25.05.2016

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, NTV’DE KATILDIĞI "KILIÇDAROĞLU ÖZEL" PROGRAMINDA OĞUZ HAKSEVER’İN GÜNDEME İLİŞKİN SORULARINI YANITLADI (25 MAYIS 2016)

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, NTV’DE YAYINLANAN "KILIÇDAROĞLU ÖZEL" PROGRAMINDA GÜNDEMİ DEĞERLENDİRDİ

NTV’de yayınlanan “Kılıçdaroğlu Özel” programında gündemi değerlendiren CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Hükümet isterse herhangi bir milletvekilinin dokunulmazlık dosyasını genel kurula indirirdi, salt çoğunlukla dokunulmazlığı kaldırırdı. Ama bunu yapmadı. Hep yanlış sularda yüzdü ve bu kadar uzun süredir Türkiye’nin gündemini dokunulmazlıklar meşgul etti. Neden? Çünkü her gün şehit cenazeleri geliyordu ve bir sorumlu bulmak lazım. Şimdi dokunulmazlıklar kalktı, gelen her şehidin hesabını AKP’ye soracağız. Bakın, 6 şehidimiz var birisi de binbaşı. Asfaltı kazıp üstüne, altına bombayı yerleştiriyorlar üstüne asfaltı döküyorlar. Peki, bu devlet neredeydi, bu hükümet neredeydi? Bu ülkenin Başbakanı neredeydi, İçişleri Bakanı neredeydi? Bunları sormayacak mıyız? Bunları sorduğumuz içindir ki büyük rahatsızlık duyuyorlar ve bu dokunulmazlıkla kamuoyunun dikkatini bir tarafa çekip terörü bir anlamda gölgelemek istediler. Ama ne yaparlarsa yapsınlar, bunlar izledikleri yanlış politikalar nedeniyle terörü asla durduramazlar.” dedi.

CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun değerlendirmeleri şöyle:

Oğuz HAKSEVER- Merhaba. Son iki peş peşe genel seçimden sonra genellikle ağır, kasvetli, kimi zaman heyecanlandıran, kimi zaman meraklandıran bir gündem yaşıyoruz. Ve iktidar partisinin 22 Mayıs’taki kongresinden sonra yine yaygın kanaate göre yeni bir döneme girmiş bulunuyoruz. Bu yeni dönem geçmişin ama özellikle son 10 ay izleriyle başlıyor ve Ana Muhalefet Partisi klişe de olsa bugünlerde pek alternatifi olmayan bir deyişle gözlerin üzerinde olacağı parti olacak. Dokunulmazlıkların geçici olarak kaldırılmasında öyleydi, bu sürecin devamında da öyle olabilir. Başkanlık ya da Partili Cumhurbaşkanlığında özellikle Genel Başkanının sözleriyle, söylemiyle öyleydi, bundan sonra da öyle olacak. Geçmişte birçok konuda kapısı çalındığında veya tavrı merak edildiğinde öyleydi, bundan sonraki olası gündem maddelerinde de öyle olacak, öyle olabilir, öyle olmalı.
Söyleşinin çerçevesini bu sözlerle çizdikten sonra artık Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezinde Sayın Genel Başkana bugünü, yarını konuşacağımız bu söyleşide hoş bulduk diyebiliriz. Teşekkürler Sayın Genel Başkan.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Ben de size hoş geldin deyim.

HERHANGİ BİR MİLLETVEKİLİ ARKADAŞIMA MÜDAHALE ETMİŞ DEĞİLİM

Oğuz HAKSEVER- Sağ olun. Öncelikle başsağlığı dileyeceğim kuzeninizi kaybettiniz çok yakın bir süreçte.
Şimdi dokunulmazlıklar hala çok sıcak bir gündem maddesi. Aslında geçen haftadan bu yana çok sayıda gündemde etkili olan olaylar oldu. Bu dokunulmazlıklarda ikinci turda bir müdahaleniz oldu ve sizin müdahalenizle mi değişti durum? Çünkü ibre kaydı. Ne dediniz, ne düşündünüz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Aslında Oğuz bey anayasaya göre, anayasaya değişiklikleri konusunda partiler grup kararı alamıyorlar. Dolayısıyla biz de bir grup kararı almadık. Daha önce “Dokunulmazlıklar kalkacaktır” diye söylendiğinde biz de “Buyurun getirin, bizim parti programımız var o çerçevede dokunulmazlıkları kaldırabiliriz, kürsü dokunulmazlığı hariç bütün dokunulmazlıkları kaldırabiliriz” dedik ve bu konuda çağrı da yaptık. Artı AKP bazı düzenlemeler getirdi, daha doğrusu bir düzenleme getirdi geçici bir madde, biz buna karşın kendi görüşlerimizi aktardık onlara. Neden bizim görüşlerimizi aktardık? Çünkü yapılan düzenleme Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilebilir, sağlıklı bir düzenleme değil, birden fazla sorunu var. Örneğin 20 Mayıs itibariyle geçti, 21 Mayıs itibariyle aynı fiili yapan bir milletvekilinin dokunulmazlığı sürecek. Yani 20 Mayıs’ta yaptığı zaman dokunulmazlığı kalkıyor, 21 Mayıs’ta yaptığı zaman dokunulmazlık devam ediyor. Bu tür garabetler var. Bunlara son verelim dedik ama bu olmadı, uyulmadı. Herhangi bir milletvekili arkadaşıma müdahale etmiş değilim. Tümüyle sağduyuyla milletvekili arkadaşlarımız hareket etmişlerdir ve kendi görüşlerini bir şekliyle parlamento kararına yansıtmışlardır. Hani Genel Başkan müdahale etti, şunu yaptı, bunu yaptı diye haberler oluyor ama yani işin gerçeği bu. Bu vesileyle gerçeği de açıklamış olalım.
Oğuz HAKSEVER- Referandum olasılığını da bir tuzak olarak tanımladınız yanılmıyorsam efendim.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Referandum Türkiye’yi bölerdi, ayrıştırırdı. Çok daha sert bazı sonuçlar doğurabilirdi. Parlamentoda sağduyunun egemen olduğu ve referandum olmadan da bu sorunun bir şekliyle çözülmesi gibi bir sonucun ortaya çıkması, Türkiye’nin kutuplaşmaması açısından önemli tabi.
Oğuz HAKSEVER- Yine de bu dokunulmazlıkta özellikle dün MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin eleştirileri oldu. İkircikli davranmakla suçladılar, ya da öyle iddiaları oldu. Ne dersiniz bu konuda efendim? Gerçi biraz anlattınız. Biz hani anayasaya uygun olarak müdahale etmeyiz milletvekillerine diye.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet yani müdahale etmeyiz. Zaten eğer siz müdahale ederseniz bu doğru olmaz. Milletvekilinin iradesine bir anlamda ipotek koymuş olursunuz. Örneğin AKP’nin milletvekilleri işi o kadar ileriye götürdüler ki, oy kullanan milletvekilinin nasıl oy kullandığını gözetlemek için kulübelerin önünde sıraya girdiler. Şimdi bu kendi milletvekiline güvenmiyorum görünümüydü. Nasıl oy kullandığını bana söyleyeceksin veya içerde kullandığın 3 kartı verdik, sana 3 tane kupon, 3 kupondan 2’sini getirip bana göstereceksin oraya attığın kuponu ben göreceğim bir şekliyle. Bunlar doğru değil, ahlaki de değil bunlar bakıldığı zaman. Biz öyle bir şey yapmadık. Yani gereği neyse onu yaptık. Milletvekili arkadaşlarımız düşüncelerini ortaya koydular, kendi vicdanlarına göre gidip oylarını kullandılar.
Nitekim, Antalya’da yaptığımız toplantıda ben milletvekili arkadaşlarıma şunu söyledim: Ben hanginize telefon ettim oyunuzu şöyle kullanın veya böyle kullanın diye? Yok öyle bir şey. Biz demokrasiyi savunan, hukukun üstünlüğüne inanan bir partiyiz. Bizim bugün yaptıklarımız bazı çevreler tarafından yadırganıyor. Niçin? Hukuka uyduğumuz için. Niçin? Milletvekilinin vicdanına, “Git vicdanına göre oy kullan” dediğimiz için. Olması gereken, doğal olması gereken, bir anlamda sade bir insanın evet doğrusu budur, anayasanın evet buna göre yapın dediği bir olayı biz uygulamaya koyuyoruz ama bazı çevreler neden bunu böyle yaptınız, neden şöyle yaptınız, bak diğerleri şunu yapıyor diyorlar. Biz bunları doğru bulmuyoruz. Demokrasiyi savunacaksak sonuna kadar savunacağız. Kuralları savunacaksak sonuna kadar kurallarımızı savunacağız. Bizden hiçbir CHP milletvekili gidip de kulübenin önünde bekleyip bakıyım nasıl oy kullandı şu CHP milletvekili… Asla düşünemez asla! Ve orada bekleyen milletvekili partide de durmaz. Partinin tabanı da onları bir anlamda dışlar. Ama AKP milletvekilleri gittiler hep beraber orada tek tek bakanlar dahil acaba kim nasıl oy kullanıyor diye, fire olacak mı, olmayacak mı diye bir panik içinde beklediler. Bunlar ahlaki değil. Hem ahlakı savunacaksınız, hem böyle bir tutum takınacaksınız. Bu asla doğru değil.

ANAYASA MAHKEMESİNE GİTMEYİ SİYASETEN DOĞRU BULMUYORUZ

Oğuz HAKSEVER- Bir de Anayasa Mahkemesine başvuru tartışması başladı. Partinizden milletvekillerinin Anayasa Mahkemesine HDP’yle birlikte veya onun başvurusunu takviye etmemeleri konusunda uyardınız. Var mıydı böyle bir olasılık?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Hayır, zaten bu konuda bir parti Anayasa Mahkemesine gidemiyor. Ancak 110 milletvekilinin imzasıyla gidiyor. Bu 110 milletvekili bir, birden fazla, daha fazla partilerden olabilir. 4 partiden milletvekili de gidebilir, 3 partiden milletvekili de gidebilir. HDP şu çağrıyı yaptı, “Biz CHP’den bekliyoruz imza kampanyasını, CHP’den de gelip bize imza versinler” diye. Biz Anayasa Mahkemesine gitmeyi siyaseten doğru bulmuyoruz. Neden doğru bulmuyoruz? Şimdi anayasaya aykırılık var mı? Var. Anayasa Mahkemesine başvurduğunuz zaman ne olacak? Belli bir süresi var, uzayıp gidecektir. Ama milletvekili dokunulmazlığı kaldırılmak istenen herhangi bir milletvekili- bu CHP’lide olabilir, bir başkası da olabilir- zaten kaldırıldı milletvekillerinin dokunulmazlığı, bakanların hariç, başbakanın hariç. Onların dokunulmazlığı devam ediyor. Onlara kimse dokunamıyor. Zaten itiraz ettiğimiz konulardan birisi de buydu. Dokunulmazlığı kaldırıyorsunuz, ihaleye fesat karıştıranın dokunulmazlığı devam edecek, yolsuzluk yapanın dokunulmazlığı devam edecek. Böyle şey olur mu? Dokunulmazlık kalkacaksa Bakan, Başbakan, Genel Başkanlar, milletvekilleri, hepsinin dokunulmazlığı kalkar, hep beraber gideriz hesabını veririz. Bu kadar basit. Buna yanaşmadılar.

BİR HAFTA İÇİNDE MİLLETVEKİLİ GİDİP BAŞVURUSUNU YAPABİLİR

Şimdi milletvekili, diyelim ki CHP milletvekilinin dokunulmazlığı kalktı ve bizim milletvekilimiz arzu ederse kendisi Anayasa Mahkemesine anayasanın 85. maddesine göre başvurabilir bir hafta içinde. Bakın bir ay yok. Bir hafta içinde başvurabilir. Bir hafta içinde başvurmazsa başvuru hakkını yitirmiş oluyor.
Oğuz HAKSEVER- Yürürlüğe girdikten sonra değil mi?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yürürlüğe girmeden, Meclis Genel Kurul kararından sonra, yani 20 Mayıs’tan sonra bir haftamız var. Bir hafta içinde milletvekili gidip başvurusunu yapabilir. Başvuruyu yaptıktan sonra Anayasaya Mahkemesi 15 gün içinde karar vermek durumundadır.
Şimdi bu kadar hızlı bir yol varken neden öbür yola başvuruyorsunuz? Biz bunları geniş kitlelere anlatamıyoruz. Sanki biz… İşte anayasaya aykırı, evet anayasaya aykırı; ben de biliyorum aykırı. Ama anayasaya aykırılığı, Anayasa Mahkemesi şekli yönden inceliyor. Esasa girmiyor.
O nedenle 110 milletvekiliyle yapılacak başvurunun reddedilme olasılığı çok yüksek. Ama öbür türlü başvurulduğu takdirde onun kabul edilme olasılığı bu kez daha yüksek olabiliyor. Arkasından milletvekillerimiz sadece Anayasa Mahkemesine değil, normal mahkeme ve Avrupa insan Hakları Mahkemesine de başvurma haklarına kavuşacaklar ve o da çok süratli işleyecek. Anayasa Mahkemesi 15 gün içinde karar verecek, karar olumsuz çıktığı takdirde bitmiştir deyip doğrudan doğruya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuru hakkını kazanmış olacak. Oraya başvuracak.
Oğuz HAKSEVER- Süreçte dokunulmazlıklar konusunda ne olacak bundan sonra? Mesela bazı milletvekili arkadaşlarınız “Bizi alacaklar” dediler.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi şunu söyleyeyim. Niye alacaklar milletvekillerini, hangi gerekçeyle alacaklar? Ben öyle bir tablonun ortaya çıkacağını şahsen düşünmüyorum. Nedeni şu; milletvekillerinin tutuklanıp hapse atılması doğru bir olay değil. Seçen kim? Halk seçti. Halkın seçtiği milletvekillerinin parlamentoda olması lazım. Parlamentoda elbette görev yapacaklar. Varsa gerçekten belli suçları ve o suçlar tutuklanmayı gerektiriyorsa ona bir şey diyemeyiz tabi. Sonuçta buna yargı karar verecek. Burada üzerinde özellikle durduğumuz konu yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı. Yani yargı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları bağlamında ve o kararları dikkate alarak bir süreci başlatırsa herhangi bir sorun yok. Ama yargı siyasi otoritenin talimatına göre hareket ederse bu yargıya da, yargıca da büyük gölge düşürür. Geçmişte Ergenekon davaları yapıldı, insanlar tutuklandı, Genelkurmay Başkanı “Terörist” diye içeri alındı. Bütün bunların sonradan kumpas olduğu ortaya çıktı. Yarayı kim aldı? En büyük yarayı yargı aldı.
Dolayısıyla yargının bu konuda evrensel hukuk kurallarını dikkate alarak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarını dikkate alarak davranması gerekir.

TAZİYE ZİYARETİNE GİDEN AKP MİLLETVEKİLİNE NEDEN FEZLEKE GELMEDİ

Oğuz HAKSEVER- Akla gelen bir soru, HDP’li milletvekilleri arasında ikisi, birisi canlı bombanın işte PKK’nın afişlerinin bulunduğu taziye evine gittiği için suçlanıyor. Bir diğeri de aracında silah bulunduğu için. Bu konudaki görüşünüz nedir? Bu tür iddialarla, suçlamalarla karşı karşıya…
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi şunu söyleyeyim. Ben TBMM’nin Genel Kurulunda Bütçe Görüşmeleri sırasında, ölen bir teröristin evine taziye ziyaretine gitmesinin doğru olmadığını gayet açık, gayet net söyledim ve kınadım. TBMM’nin üyesi olacaksınız, Türkiye Cumhuriyeti’nin bütçesinden aylık alacaksınız ve askere, polise kurşun sıkan birisinin taziyesine gideceksiniz. Bu asla doğru değil ve doğru olmadığını söyledim. Hele hele bir milletvekilinin-varsa bilmiyorum-aracında silah var terör örgütü üyelerine silah götürüyor, bu da asla doğru değil asla. Böyle bir kişinin varsa dediğim gibi yargı süreci içinde netleşecek, belirlenecek. Böyle bir kişinin parlamentoda olması doğruda değildir. Siz parlamentoya niye gelirsiniz? Sorunu çözmek için gelirsiniz, sorun yaratmak için değil. Siz parlamentoya niye gelirsiniz? Hukukun üstünlüğünü sağlamak için gelirsiniz. Vatandaşın can ve mal güvenliğini sağlamak için gelirsiniz. Vatandaşın can ve mal güvenliğini sağlamayıp da terör örgütüne silah taşıyacaksınız falan, bunlar olmaz, bunları asla kabul etmeyiz. Bu konuda bizim en ufak bir şüphemiz dahi yok. Bizim tek istediğimiz şu; ne yapılacaksa hukuk içinde yapılsın. Hukukun kurallarına uygun olarak yapılsın. Soruşturulsun, araştırılsın, eğrisi, doğrusu nedir bakılsın. Hakim de otursun hukukun üstünlüğü çerçevesinde kararını versin. Buna zaten kimsenin yapacağı bir itiraz yok.
Ama şurada bir şey var onun da altını çizeyim. Bir AKP milletvekili, o da bir taziye ziyaretine gitti. Niçin onunla ilgili fezleke gelmedi? Bakın ben bu soruyu soruyorum. Hukukta çifte standart yoktur. Bizim partilidir gider, karşı partidendir ceza keselim, bu doğru değil. AKP’den de gitti, onun için de savcının fezleke göndermesi lazım. Efendim terör örgütü olduğu sonradan söylendi bize. Ne demek sonradan söylendi? Ne demek yani? Gittin mi? Gittin kardeşim. Savcı biliyor mu? Biliyor. Sosyal medyada yer aldı mı? Aldı. Basında yer aldı mı? Aldı. Peki, bu savcı affedersiniz kör mü? Birisine fezleke düzenliyorsun, öbürüne efendim iktidar partisinden dolayısıyla ben fezleke düzenlersem beni sürebilirler, bir yerlere gönderebilirler ben en iyisi bunu görmezlikten geleyim. Bu çifte standart doğru değil.

ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL OLARAK BAŞVURMAYACAĞIM


Oğuz HAKSEVER-
Siz Anayasa Mahkemesine başvuracak mısınız bireysel olarak?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Hayır.
Oğuz HAKSEVER- Neden Sayın Genel Başkan?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yani şu anda öyle bir ihtiyaç hissetmiyorum. En çok fezlekesi olan benim.
Oğuz HAKSEVER- Ama sizin hakkınızda üstelik bir yıla, hem öyle hem de milletvekilliğinizin düşmesini gündeme getirebilecek süreli suçlamalar var. Daha doğrusu iddialar var, dosyalar var.
Kemal KILIÇDAROĞLU- İddialar var, suçlamalar var. Gider kendimizi gerekirse savunuruz yani. Ne olacak yani? Ben çıkıp yargıcın karşısına Türkiye’de demokrasinin ve hukukun üstünlüğünün ne kadar önemli olduğunu anlatmalıyım. Ben bu tür gereksiz suçlamaların ne olduğunu anlatmalıyım. Ben Silivri’de ziyaretten sonra dışarı çıktığımda “Silivri’nin bir toplama kampı olduğunu” söylemiştim. Ankara’ya dönmeden fezlekem gelmişti. Oradaki yargıçları suçlamıştım. Suçlamalardan birisi de o. Bugün ben haklı mıyım? Ben haklıyım, hâkim ne diyecek? Orada da fezlekem var. Buna benzer pek çok olayda fezlekem var. Olabilir, yani iktidar partisine cesaret edip fezleke düzenlemeyenler muhalefet milletvekillerine rahatlıkla fezleke düzenleyebiliyorlar, ama gider yargıda kendimizi savunuruz.
Oğuz HAKSEVER- Ama genelde hangi dosyalar? Bu çok uzun uzun konuşulmadı. Çünkü Ana Muhalefet Liderinin hakkında da var. Ne tür dosyalar?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Emin olun ben de bilmiyorum. Galiba 20’ye yakın veya 30’a yakın doysa olduğu söyleniyor. Ben de bilmiyorum ama yani bunların bir kısmı zaten benim kürsüden söylediklerim. Kürsü dokunulmazlığı kapsamında söylediklerim. Kürsüde söylediklerimizi dışarıda da rahatlıkla söyleyebiliyoruz ama dediğim yani bunlar yapılıyor.
Oğuz HAKSEVER- Evet, çünkü HDP’liler öyle kolay kolay gitmeyeceğiz diyorlar ama size öyle bir çağrı gelirse bilmiyorum ama…
Kemal KILIÇDAROĞLU- Terörle mücadele yasasında değişiklik yaptı hükümet. Sözlü propagandalar artık suç olmaktan da çıktı. Dolayısıyla HDP’lilerin “hapse gireriz, şudur, budur…” falan, bunların hiçbirisi yok.
Bakın, bazen şunu da söylüyorlar. Eski DEP milletvekillerinin tutuklanmasına yollama yapıyorlar. Şimdi o dönemde, 5 milletvekilinin dokunulmazlığını veya 6 şu anda hatırlamıyorum tam sayıyı, milletvekili dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili Meclis Genel Kuruluna dosyaları getirildi, onlar kendilerini Genel Kurul’da savundular. Oylama yapıldı ve dokunulmazlıkları kalktı.
Şimdi burada da hükümet isterse herhangi bir milletvekilinin 5, 10, 7, 8 milletvekilinin dokunulmazlık dosyasını genel kurula indirirdi, salt çoğunlukla yani o oturumda parlamentoda kaç milletvekili var? Oturumda diyelim ki 100 milletvekili var, 51 kişinin oyuyla dokunulmazlık kalkıyordu zaten. Niye anayasa değişikliği, hangi gerekçeyle anayasa değişikliği? Bunu da söyledik. Kimin dokunulmazlığını kaldırmak istiyorsun kardeşim sen? Getir dosyaları otur, zaten tek başına istersen kaldırabiliyorsun. Ama bu sorumluluğu üstlenmek istemediler, korktular. Anayasa değişikliği yaparız, anayasa değişikliği çıkmayabilir dolayısıyla biz de buradan suçlayacak bir organ bulabiliriz, bir makam bulabiliriz, bir parti bulabiliriz diye. Aslında yani yapılan doğru bir yöntem değil. AKP kendisine güveniyorsa, hangi milletvekilinin dokunulmazlığını kaldırmak istiyorsa getirir kurula, hangi gerekçeyle kaldırmak istediğini söyler, oylama yapılır, tek başına bakın diğer partilerin hepsi hayır bile verse tek başına istediği milletvekilinin dokunulmazlığını kaldırır.

200 TON BOMBA YERLEŞTİRİLİRKEN, SİZ ARMUT MU TOPLUYORDUNUZ


Ama bunu yapmadı. Yani hep farklı sularda yüzdü, yanlış sularda yüzdü ve bakın bu kadar uzun süredir Türkiye’nin gündemini dokunulmazlıklar meşgul etti. Neden? Çünkü her gün şehit cenazeleri geliyordu ve bir sorumlu bulmak lazım. Sorumlu neydi? Anayasa ve dokunulmazlıklar. Anayasa ve dokunulmazlıklar var, dolayısıyla biz terörle mücadele edemiyoruz, elimiz, kolumuz bağlı. Şimdi dokunulmazlıklar kalktı. Kalktı mı? Kalktı güzel. Şimdi gelen şehidin hesabını biz AKP’ye soracağız. Şimdi sen hangi gerekçeyle terörü önleyemiyorsun? Ne istediysen yaptın, hangi yasayı istediysen çıkardın. Ordu emrinde, polis emrinde, istihbarat emrinde, jandarma emrinde, peki kardeşim sen neden bu terörü önlemiyorsun? Neden biliyor musunuz? Çünkü terör örgütüne yardım ve yataklık yapan bir yönetici kadrosu tarafından AKP yönetildi. Şehirler silah deposuna döndürüldü. Sesi çıktı mı bunların? Hayır. Kendi Genel Başkan Yardımcılarının söylemidir, “PKK 200 ton bomba yerleştirdi şehir merkezlerine.” Siz armut mu topluyordunuz 200 ton bomba yerleştirilirken? Bakın, 6 şehidimiz var birisi de binbaşı. Bir patlayıcı tekrar kullandılar. Menfeze döşüyorlar, şehrin içine döşüyorlar. Asfaltı kazıp üstüne, altına bombayı yerleştiriyorlar üstüne asfaltı döküyorlar. Peki, bu devlet neredeydi, bu hükümet neredeydi? Bu ülkenin Başbakanı neredeydi, İçişleri Bakanı neredeydi? Bunları sormayacak mıyız? Bunları sorduğumuz içindir ki büyük rahatsızlık duyuyorlar ve bu dokunulmazlıkla kamuoyunun dikkatini bir tarafa çekip terörü bir anlamda gölgelemek istediler. Ama ne yaparlarsa yapsınlar izledikleri yanlış politikalar nedeniyle bunlar terörü bu anlayışla, bu mantıkla asla durduramazlar.

TERÖRÜN SORUMLUSU ÜLKEYİ YÖNETENLERDİR


Oğuz HAKSEVER-
Tam da o notu almıştım terörle mücadelede bundan sonrasını nasıl görüyorsunuz? Bu gidişat. Tabi çok büyük şehitler veriliyor, acı var kesinlikle.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bakın, geçen bir helikopterimiz düşürüldü. Bir Rus füzesiyle düşürüldü. Teknolojik olarak gelişmiş bir füze. Bazı köşe yazarları -bu konuları işleyen belli çevrelerle ilişkileri olan, haber bağlamında söylüyorum- köşe yazarları ve haberciler tarafından PKK’nın elinde bu tür 60’a yakın füzenin olduğu söyleniyor. Eğer gerçekten 60’a yakın füze varsa bu, terör olayının başka bir mecraya çekilmesi gibi farklı bir sonucu doğurabilir. En büyük sıkıntılardan birisi bu, umarız böyle bir şey yoktur.
Bakın Oğuz bey, bütün bunların sorumlusu kim? Biz miyiz CHP olarak? Biz hükümet değiliz. Yanlış yaptıklarında “Yanlış yapıyorsunuz” diyoruz. “Bu yöntemle bu terör önlenemez” diyoruz. Dokunulmazlığı kaldıralım, buyurun kalktı dokunulmazlık önle! Şimdi merak ediyorum ne söyleyecekler? Bu işin sorumlusu dünyanın her tarafında, bütün demokrasilerde ülkeyi yönetenlerdir. Ülkeyi kim yönetiyor? AKP. Tek başına mı yönetiyor? Tek başına yönetiyor. Kaç yıldır yönetiyor? 14 yıldır yönetiyor. 2002’de hükümeti devraldıklarında terör var mıydı? Yoktu. Rahmetli Ecevit terör örgütünün liderini getirdi, yargıladı, hapse attı mı? Hapse attı. Terör bitmişti. Ne oldu 14 yılda terör bu kadar güçlendi? Bu kadar çok sayıda militan terör örgütüne katıldı?

BÜTÜN BU OLAYLARIN ALTINDA BAŞKANLIK HESAPLARI YATIYOR


Bakın şu örneği hep verdim yine veriyorum. Güneydoğuda şehrin ortasında kamyonun üstünde Kalaşnikof dağıtılıyor. Polis müdahale etmek istiyor, jandarma müdahale etmek istiyor ama izin vermiyorlar müdahaleye. Niçin? Terör olayını yoğunlaştırıp Türkiye’nin dikkatini farklı bir noktaya çekmek istiyorlar. Bütün bu hesapların altında, bütün bu olayların altında da başkanlık hesapları yatıyor. Gayet açık, gayet net söylüyorum bakın. Bütün bu olayların terörün yükselmesi, terörün tırmanması, sanki terörle mücadele ediyorlar, emin olun terörle işbirliği yapıyorlar mücadele ettikleri falan da yok. Ne mücadelesi yapıyorlar? Böyle mi terörle mücadele edilir? Kaç yıldır terörle mücadele ediyorsunuz? Şehirler silah deposuna döndürülecek ses çıkarmayacaksınız, oturacaksınız masalarda yıllarca, aylarca konuşacaksınız, ellerine silah alıp şehrin ortasında ellerinde silahlarla trafik kontrolleri yapılacak ses çıkarmayacaksınız, kalkacaklar mahkeme kuracaklar ses çıkarmayacaksınız, vergi toplayacaklar vergi daireleri kuracaklar ses çıkarmayacaksınız, ondan sonra diyeceksiniz ki, “Ben terörle mücadele ediyorum.” Evet ne oldu? Dokunulmazlık, anayasa bize engel… O da kalktı hadi bakalım kaldır. Hadi kaldır bakalım. Bitir şu terörü. Emin olun terör bitse vallahi de billahi de önce gidip ben kutlayacağım “Türkiye’yi bu terör belasından kurtardınız” diye. Ama bunların niyeti yok, kesinlikle niyetleri yok. Farklı bir algı. Onların tek derdi var. Ne terör biter bitmez o dertleri yok, 17 milyon fakir var onların hiçbir derdi yok, 6 milyon işsizimiz var hiçbir derdi yok. Ne dertleri var? Ben nasıl başkan olacağım. Kardeşim sen başkan olamazsın kimse kusura bakmasın başkan olamazsın.
Oğuz HAKSEVER- Burada soluklanalım Sayın Genel Başkan. Aradan sonra devam edeceğiz. Sayın Genel Başkanın da girizgâhıyla konu başkanlık sistemi ya da partili cumhurbaşkanlığı sistemi olacak.
Aradan önce başkanlık sistemi tartışmalarına geldi söyleşi. Sayın Genel Başkan, orada bu “Kan dökmeden bu işi yapamayacaksınız” sözünüz çok eleştiri aldı. Darbe çağrısı diyenler oldu. Ama çok eleştiri aldı. Bir açıklık getirir misiniz tam olarak? Yani ne demek istiyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Aslında biz demokrasiyi savunan bir partiyiz. Tek partili rejimden çok partili rejime geçerken de demokratik kurallar içinde geçmişiz. Yani bir darbe olmamış, bir baskı olmamış, ama İnönü çok partili hayata geçmiş ve ilk seçimde de yapılan 1950 seçimlerinde de, ilk değil de 1950 seçimlerinde de iktidarı Demokrat Partiye devretmiş.
Dolayısıyla bakıldığı zaman kendi içinde sağlıklı işleyen bir demokratik mekanizma oluşturulmaya çalışılmış. Şimdi bugün geldiğimiz noktada, biz tek partili hayattan çok partili hayata geçerken bugün çok partili hayattan tek partili hayata geçiş çabaları var. Ve bu bizim demokrasimizin önündeki en büyük engel. Diyorlar ki, “Başkanlık sistemine geçeceğiz.” Hangi başkanlık sistemi? Başkanlık sistemini en iyi uygulayan ülke Amerika, Amerika’da nasıl uygulanıyor bu? Başkan var, eyaletler var, başkan en zayıf halka. Çünkü neden en zayıf halka? Eyaletlerin kendi parlamentoları var, kendi yasaları var. Örneğin bir eyalette idam cezası varken, bir başka eyalette idam cezası yok.
Dolayısıyla başkanlık sistemi eyaletlerin olduğu, çok parçalı bir yapının olduğu sistemdir. Onun dışında Avrupa’ya baktığınız zaman ağırlıklı olarak, ya da dünyanın en büyük ilk 20 ülkesine baktığınız zaman, çoğunluk parlamenter sistem.
Birde özü şu; bir ülkenin rejimini ne belirler? O ülkenin rejimini tarihi koşullar belirler, sosyolojik koşullar belirler. Şimdi biz kendi tarihimize baktığımız zaman bizde ne var? Parlamenter sistem var. Kaç yıldır? Yaklaşık 150 yıldır parlamenter sistem var. Çok iyi çalışıyor mu? Hayır, bunu biz de biliyoruz. Neden çok iyi çalışmıyor? Çünkü darbe döneminde çıkan yasalar parlamenter sistemi engelliyor. Nedir bunlar? Anayasadır. Nedir bunlar? Seçim yasasıdır. Nedir bunlar? Siyasi partiler yasasıdır. Nedir bunlar? Ceza yasasıdır.

“HER ŞEYİ BEN YAPACAĞIM” DİYOR


Oğuz HAKSEVER-
Cumhurbaşkanının yetkileri?
Kemal KILIÇDAROĞLU- İşte anayasa diyorum, Cumhurbaşkanı... Bunların değişmesi lazım, ben Sayın Davutoğlu geldiğinde de bunları kendi önüne koydum. Yani bunlar değiştiği zaman biz güçlü bir parlamenter sistem oluşturabiliriz. Mesela ön seçim zorunlu olmalı. Neden zorunlu olmalı? Yani ben Genel Başkan olarak oturup evimde veya Genel Merkezde 550 milletvekili adayını belirlememeliyim. Vatandaşa da “Gelin bunlara oy verin” dememeliyim. Peki, milletvekilini kim seçmeli? Milletin vekili, yani o millet kendi vekilini seçmeli, ön seçimin özelliği bu. “Bu çok önemli midir” diye bir soru vatandaşın aklına gelebilir. Evet bu hayati önemde bir olaydır. Neden? Eğer milletvekili adayını, listesini Genel Başkan belirliyorsa parlamentoda milletvekili özgür iradesini ortaya koyamıyor. Ya Genel Başkan benim üstümü çizerse, ya Genel Başkan beni bir daha listeye koymazsa diyor ve dönüp hep Genel Başkana bakıyor, ne söyleyecek ben ona göre el kaldıracağım, ona göre tavır koyacağım. Bu yanlış. Bu demokrasi bizim parlamenter sistemi ve demokrasiyi kilitleyen ana unsurlardan birisidir.
Seçim yasası gene aynı şekilde, %10 seçim barajı dünyanın hiçbir ülkesinde yok. Niçin getirildi seçim barajı? Kürtler meclise gelmesin diye. Hepimiz biliyoruz bunu. Ama bunu söylemekten biraz korkuyoruz. Kardeşim, bu ülkede kim varsa, hangi gruptan varsa, hangi siyasi düşünceden varsa insanlar sağa sola gitsinler gelsinler mecliste konuşsunlar. %1 oy alan partinin Genel Başkanı meclise gelsin. İndirelim %1’e. Yani Saadet Partisinin Genel Başkanı meclise geldiği zaman kıyamet mi kopacak? Vatan Partisinin Genel Başkanı meclise geldiği zaman kıyamet mi kopacak? Yok. Gelsinler düşüncelerini özgürce ifade etsinler.
Şimdi bunların değişmesi lazım. Biz diyoruz ki, güçlü bir parlamenter sistem yapalım, kuralım, bunları değiştirelim, her şey saat gibi çalışır. Efendim işte büyüme olmaz. İyi de bu Avrupa nasıl büyüyor? İlk 20’de Amerika hariç hepsi aşağı yukarı parlamenter sistem. Bunlar büyüyorlar, gelişiyorlar, hepimiz görüyoruz bütün bunları. Niye peki biz geride kalıyoruz? Olay başkanlık, parlamenter sistem olayının çok daha ötesinde biz demokrasiye inanıyor muyuz, inanmıyor muyuz? Hukukun üstünlüğüne inanıyor muyuz, inanmıyor muyuz, kadın erkek eşitliğine inanıyor muyuz, inanmıyor muyuz? Asıl sorun bu.
Şimdi istenen başkanlık sistemi ne? Diyor ki, anayasada benim yetkilerim az. Oysa bütün Cumhurbaşkanları bu yetkilerin fazla olduğunu söylemişlerdi. Kenan Evren’e göre yapılmış bunlar, değişmesi lazım bunların. Şimdi efendim ben valileri tayin edeceğim, ben milletvekillerini belirleyeceğim, ben belediye başkanlarını belirleyeceğim, üst yargıya atamaları ben yapacağım, üniversite rektörlerini ben belirleyeceğim. Yani “Her şeyi ben yapacağım” diyor. Nedir bunun adı? Başkanlıktır diyor. Her şeyi ben yaparsam bu olur.

KAN DÖKMEDEN BUNU YAPAMAZSINIZ


Ben de çıkıp dedim ki, böyle bir başkanlık sistemi kurarsanız, kurmak isterseniz kan dökmeden bunu yapamazsınız. Yani biz demokrasiyi savunacağız, yani biz sokaklara çıkacağız, yani biz buna itiraz edeceğiz, siz TOMA’larınızla, silahlarınızla, ordunuzla, polisinizle bizi ezmeye ve bizi öldürmeye çalışacaksınız ve bizi ancak öldürürseniz bu sistemi getirirsiniz dedik ve söylüyoruz da. Ben bu ülkede demokrasiyi savunmayacağım. Ben kendi ülkemde çocuklarıma, vatandaşın çocuğuna güzel bir Türkiye bırakmayacaksam benim siyasette ne işim var? Ben bunun mücadelesini vermeyeceksem Türkiye uygar bir ülke, özgürlükçü, demokrasiyi savunan bir ülke, kendi ülkesine getirmiş bir ülke. Bir kişinin bir dikta yönetiminin emrinde olmayan bir ülke; parlamentosu, yargısı, güçler ayrılığı ilkesi olan bir ülkeyi savunmayacaksam neyi yapacağım?

DEMOKRASİYİ SONUNA KADAR SAVUNACAĞIZ


Şimdi güçler ayrılığı var. Yasama, yargı, yürütme, üçü de milli egemenliği kullanıyor. Çünkü anayasa gayet açık, “Milli egemenlik ilgili organlar eliyle kullanılır” diyor. Hakim kararı verirken Türk milleti adına karar vermiyor mu? Veriyor. O zaman nedir sorunumuz? “Yasama benim için ayak bağıdır” diyor. Bakın, parlamentoda kendi çoğunluğu var, muhalefete tahammül edilemediği için yasama organı benim için ayak bağıdır deniyor ve bu kişi şu anda Cumhurbaşkanı. “Yargı organı benim için ayak bağıdır” diyor. “Yargıya, Anayasa Mahkemesi kararına uymuyorum” diyor, “Saygı da duymuyorum” diyor ve bu kişi bu ülkede Cumhurbaşkanı. Böyle bir şey olamaz. Demokrasiyi sonuna kadar savunacağız. Kim için savunacağız demokrasiyi, CHP için mi? Hayır. CHP’den farklı düşünen partilerin de, vatandaşların da, aydınların da, gazetecilerin de özgürce düşünmelerine olanak sağlamak için. Ben yanlış düşünebilirim ama bir başka vatandaş benden daha iyi düşünebilir ve ben onun düşüncesini örnek alabilirim. Bir başka siyasal parti benden daha iyi bir proje ortaya koyabilir. Ben ona bu olanağı sağlamak zorundayım. Biz “Demokrasi, demokrasi, demokrasi” dedik, geldik totaliter bir yönetime.
Oğuz HAKSEVER- Sayın Genel Başkan, peki denge, kontrol mekanizmalarının uygun olduğu ya da beklentilerinizi karşılayabilecek yani demokrasi çerçevesinin dışına çıkmayacak bir teklif ortaya çıksa müzakere eder misiniz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Başkanlık sistemi nasıl bir sistem getirecekler önce bir ortaya koymaları lazım. Ama anayasa görüşmeleri sırasında yaptıkları, Erdoğan’ın yaptığı açıklamalar, güçler ayrılığının değil de güçlerin uyumu diye söylemler bizim bu söylediklerimizi doğruluyor. “Obama büyükelçi dahi tayin edemiyor, zavallı Obama” dendi. Şimdi büyükelçiyi tayin ediyor, elinde her türlü yetki var, parlamentoda onun emrimde. “Kalkın” deyince AKP milletvekillerinin tamamı kalkıyor. Oturun, oturuyor. Ağlayın ağlayın, gülün gülün. Bu model var, Kuzey Kore modeli aynen uygulanıyor Türkiye’de. Bu Türkiye Cumhuriyetinin dünyada alay konusu olmasına yol açıyor. Kuzey Kore’deki diktatör nasıl alay konusu oluyorsa bizde de alay konusu oluyor. Bunları kaldırmamız lazım. Bu bizim demokrasi tarihimize de ihanettir. Bunun olmaması lazım. İnsanlar düşüncelerini…
Bakın Oğuz Bey, akademisyenler kendi düşüncelerini açıklamak için bir bildiri yayınladılar. Yayınlar. Katılır mısınız? Katılırsınız veya katılmazsınız. Ben de o bildirinin içeriğinin bir bölümüne hiç katılmadım. Ama bir insan ben o düşüncenin içeriğine katılmıyorum diye… “Bunların ne işi var, bunlar ihanet ediyorlar, bunların tutuklanması lazım” dedi, savcılar harekete geçti, hakimler tutukladı ve hapse attı. Bütün dünyada rezil olduk emin olun. Şimdi Avrupa’dan kopuyoruz. Geçen Avrupa Parlamentosu Başkanı ne diyor? Bu gidişle Türkiye 100 yıl mı, 1000 yıl mı geçse AB’ye üye olamaz. Oysa Türkiye’nin en büyük çabası neydi? Uygar dünyanın bir parçası olmak, medeni dünyanın bir parçası olmak. Bütün Arap halkları Türkiye’ye imreniyorlardı, “Türkiye’de özgürlük var, Türkiye’de demokrasi var, Türkiye’de kadın – erkek eşitliği var. Türkiye’de insanlar rahatlıkla düşüncelerini açıklıyorlar. Despot bir yönetim yok. Ve Türkiye Avrupa’nın, uygar dünyanın bir parçası biz neden Türkiye gibi olmak istemiyoruz” diyorlardı.
Bakın, Tunus’ta orada da laiklik savunuldu. “Türkiye’yi örnek alıyoruz” dedi. “Türkiye’deki yönetimi örnek alıyoruz” demedi. Bakın bu ayrıntı çok önemli bir ayrıntıdır. Yönetimi değil ama Türkiye’yi örnek alıyoruz dedi. Çünkü Türkiye’de laiklik yıllar yılı efendim işte dinsizlik diye anlatıldı. Oysa inançların, din ve vicdan özgürlüğünün güvencesidir laiklik. İstediğine inanabilirsin, istediğin gibi düşünebilirsin. Biz bunu bile yeteri kadar kendi halkımıza anlatamadık.

BİZİ YOK ETMEN GEREKİYOR


Oğuz HAKSEVER-
Yani bu zamana kadarki söylemlere bakıldığında getirilecek başkanlık sistemini bu şekilde öngördüğünüz için böyle diyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Öyle anlatıyorlar zaten. Biz de diyoruz ki “Bunu yapamazsın. Yapman için ne gerekiyor? Bizi yok etmen gerekiyor.” Biz demokrasiyi savunuyoruz. Bizi yok etmeden bunu yapamazsın diyoruz. Kan dökmek? Biz gidip onların kanını dökeceğiz değil, siz gelip tomalarınızla, silahlarınızla bizi öldüreceksiniz kendi sisteminizi getirmek için. Siz kan dökeceksiniz. Evet, onların elleri kanlı. Onlar demokrasiye inanmıyorlar.
Oğuz HAKSEVER- Bu arada bir son dakika haberi var. Yargıtay başkanından açıklama oraya geleceğiz. MHP kongre kararımız kesindir biçimde. Ben yine müzakere edecek misiniz diye bitecek bir soru soracağım. O da partili Cumhurbaşkanlığı. Bir fiili durum var. Anayasada bir takım düzenlemeler olsa razı mısınız? Müzakere eder misiniz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Fiili durum nedir? Fiili durum şu: Ben anayasaya uymuyorum, ben kanunlara uymuyorum, uymadığım için bir fiili durum yarattım ve ben suç işliyorum diyor. Bunu yargı görmüyor diyor, halk görmüyor diyor, AKP görmüyor diyor. Beni suçlu konumdan çıkarın. Nasıl seni suçlu konumdan çıkaracağız? Senin istediğin değişiklikleri yaparak. Yani hırsız eve giriyor hırsızlık yapmaya, yakalıyoruz “Sen hırsızsın” diyoruz, ama bir kanun çıkarıyoruz “Sen eve girebilirsin, hırsızlık yapabilirsin seninki suç değildir” diyoruz. Bu noktadayız biz. Şimdi fiili durum bu demektir. Fiili duruma değil de yasalara uygun davranılsaydı, tarafsızlık konulsaydı, siyasi partiyle bağlantılar kesilseydi ve gerçekten de Cumhurbaşkanlığı, tam anlamıyla bir Cumhurbaşkanlığı yapsaydı kendi talebini de dillendirebilirdi. Ben yasalara uyuyorum, hukuka uyuyorum, anayasaya uyuyorum ama Türkiye’nin böyle sorunları var ve bu sorunların bir şekliyle anayasa değişikliklerinde dikkate alınması lazım derdi ve biz buna saygı duyardık. Şimdi böyle denmiyor. Bir dayatma mantığı içinde benim düşüncelerimi ancak kabul edersiniz diyor. Etmezseniz ben size gösteririm diyor. Yani elinde sopayla yasama organını açıkça tehdit ediyor. Yasama organının AKP kanadı da el pençe divan elde sopa olan kişinin emrinde. Emredersiniz diyor, blok olarak gideceğiz oraya, blok olarak geleceğiz buraya diyor. Bu doğru değil.
Şimdi neyin müzakeresini yapacağız? Biz şunu söyledik, anayasa değişikliğini yapacaksak darbe hukukunu bir bütün halinde ele almalıyız. Sayın Davutoğlu’na şu örneği verdim: Bakın dedim aldım anayasayı, açtım 38.maddeyi. Bakın diyor ki burada ‘basın hürdür sansür edilemez’, güzel. Peki dedim Sayın Davutoğlu bugün basın hür mü? Hayır. Yeni anayasa yazsak ne yazacağız? Aynı şeyi yazacağız. Basının hür olmadığını, basının üzerinde baskı olduğunu, patronların tehdit edildiğini, köşe yazarlarının işten atıldığını, bazı köşe yazarlarının zorunlu olarak kendilerine otosansür uyguladıklarını biliyoruz. Hani basın hürdü sansür edilemezdi anayasada. Peki bu hale getiren ne? Darbe yasaları. Gel anayasanın o maddesini yazarken, darbe yasasını da o maddeye uygun hale getirelim. İkisini eş zamanlı ele alalım ve bu sorunu çözelim. Göreceksiniz dedim parlamenter sistem saat gibi çalışacak darbe hukukunu kaldırdığımızda. Aynı şeyi yine söylüyorum anayasa değişikliği darbe hukukunu değiştireceklerse hay hay başımızın üstüne. Biz bu ülkeye demokrasi gelsin istiyoruz, tam demokrasi olsun diyoruz, özgürlükçü demokrasi olsun diyoruz. Cumhuriyeti kurduk, cumhuriyeti özgürlükçü demokrasiyle taçlandıralım diyoruz. Yani başka istediğimiz bir şey yok ki. Ben şunu iddia etmiyorum. Benim her söylediğim doğrudur ve herkes buna uyacaktır. Asla böyle bir şey olamaz. Akla aykırıdır böyle bir şey. Ama ben bunu söylemiyorum ama birisi elinde sopayla bunu söyletmek istiyor herkese. Ben söylüyorum, doğruyu söylüyorum, elimde sopa var. Aksini söyleyeni cezalandırırım. Bu olmaz.

330’U BULACAKLARINI SANMIYORUM


Oğuz HAKSEVER-
Biraz önce partili Cumhurbaşkanlığında kalmıştık. Ondan önce başkanlık konusunu, özellikle bu “Kan dökmeden getiremezsiniz” söyleminizi de konuşmuştuk. Şimdi Sayın Genel Başkan 2002 değil mi 14 yıllık bir parlamenterlik geçmişiniz var, tecrübeli bir parlamenter. İşte iktidarda asılacağını söylüyor bu konuyu, getireceğini de söylüyor. Hepimize sorarlar böyle gazetecilere. Omuzumuza dokunup yoldan çevirirler nereye, ne görüyorsunuz? Şimdi parlamentoda bu başkanlık ve yarı başkanlık konusunda da ben size soruyorum ne görüyorsunuz? Neler olacak?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Geçeceğini sanmıyorum. Dün Sayın Bahçeli bir açıklama yaptı. Başkanlığa daha önce karşı olduğunu söylemişti. Partili Cumhurbaşkanlığı modeline de karşı olduğunu ifade etti. Dolayısıyla benzer bir söylem HDP’den de geldi. Biz zaten karşı olduğumuzu deklare etmiştik. Dolayısıyla 330’u bulma şanslarının olacağını sanmıyorum.
Oğuz HAKSEVER- Erken seçim olasılığı?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Erken seçim iktidar isterse her an götürebilir. Biz zaten her koşulda hazırız buna. Seçimden hemen sonra biz kendimiz, örgütlerimiz çalışmaya başladık zaten, çalışıyoruz da.
Oğuz HAKSEVER- Yani o zaman sizin değerlendirmeniz ışığında 2019’a kadar…

DAVUTOĞLU’NA YAPILAN AKP TABANINDA CİDDİ BİR RAHATSIZLIK YARATTI


Kemal KILIÇDAROĞLU-
Bir şey daha var onu da söyleyeyim Oğuz bey. Sayın Davutoğlu’na yapılan işlem AKP kanadında, vicdanında, tabanında ciddi bir rahatsızlık yarattı. Çünkü %49,5 oy almıştı, 23 milyon 600 bin seçmenin oyunu almıştı, kendisine göre başarılı bir Başbakandı, çalışıyordu, çalıştığını söylüyordu. Olabildiğince bütün kesimlere samimi ve içten mesajlar vermeye çalıştığını ifade ediyordu. Ama elinde olmayan nedenlerle ve kendisinin iradesinin dışında kapının önüne konması o tabanda ciddi bir rahatsızlık yaratmış durumda. Referandum olasılığı dahi o tabandan beklenen karşılığı bulmama ihtimali çok yüksek, bize alandan gelen bilgi bu yönde. Gerçekten de baktığınızda Davutoğlu’na bir haksızlık yapıldığını hepimiz biliyoruz. Yani sonuçta demokratik yollardan seçilmiş meşru bir hükümet. Parlamentoya gelmiş, parlamentodan güvenoyunu almış, kendine göre çalışıyor, dış ilişkileri olabildiğince iyi kurmaya kendine göre çalıştığını ifade ediyor.
Dolayısıyla bunun saraya davet edilip elinden istifa dilekçesinin alınması kabul edilemez. Bu ülkede demokrasiyi savunan kim olursa olsun ve hangi partiden olursa olsun buna tepki göstermesi lazım. Bu doğru değildir demesi lazım. AKP’nin kurultayına katılıp Davutoğlu çıktığı zaman ağlamak yetmiyor. Buna tepki gösterilmesi lazım. Biz kendi ülkemizde bir dikta yönetimi istemiyoruz. Meşru bir hükümet var ve bu meşru hükümetin şu veya bu şekilde bir darbeyle görevden alınmasını kabul etmiyoruz demeleri gerekiyor.
Oğuz HAKSEVER- Hala gündemde dünkü son dakikaların ardı arkası kesilmiyor. MHP kurultay süreciyle ilgili olarak son bilgi Yargıtay Başkanı kararımız kesindir, doğrudur, tartışılmamalı diyor. Yalnız şöyle bir durum var. İşte Ana Muhalefet Liderine bir başka partinin içişleri gibi görünen bir konuyu soracağım. Ama öyle görünmüyor. Çünkü tartışma bambaşka boyutlarda. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz MHP’nin yaşadığı süreci?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Sizin söylediğiniz cümleyle yani bir partinin içişlerine karışmak istemeyiz. Ama ortaya bir yargı kararı çıkmışsa bu yargı kararının gereği yapılmalı. Ben MHP’nin tüzüğünü bilmiyorum, işleyişini de bilmiyorum ama yani siyasal partilerde delegeler belli bir oya ulaştığında, imzalar toplandığında kurultayın, kongrelerin, genel kurulların neyse ismi kendi tüzüklerinde onun yapılması gerekiyor. Dolayısıyla da Yargıtay’ın vermiş olduğu bu kararla en azından bir belirsizlik ortamı da ortadan kalkmış oluyor.
Oğuz HAKSEVER- Hala biraz var hani kurultayın hangisi yapılacak? Çağrı heyeti mi, yoksa Genel Merkez mi bilemiyorum.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Artık şimdi bir kayyum atanmıştı galiba. Şimdi Sayın Bahçeli bir açıklama yaptı. Tabi nasıl olur bilmiyorum ama sonuçta ortada bir gerçek var MHP’nin kurultayı yapılacak.
Oğuz HAKSEVER- Bunun yüksek siyasetle parlamentonun çatısı altında başka bir siyasetle bağlantıları da hep gündeme getirildi. İktidar partisinin Bahçeli’yi desteklediği yolunda bir kanaat oluştu. Diğerleri, işte Bahçeli paralel devlet suçlaması yaptı adaylardan bazıları için. O açıdan biraz gündemde yer tutan bir konuydu.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Burada ben nokta koymuş olayım.

HERKES YAZILI KURALA DA UYACAK, SÖZLÜ KURALA DA UYACAK


Oğuz HAKSEVER-
Ama sizin partinizin içişlerine gelelim isterseniz o zaman. Özellikle yeniden Muharrem İnce öne çıkmaya başladı. Tabi bir ara Güldal Mumcu’nun adı gündeme getirildi. Muharrem İnce mitingler yapacağını söyledi. Elbette eleştirileri devam ediyor. Hatta bu son dokunulmazlık konusunda da. Hatta sizin ben hapse girerim sözünüze de eleştiri getirdi. Neden öyle olsun diye. Nereye gidiyor bu süreç ne dersiniz, ne oluyor?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Türkiye’nin bu karmaşık ortamında partinin tek ses çıkarması lazım. Çünkü Türkiye’nin demokrasi çıtasını yükseltmesinin tek bir adresi var o da Cumhuriyet Halk Partisi. Kim ne derse desin. Kızarız, eleştiririz ama her vatandaş partili olsun olmasın, başka bir partiden olsun, rakibimiz olsun. Sonuçta gelir şu cümleyi söyler. Evet CHP demokrasiyi savunur, CHP özgürlükleri savunur. Bu bizim için çok önemli. Bu ortamda yapacağımız demokrasi ve özgürlükler konusunda hepimizin ortak hareket etmesidir. Elbette ki arkadaşlarımızdan bazıları Genel Başkan olmak isteyebilirler, bunun mücadelesini verebilirler. Hiçbir sorun yok zaten. Ama bunun kuralları vardır. Nedir kuralları? Gidersiniz tüzüğü açarsınız, tüzüğe bakarsınız işte belli sayıda delegeden imza toplarsınız gelirsiniz kurultayınızı yaparsınız, aday olursunuz mesele biter. Ama daha biz kurultayımızı dün yaptık. Bugün Türkiye belli bir karmaşa içinde ve bir dikta yönetimi var Türkiye’de. Bu dikta yönetiminden Türkiye’nin kurtulması lazım. İzlenen dış politika Türkiye’yi bütün dünyadan, uygar dünyadan dışlamış durumda. Biz bu konuda güç birliği yapmak zorundayız, mücadeleyi yapmak zorundayız. Sadece CHP için söylemiyorum ben bunu. Bütün sivil toplum örgütlerinin demokrasiden yana olan, özgürlükten yana olan, cumhuriyetten yana olan, kadın erkek eşitliğinden yana olan, yoksullukla mücadeleden yana olan, işsizlikle mücadeleden yana olan bütün toplum kesimlerini, bu sendikalardır, sivil toplum örgütleridir, meslek kuruluşlarıdır. Bunların bir arada ve topluca ses çıkarması lazım. Bu mücadeleyi böyle örgütlememiz lazım. Ama birilerinin heves edip de işte ben toplayacağım, toplayabilir. Biz hiçbir zaman sizin programınızda da söyleyeyim, açıp da bir delegeye sakın işte şuna oy verme, şuna imza atma diye böyle bir şey aklımın ucundan geçmedi ve geçmez de asla. Demokrasinin kuralı neyse ben o kurala herkesin uymasını isterim. Kurala herkes uyacak. Yazılı kurala da uyacak, sözlü kurala da uyacak. Kurala uyduğumuz sürece hiçbir sorunumuz yok bizim.
Dolayısıyla ben hani partinin içinde birçok seslilik… Bakın, bize hep şunu dayatmaya çalışıyorlar. Neden siz AKP gibi olmuyorsunuz? Bakın orada bir kişi konuşuyor herkes dut yemiş bülbül gibi sesini çıkarmıyor ve onu tekrar ediyor. Bu dikta yönetimlerinde olan bir olaydır. Kuzey Kore’de olur, Mussolini’nin İtalya’sında, Hitlerin Almanya’sında böyleydi, Pinochet yönetiminde böyleydi. Biz düşüncelerimizi peki farklı düşüncelerimizi nerede anlatacağız? Antalya’da toplantı yaptık. Toplantıya milletvekili arkadaşlarımız çıktılar düşüncelerini gayet özgür bir şekilde ifade ettiler. Hiçbir arkadaşımız da neden bu düşünceyi ifade ediyorsun demedi. Parti Meclisi toplantımız hemen arkasından oldu. Sabah 10’da başladığımız Parti Meclisini gece 12’de bitirdik. Gerçi arada açılışlar oldu, ben onlara zorunlu olarak katıldım. Gece 12’de bitirdik. Arkadaşlarımız gene düşüncelerini söylediler, yine oturduk konuştuk. Sonuçta biz kendi aramızdaki farklılıkları oturup konuşacağız. Medya bunları alıyor işte CHP’de farklı düşünceler, farklı görüşler diye yazıyor. Yazabilir yani farklı düşünceye tahammül edemeyen bir siyasal parti gerçekten demokrasiyi kendi ülkesine getirebilir mi? Getiremez. Biz böyle bir partiyiz, demokrasiyi savunan bir partiyiz, özgürlükçü demokrasiyi savunan bir partiyiz. Batı standartlarında yani uygar dünyada ne varsa bu ülkenin insanı üçüncü sınıf demokrasiye mahkum edilecek mi, edilmeyecek mi? Soru bu. Biz bu ülkenin insanı birinci sınıf demokrasiyi, özgürlükçü demokrasiyi, tam demokrasiyi hak ediyor diyoruz. Neden benim insanım üçüncü sınıf demokrasiye mahkum olsun? Bunun mücadelesini veriyoruz ve mücadeleyi bu bağlamda götüreceğiz.

HERKES PARTİ DİSİPLİNİNE UYMAK ZORUNDADIR


Oğuz HAKSEVER-
Biraz önce topluca demokrasi için ilerlemesi gerekiyor, uğraşmak gerekiyor dediniz. Bu tür girişimler yani ayak bağı mı oluyor CHP’ye, yoksa bunun başka bir tarifi var mı?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Ayak bağı olarak tanımlamak belki biraz haksızlık olabilir. Ama insanlar düşüncelerini söyleyebilmeliler. Yani ben hep bunu savunurum. Düşüncelerini ifade edebilmeliler. Tabi bir şey daha var. Parti disiplini dediğimiz bir kural vardır. Siyasi partiler sivil toplum örgütleri değildir. Siyasi partiye üye olduktan sonra o siyasi partinin programına uygun, tüzüğüne uygun, kurallarına uygun, geleneklerine uygun davranmak zorundayız. Parti disiplininin özü budur. Kim televizyona çıkacaksa örneğin grup iç yönetmeliğine göre grup başkanvekillerinden izin alır. Ben çıkacağım şu konuda düşüncelerimi aktaracağım diye. Birisi çıkıp da grup yönetimi de ne oluyor, efendim birde yönetmelik çıkarmışlar ben ona uymayacağım çıkacağım derse o zaman sorgulanmak zorundadır. Bunları da ben her ortamda bir şekliyle arkadaşlarıma aktarıyorum. Herkes parti disiplinine uymak zorundadır.

BİR TÜZÜK KURULTAYI YAPACAĞIZ


Oğuz HAKSEVER-
Olağan kongreniz 2018’de mi Sayın Genel Başkan?
Kemal KILIÇDAROĞLU- 2018 galiba.
Oğuz HAKSEVER- Yani arada bir olağanüstü kongre pek görünmüyor?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bir tüzük kurultayı yapacağız. Onunla ilgili çalışmalar büyük ölçüde sonuçlandı. İllere gönderdik, illerden görüşlerimizi aldık. Tüzük kurultayının oluşması için tüzüğü son noktaya getirip Parti Meclisine sunmamız lazım. Parti Meclisinin de bir anlamda görüşünü almamız lazım. Kendi aramızda grupta milletvekilleriyle oturup bir tartışmamız gerekiyor. Sonra bir tüzük kurultayı yapmayı düşünüyoruz. Tüzük kurultayını basına kapalı yapacağız. Kendi iç işimiz çünkü bu. Bir gün sabahtan başlayacağız akşama kadar partinin bütün delegeleri gelecekler tüzük konusunda görüşlerini ifade edecekler. Kadın kollarının, gençlik kollarının bazı talepleri var, onları da bir şekliyle tüzüğe, ne oranda yansır bilmiyorum, bir şekliyle yeni bir tüzükle yolumuza devam edeceğiz.

TOPLUMU ALIŞTIRA ALIŞTIRA BİR DİKTA YÖNETİMİNE GİDİLİYOR


Oğuz HAKSEVER-
Biraz önce dikta rejimi ifadesi kullandınız Sayın Genel Başkan. Cumhurbaşkanı da diyor ki, “İşte bana diktatör bozuntusu diyorlar, başka ülkede bunu diyemezler, nasıl diktatörlükle suçlarlar?” Bunu söyleyebildiklerine göre bir sorun yok demeye getiriyor.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Sorun davranışları ve eylemiyle bize bunu söyletmek zorunda kalması. Sorun orada. Bir partinin içişlerine doğrudan müdahale ediyor mu? Ediyor. Bir partinin kongresinde kongreyi yöneten kişi “Bu parti Recep Tayyip Erdoğan’ın partisi” diyor mu? Diyor. Şimdi hepimiz elimizi vicdanımıza koyalım ve seslendirelim. Bu partinin adı ne? Adalet ve Kalkınma Partisi. Kendi isimlerini reddedip biz Recep Tayyip Erdoğan partisiyiz diyorlar. Hangi demokraside bu var? Bana bir Allah’ın kulu çıkıp desin ki, Fransa’da, İtalya’da, Japonya’da, Rusya’da böyle bir model var. Bakın Rusya örneğini de veriyorum. Böyle bir şey olamaz. O nedenle söylüyoruz bir dikta yönetimine doğru ağır ağır gidiyoruz. Toplumu alıştıra, alıştıra götürüyoruz. Başlangıç neydi? Yasama ve yargı benim için ayak bağıdır. Bunu ancak bir diktatör söyler. Hitlerin “Kavgam” kitabını alın, bazı köşe yazarlarımız bu benzerlikleri ağır ağır ortaya koymaya başladılar zaten. Bu anlayışla Hitler anlayışının ne kadar örtüştüğünü gösteriyorlar. Medya üzerinde baskı... Yalan söyleyeceksiniz ve bunu sürekli tekrar edeceksiniz ama yalanınız büyük olacak. Kabataş yalanı bunlardan birisiydi. 50 kişinin saldırdığı bir kadın düşünün çocuklu, puseti var, 50 kişi saldırıyor Kabataş İskelesinde hiç kimse görmüyor. Ama bu aylarca, aylarca gündeme getirildi. Benzer pek çok yalan gündeme getirildi. Türkiye’de özgürlük var. Hangi özgürlükten söz ediyorlar bana, hangi özgürlükten? Medya özgürlüğünden mi söz ediyorlar? Bir ülkenin üniversiteleri suskunsa orada dikta yönetimi vardır. Türkiye bu halde, üniversitelerden tık çıkmıyor. Bir grup akademisyen bir bildiri yayınladılar kendilerini hapiste gördüler. Pek çok akademisyenin de görevine son verildi, soruşturma açıldı.
Buradan o üniversitelerin yönetimine seslenmek istiyorum. Siz üniversitesiniz, üniversite her türlü düşüncenin özgürce dile getirildiği kurumlardır. Aksi halde üniversiteler bilgi üretemezler. Düşüncesini açıkladı diye bir öğretim üyesinin işine son vermek, vakıf üniversiteleri veya soruşturma açmak devlet üniversiteleri. O üniversitelere yakışmaz. Tam tersine o üniversitelerin yönetim kadrosunun o öğretim üyelerine sahip çıkması lazım. Evet, biz bunların düşüncelerine katılmıyoruz ama bunların düşüncelerini özgürce söyleyecekleri bir ortamı biz yarattıysak demek ki görevimizi yapmış oluyoruz. Çünkü biz üniversiteyiz demeleri lazım. Eğer bunu demezlerse onlar gerçek anlamda üniversite değillerdir. O nedenle bazı üniversite rektörleri, yöneticileri o hocalara sahip çıktılar. Onları yürekten kutluyorum. Orası gerçek anlamda bir üniversitedir. Öbürleri? Kimse kusura bakmasın üniversite olup olmadıkları her zaman tartışılacaktır.

AKP’NİN BİR VİZYONU YOK


Oğuz HAKSEVER- E
konomi konusu aslında en önemli işlerden biri, de siyaset gündemi tabi ki yoğun olduğu için gelmiyor. Yeni hükümette üretim ağırlıklı, yatırım ağırlıklı bir kalkınma profili çizecek bir ekonomi tablosu çizildi.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Oğuz bey, üretimi nereden aldılar? Bizden aldılar. Biz dedik ki CHP’nin bir vizyonu var. AKP’nin vizyonu var mı? Bana göre yok. Vatandaşa göre sormak isterim vizyonu var mı? Ben iş dünyasına da soruyorum. Efendim vizyonu var. Bak işte 2023’te ihracat şu olacak. O vizyon değil ki, o sonuçtur. Siz o sonuca ulaşmak için neler yapacaksınız, neleri planlıyorsunuz siz? Bu yok. Bizde var. Ne diyoruz? Vizyonumuzun birinci ayağı tam demokrasi. Hukukun üstünlüğünün ve tam demokrasinin olmadığı bir yerde siz sağlıklı bir gelişmeyi, büyümeyi asla sağlayamazsınız. Çünkü üretimi yapacak olan, yatırımı yapacak olan kişinin can ve mal güvenliğini sağlamak zorundasınız. Ve onun özgür bir ortamda evet ben üretim yapıyorum demesi lazım.

TÜRKİYE KATMA DEĞERİ YÜKSEK ÜRÜN ÜRETMEK ZORUNDADIR


İkinci ayağı üreten Türkiye’dir. O da bizimdi. Üreten Türkiye. Türkiye üretirse güçlü olur. Üreteceğiz diyor. Neyi üreteceksin o da önemli. Katma değeri yüksek ürün üretmezsen dünyada söz sahibi olamazsın. Makine halısı üreteceğim. Geçiniz onları. Buzdolabı üreteceğim, çamaşır makinası üreteceğim. 18., 19.yüzyılın ürünleri onlar. Sen 21.yüzyıldan söz ediyoruz neyi üreteceksin? Yapay zekanın tartışıldığı bir dördüncü sanayi devriminden söz ediyoruz sen bunların neresindesin? Peki bunları nasıl yapacaksın? Üniversiteler bilgi üretirse yapacaksın. Üniversite bilgi üretmezse bunların hiçbirisini yapamazsın. O nedenle üniversitelerin bilgi üretmesi lazım. Peki üniversite bilgiyi nasıl üretecek? Özgür ortamda olacak, bilimsel özerkliği olacak, yönetsel özerkliği olacak, mali özerkliği olacak üniversitenin ki üniversite bilgi üretebilsin. Aksi halde üniversite bilgi üretemez. Yani üreten Türkiye’yi de bizden kopyaladılar tıpkı asgari ücreti, tıpkı emekliyi kopyaladıkları gibi. Türkiye’nin üretmesi lazım. İşsizlikle mücadele için Türkiye’nin üretmesi lazım. Ve Türkiye’nin geleceği öyle düşünmesi lazım ki, şimdi bakın fazla değil kısa bir süre sonra şoförsüz otomobiller çıkacak ortaya, piyasaya. 100 binin üstünde taksi şoförü ne olacak? Türkiye geleceği düşünüyor mu acaba? Geleceğini düşünüyor mu? Sayın Binali Yıldırım’ın cep telefonları, bilgisayarla ilgili güzel bir anlatımı vardı. “Cep telefonlarına bakın bunları iyi kullanın, bunlar nasıl yapılıyor diye zekanızı fazla yormayın o ayrı bir iş” diyordu. Asıl o önemli iş. Bunlar nasıl yapılıyor diye. Gene bunlardan bir bakan gidip söylemişti. “Biz Müslüman bir ülkeyiz, bizden mucit çıkmaz, biz ancak ara eleman yetiştiririz.” Bu anlayış, Türkiye’yi çağ dışına iten bir anlayıştır. Türkiye katma değeri yüksek ürün üretmek zorundadır, mucitleri yetiştirmek zorundadır, üniversitelerinin bilgi üretmesi gerekir bunu yapmak zorundadır. Bunları yaparsanız siz büyürsünüz. Siz dünyada saygınlık kazanırsınız. Bu demokrasi anlayışıyla Türkiye dışlanmış durumda.

DIŞ POLİTİKAYI İÇ POLİTİKA MALZEMESİ YAPARSANIZ GELİR DUVARA TOSLARSINIZ


Ekonomiden söz ediyoruz. Turizm hangi halde? Antalya’da toplantı yaptık. Niye Antalya’da yaptık? Hani turizmi acaba karınca kararınca olsa bir çorbada bizimde tuzumuz olur mu diye gittik orada yaptık. Aslında katkı vermek istedik bir anlamda oraya, şimdi otel tamamen neredeyse boş, pek çok otel boş. Ne hale getirdi Türkiye’yi, kim bu hale getirdi? Bu hükümet değil mi? Sebebi ne? İzlenen yanlış dış politika… Sayın Davutoğlu’na söyledim: Bu dış politika böyle devam ederse Türkiye dışlanır. Bırakın AB’ye üye olmayı ekonomik olarak da dışlanır, siyaseten de dışlanır Türkiye. Yapmayın bunu.
Oğuz HAKSEVER- “Dostlarımızı çoğaltacağız, düşmanlarımızı azaltacağız” diye bir hedef ortaya kondu. Hem hükümet programında, hem de yanılmıyorsam parti grup toplantısında.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Dostları arzu ederiz. Dostlarımızı çoğaltalım. Ama daha önceki Başbakan da diyordu “Komşularla sıfır sorun” diye. Hangi hale geldiğimizi gördük. Rusya’yla aramız bozuk, Suriye’yle bozuk, Irak’la bozuk, İran’la limoni, İsrail’le bozuk, Mısır’la bozuk, Arap dünyasıyla bozuk. Kim? Katar, Suudi Arabistan. Başka? Başka yok. AB ile aramız bozuk. Kullandığımız dile bile dikkat etmiyoruz. Oysa devleti yönetenlerin kullandıkları dile özen göstermeleri lazım. Böyle ben Avrupa’ya rest çekeceğim, hele dış politikayı iç politika malzemesi yaparsanız gelir duvara toslarsınız. Nitekim geldik duvara tam tosladık.
Bakın, IŞİD Kilis’i bombalıyor, IŞİD’ı bombalayacak uçak dahi gönderemiyoruz. Hani kahramanlık edebiyatı yapıyorlardı değil mi? Buyurun IŞİD’ı gidin bombalayın bakayım bir uçak gönderebiliyor musunuz? Ne diyorlardı? Suriye, “24 saat içinde gideceğiz Suriye’ye, Halep’e gideceğiz 24 saat içinde.” Ne yapacaksınız? “Emevi camiinde namaz kılacağız.” Buyurun bakayım, buyurun gidin. Elinizden tutan mı var? Gidemiyorlar. Hani o büyük lafları ettiniz. Şimdi o büyük lafların altında eziliyorsunuz. Bütün o tükürdüklerinizi şimdi yalıyorsunuz. Yazık günah değil mi? Bu memleketin itibarını bu hale niye getiriyorsunuz? Biz memleketin itibarını savunuruz.
Ayrıca şunu da söyleyeyim Oğuz bey, dış politikanın milli olması lazım. Yani muhalefetin de, iktidarın da dış politika konusunda duyarlı olması lazım. Dış politika ülkelerin çıkarları üzerine inşa edilir. Biz dış politikada bunların yaptığı hataları nasıl telafi edebiliriz diye ben Irak’a gittim. Mısır’a iki büyükelçimizi gönderdik acaba nasıl Mısır’la tekrar dostluk kurabiliriz diye. İsrail’e gönderdik, Filistin’e gönderdik, Amerika’ya gönderdik, AB’de çalışıyoruz yapmayın etmeyin. Yani Türkiye’yi vize için sordular verelim mi? Verin vizeyi yani yapmayın Türkiye’yi Avrupa’dan koparmayın. Türkiye’yi Avrupa’dan koparırsanız bunun maliyeti çok daha ağır olur. Sadece bize değil size de maliyeti ağır olur. Biz gidip bunların yaptığı bütün hataları toparlamaya çalışıyoruz.
Dolayısıyla bizim işimiz bu bağlamda daha zor. Ve bugün bütün Avrupa, bütün uygar ülkeler Türkiye’yi büyük bir endişeyle izliyor nereye gidiyor bu Türkiye diye. Sadece biz diktatör demiyoruz onlar da diyorlar. Çünkü onlar da bakıyorlar bunu kim yapar? Ancak bir diktatör yapar bunu. Şimdi bir dikta yönetiminin olduğu bir Türkiye 21.yüzyılı kaybetmiş bir Türkiye’dir. Biz kazanmasını istiyoruz.
Oğuz HAKSEVER- Sayın Genel Başkan çok teşekkür ediyoruz efendim. Bitirdik çok çok sağolun, hoşçakalın.


Gündem'den Öne Çıkan Haberler