14.03.2019

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU MALATYA’DA STK TEMSİLCİLERİ, SENDİKALAR, İŞ DÜNYASI, MUHTARLAR VE KANAAT ÖNDERLERİ İLE BİR ARAYA GELDİ (14 MART 2019)

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU MALATYA’DA STK TEMSİLCİLERİ, SENDİKALAR, İŞ DÜNYASI, MUHTARLAR VE KANAAT ÖNDERLERİ İLE BİR ARAYA GELDİ (14 MART 2019)
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Türkiye'nin en temel sorunlarından birisinin işsizlik olduğunu belirterek, "İşsizliği önlemenin bilinen tek yolu var, o da üretmek. Üretirseniz herkesin işi, aşı olur, her evde huzur olur, herkesin saygınlığı artar" dedi.
Malatya'da sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri, iş dünyasının temsilcileri, muhtarlar ve kanaat önderleriyle bir araya gelen Genel Başkan Kılıçdaroğlu, burada yaptığı konuşmada şunları söyledi:


Efendim hepinize afiyet olsun. Güzel bir Malatya sabahında beraberiz. Az önce büyükşehir belediye başkan adayımız kısa bir konuşma yaptı, özlü bir konuşmaydı, bir anlamda Malatya’da ne yapacağını ve kimlerle yapacağını da kısaca özetledi. Kurduğu cümlenin önemi şurada, “Malatya’yı birlikte yöneteceğiz” dedi. Birlikte yönetmek şu anlama geliyor, eğer bir mahalleyle ilgili bir karar alacaksanız o mahallenin muhtarının görüşünü alacaksınız, çevreyle ilgili bir karar alacaksanız orada bir sivil toplum örgütü varsa o sivil toplum örgütünün görüşünü alacaksınız. Yani akıl akıldan üstündür, dolayısıyla bu çerçevede herkesin fikrini alarak, herkesin kanaatini alarak bir anlamda daha güzel, yaşanabilir bir Malatya’yı inşa edeceksiniz. Başkanımız bunu dile getirdi. Bu düşüncede olduğu için kendisine yürekten teşekkür ediyorum. Soner Başkan hayırlı olsun diyorum.
Efendim Malatyalılara Malatya anlatılmaz tabi. Ama Malatya bütün dünyada şimdi desem kayısının başkenti, kayısının başkenti de değil, kayısının ülkesi aslında. Başlı başına bütün dünyaya kayısı konusunda ihracat yapan, gelir elde eden, kararlılıkla bunu yıllardır sürdüren önemli bir merkezdir. Yani bizim kayısı alanında tarım konusunda önemli bir hamle kaydeden ve ülkesine döviz kazandıran bir ildir Malatya. Malatya’nın sanayisi var, Malatya’nın kültürü var, Malatya’nın türküleri var, Malatya’nın şarkıları var, Malatya’nın sporcuları var ve daha da önemlisi Malatya’nın yetiştirdiği önemli devlet adamları var. Dolayısıyla Malatya aynı zamanda bir entelektüel kenttir. Malatya aynı zamanda siyasi açıdan da güçlü bir kenttir. Rahmetli İsmet İnönü, bir devleti İkinci Dünya Savaşına sokmayan dünyadaki ender siyasetçilerden birisidir. İsmet Paşa’ya soruyorlar diyorlar, sen bizi işte ekmek kuyruğuna, şu kuyruğuna ya da karnelere mahkum ettin. Ama ben hiçbir çocuğu babasız bırakmadım diyor, hiçbir çocuğu yetim bırakmadım diyor. O dönem savaş vardı, bütün dünya savaşıyordu şimdi savaş yok ama yine kuyruklar var. Bunu da hafızamızın bir köşesinde tutalım. Aynı şekilde rahmetli Turgut Özal, ben bürokrattım defalarca Malatya’ya geldik, ona gösterilen sevgiyi ve saygıyı çok yakından biliyorum. Aynı şekilde Recai Kutan Malatyalıdır, saygıdeğer bir siyasetçidir ve dolayısıyla hiçbir ayrım yapmadan bu ülkeye hizmet eden, taş taş üstüne koyan herkesi saygıyla anmak da bizim görevimizdir. Eğer ayrımcılık yaparsanız doğru değildir. Recai Bey’le de fırsat bulunca arada bir görüşme imkanımız olursa kendisinin düşüncelerini almaktan her zaman onur duyarım. İnönü’yle çok yakın bir ilişkimiz olmadı, ben o zaman bürokrasideydim o siyasetteydi, ama Turgut Bey’le çok yakın çalışma imkanlarımız oldu. Gece yarılarına kadar başbakanlık konutunda çalışırdık. Türkiye’nin yetiştirdiği en zeki başbakanlardan, siyasetçilerden birisidir. Devlet Planlamadan geliyordu, planlama kökenliydi, bir ülkenin hangi sorunu var ve o sorun nasıl çözülür en pratik yollardan çözüm yolları bulan, arayan bir kişiydi. Dolayısıyla Özal’ı Malatya’da rahmetle anmak da hepimizin ortak görevi olmak durumundadır.
Efendim biz çok miting yapmıyoruz, miting de yapıyoruz ama önemli olan kanaat önderleriyle bir araya gelmek. Sivil toplum kuruluşları, meslek kuruluşları, sendikalar, muhtarlar, bütün bunlarla bir araya gelmek. Diyeceksiniz ki, kanaat önderlerine neden bu kadar önem veriyorsunuz, neden gittiğiniz her yerde önce kanaat önderleriyle bir toplantı yapıyorsunuz? Çünkü kanaat önderlerinin bu memlekete karşı sorumluluğu var ve o sorumluluk gereği oturup konuşmamız lazım, kanaat önderlerine bir şeyler söylememiz lazım. Kanaat önderi ne demektir? Ya seçimle gelmiştir, ya temayüz etmiştir bulunduğu yerde, belde de, mahallede temayüz etmiştir, bir sorun çıktığı zaman vatandaş gider önce kanaat önderine bir sorar böyle bir derdim var, böyle bir sorunum var nasıl çözeceğim diye ve kanaat önderi bilgisiyle, birikimiyle, deneyimiyle o sorunu aşmak için görüşlerini beyan eder. Bu açıdan kanaat önderlerinin görüşleri, kanaat önderlerinin birikimleri son derece önemlidir ve kanaat önderi demek aynı zamanda sorumluluk taşıyan kimi demektir. Bir kanaat önderi gelip görüş isteyen bir kişiye baştan savma bir cevap vermez, oturur bir düşünür nasıl çözeceğiz diye. Bu neyi gerektiriyor? Kanaat önderi sorumluluk içinde olduğundan bir düşünme ve düşünmeden sonra görüşlerini ifade etme gibi bir süreci kendi hayatında yaşar, bu çerçevede bakmak lazım.
Bu çerçevede bakınca değerli arkadaşlarım, Türkiye’nin ciddi sorunları var. Hangi soruna değinecekseniz? Her soruna değinmek yerine genel temel sorunlara değineceğim ve bu sorunlar nasıl çözülür onu da anlatacağım. Çünkü herkes sorundan söz eder ama nasıl çözüleceğinden kimse pek söz etmez. Biz nasıl çözüleceğini de anlatacağız.
İşsizlik Türkiye’nin en temel sorunlarından birisidir. Neredeyse her evde bir işsiz var. İşsiz sayısı 7 milyonu neredeyse aştı. En can yakıcı olanı da üniversite mezunlarının işsizliğidir. Hani ilkokul, ortaokul mezunu olsa der ki, kendisine bir gerekçe bulur, üniversiteyi bitirseydim rahat iş bulurdum diye. Ama üniversiteyi bitirenlerin yüzde 25 – 30’u işsizse Türkiye’de temel bir sorun var demektir. Uşak’ta miting yapıyordum, miting yaptıktan sonra ayrıldım bir kadıncağız beni zorla yanına çağırdı “bir konuşmak istiyorum” diye. Bildiğimiz Anadolu kadını, başörtülü bir kadın. Gittim yanına “buyur anacığım nedir söyle bakalım” dedim. “Benim oğlum 5 yıldır işsiz, öğretmen olacaktı, sen o çocuğumu nasıl yetiştirdiğimi biliyor musun? Boğazımdan nasıl kestiğimi biliyor musun? Üniversiteye nasıl gönderdiğimi biliyor musun? İş bulamadım, çocuğuma niye iş bulmuyorsunuz?” dedi. Kadıncağız bir siyasetçi bulmuş sitem ediyor haklı, haklı mı haklı. Üniversiteye niye gider? Daha iyi bir yaşam standardı yakalamak için. Hiç kimse işsiz olacağım diye üniversiteye gitmez, üniversiteyi okumaz. Daha iyi bir hayat standardı, daha iyi bir gelir, daha iyi bir yuva, daha iyi bir gelecek için üniversiteye gider ve bizler de çocuklarımızı üniversiteye göndeririz. İşsizlik ne demektir? İşsizlik bütün kötülüklerin anası demektir. Bir insan işsiz kalınca ne yapacak bu adam, nasıl geçinecek? Yeraltı dünyasına mı katılacak, yasadışı işler mi yapacak, nasıl geçinecek bu? İşsizliği önleyecek olan kim? Sosyal devlet, yani hükümet, yani devleti yönetenler. Eğer siz işsizliği önleyemiyorsanız, milyonlarca gencimiz işsizse oturup bir düşünmek gerekiyor neden oldu bu? İşsizlik konusunda herkesin duyarlı olması lazım, herkesin! Şunu söylüyor genelde siyasetçiler, “efendim her işveren bir tane işçi alsa işsizlik diye bir sorun kalmaz.” Olmaz efendim böyle bir şey!
İşveren kardeşlerim de burada, onlarla da zaman zaman bir araya geliyoruz. En son Ankara’da gittiğim bir fabrikayı gezdim işçilerle beraber patron, işçiler hep beraber fotoğraflar çektirdik vs. “bir kahve ısmarlayayım size” dedi, “olur” dedim, gittik oturduk odada bir kahve ısmarladı. “Kemal Bey, Sayın Genel Başkan dedi, biz işçilerle bir aileyiz dedi, benim yanımda 30 yıldır, 35 yıldır çalışan işçi var, bekarken bu fabrikaya girdi, burada çalıştı, ben onu evlendirdim, düğününe gittim, çocuğu oldu altın taktım, askere giden yakınları oldu askere gönderdim, imkanları dar olanlara ayrıca yardım yaptım, biz bir aile olduk. Siz bir işverenin, bir işçinin işine son verirken çektiği acıyı biliyor musunuz” dedi. Düşündüm haklı. 30 – 35 yıldır yan yana çalışıyorsunuz biri patron, biri işçi. Geliyorsunuz iflasla karşı karşıyasınız, diyorsunuz ki kusura bakma ben senin işine son vereceğim. Kolay mı bu, bir kişinin elinden ekmeği almak, mutfağına bir şey götürmesini sağlarken bütün o imkanı elinden almanın ne kadar zor olduğunu biliyor musunuz? Düşündüm o da haklı. Peki sorumlu kim? İşveren ister ki daha fazla işimi büyüteyim, ister ki daha fazla insan çalıştırayım. İşveren ne diyor? Ben şu kadar eleman çalıştırıyorum diyor, onunla övünüyor. Çünkü o kadar eve katkı veriyor, haneye katkı veriyor, çocuğa katkı veriyor ve geliri paylaşıyor. Bundan daha güzel ne olabilir?
İşsizliği önlemek… Nasıl önleyeceğiz? İşsizliği önlemenin dünyada bilinen tek yolu var, ikinci yolu yok tek yolu var. Nedir? Üretmek. Üretirseniz herkesin işi olur, üretirseniz herkesin aşı olur, üretirseniz her evde huzur olur, üretirseniz Türkiye’nin saygınlığı artır, üretirseniz Türkiye’nin beka sorunu olmaz, üretirseniz Türkiye büyür, üretirseniz Türkiye bölgesinde de dünyada da söz sahibi olur. Kayısı üretiyorsunuz değil mi? Bütün dünyada kayısı denince akla Malatya geliyorsa sadece Malatyalılar mı bundan seviniyor? Hayır efendim. İzmirli de seviniyor Hakkarili de seviniyor. Bir marka yaratmışsınız, bu markayı sürdürmek gerekiyor. Fabrikada üretmek lazım, tarımda üretmek lazım, kültürde üretmek lazım, sanatta üretmek lazım, hayatın her alanında üretmek lazım, üretirseniz büyürsünüz. Soruyorum, Osmanlı imparatorluğu niye battı? Devasa bir Osmanlı imparatorluğu, bütün dünyaya egemen olan bir Osmanlı imparatorluğu, 600 yıl yaşayan bir Osmanlı imparatorluğu niye battı, hangi gerekçeyle battı? Üretimden koparıldığı için, üretmedi, üretemedi. Devasa Osmanlının parasını basacak milli bankası yoktu. Osmanlı Bankası yabancılarındı, bütün bankalar aşağı yukarı yabancılarındı. Bir metre milli demiryolu yoktu, bez bile üretemiyorduk. Okuma yazma oranı erkeklerde yüzde 8 – 10, kadınlarda binde 8 idi. Yalın kılıçla gidildi. Adamlar oturdular bilime önem verdiler, üretmeye önem verdiler, fabrikalar kurdular, şunu yaptılar, bunu yaptılar. Köroğlu’nun dediği gibi “delikli demir icat oldu mertlik bozuldu.” Adam silahı buldu, sen yalın kılıç giderken 500 metre öteden seni vurdu ve yere indirdi. Buyur, kim galip gelecek?
Akıl akıldan üstündür. Devlet aklını kullanmayan bir toplumun gelişme şansı yoktur. Devlet aklını nasıl kullanır? Planlamayla kullanır. Gidin Amerika’ya, gidin Güney Kore’ye, gidin Japonya’ya, gidin Hindistan’a, gidin Pakistan’a, gidin Endonezya’ya, gidin Avusturalya’ya, nereye giderseniz gidin her devletin bir planı vardır. Önümüzdeki 10 yıl, önümüzdeki 50 yıl, önümüzdeki 100 yıl nereye gideceğiz? Dünya nereye gidecek, biz devlet olarak nereye gideceğiz diye plan vardır. Peki, 2019’dayız Türkiye Cumhuriyeti Devletinin planı var mı? Planı yok. En son planımızın süresi 2018’de doldu. 2019 – 2023’e kadar, 2071 diyorlar, plan? Ne planı, ne yapacağız, neleri yapacağız 2023’e kadar? Neleri yapacağız 2071’e kadar? Lafla peynir gemisi yürümüyor arkadaşlar. Dünya o kadar hızlı değişiyor ki, o değişime ayak uyduramazsanız geriye düşersiniz nokta.
Diyeceksiniz ki dünya nasıl hızlı değişiyor? İnsanoğlu tekerliği 3 milyon yılda buluyor. Şimdi her saniyede birden fazla buluş var. Peki, Türkiye’nin üniversiteleri bilgi üretiyor mu, yeterli bilgi üretiyor mu? Peki kaçımız İran üniversitelerinin ürettiği bilgi Türk üniversitelerini geçti, kaçımız bunu biliyor. Ne oldu da Türkiye’nin üniversiteleri bilgi üretemez noktaya geldi? Üniversite dediğiniz, bilgi üretmek dediğiniz olay sıradan bir olay değildir. Katma değeri yüksek ürün üretecekseniz önce bilgi üretmeniz lazım. Bilgiyi üretemezseniz katma değeri yüksek ürün üretemezsiniz. Hala bunun farkında olmayan siyasetçilerimiz var.
Üniversitelere neden değer veriyoruz? Hamza Eroğlu’nun Devrim Tarihi diye bir kitabı vardı, bütün üniversitelerin son sınıfında okutulurdu. Şimdi hangi kitap okutuluyor bilmiyorum. Benim öğrenciliğimde okurduk. Orada bir bölüm vardır hayatım boyunca hiç unutmadım. Olay şöyle: Almanya İkinci Dünya Harbinden sonra yerle bir olmuş ve Almanya teslim alınmış. Amerikalı General Alman Generale şunu söyler, “Almanya artık bir daha sırtını doğrultamaz. Çünkü Almanya’da taş taş üstünde kalmadı” der. Alman General ona tarihi bir cevap verir, “Evet doğru, Almanya’da taş taş üstünde kalmadı, bütün fabrikalar şunlar bunlar hepsi yıkıldı. Ama bir şeyi unutmayın Almanya’nın üniversiteleri ayakta” der. Bugün geldiğimiz noktada görüyorsunuz Almanya Avrupa’nın en gelişmiş ve bütün Avrupa’nın en dominant ülkesi. Niçin? Üniversiteler ayakta. Biz ne yaptık? Üniversite hocalarını attık dışarıya. Niye? Farklı düşünüyor diye. Farklı düşünmek zenginliktir zaten. Hepimiz aynı şeyi düşünürsek ülke nasıl ilerleyecek? Birisi kalkacak farklı bir şey söyleyecek, oturup bir tartışacağız, istişare yapacağız, konuşacağız, hangisi doğrudur, hangisi yanlıştır? Düşünmeyi yasakladılar, düşünmeyeceksiniz! Peki ne yapacağız? Bir kişi düşünecek herkes ona uyacak. Peki yanlış düşünürse ne yapacağız, yanlış yaparsa ne yapacağız?
Üretmek, üretmek, üretmek… Bir toplum üretirse büyür, üretirse o toplumun beka sorunu olmaz. Almanya örneğini verdim 1945’ten. Şimdi 2019’dan örnek vereyim. Çin ve Hindistan olağanüstü bir gelişmeye imza attılar. İşgücü çok ucuz, binlerce, milyonlarca kişi çalışıyor ve üretiyorlar. Almanya’ya bakıyorsunuz orada sendikalar var, toplu sözleşmeler var, kişi başına gelir 35 bin, 40 bin dolar. Bu söylediğim işçi, 35 bin 40 bin dolar orada ücret geliri elde ediyor. Maliyetler yüksek, Çin’le rekabet edemiyor. Almanya dedi ki, benim bir beka sorunum var. Eğer Çin böyle gelirse ve ben yeni bir hamle yapmazsam, yeni bir gelişme sağlayamazsam, ben Çin’in gelişmesi altında ezilir kalırım. Neyi buldu? Sanayide 4.0. Dedi ki, yapay zekayı geliştireceğim, robotları alacağım ve bu robotlar kendi aralarında konuşacaklar bir üretim zinciri oluşturacağım. Makinalar bunlar düğmeye basarsın, toplu sözleşme yok, grev yok, vergi yok, sosyal yardımlar yok, hiçbir şey yok, düğmeye bastın mı 24 saat çalışıyor zaten. Ne oldu? 4.0’ı buldu ve bir çıta yükseltti, Çin’in rekabetine göre bir avantaj elde etti. Ve şimdi bütün dünya aman biz de 4.0’a geçmek zorundayız sanayide diyor. İşte devlet böyle yönetilir, planlama böyle yapılır.
Ülke nereye gidiyor? Bu ayrıntıyı niye anlatıyorum? Sizler kanaat önderisiniz, benim sorumluluğum var sizlerin de sorumluluğu var. Bu memleket hepimizin, siyaseten farklı düşünebiliriz, kimliklerimiz farklı olabilir, inançlarımız farklı olabilir, yaşam tarzımız farklı olabilir. Bunlar bizim zenginliğimizdir. Bunlar ayrışma aracı olamaz, bunlar kavga aracı olamaz, olmamalı zaten. Birliğimiz var. Nedir? Bayrağımız. Güzel eyvallah, kim bayrağını seviyorsa başımın üstüne, vatanını kim seviyorsa başımın üstüne. Hiç kimse dönüp de bir başkasına ben senden daha fazla vatanseverim diyemez. 82 milyon aynı bayrak altında tasada ve kıvançta birlikteysek hepimiz vatanseveriz, ülkemizi seviyoruz, bir arada yaşamak istiyoruz, kardeşçe yaşamak istiyoruz. Niye kavga ediyoruz? Siyaset ayrıştırmaya başladı toplumu kavga ediyoruz. Niye kavga ediyoruz? Siyaset hizmet yarışıdır. Ben şunu yapacağım der, öbürü de ben şunu yapacağım der. Oturur herkes kendi projelerini ortaya koyar, oturur tartışırlar, eyvallah ben bunu anlarım. Memleket düzlüğe nasıl çıkar, oturur tartışırız, ben bunu anlarım. Hayır o böyle, bu böyle, bu şöyle diye bir kavga, bir kin tohumu ekmeye kimin hakkı var Allah aşkına. Bu topraklar Yunus’un toprağıdır, Mevlana’nın toprağıdır, Erzurumlu Emrah’ın toprağıdır bu topraklar. “Bu topraklarda kini tutmayın içinizde” deniyor. Nasıl oldu da böyle toplum bu kadar büyük bir ayrışmanın içine giriyor. Bunları engellemek zorundayız. Demek ki işsizliği önlemenin birinci yolu dünyada bilinen tek yolu başka yolu yok. Üreteceksiniz, herkes çalışacak. Herkese göre iş vardır yeter ki iyi planlama yapacaksınız.
Tarım… Neyi ekeceğini bileceksin. Şimdi tarımdan bizi kopardılar, üretimden Türkiye’yi kopardılar. Bütün Avrupa’nın derdi ne biliyor musunuz? 82 milyonluk Türkiye’yi kim doyuracak? Almanya diyor ben doyuracağım, Fransa diyor ben doyuracağım, Hollanda diyor ben doyuracağım. 82 milyon, az nüfus yok. Konya’dan küçük Hollanda’nın yıllık tarım ürünü ihracatı 180 milyar doların üzerinde. Peki Türkiye? Konya’dan küçük bir devlet 180 milyar dolarlık tarım ürünü ihraç ediyor, devasa bir Türkiye Cumhuriyeti devleti mercimek satın alıyor. En son 200 bin ton patates alacağız. Yer mi kalmadı? Hayvancılık ayrı, ona da geleceğim. O da ayrı bir şey, orada da büyük derdimiz var. Orada da ciddi sorunlarımız var. Yani baktığınız zaman, bakın size örnek vereyim, gerçekten insanın içi acıyor yani. Sadece 2018’de Yunanistan’dan 115 milyon dolarlık pamuk ithal ettik. Pamuk ekecek yer mi kalmadı Allah aşkına? Yine Yunanistan’dan 2018’de 28 milyon dolarlık buğday ithal ettik. Hani Konya ovası buğday ambarıydı? Aynı şekilde 13 milyon dolarlık tütün ithal ettik. Nerede bu Türk tütünü? Dünyada marka olan Türk tütünü nerede Allah aşkına? Yasaklayın dediler tütünü. Pamuğu niye ekiyorsunuz dediler, biz daha ucuza üretiyoruz size satarız dediler. Sıfır gümrükle getiriyorlar neyi? Patatesi. Sıfır gümrükle getiriyorlar neyi? Soğanı. Sıfır gümrükle getiriyorlar neyi? Mercimeği. Sıfır gümrükle getiriyorlar neyi? Eti. Sıfır gümrükle getiriyorlar neyi? Canlı hayvanı. Mazotu sıfır gümrük yap, niye yapmıyorsun? Doğalgazı sıfır gümrük yap, gübreyi sıfır gümrük yap, bak kim ucuz üretiyor. Veriyorsun fiyatı, veriyorsun pahalı mazotu, gübreyi, ilacı, suyu, elektriği niye pahalı üretiliyor? Kardeşim zammı yapan sensin bana hesap soruyorsun? Bu ne demektir? Batının egemen güçlerinin taleplerine cevap vermek demektir. Sen diyorsun ki tarımda ekme, ben de ekmiyorum. Direk ekme diyemiyor. Ne diyor? Mazota zam yaptım, ilaca zam yaptım, suya zam yaptım, elektriğe zam yaptım, sonra kalkıp bağırıyor niye yüksek fiyattan satıyorsun ben de şimdi sıfır gümrükle patates getireceğim. Olmaz, devlet böyle yönetilmez. Devlet akılla yönetilir.
Bakın belki de Türk siyasetine liyakat kavramını en ciddi şekilde sokan kişi benim. Liyakat çok önemlidir devlette. Liyakatın olmadığı bir devlet ayakta duramaz. Liyakat adaletle beraber gider zaten. Liyakatle adalet aynı kökten gelen iki kavramdır. Devlet yönetiminde liyakat ne demektir? Devlet yönetiminde liyakat işi ehline teslim edersin demektir. Onun görüşüne bakmazsın, onun kimliğine bakmazsın. Bu işi kim en iyi yapıyorsa götürürsün anahtarı ona teslim edersin, gel kardeşim bu işi sen yap dersin. Liyakat budur. Eğer liyakatten uzaklaşırsanız devleti çökertirsiniz. İşin gerçeklerinden birisi de budur değerli arkadaşlarım.
Şimdi değerli arkadaşlarım, bir başka önemli nokta üretimdeki kayıplarımız… Aramızda esnaf arkadaşlarımız var. Esnaf devlete yük olmayan ender mesleklerden birisidir. Esnaf dükkanını açar, siftahını yapar, güler yüzle gelir herkese hizmet etmeye çalışır, bir şeyler üretmeye çalışır. Yanında bir kişi çalışıyorsa, usta çırak ilişkisi içinde onun yetişmesine katkı verir. Esnafın en temel özelliği Ahi Evran kültüründen gelmiş olmasıdır. Kendisi siftah yapıp komşusu siftah yapmıyorsa onu dert edinen kişidir esnaf. O da siftah yapmalı, o da yaşamalı diye. Esnafı da öldürdüler, esnaf dükkanını kapattı, kepengi kapattı zincir mağazada işçi olarak çalışmaya başladı. Nerede zincir mağazalar? Lüks AVM’ler’de. Benim siyaseten çok takdir ettiğim farklı siyasi görüşlerde olduğumuz bir kişi vardı, Sayın Ali Coşkun. Bir dönem TOBB’un Genel Başkanlığını yaptı. Siyasete girdi AK Partiden, Sanayi ve Ticaret Bakanı oldu, Plan Bütçe Komisyonuna geldiğinde kendisine bir soru sordum “AVM’lerle ilgili bir düzenleme yapacak mısınız” diye. “Yapacağım. Düzenleme hazır, kanun teklifini, kanun tasarısını hazırladık getireceğiz esnafın sorununu da o bağlamda çözeceğiz” dedi. Önce bakanlıktan oldu, Ali Coşkun’u önce bakanlıktan aldılar, sonra da siyasetin dışına ittiler. Sen misin esnafın sorunlarını dile getiren? Çok düzgün, belki de siyasete kazandırılması gereken insanlardan birisiydi. Kazandırıldı ama doğruları söylediği için çekildi ve başka bir yalan atıldı. Bakın siyaseten benim karşımda birisi ama doğru doğrudur arkadaşlar. Doğruyu savunmak zorundayız. Kim doğruyu yapıyorsa evet diyeceğiz. Üretimi devlet nasıl destekler? Öyle ya üretim yapacağız nasıl destekler? Hepimiz vergi ödüyoruz. Çocuk doğduğu andan itibaren vergi öder. Vergiyi niye ödüyoruz? Devlet yatırım yapsın, hükümet yatırım yapsın, istihdamı teşvik etsin, sosyal hayatı güçlendirsin bütün bunları yapsın diye vergi ödüyoruz. Yol yapsın, köprü yapsın, hepsini yapsın. Bunun için vergi veriyoruz. Peki benden vergi alıyor yol yapacağım diye, yol yapıyor, yoldan geçersen ayrıca para alacağım diyor. O zaman vergiyi niye aldın kardeşim? Vergi istiyor köprü yapacağım diye, eyvallah verdik vergimizi köprü yap. Hiç geçmeyeceğiniz köprüden sizden para alıyor. O zaman vergiyi niye aldın kardeşim? Üstelik bunları yaparken müteahhide dolar garantisi veriyorsunuz, geçme ücretini de dolara endeksliyorsunuz. Nerede Türk lirası kardeşim? Vatandaşa çağrı yapıyorsunuz elinizdeki doları bozdurun diye ama onlara çağrı yapmıyorsunuz, demiyorsunuz arkadaşlar dolarla ihale yaptık ama Türkiye sıkışık vaziyette gelin şunu Türk lirasına çevirelim demiyorsunuz, niye? Fatura niye vatandaşa çıkıyor? Vergi alındı. Başka? Özelleştirme yapıldı. Ne kadar? 70 milyar dolarlık. 70 milyar dolarlık işte fabrikaydı, Etibank’tı, Sümerbank’tı, şeker fabrikalarıydı, TEKEL’di, SEKA’lardı, kağıt fabrikalarıydı hepsini sattık. 70 milyar dolar orada, vergi orada. Başka? Dünyanın borcu oldu. Borcun taksitini ödemek için Türkiye borç almak zorunda, borcu ödemek için borç almak zorunda. O noktaya getirdiler bizi. Kim? Batının egemen güçleri getirdi. Size borç para vereceğiz dediler. Borç alanın emir alacağını herkesin bilmesi lazımdı. Bir soru, son 16 yılda Londra’daki bir avuç tefeciye Türkiye Cumhuriyeti devletinin kaç lira faiz ödediğini biliyor musunuz? 149 milyar dolar. Kim ödüyor bu faizi? Sizler ödüyorsunuz. 149 milyar doları sanayiye yatırsaydık, fabrikalara yatırsaydık, insanlar çalışsaydı, yeni Keban barajları yapsaydık, Rusya’dan doğalgaz alma, elektrik üretme yerine yeni Keban barajları, yeni diğer barajları yapabilseydik, yeni tesisler yapabilseydik daha iyi olmaz mıydı? Devlet aklı nerede, devleti yönetenlerin aklı nerede, niye geleceği iyi planlamadılar? Eskiden bizde Devlet Planlama Teşkilatı vardı. Rahmetli Özal’ın yetiştiği yer Devlet Planlama Teşkilatı. Şimdi böyle bir teşkilat yok artık. Niye yok?
Vergi aldılar, özelleştirme yaptılar, borçlandılar. 17.yılın sonunda ne oldu? Hep beraber soğan kuyruğundayız, patates kuyruğundayız, biber kuyruğundayız, domates kuyruğundayız. Niye, neden? Bir de bizim ödediğimiz bu dünya kadar vergi, alınan dünya kadar özelleştirme, alınan dünya kadar borç nereye gitti, ne yapıldı bunlarla? İşsizlik önlendi deniyorsa, işsiz sayısı arttı. Türkiye büyüyor diyorlarsa, Türkiye küçülüyor, nereye gitti bu? Ben bunu sorguluyorum sizler de sorgulayın. Ben ülkeme karşı sorumluyum sizler de sorumlusunuz. Muhtar da sorumludur, ticaret odası başkanı da, sanayi odası başkanı da, ziraat odası başkanı da, esnaf odası başkanı da, hepiniz sorumlusunuz. Doğrular neyse doğruları beraber bulmak zorundayız. Bunları yapmadığımız takdirde görevimizi yapmamış oluruz.
AK Partili kardeşlerime de seslenmek isterim. AK Partili kardeşlerim 17 yıl bir partiyi tek başına iktidar yaptılar. Hiçbir zaman niye gidip AK Partiye oy verdiniz diye hiçbir kardeşimi de suçlamadım. Niye suçlayayım herkesin görüşü bellidir, bana da saygı duymak düşer. Ama şimdi onların da kendi vicdanlarında bir sorgulama yapmalarının zamanı geldi artık. Ankara’ya geldiğinde Keçiören’de mütevazı bir dairede oturdu, eyvallah. Milletvekili lojmanlarına gerek yok dedi, milletvekilleri milletin arasında otursun, eyvallah. Doğru mu doğru, hepimiz destek verdik. Zaten lojmanları yapan da biz değildik. Sonra ne oldu, nereden çıktı bu saray sevdası, neden milletle arada büyük mesafeler oluşmaya başladı? Sorulması lazım vatandaş perişan vaziyette, mutfaklarda yangın var, insanlar isyan ediyorlar. Dolayısıyla AK Partili kardeşlerimin de sorgulaması lazım.
Ülkücü kardeşlerime de seslenmek isterim. Vatan, millet, bayrak elbette. Vatan, millet, bayrak hepimizin ortak değeridir. Ama dünyada hiçbir devlet kendi silah fabrikasını yabancı bir orduya satmamıştır. İster Amerika, ister Rusya, ister Japonya, ister Venezuella, ister Papua Yeni Gine, ister İsveç, dünyada hiçbir devlet kendi silah fabrikasını yabancı bir orduya kiralamamıştır, satmamıştır. Ben bunu söylüyorum, efendim satmadı deniyor. Özelleştirme kararı Resmi Gazetede yayınlandı kardeşim. Altında da benim imzam yok. Resmi Gazetede özelleştirme kararını gördüğü halde bunu inkar etmek bir siyasetçiye yakışmaz. Sakarya’daki Tank Palet Fabrikasını, bugünkü değeri 20 milyar dolar olan Tank Palet Fabrikasını, Fırtına obüslerini yapan ve övündüğümüz bu fabrikayı niye Katar ordusuna satıyoruz? Satacak yer mi kalmadı? Fabrika sattın anladım, bez fabrikası sattın anladım, Sümerbank’ı sattın anladım, TEKEL’i sattın anladım, şeker fabrikalarını sattın anladım, ama silah fabrikasının yabancı bir orduya satılmasını ben anlamıyorum, anlayamıyorum. Dolayısıyla milliyetçilikse, eğer bir kişi ben milliyetçiyim diyorsa her şeyden önce o milliyetçi dediğim kardeşim kendi ordusuna, kendi güvenlik güçlerine, kendi fabrikalarına, kendi üretimine ve kendi insanına güvenecek. Katar ordusuna silah fabrikası mı satılır? Yarın dese ki ben üretmiyorum bunları arkadaş. En büyük hisse onlara ait yüzde 49.9, kapattım fabrikayı dese ne yapacaksınız? O fabrikada kimler çalışıyor biliyor musunuz? Bizim subaylarımız çalışıyor, askerlerimiz çalışıyor aynı zamanda. Düşünebiliyor musunuz, bizim ordu Katar ordusunun emrinde çalışacak. Hangi akıl, hangi mantık, bunu anlamakta zorluk çekiyorum ben. Emin olun anlamakta zorluk çekiyorum. Bunun vatanseverlikle falan en ufak bir ilgisi yoktur. Milliyetçilikle yakından, uzaktan bir ilgisi yoktur. Milliyetçilik vatanını sevmek demektir, bayrağını sevmek demektir. Bizim milliyetçilik anlayışımız hep söylüyorum Atatürk milliyetçiliği, kafatası milliyetçiliği değil, ırk milliyetçiliği değil. Aynı toprakta, aynı bayrağın altında aynı havayı teneffüs eden 82 milyonun tamamını vatansever olarak kabul ediyoruz biz. Bizim milliyetçilik anlayışımız budur beraberiz, birlikteyiz. Beraber üreteceğiz, beraber çalışacağız, çocuklarımızı üniversiteye göndereceğiz, çocuklarımız çalışacak. En parlak beyinlerimiz şimdi yurtdışına gidiyor. Niye yurtdışına gidiyor? İçerde yaşayamıyorum diyor.
Türkiye çok önemli bir stratejik dönüşüm yapmak zorundadır. Dört ayaklı bir stratejik dönüşüm. Birinci ayağı, güçlü bir demokrasiye ihtiyacımız var. Can ve mal güvenliğine ihtiyacımız var. Bir ülkede insanların, sanayicinin, esnafın, bakkalın, vatandaşın can ve mal güvenliği yoksa o ülkeye kimse gelip yatırım yapmaz. Can ve mal güvenliği, adalet, yargı bağımsızlığı bunun olması lazım.
İkinci üreten Türkiye. Demokrasinin olduğu yerde insanlar üretirler. Demokrasinin olduğu yerde yabancı sermaye gelir yatırım yapar. Demokrasinin olduğu yerde önünü görür işadamı, iş dünyası ve gelir yatırım yapar.
Üçüncü ayağı, güçlü bir sosyal devlet. Yüzbinlerce çocuk bugün Türkiye’de yatağa aç giriyor. Bu çocuklar bizim çocuğumuz değil mi? Yazık günah değil mi? Hiçbir çocuğumuzun aç ve açıkta kalmaması lazım. Her çocuğumuza hizmet etmek bizim görevimiz zaten, onlar bizim evlatlarımız, onların iyi okumaları lazım, iyi yetişmeleri lazım, iyi okullara gitmeleri lazım, iyi öğrenmeleri lazım ki Türkiye büyüsün, Türkiye gelişsin.
Dördüncüsü sürdürülebilirlik. Bunu sürdüreceksiniz. Sürekli demokrasinizi geliştireceksiniz, teknolojiye ayak uyduracaksınız, sürekli üreteceksiniz, güçlü sosyal devleti sürekli büyüteceksiniz. Dört ayaklı ciddi bir stratejik dönüşüme Türkiye’nin ihtiyacı var. Bu olmadığı takdirde Türkiye geriye gidecektir, yazın bir tarafa.
O nedenle sivil toplum örgütleriyle, kanaat önderleriyle, meslek kuruluşlarıyla özel bir toplantı yapmanın önemi vardır. Bu söylediklerim miting alanında anlatılmaz, orası farklı bir alandır, oranın farklı bir atmosferi vardır. Ama sizlerle beraber oturup dertleşmemiz lazım. Sizin sorumluluğunuz var, benim de sorumluluğum var ve beraber Türkiye’yi aydınlığa çıkarmak zorundayız. Nasıl çıkaracağız? Kavgayla, dövüşle değil gidip oyumuzu kullanarak yapacağız bunu. Bu seçimde kullanacağınız her oy demokrasiden yana kullanacağınız, üretimden yana kullanacağınız, birlikte yaşamaktan yana kullanacağınız her oy bütün dünyada şöyle yankılanacaktır: Türkiye’de halk demokrasiye sahip çıktı. Türkiye’de halk sosyal devlete sahip çıktı. Türkiye’de halk üretimden yana olanlara sahip çıktı. Türkiye’de halk kavgadan değil, barıştan yana olanlara sahip çıktı algısı yerleşecektir. Bu algıyı yerleştirmek de sizin elinizde.
Ben sizlere en içten selamlarımı, saygılarımı sunuyorum, sağ olun, var olun diyorum.