20.06.2019

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU T24 CANLI YAYININA KATILDI (19 HAZİRAN 2019)

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU T24 CANLI YAYININA KATILDI 
(19 HAZİRAN 2019)
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, T24 canlı yayınında gazeteci Murat Sabuncu’nun sorularını yanıtladı, gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.


Murat SABUNCU- T24’e hoş geldiniz. Seçimlere 4 gün kala Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu konuğumuz. Sayın Genel Başkan hoş geldiniz yayınımıza.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Teşekkür ederim, hoş bulduk.
Murat SABUNCU- Alandan geldiniz.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Hayırlı olsun yeni yeriniz.
Murat SABUNCU- Sağ olun efendim çok teşekkür ediyoruz. Siz de ilk konuklarımızdan bir tanesisiniz ve size çok teşekkür ediyoruz, iyi ki geldiniz buraya.
Efendim şuradan başlamak istiyorum. Pazar gecesi 17 yıl sonra ne yazık ki hepimizin sevindiği, aman ne güzel iki aday karşı karşıya dediği bir yayın oldu. Bu gecikmenin tabi acıları başka bir nokta ama seyrettiniz mi, yayını nasıl buldunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Seyrettim. Samimi söylemek gerekirse yayını belki şöyle tanımlamak gerekiyor. Yönetici dışında masanın bir tarafında geçmişi anımsatan birisi var, masanın öbür tarafında da geleceği ve umudu anımsatan birisi var. Böyle baktım ben. Binali Bey, işte Başbakanlık yaptı, Bakanlık yaptı, Meclis Başkanlığı yaptı, bir anlamda geçmişte yaptıklarını anlattı. Ama Türkiye’nin gerçekten de o bağlamda İstanbul’un temel sorunları ve onların çözümüyle ilgili olarak umut vaat eden, gelecek vaat eden güzel şeyler anlatan Ekrem İmamoğlu vardı. Oysa Ekrem Bey geleceği inşa etme konusunda daha başarılıydı, daha iyiydi. Sonunda tabi bizim uzun süredir unuttuğumuz, adayların bir araya gelip konuşmaları açısından belki bir kulvar açıldı ve bence güzel bir kulvar.
Murat SABUNCU- Öndeki kendileri sonra da aileleriyle beraber o fotoğrafı da özlemişiz aileleri, evlatlar.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Elbette yani siyasetin bir hizmet yarışı olduğunu aslında unutturdular topluma. Baskıyla, konuşanların bir anlamda sesini kısarak, keserek, kendilerine özgü bir medya dünyası yaratarak, ayrı bir iklim yaratarak, farklı bir sürecin içine Türkiye sokuldu ve demokrasi neydi yani neredeyse toplum bunu unutur noktaya geldi. Ekrem Bey bu kapıyı araladı. Oturulması, tartışılması, konuşulması bence çok güzeldi.
Murat SABUNCU- Efendim bu yayından sonra özellikle son iki gündür yayının moderatörü İsmail Küçükkaya’nın Ekrem İmamoğlu’yla yaptığı bir görüşme tartışılıyor. Bir 45 dakikalık görüşme olduğuna dair görüntüler de yayınlandı. Onlarla ilgili ayrıca soracağım, o görüntüler kısmını. Bu etiktir, değildir tartışması çok yoğun bir şekilde devam etti ki bugün AKP Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal biraz evvel canlı yayındaydı CNNTÜRK’te. O da orada bu konuyu eleştiren bir konuşma yaptı. Öncelikle Küçükkaya’yla Sayın İmamoğlu’nun bir arada bir konuşma yapmasını nasıl görüyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bildiğim kadarıyla İsmail Bey iki tarafla da görüşeceğini zaten söylemişti. Binali Bey’le telefon görüşmesi yaptı, yapmış daha doğrusu. Ekrem Bey’le de yüz yüze görüşme, yani sonuçta bu görüşmede bir şey yok. Çünkü sorular belli zaten, aynı sorular iki tarafa da soruldu. Ayrıca Binali Bey ve Ekrem Bey’e sizler üçer soruyu birbirinize sorabilirsiniz dedi. Daha ne olsun yani?
Dolayısıyla buradan hani özel bir şey çıkarmak çok doğru değil diye düşünüyorum.
Murat SABUNCU- Peki efendim şuradan bir şey çıkar mı? Önce sizin Fenerbahçe’de bir taziyeye gittiğiniz Kalamış’taki bir görüntünüz çekildi ve biz iktidara yakın medyada bunu gördük. Arkasından bu tartışmanın öncesinde çekilen bir görüntü 45 dakikalık bir görüntü. Yani dakika dakika çünkü verildiği için işte 46’ncı dakika geri çıkması bu servis edildi. Şimdi bir süredir unutmuştuk aslında biz bunları. Hani hep iktidar partisi, FETÖ’nün kaseti, bandı derken. Tekrardan sanki bir kaset ve kayıtlar üzerinden siyaset başlatma isteği gibi bir istek var ve bunu biz normal karşılar gibi durumdayız. Nasıl görüyorsunuz siz bunu?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi bu demokrasi açısından vahim bir şey, gerçekten vahim bir şey. İki açıdan bakmak gerekiyor. Birincisi, otel yöneticileri siyasi iktidara hizmet eder bir konumdalar. Çünkü onlar güvenlik kamerasına alıyor görüntüleri ve orada korunması lazım. İkincisi ise devletin istihbarat kanadının bir bölümünün siyasal iktidara çalışmış olması, yanlış burada, bu da ikinci bir yanlış. Ama iki yanlış da bir doğru etmiyor maalesef. Neresinden bakılırsa bakılsın demokrasi açısından kan kaybettiğimiz bir süreç. İktidarın bundan bir şey çıkarması değil aslında bundan utanması gerekiyor. Ama tabi utanacak yüz var mı o da ayrı bir şey, yani onu da ayrı bir yere yazmamız lazım, koymamız lazım.
Baktığım tablo şu, bir görüşme var, evet bir görüşme. Bir tartışma var, evet bir tartışma, medyanın önünde oldu yani daha doğrusu 82 milyonun önünde oldu. Evet oldu. İnsanlar karşılıklı aldılar, baktılar, değerlendirdiler, konuştular, kahvelerde, parklarda, evlerde vs. bu tartışma bir şekliyle yaşandı. İsmail Bey de önceden açıklama yaptı, iki tarafla da görüşeceğini söyledi. Bir tarafla telefonla görüştüğünde biz hiç demedik yani niye arkadaş telefonla görüştün diye. Yo yani sonuçta oturumu ya da toplantıyı ya da tartışmayı yönetecek olan arkadaşın kendi inisiyatifi, görüşür veya görüşmez. İki tarafla da görüştüğü için, hani tek taraflı olsaydı ben etik değildir diyebilirdim, iki tarafla da görüşmüş, ayrıca son üç soruyu taraflara bırakmış siz kendiniz sorun hangi soruyu soruyorsanız buyurun kendiniz sorun diye bir açıklaması da oldu o toplantı sırasında yani ya da tartışma sırasında...
Dolayısıyla burada ahlaki olanı bu tartışmanın kamuoyu önünde olmasıdır. Ahlaki olmayanı ise telefonla ve yüz yüze yapılan görüşmelerin bir şekliyle sanki çok gizli bir görüşme yapılıyormuş gibi, bir otelden alınan kameralarla toplumun önüne çıkıp bak bunları bunları bunları yaptılar diye devletin istihbarat örgütünün bir bölümünün, hepsini kastetmek istemem bir bölümünün, siyasal iktidara hizmet etmesi. Daha çok nerede rastlanır buna? Baskı rejimlerinde rastlanır. İnsanların izlenmesi, insanların dinlenmesi gibi. Hatta bir ara Erdoğan benim için “Ey Kılıçdaroğlu senin nefes alışını bile izliyoruz” demişti, “dinliyoruz” demişti. Dinleyin dedim ne olacak yani. Benim, eşimin cep telefonlarını ben de biliyorum bugün bile dinleniyor, ben onu gayet iyi biliyorum. Dinlensin ne olacak yani, gizli bir şey konuştuğumuz yok ki. Eğer bir şeyi konuşuyorsak bu ülkenin çıkarları için konuşuyoruz.
Murat SABUNCU- Efendim başka o günden kalan aslında bir süredir gelen bir polemik konusu yine Sayın Ekrem İmamoğlu’yla ilgili olarak, bir Karadeniz turu yaptı bayramda, hakikaten ciddi bir kalabalık toplandı orada. Onun dönüşünde Ordu havalimanında, yanında Sayın Genel Başkan Yardımcınız Seyit Torun’da vardı sanırım, geçerken…
Kemal KILIÇDAROĞLU- İYİ Partinin milletvekilleri de vardı.
Murat SABUNCU- VIP’ten geçmek isterken polislerle bir polemik ve iktidara göre, iktidar medyasına göre Sayın İmamoğlu it dedi, Sayın İmamoğlu’na göre basit dedi üzerinden bir polemik yürüyor. Önce bu polemiği, ama sonra onunla bağlantılı başka bir şey daha soracağım. Bunu nasıl görüyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi birincisi şu; VIP’ten geçme, yani bildiğimiz hani önemli kişilerin geçtiği yer diye tanımlanan yerden geçme konusunda vali baştan şunu yapabilirdi, yani kusura bakmayın VIP’ten geçemezsiniz diye. VIP’in kapısında bir uyarı yapsaydı bu iş tamamen çözülürdü. Şimdi insanlar giriyorlar, herhangi bir engel yok, XR cihazından eşyalar geçiyor, hiçbir engel yok, Ekrem Bey’in annesi de geçiyor, orada da yine bir engel yok. Sonra birden bire tam ortada durun diyorlar, siz VIP’ten geçemezsiniz. Niye geçmesin? Yani tamam geçemezsiniz o da tamam bir tartışma olmasın olur. Yani eşi, annesi vs. falan oradan ayrılıyorlar normal süreçten geçiyorlar.
Gönül isterdi ki, vali bey eğer gerçekten VIP’ten geçirmek istemiyorsa, en baştan daha girerken kapıda oradaki görevlilere talimat verirdi buradan kimse geçmeyecek diye geçmezdi, kimse de ısrarcı olmazdı. Ama yarısını geçirip yarısını geçirmemek bu vali tarafından yapılan bir kumpas aslında. Bütün o Karadeniz’deki tartışmaları başka bir alana çekmek için yapılan bir kumpas. Devletin valisi değil iktidarın valisi zaten öyle bakmak lazım, o şekliyle yorumlamak lazım. Binali Bey giderken bırakın VIP’i apronda bile, yani uçakların indiği alanda bile uğurlama ekibi var, yüzlerce kişi sıraya girmiş vaziyette. Ona hiç kimse bir şey söylemiyor, Ekrem Bey’e gelince her türlü engellemeler çıkarılıyor. Bu aslında devlet dediğimiz kurumun sağlıklı çalışmasını içine sindiremeyen bir siyaset anlayışının tezahürüdür. Geldiğimiz tablo da budur. Rakibine zorluk çıkarmak, rakibine engel çıkarmak, devletin çıkarlarını rakibin aleyhine kullanmak gibi bir anlayıştır, ama toplum bu anlayışları aşacaktır. Ekrem Bey Pazar günü yapılacak seçimde de iyi sonuçlar elde edecektir, hep birlikte göreceğiz bunu.
Murat SABUNCU- Efendim Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan Ekrem Bey’le ilgili olarak, “eğer Ordu valisinden özür dilemedikçe o makama gelemez” diye bir cümle kullandı. Nasıl yorumluyorsunuz? Yani hani Pazar günü Ekrem Bey seçildi…
Kemal KILIÇDAROĞLU- Onu o makama getirecek olan Erdoğan olsaydı bu cümlenin bir anlamı olurdu yani. Ben seni atadım, dolayısıyla özür dilemedikçe ben seni oraya atamayacağım diye. Ayrıca bir niye özür dileyecek yani? İkincisi şu, onu o makama getirecek olan milli iradedir, İstanbullular getirecekler o makama. Dolayısıyla hiçbir güç milli iradenin üstünde değildir. “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diyor kim? Anayasa diyor. Kim? 1921, 1924 ve daha sonraki anayasalarda da aynı sözcük var. Biz Milli Kurtuluş Savaşını yaparken de milli egemenlikten yola çıkarak yaptık. Dolayısıyla Erdoğan’ın kendisini milli egemenliğin üstünde bir organ olarak görmesini zaten kabul etmiyoruz. Söyleyebilir, Erdoğan için bu sıradan bir sözdür, söyleyebilir. Çünkü onda demokrasi kültürü yok. Demokrasi kültürünü içselleştirmiş birisinin bu tür bir cümle kurmaması lazım.
Murat SABUNCU- Peki efendim, bu tartışılan bir şekilde iptal edildi 31 Mart seçimleri malum ve sanki acaba mesela İmamoğlu tekrar kazanırsa yeni bir iptale doğru gidebilecek birkaç argümandan bir tanesi olarak karar iptal edilebilir mi diye, ben özellikle bu soruyu size sormak istemiştim aslında.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Hayır. Yani sonuçta bu seçimlerde göreceksiniz Ekrem Bey açık farkla alacaktır. Dolayısıyla YSK’da özel bir kumpas kurmaya kalksalar bile sonuç değişmeyecektir.
Murat SABUNCU- Ama tahmin ediyorum ki herhangi bir iptal gerekçesiyle ilgili olarak yeni bir süreç başlarsa, eğer kazanırsa İmamoğlu, sizin de B planlarınız hani onunla ilgili bir çalışmanız var mı?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yapacakları her türlü eyleme karşı, düşündükleri her türlü eyleme karşı elbette biz de düşünüyoruz. Yani seçim sabahı bir önceki seçimde kullanılan seçmen listelerinin basımını yapıp, çünkü yeni seçmen listelerinde oynamasınlar, son anda birilerini oraya katmasınlar diye, seçmen listelerini dağıtıp her sandık itibariyle kendi örgütlerimize vereceğiz. Basıp vereceğiz ve dağıtacağız iki seçmen listesini karşılaştırın diye. Her türlü önlem alınmış vaziyette. Tabi sivil toplum örgütlerinden, meslek kuruluşlarından başta barolar olmak üzere ciddi destekler var. Yani sağlıklı, tutarlı, kavgasız dövüşsüz bir seçim olsun ve sonuçlar geniş kitlelere aktarılsın diye. Bunu yapacağız.
Murat SABUNCU- Efendim 23 Haziran seçimlerinin biraz acaba sadece İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığıyla ilgili değil de sanki farklı bir havaya doğru… Yani Sayın Cumhurbaşkanı, ya da Erdoğan’ın, ya da AKP iktidarının referandumu gibi görmeye, bazı sinyaller var öyle görülebilir diye sadece yani zaten tabi belediye başkanı seçilmeyecek de bir referandum da görülüyor. Siz böyle görüyor musunuz bunu?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yo hayır, ben öyle görmüyorum, ama ortada bir gerçek var, yani normalde Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan kişinin tarafsız olması lazım. İki aday var, iki aday pekala televizyona çıkıp tartıştılar, eyvallah. İki aday düşünceleri var, İstanbul’la ilgili projeleri var, neyi nasıl yapacaklarını anlatıyorlar, takdir de zaten İstanbulluların. Ama araya birisi giriyor, benim yerim niye bu tartışmada yok diye giriyor oraya. İşte şunu yaparsan olmaz, işte yok bilmem Ordu valisinden özür dilemezsen sen o koltuğa oturamazsın. Kim oluyorsun sen ya, kim oluyorsun? Kendini halkın üstünde gören bir milli irade mi olur yani? Halk en büyük güçtür, milli irade en büyük güçtür yani. Onun üstünde görüp ahkam kesmenin bir mantığı yok ki. Herkes oturacak haddini bilecek, hangi koltukta olursa olsun. En büyük güç milletse, halksa, milletin verdiği karara hepimizin saygı duyması lazım. Saygı duymadılar, ikinci kez gidiyoruz. Halk bu sefer gerekli dersi verecek, yani diyecek ki yanlış yapıyorsunuz. Her insanın bir vicdanı var. Bir haksızlık karşısında en azından susmamamız lazım, burada bir haksızlık var ve insanların büyük bir kısmı bu haksızlık olduğunu, Ekrem Bey’e karşı haksızlık yaptıklarını gayet iyi biliyorlar.
Dolayısıyla bu haksızlığı kim giderecek? Yani çok sık kullanıyorum, bozulan adalet terazisini kim düzeltecek? Halk düzeltecek, halkın oyuna başvuracağız, kapalı kapılar ardında bozulan adalet terazisini halk düzeltecek, İstanbullular düzeltecek.
Dolayısıyla İstanbul seçimleri ayrıca şu mesajı verecek bütün dünyaya: Bütün baskılara rağmen İstanbul’da halk demokrasiden yana oy kullandı. Çok önemli bir mesaj aslında. Baskılar var mı? Evet baskılar var. Baskılar sadece halkın üzerinde değil, baskılar YSK üzerinde de yapıldı, YSK üzerindeki bazı hakimlere talimatlar verildi şöyle oy kullanacaksınız diye ve o talimatların gereği yapıldı. Yeniden seçim yapıldı, halk oyunu artırarak demokrasiden yana tercini kullandı. Bu bizim demokrasi kültürümüzün giderek güçlendiğini bütün dünyaya göstermesi açısından son derece değerli bir mesajdır.
O nedenle haksızlığa karşı durmak, demokrasi dışı iptallere karşı durmak ve demokratik yollardan yani sandığa giderek oyunu kullanarak… YSK kararıyla bizim sokağa taşıp sokaklarda eylem yapmamızı istediler. Polis baskı yapacaktı, gene biber gazları işte joplar vs. olacaktı. Biz bu tuzağa asla düşmedik.
Murat SABUNCU- Bununla ilgili istihbarat mı vardı efendim elinizde?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Elbette yani, bu isteniyordu bizim sokağa çıkmamız. Buna hiç gelmedik, hiç girmedik. Çünkü biz haklıydık ve dolayısıyla evet bir yöntem denenecekti, iptal ettiler evet, ama neydi bu yöntem? Halkın oyuna başvurmaktı, biz zaten halktan korkmuyoruz ki, halkın oyuna başvuruluyorsa vatandaş gidip oyunu kullanacak. Zaten daha önce kullanmıştı, bu kez bir daha kullanacak oyunu. Ekrem Bey kazanmıştı, ikinci kez kazanacak Ekrem Bey. Dolayısıyla hani bu tablo bizim demokrasi kültürümüzün gelişmesi açısından siyasal tarihimizde önemli yer alacak tablolardan biri olacak.
Murat SABUNCU- Sayın Genel Başkan, 23 Haziran gecesi çıkacak sonuç ve siz de oy farkının biraz farklı olacağını söylüyorsunuz, anketlerde de 5 – 6 puan arasında değişen tahminlerde bulunuluyor. Bu Türkiye’yi bir erken genel seçime götürür mü sizce? Çünkü sürekli olarak iktidar mensupları, başta Sayın Erdoğan “bir göstergedir” der. Ne diyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Erdoğan ne derse desin, Türkiye’nin çok ciddi sorunları var. Halk da seçimlerden bıktı aslında. Bu seçim bile gereksizdi. Yani Ekrem Bey Türkiye’yi değil İstanbul’u yönetecek, niçin elinden alıyorsunuz? İstanbul’un rantı o kadar değerli ki, bir avuç kişiye gitsin diyorlar. Ekrem Bey de bir avuç kişiye değil halka gitsin diyor, yani ranttan faydalanacaksa halk faydalansın, bunu sağlıyor.
Dolayısıyla geldiğimiz noktada bakın o gece yapılan tartışmada Ekrem Bey insana dokunan, insanın günlük sorunlarını çözmeye hazır olan bir belediye başkanı imajı çizdi. Çünkü İstanbul’da gerçekten ciddi bir bunalım var, mutfaklarda yangın var, halka dokunmak lazım, sorunlarını çözmek lazım. Bütün bunlar Ekrem Bey’in gündemindeydi, sıcak gündeminde ve bunları aşmak konusunda da son derece kararlı, ben bunları aşabilirim diyor, bunları aşacak.
Şimdi bir erken seçimi Türkiye açısından çok doğru bulmuyorum. Çünkü dediğim gibi Türkiye bunaldı. Sabah seçim, akşam seçim neredeyse yani. Türkiye’nin bu kadar sorunları var, şu sorunları bir çözün, çözme konusunda irade ortaya koyun, fakat sorunları çözemiyorlar, çözme iradeleri yok, nasıl çözeceklerini bilmiyorlar. Türkiye yönetilmiyor. Samimi söylüyorum, Türkiye savruluyor. İç politikada da, dış politikada da ciddi sorunları var ve Türkiye bu ciddi sorunlar karşısında sorunları çözemeyen bir yönetimle karşı karşıya. Bizim düşüncemize başvururlarsa biz düşüncelerimizi söyleriz, zaten açıklıyoruz. Yazılı olarak da açıklıyoruz, şifahi olarak da açıklıyoruz, ekonomik olarak, eğitim açısından, dış politika açısından nasıl çözülmesi gerektiğini söylüyoruz. En sıcak gündemimiz dış politikada, iki sıcak gündemimiz var. Birincisi, Doğu Akdeniz. Bunlar çok önemli. Dolayısıyla bunların bir şekliyle oturup çözülmesi lazım, parlamentoya yeteri kadar bilgi verilmiyor, parlamentonun bilgilendirilmesi lazım. Parlamento adeta saray tarafından devre dışı tutulmuş konumda, bu yanlış. Parlamentoya bilgi vermek lazım, parlamentonun yetkilendirilmesi lazım belli konularda. Ayrıca defalarca söyledim, dış politika milli olmak zorundadır. Dış politika ülkelerin çıkarları üzerine inşa edildiği için dış politikada iktidar-muhalefet olmaz, ama oturulup görüşülmesi, konuşulması ve ortak bir politikanın üretilmesi lazım. Ama saray ve çevresi hayır diyor biz bunu yapacağız, bizim dediğimiz olacak. Bu çerçevede yollarına devam ediyorlar. Nereye kadar bilmiyoruz. Bir üçüncü yol daha var tabi, sıkıştığımız İdlip, Suriye’de sıkıştık, şimdi oradan 3 – 3,5 milyon Suriyelinin tekrar Türkiye’ye gelme gibi bir riski var. Soçi’de ve Astana’da Rusya’ya verilen sözler var, biz oradaki ağır silahları ve terör örgütü mensuplarını dışarıya çıkaracağız diye. Çıkarmıyorlar, çıkaramıyorlar. Şimdi karadan Esad’ın güçleri, havadan da Rusya İdlip’te terör örgütlerini vuruyor ve orada 3 – 3,5 milyon sıkışmış bir Suriyeli var terör örgütü mensuplarıyla beraber, bunlar Türkiye’ye gelirse Türkiye açısından çok daha ciddi büyük sorunlar çıkacak. Bu sorunları biz görüyoruz, sokaktaki vatandaş da görüyor, ama sorunları iktidardakiler göremiyorlar.  
Murat SABUNCU- Efendim hazır konu açılmışken dış politikadan siz açtığınız için oradan devam edeyim. Bu S-400’ler konusu, yani Türkiye bir savunma sistemini Rusya’dan almak üzere ve NATO’yla ve Amerika’yla belli bir ara açılıyor. Amerika Savunma Bakan Vekilinin Türkiye’ye yolladığı bir mektup var ki dün Türkiye Milli Savunma Bakanı da buna cevap verdi. Bu noktada iktidarın diğer ortağı MHP lideri Sayın Devlet Bahçeli “NATO’dan ayrılmayı tartışmalıyız artık” diye bir cümle etti. Sizin bu noktada, yani Türkiye S-400’leri almalı mı ve NATO’dan ayrılma tartışması noktasında nedir durduğunuz nokta?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi şöyle, Türkiye kendi güvenliğini sağlamak zorundadır, bunu hepimizin kabul etmesi lazım. Bulunduğu alan itibariyle stratejik bir bölgede Türkiye ve çok sorunlu bir alan bulunduğumuz bölge. Ortadoğu’yu görüyorsunuz, Kafkasları görüyorsunuz ciddi sorunlar var. Kan akıyor oralarda. Terör örgütlerinin büyük ölçüde beslendiği ve yuvalandığı yerler bunlar. Ciddi bir istikrarsızlık var. Amerika’yla İran arasında ciddi sorunlar yaşanıyor. Bunları hepimiz görüyoruz, biliyoruz ve Türkiye bütün bu bölgenin en güçlü devleti olarak kendi hava savunma sistemini güçlendirmek zorundadır. Bu S-400 mü olur, başka bir şey mi olur o ayrı bir şey, ama Türkiye kendi güvenliğini gelecek açısından hiçbir endişeyi taşımayacak şekilde kendisini güçlendirmek zorundadır.
Burada yanlış olan şu, bu konuda parlamento yeteri kadar bilgilendirilmiş değil. Siyasal partiler hiç zaten bilgilendirilmedi. Yanlış buradan başlıyor. Kendi savunma sistemimizi güçlendireceğiz ama hangisiyle güçlendireceğiz, koşullar nedir bunların iyi belirlenmesi lazım.
Bizim Türkiye’nin şu veya bu ittifaktan çıkması gibi bir düşüncemiz yok. Yani Türkiye; Avrupa Parlamentosunda, Avrupa Komisyonunda, AB’de, NATO ittifakında Türkiye kendi gücünü her zaman hissettirebilir. Zaten kararların tümü oybirliğiyle alınıyor. Dolayısıyla hani pireye kızıp yorganı yakmanın hiçbir alemi yok. Biz hangi gerekçeyle kendi hava savunma sistemimizi güçlendirmek istiyorsak, kendi halkımıza, vatandaşlarımıza, herkese anlatmalıyız bunu.
Murat SABUNCU- Efendim tekrar seçimlere dönmek istiyorum Pazar günü için. Aslında 31 Mart’a giden sürecin taşları da sizin tarafınızdan, yani Ekrem Bey’i bulmak, İYİ Partiyle bir şekilde bu sağlanan ittifak yolunda adım atmak. Burada bir payınız var ve CHP bu seçimlerde özellikle 31 Mart’la beraber hem oyunu, hem bir dönem küstürdüğü seçmenler de vardı onları geri kazanmış durumda. Bu stratejiyi mesela miting yapmadınız bu 31 Mart’tan sonra ama ben biliyorum ki mahalle mahalle, köy köy İstanbul’da hatta zaman zaman ev ev gezdiğinizi de biliyorum. Nasıl bu stratejine geldiniz efendim?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi mitinglerin, tabi mitingler olur bir sefer hani mitingleri tümüyle yadsımak doğru değil, ama mitinglerin bizim oyumuzu artırmak konusunda büyük bir yararı yok. Çünkü sonuçta miting yapıyorsunuz, partililer geliyor, oturuyoruz Genel Başkan sadece konuşuyor, sloganlar atılıyor, akşam da evlerimize gidiyoruz. Fakat öbür türlü, yani birebir toplumun kanaat önderleriyle beraber olmak, onların size soru sormalarına fırsat vermek ve CHP’den beklentilerini öğrenmek ve sizin de onların sorunlarına samimi - bu çok önemli bir söylem - samimi olarak onların sorularına cevap vermeniz yeni kitleleri ya da yeni taraftar kazanmanıza yol açıyor. Referandum sürecinden başlayarak biz bunu yapmaya başladık. Bize mesafeli olan, CHP’ye oy vermeyen, CHP’ye kızgın kitlelerle değil ama o kitlelerin kanaat önderleriyle biz beraber olduk. Üstelik bu beraberliğimiz bir sefere de mahsus olmadı birden fazla oldu. Bazen ben gittim, bazen diğer arkadaşlarımız gittiler, bazen onlar geldiler, bazen biz onları davet ettik, bazen onlar bizi davet ettiler, gittik konuştuk. Ve toplumun her kesimiyle konuşunca samimi olarak önce onlar bize kızgınlıklarını, bize neden oy vermediklerini anlattılar. Biz de kendi eksikliklerimizi onların dilinden dinleme imkanı bulduk, o eksikliklerimizi gidermeye çalıştık ve çok güzel bir tablo çıktı ortaya. Toplumun çok geniş bir kesimiyle kucaklaşma imkanımız çıktı.
Buradaki sorunumuz şu, Türkiye büyük bir ülke. Bu çalışma tavrını bütün Türkiye genelinde yapmak zamana ihtiyaç gösteriyor, burada bir zaman kısıtımız vardı, o nedenle belli yerlerde mitingler ama ağırlıklı olarak bu tür çalışmalar yaptık. Bu çalışmalara sadece Genel Başkan olarak ben değil; bizim grup başkanvekillerimiz, milletvekillerimiz, Genel Başkan Yardımcılarımız Türkiye geneline dağıldılar, Türkiye genelinde bu tür çalışmalar yapıldı, oturuldu birebir insanlarla sohbet edildi. Toplumun en sorunlu kesimleriyle bir araya gelmeye özen gösterdik. Mesela geçenlerde apartmanlarda güvenliği sağlayan, ya da işte apartman görevlileri diye tanımladığımız kapıcı kardeşlerimizle bir araya geldik. Mesela onların sorunlarını siyasetçi hiç görmemiş aslında. Niye görmüyor? Bu insanlar bodrum katlarında yaşıyorlar. Bu insanların sorunları var, bunların da güneş görmeye hakları var, bunların da yasalardan kaynaklanan hakları var, ama birisi çıkıp şunu söyledi bana: “Uzun süredir çalışıyorum, ayda 11 gün sigortalı gösteriliyorum, korkudan sesimi çıkaramıyorum çünkü niye 30 gün sigortamı yatırmıyorsunuz dersem beni kapı dışarıya atarlar. Dışarıya atarlarsa gidecek yerim yok, ayrıca şimdi evde oturuyorum, gidecek yerim yok.” Şimdi bu tür insanları örgütlemek, bu tür insanların sorunlarına değinmek, bu tür insanların sorunlarına değindikten sonra çözümlerini de onlara aktarmak çok değerli. Onlar için de değerli, bizim için de değerli. Mesela biz Türkiye’de var olan ama hiç kimsenin görmediği taşeron işçiler gerçeği vardı onu getirdik ve en sonunda taşeron işçilerin büyük bir kısmı kadro aldılar. Türkiye Cumhuriyetinde hiç yapılmayan Sokak Ekonomisi Çalıştayı yaptık. Hepimiz bir arabayla giderken ya yürürken görürüz çöpten kağıt toplayan, plastik toplayanları, ama bunları görmeyiz de aynı zamanda. Ama bunlar insan ve bunların sorunları var, sosyal güvenlik sorunları var. Hastalandığı zaman ne olacak bu insanlar? Yarın yaşlandıkları zaman ne yapacak bu insanlar? Şimdi bunların sorunlarına eğiliyoruz.
Dolayısıyla bugüne kadar sadece CHP’nin değil pek çok siyasal partinin görmediği, göremediği, görmek istemediği kesimlerle bir araya gelmeye özen gösteriyoruz ve bunları önce örgütlüyoruz, dernek kurmalarını istiyoruz, ortak ses çıkarmalarını istiyoruz, ortak ses çıkarırlarsa çok daha güçlü olacaklarını söylüyoruz ve biz bunların sorunlarını parlamentoda dile getireceğimizi, bunlarla ilgili kanun teklifleri vereceğimizi söylüyoruz ve dolayısıyla karşılıklı bir güven ilişkisi kurmaya çalışıyoruz.
Bu açıdan CHP olarak geniş kitlelere açılma imkanını bu çerçevede yaratıyoruz. Mesela bir miting yapsak apartman sakinlerini çağırabiliriz, gelebilirler, CHP’li olanlar gelebilirler ama oradaki diyelim ki kapıcı görevini üstlenen kişi bir sürü işi var o gelmez. Ama benim onlarla buluşmam lazım, bir araya gelmem lazım ve onların sorunlarını dinledikten sonra sorunları nasıl çözeceğimi benim onlara samimi olarak aktarmam lazım. Bunu yapıyoruz.
Murat SABUNCU- Pazar geceki o tartışmadan sonra birkaç kuruluş rapor yayınladı, mutlaka sizde okumuşsunuzdur, ben de bir iki tanesini okudum. En çarpıcı ve insanların önemsediği noktalardan bir tanesi Ekrem Bey’in söylediği kent yoksulluğunu çözme projeleriyle ilgili ki CHP’nin de bu konuda hazırlıkları vardı. Bunun hakikaten yani özel ekonomik krizden sonra çok daha önemli bir hale özellikle belediyelerde geldiğini de görüyoruz efendim bu krizle beraber. Şimdi sizin bu birebir görüşmeleriniz konusunda Kürt seçmen de CHP’ye yani sizin Genel Başkanlığınızdan evvel de çok uzun süre CHP hep Doğu ve Güneydoğu’da oy olarak yoktu, İstanbul’da çok fazla yoktu, ama bu 31 Mart’ta ve şimdi Kürt seçmen de CHP’sine oy verir noktaya geldi. Dün Sayın Sezai Temelli’yi burada ağırladık, HDP Eş Başkanı, o da benzer bir şekilde dün Sayın Demirtaş’ın da bir çağrısı oldu HDP’nin Eski Eş Başkanının İmamoğlu’na desteği, açıkça söylüyor. Bu noktada tabi CHP açısından yeni bir durum aslında, bunu da konuşmamız lazım efendim.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi Kürt seçmen büyük ölçüde kendisini dışlanmış seçmen olarak görüyordu. Oysa Kürtler bu ülkenin asli unsuru, onları farklı görmek ya da azınlık görmek gibi ne hakkımız var, ne de yetkimiz var. Onlarla ilgili geçmişte belki sağlıklı politikalar üretemedik, ama şimdi Doğu ve Güneydoğu’da hemen hemen toplumun her kesimiyle oturup konuşabiliyoruz, düşünebiliyoruz, çözüm üretebiliyoruz. Hatırlarsanız eskiden Erdoğan çıkardı, siz Sivas’ın ötesine geçemiyorsunuz diye söylerdi. Ama o tablo çok değişti. Bugün Türkiye’nin 81 iline de gidip toplumun her kesimiyle rahat diyalog kurabiliyoruz.
Ben azından hiç gitmediysem Diyarbakır’a 5 - 6 kez gittim, sivil toplum örgütleriyle, meslek kuruluşlarıyla, vatandaşlarla oturup konuştum. Onların arzularına göre bazen medyaya açık, bazen medyaya kapalı toplantılar yaptık ve o toplantılarda sorunlar dile getirildi, sorunları nasıl çözeceğimize dair düşüncelerimizi de ifade ettik. Hatta ben bu düşünceleri ifade ettiğim zaman medyaya açık bölümde, Erdoğan siz bunları söylüyorsunuz ama kanun geldiği zaman parlamentoya ya da kanun tasarısı teklifi geldiği zaman buna itiraz ediyorsunuz, katılmıyorsunuz diye söylemişti. Ben de onun üzerine bütün arkadaşlara bizim bütün taahhütlerimizi kanun teklifi haline getirin, hep beraber imzalayalım Meclis Başkanlığına verelim ve böylece bizim samimiyetimizi de herkes test etmiş olsun. Yani biz lafla değil aynı zamanda biz bunu teklif haline de getiriyoruz diye kanun teklifleri de verdik, ondan sonra kesildi bize yönelik eleştiriler.
Elbette ki Ekrem Bey bir haksızlığa uğradı, bugün Uludereli vatandaşlarla bir araya geldik İstanbul’da. Birisi aynen şunu söyledi, “Ekrem Bey haksızlığa uğramıştır. Haksızlığın ne olduğunu en çok biz biliriz, bizim çocuklarımız öldürüldü. Dolayısıyla haksızlığa karşı durmak, ayrıca haksızlığa muhatap olan kişiye hakkını teslim etmek bizim görevimizdir ve biz bunu yapacağız” dedi. Doğrudur, haksızlığa karşı durmak bir insani davranıştır, bir vicdani davranıştır aslında. Dolayısıyla Ekrem Bey’in Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi artık normal bir seçim olmaktan çıkmıştır, haksızlığa uğrayan bir kişiye hakkını teslim etme seçimine dönmüştür.
Bu bağlamda baktığınız zaman AK Partili kardeşlerimin de normalde demesi lazım ya yeter kardeşim bir haksızlık yapıldı bu kadar da olmaz, artık gidip hakkını teslim edelim diyeceklerdir. O nedenle biz farkın açılacağını düşünüyoruz.
Ekrem Bey de gerçekten de kullandığı dil itibariyle toplumun her kesimini kucaklayan bir insan. Yani asarım, keserim, vururum işte intikam alırım, hesap sorarım diye bir şey yok yani. Kullandığı dil toplumun her kesimini kucaklayan bir dil. Ben herkese hizmet edeceğim diyor. Ayrıca bir şey daha söylüyor, o da çok değerli bana göre - ki ona bütün belediye başkanlarımızın aynı şekilde davranmasını istedik - harcadığım her kuruşun hesabını millete veririm diyor. Vermesi lazım, doğru. Siyaseten yönetmek konumunda olan kişiler yönetirlerken vatandaştan topladıkları vergileri dağıtırlar yani hizmet verirken. İyi de bunu nereye dağıttın, ne kadar dağıttın bunun hesabının verilmesi lazım. Bu da demokrasinin zaten gereği, olmazsa olmazı. Ekrem Bey unutulan bir başka kavramı, yani bu bağlamda hesap verme kavramını da dile getiriyor. Hesap sorma değil, ben hesap vereceğim diyor, halka hesap vereceğim. Her kişiden vergi aldık biz, yeni doğan çocuğa emzik alırken bile vergi veriyoruz, o zaman ben harcadığım her kuruşun hesabını da İstanbullulara vereceğim diyor. Bundan kimsenin alınganlık göstermemesi lazım. Hesap vermezse o zaman siyasal iktidar der ki, bir dakika sen demiştin ki ya harcadığım her kuruşun hesabını vereceğim, niye hesap vermiyorsun. Sayıştay denetçisini gönderir, İçişleri Bakanlığı müfettişini gönderir, İçişleri Bakanlığı kontrolörünü gönderir. Kimi gönderirse göndersin, ama o hesap vermekte kararlı ve bunu yapacağım diyor.
Murat SABUNCU- Sayıştay raporu biliyorsunuz çok tartışıldı o gece. Gerçi her ne kadar Sayıştay siyasi bir dile benzeyen bir açıklama da yapmış olsa o raporla ilgili çok tartışıldı Binali Bey’in görmemiş olması önemliydi ve tabi o rapordaki ve başka raporlardaki vakıflara belediyeden gidilen, mülk konusu da çok ciddi gündemde ve Sayın Yıldırım bunun…
Kemal KILIÇDAROĞLU- Sayıştay’ın yaptığı açıklama yanlıştı. Sayıştay böyle bir açıklama yapamaz. Sayıştay raporu koymuş internet sitesine herkes bakacak zaten. Yani Sayıştay’ın özel bir açıklama yapması siyasal baskı nedeniyle. Oysa Sayıştay TBMM’ye bağlı bir kurum, TBMM adına denetim yapan bir kurum. Sayıştay raporları; gider denetler Sayıştay denetçisi, raporu, denetledikten sonra hazırladığı rapor taslağı bir ön denetimden geçer, sonra kesinleştikten sonra internet sitesinde yayınlanır. Herkes açar oradan bakar. “Raporu okumadım…” Raporu okumadıysan konuşmayacaksın. Raporu okumadıysan o zaman raporu okuyan kişinin sözlerine bakacaksın. Yanlış mı oradaki rakamlar? Yanlışsa Sayıştay’ın raporu yanlış. Sayıştay benim raporum yanlıştır diyor mu? Hayır yanlıştır demiyor. Ama işte kulağı tersinden göstererek acaba iktidar lehine bir iki laf edebilir miyim diye bir arayışa giriyor. Bu Sayıştay’ın Sayıştay olma saygınlığına gölge düşüren bir şeydir.
Dolayısıyla Sayıştay Başkanı ya da Sayıştay yöneticileri şunu söyleyebilirlerdi, rapor bizim internet sitemizde var, arzu eden siyasiler bakabilirler, arzu eden vatandaşlar bakabilirler diyebilirdi.
Murat SABUNCU- Pek çok Türkiye’deki ne yazık ki organ siyasetin baskısını üzerinde hissedip bununla ilgili bir karar alma noktasına doğru gidiyor.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet. Tıpkı BDDK’nın ekonomistlerle ilgili soruşturma açması gibi. Akıl alacak şey değil gerçekten. 2 yıldan 5 yıla kadar yargılanacak yani.
Murat SABUNCU- Türkiye’de gazeteciler efendim biliyorsunuz malum yargılanması konusunda siz bu konuda çok hakikaten Adalet Yürüyüşü’yle beraber pek çok bu konuda haksızlığa uğramış kitlenin sesi de olmuştunuz o dönemde.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Olmak zorundayız.
Murat SABUNCU- Yargı reform paketinde tabi söz olarak var ama şu anda herhangi bir noktası gözükmüyor.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Umarım gelir yakında yargı reform paketi de gelir. Yargı reform paketini siyasal iktidarın hissetmiş olması güzel bir şey. Yani ülkede bir adaletsizlik var ve bu adaletsizlik uygulanan yasalardan kaynaklanıyor veya yasalarda olmakla birlikte siyasal iktidarın yargı üzerindeki baskısından kaynaklanıyor. Belki baskıyı biraz hafifletip, adalet sürecini belki biraz daha belli yargıçlar için anlaşılabilir hale getirirlerse pek çok sorun belki kendiliğinden çözülmüş olacaktır.
Murat SABUNCU- 2014 yerel seçimlerinde katılım yüzde 89 olmuştu İstanbul için söylüyorum. 31 Mart’ta bu oy oranı 83.88’e düştü. Şimdi CHP’nin kazandığı Şişli, Beşiktaş daha evvel bölgeleriyle AKP’nin kazandığı Fatih, Beyoğlu’nda oy kullanma oranlarında bir düşüş vardı. Bu oran seçimlerde yüzde 90’a varan bir seçmen katılımı bekleniyor. Siz sandığa gitmeyen kitleyi götürme noktasında o motivasyonu, o çalışmayı yaptınız mı ve gidecek mi?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yapıyoruz. Zaten bir haksızlık olduğunu bildiği için sandığa gitmeyenler bu kez gidip hakkı teslim edecekler. Böyle bir düşünce olduğunu sanıyorum. Tuttuğumuz nabızda da böyle bir anlayış ortaya çıkıyor. Gerçekten de bir haksızlık var ortada ve bu haksızlığın giderilmesi lazım. O nedenle sandığa gitmeyenler bu seçimlerde yani Pazar günkü seçimlerde sandığa gidip oy kullanacaklar.
Murat SABUNCU- Konu çok uzun ve derin ama efendim bunu da sormadan geçmeyeceğim. Yarın Mülteciler Günü ve Türkiye yaklaşık 4 milyon Suriyeliye aslında ev sahipliği yapıyor. Küçük problemler çıksa da aslında bu bir insani vazife ve herkes buna bir şekilde sahip çıkıyor. Sayın Yıldırım o akşam Suriyelilerin bir kısmının Fırat’ın doğusuna Suriye’de götürüleceği üzerine bir cümle de sarf etti o da çok tartışıldı. Aslında Türkiye’de zaman zaman kimi belediyelerin işte Suriyelilerin denizden yararlanmaması noktasında da ki bir tanesi bir CHP’li belediyeydi yanlış hatırlamıyorsam cümleleri de oldu. Aslında bu konu çok önemli ve detaylı bir konu, ama bu konuda çok fazla şey konuşulmuyor öyle değil mi efendim?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi Suriyelilerin Türkiye’ye gelişlerini, yani savaştan kaçıp çoluk çocuğuyla beraber gelişlerini anlayışla karşılamak lazım. Bunlara bakmalıyız, bakıyoruz zaten. Sorun var mı? Çok ciddi sorun var. Harcanan para Erdoğan’ın söylemine göre 35 milyar dolarlık bir para harcandı ama bu para gerçekten harcandı mı onunla ilgili elimizde sağlıklı hiçbir veri yok, sadece bir söylem var. Ama 35 milyar dolar çok ciddi bir para. 35 milyar dolar Suriyelilere harcansaydı bugün Suriyelilerin hayat standardı çok iyi olurdu. Nerede bu para, nasıl harcandı kimse bilmiyor, ben dahil olmak üzere ve parlamento dahil olmak üzere kimse bilmiyor.
Şimdi Suriyelilerle ilgili ben AB’ye gittiğimde orada da bana Suriyelileri sordular, ben Suriye’deki savaşın bir an önce bitmesi gerektiğini ve siz Suriye’de iç savaş çıkarken görmezlikten geldiniz, görmediniz oradaki insan dramını da görmediniz. Sizin kabahatiniz ve sizin kusurunuz var. Siz ne zaman gördünüz? Mülteciler sizin topraklara geldiği zaman ayağa kalktınız, vay efendim Suriyeliler buraya niye gelsin diye. Kardeşim Suriyeli nereye gidecek? Uygar bir ülkeye gidecek, demokrasisi gelişmiş bir ülkeye gidecek, Afganistan’a gidecek hali yok, Pakistan’a gidecek hali yok. Arap ülkelerinde zaten yeteri kadar var, dolayısıyla demokrasisi gelişmiş, kişi başına gelir, hayat standardının yüksek olduğu yere gelecekti. Geleceğini burada arıyor. Sizin birinci göreviniz Suriye’deki savaşı bir an önce sonlandırın, bunun için elinizden gelen tüm çabayı gösterin. Bu yetmez, savaş bittikten sonra Suriye’nin imarı için elinizi cebinize atacaksınız. Buradaki Suriyelilerin okulunu yapacaksınız, yolunu yapacaksınız, parklarını yapacaksınız, hastanelerini yapacaksınız. Her şeyi yaptıktan sonra Suriyelilere diyeceksiniz ki buyurun kendi ülkenize gidin diyeceksiniz ve göndereceksiniz. Bana hak verdiler. Türkiye’nin de benzer bir uygulamayı yapması lazım. Tabi Türkiye’de de savaşın bir an önce bitmesi lazım ve siyasal iktidarın mutlaka Esat’la temasa geçmesi lazım ve ilişki kurması lazım. Efendim biz bunu istihbarat örgütleri aracılığıyla yapıyoruz. Hayır efendim o yetmez. Oturulacak Esat’la doğrudan görüşülecek. Çünkü Esat’ta Suriye’nin toprak bütünlüğünden yana, biz de toprak bütünlüğünden yanayız. Aksi halde İdlip’de çok daha ağır bir faturayla Türkiye karşı karşıya kalabilir. Bakın bunu en baştan söyledim. Sizin Suriye bataklığında ne işiniz var? Gittiler Ortadoğu batağına saplandılar kaldılar. Süleyman Şah Türbesini bile kaçırmak zorunda kaldılar yani. Çok dramatik bir olaydır, ama maalesef Türkiye’nin karşılaştığı bir olaydır.
Uzlaşmalılar, bir an önce bitmeli ve ondan sonra Suriye’nin yolu AB’yle birlikte, dünyanın gelişmiş ülkeleriyle birlikte Suriye’nin inşasını yeniden sağlamalılar.
Murat SABUNCU- Efendim Pazar akşamı nerede seyredeceksiniz seçimleri? İstanbul’da mı olacaksınız?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Büyük bir olasılıkla Ankara’da olacağım.
Murat SABUNCU- Akşam gelme olasılığı var mı gece?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yo hayır, yani sakin bir şekilde…
Murat SABUNCU- Sakin bir şekilde Ankara’da seyredeceksiniz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yani evet öyle.
Murat SABUNCU- Çok teşekkür ediyoruz, yayınımıza katıldığınız için sağ olun Kemal bey.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Sağ olun, çok teşekkür ederim.
Murat SABUNCU- Efendim CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nu ağırladık, tekrar görüşmek üzere hoşça kalın, iyi günler.