25.03.2021

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, KIRIKKALE’DE KANAAT ÖNDERLERİ BULUŞMASI’NDA KONUŞTU (25 MART 2021)

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun, Kırıkkale Kültür Merkezi'nde düzenlenen Kanaat Önderleri Toplantısı'nın açılışında yaptığı konuşma şöyle: Öncelikle hepinize en içten sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum. Yeni bir siyaset anlayışı başlatıyoruz aslında. Hepimizin mutlu olacağı, güzel bir ülkede yaşayacağımız yeni bir siyaset anlayışı. Önce siz konuştunuz, ben sizi dinledim. Samimi olarak evet sorunlar var doğru ama bu sorunları nasıl çözeceğiz. Önce şunu ifade edeyim, bu sorunları birlikte çözeceğiz, elbirliğiyle çözeceğiz, güç birliğiyle çözeceğiz. Neyi nasıl yapacağımı kısaca sizlere sunacağım. Ayrıca konuşmanın sonunda yine masaya oturacağım var olan sorularınız olursa o sorulara da büyük bir samimiyetle cevap vereceğim. Önemli olan benim tek başıma çıkıp burada konuşmam değil. Önemli olan sizin konuşmanız ve bize soru sormanız ve bizim de o sorulara samimi olarak cevap vermemizdir. Eğer siyaseti bu bağlamda yapabilirsek bu ülkenin çözülemeyecek hiçbir sorunu yoktur. Çözeriz sorunlarımızı. Elin oğlu kendi ülkesinin sorununu çözüyor da biz niye çözemiyoruz. Onlar bizden daha mı akıllı? Yok efendim. Bütün mesele bir araya gelip oturup konuşmakta yatıyor.


Şimdi Kırıkkale’den sağ olsun Ticaret Sanayi Odası Başkanımız kısa bir tarihçe de verdi. Doğru; burası küçük bir köydü, cumhuriyeti kuranlar yani o zamanın iktidarı, yani Cumhuriyet Halk Partisi bu küçük köyü savunma sanayi entegre tesislerinin inşa edilebileceği bir merkeze dönüştürdü. Niçin? Anadolu’nun ortası, düşmanın rahat ulaşamayacağı bir yer o günün koşulları içinde. Savunma sanayini ben buraya kuracağım dedi ve kurdu. Önemli bir merkezdi ve bizim cumhuriyet tarihimizin en büyük entegre silah sanayiydi burası. Hala o özelliğin iskeleti var, hala var. Olabilir mi bundan sonra? Olabilir. Büyüyebilir mi? Büyüyebilir, ona da geleceğim.
Şimdi en büyük sorunumuz işsizlik diye söz ettim. Evet Kırıkkale’de de gezerken ceplerim kağıtla doldu.
“Çocuğum üniversiteyi bitirdi işsiz...”
“Şanlıurfa’dan geldim çoluk çocukla beraber işsiz…”
“Şanlıurfa’dan buraya niye geldin?” dedim. “Şanlıurfa’da iş bulamadık, orada fabrikalar var belki iş bulabilirim” diye yanıtladı. Ankara’yı geziyorsunuz, aynı tablo, değişmiyor. Türkiye’nin neresine gidiyorsanız tablo değişmiyor. Kaç milyon işsizimiz var? 10 milyonu aşkın işsizimiz var. 1 milyonu aşkın ise üniversite mezunu işsiz. Mühendisi, veterineri, iktisatçısı, maliyecisi, muhasebecisi her alanda üniversite mezunu; bitirmiş, işsiz, hala babanın aylığına bakıyor, emekli aylığına bakıyor acaba oradan bana harçlık düşer mi diye. Şu soruyu kendimize sormak zorundayız. Bir iktidarın, dünyanın neresinde olursa olsun bir iktidarın başarısının temel ölçüsü, izlediği ekonomik program ya da politika istihdam yaratıyor mu, yaratmıyor mu? İstihdam yaratıyorsa başarılıdır, yaratmıyorsa başarısızdır. Bunun için iktisatçı olmaya da gerek yok, üniversiteyi bitirmeye de gerek yok, dünyanın bilinen gerçek bir doğrusu. İktidar mısın? Evet. Ekonomi politikaları? Evet. Tarım politikaları? Evet. Bütçe politikaları? Evet. Maliye politikaları? Evet. Sonuç? İstihdam değil işsizlik yaratıyorsun. O zaman sen başarısızsın. İstihdam yaratıyorsan başarılısın. Nüfusumuz Almanya’yla üç aşağı beş yukarı aynı. Almanya dışarıdan işçi alıyor, bizde her sene işsiz sayısı artıyor. O zaman yapacağımız kurallardan birisi, demokrasiye inanıyorsak, ülkenin geleceğine inanıyorsak, ülkemizin güçlü olmasını istiyorsak, ülkemizin üretmesini istiyorsak, hangi iktidar olursa olsun işsizlik yaratan bir politika izliyorsa ona oy vermeyeceğiz, demokrasinin temel kuralı budur. Bu şu anlama gelmesin; gelin bize oy verin diye, buraya oy istemek için de gelmedim, zaten seçim de yok. Ama burada doğruları konuşmamız lazım. Ali iktidar olur, Veli iktidar olur, o önemli değil. Ama bir iktidar futbol kulübü gibi tutulmaz. Efendim doğuştan Fenerbahçeli, Beşiktaşlı olur, ölünceye kadar gideriz ama iktidarlar öyle değil, siyasi partiler öyle değil. Verdiği hizmet milletin terazisinde tartılır, başarılıysa yoluna devam eder, başarısızsa dersiniz ki; kardeşim kusura bakma, bir başkasını getirelim, bakalım başarılı olacak mı olmayacak mı?
Değerli arkadaşlarım; 10 milyonu aşkın işsiz demek, Türkiye’nin bir felaketle karşı karşıya olması demektir. Sıradan bir rakam değildir bu; 1 milyon, 2 milyon değil. Üniversite mezununun işsiz olması daha büyük bir felaket; anne baba onu hangi umutlarla büyüttü, yemedi yetirdi, giymedi giydirdi, üniversiteyi bitirecek benden daha iyi bir hayat standardı yakalayacak diye. Bunlar olmuyor. Bir sorunumuz var. Geleceğim, o sorunun temeline de geleceğim. Şimdi hangi organize sanayi bölgesine gitsem Türkiye’de; Gaziantep’e, Kayseri’ye,  nereye gidersek gidelim iş dünyasının, sanayicinin söylediği şu söz kulağımda küpe olarak duruyor: “Nitelikli ara elaman bulamıyoruz, yok.” Niye yok, hangi gerekçeyle yok ve neden siyaset kurumu buna bir çözüm üretmiyor? Biz ne yapacağız? Bütün organize sanayi bölgelerinde teknoloji liseleri kuracağız, hepsinde, yatılı olacak, 5 veya 6 yıl olacak. Çocuk diyelim ki üçüncü sınıftan itibaren hangi alanda okuyorsa, o alanla ilgili fabrikada stajını yapacak. Onun sosyal güvenlik primini devlet yatıracak, orada yetişecek, patron da görecek, ustabaşı da görecek, mezun olduğu zaman işi hazır olacak. Ben üniversiteye gitmek istiyorum diyorsa izdüşümü fakülteye artı puanla gidecek. Ara eleman sorunu olur mu? Olmaz. Efendim üniversiteye gidemeyeceğim diye bir kaygı olur mu? O da olmaz. Akıllı bir proje mi? Akıllı bir proje. Defalarca söyledim mi? Defalarca söyledim. Niye yapılmıyor? Bu teknoloji liselerinin yönetimi, dersleri ve içindeki donanımı Milli Eğitim Bakanlığı organize sanayi bölgesi yönetimiyle müştereken yapılacak. Her organize sanayi bölgesinin niteliklerine göre, özelliklerine göre yapılacak bunlar. Bir kentte birden fazla varsa, her bir teknoloji lisesinin eğitimi daha farklı, donanımı daha farklı olacak. Geleceği hazırlayacaksınız.
Başka bir konu, iş kanunu, kıdem tazminatı gibi karşılaştığınız sorunlardan söz ediyorsunuz. Ben Ana Muhalefet Partisinin Genel Başkanıyım, ama iktidarın yaptığını yaptım. Ne yaptın diyeceksiniz. Türk-İş’in Sayın Genel Başkanını, Hak-İş’in Sayın Genel Başkanını ve DİSK’in Sayın Genel Başkanını ben topladım bir akşam yemeğinde. Bir araya gelin dedim, bu kıdem tazminatı sorununu çözün dedim, biz de sizin parlamentoda sözcünüz olalım dedim. Bu haliyle bu bir sorun olarak Türkiye’nin gündeminde duruyor. Niye iktidar düşünmüyor, neden bunları davet edip ya arkadaşlar şöyle sorunlarımız var bunu beraber çözelim niye demiyor? Hani diyorlar ya CHP hep eleştirir hiç öneri getirmez; getiriyorum, söylüyorum, nasıl çözüleceğini de söylüyorum. Ama iktidar olduktan sonra her şeyi ben bilirim, benim dışımda kimse düşünemez, en doğru kararlar benim düşündüğümdür derseniz başarılı olamazsınız, dünyanın neresinde olursanız olun. O zaman biz kendi atalarımızın geleneğini reddediyoruz demektir. Ne demektir o? Akıl akıldan üstündür kuralını reddediyoruz demektir. Akıl akıldan üstündür, benim görmediğimi bir başkası görür, benim anlamadığımı bir başkası anlar. Ben esnaflık yapmadım; peki esnaf sorun yaşıyor, o sorunu kimden dinleyeceğiz? Herhalde esnaftan dinleyeceğiz. Esnaf başkanı gelecek diyecek ki, esnaflar ve sanatkarlar başkanı diyecek ki, bizim şu şu şu sorunlarımız var. Ticaret odası, sanayi odası, ziraat odası, muhtarlar, işçiler, sendikalar şu sorunumuz var diyecekler. Sorunu yaşayandan sorunu dinleyeceksin ki sağlıklı çözüm üretesin. Ankara’da oturuyorum, sorunu da ben tespit ediyorum, çözümü de ben tespit ediyorum. Sorunu yaşayan? Hiç dinlemiyorum onu. Olur mu? Olmaz. Sorun çözülür mü? Sorun çözülmez. Memleket sağlıklı yönetilir mi? Sağlıklı yönetilmez.
Bakın, Sayın Başkan güzel bir şeyden söz etti, “yukarıda gerginlik istemiyoruz” dedi. Gayet güzel. Gerginliğin kaynağı kim? 2018 Ağustos ayında Türkiye krizle karşı karşıyaydı. 2018’in Ağustos’unda İstanbul’da bir basın toplantısı yaptım, kriz geliyor, bu kriz büyüyecek dedim, yanlış hatırlamıyorsam 13 madde halinde nelerin yapılması gerektiğini anlattım. Ne hükümeti eleştirdim, ne bir başka yeri eleştirdim. Bu sorunun çözülmesi lazım dedim ve parlamentoda yasal düzenleme gerekiyorsa biz size her türlü desteği veririz dedim. 2018’den söz ediyorum. Gerçekten ülke bizim ülkemiz, kanun çıkacaksa hep beraber çıkaralım, sorun çözülecekse hep beraber çözelim, biz de katkı verelim, engel olmayalım. Arkadan eleştiri geldi. Olabilir. Ama eleştiri benim saydığım 13 madde üzerinden gelmiyor. Efendim siz niye konuşuyorsunuz, niye bunları söylüyorsunuz diye geliyor. Ne söyleyelim biz? Yani bir şey söylemek için izin mi alacağız; beyefendi biz şunları söyleyeceğiz, bunu kabul ediyor musun, etmiyor musun diye? Olmaz. Arkasından geldik 2020’ye; iki yıl geçti, 2020’de bir ekonomik buhranla karşı karşıya kaldık, çünkü kriz artık gitti buhrana dönüştü. Yine eleştiri yapmadım, yine bir basın toplantısı yaptım orada da maddeler halinde nelerin yapılması gerektiğini anlattım. Orada da hiçbir şey olmadı, söylediklerimizi yapmadılar. Sonra bugünkü hale geldik. Geçen Salı günü hükümetin buhrandan en az yarayla kurtulmamız için veya sıyrılmamız, çıkmamız için neleri yapması gerektiğini 9 madde halinde saydım. Bunları acilen yapın dedim. Yine bir eleştiri gelmedi ama bu da olmadı. Olmuyor da zaten.
Şimdi sorun şuradan kaynaklanıyor. Sorun siyasi tercihten kaynaklanıyor, devleti yöneten otoritenin siyasi tercihinden kaynaklanıyor. Siyasi tercih, ekonomiyi döviz-faiz eksenli yönetiyor. Döviz yükseldi mahvolduk; döviz düştü, faiz yükseldi mahvolduk. İkisi düşmüyor. Ya döviz artıyor ya faiz artıyor. Dövizi getirenlerle faizi elde edenler aynı adamlar aslında, değişen bir şey yok. Bol miktarda döviz geliyor, faiz artıyor, bir süre sonra faizi düşürelim diyorlar, gene başka bir para operasyonları, değişen bir şey yok. Faizi elde edenlerle dövizden rantı elde edenler aynı kesim.
Şimdi sizin vicdanınıza seslenmek isterim; ben bunu eleştirdim, dedim ki, “bu eksende bir devlet yönetilemez. Bakın 27,5 yılımı devlete verdim. Maliye Bakanlığında Hesap Uzman Muavini olarak başladım. Binlerce kişinin katıldığı sınavdan sınavı kazanan kişilerden birisi de benim, 11 kişi kazandık. Bütçe nasıl yapılır, vergi nasıl toplanır, harcama nasıl yapılır, tasarruf nasıl yapılır; 27,5 yılım bunlarla geçti. Ama şu anda devleti yönetenlerin devlet kademelerindeki yeri ve görevi nedir? Devleti gerçekten biliyorlar mı? Nedir devlet? Siyasi partiler devlet değildir ve siyasi partiler iktidara devlet olmak için gelmezler, devleti yönetmek için gelirler.” Bunu söyledim, çözümleri de söyledim, yaptığınız yanlıştır dedim ve nasıl çözüleceğini söyledim. Bir sefer bu faiz-döviz ekseninden Türkiye’yi süratle çıkaracaksınız. Üretim, yatırım ve istihdam eksenine döneceksiniz. Para politikasıyla beraber maliye politikasını beraber götüreceksiniz. Bir devlet sadece para politikasıyla yönetilemez. Dünyanın hiçbir ülkesinde de para politikasıyla bir devlet yönetilmemiştir. Yönetilen devlet de ekonomik olarak batmıştır. Vergi veriyoruz; sanayici de, esnaf da hepimiz vergi veriyoruz, yeni doğan çocuk dahi vergi veriyor. Nereye gidiyor vergiler, hangi yatırıma gitti, hangi istihdam sorununu çözdü? 83 milyon insan neden Londra’daki bir avuç tefeciye hizmet eder hale gelsin ve biz neden milyarları oraya veriyoruz, hangi gerekçeyle veriyoruz? Yatırıma vermiyoruz, istihdam için harcamıyoruz. Bu sistem yürümez böyle. Bu sistem bizi ekonomik buhranın ortasına getirdi ve bıraktı. Daha da derinleşecek, bakın söylüyorum daha da derinleşecek çünkü çözüm üretilmiyor. Biz söylüyoruz, bizi dinlemiyorlar. İyi niyetle söylüyorum, biz bunları söylerken şu lafı da etmiyoruz, ‘sen bundan anlamazsın’ lafını bile kullanmıyoruz. Devlette ne var? Devlette liyakat var. İşi ehline vereceksin, inancımızda da var. Sen işi ehline vermiyorsun, işi ehline vermediğin takdirde bu iş yürür mü arkadaşlar? Yürümez.
Kırıkkale’nin ne olduğunu gayet iyi biliyorum. Milliyetçilik damarını da biliyorum. Çok güçlü bir milliyetçilik damarı var, onu da gayet iyi biliyorum. Peki, gerçek anlamda milliyetçi olmak için ne yapmak gerekiyor? Üretmek gerekiyor, üreteceksiniz. Kimsenin önünde boyun eğmeyeceksiniz. Ben üretirim diyeceksiniz. Kalktılar tank palet fabrikasını, Avrupa’nın en büyük entegre tank palet fabrikasını Katar ordusuna 1 kuruş bile almadan verdiler. Ben isterdim ki, bu memlekette ben milliyetçiyim diyenler ayağa kalksın kardeşim. Sen bir ordunun tank palet fabrikasını niye veriyorsun oraya, hangi gerekçeyle veriyorsun. Ben şu anda oraya giremiyorum. Neden? Askeri sırlar var. Sizler de giremezsiniz ama Katarlılar giriyor hangi askeri sır? Kendi vatandaşından gizli, Katar ordusuna serbest. Peki tank üretseydik ne olurdu? İşte savunma sanayinde önemli bir noktaya gelirdik. 2018’de ilk tankı üretecektik. Hangi yıldayız? 2021. Ne oldu? Tank mı üretiyorlar? Hayır efendim. Ordumuzun tank üretmesine engel oldular. Bakın bir daha söylüyorum, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ordusunun tank üretmesine engel oldular. Peki bunun kavgasını kim veriyor parlamentoda? Hepimizin oturup düşünmesi lazım, bu memleket sadece benim memleketin değil hepimizin ortak memleketi. Benim karnım doymuş siz açsanız burada huzur olmaz. Herkesin karnının doyması lazım, herkesin üretmesi lazım.
Esnaf odamızın Sayın Başkanı da söyledi, “esnaf perişan” dedi, doğru perişan. Ben de biliyorum, gezdim de, diğer yerleri de, diğer illeri de gezdim. Herkes geziyor ve görüyor zaten. Tabloyu da görüyoruz hep beraber. Ne diyorduk, toplumun orta direği değil mi, esnaf orta direk. Orta direk kalmadı. Çadırın orta direği olmazsa çadır çöker. Desteklenmesi mi lazım? Evet desteklenmesi lazım. Bir de biz esnafı desteklemek için de anayasaya bir özel hüküm koymuşuz, Türkiye Cumhuriyeti Devleti esnaf ve sanatkarı destekler. Destekleyebilir değil, destekler. Neresi desteklendi? Esnaf sanatkarı yok ediyoruz, olmaz, bunların hepsini bir şekliyle çözmemiz lazım değerli arkadaşlarım.
Bir şey daha ifade edeyim. Paradan para kazanan bir sistemi istemiyoruz. Doğru; elinde viski bardağı, faize bakıyor faiz yüksekse gönderiyor parayı faizini alıyor. Grev var mı, yok; toplu sözleşme var mı, yok; istihdam var mı, yok; iş kazası oldu mu, hiçbir şey yok. Parayı gönderiyor, elin oğlu eksi faizle borç para alırken biz dünyanın en yüksek faiziyle para transferi yapıyoruz. Dışarıya yapıyoruz bu parayı. Kim ödüyor bu parayı? Hepimiz ödüyoruz, 83 milyon hepimiz ödüyoruz. O zaman bizim oturup düşünmemiz ve yeni bir strateji üretmemiz lazım. Yeni bir stratejiye ihtiyacımız var, bizim bunu yapmamız lazım. O stratejiye de biraz sonra geleceğim, hangi stratejinin izlenmesi gerektiği konusuna. Gerilim evet istemiyoruz, oturalım bir sorun nasıl çözülür konuşalım. Sadece ben değil, bakın Ekonomik Sosyal Konsey var değil mi, rahmetli Ecevit bir kararnameyle kurdu, Allah rahmet eylesin. Sonra kanunu çıktı, sonra dediler ki, bu bir anayasal kurum olsun, anayasal kurum oldu. En son ne zaman toplandı Ekonomik Sosyal Konsey? 5 Şubat 2009. Hangi yıldayız? 2021. Niye toplanmıyor? Orada işçi var, işveren var, sanayici var, esnaf var, çiftçi var, masanın bir tarafına oturacaklar, bunlar sorunu yaşayanlar; masanın öbür tarafına da sorunu çözecek olanlar yani bakanlar oturacak, kardeşim anlat derdini diyecek, anlatacak. Çözümü de anlatacak, oturup düşünecekler. Toplanmıyor. Niye toplanmıyor? Ben toplanmasını istiyorum, benim dışımda kimse istemiyor, niye istemiyorsunuz, istemeniz lazım. Arkadaş benim derdimi çözeceksen önce gel beni bir dinle, ben hangi derdi yaşıyorum beni bir dinle, ondan sonra sorunu çöz. Ben seni dinlemem ama ben kafama göre çözüm üretirim. Üretemiyorsun, mümkün değil üretemezsin.
Değerli arkadaşlarım, çok güzel bir şey söyledi Ticaret Sanayi Odası Başkanımız, “Biz yukarıdaki gerilimi sokağa taşırsak birbirimize selam veremeyiz” dedi. Doğru. Sizler siyaset kurumundan daha başarılısınız onu söyleyeyim. Her fabrikada her görüştün insan çalışır. İşi ehline verirsiniz. Kim o işi en iyi yapıyorsa ona verirsiniz. Kimliğine bakmazsınız, arkadaş bir dakika senin bir kimliğine bakayım nerede doğdun diye bakmazsınız. Dur bir dakika senin inancına bir bakayım, dur bir bakayım senin yaşam tarzın nedir diye bakmazsınız. Öyle bir noktaya geldik ki; komşumuzun kimliğini soruyoruz, bu nereli acaba, hangi kökenden, hangi inançtan diye. Bunları 21.yüzyılın Türkiye’sinde aşmak zorundayız, bunun çok ötesine taşımak zorundayız.
Değerli arkadaşlarım, kahveci esnafından tutun bütün esnafın sorunlarını biliyorum. Esnaflarla ilgili de bakın gene hiç suçlama yapmadım, 17 madde halinde açıklama yaptım, esnafın sorunları şu 17 maddeyi yapın sorunu çözülür dedim. Gene olmadı. Çözmek istemiyorlar. Para yok diyorlar. Para var efendim, niye para yok, para var. Bütün mesele siyasi tercihte, parayı kim için kullanacaksın. Kamyoncu esnafını alın dünyanın en pahalı yolundan gidiyor, gitmezse ceza yazılıyor. Kamyoncu esnafı zorla o yoldan gidecek, dünyanın faizini ödeyecek, dünyanın dolar üzerinden, avro üzerinden tarifesini ödeyecek. Niçin arkadaşlar en pahalı yol bizde? Bu sorunları biliyoruz.
Şimdi gelelim, Sayın Başkanım şunu söyleyeyim, kesinlikle bakın bir tarafa yazın, kesinlikle önümüzdeki süreçte Allah nasip eder iktidar olduğumuzda bu aldığınız kredilerin faizlerinin tamamını sileceğim. Tamamı silinecek. Elektrik parasını ödeyemiyor, su parasını ödeyemiyor, vermişsin bir kredi zamanında ödeyememiş, onu da bir taksitlendirmişsin yeniden yapılandırmışsın daha yüksek bir faizle. Bu adam nasıl geçinecek? Biz dua edelim de o adam bari bir kişi daha fazla çalıştırsın, istihdam yaratsın hiç değilse. Faiz faiz, nereye kadar faiz? En değerli şey alın teridir. En değerli şey alın teri olması lazım. Makine Kimya Enstitüsünün Genel Müdürlüğü bilmem nerede. Her birisi nerdeyse genel müdürlük orada olacak, ne demek Ankara’da genel müdürlük, makine kimyanın tesisleri burada değil mi, fabrikalar burada değil mi, denetlemek istediğin zaman gelip bakmıyor musun? O zaman genel müdürlüğün de burada olması lazım, bu kadar basit. Bunu yapmak zor mu? Hayır efendim zor değil, asla zor değil, sadece ve sadece diyeceksin ki , cümle olarak genel müdürlüğünü al, senin fabrikalar ağırlıklı neredeyse oraya götüreceksin kardeşim. Kuralı budur. Bu kuralı yerine getireceksiniz.
Değerli arkadaşlarım, nasıl çözülür? Tarımdan da bahsedeyim. Gübre alıyorsun dolarla, fide alıyorsun dolarla, tohum alıyorsun dolarla, mazot alıyorsun dolarla, ilaç alıyorsun dolarla. Biz bunları üretmiyoruz. Niye üretmiyoruz? Koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devleti gübre üretemez mi Allah aşkına! Hollanda toprak olarak Konya’dan küçük bir devlet, yıllık tarım ürünü ihracatı 185 milyar dolar, devasa Türkiye Cumhuriyetinin tarım ürünü ihracatı 18 milyar dolar. İthalatı da koyarsanız üstüne eksi veriyor, sattığımızdan çok ithal ediyoruz tarım ürünü. Bunlardan kurtulmamız lazım.
Sayın Başkanım nasıl çıkarız? 4 ayaklı bir strateji izlemek zorundasın, 4 ayaklı. Bir, önce herkesin can ve mal güvenliği olacak. Yani demokrasi olacak. İnsan kalkıp hükümet yanlış yapıyorsa rahatlıkla eleştirebilecek ve siyasetçi de her eleştiriyi değerlendirecek. Çünkü bir insan kalkıp boşu boşuna iktidarı eleştirmez; bir şey var yani, bir derdi var ki onu söylüyor, derdi olmasa niye eleştirsin. Bu can ve mal güvenliği demektir. Kimse benim fabrikama el koymayacak, ben hükümeti eleştirdiğim zaman 5 tane vergi müfettişi gelip benim kapımda beklemeyecek, beni incelemeyecek. Can ve mal güvenliği. Adalet istediğim zaman da mahkemeye başvururum adaleti oradan isterim. Yargı bağımsız olacak, tarafsız olacak yargı, adalet dağıtacak orası. Bu birinci ayağı, demokrasi. Klasik bildiğimiz neymiş Güney Kore’de, Kanada’da, Almanya’da, Fransa’da, AB’de neyse ölçü aynı ölçüyü kendi ülkemize getirelim. Hatta ben Sayın Davutoğlu’na da, Sayın Binali Yıldırım’a da Başbakanken beni ziyarete geldiler, ben onlara şunu söyledim, dedim ki, biz bekliyoruz da AB bir fasıl açsın biz kanunu değiştirelim. Niye fasıl açmasını bekliyoruz bizim aklımız yok mu? Biz oturalım tamamını yapalım ve dönüp AB’ye diyelim ki; ne kuralı kardeşim, ben zaten hepsini yaptım. Bizim insanımız ikinci sınıf demokrasiye mi layık? Hayır. Üçüncü sınıf demokrasiye mi layık? Hayır. Oradaki demokratik kurallar neyse aynı kuralları biz yapalım. Üstelik kendi irademizle yapalım, eloğlunun dayatmasıyla yapmayalım. Ama olmadı. Ben olsam hepsini yaparım, hepsini. Kuralları koyarız yaparız herkes diyecek ki benim can ve mal güvenliğim var. O zaman yabancı sermaye de gelir; Türkiye’de hukuk var, Türkiye’de demokrasi var, benim mallarıma kimse el koymayacak, kural dışı kimse hareket etmeyecek, ben de gelir yatırım yaparım diye. Stratejinin birinci ayağı can ve mal güvenliği, demokrasi.
İkinci ayağı üreten Türkiye. Türkiye’nin üretmesi lazım; her alanda, fabrikadan tutun üniversitedeki bilime kadar her alanda üretmemiz lazım. Bakınız, katma değeri yüksek ürün üretmezseniz başarılı olamazsınız. Televizyon yapıyoruz değil mi? Çipleri nereden alıyoruz? Güney Kore’den alıyoruz. Biz sadece burada montajını yapıyoruz, ekranı dahil. Zorlu bir ara dedi ki, ben çip üreteceğim, ama yanlış hatırlamıyorsam 1 milyar dolar paraya ihtiyacım var dedi. Ben o dönem başbakan olsaydım 1 milyar doları verirdim, yeter ki Türkiye çip üretsin diye, olmadı. Üretim… Üniversitelerde bilgi üretildiği zaman katma değeri yüksek ürün üretirsiniz. O nedenle üniversitelerde düşünce özgürlüğünün olması lazım. Farklı düşündü diye bir insanı üniversiteden atamazsınız, atmamalısınız. Ben şunu da gayet iyi biliyorum. Kendi inancımız, bilime en fazla değer veren inançtır. Sevgili peygamberimiz diyor ki, “Alimin ölümü alemin ölümü gibidir”. Bir alimin ölümünü, bir bilginin ölümünü kainatın ölümüne bağlıyor. “Bana bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum…” Biz kalktık kanun hükmünde kararnamelerle bir sürü hocayı üniversiteden attık. Ne oldu, ne oldu yani! Bunlar yanlıştır. Benim gibi düşünmeyebilir hoca, düşüncesi ayrı onun. Farklı düşündü diye bir insanı cezalandıramazsınız, atamazsınız, kovamazsınız, hapse atamazsınız; bunlar yanlıştır, buradan Türkiye’nin kurtulması lazım, farklı düşünebilir, olur, farklı düşünmüştür.
Başka bir konu; üreten Türkiye dedik, güçlü bir sosyal devleti de inşa etmek zorundayız. Eğer benim karnım tok, komşunun karnı açsa orada huzur olmaz, o apartmanda huzur olmaz. Herkesin karnının doyması lazım, onun içinde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin güçlü bir sosyal devlet olması lazım. Nedir o? Aile Destekleri Sigortasının gelmesi lazım. Her aile, Türkiye Cumhuriyeti Devletinde her aile, lütuf mantığıyla değil hak mantığıyla karnını doyurmalı. Lütuf mantığı nedir? Gıda paketi götürürüz; bu ay verdin, ertesi ay vermiyorsun, karnı aç. Hak mantığı nedir? Sosyal devletten ey devlet ben sana vergi ödüyorum, şimdi işsizim, perişanım veya dul kadınım veya yaşlı bir kadınım veya yaşlı bir erkeğim, gelirim yok, geçinemiyorum kirayı ödeyemiyorum, ey sosyal devlet bana bak. Asgari gelir güvencesi sağlayan devlettir sosyal devlet. O zaman lütuf mantığından çıkar hak mantığına oturur. Kişinin sosyal devletten benim yoksulluğumu gider demesi… Bana iş ver diyor. Gidiyorum, geziyoruz, bazen geliyor kadın yolumu kesiyor, ben gıda paketi istemiyorum diyor, ben iş istiyorum diyor. Çocuklarım var, hadi gıda paketi aldım güzel, bir ay sonra bir tane daha aldım, nereye kadar gidecek, ben iş istiyorum diyor. Bana iş verin çalışacağım diyor, üreteceğim diyor. Güçlü bir sosyal devleti inşa etmek zorundayız.
Dördüncü stratejik ayağı sürdürülebilirliktir. Onun da ayağı devlette liyakattir. İşi ehline vereceksiniz. Devlet Planlama Teşkilatı kapatıldı, kaç arkadaşın haberi oldu acaba, Devlet Planlama Teşkilatı yani rahmetli Turgut Özal’ın yetiştiği yer, yani bu toplumun en zeki çocuklarının üniversiten mezun olduktan sonra en zeki çocuklarının girdiği o Devlet Planlama Teşkilatı niye kapatıldı? Elin oğlu 50 yılını, 100 yılını planlıyor, biz yarın sabah ne olacağını bilmiyoruz.
Benim size sözüm, asla umutsuzluğa kapılmayın asla. Umutsuzluğa kapılmak bizim kitabımızda yoktur. Nefes alıyorsak demek ki umudumuz var. Çözülmeyecek hiçbir sorunumuz yoktur, hepsi çözülebilir. Kavgayla mı çözülür? Hayır efendim kavgayla değil. Kavgadan kimse yarar görmüş değildir. Hiç kimse yarar görmüş değildir. Uzlaşarak, bir araya gelerek bu işi kim yapar, bu işi en iyi kim yapar, cebini değil de vatandaşın cebini kim düşünür, ahlaklı, temiz bir siyasetle bu işi kim halleder? Kararı siz vereceksiniz ben değil. Diyorsanız ki, efendim siyasetçi oturdu hazinenin başına, önce o bir karnını doyursun, cebini doyursun, hanı, hamamı, akrabaları doysun sonra sıra bize gelir, o zaman sıra size hiç gelmiyor. Siyaset zenginleşme aracı değildir; siyaset millete, halka hizmet etme aracıdır. Hizmet ediyorsun, bundan daha değerli ne olabilir? 80 milyona hizmet ediyorsunuz. Bakın şunu hiç kimse sorgulamadı. En büyük kuruluşumuz Türk Telekom’du değil mi? Keban kadar önemli bir kuruluştu. Atatürk Barajı kadar önemli bir kuruluştu. Çünkü bütün iletişim altyapımız sıfırdan yenilendi. Kime verdik? Hariri Ailesine verdik. Nasıl aldı? Gitti bizim Türk bankalarından krediyi çekti satın aldı, binaları dahil, altyapısı dahil pek çok şeyi sattı, parasını yedi, karını aldı, parasını yedi, bankalara borcunu ödemeye gelince ödemiyorum arkadaş dedi. Ödemiyorum dedi. Ne yaptık? Peki ödeme dedik, gittik aldık. Kar kimin oldu? Hariri Ailesinin. Banka faizini kim ödedi? Bizim bankalar. Zararı kim çekti? Bizim bankalar. İnternet altyapımız yenilendi mi? Hiçbir şey yapmadı. Bugün yaklaşık 4,5 milyon çocuğumuz internete ulaşamıyor zaten. Ne oldu? Türk Telekom’u aldık, bütün zararı da aldık, bankaların zararını aldık, karı öbür tarafa bıraktık. Peki bunun siyaseten bedeli ne oldu? Bu işi yapanlardan ya arkadaş sen bu işi yaptın da burada bir haksızlık var diye soran oldu mu? Ben sorduğum zaman da işte görüyorsunuz değil mi, “bu vatan haini, bu şöyledir, bu böyledir” bir sürü laf işitiyoruz. Peki ben fakir fukaranın hakkını sormayıp da ne yapacağım, ne yapacağım yani?
Bakın Sayın Başkanlar, siyasete atıldığım gün kendi malvarlığımı internet sitesine koydum. 27,5 yıl kamuda çalıştım; benim malvarlığım budur dedim, karımın yüzüğüne kadar. Verilmeyecek hesabım yok. Benim bütün bürokratik hayatımı incelediler, acaba bir şey bulabilir miyiz diye. Bulamazsın arkadaş. Bulamadılar da zaten. Neden? Boğazınızdan aşağı haram lokma inmiyorsa verilmeyecek hesabınız yoktur. Bunu yapıyoruz. Millete hizmet etmek kadar değerli bir şey de yoktur. Türkiye’nin sorunları çözülür Sayın Başkanlar, çözülmeyecek sorun yoktur, herkes huzur içinde yaşayabilir.
Bakın geçmişte kavgalarımız olabilir. Herkesin geçmişinde kavgalardır, şudur budur vesaire benim öğrencilik yıllarımda dahil olmak üzere her birimizin şöyle hataları da olabilir, hepimiz insanız yani. Huzurumuz da olabilir, ama geriye dönüp bir helalleşmemiz lazım, bırakmamız lazım artık onları, önümüze, geleceğe bakmamız lazım, ufka bakmamız lazım, dünya nereye gidiyor, biz nereye gidiyoruz buna bakmamız lazım. Buna baktığımız andan itibaren o zaman Türkiye çok hızlı büyür, müthiş bir potansiyeli var.
Bakın, Doğu Akdeniz’de karbon yatakları var, doğalgaz çıkacak, birleştiler, Filistin dahil, Mısır dahil bizim yanımızda olanlar bize sırtını döndü. Niçin? Niye Mısırla kavga ettik, niye kavga ettik biz, hangi gerekçeyle kavga ettik? Suriye’ye girdik, Süleyman Şah Türbesini kaçırdık getirdik. Kendi toprağını kaybeden, kendi toprağından kaçan kişiyi biz gerçek milliyetçi ilan ettik düşünebiliyor musunuz? Rahmetli Ecevit gitti Kıbrıs’ı aldı, hala eleştirilir; öbürleri Süleyman Şah türbesini hem türbeyi, hem bayrağı indirip kaçtılar, onları da kahraman ilan etti. Ben bunu anlayamıyorum, emin olun anlayamıyorum, bir şeyler ters gidiyor. Söyledim, meclis kürsüsünde söyledim, ilk bir hafta içinde Allah nasip eder iktidar olursak ilk bir hafta içinde Süleyman Şah Türbesini gene kendi topraklarımıza götüreceğiz, oraya o bayrağı dikeceğim ben. Bize milliyetçi değilsin diyorlar. Hayır efendim, milliyetçilik vatanseverliktir. Ben kimsenin kimliğine bakmam, başımın üstünde yeri var. Bayrağıyla ve vatanıyla sorunu yoksa herkes benim kardeşimdir, hiç ayırmam. Bayrak ve vatan, bunlar benim kutsallarımdır. Hepimizin ortak kutsalları. Bunları tamam savunuyoruz. Herkes rahat geçinsin, herkes huzur içinde yaşasın, bereketli topraklarımız var. Yozgat’ın kokulu mercimeğini unuttuk, Kanada’dan mercimek alıyoruz düşünebiliyor musunuz? Bu topraklar pek çok endemik bitkinin ilk kaynağıdır, onları bile unuttuk biz.
Yeni bir siyaset anlayışını birlikte inşa edeceğiz, etmek zorundayız. Bunu yaptığımız takdirde her şeyi çözeriz. Dediğim gibi Türkiye’nin çözülemeyecek hiçbir sorunu yoktur.
Efendim şimdi ben yerime oturacağım, soru sormak isteyen arkadaşlarım olabilir. Sizden tek isteğim var, soru sorarken tek isteğim var, ya acaba bu soruyu sorsam Genel Başkan üzülür mü demeyin, üzülmem. Ya Genel Başkan acaba alınır mı demeyin, alınmam. Ya bu soruda Genel Başkana sorulur mu demeyin, sorulur. Benim görevim bu, sorduğunuz her soruya samimi olarak cevap vereceğim. Birbirimizi tanımamız lazım, birbirimizi iyi tanımamız lazım. İstediğiniz soruyu sorun, hangi soru varsa. Bazen televizyondan izleyip de evinizde düşünmüş olabilirsiniz, orada olsam ben de şu soruyu sorardım diye. İşte şimdi birazdan önünüze gelip oturacağım, burada istediğiniz soruyu sorabilirsiniz. Ben de samimi olarak her sorunuza cevap vereceğim. Buna kaç politikacı cesaret eder ben onu bilmem ama bu kardeşiniz cesaret eder.
Efendim hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum, sağ olun, var olun diyorum.