz" diyorlar. "Kesin bize göndermeyin, sığınmacılar Avrupa'ya gelmesin." Beylerin rahatı bozulacak çünkü. Ben ne demişim? 12 Mart 2016, AB yetkililerine söylüyorum: "Efendim diyorlar size 3 milyar avro verelim, Suriyelileri siz burada tutun, Afganları burada tutun, Pakistanlıları burada tutun. Sonra isterseniz size 3 milyar avro daha göndeririz." Biz de diyoruz ki, CHP olarak biz de diyoruz ki; “Gerekirse 6 milyar avroyu biz size ödeyelim, sığınmacıları siz tutun orada.”
Evet, rest mi rest! Rest mi rest! Resti çekmesi gereken kişi kim? Ülkeyi yönetenler ama ülkeyi yönetenler rest çekemiyor. Ülkeyi yönetenler bu konuda ciddi ve tutarlı, kararlı adımlar atamıyorlar. 3 milyar avroya insan ülkesini satar mı ya, iradesini satar mı ya? Geri kabul anlaşmasını yapmayın dedik, yanlıştır bu dedik.
16 Aralık 2013; bu konuşmamdan bir süre sonra Avrupa Birliği ile Geri Kabul Anlaşması’nı imzaladılar. Böylece sığınmacılar Türkiye'de kalacak. Sığınmacılar için Türkiye artık Avrupa'nın hapishanesi olacak. Bu hale getirdiler... Şimdi açıklama yapıyor İçişleri Bakanı daha geçen gün: "Avrupa Birliği, Türkiye'nin göçmen deposu olmasını istiyor. Günaydın beyefendi günaydın, dünyadan bu kadar habersiz. İyi de göçmen deposu olmasını isteyen Avrupa Birliğiyse, o anlaşmayı imzalayan zatın adı ne acaba? Onu bir söylesene. Sen şu anda onun emrinde çalışıyorsun. Neden korkuyorsun? Geri kabul anlaşması yanlıştı, bu başımıza bela oldu diye neden söylemiyorsun? Söyleyebilir mi? Söyleyemez, söyleyemez...
Değerli arkadaşlar; yetmedi biz 2016 Haziran'da Göç ve Göçmen Sorunlarını İnceleme Komisyonu ve mülteciler konusunda bir komisyon kurduk. Çok sayıda milletvekili, akademisyenler ve sivil toplum örgütlerinin katılımıyla bu konuyu masaya yatırdık ve güzel, tutarlı, kendi içinde tutarlı olan bir raporu hazırladık ve raporu kamuoyuyla paylaştık. İktidarın yapamadığını, bürokrasinin yapamadığını; yine, tarihin bize yüklediği bir sorumluluk olarak Cumhuriyet Halk Partisi yerine getirdi.
Değerli arkadaşlarım; bir süre sonra Amerika desteğini çekti; Suriye'de Türkiye'ye yönelik desteğini çekti. Tercihini başka yerden yana koydu ve Türkiye'den desteğini çekti. 5 Aralık 2017, Erdoğan konuşuyor. 5 Aralık 2017 tarihi bir itiraftı; bu itirafı da hiçbir arkadaşımın unutmasını istemem. Hafızanızın bir yerinde hep diri tutacaksınız. Tarihi açısından Türkiye'nin yüz karası olan bir cümledir bu cümle. Şöyle diyor: "Ya biz Özgür Suriye Ordusunu Ey Amerika seninle beraber kurduk ya. Bunun adımını senden önceki Obama yönetimiyle beraber kurduk" diyor. Ne demiştim? Emperyal güçler ateşi elleriyle tutmazlar, maşa kullanırlar. Emperyal güçlerin Ortadoğu'daki maşası Recep Tayyip Erdoğan'dır. Bunu herkesin bilmesini isterim.
Evet, Türkiye'yi göçmen hapishanesi yaptılar, Avrupalılar rahat etsin diye. Bütün terör bizim başımıza kaldı, vatandaşlarımız perişan oldu, bugünkü tabloyla karşı karşıya kaldık ve bunu da Erdoğan Ak Parti gurubunda itiraf etti. İtiraf ettiği için de teşekkür ederim.
Değerli arkadaşlarım; 15 Şubat 2018. Dönemin Başbakanı Binali Yıldırım tweet atıyor: "3,5 milyon Suriyeliyi ağırlıyor ve onların her türlü ihtiyaçlarını karşılıyoruz ve onların Avrupa'ya gelmesinin bir anlamda önüne geçiyoruz. Bunu yaparken terör örgütlerinin Avrupa'ya yayılmasının da önüne geçiyoruz" diyor. Tweet atıyor... “Yani terör örgütleri bizde, zaten biz terörle içli dışlıyız. Zaten bizim insanlarımızı öldürüyorlar. Bizden de kimse ses çıkarmıyor. Biz sizin hamiliğinize soyunduk” diyor. “Biz sizin korumalığınıza soyunduk” diyor. Kim? Bu ülkenin başbakanı söylüyor. Akıl var mı ya, aklın kabul edeceği bir olay mı bu? Vicdanın kabul edeceği bir olay mı bu? Hani derler ya, başına belayı nasıl sararsın? İşte böyle ve sardığın belayı nasıl itiraf edersin? İşte böyle... Diyoruz ya Allah büyüktür diye. Biz söylesek kıyamet kopar ama beyler itiraf ediyorlar.
11 Mayıs 2013; Reyhanlı'da bir patlama oldu. Hatırlarsınız derin bir çukur ve o çukurda bir kadın ellerini havaya açmış; fotoğraf hafızamın her zaman bir yerinde duruyor. Değerli arkadaşlarım, 53 vatandaşımız hayatını kaybetti. Şehit, sivil şehit bunlar. 53 kişi... Sorumlusu kim? Günahı kimin boynuna? Suriye'yi bu hale getirenler kim? Emperyal güçlerin taşeronluğunu yapan kim? Şimdi anne ve babalara, bu sivil şehitlere dolayısıyla kaç lira ödeniyor biliyor musunuz? 2022 rakamını vereyim: 270 lira ödeniyor. 270 lira ödeniyor. Diyor ya, "ben dünya lideriyim" diye, en son sırada bile lider olamazsın sen, en son sırada. Ne lideri kardeşim? Lider dediğiniz tutarlı adam olur ya. Lider dediğiniz rüzgar gülü olmaz. Rüzgar gülünden lider olmaz...
Yine sorunları çıkıyor. Gencecik fidan gibi Suriyeliler geziyorlar. Yine ben söylüyorum, Nisan 2017: "Bizim gencecik pırlanta gibi çocuklarımızı El-Bab'a göndereceğiz, Suriye'nin gençleri Türkiye'de volta atacak. Bu benim vicdanıma dokunuyor. Kendi ülkeni seviyorsan; git kardeşim mücadeleyse, mücadelesini yap kendi ülkende. Geliyorsun Türkiye'ye, oradan geliyorsun... Çocuk olsan anlarım, kadın olsan anlarım, kaçtın, geldin derim ve biz kendi evlatlarımızı gönderiyoruz. Evlatlarımız şehit ediliyor.” Bu ülkeyi yöneten kişi şehitlerin hesabını soracağına, koşa koşa gidiyor Putin'in kapısında dakikalarca bekliyor. Dakikalarca...
Bahçeli'ye bir parantez açmak boynumun borcu burada: Sen Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hiçbir zaman devleti yöneten bir kişinin, bir başka devleti yöneten kişinin kapısında dakikalarca bekletildiğini gördün mü? Görmediysen hangi yüzle destek veriyorsun, hangi ahlakla destek veriyorsun, hangi milliyetçilikle destek veriyorsun?
Teşekkür ederim arkadaşlar. Biz bölge sorununun çözülmesini istiyoruz, Ortadoğu'ya barışın gelmesini istiyoruz, Ortadoğu'da artık insan dramının bitmesini istiyoruz. Onun için de proje ürettik. Mayıs 2018'de açıkladığımız seçim bildirgemizde “Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı” kuracağımızı taahhüt ettik. Türkiye, İran, Irak ve Suriye; sonra diğer ülkeler, Mısır'a kadar uzanacak olan ülkeler. Ortadoğu'da barışı sağlamak zorundayız, birliği sağlamak zorundayız, beraber büyümek zorundayız, insan haklarına saygılı bir demokrasiyi birlikte getirmek zorundayız. Güçlü olmak zorundayız. Şahsileştirmek budur. Düşünemezseniz, ne söylediğinizi bilmezsiniz ama tarihin bize yüklediği sorumluluk, biz Ortadoğu politikasında bugünü değil, geleceği de inşa eden, sağlıklı ve tutarlı, geleceği inşa eden projeler üreten tek partiyiz. Bunu da bütün vatandaşlarımın bilmesini isterim.
Değerli arkadaşlar; 28 Eylül 2018. Uluslararası Suriye Konferansını Cumhuriyet Halk Partisi düzenledi. Benim daha önce söylediğim, Erdoğan'a mektupla söylediğim, Suriye konferansını topla dediğim, Uluslararası Suriye konferansını topla dediğim ve reddedilen çalışmayı biz yaptık. Bütün ilgili ülkelerden yetkililer geldiler, akademik kadrolar geldiler. Suriye'den iki taraf da geldi ve biz Uluslararası Suriye konferansını Cumhuriyet Halk Partisi olarak düzenledik değerli arkadaşlarım. 2019'da Suriyelilerle ilgili iki rapor daha hazırladık, kamuoyuyla paylaştık ve Suriyeliler bugün emeği sömürülen bir halk olarak aramızda duruyor; emeği sömürülen, itilip kakılan insanlar olarak aramızda duruyorlar. Bunu da itiraf ediyorlar değerli arkadaşlarım. Acı olanı bu zaten, devleti yönetenler itiraf ediyorlar.
İçişleri Bakanı söylüyor, bizim işverenlere kızıyor: "Fabrikanda Suriyeliyi çalıştır, sömür, sigortasını yaptırma, sonra ayak ayak üstüne at, ne olacak bu Suriyelilerin hali de. 1 milyon insan gidecek. Kim isyan edecek biliyor musun? O iş sahipleri." Senin tanıdığın iş sahipleri, o iş sahipleri değil. Vicdanlı iş sahibiyle, vicdansız iş sahibini ayırmak lazım. İkisinin arasında fark var. Vicdanı olan sigortalı çalıştırır. Vicdanı olan izinli çalıştırır. Sen açıkça diyorsun ki, "biz Suriyelileri çalıştırıyoruz, kaçak çalıştırıyoruz, kayıt dışı çalıştırıyoruz, sigortasız çalıştırıyoruz, vergisiz çalıştırıyoruz, emeklerini sömürüyoruz." Ve bunu da kalkıyorsun İçişleri Bakanı olarak dünyaya ilan ediyorsun, dünyaya ilan ediyorsun.
Değerli arkadaşlarım; böyle bir tabloyla ilk kez karşılaşıyoruz. Bir yetkilinin çıkıp, üstelik en tepedeki yetkin, kaçak çalışmayı önlemesi gereken iktidar "kaçak çalışıyorlar" diyor. Vergi alması gereken iktidar, "bunlar vergisiz çalışıyor" diyor. Sigortalı yapması gereken iktidar, "bunlar sigortasız çalışıyor" diyor, "biz bunları sömürüyoruz" diyor. Kendilerini dünyaya ihbar ediyorlar değerli arkadaşlarım.
16 Eylül 2021'de bir Suriye raporu, sığınmacılar raporu da hazırladık. Bunu da kamuoyuyla paylaştık değerli arkadaşlarım. 8 Ekim 2021; yine bunların yapamadığını yaptım. Ben defalarca söylüyordum.,. En geç 2 yıl içinde bütün Suriyeli kardeşlerimiz davulla, zurnayla, hoşgörüyle, kendi iradeleriyle kendi ülkelerine gidecekler diyordum. Bunu defalarca söyleyince İstanbul'da bulunan ve Suriye'den kaçan bazı siyasi partilerin genel başkanları, sivil toplum kuruluşları, kadın kolları ve sanatçılar dediler ki: "Ey Kılıçdaroğlu, nasıl göndereceksin ya? Gel bize bir anlat." 8 Ekim 2021'de İstanbul'da bunlarla bir toplantı yaptım. Bunların yapamadığını yaptım. Hangi önlemleri alacağımızı, Suriye ile ilişkilerimizi düzelteceğimizi, onların can ve mal güvenliklerini sağlayacağımızı; bu konuda sadece Türkiye'nin değil Birleşmiş Milletlerin sorumluluğu var ve onları da davet edeceğimizi; onlara iş yerleri açacağımızı, yollarını, kreşlerini, okullarını yapacağımızı; ondan sonra da evinize gideceksiniz, okulunuza gideceksiniz, kreşiniz olacak, hastanelerimizi olacak, işiniz olacak. Burada yarı aç yarı tok, asgari ücretin yarısıyla niye çalışacaksınız? Hepsinin söylediği şu: “Bunlar olursa biz gideriz, bizim burada ne işimiz var?” Bunların yapamadığını yaptık biz. Ama biz ana muhalefet partisiyiz, iktidar değiliz. Uyarıyoruz iktidarı, toplan diyoruz, oturun konuşun diyoruz, sorunları çözün diyoruz. Çözmüyorlar değerli arkadaşlarım. Hâlâ uslanmış değiller, hâlâ millete yalan söylüyorlar.
Açıklama yapıyorlar: "İstanbul'a sığınmacı almıyoruz, kesinlikle almıyoruz" diyor. 5 Mayıs 2022, daha yeni sığınmacı almıyoruz diyor. Aynı gün tarihlerde gazetelerde, televizyonlarda -A Haber de dahil, malum havuz medyasının televizyonu- açıklama yapıyor: 1-6 Mayıs tarihleri arasında İstanbul'da 2117 kaçak göçmen yakalandı. Hani almıyordunuz? Bunların alınlarında mı yazıyor? Devleti nasıl yöneteceklerini bilmiyorlar. Devlet nedir bilmiyorlar. "Ben devletim" diye ortaya çıkarsan, devletin ne olduğunu bilmezsin. Kişi, "ben devletim" diyor. "Benim her dediğim kanundur" diyor. "Benim her dediğim geçerlidir" diyor. "Bürokratlar da bana uyumak zorundadır" diyor. Bu anlayışla devlet yönetiliyor.
Yine diyorlar ki bu beyler: "Sınırlarımız Cumhuriyet tarihinin en kontrollü dönemini yaşıyor." Lafa bakın Allah aşkına. Cumhuriyet tarihinin en kontrollü dönemini, bu dönemde yaşıyormuş. Hemen gazetelerden haberler, havuz medyasının gazeteleri... Onları aldım ki, onları okudukları için. 7 Haziran 2020: "Van Gölü'nde 61 göçmen boğularak öldü." Nereden geldi bunlar? Ki Van Gölü de tıpkı Akdeniz gibi göçmen mezarlığına dönmüş durumda. 4 Ağustos 2021: Van'ın Çaldıran ilçesinde TIR dorsesinde 300 düzensiz göçmen yakalandı. TIR'ın içine doldurmuşlar, gelmiş İran üzerinden, götürüyorlar...
15 Mart 2022, yeni... Van Valiliği’nin açıklaması: "Van İl Jandarma Komutanlığı ekiplerince 7-13 Mart 2022 tarihleri arasında 1533 düzensiz göçmen yakalandı" diyor. Hani güvenliydi? Hani cumhuriyet tarihinde ilk kez bu kadar güven içinde sınırlarımız kontrol ediliyordu? Nerde bunlar? “Dilin kemiği yoktur” diye güzel bir atasözümüz var ya, söyle söylediğini; nasılsa birisi inanır diyor. Ama aklı başında olan, hayatı sorgulayan insanlar inanmaz, bir bakarlar gerçekten bu doğru mudur, yanlış mıdır diye. Temel sorun ne? Devleti şahsileştirmek… Ne demektir? Dış politikada dışişleri bakanlarını tamamen devre dışı bırakmak demektir. Eğer dış politikada siz devletin bürokratlarını, büyükelçilerini tamamen devre dışı bırakıp, sarayda oturup bir avuç kişiyle dış politikayı oluşturursanız ve sadece size emperyal güçlerin verdiği talimatları yerine getirmek üzere görev yaparsanız, ülke bu hale gelir. Ülkeyi bu halden kurtaracak olan partinin adı, hiç kimse unutmasın Cumhuriyet Halk Partisi'dir.
Bir gerçek daha ortaya çıktı: Sığınmacılar konusunda hiç bir politika yok, yok öyle bir politika. Bakınız, denetimsizlik var mı? Evet var. Sınırlarda isteyen elini kolunu sallayarak çıkıyor. 100 bin kırmızı çizgiydi, ne 100 bini? 3 milyon 600 bin oldu. Denetim yok. Başı bozukluk var mı? Evet, başı bozukluk var. Kimin ne yaptığı belli değil. Herkes saraya bakıyor. Çünkü hiç kimsenin yetkisi yok. Bir tek yetkili var, o da saraydaki zat. Ne genel müdürün, ne bakanların, ne daire başkanının; hiç birisinin yetkisi yok... Öngörüsüzlük... Hiçbirisinin öngörüsü yok. Öngörü olması için bir insanda akıl olması lazım. Öngörü olması için, sorgulama yeteneği olması lazım. Öngörüde akıl yoksa, sorgulama yeteneği yoksa, öngörü de olmaz zaten. Nasıl kapatıyorlar bu açığı? Şöyle kapatıyorlar: Emperyal güç talimat veriyor "beyler şöyle yapacaksınız" diye, bunlar da paşa paşa o işi yapıyorlar. Ondan sonra da memleket bu hale geliyor.
Plansızlık... Zaten plan yok, memlekette plan yok. Ekonomin planı yok, dış politikanın mı planı olacak? Plansızlık da var zaten. Sığınmacılar konusunda oluşan politikasızlık ve ekonomide yaşanan buhran yan yana geldiğinde, Türkiye derin bir krizin içine adım adım gidiyor. Eğer bugün sığınmacılar konusunda, göçmenler konusunda -hangisi olursa olsun- bir toplumsal tepki oluşmuşsa, bu çok tehlikelidir. Bu tepkiyi kaşımamak lazım, bu tepkiyi sonlandırmak lazım. Memleketi bu hale getirdiler. Memleket bu halde olduğu için Erdoğan saat başı görüş değiştiriyor, saat başı... "Sığınmacıları göndereceğiz”, “hayır göndermeyeceğiz.” “Hayır misafirimizdir”. “Hayır 2 yıl içinde göndereceğiz”, “hayır ev yaptık”, “hayır onlar bizim misafirimiz..." Devlet böyle yönetilir mi Allah aşkına ya?
Akıl yok, mantık yok, bilgi yok, birikim yok, öngörü yok, planlama yok, hiçbir şey yok. Teslim etmişsiniz koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni, istediği gibi oynuyor. Ama milletim unutmasın; bu ülkenin köklü tarihi gelenekleri olan bir partisi var: Adı Cumhuriyet Halk Partisi. Bu ülke sahipsiz değildir. Biz birbirimize muhtacız. Söylüyorum sevgili halkım, biz birbirimize muhtacız. Biz kenetlenmek zorundayız, beraber olmak zorundayız, birlik olmak zorundayız, yaşanan bu tabloyu tersine çevirmek zorundayız. Bunu yapacağız değerli arkadaşlar.
Şimdi Afgan sığınmacılar; biraz o konuda bilgi vereyim değerli arkadaşlarım. Belucistan üzerinden Türkiye'ye geliyor önce İran'a. İran'da bunlar uzun kilometreleri parası olanlar arabayla, olmayanlar yürüyerek geliyorlar Tahran'a. Tahran'da Azadi Parkı'nda buluşuyorlar bunlar. Sonra buradan 3 merkeze yönlendiriliyor bunlar. Merkezler Kavoy, Urumiye ve Tebriz dolaylarındaki üç merkez. Burada bunlar misafir ediliyorlar ve bir süre sonra bunlar 30'ar, 40'ar kişilik gruplar halinde Türkiye'ye gönderiliyorlar. Sınırlarımız sağlam diyorlar. Bu ne peki? Bu tablo ne? Bu tabloyu ben bilmiyorum sadece; bu devletin yetkilileri biliyor bu tabloyu. Nasıl geldiklerini de biliyor. Tamamı erkek ve genç, nasıl oluyor da bunlar geliyorlar değerli arkadaşlarım? 3 büyük şebeke bu organizasyonu yapıyor. Bu 3 büyük şebeke aynı zamanda insan kaçakçılığı yanında esrar, eroin, neyse uyuşturucu kaçakçılığını da bunları yapıyorlar. Siyasi gücü olmadan insanların 30'ar, 40'ar gruplar halinde Türkiye'ye insan sokmaları, kaçakçılık yapmaları mümkün mü? Van'dan İran sınır kapısına gittim, yetkililerle görüştüm. Buradan kaçak geçen var mı? "Hayır mümkün değil, pasaportu olmayanları zaten sokamayız" diyorlar. E peki dağlardan? "Bir karakol diğerini görüyor. Zaten kuş uçsa tespit ederler.” Peki, kuş uçsa tespit ediyorlar da, nasıl oluyor da TIR'larla dorseler içinde 10'ar kişilik, 20'şer kişilik, 30'ar kişilik insanlar geliyorlar Anadolu'ya, Türkiye'ye geliyorlar? Ne diyorduk? Devlet yönetilmiyor. O nedenle ben 4 soru sormuştum. Sığınmacıların gerçek kimlik bilgilerini ispatlamalarını talep ettiniz mi? Cevap yok... “Neden vatandaşlık dağıtıyorsunuz? Neye hazırlanıyorsunuz?” dedim, cevap yok. “Vatandaşlık verirken güvenlik soruşturması yapıyor musunuz?” dedim, cevap yok. “Sınırlarımızdan kaçak geçişlere bilerek neden izin veriyorsunuz?” dedim, ona da cevap yok.
Değerli arkadaşlarım, televizyonları başında bizleri dinleyen sevgili vatandaşlarım, değerli yol arkadaşlarım; bir kaçak istilası altında ülkemiz, bunu kabul etmek zorundayız. Hayatın bir gerçeği ve görüyoruz. İnsanlarımızın mahalleleri gitti ve gerginlik artıyor, milletimiz burnundan soluyor. Tehlikeli bir gelişme... Gettolar oluşmaya başladı. Gidin İstanbul'da gettoları var, Ankara'da gettolar var, Adana'da gettolar var; Kilis'te, Gaziantep'te, Şanlıurfa'da, İzmir'de gettolar var ve buralar birer bomba gibi, her an ne olacağı belli değil. Bu problemi sağduyuyla ve akılcı politikalarla çözmek zorundayız. Ülkemizi seviyorsak, insanımızı seviyorsak sağduyu ve akılcı politikalarla çözmek zorundayız. Aynı zamanda sorumlu bir siyaset yapmak zorundayız, sorumsuzca davranmak asla doğru değil. Gerginliğin arttırılmasının bu ülkeye hiçbir faydası yok. Gerginliği arttırmayacağız... İki yılda göndereceğim vaadim vardı, o baki, duruyor bir yerde; 2 yılda göndereceğiz. O konuda hiç kimsenin endişesi olmasın.
Bunu zaten yıllardır söylüyorum. Suriyelilere de anlatım, herkese de anlattım nasıl göndereceğimizi. Cumhuriyet Halk Partisi, köklü bir partidir değerli arkadaşlarım. Az önce söyledim; Suriye'de iç savaşın başladığından bugüne kadar en sorumlu davranan, toplumu uyaran, kitleleri uyaran, dışarıyı uyaran, iktidarı uyaran, başbakanı uyaran, onların yapmadıklarını yapan, uluslararası toplantılar düzenleyen, bölgesine barışın gelmesini isteyen tek parti Cumhuriyet Halk Partisi'dir. Bunu herkesin bilmesini isterim.
Dolayısıyla görüşümüz gayet nettir: Gidecekler, herkes bilsin. Farklı kesimler farklı görüşler ileri sürebilirler ama bizim görüşümüz çok açık, çok net: 2 yıl içinde Allah'ın izniyle gidecekler, göndereceğiz.
Ama bir şey daha var. Ne dedik? Sorumlu siyaset yapmak zorundayız. Bu süreçte milletimizin tertemiz alnına ırkçılık lekesi asla sürdürmeyeceğiz, ırkçılık olmayacak, asla ırkçılık olmayacak. Bu nedenle asla kayıkçı kavgalarına dahil olmayacağız, kayıkçı kavgalarına asla dahil olmayacağız.
Bizim bildiğimiz, dünyanın da bildiği, herkesin de bildiği, vicdan sahibi olan herkesin de bildiği iki suçlu var. Suçlulardan birisinin adı Recep Tayyip Erdoğan'dır, herkes bunu bilmeli. Avro yüzünden bu memleketin, bu milletin mahallelerini sattın, gettolar öyle oluştu. Para yüzünden, Avrolar yüzünden... Bir de Avrupa'ya seslenirken ne diyor? Bakın değerli arkadaşlar şuradan okuyayım size: "Avrupa halkları huzur içinde yaşıyorsa, Türkiye sayesindedir" diyor. Tweet atıyor... Ya akıl alacak şey değil bu. Yani akıl alacak şey değil. Parayı ver, ne yaparsan yap... Ya Türkiye sömürge ülke mi Allah aşkına ya. Yine Bahçeli için bir parantez açalım: Ne diyorsun sen buna? Ne diyorsun sen buna?
Değerli arkadaşlarım; Erdoğan bu milletin huzurunu parayla satan kişidir. Bu milletin huzurunu, bu milletin geleceğini, bu milletin mahallelerini parayla satan kişidir, tahsildardır yani. Parayı ver, ne yaparsan yap; parayı ver, ne yaparsan yap... Tabii bir parantez açalım: Para derken Türk Lirası değil; tabi ya dolar ve avro olacak. Tabi öyle Türk Lirası'na tenezzül etmiyor beyefendi, onlarla ilgisi yok. Sordum, yine soruyorum: Bu memleketin, bu milletin mahallelerini kaça sattın arkadaş? Çık, bu millete hesap ver. Avrupalılar rahat etsin diye bu ülkeye terörü getirdi. Avrupalılar rahat etsin diye bu ülkede sığınmacılara gettolar oluşturdu. Avrupalılar rahat etsin diye bu ülkenin dokularıyla oynadı. Çık bunun hesabını ver diyorum. Eğer sen gerçekten ülkeni seviyorsan ve sen gerçekten de bu sorunu çözmek istiyorsan, çık önce bunun hesabını bu millete bir ver. Verir mi? Veremez arkadaşlar, veremez.
Bu ne demektir? Bir kişinin, devleti yöneten bir kişinin parayla satın alınması demektir. Parayı verdim, sen bunları tutacaksın... Burada ne demektir bu? Seni satın aldım. Başka bir şey yapamaz. Geri kabul anlaşmasını neye göre imzaladın? Parayı verdi, sen de imzayı bastın. Bir ülkeyi yöneten kişi emperyal güçler tarafından parayla satın alınıyorsa, onun bu ülkeye ne faydası olabilir Allah aşkına? Ne faydası olabilir?
İkinci suçlu, Avrupa Birliği; beyler oturuyorlardı yerlerinde. Bunu burada söylemedim ben, Avrupa Birliği'nde de söyledim, yetkililerin önünde de söyledim. Suriye'de kan gövdeyi götürüyor, insanlar birbirlerini öldürüyor; çocuklar, yaşlılar, herkes perişan vaziyette; milyonlarca kişi ülkesini terk etmiş, beylerin kılı bile kıpırdamıyor. Ne zaman kıpırdadı? Türkiye'den sığınmacılar gidince, vay efendim bunlar nereden geldi? Nerden gelecek kardeşim, bunlar gelişen ülkeye gidiyor. Türkiye de ne yapacak bunlar? Aç, sefil kalıyorlar. Sen demokrasi diyordun, insan hakları diyordun; neden bunları peki kabul etmiyorsun? Neden Suriye'de iç savaş bitsin diye mücadele etmedin? Neden sen bir Uluslararası Suriye Konferansı toplamadın? Bunları yapmadılar. İkinci suçlu bunlardır değerli arkadaşlar ama şunu ifade edeyim, hiç kimse merak etmesin. Ne söyledik? Geliyor gelmekte olan. Çözeceğiz, kararlılıkla çözeceğiz bunu, çözeceğiz... Hani şuna kapılabilirler: "Efendim tahsildarı ucuza kapattık, 3 milyar avro verdik, mesele bitti. Yeni gelen birisi, ona da bir 3 milyar..." Yok kardeşim, yemezler. 3 milyar değil, 53 milyar da versen yok kardeşim. Bu ülkenin itibarını kimseye sattırmayız.
Hiç kimse unutmasın; yeni iktidar döneminde bu ülkenin tahsildarı değil, bu ülkenin geleceği için canını vermekten vazgeçmeyecek bir kişi olacaktır.
Teşekkür ederim arkadaşlar. Tabi şunu yapacağız: İran'dan gelenleri doğru İran'a göndereceğiz. Orada sorun yok, kaçaklar doğru oraya. Ama Suriyeli sığınmacıları kendi bölgelerine göndereceğiz. Gidecekler yolunu, köprüsünü yapacağız, parayı da Avrupalılar verecekler. Rahat etmek istiyorsan, kendi ülkende huzur içinde yaşamak istiyorsan, Ortadoğu'ya yönünü döndüreceksin. Gidecek; yollar, köprüler, okullar her şey yapılacak. Can güvenlikleri sağlanacak, Birleşmiş Milletler gerekirse devreye girecek. O insanların her türlü güvenliği sağlanacak ve biz bunu yapacağız değerli arkadaşlarım. Öyle onların önünde, "ya şuradan 3-5 milyar avro atalım, bunlar da nasıl olsa bu işi idare ederler." Böyle bir dönem bitecek, artık bitecek. Böyle bir dönem bu ülkenin gündeminden artık bir daha hiç olmayacak değerli arkadaşlarım. O nedenle biz kayıkçı kavgası değil, ülkenin sorunlarını çözmek için ciddi, tutarlı, ahlaklı söylemleri geliştiriyoruz. Ne söyledim? 2011 yılından bu yana ne söylediysek tamamı doğru; bir Allah'ın kulu çıkıp şu söylediğiniz yanlıştır diyemez.
Biraz da gülelim: Efendim, malumunuz yaklaşık 4 milyon abonenin elektriği kesilmişti. Biz de bir farkındalık yaratalım ve bu abonelerin elektriği kesiliyor ise bu insanlar fakir fukara insanlar. Bunların seslerinin duyulması lazım. Biz de paramızı ödemedik, elektriklerimiz kesildi. Eşimle beraber bir hafta biz de karanlıkta oturduk. Sağ olsun komşularımız her türlü yardımı yaptılar, geldiler, yemeklerimizi getirdiler; sohbetler, çaylar, şunlar, bunlar geldi, gençler geldi, gençlerle sohbet ettik ve dolayısıyla elektriği kesilen insanların dramını Türkiye'de herkese bir anlamda duyurmuş olduk. Onların sözcüsü rolünü üstlendik. Bu bireysel bir direnişti ve bu direniş büyük ölçüde amacına ulaştı. Ziyaret ettiğimiz yerlerin elektriklerini hemen bağladılar. Ben çıkıp şunu söyledim: Eğer siz benim ziyaret ettiğim yerlerin elektriğini hemen bağlıyorsanız, vallahi 4 milyon aboneye gideceğim elektriklerini bağlayın diye.
Bunun da önlemini alacağız. İktidarımızda hiçbir yoksul ailenin elektriği asla kesilmeyecek, doğalgazı asla kesilmeyecek, tarihe gömeceğiz bunu.
Efendim ben bunlarla uğraşırken ve bu kesintileri devletin sağladığı imkanlarla, Erdoğan'ın sağladığı imkanlarla 5'li çeteler bunu yaparken ve ben sinirlenirken 5'li çetelere, bir gazeteci arkadaşım, Cengiz Holding'in meşhur patronu ile bir söyleşi yapıyor. Beyefendi diyor ki: "Kılıçdaroğlu'nu davet ettik, gelmedi" diyor. Kılıçdaroğlu gider mi? Asla gitmez. Kılıçdaroğlu'nu sen ne zannediyorsun kardeşim? Kılıçdaroğlu 5'li çetelerin değil, milyonların adamıdır, milyonların sözcüsüdür, 4 milyon elektriği kesilen abonenin sözcüsüdür kardeşim. Sen Kılıçdaroğlu'nu ne zannediyorsun?
Ben bu ülkenin fakiri, fukarası için bu ülkede işsizlerin, bu ülkede çiftçilerin, bu ülkede emekçilerin sözcülüğüne soyunurken sen, "Kılıçdaroğlu'nu bekledim, gelmedi" diyorsun. Geleceğim ama geleceğim… Geleceğim. Ama sadece birisine değil, beşinize birden geleceğim, beşinize birden geleceğim!
Ne zaman geleceğim? Seçimlerden sonra geleceğim. Seçimlerden sonra elektriklerini kestiklerinizin, helal lokmasını ağızlarından aldığınız vatandaşların hakkını hukukunu sormak için geleceğim! Yemin olsun ki, kaçacak delik bulamayacaksınız, kaçacak delik!
Teşekkür ederim arkadaşlar.
22.11.2024
22.11.2024
22.11.2024
22.11.2024