17.07.2018

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU (17 TEMMUZ 2018)

Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:



Sevgili gençler teşekkür ederim, beni dikkatle dinlemenizi istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, saygıdeğer milletvekilleri, aramızda bulunan saygıdeğer konuklarımız misafirlerimiz; hepiniz hoş geldiniz. Seçimlerden sonra kamuya açık ilk grup toplantısını yapıyoruz. Hepiniz hoş geldiniz, onur verdiniz.
ENİS BERBEROĞLU’NU DERHAL SERBEST BIRAKMALARI GEREKİYOR
Efendim aramızda bir arkadaşımızın olması gerekiyordu, Enis Berberoğlu. Enis Berberoğlu şu anda hapiste. Hiçbir suçu yok, bir siyasal tutsak olarak hapiste tutuluyor. Yargının iflas ettiğini gösteriyor bir başka anlatımla. Enis Berberoğlu 399 gündür hapiste. Seçimler oldu, öncesinde Sayın Berberoğlu da savcılığa başvurdu. Savcılıktan kâğıdını aldı “milletvekili olabilir, herhangi bir suç yoktur” diye. Sonra Yüksek Seçim Kuruluna gidildi. Yüksek Seçim Kurulu da dedi ki, herhangi bir sorun yok, milletvekili olabilir. Seçimler yapıldı ve Enis Berberoğlu İstanbul milletvekili olarak seçildi, milletin iradesiyle seçildi. 399 gündür hapiste ve Yargıtay’da dosyasına bakılmıyor. Niçin bakılmıyor, hangi gerekçeyle bakılmıyor? Anayasanın 83.maddesi açık, geçici madde 20.maddesi açık, derhal oturup karar almaları ve Enis Berberoğlu’nu serbest bırakmaları gerekiyor; dokunulmazlık kazandı çünkü. Eğer diyorlarsa ki, Anayasanın 83 ve 20.maddesi açık değil, o zaman kanun yapıcının amacına bakılır. Komisyonda “yeniden seçilen milletvekili dokunulmazlık kazanır” diye komisyon başkanının açık ve net ifadesi var. O zaman hangi gerekçeyle Enis Berberoğlu şu anda hapiste, neden aramızda değil, hangi gerekçeyle aramızda değil?
SAYIN BERBEROĞLU’NUN İÇERİDE KALDIĞI HER DAKİKA BİR HUKUKSUZLUK ÖRNEĞİDİR
Anayasanın 138. maddesini okuyorum: “Hâkimler görevlerinde bağımsızdırlar, anayasaya kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz.” Bu kadar açık ve net, ama bu kürsüde geçen yasama döneminde hâkimlere talimat verildiğini ve telkinde bulunulduğunu belgeleriyle açıklamıştık. Şimdi sormak istiyorum; vicdani kanaatinize göre, hukukun üstünlüğüne göre mi karar vereceksiniz, yoksa sarayın telkinlerine göre mi karar vereceksiniz? Yargıya en büyük itibar kaybını yargı mensupları veriyor. Yargıcın yani hâkimin hukukun üstünlüğüne göre karar vermesi lazım. Sayın Berberoğlu’nun içeride kaldığı her saat her dakika bir hukuksuzluk örneğidir. Ve ilgili yargıçlardan özellikle istirham ediyoruz, yargıya gölge düşürmeyin ve gereğini yapın, beklemeden gereğini yapın.
EREN ERDEM NİYE KAÇSIN, SUÇLU DEĞİL Kİ
Eren Erdem diğer milletvekilimiz, şu anda milletvekili değil eski milletvekilimiz. Milletvekiliyken hakkında soruşturma açılmıştı, açılabilir. 29 Haziran’da gözaltına alındı ve tutuklandı. Normalde davası ne zamandı? 19 Eylül 2018’de. 19 Eylül’den 29 Haziran’a alındı, erkene alındı. Niçin, hangi gerekçeyle, nereden talimat aldılar, kimden talimat aldılar? Efendim Eren Erdem yurtdışına kaçabilir. Dokunulmazlığı kalktıktan sonra tam 38 kez yurtdışına gitti ve geldi. Kaçsaydı o zaman kaçardı. Ayrıca Eren Erdem niye kaçsın, suçlu değil ki. Suçsuz bir insan kaçar mı? Kaçması demek, “ben suçluyum” mesajını vermek demektir. Dokunulmazlığı kalkıyor, duruşması Eylül ayında, erkene alıyorlar “kaçabilir” gerekçesiyle tutukluyorlar. Ne diye tutukluyorlar? Efendim “FETÖ üyesi olmamakla beraber, işte iltisak” filan bir sürü laflar var orada. Eren Erdem’in yazdığı kitapların tamamı, FETÖ terör örgütünün Türkiye için ne kadar tehlikeli olduğunu anlatmaktır. Dokuz kitabı var. Türkiye’de yargının hangi noktaya geldiğini görmek için bu örneği verdim. Gerekçe neye dayanıyorlar? Gizli tanık... Karşı Gazetesi çıkarırken, o dönem Karşı Gazetesinde çalışıyor milletvekili değil, Karşı Gazetesinin sahibi bir mesaj gönderiyor, cep telefonuyla bir mesaj gönderiyor Eren Erdem’e. Şunu söylüyor: “Bana Turgay Oğur vasıtasıyla ulaştılar, vergi borçlarımı kapatacaklar, senin hakkında bazı suçlamalar yapmamı istiyorlar.” Bu mesaj geliyor, bu mesaj açıklanıyor, efendim sen niçin gizli tanığı açıkladın. Gizli tanık açıklandı, adam zaten söylüyor.
FERİŞTAHINIZ GELSE GERİ ADIM ATMAYACAĞIM
Yargının içinde bulunduğu perişan hali ben hepinizin bilgisine sunuyorum. Ortada yapılan bir yargılama yok, ortaya yapılan bir yargısız infaz. Ama hiçbir hâkim unutmasın, hiçbir hâkim unutmasın! Nereye giderseniz gidin, sizi izlemek takip etmek ve teşhir etmek benim boynumun borcudur.
Sanıyorlar ki biz böyle baskı kurdukça, milletvekillerini hapse attıkça, tazminat davaları verdikçe, ağır para cezaları verdikçe Kılıçdaroğlu geri adım atacak. Sizin feriştahınız gelse geri adım atmayacağım. Her ortamda ve her yerde hakkı hukuku ve adaleti savunacağım. Dava benim şahsi davam değil, tüyü bitmemiş yetimin davasıdır bu dava. Adalet istiyoruz, hakkı ve hukuku istiyoruz. Adaleti çiğneyeceksin, yargıç eliyle çiğneyeceksin, cübbeni çıkaracaksın geleceksin buraya, sana nasıl ders verilir ben sana göstereceğim.
Anayasa Mahkemesi kararını uygulamayan, “Anayasa Mahkemesi de kimdir?” diyen hâkimi Yargıtay’a atadılar. Yargıtay için yüzkarasıdır. Peki, yarın birisi de çıkıp “ben Yargıtay kararını da uygulamıyorum” derse ne olacak? Hukuksuzluğu hukuk kültürü olarak bize yutturmaya çalışıyorlar. Türkiye’nin geldiği durum budur ve hepimizin bu konuda son derece dikkatli davranması lazım ve bunu bütün herkese anlatmamız lazım. Adaletin olmadığı bir ülkedir Türkiye, adalet yok.
TREN KAZASINDA HAYATINI KAYBEDENLERİN VE YARALANANLARIN HAKLARINI ARAYACAĞIZ
Değerli arkadaşlarım, Tekirdağ Çorlu’da bir tren kazası yaşadık. 24 vatandaşımız hayatını kaybetti, 318 de yaralımız var. Derhal bölgeye Genel Başkan Yardımcımız Faik Öztrak’ın başkanlığında bir heyet görevlendirdik, bütün bölge milletvekilleri oraya gittiler. Araştırmalarını yaptılar, bir rapor hazırladılar. Yarın bu raporu Çorlu’da kazanın olduğu alanda kamuoyuyla paylaşacağız, ama önce şunu ifade etmek isterim. Ulaştırma Bakanı hemen bir açıklama yaptı, “aşırı yağışlar nedeniyle menfez ile ray arasındaki toprağın boşalmasından” kazanın kaynaklandığını açıkladı. Zaten fotoğraflarda da görülüyor durum. Menfezle ray arasındaki açıklık aşırı yağıştan değil, o toprağın yeteri kadar baskılanmamasından kaynaklanıyor. Menfez var zaten orada. Diğer yerlerde değil de niye orada? Bütün bunların araştırılması lazım. Önümüzdeki süreçte konuyu Türkiye Büyük Millet Meclisine getireceğiz bütün ayrıntılarıyla araştırılmasını isteyeceğiz; hem hayatını kaybedenlerin, hem yaralananların haklarını arayacağız. Bu bağlamda Tekirdağ Büyükşehir Belediye Başkanımıza ve onun ekibine, kaza yerinde bulunan yakın çevrede bulunan üç köy –şimdi mahalle oldu- Sarılar Mahallesine, Balabanlı Mahallesine ve Kırkkepekli Mahallesinin sakinlerine yürekten teşekkür ediyoruz. Onlar traktörleriyle gittiler, ambulans gelmeden önce olaya müdahil oldular ve pek çok sorunu çözdüler.
O PANKARTLARDA ŞİDDET, HAKARET YOKTUR; ODTÜ’LÜ ZEKÂSI VARDIR
Değerli arkadaşlarım, adalet yok diyoruz, hukuksuzluk var diyoruz, hukukun üstünlüğü yok diyoruz. Orta Doğu Teknik Üniversitesinin bir geleneği vardır. Her yıl diploma törenleri yapılır, mezun olanlar diploma töreni sırasında yürürler, ellerinde ya karikatürler veya vermek istedikleri mesajlar vardır, birer pankartla onları bir şekliyle kamuoyuna yansıtırlar, velileri karşıda çocuklarını büyük bir özgüvenle ve gururla izlerler. Orta Doğu Teknik Üniversitesinin özelliği, Türkiye’nin en önemli üniversitelerinden birisi olmasıdır. Gelenekleri vardır, laboratuvarı vardır, teknoparkı vardır, kamuda ve özel sektörde çalışan binlerce Orta Doğu Teknik Üniversitesi mezunu vardır ve bunlar başarıyla her alanda, özel sektörde de kamuda da başarıyla görev yapıyorlar. Dolayısıyla Orta Doğu Teknik Üniversitesinde öğrenci olmak başlı başına bir ayrıcalıktır. Orta Doğulular taşıdıkları pankartlarda ki; o pankartların hiçbirisinde şiddet yoktur, hakaret de yoktur, ama ODTÜ’lü zekâsı vardır. O zekânın da farkına varmak için ayrıca zeki olmak gerekiyor. Zeki değilsen, onun farkında değilsen ben sana ne söyleyeyim kardeşim, ne söyleyeyim ben sana? ODTÜ’lülerin bir başka özelliği var, herkes birbirine “hocam” der, öyle bir geleneği vardır; çaycısı da hocam der, rektörü de hocam der, kantincisi de hocam der. Çünkü kimse kimseden üstün değildir ve herkesin birbirinden öğreneceği şeyler vardır. Bu felsefeyle herkes birbirine “hocam” der ve ODTÜ’lüler hiçbir zaman “reis, başkan” diye lafları asla kullanmazlar. Çünkü ne reise tahammül ederler, ne de başkana tahammül ederler, onlar herkesin aynı kültüre sahip olması gerektiğine inanırlar.
Değerli arkadaşlarım, Penguen Dergisinde 13 yıl önce yayımlanan bir karikatürü taşıyor öğrenciler, adı “Tayyipler Alemi”; efendim neden bunu taşıdınız, cumhurbaşkanına hakaret ettiniz. 13 yıl önce yayımlanmış Penguen Dergisinin kapağında. Yargılanılmış, beraat edilmiş. Bakın beraat kararında ne diyor? Güzel şeyler söylemiş aslında, kararı veren hâkim hukukun üstünlüğüne göre karar vermiş, belli oluyor zaten. “Kişinin düşünce ve fikirleri olumlu değil, olumsuzu da içerebilir. İncitici, aykırı ve endişe yaratıcı da olabilir. Önemli olan değerli yargılarına ilişkin düşünce ve fikirlerin serbestçe ifade edilebilmesidir. Bu da zaten Anayasanın bir gereğidir. Çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereği olduğu için, demokratik toplumun temel taşlarından biri, hatta en önemlisi düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüdür” diyor hâkim kararında, bu karikatürle ilgili karar verirken. Ve devam ediyor: “Toplumun etkileme ve ileriye götürme gücüne sahip olan davacının –yani Erdoğan’ın- gücün var diyor, sen toplumu etkileme ve ileriye götürme gücüne sahipsin. Sahip oldukları güç nispetinde eleştiriye açık olması ve bu eleştiriye katlanması gerekir” diyor. “Bu nedenle karikatürlerin hakaret amacı taşımadığı, kişilik haklarını ihlal etmediği kanaatine varıldığından davanın reddine karar verilmiştir” 13 yıl önce. 13 yıl sonra geldiğimiz noktaya bakın, demokraside ne kadar geriye gittiğimize bakın. 13 yıl önce buna tahammül ediyor, 13 yıl sonra kimse tahammül edemiyor, geldiğimiz nokta budur ve dolayısıyla ben bugün bütün arkadaşlarımdan istirham ediyorum. Benim Twitter hesabımdan bugün bu karikatür yayınlanacak, bütün milletvekili arkadaşlarım bu karikatürü yayınlasınlar.
ELEŞTİRİYE TAHAMMÜL EDECEKSİN KARDEŞİM!
Bürokratken zaman zaman Başbakanın konutuna giderdik ve orada çalışmalar yapılırdı. Başbakanlık konutunda rahmetli Özal’ın olduğu dönemlerde oraya defalarca gittim. Merdiveni hemen çıkarken, yukarıda çerçeve içinde Gırgır Dergisi’nin kapağında yayımlanan, kendisini eleştiren karikatürleri vardı. Onları çerçeveletip Başbakanlık konutuna asacak kadar hoşgörülü birisiydi. Kendisini eleştiren karikatürleri Başbakanlık konutuna asıyordu ve gelen bütün yabancılara, ülkede demokrasinin olduğunu sizin anlatmanıza gerek yok, o karikatürü orada görünce; evet, bu ülkede demokrasi var diyor, fikir özgürlüğü var diyor. Şimdi buna tahammül edilemeyen bir süreci yaşıyoruz.
Bu süreç 12 Eylül darbesinde vardı, 12 Mart darbesinde vardı, 20 Temmuz darbesinde de vardı. Pinochet de böyleydi, Hitler de böyleydi, Mussolini de böyleydi, eleştiriye tahammül edemezdi. Sen eleştiriye tahammül edeceksin kardeşim, hapse atarak bunu önleyemezsin. Bak koydum Twitter hesabına, buyur bakalım ne yapacaksın? Hadi senin hâkimlerine savcılarına karar ver, ne yapacaksın bakayım?
HALKIN 15 TEMMUZ’U, SARAYIN 15 TEMMUZ’U
Gelelim ana konumuza, 15 Temmuz darbe girişiminin ikinci yılını andık. Bir mesaj yayınladık, “15 Temmuz halkın destanıdır” diye. Bazı çevreler eleştirdi, “Kılıçdaroğlu düne kadar buna kontrollü darbe diyordu, nasıl oldu da halkın darbesi oldu... Bilal’e anlatır gibi anlatayım. İki 15 Temmuz var; bir halkın 15 Temmuz’u; iki, sarayın 15 Temmuz’u. Halkın 15 Temmuz’u, halk direnme hakkını kullandı, parlamento direnme hakkını kullandı. Başta CHP milletvekilleri olmak üzere bu parlamentoda bomba altında ve kurşun altında sabaha kadar görevlerini yaptılar, direndiler darbeye karşı. Bu darbe girişimini püskürttüler. Gazi Meclisin şanına uygun olarak mücadele ettiler. Bu 15 Temmuz halkın 15 Temmuz’udur. Dolayısıyla bu 15 Temmuz, direnme hakkını kullanan halkın bir destanıdır; milletvekiliyle vatandaşıyla beraber. Bizim destan dediğimiz budur.
Bir de sarayın 15 Temmuz’u var. Sarayın 15 Temmuz’u ise, halkın direnme hakkı sonucu elde ettiği hakkı kendi çıkarları için kullanan, sarayın çıkarları için kullanan ve sarayın 15 Temmuz’udur. Biz buna karşıyız. Ne zaman başlamıştır? 20’sinde 5 gün sonra OHAL ilan ederek, yani 20 Temmuz’da darbe yaparak bir sivil darbe yaparak gerçekleştirmiştir.
 
DARBE ÖNLENEBİLİRDİ, ÖNLENMEDİ…
İki konuyu çok iyi halka anlatmamız lazım, çok iyi! Daha ayrıntılara gireceğim, ama hiç kimse unutmasın, iki ayrı 15 Temmuz var; halkın 15 Temmuz’u, sarayın 15 Temmuz’u. Sarayın 15 Temmuz’u, kontrollü darbenin sonucu ortaya çıkan bir tablodur, onu da anlatacağım şimdi.
Niye kontrollü darbe dedik biz buna? Bilinen, darbenin olacağı biliniyordu. Aksini söyleyen bir kişi yok, Erdoğan dahil aksini söyleyen bir kişi yok, darbenin olacağı biliniyordu bir; iki, önlenmedi darbe, önlenebilirdi önlenmedi. Biliniyorsa, darbe geleceği biliniyorsa önlenmesi gerekiyordu, önlenmedi, sonra sonuçlarından yararlanıldı.
ADİL ÖKSÜZ’ÜN KİM OLDUĞUNU ONLAR BENDEN DAHA İYİ BİLİYORLAR
Bakın değerli arkadaşlarım, Adil Öksüz adını televizyonlarda ve pek çok yerde en yayın şekilde ben dile getirdim, parlamentoda da dile getirdim. Kim bu Adil Öksüz? 15 Temmuz akşamı Adil Öksüz diğerleriyle beraber gözaltına alınır. Adil Öksüz’ün FETÖ’nün imamı olduğu 2008’den beri biliniyor, 8 yıl önceden beri biliniyor, 8 yıl önceden, yani 15 Temmuz gecesi bilinmiyor, 2008’den beri biliniyor. Nereden öğreniyoruz biz bunu? Savcıların iddianamelerinden öğreniyoruz. Demek ki, 2008 öncesi de var, ama elimizde veri olmadığı için en net veri 2008, savcının iddianamesinde var. Defalarca Amerika’ya gidip geliyor Adil Öksüz. Bir üniversite hocası, niye gider gelir bu kadar bir üniversite hocası Amerika’ya? Hiç kimsenin dikkatini çekmiyor mu? Herkesin dikkatini çekiyor, devletin de dikkatini çekiyor. Eğer Milli İstihbarat Teşkilatı, “ben Adil Öksüz’ün kim olduğunu bilmiyordum, o gece öğrendim” diyorsa, o teşkilatı hemen kapatmak lazım. Ama ben de adım gibi biliyorum ki, Adil Öksüz’ün kim olduğunu onlar benden daha iyi biliyorlar.
Başka... Yakalanıyor, herkes kelepçeli Adil Öksüz serbest rahat, herkese ters kelepçe takılmış, Adil Öksüz neredeyse baş tacı edilecek. Başka bir şey daha var. Ortalık toz duman, bir Başbakanlık müşaviri Ali İhsan Sarıkoca o gece karakola gidip Adil Öksüz’le görüşüyor. Kimsin sen, niye o gece gidiyorsun? Ortalık toz duman, kimse sokağa çıkamıyor, ama sen Başbakanlık müşavirisin; istihbaratçı değilsin, polis değilsin, jandarma değilsin, komutan değilsin, senin orada ne işin var? Gider ve Adil Öksüz’le görüşür. Kim buna izin veriyor, nasıl izin veriyor, ne görüşüyorlar orada? Bunlar karanlık noktalar. Sarayın 15 Temmuz’unun ne kadar karanlık olduğunu herkesin bilmesini isterim.
Başka... Adil Öksüz’de bir GPS cihazı vardır, uydularla yönünü bulabilir, yön tarifi yapabilir. İthal edilmiştir bu cihaz. Sayın Binali Yıldırım gelip beni ziyaret ettiğinde kendisine şunu söyledim: “GPS cihazını Türkiye’ye hangi kurum ithal etti? O kurumu bulursanız, Adil Öksüz’ün kimin adamı olduğu çıkar ortaya; bu kadar açık, bu kadar net.” İki cep telefonu ve GPS cihazı verilir, Adil Öksüz serbest bırakılır. Herkes gözaltına alınır, Adil Öksüz serbest bırakılır. Hatta bir telefonu yanlışlıkla verilmiştir, bir de kızar Adil Öksüz, “o değil diğer telefonumu getirin” der. Getirirler ve Adil Öksüz’ü serbest bırakırlar.
Yine o gece bir polis –bu söylediğim de yine iddianamelerde yer alan- emniyetteki arkadaşına, istihbaratçı arkadaşına telefon eder. Der ki, bu Adil Öksüz kimdir? Adil Öksüz’ün FETÖ’nün imamı olduğunu ona söyleyince, aynen şöyle söyler: “Vay be, FETÖ’nün Hava Kuvvetleri imamıymışsın” der. Döner Adil Öksüz’e herkesin ortasında söyler. Bu da iddianamelerde var.
BİR NUMARALI DARBECİ SENSİN
Değerli arkadaşlarım, başka... Bütün bu gerçeklerin ortaya çıkmasını istedik. Türkiye Büyük Millet Meclisinde araştırma komisyonu kuralım, bütün ayrıntıları millet öğrensin dedik. Meydanlarda çıkıp kutlama yapıyorsun, 250 kişinin kanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yakasındadır, 250 kişinin kanı! Onların, 250 şehidin ve binlerce yaralının hakkını ben savunuyorum, hakkını ve hukukunu savunuyorum. Parlamentoda komisyon kuruldu; darbe nasıl oldu? Değerli arkadaşlarım, darbe komisyonuna gelmesi gereken üç kişi var, daha doğrusu iki önemli kişi var. MİT Müsteşarı gelecek, Genelkurmay Başkanı gelecek darbe komisyonuna bilgi verecekler. Erdoğan talimat veriyor, “sakın gitmeyin.” Şimdi ben özellikle bütün vatandaşlarıma sesleniyorum, o karanlık darbe gecesinin, o kontrollü darbenin bütün ayrıntılarını ortaya çıkarmak için biz mücadele ettik, engelleyen de Erdoğan’dır.
Neden? Erdoğan’a soralım: Neden Hulusi Akar’ın ve Hakan Fidan’ın Türkiye Büyük Millet Meclisine gelip bilgi vermesini engelledin, neden engelledin? Niye engelliyor? Gelecekler anlatacaklar, nasıl oldu anlatacaklar, sorular soracak milletvekilleri. İzin verilmedi. Savcı soruşturma yapmak istedi darbeyle ilgili. Ne Hulusi Akar, ne de Hakan Fidan savcıya gidip ifade vermediler. Peki ne yaptı savcı ısrarcı olunca? Hatta savcı “onları ben kendi ayağıma çağırmayayım, bulundukları mevkie gidelim, bulundukları makama gidelim orada ifadelerine başvuralım, bilgilerine başvuralım” diye karar almasına rağmen yaptıkları tek şey oldu, savcıyı görevden aldılar.
Ben 250 kişinin hakkını savunmayacak mıyım? Bu savcıyı sen neden görevden aldın diye sormayacak mıyım? Darbeci diyorsan, bir numaralı darbeci sensin kardeşim, niye engelliyorsun?
ERDOĞAN DA DARBENİN OLACAĞINI BİLİYORDU
Daha başka bir şey, darbeden üç ay önce Nisan ayında, Abdullah kod isimli birisi İzmir’de gidiyor darbe yapacakların tamamının isimlerini veriyor. Savcıya gidiyor, anlatıyor bunları. Benim bilgim yoktur diyebilir mi bir örgüt, bir devlet diyebilir mi benim bilgim yoktur. Gitmiş zaten ifade veriyor, bilgi veriyor, kod adı da belli Abdullah. Niye gereği yapılmıyor? Aslında bekliyorlar darbe yapılsın, darbeyi fırsata çevirelim karşı darbe yapalım ve Türkiye’yi bir darbe sürecinin içine sokalım. Son derece bilinçli bir hareket, son derece bilinçli!
Darbe günü O.K isimli birisi -ismini biliyorum, ama açıklamayayım- MİT’e gidiyor. Darbe yapılacağını söylüyor saat 14.00’te. Akşam darbe yapılacak, niye önlem almadılar? Hangi gerekçeyle önlem almadılar? Savcı soruyor O.K’ ya “Sen Milli İstihbarat Teşkilatında darbe yapılacak lafını kullandın mı?” “Evet, darbe yapılacağını söyledim” diyor; bütün bu ayrıntıların herkes tarafından bilinmesi lazım.
Başka bir şey, darbenin en önemli isimleri, sivil imamları; Adil Öksüz, Kemal Batmaz, Hakan Çiçek, Nurettin Oruç, Harun Biniş. Bunlar takip ediliyor, ben de biliyorum takip ediliyor. Hangi evde toplandıkları da biliniyor. Hiçbir kişi çıkıp, ben darbecileri takip etmedim diyemez. Takip ediyorsan, evde toplanıyorlar, toplandıkları evde herhalde dinlemişsindir. Niye o tutanaklar açıklanmıyor, hangi gerekçeyle açıklanmıyor? Bütün bunlara bakınca, sarayın 15 Temmuz’unun ne anlama geldiğini bugün çok daha net öğreniyoruz. Halkın 15 Temmuz’uyla, sarayın 15 Temmuz’u arasında büyük farklar var. Birisi demokrasiyi savunmak için mücadele ediyor, öbürü demokrasiyi yok etmek için mücadele ediyor. Her yerde bunları anlatacağız her yerde, isim vererek, gerekirse yer vererek, gerekirse zaman vererek bütün bunların anlatılması lazım.
Erdoğan da darbenin olacağını biliyordu. Niye Marmaris’te saklanıyor? Bir cumhurbaşkanı saklanır mı halkından, niye saklanıyor? Darbe olacağını bildiği için. Darbeyi fırsata dönüştürmek için ve yaptılar bunu.
FETÖ’YLE MÜCADELE İKTİDARA MUHALİF OLAN HERKESLE MÜCADELEYE DÖNÜŞTÜ
Bir grup toplantısında açıklamıştım, yine açıklayayım. Bunların, AK Partinin bir ARGE’si var. Orada bir ders veriliyor, siyaset dersleri veriliyor “Lider Ülke Türkiye” diye... Şöyle bir tespit yapılıyor orada, verilen notlarda şöyle bir ifade var: “Ayrıca siyaset sadece demokratik yollarla yapılmaz ya da siyaset denilince akla sadece barışçı yollar gelmez.” Peki, ne gelirmiş? “Kendi politikalarınızı yürütmenize engel olabilecek muhalefeti fiziken ortadan kaldırmak, hapsetmek, tehdit etmek, korkutmak, sindirmek de siyasi faaliyetin kapsamı içinde görülebilir.” Bugün yaptıkları bu! Düşünce zincirine baktığınızda, eylem zincirine baktığınızda aralarında büyük bir örtüşme var. Ve bugün 20 Temmuz sivil darbesinin sonuçlarını yaşıyorlar.
Peki, ne oldu OHAL kararnameleriyle? Hepiniz biliyorsunuz, on binlerce kamu görevlisi bir kararnameyle kapının önüne konuldu. 5 binin üzerinde üniversite hocası kapının önüne konuldu. İşkence yapacağız diye, tutulanlara işkence yapacağız ve tutulanlara adil davranmayacağız, adil yargılamayacağız diye büyükelçi Birleşmiş Milletlere Türkiye Cumhuriyeti adına götürüp bir dilekçe verdi. İşkence yapacağız diye, tutulanlara insanca davranmayacağız diye açık ve net iki hükmü askıya alıyoruz diye götürüp dilekçe verdiler. Başka... Masumiyet ilkesi açıkça çiğnendi, kolektif suç ilan edildi, toplu cezalandırma yöntemine başvuruldu; tıpkı bütün darbe dönemlerinde olduğu gibi. Gazeteciler, yazarlar, milletvekilleri, çizerler, karikatüristler yakalanıp hapse atıldı, hâlâ hapiste bir kısmı. FETÖ’yle mücadele iktidara muhalif olan herkesle mücadeleye dönüştü. FETÖ’yle mücadele, iktidara muhalif olan kim varsa hepsinin mücadelesine dönüştü. 
Anayasa Mahkemesi korkudan eski kararlarının arkasında bile duramadı, korkuya teslim oldu diğer yargıçlarda olduğu gibi. İçinde tek evrak olmayan dosya dolayısıyla savcı tutuklama talep etti, hâkim gözü kapalı tutuklama verdi. Korkuyordu, “ya beni de FETÖ’cü diye suçlarlarsa” diye. Yargı tümüyle kontrol altına alındı ve dolayısıyla adalet öldü Türkiye’de. Birkaç namuslu yargıç direniyor, adaleti hâlâ sağlamak için.
FETÖ’NÜN BİR NUMARALI SİYASİ AYAĞI SARAYDA OTURUYOR
Askeri öğrenciler yedi kez müebbede mahkûm edildiler. İktidar ise, FETÖ borsası kurdu. Ben söylemiyorum onlar söylüyorlar, onların yetkilileri söylüyor, onların milletvekilleri söylüyor. Parayı bastıran çıktı, kayınpederi olan çıktı, siyasi gücü olan çıktı. Askeri öğrencilerinin ne kayınpederleri vardı, ne siyasi güçleri vardı, ne de ceplerinde dolarları vardı ve onlar içeride. Yedi kez müebbet, askeri öğrenci bunlar, ama diğerleri dışarıda, parayı bastıran dışarı çıktı. Buna da adalet diyorlar ve adalet diye bize yutturmaya çalışıyorlar.
Bir milyonu aşkın mağdur aile yaratıldı. Dolayısıyla bugün geldiğimiz noktayı ben anlatırsam, yine diyecekler ki Kılıçdaroğlu geldi aksini söyledi. Ben değil, Nurettin Veren, bir dönem FETÖ’ye çalışmış, FETÖ’nün en önemli isimlerinden birisi, bugün de Akit Gazetesinde yazıyor. Son yazılarından birisi, 10 Temmuz’daki yazısı, okuyorum: “Her gün almış olduğumuz haberlerde görüyoruz ki, emniyet ve askeriyede üst düzey görevliler muvazzaf kimseler, kamu kurumlarında bakanlıklarda özellikle üniversitelerde FETÖ’cü olduklarına dair pek çok belgeler olmasına rağmen birileri tarafından devletteki görevlerine devam ettirilmektedirler.” Etmektedirler demiyor, ettirilmektedirler. Onlar söylüyorlar. FETÖ’nün siyasi ayağı ortaya çıkmadıkça, bunların hepsi olacak.
Söylemiştim, FETÖ’nün baklavacı ayağını buldular, emekli ayağını buldular, esnaf ayağını buldular, sanayici ayağını buldular, hâkim savcı ayağını buldular, ama siyasi ayağını bulamıyorlar. Niçin? Aslında herkesin gözünün önünde, FETÖ’nün siyasi ayağı şu anda sarayda oturuyor. Bir numaralı siyasi ayağı sarayda oturuyor. Ve dolayısıyla bugün geldiğimiz noktada darbe süreci devam ediyor.
REFERANDUM, DARBE HUKUKUNUN ANAYASASINI OLUŞTURMAK İÇİN YAPILDI
Şimdi parlamentoya bir yasa getiriyorlar OHAL’i sürekli kılmak için. Bunlar 1971’lerde 1980’lerde oldu, o darbe dönemlerinde bunların tamamını yaşadık. Aynısını yapıyorlar şimdi, aynısını hayata geçiriyorlar şimdi. Ama dünyada galip gelen bir zalim yoktur, böyle bir örnek de yok. Zalimin zulmü, bir gün bizim inançlı mücadelemizle sona erecektir. Bundan da hiç kimsenin endişesi olmasın.
Bir şeyi daha unutmayın, her darbe kendi hukukunu yaratır. Açın 60’a bakın vardır, 70’e bakın vardır, 80’e bakın vardır, her darbe kendi hukukunu yaratmıştır. Biz yola çıkarken demokrasi açısından, yola çıkarken dedik ki “Türk hukuk sistemi darbe hukukundan arındırılmalıdır” diye. “Darbe hukukundan arındırılmazsa, ülkede gerçek anlamda demokrasi olmaz” dedik. Bugün bırakın darbe hukukundan arındırmayı, 12 Eylül’ün darbe hukuku tahkim ediliyor, yeni kurallar getiriliyor. Darbecilerden örnek alıyorlar neyi nasıl yapacağız diye. Darbe, 20 Temmuz darbesi sonrası kendi hukukunu oluşturmaya başladı OHAL kanun hükmünde kararnameleriyle.
Yetki verilmeyen alanda bile düzenleme yaptılar. Anayasa Mahkemesi “ben bunlara bakmam” dedi korkudan, teslim oldu korkuya. Ve hukukun ve anayasanın askıya alındığı bir süreçte referanduma gittik, anayasa referandumuna gittik. Referandum, darbe hukukunun anayasasını oluşturmak için yapıldı. Mücadelemizi yaptık, en kararlı mücadelemizi yaptık. Referandumdan beklenen sonuç çıkmadı. Yüksek Seçim Kurulu görevini yapmadı. O zaman söylemiştim, Yüksek Seçim Kurulunun içinde bir çete vardır diye, onlar da dava açtılar. Sizin çete olduğunuzu söz veriyorum yargıda ispat edeceğim. Burada olmasa bile yurtdışında ispat edeceğim.
Bu seçim, bu referandum tarihe mühürsüz seçim olarak girdi, herkesin bunu böyle bilmesi lazım. Bir yolsuzluk Yüksek Seçim Kurulu tarafından onaylandı ve uygulamaya konuldu. Sonra meşru olmayan bir zeminde anayasa değişiklikleri gerçekleştirildi ve hileli bir demokrasiyle bir seçim sürecinin içine girdik. Seçimlerde meşru bir sonuç elde ettiklerini düşünüyorlar. Ne anayasa değişikliği, ne de bu seçimler asla ve asla meşru değildir. Bir daha söylüyorum, ne anayasa değişikliğindeki referandum, ne de bu seçimler asla ve asla meşru değildir.
Gazeteciler sordular, “Erdoğan’ı kutlayacak mısın?” diye. Meşru olmayan bir süreç içinde cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan bir kişiyi, ben niçin ve hangi gerekçeyle kutlayacağım? Demokrasilerde sandık önemlidir, bunu biliyorum. Ama sandık tek başına demokrasinin gerekçesi değildir. Tek başına sandık, bir seçime meşruiyet kazandırmaz. Biliyorum itiraz edecekler buna da, özellikle havuz medyası tayfası, “vay Kılıçdaroğlu bunu söyledi” diye. Evet, bunu söyledim, inanarak söyledim ve onlara şunu söylüyorum. Bunu yazdığınız zaman, beni eleştirdiğiniz zaman şunu acaba kendi okuyucularınıza da yazacak mısınız? 82 Anayasası yüzde kaçla kabul edildi? Yüzde 92’yle. 82 Anayasası meşru muydu, meşru koşullarda mı yapıldı? Kenan Evren, sokak sokak gezip hayır diyenlerin ensesinde polisleri saldı, evet diyenlere de meydanlarda alkış tutturdu. 82 Anayasasına meşruiyet kazandıracak mıyız? Ben değil, herkes biliyor ki o anayasa meşru bir anayasa değil. Sizin yaptığınız seçim de meşru bir seçim değil. Eşit koşullarda, adil koşullara seçim yapıyorsan, referandum yapıyorsan, o zaman o seçim o referandum meşru olur. Eşit koşullarda yapılmıyorsa meşru olamaz, olmaz da zaten.
LEKELİ BİR DEMOKRASİYLE SEÇİMLERE GİTTİK
Bakın, Habermas’ın söylediği bir laf vardır, düşünür Habermas, “Doğru ve adil işler yaparsanız meşru sayılırsınız” diyor. Sandık tamam, ama sandığın sonucunda ve öncesinde doğru ve adil işler yaparsanız siz meşruluğu kazanırsınız. Doğru ve adil işlerse tamam başımın üstüne, ama doğru ve adil işlemlerin olmadığını herkes biliyor.
Bakın, lekeli bir demokrasiyle biz seçimlere gittik. Şimdi size TRT’den örnek vereceğim, diğerlerini de sonra vereyim. Cumhur İttifakına verilen saat seçimler sırasında 353 saat, Cumhuriyet Halk Partisine 32 saat, İYİ Partiye 10 saat, HDP’ye bir saat, Saadet Partisine bir saat, Vatan Partisine bir saat, HÜDAPAR’a iki saat. Niye onlara birer saat? Çünkü onlar gidip TRT’de Seçim Kanununa göre konuşma yapacaklar, 10 dakika veya 15 dakikalık konuşmaları vardır, o nedenle verildi. 353 saatle, benim vergimle kurulan TRT, benim elektrik paramla yaşamını sürdüren TRT 353 saat iktidar propagandasını yapıyor.
Geliyorum şimdi TRT’ye bir kanun hükmünde kararnameyle, tarafsızlık ilkesini de kaldırdılar. Zaten tarafsız değil, ama tarafsızlık ilkesini de kaldırdılar. Onu da götüreceğiz Anayasa Mahkemesine. Benden o zaman vergi almayacaksın, benim elektrik paramdan kesmeyeceksin. Ben kalkıp bir özel televizyona para vermiyorum, verirsem de gönüllü veririm, ama benim vergimle bir televizyon kanalı faaliyette bulunamaz. Benim vergimle televizyon kanalı faaliyette bulunacaksa, tarafsız olması lazım, objektif olması lazım. Bunu götüreceğiz. Bugün medyanın yüzde 90’ını kontrol ediyorlar. Havuz medyasından örnek vereyim. Akit TV 92 saat, TGRT Haber 88 saat, Ülke TV 147 saat, Net TV 101 saat, Kanal 24 171 saat iktidar partisinin borazanlığını yaptılar. Şimdi geliyorum CHP’ye, sıfır saat, sıfır hiç yok. İYİ Parti sıfır hiç yok, HDP sıfır hiç yok, Saadet Partisi sıfır hiç yok, Vatan Partisi sıfır hiç yok. Şimdi bana dönüp diyorlar ki, efendim biz kazandık, bu seçimler meşrudur. Hayır efendim, bu seçimler gayrimeşrudur, adil koşullarda yapılmadı.
BANA DEĞİL SENİ İŞTEN ATANLARA İNANDIN
Efendim, seçimlerin tabii bir de çarpıcı yönleri vardır. Malum seçimlerden önce arkadaşlarımız şeker fabrikaları özelleştirilesin diye her tarafa gittiler, Erzurum’a da gittiler, Erciş’e de gittiler, her tarafa Çorum’a da gittiler, hatta o mitingde ben de konuşmuştum, şeker fabrikaları için “şeker vatandır, vatan satılmaz” demiştim. Erzurum’da da bir şeker fabrikası var, orada da çalışan işçiler var. Seçim bitiyor, işçilerin bir kısmını kapının önüne koyuyorlar, görevlerine son veriyorlar. Diyorlar artık seçim bitti, sen git. İşçilerden birisi konuşuyor, Evrensel Gazetesi bunu haber yapmış. “Hükümet yetkililerinin bunu duymasını istiyoruz” diyor işçi kardeşimiz. “Hükümet yetkililerimiz şimdi nerede? Oy toplamaya geldikleri zaman sizi mağdur etmeyeceğiz demişlerdi, özellikle AK Parti İlçe Başkanı Mehmet Emin Öz, bizi mağdur etmeyeceğini söylemişti, ama pazartesi günü itibariyle hepimizin işine son verildi.”
Sevgili işçi kardeşim, senin işine son verilmesin diye sen ve arkadaşların gittiniz AK Partiye oy verdiniz. Şimdi diyorsun ki, hükümet nerede? Hükümet yok ki, hükümeti kaldırdılar haberin yok. Hükümetin kaldırılmasını öngören anayasa değişikliği geldi, sen gittin buna evet oyu verdin, şimdi diyorsun hükümet nerede? Hükümet yok ki, kalktı hükümet. Anayasa değişikliğiyle hükümet yok, yok öyle bir şey. Hâlâ hükümet nerede diyorlar. Hükümet yok kardeşim, sevgili kardeşim hükümet yok.
Sadece hükümet mi yok? Başbakan da yok. Osmanlıda başbakan vardı sadrazam unvanıyla, şimdi başbakan da yok. Yani efendim hükümet duysun hükümet yok, başbakan duysun başbakan da yok, efendim bakanlar burulu... O da kalktı, bakanlar kurulu da yok. Sen yaptın kardeşim bunları sen yaptın, ben dilimin döndüğü kadar sana anlattım, bak başına felaketler gelecek dedim, bana değil seni işten atanlara inandın. Şimdi sen ceremesini çekiyorsun, yine ben senin hakkını savunuyorum.
Hükümet olmadığı için güven oylaması da yok, hükümet programı da yok. Niye olsun ki, yetkilerin tamamı bir kişiye verilmiş. Başka... Diyelim ki bir bakan yolsuzluk yaptı, şeker fabrikalarıyla ilgili bir yolsuzluk yaptı. Eskiden gensoru verilirdi Meclise, şimdi o da yok artık, yolsuzluk artık serbest kardeşim. Sen uyanmadıysan ne yapayım? Hâlâ gerçeği öğrenmediysen ne yapayım? İlla işine son verilmesi mi gerekiyordu gerçeği öğrenmek için, illa aç kalman mı gerekiyordu gerçeği öğrenmek için.
Biz mal mülk peşinde değiliz, bir çocuk yatağa aç girerse biz o gece uyuyamayız, biz namuslu insanlarız, biz hakka hukuka adalete değer veren insanlarız, biz yolsuzluk yapmayız, biz kul hakkı yemeyiz. Ama kardeşim sen götürdün oyunu bütün bu numaraları çeken adama verdin, oraya verdin. Şimdi ağlıyorsun işsizim diye. Yine dua et, seni hapse de atabilirlerdi ucuz kurtarmışsın.
Efendim yine bu işçi kardeşlerime söyleyeyim. Senin hakkını savunmak için Meclise o bakan hiç gelmeyecek, tenezzül bile etmeyecek, gelmeyecek oraya. Senin seçtiğin AK Partili milletvekili senin hakkını savunmak için Mecliste bakana bir sözlü soru dahi soramayacak. Bunlar kalktı, bunları sen yaptın, sen yaptın bunları, kaldırın dedin kaldırdılar. Şimdi ağlıyorsun “nerede bu hükümet?” diye. Yok ki hükümet, olmayan bir şeyi ne istiyorsun sen kardeşim. Kaldıran sensin, ağlayan sensin. Gerçeği öğrenme zamanı hâlâ gelmedi mi?
ANLATTIK DİNLEMEDİN, ŞİMDİ YAŞADIKÇA ÖĞRENECEKSİN
Efendim şimdi bir de yeni rejimin adını koymuşlar, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” Hükümet yok ki hükümet sistemi diyorsun. Hem hükümeti kaldırıyorsun, adına hükümet sistemi diyorsun. Hükümet yok! Efendim cumhurbaşkanlığı... Cumhurbaşkanı olmak için 81 milyona karşı sorumlu olmak ve 81 milyonun hakkını hukukunu savunmak gerekiyor ve tarafsız olmak gerekiyor. Erzurumlu kardeşim, seçtiğin adam Meclise geliyor, bütün milletin yani 600 kişinin milletvekilinin gözlerinin içine baka baka “ben tarafsız davranacağım” diye namusu ve şerefi üzerine ant içiyor. Sen, sen kardeşim sen hâlâ bu kişinin tarafsız olduğuna inanıyor musun? Bir partinin genel başkanı tarafsız olur mu? Ben Erzurumlu kardeşime soruyorum, senin için namusun ve şerefin ne kadar değerli olduğunu biliyorum, ama sarayda oturanlar acaba o değeri biliyorlar mı?
Efendim daha garibi, bütçe yapılacak. Senin seçtiğin milletvekilleri bütçede değişiklik yapamayacak. Nasıl bir vahametin altına imza attığını, nasıl bir vahamete evet dediğini biliyor musun kardeşim? İlla işsiz kalman mı lazım bu gerçekleri öğrenmek için, yoksul mu kalman lazım bu gerçekleri öğrenmek için? Kimse onun hesabını sormayacak. Niçin? Seçtiğin adamın sorumsuzluğu anayasa kuralı; sorumsuz, ne yaparsa yapsın hiçbir sorumluluğu yok. Böyle bir devlet yönetimi, böyle bir rejimle karşı karşıyayız. Yaşadıkça öğreneceksin. Anlattık bizim sözümüzü dinlemedin, şimdi yaşadıkça öğreneceksin. Nasıl bir felakete evet dediğini göreceksin. Sen işsiz kalacaksın, o sarayda badem sütüyle beslenecek, aradaki fark budur. Sen vatandaşsın, o vatandaş değil. Ben senin hakkını savunuyorum, sen badem sütü yesin ben aç kalırım diyorsun. Sen uyanacaksın kardeşim, uyanacaksın, başka çaresi yok.
BUGÜN TÜRKİYE BİR DİKTA YÖNETİMİ TARAFINDAN YÖNETİLMEKTEDİR
Geldiğimiz nokta nedir? Öyle hükümet sistemi filan, bunların hepsi hikâye, keyfi tek adam yönetimidir; geldiğimiz nokta budur, hiçbir sorumluluğu olmayan keyfi bir yönetim. Bakanlar kurulu yok, bakan yok çünkü hepsi memur, onların memuru. Hangi bakan çıkıp da Erdoğan’a itiraz edecek? O saatte kapının önüne konur. Tek adam yönetimi, keyfi bir yönetim; Irak’ın Saddam’ı böyleydi, tek başına her şeye karar verirdi. Parlamentoya da gücünün yettiği kadar baskı altına alırdı. Libya’nın Kaddafi’si de böyleydi. Tarihe baktığınız zaman tek adam yönetimlerinde hak arama yoktur, hukukun üstünlüğü yoktur. 21.Yüzyılda tek adamların unvanı diktatördür, keyfi yönetimlerin adı ve onu yönetenlerin adı diktatördür ve diktatörlüktür. Bugün Türkiye bir dikta yönetimi tarafından yönetilmektedir. Açık ve net söylüyorum, bir dikta yönetimi tarafından yönetilmektedir. Tarihteki adı da bunun firavun yönetimidir, firavunlar da öyleydi, geldiğimiz nokta budur.
Peki, ne yapacağız? Öyle ya, ne yapacağız? Şu gerçeği kimse unutmasın, az önce örneğini verdim. 1982 Anayasası oylanırken yüzde 92 evet, yüzde 8 hayır çıkmıştı. O zaman sayımız yüzde 8 idi, bugün sayımız en az yüzde 50. Çok daha güçlüyüz, hiçbir diktaya ve dikta yönetimine asla ve asla teslim olmayacağız. Mücadele evet mücadele, parlamento içinde de mücadele, parlamento dışında da mücadele. Kuvayi Milliye damarı daraltılmak isteniyor. Önemli bir gerçeği söylüyorum, Kuvayi Milliye damarı daraltılmak isteniyor. O dönemi düşünün, saraydan Mustafa Kemal ve arkadaşları için idam fermanı çıkarılmıştı. Bugün de saraydan talimatlar veriliyor. O dönem gelip Osmanlıyı işgal etmişlerdi, bugün demokrasi işgal altındadır. Kuvayi Milliye damarını büyütmek zorundayız. Bunun partisi yoktur, bunun tek bir kuralı vardır vatan sevgisi. Vatan sevgisi üzerine inşa edeceğiz.
Zulmün arttığını biliyoruz, zalimin güçlendiğini de sanıyoruz. Anadolu’da bir söz vardır hiç kimse unutmasın, zalimin gitmesi için “zulmün artsın” derler. Zulüm arttıkça ışık yaklaşacaktır ve hiç kimse Gazi Mustafa Kemal’in şu sözünü unutmasın. “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır” hiç kimse unutmasın. “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır.” Demokrasi mücadelemizi bu anlayışla yürüteceğiz.