03.09.2020

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU NTV'DE (3 EYLÜL 2020)

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, NTV canlı yayınında gazeteciler Seda Öğretir ve Ahmed Arpat'ın sorularını yanıtladı.

Seda ÖĞRETİR- Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki gelişmelere odaklandığı ve küresel salgında dünyanın da, ülkemizin de bir türlü bu salgının kontrol altına alınamadığı, öte yandan siyasette, iç siyasette ittifakların pozisyonlarını korumaya çalıştığı, yakın vakitte resmen ufukta bir seçim olmamasına rağmen yine siyasette Cumhurbaşkanları adayları isimleri üzerinden polemiklerin devam ettiği şu günlerde, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Ahmed Arpat’la Ankara’dan konuğumuz. Hoş geldiniz Kemal Bey.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Teşekkür ederim, sizler de İstanbul’dan hoş geldiniz.
Ahmed ARPAT- Çok teşekkürler. Şimdi elbette Doğu Akdeniz’de çok önemli gelişmeler konuşacağız, dış politika bir başlığımız ama ben kitabın orta yerinden başlamak istiyorum. Şimdi iç siyasete baktığımızda, 2023 aslında seçim yılı eğer bir erken seçim olmazsa, bayağı da bir vakit var aslında 2,5 yıla yakın. Ama konuşuluyor; Cumhurbaşkanı adayları, potansiyel adaylar sürekli gündemde. Hatta Abdullah Gül’ün ismi de bu süreçte sürekli telaffuz edildi. Bir ortak aday olur mu, ittifakın adayı olur mu ya da Cumhuriyet Halk Partisinin adayı olur mu? Size de sorulmuştu. Dün partinizin Grup Başkanvekili Sayın Özgür Özel, çok net ifadelerle aslında nokta koyar gibi oldu tartışmalara. “Abdullah Gül’ün Cumhuriyet Halk Partisinin Cumhurbaşkanı adayı olması mümkün değildir” dedi. Kurumsal bir açıklama mıdır bu? Benzer bir cümleyi aynı netlikte siz de ifade eder misiniz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi Seda Hanım az önce genel çerçeveyi çizerken, Türkiye’nin içinde bulunduğu şartları bir anlamda özetledi ana başlıklar olarak. Bunların içinde Cumhurbaşkanlığı var mı? Yok. Niye tartışıyoruz, hangi gerekçeyle tartışıyoruz? Seçimlere var, “2023’te olacak” diyorlar. 2023’te olacaksa bugünden 2023’ün Cumhurbaşkanı adayı kim olacak tartışmasına gerek var mı?
İkinci önemli nokta; eğer bir tartışmayı kişisel baza indirgerseniz, kişi üzerinden bir tartışmayı götürürseniz ilkelerden vazgeçmiş olursunuz. Tartışılması gereken eğer tartışılacaksa... Tartışılması gereken ne? İlkelerdir. İlkelerden yola çıkacaksınız. Sizin ilkeler kabul edilecek mi, edilmeyecek mi? Siz demokratik parlamenter sisteme dönüş yapmak istiyorsunuz değil mi? Daha güçlü bir parlamenter sistem olsun diyorsunuz, yargı bağımsızlığı olsun diyorsunuz, bakanlar mutlaka parlamentodan seçilsin olsun istiyorsunuz. Yasama, yürütme ve yargı arasında sağlıklı ve tutarlı bir denge olsun diyorsunuz. Tek adam rejimi değil milletin iradesine saygı olarak, seçim yasası başta olmak üzere değiştirilerek, milletin vekilini millet seçsin diyorsunuz, liderler seçmesin diyorsunuz. Bizim hukuk sistemimiz, anayasa dahil darbe hukukundan arınsın diyorsunuz. Biz bunları bir tarafa bırakıyoruz, efendim Cumhurbaşkanı adayı kim olacak? Absürt bir tartışma. Önce ilkeleri konuşacağız. Biz ittifakın bir parçasıyız, birlikte yol yürüdüğümüz bir ittifakımız var. Hepsi de saygın kişilerden oluşuyor. Dolayısıyla biz önce ilkeler üzerinde bir mutabakat sağlayacağız ki bu ilkelere, bu ilkelerin gereğini yapacak olan kişiyi veya kişileri seçelim. Şimdi biz daha ilkeleri tartışmadık kendi aramızda. Söylüyoruz doğru. Artı bunu tartışmak yetmiyor; siz gerçekten o sürecin içine girmeye başladığınız andan itibaren, oturacaksınız, bütün ittifakı oluşturan partilerle bir protokol yapacaksınız. Cumhurbaşkanlığı makamı ne olacak o zaman? Sembolik bir makam olacak. Güçlü bir makam olmayacak Cumhurbaşkanlığı. Peki hangi makam çok güçlü olacak? Yürütme organının asıl işlevini kim yerine getirecek? Başbakan. Yani şimdi olmayan bir makam.
Şimdi siz bu tartışmaları bir tarafa bırakmışsınız efendim o mu olsun, bu mu olsun, o olmasın bu olsun, şuna karşıyız, buna karşıyız. Hükümetin dayatmasıyla veya hükümetin yönlendirmesiyle bu tartışmalar yapay tartışmadır. Türkiye’nin süratle bu tartışmaların dışına çıkması lazım, Türkiye’nin süratle gerçek gündemine dönmesi lazım. Dış politikaya ve iç politikaya dönmesi lazım, ekonomiye dönmesi lazım. 10 milyonun üstünde işsiz var bu ülkede. Evine ekmek götüremeyen yüzbinler var. Çöp konteynırından beslenen evine ekmek götüren yüzbinler var. Biz bunları tartışmıyoruz bakın. Niye tartışmıyoruz? Bunların sorunlarına nasıl çözüm bulunacak niye tartışmıyoruz? Ne yapacağız bu konuda neden tartışmıyoruz? Kim Cumhurbaşkanı olacak? Kim olursa olsun…
Ahmed ARPAT- Siz isim için daha erken diyorsunuz ama ister istemez konuşuluyor.
Seda ÖĞRETİR- Abdullah Gül’le ilgili isim zikretmek istemediğinizi ifade ettiniz herhangi bir kişiyle ilgili ama daha önceki bir açıklamanız var, oraya bir netlik getirebilir miyiz? Abdullah Gül ismini söylediğim zaman korkuyorlar dediniz tam cümle bu olmasa da.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Karşı tarafa.
Seda ÖĞRETİR- Kimeydi bu diye sormak istiyorum. Kimeydi bu cümleniz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- AK Parti cenahına ve MHP cenahına söyledim. Abdullah Gül’ün ismi olunca korkuyorlar. Neden korkuyorsunuz yani? Bunu söyledim. Hala söylüyorum onu, hala ifade ediyorum. Bu tartışılacak bir şey değil yani. Şu aşamada Cumhurbaşkanlığı tartışılacak bir olay değil. Seçim dört ay sonra olacaksa oturalım tartışalım. Seçim altı ay sonra olacaksa oturup tartışalım. Ama hem Erdoğan, hem Bahçeli, seçimlerin 2023’te zamanında yapılacağını söylüyorlar. Güzel. O zaman bekleyeceğiz. Bekleyeceğiz ama bekleyeceğiz derken neleri nasıl yapacağımızın çalışmalarını yapmak zorundayız bugünden. Güçlü demokratik parlamenter sistemden ne anlıyoruz? Eskiye dönüş mü? Hayır. Ne anlıyoruz? Bunu kendi aramızda konuşacağız ve bunu kamuoyuna anlatacağız. Yasama, yargı ve yürütmeden ne anlıyoruz, yargı bağımsızlığından ne anlıyoruz, devlette liyakatten ne anlıyoruz, ekonomi nasıl düzelir ne anlıyoruz? Başbakan nasıl olmalıdır, nasıl hangi seçimle gelebilmelidir, seçim yasası nasıl olmalıdır? Bu seçim yasası değiştirilmeli midir? Baraj sistemi, baraj kaldırılmalı mıdır? Biz son günlerde bir şey söyledik hatta son aylarda. Şimdi 306 kadın örgütüyle görüşüyoruz. Cinsiyet kotası bizim kendi programımızda ve tüzüğümüzde var. Ama siyasi partiler yasasına da cinsiyet kotasının girmesini istiyoruz. Oraya girmeli ki bütün siyasi partiler cinsiyet kotasına uysunlar. Bu da yeni bir şey. Şimdi buna karşı çıkan partiler var mı, yok mu göreceğiz önümüzdeki günlerde. Kadın erkek eşitliği diyoruz, kadınlara hak diyoruz, kadınlara siyaset diyoruz, erkekler önünü kesiyor kadının siyasete girecek zemini kalmıyor. O zaman bu zemini yasal olarak sağlamalıyız.
Bakın, bütün bunları kabul edecek irade gerekiyor bizim dışımızda da. O iradeyi bir araya getireceğiz ve oturup konuşacağız yani. Ondan sonra bir aday mı çıkacak, her parti kendi adayını mı çıkaracak, o kadar çok yeni bir olay ki yani bu yeni olayı bugünden pişirip böyle sanki Türkiye’nin başka hiçbir derdi yokmuş, bütün dert buymuş gibi böyle getirip masanın önüne koymanın hiçbir anlamı yok. Rahmetli Demirel ne derdi? “Siyasette 24 saat çok uzun bir zamandır” derdi, bu gerçeği hiç kimse unutmasın.
Ahmed ARPAT- O zaman ben şunu anlıyorum, siz Sayın Özel kadar net bir cümle kurmuyorsunuz. Yani Abdullah Gül ismini bir şekilde denklemin şu an için dışında tutmuyorsunuz. Daha erken diyorsunuz isimler arasında.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bakın ben ne dedim? Kişiler üzerinden yapılacak bir tartışma beyhude bir tartışmadır. İlkeler üzerinden yapılması lazım. Eğer siz tutarlıysanız, söylemlerinizde tutarlıysanız, o tutarlılığı sürdürüyorsanız ve ilkeleriniz varsa, o ilkeler çerçevesinde her türlü tartışmayı yapabilirsiniz. Ama ilkeleri bir tarafa bırakıp olayı kişi bazına indirirseniz, siz sağlıklı bir siyaset yani ülkenin çıkarlarına dönük bir siyaset yapmış olmazsınız.
Ahmed ARPAT- Peki, isimler tabi çok istemiyorsunuz konuşmak ama ister istemez anketler yapılıyor, iki CHP’li büyükşehir belediye başkanının ismi de o anketlerde sıkça telaffuz ediliyor, hatta öne çıkan işte Sayın İmamoğlu ve Sayın Yavaş. Potansiyel Cumhurbaşkanı adaylarından mıdır Cumhuriyet Halk Partisinin bu iki isim?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Kişiler bazında tartışma, ne dedim, doğru değildir. Asla doğru değildir.
Seda ÖĞRETİR- CHP’nin belediye başkanlarının adaylığıyla ilgili fikri nedir, düşüncesi nedir? Yani isim üzerinden söylemiyorum bir belediye başkanının Cumhurbaşkanı adayı olmasına nasıl bakar CHP Genel Merkezi?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Kamuoyuna bakarız, ittifaka bakarız. Yani bizim bir ittifakımız var. Şimdi CHP olarak hem bir ittifakın içinde yer alacaksınız, hem ittifakı yok sayıp aday belirleyeceksiniz. Bu doğru değil. Bakın ne dedim? En baştan beri söylediklerimin tamamı, böyle bir tuğla örer gibi kendi içinde tutarlılığı olan söylemlerdir. İlkeleri belirliyorsunuz, ilkelerden yola çıkıyorsunuz. Oturup konuşacağız. Az önce de ifade ettim, Cumhurbaşkanı adayı bir tane mi çıkaracağız, bir kişi mi olsun yoksa Cumhurbaşkanı adayları her parti kendisi mi çıkarsın, yoksa siyasetin dışında farklı bir kişi mi çıksın Cumhurbaşkanı adayı. Bu, bugünden tartışılacak konu değil. Tek başına bizim de tartışacağımız bir konu değil. Elbette biz parti içinde kendimiz oturur konuşuruz, tartışırız, o ayrı bir şey. Diğer partiler de oturur konuşur, tartışırlar, onlar da kendilerine göre bir düşünce oluştururlar. Ama sonuçta liderler bir araya gelecekler, oturup konuşacaklar. Yani ilkelerimizle, o ilkelerden yola çıkmamız lazım. Önce ilke... Siyaseti bugün saygın kılmayan temel olay ilkelerden yoksun olmasıdır. Eğer siyaset kurumu ilkeler üzerinden hareket edebilseydi, bugün siyaset kurumu vatandaşın gözünde saygın bir kurum olarak ortaya çıkardı. Gidin bakın, parlamentonun saygınlığı, var mı Allah aşkına şu parlamentonun saygınlığı? Kamuoyu yoklaması yapsınlar, şu parlamentonun 600 milletvekili var 600, 600 milletvekiline de oy veren Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşları ve bu vatandaşların yüzde 70’ine yakını “bu parlamentoya ben güvenmiyorum” diyor. Demek ki bir sorun var. İlkelerden yoksun bir sorun var. İlke yok, ilke. İlkeleri koyduğunuz zaman… Bu parlamentoda biz neden diyoruz siyasi ahlak yasası çıksın? Parlamento iş takipçilerinin bulunduğu yer mi? Rüşvet alarak sorunları çözen bir yer mi burası? Neden diyoruz siyasi ahlak yasası çıksın? Önce şu parlamento kirlilikten arınmak zorundadır. Milletvekili dediğiniz kişi saygın kişi olacak, cebi için çalışmayacak, yakınları için çalışmayacak, eş dost için çalışmayacak, müteahhitler için çalışmayacak. Kimin için çalışacak? Vatandaş için çalışacak. Eğer bu ülkede yüzbinler çöp konteynırından besleniyor ve o parlamento orada suskun duruyorsa o parlamentoya kimse güvenmez. Eğer o parlamento yukarıdan gelen bir talimatla, 19 Mayıs hareketleri gibi Erdoğan bunu istedi el kaldırın, Erdoğan istemiyor el indirin dediği andan itibaren orada milletin iradesi yoktur, bir kişinin iradesi vardır. Biz bu parlamentoyu yani Gazi Meclisi eski görkemli ve saygın gününe kavuşturmak zorundayız. O günlere kavuşturmak zorundayız. Bunu yapamazsak siyaset kurumu olarak görevimizi yapmamış oluruz. Dolayısıyla Cumhurbaşkanından en alttaki milletvekiline kadar, muhtarına kadar, belediye başkanına kadar, belediye meclis üyesine kadar seçimle gelinen her makamın düzgün insanlar tarafından temsil edilmesi lazım. İlke bu yani.
Ahmed ARPAT- Sayın Genel Başkan, merak ettiğim bir şey var. Şimdi seçim sürecine daha çok var ama en öncelikle vaadiniz güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönmek olacak, bunu biliyoruz. Defatle siz de ifade ediyorsunuz. Bir adayınız olacak. Adayınız eğer seçilirse ve olur ya, hani yani seçildikten sonra aslında bu sistem de fena değil, işte ben yönetiyorum bu sistemi biraz daha güçlendirelim derse, şimdi bu ihtimale karşı seçim sürecinde seçmenin karşısına bir akitleşmeyle ya da bir takvimle geri dönüş için güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönüş için…
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bütün bunlar görüşülmek zorunda. Ortaya çıkacak aday da bu taahhütte bulunacak, artı bunların tamamı yazılı bir metne dönüştürülecek ve imzalanacak. Bunu biz geçen ittifakı oluşturan taraflar bir araya geldik, bir metni hazırladık ve altına imza attık. Yani bu gelenek var Millet İttifakının içinde. Hepimiz de ona sadık kaldık. Aynı şekilde biz nasıl konuşuyorsak, diğer partiler de kendi aralarında oturacaklar, konuşacaklar, tartışacaklar, ilkeler ne olmalı, bizim belirlediğimiz ilkeleri, onların öngördüğü ilkeler, bir araya geleceğiz oturacağız. Belki bizim eksik olan bir yönümüz var, onlardan yararlanacağız. Bir yönümüz olabilir, denebilir ki bunu çıkaralım ama onun yerine şunu koyalım, oturur tartışırız hep beraber. Sonra bu metin imzalanacak, kamuoyuna deklare edilecek. Öyle ben geldim, efendim işte bu ne kadar güzel, bundan artık vazgeçmeyeceğim. Yok öyle bir şey. Öyle bir şey yok yani. Oraya getireceğiniz kişinin ahlaklı olması lazım bakın birinci kural. Ne diyoruz? Siyasi ahlak kanunu. Bir kişi bir şeyin altına imza attı mı gereğini yapmalı. Hatta imza atmadan çıkıp kamuoyu önünde söz verdi mi gereğini yapmalı. Aksi halde makama olan saygı diplere iner. Biz neden söz ediyoruz? Siyaset kurumu saygın olsun diyoruz. O zaman herkes verdiği sözün arkasında kapı gibi durmalı ve vatandaş da demeli ki, şunlar söz verdi, ben bu sözü yerine getireyim.
Ahmet Bey bir şey daha söyleyeyim. Önümüzdeki seçim bir siyasi parti seçimi değil. Önümüzdeki seçim bir sağ, sol seçimi değil. Önümüzdeki seçim iki eksenli bir seçim. Demokrasiden yana olanlar, totaliter rejimden yana olanlar, bitti bu kadar. Demokrasiden yana olanlar gidecekler, onların programları olacak, yazıları olacak, ilkeleri olacak, bunu koyacaklar milletin önüne, ittifak olarak altına basacaklar imzayı. Tek adam rejiminden yana olanlar da; bu düzen çok iyidir, Erdoğan var, o talimat veriyor gereği yapılıyor, memleket battı hiç önemli değil, aile zenginleşti olabilir, Amerika’da malvarlıkları edindiler olabilir, her şey olabilir. Vatandaş istiyorsa onu tercih etsin. Vatandaş diyebilir ki, konteynırlardan yüz bin kişi besleniyordu, çöplerden yüz bin eksik oldu beş yüz bin kişi beslensin. Gidip oyunu oraya versinler. Hayır efendim bu ülkede hiçbir çocuk yatağa aç girmesin deniyor ve öyle iddiada bulunuyorlarsa Millet İttifakı kapı gibi burada kardeşim, gelip buraya vereceksin. Bir laf ettin diye hapse mi gireceksin, bir laf ettin diye siyaset kurumu seni dinleyecek mi? Seni dinleyecekse demokrasiden yana oy kullanacaksın. Hayır benim sözüm geçerli değil, ben ağzımı da kapatayım, hatta bantta vurayım, sırtıma binseler de ses çıkarmayım, o zaman gideceksin Cumhur İttifakına oy vereceksin. Bu kadar açık. Dediğim gibi önümüzdeki seçim demokrasi tercihiyle demokrasi karşıtı tercihi, bu seçimdir. Dolayısıyla bu seçimi kişi bazına indirgemek, efendim şöyle yapacağız, Ali olursa böyle olur, Veli olursa böyle olur... Hayır efendim, önce ilkelerde anlaşacağız.
Seda ÖĞRETİR- İlkelerin özellikle altını çiziyorsunuz, o halde ben de ilkeden devamlı bir soru sorayım size. İttifakları mecbur kılan bir sistemin içindeyiz şimdi. Siz de bir ittifakın içindesiniz. Her partinin de kendisinin önemsediği bazı ilkeler var. Elbette ortak ilkeler üretmeye çalışıyorsunuz ve bir payda bulmaya çalışıyorsunuz. Kemal Bey, Millet İttifakını bir arada tutma konusunda zorlandığınız oldu mu?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Hayır. Onlar da demokrasi istiyor, ben de demokrasi istiyorum. Onlar da cumhuriyeti demokrasiyle taçlandıracağız diyorlar, ben de aynı şeyi söylüyorum. Onlar da diyorlar bu seçim sistemi değişmeli, ben de diyorum seçim sistemi değişmeli. Onlar da diyorlar hukuk sistemi darbe hukukundan arınmalı, ben de diyorum seçim sistemi darbe hukukundan arınmalı. Alt kırılımlarda daha henüz bir görüşme olmadı. Ama temel ilkeler üç aşağı, beş yukarı belirlediğimiz ilkeler. Yani Türkiye’nin bölgesinde çok güçlü olması lazım diyoruz. Evet bölgesinde güçlü olması lazım. Bu eğitim sistemi Türkiye’yi felakete götürüyor. Evet bu eğitim sistemi Türkiye’yi felakete götürüyor. Eğitim sistemi yeniden çağdaş, akılcı modellerle yeniden yapılandırılmalı mı? Yeniden yapılandırılmalı. Dış politika yeniden barışçı bir eksende ve bütün Türkiye’nin, Ortadoğu dahil olmak üzere Türkiye’nin barış ekseni üzerinde bir dış politika izlenmesi gerekiyor mu? Gerekiyor. Kim savaş ister?
Ahmed ARPAT- Sayın Muharrem İnce, CHP’nin eski Cumhurbaşkanı adayı, yarın, 4 Eylül’de Sivas’tan sembolik bir tarihte, sembolik bir mekandan Memleket Hareketini başlatıyor. Bin Günde Memleket Hareketi Türkiye’yi dolaşacak. Bir anlamda Cumhurbaşkanlığı süreci içinde, kampanyasını demeyelim ama çalışmaya başladı Sayın İnce. Nasıl değerlendiriyorsunuz Memleket Hareketini, bu yolculuğunu  Sayın İnce’nin?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Daha başlamadı, bilmiyoruz tabi yani başlayacaktır. Bizim partimizin bir üyesidir, 4 Eylül’de Sivas’ta başlayabilir. Gayet güzel yani. İtirazım yok yani. Başlayabilir, Türkiye’nin içinde bulunduğu sorunları anlatabilir, sorunları nasıl aşacağını anlatabilir. Anlatabilir yani.
Ahmed ARPAT- Bu hareketin CHP içinde ya da CHP tabanı seçmeni içerisinde bir bölünmeye neden olabileceğini düşünüyor musunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Hayır. Şunu bir sefer herkesin bilmesi lazım aslında. Eğer bu ülkede demokrasinin kırıntısı kaldıysa o kırıntıyı ayakta tutan parti de biziz yani. Dolayısıyla bizim partimizin içinde demokrasi kültürü var. Eksiğimiz olabilir, yanlışımız olabilir ama bir arkadaşımızın çıkması, ben Memleket Hareketi başlatarak yola çıkacağım, ülkenin sorunlarını dile getireceğim, çözümleri dile getireceğim, vatandaşla kucaklaşacağım... Normal bizim milletvekillerimiz de gidiyor zaten. Şimdi biz yeni bir politika izledik. Eskiden milletvekillerini birer ikişer kişi gönderiyorduk illere, şimdi daha kalabalık gruplar halinde ve daha uzun süre o ilde kalmak üzere gezmelerini, konuşmalarını, esnafla ilişki kurmalarını istiyoruz. Dolayısıyla böyle bir çalışma zaten yapılıyor yani.
Ahmed ARPAT- Cumhurbaşkanlığı aday belirleme sürecinde bir zorlayıcı etkisi olur mu Sayın İnce’nin bu hareketinin?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Hayır, hayır. İlkeler. Kişilerin bu süreçte hiçbir önemi yok. Önemli olan önce ilkeler. İlkelerde bir anlaşacağız. İlkelerde anlaştıktan sonra gerisi kolay.
Seda ÖĞRETİR- Muharrem İnce’nin size ya da parti yönetimine de bazı eleştirileri oluyor. Onlar için ne diyorsunuz? Dikkate alıyor musunuz, önemsiyor musunuz? Örneğin size daha önce başkaları tarafından da söylendi neden Kemal Bey Cumhurbaşkanı adayı olmuyor diye. Bunu Sayın İnce de söyledi.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Gene kişilere indirgedik. İlkelerden yola çıkacağız ve o ilkelerle dediğim gibi tek başına hareket etme lüksümüz yok, bir ittifak kurduysak o ittifakın bir parçasıyız. Eşit parçasıyız. Dolayısıyla o ittifakla birlikte hareket etmemiz gerekiyor. Çünkü rejim değişti. Yani 50+1’i almak zorundasınız. Rejim değiştiğine göre biz rejimi demokrasi eksenine yeniden oturtmak zorundayız. O eksene oturtmak içinde demokrasiden yana olan siyasi partiler, sivil toplum örgütleri, meslek kuruluşları bunların tamamıyla işbirliği yapmak zorundayız. İşçisiyle, çiftçisiyle, memuruyla, emeklisiyle, işsiziyle, şoförüyle bütün bunlarla hepsiyle bizim işbirliği yapmamız gerekiyor. Onlar demokrasi istiyorlarsa gelin diyeceğiz. Size vaat ediyoruz demokrasiyi vaat ediyoruz. Bunu önce bir demokrasiyi kuralım, demokrasiyi inşa edelim, kuralları koyalım, çağdaş ülkelerde ne varsa yani bugün Japonya’daki hangi demokratik kurallar, Güney Kore’de hangi demokratik kurallar, Kanada’da hangi demokratik kurallar, AB’de hangi demokratik kurallar varsa bizde de olsun. Yani bu ülkenin insanı üçüncü sınıf demokrasiyi mi hak ediyor? Niye üçüncü sınıf demokrasi? Niye birinci sınıf demokrasi olmasın? Neden olmasın? Birisi kalkıp beni eleştirebilmeli ve ben de o eleştiriyi dikkatle dinlemeliyim. Gerekirse o eleştiriden ders çıkarmalıyım ben. Devleti yöneten kişilerin olgun insanlar olması lazım. Bakın bunun altını bir daha çizeyim, devleti yöneten insanların olgun insanlar olması lazım. Ben söyledim doğrudur, ben yaptım doğrudur, ben herkesi dövebilirim. Bu anlayış 21.yüzyılın anlayışı değildir. Ortaçağ anlayışıdır. 21.yüzyılın Türkiye’sini ortaçağ anlayışıyla yönetemezsiniz. Bakın, Osmanlı yönetiminden bile geri bir yönetim anlayışı var. Osmanlı’da padişah vardı ama veziri azam vardı, yani başbakan vardı. Şimdi yok. Bakanlar var, hiçbirisi bizim anladığımız anlamda bakan değil. Devlet memuru bunlar. Cumhurbaşkanı tarafından atanmış devlet memuru. Eskiden müsteşarlar vardı, kaldırdılar müsteşarlığı yerine bakan dediler. Bu kadar. Atamayla gelmiş bunlar. Düşünün bakanlar konuşurken ne diyorlar? “Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatı üzerine...” Senin kafan yok mu arkadaş, senin düşüncen yok mu, sen bir politika oluşturamıyor musun? Her politikayı bir kişi mi oluşturuyor? Ne demek cümleye böyle başlamak? Benim iradem yok demek anlamına geliyor. Ben bakan değilim. Ben aslında burada Erdoğan ne diyorsa onu koşulsuz olarak yerine getiren iradesi olmayan bir kişiyim demektir. Demokraside böyle bir şey olur mu?
Dolayısıyla vatandaşlarımızın bu anlayışı çok iyi bilmeleri lazım… İki yıl doldu değil mi tek adam rejimi? İki yılda Türkiye nereden nereye geldi baksınlar. Erdoğan ne diyordu? “Bana bu yetkiyi verin, görün bakalım faizle, dolarla nasıl mücadele edilirmiş” diyordu. Nasıl oldu? Yetkiyi aldın, nasıl oldu dolar? Dolar 7 lirayı aşmasın diye 105 milyar dolar para sattılar. Kim aldı bu dolarları? Sonra dolar 7 lirayı aştı. Dolar satın alanların tamamı karlı çıktı. Fatura kime çıktı? 83 milyona çıktı. Hesabını kim verecek? Tarih önünde de, seçim önünde de bunlar hesap vermek zorundadırlar.
Ahmed ARPAT- Sayın İnce’ye ilişkin belki bir son soru. Haberler çıktı ihraç istemiyle işte disipline verileceği, Yalova’dan dilekçe verildiği?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bugün gazetelerden okudum. Bize gelen bir bilgi yok tabi. Bugün gazetelerden okudum, bir parti üyemiz öyle bir dilekçe vermiş yani.
Ahmed ARPAT- Nasıl yaklaşırsınız Sayın İnce’nin ihracı?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Öyle bir şey yok, söz konusu değil. Hatta İl’e bile ulaşmamış dilekçe.
Ahmed ARPAT- Peki gelirse önünüze böyle bir dilekçe?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yok efendim, olur mu? Yani şimdi birisi dilekçe verdi, hemen ihraç edelim. Olmaz. Bakın bunu defalarca söyledim, bir kez daha söyleyeyim, parti içinde asla kavga istemiyorum. Kavga edeni, hiç kimsenin endişesi olmasın, kavga edip partiye zarar veriyorsa partiden ayıracağım. Bunu gayet açık, gayet net söylüyorum. Çünkü dönem kavga dönemi değildir. Parti için çalışan varsa başımın üstünde yeri var. İle gider, ilçeye gider, köye gider, yurtdışına gider nereye giderse, oturur, çalışır vatandaşı aydınlatır. Tabi sadece dertlerini anlatmak doğru değil. Bakın bunun da altını özenle çizeyim; son 7 – 8 yıldır sadece vatandaşa sorunu anlatmıyoruz, sorunu anlatıyoruz, arkadan nasıl çözüleceğini de anlatıyoruz. Dolayısıyla sadece eleştiren bir parti değiliz. Eleştiren ama o eleştirinin nasıl düzeleceğini de gösteren bir partiyiz artık biz. Ekonomik kriz ilk çıktığında, 2018’de, tam tarihini vereyim ben size, o 2018’in tarihini vereyim. 2018, 11 Ağustos, ekonomik krizin başlangıcıydı ve derinleşecekti, 11 Ağustos 2018’de İstanbul’da basın toplantısı yaptım ve ekonomik krizi nasıl aşarız 13 madde halinde saydım. Hiç eleştiri getirmedim yani iktidar şöyledir, böyledir falan filan, Erdoğan şöyle demedim hiç onları. Bir krizin başındayız bunun faturası çok ağır olur, 13 madde halinde saydım, bunların mutlaka olması lazım, bunları yaparsanız en azından bu krizi rahatlıkla atlatabiliriz. Hiç olmadı. Tam tersine, Erdoğan kalktı eleştirdi. Ya sana yol gösteriyoruz! Diyebilir Erdoğan, “Ey Kılıçdaroğlu, efendim işte şu madden yanlış...” Saygı duyarım, demek ki o madde üzerinde biraz daha düşünmemiz lazım. “Efendim bu söylediklerinin tamamı kabul edilemez.” Onun üzerinde durabilirim. Ama kalkıp da bunlardan tamamen ayrı, oturup eleştirdi. Akıl var, mantık var. Sonra kriz oldu 2018’de… Şimdi buhranın içinde, kriz değil artık bu, bir buhran. Oturdum buhrandan çıkış çağrısı yaptım. 18 Mayıs 2020, 2 yıl sonra; kriz var diyordum dikkatli olun 13 madde söyledim, sonra buhran dedim, 16 madde, buhrandan nasıl çıkarız diye 16 madde halinde yine saydım. Bugün buhran var, bugün ekonomide çok ama çok ciddi çıkmazlarımız var.
Bakın ben size Ahmet Bey örnek vereyim. Allah aşkına şu örneklere bakın. Türkiye bugün borçlarını ödemek için borçlanmak zorunda. Son 12 ayda bizim Türkiye Cumhuriyeti devletinin ödeyeceği borç 171 milyar dolar. 171 milyar dolar borcu ödemek için borçlanmak zorundadır.
İki, bütçe açığı var. Cumhuriyet tarihinin en büyük bütçe açığı. 139 milyar liralık açık verdi ilk 7 ayda. Bütçe açığını kapatmak için de borçlanmak zorunda. Para yok. Borcun faizleri var, borç alıyorsunuz ama elin oğlu faiz de istiyor. Borcun faizi var. İlk 7 ayda 80 milyar lira faiz ödendi. Faizi ödemek için de borçlanmak zorundasınız.
Başka? Bankalardaki mevduat. “Yerliyiz, milliyiz” diyorlar değil mi? Ne yerliler, ne de milliler! Çok açık, çok net söylüyorum, tamamı, ortağı dahil yani sarayın bekçisi de dahil tamamı gayri milli! Neden söylüyorum bunu? Vatandaş bunlara güvenmiyor. Türk lirasına da güvenmiyor. Bankalardaki mevduatın yüzde 53’ü dolar, döviz.
Şimdi böyle bir tablo içinde şu soruyu her vatandaşın sorması lazım. Memleketi bu hale kim getirdi?
Ne yaptılar biliyor musunuz Ahmet Bey? Borçlar İdaresi Genel Müdürlüğü kurdular. Duyunu Umumiye, o da borçlar idaresiydi. O kadar çok borç var ki, o kadar çok faiz var ki, o kadar çok bütçe açığı var ki, bunu yönetmek için de ayrı bir genel müdürlük kurdular, tıpkı Osmanlının son dönemlerinde olduğu gibi. Bir buhranın içindeyiz ama umutsuz değilim, çıkaracağız.
Seda ÖĞRETİR- Şimdi sizin yine önemsediğiniz, politika üretmeye çalıştığınız konular, hatta kurultayda yaptığınız konuşmanızda değindiniz bir mesele, Kürt sorunu meselesi. HDP Eş Genel Başkanları bir açıklama yaptılar, çözüm sürecini tekrar gündeme getirmek adına. Aracı da olabiliriz dediler. CHP nasıl bakar?
Kemal KILIÇDAROĞLU- İktidara sorsunlar tabi. İktidar ne yapacak onu bilmiyoruz. Yani şu anda iktidardakiler o. Bize soruyorlarsa biz Türkiye’nin bütün sorunlarını çözmeye talibiz. Bütün sorunlarını, sadece o sorun değil yani bütün sorunlarını çözmeye talibiz Türkiye’nin. Bunların çözemediği, 30 – 35 yıldır çözemediklerini biz çözeriz. Akılcı, mantıklı bir yöntemle çözeriz. Çözümün adresini de söyledik, TBMM. Milletin iradesiyle çözülecek bunların tamamı. Bu İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamemiz; Türkiye birinci yüzyılı devirdi ikinci yüzyıla giriyor, ikinci yüzyılda ne yapacaklar? Bakın biz önümüzdeki yüz yılı düşünüyoruz. Onlardan temel farkımız bu zaten bizim. Her alanda büyüyen, her alanda saygınlık kazanan, hatta bütün mazlum milletlere örnek olan bir Türkiye’yi inşa etmek istiyoruz biz. Siyasette güven veren, ahlaklı olan, hiç kimseyi ötekileştirmeyen, bize oy vermedi diye onu düşman ilan etmeyen, tam tersine bizi eleştirenlere saygı duyan ve o eleştirilerden ders çıkarmaya çalışan bir anlayışla yola çıkıyoruz biz. Biz Türkiye’yi böyle yönetmek istiyoruz. Saygın bir Türkiye olsun. Medya özgürlüğü olsun. Bu ülkenin hapishanelerinde gazeteciler olur mu? Müyesser Yıldız niye hapiste, Barış niye hapiste, Murat Ağırel niye hapiste, Hülya Hanım niye hapiste? Niye hapisteler bunlar? Doğruları yazdıkları için. Üstelik Anayasa Mahkemesi kararlarına rağmen, üstelik Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına rağmen Osman Kavala hala hapiste. Niye hapiste? Çünkü birileri içerde tutacaksınız diyor ve içerde tutuyorlar. Olmaz! Bu neyi getiriyor toplumun önüne? Türkiye’de demokrasi yoktur, Türkiye’de totaliter rejim vardır, Türkiye’de yargı bağımsız değildir algısını getiriyor. Algı mı? Hayır gerçek. Şimdi Trump Amerika’da seçimlere giriyor malum. Şimdi verdikleri papaz da Trump’ın en büyük seçim kozu. Talimat verdim, Erdoğan çıkardı, dolayısıyla bak ben güçlüyüm, Erdoğan benim sözümü dinler diyor. Doğru. Talimat verdi mi? Verdi. “Bu can bu tende kaldığı sürece benden asla alamazsın bu teröristi” diyen adam, sarayda oturan zat, Trump’tan bir telefon geldi, esas duruşa geçti, papazı iade etti. Bu mudur Allah aşkına Türkiye’nin saygınlığı? Bu mudur Allah aşkına yani? 36 askerimiz İdlib’de öldü değil mi? Ne oldu? “Efendim Ruslar vurdular.” Koşa koşa gitti, Putin’in kapısında bekledi, sonra Putin bunları içeri aldı ve konuşmaya başlarken “sizin askerlerinizin orada olduğunu bize söylemediniz” dedi. Kim söylemedi? Erdoğan söylemedi. Niye söylemedi? 36 askerin günahı, kanı, vebali onun boynundadır. Bakın bir daha söylüyorum, onların daha hesabı sorulmamıştır.
Ahmed ARPAT- Kürt sorununa ya da terör sorununa artık nasıl adlandırırsanız tekrar dönmek gerekirse çözeceğinizi söylüyorsunuz, adres olarak TBMM’yi gösteriyorsunuz. Peki nasıl bir çözüm önerisi ortaya koyuyorsunuz? Yani nasıl bir model, yani bu sorun nasıl ortadan kalkar?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Onu yeri, zamanı gelince konuşuruz. Yani şimdi şu anda güncel olan, vatandaşın biz şimdi önce bir… Şunu yaparsanız, sadece bu sorunu oturup konuşalım derseniz olur bir program yaparız, ben oturur bu sorunu bütün ayrıntılarıyla nasıl çözülür, hangi anlayışla çözülür anlatırım, bütün bunların hepsini tartışabiliriz. Ama şu anda bizim sorunumuz ekonomi, şu anda işsizlik, şu anda yoksulluk. Bizim temel sorunumuz bu. Bakın, Doğu Akdeniz böyle. Suriye ne oldu? Parçalandı değil mi? Kim parçaladı Suriye’yi? Erdoğan. Erdoğan’a Suriye’yi parçala diye talimatı kim verdi? Obama. Erdoğan neydi? Büyük Ortadoğu Projesinin Eş Başkanıydı. Doğru mu? Doğru. Kendisi söyledi, “ben Eş Başkanıyım” dedi. Seni Eş Başkanı olarak emperyal güçler niye seçiyorlar? Niye seni seçiyorlar da başka bir ülkeyi seçmiyorlar? Çünkü sen görev alıyorsun, sana talimat veriyorlar, böleceksin diyorsun, gir diyorsun giriyor, şehitlerimiz var. Bir Amerikan askerinin burnu bile kanamadı, bizim şehitlerimiz oldu. Niçin? 40 milyar dolar para verdik Suriyeli mültecilere. Kimin parası bu 40 milyar dolar? Benim param, sizin paranız, o çöpten kağıt toplayan gencecik fidan gibi çocukların parası 40 milyar dolar. Bana bunun hesabını vermek zorundalar. Bu millete bunun hesabını vermek zorundalar. 10 milyon işsiz var resmi rakamlara göre, 3 milyon 600 bin Suriyeli var, bunun hesabını vermek zorundalar. Biz bütün bu sorunları çözeceğiz hiç kimsenin endişesi olmasın. Eleştiriyorum ama hiç kimsenin endişesi olmasın, bütün bu sorunları çözeceğiz.
Seda ÖĞRETİR- Ve bütün bu sorunları bir ittifakla ilkeleri belirleyip o ilkeler çerçevesinde hareket ederek çözeceksiniz. Az önce dediniz k,i hayır zorlanmıyorum ittifakı bir arada tutmak konusunda çünkü zaten ortak bazı birleştiğimiz noktalar var.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Çünkü bizim ittifakımızın temel anlayışını demokrasi oluşturuyor, vatandaşa saygı oluşturuyor. Biz demokrasi istiyoruz.
Seda ÖĞRETİR- Genişletmek ister misiniz diyeceğim ama herhalde istersiniz bir üyesi olarak o ittifakın ve genişletme yolunda yeni kurulan partiler var örneğin onlar gönüllü olurlarsa ittifakı almak ister misiniz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi ittifak hani bir dernek değil burası üyelik başvurusu yapıp gelecek. Buna benzer bir olay. Demokrasi konusunda, milletin çıkarlarının korunması konusunda, bireysel çıkarları değil milletin çıkarlarını önceleyen bir anlayışla bu anlayışa kim destek verirse elbette saygı duyarız ve mutluluk duyarız bundan.
Ahmed ARPAT- Biraz dış politikaya geçelim. Doğu Akdeniz’de ve Ege’de yaşanan kriz... Tehlikeli gelişmeler yaşanıyor, siz yaşanan bu gerilimi ve süreç yönetimini nasıl değerlendiriyorsunuz Sayın Genel Başkan?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Ekonomide bir buhran dönemi yaşıyorduk, dış politikada da aynısını yaşıyoruz. İhvan politikası nedir, ihvan anlayışı nedir Allah aşkına? Bozulma nereden başladı? Bozulma Akdeniz’den vatandaşları Mavi Marmara’ya bindirip İsrail’e göndermeyle başladı. Yani bir hareket olarak söylüyorum, daha önceden başladı ama Mavi Marmara’yla gittiler oraya. Gidilmemesi gerekirdi. İsrail geldi, açık denizde vurdu ve oradaki vatandaşlarımızı öldürdü. Kıyamet koptu, Erdoğan basın toplantıları yaptı, meydanlar okudu. Sonra ne oldu? İsrail bir vakfa para verdi, her şey bitti. Tazminat dediler, ben ödemem tazminat dedi İsrail. Ben tazminat ödemem, siz bir vakıf vereceksiniz, ben oraya para bağışlayacağım, o vakfa bağış yapacağım dedi. Ve bu sözleşmeyi gece yarısı meclisten geçirdiler vatandaşlar duymasın diye. Birinci satış noktası odur. Arkasından Mısır. 2015’te yani 5 yıl önceden itibaren Mısır’la ilişkilerimizin mutlaka sıcak tutulması gerektiğini söyledim, 2015’ten itibaren. Mısır’la niye kavga ediyorsun, Mısır’la kavga etmek Türkiye’yi Akdeniz’de felakete sürüklemek demektir, niye kavga ediyorsun? Ben Mısır’la barışın dediğim zaman bana dediler ki, işte Kılıçdaroğlu darbecidir çünkü işte darbe oldu siz darbeyi destekliyorsunuz. Arkadaş biz darbeyi desteklemiyoruz ama orası ayrı devlet. İdamlar vardı, ben iki partili büyükelçimizi, ikisi de MYK’da görev yaptı, Faruk Loğoğlu’yla Osman Korutürk’ü Mısır’a gönderdim. Dedim ki, bakın siyasi idam yapmayın diye gidin konuşun, siyasi idamlar olmasın. Türkiye siyasi idamlardan çok büyük cezalar, çok büyük vicdan azabı duydu sonra. Biz siyaseten idam ettiğimiz kişiler adına üniversiteler kurduk, yollar yaptık, köprüler yaptık, onların isimlerini verdik ama hala toplumun vicdanı kanıyor. Yapmayın bunu. Biz bunu yaptık bakın, onlar onu yaparken, ana muhalefet partisi olarak biz Türkiye’nin çıkarlarını düşünerek bunu yaptık. Dedim ki, El Ezher Üniversitesinden ne istiyorsun sen? İhvan’ın logosunu kendi partilerinin logosu haline getirdiler. İhvan dediğiniz nedir? Bize şunu söylüyorlar, sizin için PKK neyse bizim için de İhvan odur diyorlar. Bu kadar açık. Terör örgütü ilan etmişler, şimdi onlar kalkıp PKK’ya destek verse biz kızmıyor muyuz? Sen de kardeşim neden İhvan’ı destekliyorsun? Ortadoğu’nun halifeliğine soyunuyorsun. “Ben Ortadoğu’nun halifesiyim.” Buyur bakalım, git bakayım nasıl halife oldun? Mısır’la böyle. Büyükelçilik kurun dedim defalarca. Ro-Ro seferlerini iptal ettiler. Ro-Ro seferlerinin iptalinin ekonomik olarak bize yansıyan kayıplarını yine defalarca söyledim. Yapmayın etmeyin büyükelçilikler oluşturun diye. Erdoğan efendim işte biz istihbarat örgütleri görüşüyor. Ahmet Bey, Dışişleri Bakanlığı nerede? Türkiye Cumhuriyeti devletinin bir Dışişleri Bakanlığı var mı? Yok. Nerede işi gücü olmayan adam varsa, rüşvetçi adam varsa büyükelçi tayin ettiler. Söyledim, rüşvet alan, çikolata kutusunda rüşvet alan adamı sen büyükelçi tayin edersen bu dünya dönüp de sana bakmaz mı? Siz zaten hepiniz hırsızsınız kardeşim demez mi size? Bu Türkiye’nin iradesine darbe vurmak değil midir? Bunu söyledim, yapmayın dedim. Ortadoğu’da oturalım, oturun, konuşun, Mısır’la konuşun ve Mısır’la ilişkileri düzeltin. Mısır kalktı Yunanistan’la bir anlaşma yaptı. Oysa bakın, Akdeniz’in güneyinde Mısır var, kuzeyinde de Türkiye var. İki ülkenin anlaşması Doğu Akdeniz’de çok farklı bir atmosfer yaratırdı.
Seda ÖĞRETİR- Tam onu soracaktım. O kadar çok Mısır’la ilişkiler üzerinde duruyorsunuz ki Doğu Akdeniz’de yaşadığımız sorunların temel kaynağının Mısır’la olan iletişimsizlik olduğunu mu düşünüyorsunuz? Yani Mısır meselesi başka bir boyutta olsaydı bugün Doğu Akdeniz’de bunlar yaşanmaz mıydı diyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Mısır Doğu Akdeniz’de kilit. Mısır’la kavga ettiler, gittiler Libya’yla anlaştılar. Anlaşma güzel, parlamentodan da oybirliğiyle çıktı zaten, Serrac hükümetiyle yapılan anlaşma parlamentodan oybirliğiyle çıktı. Ama onlar henüz parlamentolarına sunmadılar. Orada tehlike bekliyor Türkiye’yi. Serrac nereye gitti? Fransa’ya gitti Macron’un daveti üzerine. Eğer onların parlamentosundan bu anlaşma reddedilirse ne olacak? Erdoğan o koltukta oturamaz. Mavi Vatanı bu hale getiren tek kişi var, Erdoğan’dır. Bakın bu kadar açık, bu kadar net söylüyorum. Mavi Vatanı, elimizdeki Mavi Vatanı en güçlü olduğumuz uluslararası sözleşmeler dahil en güçlü olduğumuz alanı bu hale getiren, egemen güçlerin bir anlamda gelip pazarlık yaptıkları alana dönüştüren Erdoğan’dır. Hala diyorum gidin Mısır’la anlaşın, hala diyorum Mısır’la anlaşın, İsrail’le anlaşın, büyükelçilikleri gönderin, büyükelçiliklerimiz orada olsun, oturun konuşun.
Bakın bir televizyon kanalına eski Türkiye Mısır büyükelçisi kalktı konuştu. Sağduyuyla konuştu. Ne dedik? Devletler dış politikaları kendi ülkelerinin çıkarı üzerine inşa ederler. Efendim diyorlar bu devlet politikası. Hayır efendim ortada ne devleti var arkadaşlar? Erdoğan devleti var. Dışişleri Bakanlığı kapı gibi orada dururken tümüyle Dışişleri Bakanlığının devre dışı bırakılması ve tamamının saraydan yönetilmesi ne anlama geliyor? Fiili Dışişleri Bakanı İbrahim Kalın. Fiili Dışişleri Bakanı o.
Ahmed ARPAT- Peki Sayın Kılıçdaroğlu bu Doğu Akdeniz’deki gerilimi konuşuyoruz, Yunanistan’la yani sanki çatışmanın eşiğine gelinmiş gibi bir hal var ortada. Karşılıklı Navtex ilanları, işte tatbikatlar, bir tarafta Yunan deniz savaş gemileri dolaşıyor. Öteki tarafta bizim donanma Ege’de.
Kemal KILIÇDAROĞLU- 12 ada silahlandırılırken defalarca konuştum 12 ada silahlandırılıyor diye. “Kılıçdaroğlu bizi savaşa zorluyor” diyorlardı. Şimdi ne oldu Meis Adası, kıyamet kopuyor. Bakın, kendi kara sularımızda, uluslararası hukukun da öngördüğü çerçevede bizim gemilerin bizim haklarımızı savunması, koruması ve orada arama yapması kadar doğal bir şey yok. Her türlü desteği alırız, hiçbir tereddüdüm yok. Türkiye kendi çıkarlarını korumak zorundadır. Yunanistan, şu, bu falan bunların hepsi bir tarafa ama Türkiye her şeyden önce kendi çıkarlarını korumak zorundadır. Ama kendi çıkarlarını korurken de mutlaka uluslararası desteğin de bu çıkarları savunabileceği bir ortamı yaratması gerekir Türkiye’nin. Mısır’la bunun için diyorum, Libya’yla bunun için diyorum, İsrail’le bunun için diyorum. Artı orada çıkacak olan doğalgaz var. O doğalgazın Türkiye üzerinden Avrupa’ya gitmesi lazım. Türkiye’nin burada öyle bir avantajı var ki. Fakat bu avantajın elde edilmemesini ve bu avantajdan Türkiye’nin yararlanmamasını düşünen bir kişi var, o da Erdoğan’dır. Bütün bunların tamamını tuzla buz etti. Çünkü Erdoğan istemiyor.
Ahmed ARPAT- Bir çatışma ihtimali görüyor musunuz Ege’de?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Hayır, hayır.
Ahmed ARPAT- Olursa eğer pozisyonunuz ne olur muhalefet olarak?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Ben bir çatışma ihtimali görmüyorum. İki taraf da her şeye karşın sağduyuyla hareket etmek zorundadır. Bu da biraz böyle işte vatan, millet edebiyatıyla falan gidiyor. Ama ben ne Yunanistan’ın, ne de Türkiye’nin bir çatışma içine gireceğini düşünmüyorum. Oturup şöyle, bakın İsmail Cem döneminde yapılan anlaşmalar vardı, görüşmeler vardı. Ege Denizini aslında bir barış denizine dönüştürmemiz mümkün yani kavgasız dövüşsüz. Olabilir yani. Halklar arasında bir kavga yok yani Yunan halkıyla Türk halkı arasında bir kavga yok yani. Tam tersine bizden alışveriş için oradaki adalara gelir, oradan Yunanlılar gelirler bizim pazarlardan alışveriş yaparlar. Meis Adası zaten burnumuzun dibinde küçücük bir ada, zaten yüzerek bile çıkıyorsunuz oraya. Bütün bunların tamamını gerekirse masaya oturarak… Zaten Dışişleri Bakanlığının çağrısı da öyle masaya oturalım çözelim diye. Bence makul bir çağrı, Dışişleri Bakanının Sayın Çavuşoğlu’nun yaptığı çağrı bu bakımdan değerlidir ve böyle olması lazım. Tabi siz gerilimi tırmandırırsanız olayı büyütürsünüz ve olay sizin elinizden çıkmış olur. Olayı büyütmeden tam tersine kucaklayarak…
Ahmed ARPAT- Peki kim büyütüyor bu noktada?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Dış politikayı iç politikaya malzeme etmeyeceksiniz. Dış politikayı iç politikaya malzeme ederseniz kaybedersiniz yani. Bütün dünyadaki gerçek budur yani.
Ahmed ARPAT- Bunu Ege’nin iki yakası içinde aynı cümleyi kurmak gerekiyor o zaman?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Ege’nin iki yakasının da hedefi barış olmalı. Zaten onlar 6 millik bir Birleşmiş Milletlerin de kararı, öyle bir deniz mili belirlemiş vaziyetteler. Biz buna zaten itiraz etmiyoruz. 12 mile çıkarılması konusunda İtalya’yla aralarındaki bir sorun o. Ama Yunanistan 12 mile çıkarırsa -ki bu parlamentodan zaten karar çıkmış vaziyette- bunu bir savaş nedeni kabul ediyoruz. Öyle bir olay da zaten söz konusu değil. Burada kilit nokta…
Seda ÖĞRETİR- Bu noktada AB’den bir yaptırım bekliyor musunuz? Getirirler mi böyle bir konuyu gündeme?
Kemal KILIÇDAROĞLU- AB’yle ilişkilerimiz zaten neredeyse kopmuş vaziyette. Yani demokrasi yok, insan hakları söz konusu değil, gazeteciler hapiste, yargı bağımsızlığı söz konusu değil. Bütün standartlar tam bir totaliter devlet anlayışıyla dünyaya resmediliyor. Dolayısıyla AB’yle ilişkilerimiz büyük ölçüde kopmuş vaziyette zaten. Türkiye de şunu da çok rahatlıkla söyleyebilirim, hukukun üstünlüğü kavramı açısından totaliter rejimlerle aynı kulvarda uluslararası istatistiklerde de yer alıyor. Türkiye buradan çıkar ama yani şöyle, önümüzdeki seçimler, dediğim gibi önümüzdeki seçimler önemlidir, o seçimleri biz gerekçelerini halkımıza çok iyi anlatabilirsek, toplumun önemli kanaat önderleriyle konuşup eğer buradan Türkiye nasıl çıkabilir, önlemlerini de önüne koyup vatandaşı ikna edersek bunların tamamı çözülür. Ben şunu rahatlıkla söyleyebiliyorum, 5 yıl içinde Türkiye bütün bu sorunlarını çözer. 5 yıl içinde Türkiye çok daha güçlü ve saygın bir devlet haline gelir. 5 yıl içinde Japonya’dan tutun Kanada, Papua Yeni Gine’ye kadar Türkiye gerçekten de mucize büyük başarılara imza atar, ekonomik açıdan da, sosyal açıdan da, siyasal açıdan da büyük mucizeler yapabilir. Bunların hepsinin altyapısı var zaten. Bizim insan potansiyelimiz de böyle. Güçlü bir insan potansiyelimiz var. En büyük kaybımız nedir? Doğalgaz falan filan bulduk, şu bu değil. En büyük zenginliğimiz insan. Avrupa yaşlı, diğer ülkeler yaşlı, genç nüfus bizde var. En büyük zenginlik genç nüfusumuz. 2035’ten sonra Türkiye yaşlanma sürecine giriyor. Gençlerimizin büyük bir kısmı işsiz ve büyük bir kısmı umutsuz. Umudu yeşerteceğiz. Bakın, İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’nin kapakçığında çölde çıkan bir filiz var. Evet, Türkiye bu filizi hak ediyor. Bunu yapacağız yani.
Ahmed ARPAT- Peki, yine Doğu Akdeniz’de gerilimi yükselten bir hamle ABD’den geldi. Güney Kıbrıs Rum yönetimine yönelik silah ambargosunu kaldırdığını açıkladı. Bu hamleyi nasıl değerlendirirsiniz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Merak ettiğim, Erdoğan niye bir şey söylemedi? Niye konuşmuyor Erdoğan? Şöyle diyor herhalde, muhalefet konuşsun benim yerime. Sen niye orada oturuyorsun? Hani dostundu, o bir şey söylediği zaman sözünden çıkmıyordu. Trump telefon etti, ben bunu yapıyorum ama konuşma mı dedi? Amerika da, emperyal güçler de güçlü bir Türkiye istemezler, bakın Amerika’sı da, Rusya’sı da güçlü bir Türkiye istemezler. Bölgesinde zayıf, her an kontrol edebileceğimiz, her an yenebileceğimiz, her an ekonomisini çökertebileceğimiz bir devlet isterler. Siz bu cumhuriyeti kurarken yumurta satarak fabrika kurdunuz. 1940’lı yıllarda uçak ihraç eden dünyadaki 5 ülkeden birisi haline geldik. Osmanlı’nın o Duyunu Umumiye borçlarını da son kuruşuna kadar yine bu devlet ödedi. Biz bunları çocuklarımıza öğretmiyoruz. Nasıl Türkiye’yi yeniden ayağa kaldırdığımızı da öğretmiyoruz. Sıtmadan ve trahomdan nasıl binlerce insanın hayatını kaybettiğini de öğretmiyoruz. Cumhuriyet kurulurken okuma yazma oranının yüzde 8 olduğunu da öğretmiyoruz. Bunları öğreteceğiz ki Türkiye’nin nasıl büyüdüğünü, nasıl geliştiğini, hangi özverilerde bulunulduğunu öğreteceğiz, anlatacağız ve bütün bunları siyaset kurumu yaparken her kuruşun hesabını millete vereceğiz.
Şehir hastaneleri yapıyorlar, biliyor musunuz maliyeti ne? Bilmezsiniz, bilemezsiniz. Ben de bilmiyorum. 600 milletvekili de bilmiyor. Kimin parasıyla yapıldı, parayı kim ödüyor? Biz ödüyoruz. Kaça yaptınız bunu? “Ticari sır veremeyiz…” Niye veremiyorlar, hangi gerekçeyle veremiyorlar? Çünkü birilerine kaynak aktarıyorlar, birileri köşeyi dönüyor. Biz nereden öğrendik biliyor musunuz? Bu firmalara danışmanlık yapan İngiliz Danışma Kurulunun yani İngiltere’deki bir danışma şirketinin internet sitesinden. Onlar bütün maliyetleri koymuşlar. Biz de oradan öğreniyoruz. Şu hale bakar mısınız? Yabancının maliyetini bildiği bir hastanenin maliyetini Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bilmiyor. Buna da biz hükümet diyoruz. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi diyoruz, tek adam rejimi diyoruz. O biliyor ama 83 milyon bilmiyor ve söylemiyor da. Gizliyor bunu da. Olmaz. Böyle bir devlet yönetimi olmaz. Siyaset vatandaşa hesap vermek zorundadır, nokta. Vatandaşa hesap veriyorsanız benim başımın üstünde yeriniz var. Hesap vermiyorsanız güle güle kardeşim demek zorunda bu ülkenin vatandaşları.
Seda ÖĞRETİR- Hastane demişken Korona virüsle ilgili mücadelede gelinen nokta için ne diyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Seda Hanım, bir devlet vatandaşına yanlış bilgi vermez yani devlet yalan söylemez. Söylememeli. Kuraldır bu. Bir olay vardır, bilgi vermek istemezsiniz, bilgi vermezsiniz ama bilgi veriyorsanız bilgiyi çarpıtmayacaksınız doğru vereceksiniz bilgiyi. Verilen rakamlar konusunda herkesin endişesi var. Vali açıklama yapıyor, şu kadar kaybımız oldu deniyor, bakan açıklama yapıyor daha farklı. Vali oranın valisi, her an bilgiyi alıyor. Üstelik bir vali değil, iki vali değil. Bilgi doğru verilmiyor. Yanlış. Doğru bilgi verilsin yani devlet doğruları söylesin. Sağlık Bakanının bir saygınlığı vardı, Bilim Kurulu var vs. falan filan, kendi saygınlığını törpüledi büyük ölçüde. Bu yanlış. Bilim Kurulu… Bilim Kurulu’nun bir sözcüsünün olması lazım. Açıklamayı niye sen bakan olarak yapıyorsun? Bilim Kurulu yapsın. Bütün bilgiler Bilim Kurulu’na gelsin, Bilim Kurulu’nun sözcüsü çıksın açıklama yapsın. Çünkü bu hastalık, hastalıkla ilgili bir olay. Yani siyaset kurumu Bilim Kurulu’nun önerilerine önlem alır. Önlemleri bıraktılar, şimdi yeniden arttı. Suçlu kim? Vatandaş... Vay efendim neden düğün yapıyorsunuz? İzin veren sensin kardeşim, sen izin veriyorsun! Peki ekonomik olarak yasakladınız, peki bunların sorunlarını çözdünüz mü? Kahveciler, sorun kahvecilere hangi haldeler? Servisçiler, geçen geldiler konuştum, hani derler ya bir dokun bin ah işit diye, gerçekten öyleler; araba almışlar taksiti var, araba almışlar bekliyor, şoföre para veremiyorlar, muavine para veremiyorlar, tam bir rezalet. Kahveler aynı şekilde, diğer yerler aynı şekilde. Devletin bunları gidermesi lazım. Tuttular ne yaptılar? Müteahhitleri kurtardılar. Düşük faizli kredi verdiler, millet gitti ev aldı, araba aldı. Şimdi arabaya olağanüstü bir zam geldi, yeni vergilerle beraber bir zam geldi. Para yok, nereden bulacaklarını da bilmiyorlar. Devlet yönetilmiyor şu anda, devlet savruluyor, işin doğrusu bu.
Seda ÖĞRETİR- Teşekkür ediyoruz.
Ahmed ARPAT- Çok teşekkürler Sayın Genel Başkan.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Sağ olun. Karamsar bir tablo belki çizdiğim anlaşılabilir ama ben bütün vatandaşlarımın umutlu olmalarını, geleceğe güvenle bakmalarını istiyorum. Çünkü biz en zor şartlarda bile Türkiye Cumhuriyetini ayağa kaldırmış olan bir siyasi gelenekten geliyoruz, en zor şartlarda bile, Mili Kurtuluş Savaşı şartlarında bile. Bir ekonomik buhran yaşıyoruz doğrudur ama bu buhranı nasıl aşacağımızı şu İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’yle aşağı yukarı her şeyiyle açıkladık.
Seda ÖĞRETİR- Teşekkür ediyoruz çok sağ olun. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu CHP Genel Merkezinde, biz CHP Genel Merkezine geldik konuğu olduk, Sayın Kılıçdaroğlu da bizim yayın konuğumuz oldu.