13.01.2018

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, İSTANBUL İL KONGRESİNDE KONUŞTU (13 OCAK 2018)

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, İSTANBUL İL KONGRESİNDE KONUŞTU (13 OCAK 2018)

- "Enis Berberoğlu başta olmak üzere hiçbir milletvekilinin hapishanede olmasını istemiyoruz. Bu bir demokrasi ayıbıdır. Onları hapishaneye koyan yargı sistemini de kınıyoruz"
- "Kendi ülkesine vergi vermemek için, kendi ülkesine vergi ödememek için yurt dışında vergi cennetlerinde şirket kuranlar milli de olamazlar, yerli de olamazlar"
- "Herkes, özellikle İstanbullu kardeşlerim şunu çok iyi bilsinler, 2019 geliyor, referandumda hangi sonucu elde ettiysek İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinde daha büyük çoğunlukla aynı sonucu elde edeceğiz"
- "Bugün bazı hakimler, Anayasa Mahkemesi kararını tanımayan hakimler, Führer benzeri bir düzenin içinde yer almış durumdadırlar. Biliyorum, bunu söyledim diye şimdi hemen fezlekeler düzenlenecek, hemen savcılar, hakimler harekete geçecek. Geçmezseniz namertsiniz"
- "Ben size söz veriyorum, 2019’da sözüm söz, Süleyman Şah Türbesi’ni aynı yere götüreceğiz ve Türk bayrağını oraya dikeceğiz"
- "Bütün hakim arkadaşlarıma sesleniyorum, hakimin onurunu koruyacak olanlar sizsiniz. Hukuk devletini savunacak olanlar sizsiniz. Siyasi otoritenin baskısı altında kalırsanız Türkiye’yi Hitler dönemine taşırsınız. Direnmek, hukuktan ayrılmamak, adaletten ayrılmamak sizin göreviniz olmalı"
- "Bazen Cumhuriyet Halk Partisi’nin tabanında biz değil, ben mücadelesinin yapıldığını görüyorum. Bu bizim tarihimize ve geleneklerimize aykırıdır. Bunu CHP’nin içinde belli çevrelere aşılayan 12 Eylül darbe hukukudur"


Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun İstanbul İl Kongresinde yaptığı konuşma şöyle: 



Hepinize yürekten teşekkür ediyorum değerli arkadaşlarım. Siyasal partilerin ve sivil toplum örgütlerinin saygıdeğer temsilcileri, değerli yol arkadaşlarım, az önce divan başkanımızın güzel bir konuşmasını dinledik. Özet olarak Türkiye’nin içinde bulunduğu koşulları gayet yalın bir dille bize sundu. Bu kongrede bir eksiğimiz var, temel bir eksiğimiz var. Hapishanede bir milletvekili arkadaşımız var, bir esir var, bir tutsak var. Hiçbir günahı ve suçu olmamasına karşın aramızda olmaması, hapishanede olması demokrasinin bir ayıbıdır, hukuk sisteminin bir ayıbıdır ve hukukun siyasallaşmasıdır. Biraz sonra bu konulara ayrıntılarıyla gireceğim. Ama gönlümüzde yatan şudur, milletin oyuyla seçilen milletvekillerinin hapishanede değil parlamentoda görev yapmaları gerekir. Halk onları parlamentoda görev yapsın diye seçti ve Ankara’ya gönderdi.

Biz yürürken, “Hak, hukuk ve adalet” derken o hapishanede kitap yazıyordu, “Ben yatarken, siz yürürken” diyordu. Evet o yatarken, biz yürürken kalbimiz aynı duygularla çarpıyordu. Türkiye’nin geleceği için, çocuklarımızın geleceği için, ülkemizin onuru için, demokrasimiz için hep birlikte mücadele ettik. İster yatalım, ister yürüyelim, ister kavga edelim, ister barışalım bütün çıkarlar Türkiye’nin görkemli bir devlet olması içindir. Türkiye için mücadele ediyoruz, halkımız bunu gayet iyi ve gayet net bilmeli. Gittiğiniz her yerde şunu rahatlıkla anlatabilirsiniz, ağzımızdan bir söz çıkıyorsa, bir eleştiri çıkıyorsa, bir övgü çıkıyorsa bunun tek bir nedeni vardır Türkiye’yi büyütmek ve Türkiye’yi yüceltmek, Türkiye’yi uluslararası arenada saygın bir konuma getirmek. Ana hedefimiz budur.

Bu bağlamda, Enis Berberoğlu başta olmak üzere hiçbir milletvekilinin hapishanede olmasını istemiyoruz, bu bir demokrasi ayıbıdır, onları hapishaneye koyan yargı sistemini de kınıyoruz.

İstanbul’dayız, İstanbul kongremizi yapıyoruz. İstanbul’un sadece bizim ülkemizde değil, dünya tarihinde önemli bir yeri var. İstanbul üç büyük imparatorluğa başkentlik yapmış bir kenttir. İstanbul bütün dünyanın yakından izlediği bir kenttir, devasa bir metropoldür. Ama İstanbul dünyanın sorunlarını yaşayan bir kenttir aynı zamanda. İstanbul’un anahtarını bize Fatih Sultan Mehmet teslim etmiştir. Bu nedenle İstanbul’un anahtarını bize teslim eden Fatih Sultan Mehmet’e minnet ve şükran borçluyuz ve onu da saygıyla anıyoruz. Evet Fatih Sultan Mehmet o anahtarı bize verdi, ama o anahtar 1919’da elimizden alınmak istendi. Çanakkale Boğazını geçenler Dolmabahçe’nin önünde demirlediler İstanbul’un, Fatih’in bize verdiği anahtarı geri almak için. Ama bir kahramanımız vardı, bir liderimiz vardı, adı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tü. Ve aynen şunları söyledi, “Geldikleri gibi gidecekler” dedi ve geldikleri gibi gönderdi onları. Fatih Sultan Mehmet’in anahtarını hiç kimseye teslim etmedi. O nedenle biz Fatih’i de, Mustafa Kemal’i de çok iyi biliriz. Biz onlar gibi düşünmüyoruz, biz anahtarları birilerine teslim etmek için boğazın kapılarını açanlar gibi düşünmüyoruz. Biz yeri geldiği zaman demokrasi uğruna, yeri geldiği zaman insan hakları uğruna, yeri geldiği zaman bağımsız yargı uğruna mücadele etmesini biliriz ve bu yoldan hiç kimse bizi geri döndüremez. Çünkü biz bu kentin de, Türkiye’nin de anahtarını birilerine teslim etmeyeceğiz.

Evet İstanbul’dayız, dünyanın en güzel kentlerinden birisindeyiz, görkemli bir kentteyiz. Tarihiyle, doğasıyla olağanüstü bir kentteyiz. Dünyanın en büyük metropollerinden birisindeyiz. Ama bu kenti yıllardır yönetenler bir şeyi itiraf etmek zorunda kaldılar, “Biz İstanbul’a ihanet ettik” dediler. Şimdi o ihanet bıçağını İstanbul’un göğsünden çıkaracak olanlar bizleriz. O ihanet bıçağını çekip alacağız, İstanbul’u yeniden görkemli günlerine, doğasıyla, tarihiyle, her şeyiyle yeniden görkemli günlerine kavuşturmak bizim boynumuzun borcudur. Herkes özellikle İstanbullu kardeşlerim şunu çok iyi bilsinler, 2019 geliyor, referandumda hangi sonucu elde ettiysek İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinde daha büyük bir çoğunlukla aynı sonucu elde edeceğiz. İstanbul’u İstanbul’a ihanet edenlere bırakmayacağız.

Ve bizler, bu mücadeleyi yaparken kırmadan, dökmeden, bilgiye dayalı söylemlerle yola çıkacağız. Bütün partili arkadaşlarım çok iyi bilsinler, bilgiye dayalı söylemlerle yola çıkacağız. İstanbul’u eğer burada alacaksak, İstanbul’da yaşayan her partili önce İstanbul’un tarihini bilecek, Fatih’i bilecek ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü bilecek, her şeyi bilecek. Çıkacak ve anlatacak, tek tek anlatacak. Ayrıca İstanbul’a yapılan ihanetleri bilecek, her köşesini, her sokağını bilecek, tek tek anlatacak. İstanbul’u nasıl yaşanabilir bir kent yapacağız bunun mücadelesini yapacak. Biz İstanbul’u niçin istiyoruz? Onların yaptıklarını yapmak için değil, İstanbul’u ranta teslim etmek için değil, İstanbul’un doğasını katletmek için değil, İstanbul’un tarihini yok etmek için değil, İstanbul’da Topkapı sarayında bir adalet kulesi var bütün İstanbul’u gören, İstanbul’a sözümüz söz adaleti getireceğiz, ağaçta da adaleti, yeşillikte de adaleti, yaşamda da adaleti, özgürlükte de adaleti İstanbul’a getireceğiz. İstanbul dünyanın en adaletli kenti olacak. Hedefimiz bu. İstanbul yaşanabilir bir kent olacak. İstanbullu hayatının büyük bir kısmını trafikte geçirmeyecek. 15 yıldır, 16 yıldır yönetiyorlar farklı bir İstanbul. Göreceksiniz 5 yılın sonunda çok daha farklı bir İstanbul olacak ve bu İstanbul dünyanın en büyük metropolleriyle mücadele eden, rekabet eden bir İstanbul olacak. Tarih evet bizde var, doğa bizde var, güzellik bizde var. Her şey bizde var. Ama üzülerek ifade edeyim ihanet edenlervde bizde var. Şimdi biz ihanet edenleri temizleyeceğiz, İstanbul’u alkışlayanları öne çıkaracağız.

Bu nedenle her birimize, İstanbul’da görev yapan, görev üstlenen ister partili olsun, ister partisiz olsun gönlü İstanbul’dan yana olan herkesin İstanbul için çalışması lazım. İstanbul bizim İstanbul’umuz, İstanbul üzerine titrediğimiz en önemli kentlerden birisi. Dolayısıyla bizim mücadelemiz, İstanbul için mücadelemiz aynı zamanda bir Türkiye mücadelesidir. İstanbul’da yaşanan pek çok sorun diğer kentlerde de, bütün Türkiye’de de yaşandı ve biz bunun mücadelesini elbirliğiyle vereceğiz.

Sayın Oktay, açış konuşmasında Türkiye’nin içinde yaşadığı sorunlardan da söz etti. Evet Türkiye büyük sorunlarla karşı karşıya olan bir ülke. Bizim siyaset anlayışımız bu sorunları çözmektir, bizim siyaset anlayışımız kuru laflardan öte her soruna çözüm üretmektir, halka sadece sorunları anlatmak için değil, halka hem sorunları, hem çözümleri anlatmak için gideceğiz. O nedenle her partilinin altını çiziyorum bilgiye dayalı söylem, bilgiye dayalı muhalefetle halkın önüne gitmesi lazım, halka söylemesi lazım. Şu sorun var şöyle çözeceğiz, şu sorun var şöyle çözeceğiz. Size şunu söyleyebilirler, efendim para var mı? Onlara sadece şunu söyleyeceksiniz, Türkiye dünyanın en zengin ülkelerinden birisidir. Evet paramız var. Bütün mesele para yerli yerinde kullanılmıyor, para birileri tarafından götürülüyor. Biz götürene değil, harcayana, millet için harcayana öncelik vereceğiz. Dolayısıyla bizim kaynağımız da var, imkanımız da var, her şeyimiz var. Eksiğimiz dürüst ve namuslu siyasetçi. Biz dürüst ve namuslu siyaset anlayışını İstanbul’un yönetimine de, Türkiye’nin yönetimine de egemen kılacağız. Her arkadaşımın bunu böyle anlatması gerekir.

Evet iç politikada ciddi sorunlarımız var. Her arkadaşım şunu çok iyi bilsin, Türkiye’nin en temel sorunlarını çözümleriyle beraber üreten, halkın önüne koyan parti Cumhuriyet Halk Partisidir. Bunu gururla her yerde söyleyebilirsiniz. Örnek mi diyecekler size, örnek vereceksiniz. Çiftçinin sorununu en temel ve en yalın şekilde dile getiren parti biziz. Nasıl çözülmesi gerektiğini de söyleyen parti biziz. Emeklinin sorununu en somut ve yalın ifadelerle dile getiren biziz. Geçinemiyor emekli geçinemiyor. Sözde sosyal güvenlik sisteminde reform yaptılar 2008’de. Bugün bakın söylüyorum- bunu her partili arkadaşımın her çalışana sigortalı olarak her çalışana anlatması lazım- bugün asgari ücret üzerinden birisi emekli olursa ona bağlanacak emekli aylığı 718 lira 69 kuruş. Eğer sözde o reformu yapmasalardı, eski kanun yürürlükte olsaydı bugün asgari ücret üzerinden emekli olan bir kişi bin 822 lira aylık alacaktı. 718 – bin 822, her çalışana bunu anlatacaksınız. Peki sosyal güvenlik açığını kimin sırtından kapatmaya çalıştılar? Emeklinin sırtından. Bugüne kadar emekli aylıklarından sisteme aktardıkları para 120 milyar lira. Eski parayla 120 katrilyon lira. Emekliye verilmesi gereken bir para alındı başka yerlerde harcandı. Biz boşuna mı dedik emekliye Ramazan Bayramında ve Kurban Bayramında birer maaş ikramiye vereceğiz. Bilgiye dayalı olarak söyledik bunları bilgiye dayalı olarak. Her kuruşun hesabını yaptık para, sanki biz yönetiyormuşuz gibi Türkiye’yi her kuruşun hesabını yaptık. Oturduk sabahlara kadar çalıştık. Ne kadar aylık verebiliriz, verdiğimiz her aylığı, tuttuğumuz her sözü, verdiğimiz her sözü tutabilir miyiz diye. Her sözü tuttuk, her sözün arkasında durduk. Bize düne kadar şunu söylüyorlardı, “Şu Ce Ha Pe var ya Ce Ha Pe”, e ne olmuş Ce Ha Pe’ye? “Ce Ha Pe eleştirir, öneri getiremez.” Bugün sadece AK Partililer değil, sadece MHP’liler değil, sadece ÖDP’liler değil, sadece diğer partililer değil, bugün artık bütün dünyada çok iyi biliyor ki, CHP bir konuyu eleştiriyorsa çözümünü de yan tarafına koymuştur, o çözümü vardır Cumhuriyet Halk Partisinin.

Türkiye’nin temel sorunlarından birisi de işsizlik. Diyorlar ki, “Efendim Türkiye Hindistan’ı solladı, Çin’i solladı.” Neden? “Efendim yüzde 11.1 büyüme oldu.” İşsize bakıyorsun yerinde duruyor, emekliye bakıyorsun muhtaç paraya, asgari ücretliye bakıyorsun geçinemiyor, memura bakıyorsun geçinemiyor, çiftçiye bakıyorsun zarar ediyorum diyor, sanayiciye bakıyorsun rahat değilim diyor. Kim aldı yüzde 11.1’i, kim aldı? Kim aldı yüzde 11.1’i ben size söyleyeyim, yüzde 11.1’i rantiye kesimi aldı, rantçılar aldı, faizciler aldı. Bu hükümetin adı, her yerde söyleyin, bu hükümetin adı tefeci hükümettir, tefecilere hizmet ediyor bu hükümet. Ne demek tefeci hükümet, ne demek tefecilere çalışan hükümet? Son 15 yılda sadece yurtdışında bir grup faiz lobisine ödedikleri para 179 milyar dolar, bir avuç tefeciye ödenen para. Kim ödüyor? İşte işçiye vermiyorlar ya, emekliye vermiyorlar ya, esnafa vermiyorlar ya işte o paralardan. O paralardan alıyorlar bir grup yurtdışındaki tefeciye ödüyorlar 179 milyar dolar. Peki içeriye de bir gruba ödediler. Ne kadar? Son 15 yılda 620 milyar lira. Eski parayla 620 katrilyon lira. Şimdi 620 katrilyon lirayı kim aldı? Emekli almadı, memur almadı, esnaf almadı, tüccar almadı, çiftçi almadı. Kim aldı? İşsizler zaten hiç almadı. Taşeron işçisi o da almadı. Kim aldı bunu? Bir avuç insan aldı, bir avuç insan. Üstelik bu parayı öderken musluğu açtığında ev kadını 5 çeşit vergi ödedi. Çocuğu sabah okula göndermek için elektrik düğmesine bastında 4 çeşit vergi ödedi. Asgari ücretli vergi ödedi. Hiç kazanmadığı halde, zararına mal sattığı halde çiftçiden vergi aldılar, zarar eden çiftçiden vergi aldılar, sanayiciden vergi aldılar, tüccardan vergi aldılar. Bu Ankara’daki beyler ve onların yandaşları, dünürleri, enişteleri, oğulları gittiler Man Adasında şirket kurdular, şirket kurdurttular ve Türkiye’de vergi vermemek için her türlü dümeni çevirdiler. Bunu da her yere söyleyin. Ev kadınana söyleyin, bak musluğu açarken 5 çeşit vergi ödüyorsun. Beyefendi Man Adasından dolarlar gelir, Man Adasına dolarlar gider bu ülkeye vergi ödememek için. O nedenle bunlar milli değil, gayri milli bir iktidarla beraberiz. Gayri milli bir iktidar. Kendi ülkesine vergi vermemek için, kendi ülkesine vergi ödememek için yurtdışında vergi cennetlerinde şirket kuranlar milli de olamazlar, yerli de olamazlar. Onların tek bir adı var onlar gayri millidir.

Dedik ki, “Asgari ücret net 2 bin lira olmalı.” Efendim asgari ücret şimdi bin 603 lira. 3 çocuklu, eşi çalışmayan bir aileyi düşünün, eline geçen asgari ücret bin 709 lira. Bin 709 lira, 3 çocuk, eşi çalışmıyor sadece kendisi çalışıyor, milyonlarca aile var böyle. Bin 709 lirayla bu aile nasıl geçinir? Dolmuşa biner para öder, ekmek alır para öder, ev kirası öder, elektrik parası öder, su parası öder, çocuğu okula gönderir masrafını öder. Bu aile 1709 lirayla geçinecek, bu ülkeyi yöneten Ankara’daki beyler diyecekler ki, milletvekili aylığı bize yetmiyor ticaret yapmasam geçinemem diyecek. Peki bu adam nasıl geçinecek? Haram olsun diyor. Evet bin 709 liraya karşı çıkanlar, bunu yeterli görenlere o para gerçekten de haram olsun. Üretenin hakkını korumak bizim boynumuzun borcudur. Bir daha söylüyorum, üretenin, çalışanın, alın terini dökenlerin hakkını korumak bizim boynumuzun borcudur. Nerede çalışırsa çalışsın. Sanayide mi çalışıyor, sanayici mi? Üretiyor. Çiftçi mi, emek mi harcıyor? Kim üretiyorsa başımızın üstünde yeri var. Ama elinde viski bardağı bir masa bir sandalye, cebinde dolarları götürecek hükümete borç para verecek, dünyanın en yüksek faizini alacak, 80 milyon faiz ödeyecek Ankara’daki beyler de onlara para aktaracaklar. Bu düzeni yıkacağız, bu düzeni değiştireceğiz. Rantiyeyi yıkacağız, rant düzenini yıkacağız.

Eğitim, öğretim tamamen iflas etmiş durumda tamamen. Hiçbir anne ve hiçbir baba, bakın hangi partili olursa olsun hiçbir anne ve hiçbir baba eğitim sisteminden memnun değil. Kendi çocuklarını kobay olarak kullanan ülke, Türkiye Cumhuriyeti devleti ve hükümeti kendi çocuklarını kobay olarak kullanıyor. Sabah kalkıyorsunuz sınav sistemi değişmiş, sabah kalkıyorsunuz eğitim sistemi değişmiş, sabah kalkıyorsunuz okullar değilmiş, sabah kalkıyorsunuz tabelalar değişmiş. Böyle bir eğitim sistemi mi olur? Bir ülkeyi yıkmak istiyorsanız, bir ülkeyi geri bıraktırmak istiyorsanız o ülkeyi işgal etmenize gerek yok, o ülkeye ambargo uygulamanıza gerek yok. Yapacağınız bir şey var o ülkenin eğitim sistemini bozacaksınız. Bu hükümetin yaptığı da budur. Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin, devletinin eğitim sistemini bozmak ve Türkiye’yi geri bıraktırmak. Başka bir amaçları yok. O nedenle biz bu düzeni değiştireceğiz derken eğitim düzenini de değiştireceğiz. Analitik, düşünme özgürlüğü, düşüncesini ifade özgürlüğü, hayatı sorgulama, geleceği sorgulama, toplumu sorgulama, insanları sorgulama özgürlüğü getireceğiz. Herkes severek ve isteyerek çocuğunu arzu ettiği okula gönderecek. Bir daha söylüyorum, severek ve isteyerek arzu ettiği okula gönderecek. Çocukları zorla A okulu, B okuluna değil, çocukları anne ve babanın arzu ettiği okula göndereceğiz. Hiçbir zaman taşımalı eğitim yaptırmayacağız. Nerede bir çocuk varsa yanında öğretmeni olacak.

Tabi ben bunları söylüyorum, siz de anlatacaksınız. Gittiğiniz her yerde anlatacaksınız. Kahvede, lokantada, sokakta, caddede, fabrikada her yerde anlatacaksınız. İşçiyi mi gördünüz söyleyeceksiniz, kardeşim sen dünyanın en ağır vergisini ödüyorsun, çiftçiyle mi karşılaştınız dünyanın en pahalı mazotunu kullanıyorsun, kamyon şoförüyle mi konuştunuz, kamyon şoförleri diyor ki, bizim derdimizi kimse dile getirmiyor. Söyledim, senin derdini, senin sorununu bütçe görüşmelerinde ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez Cumhuriyet Halk Partisi yani biz dile getirdik. Dünyanın pahalı mazotunu kullanıyorsun.

Ve biz demokrasiden de rahatsızız, bugünkü var olan adına sözde demokrasi dedikleri sistemden rahatsızız. Biz birinci sınıf demokrasinin olması gereken bir ülkeyiz. Bizim insanımız üçüncü sınıf demokrasiye layık değil, birinci sınıf demokrasi, özgürlükçü demokrasi, sorgulayan demokrasi, herkesin düşüncesini özgürce ifade ettiği bir demokrasi. Güçlü bir parlamenter sistem ve güçlü bir sosyal devlet istiyoruz. En büyük arzumuz budur. Dolayısıyla baskıcı yönetime, kuvvetler ayrılığı ilkesini ortadan kaldıran bir düzene hayır diyoruz. Bir daha söylüyorum, kuvvetler aylığı ilkesini ayağa kaldıran biz olacağız, kapatanlara da karşı olacağız ve bunun mücadelesini vereceğiz. Hep birlikte bu mücadeleyi vereceğiz.

Yargı; iflas eden bir yargı sistemiyle karşı karşıyayız. Dünyanın bütün demokrasilerinde kimin suçlu olup olmadığına hakim karar verir. Ama demokrasisi olmayan siyasi otorite bütün gücü elinde topluyorsa bu tür ülkelerde suçluyu hakim değil, suçluyu siyasi otorite belirler. Bugün geldiğimiz noktada suçluyu belirleyen organ sarayda oturan zevattır. Dolayısıyla o zat suçluyu belirliyor arkasından savcılar, arkasından hakimler devreye giriyorlar. Biz bunu hak etmiyoruz. 1940’ların Almanya’sı 2010’ların Türkiye’sinde aynı şeyleri yaşıyoruz. 1940’ların Hitler Almanya’sında hangi koşullar varsa bugün Türkiye’de aynı koşullarla karşı karşıya. Biz bu düzeni değiştireceğiz, bu düzeni yıkacağız derken Hitler Almanya’sı düzenini nasıl yıktılarsa Almanlar, biz de aynı şekilde yıkacağız, direnme hakkımızı kullanarak.

Biz boşuna kilometrelerce yürümedik. “Efendim ülkede adalet var niye yürüyorsunuz?” Adalet olsa o kadar yol yürünür mü? Bu ülke için yürüdük, çocuklarımız için yürüdük, herkes için yürüdük. Adalet isteyen herkes için yürüdük, herkes için yürüyeceğiz, herkes için mücadele edeceğiz. Adalet kutsal bir kavramdır, sıradan bir kavram değildir. Soylu bir kavramdır adalet. Adalet üzerinde hepimizin titremesi gerekir. Adaletin olmadığı bir yerde devlet olmaz, adaletin olmadığı bir yerde insan hakları olmaz, adaletin olmadığı bir yerde düşünce özgürlüğü olmaz, adaletin olmadığı bir yerde kaos olur, kargaşa olur, savaş olur, kavga olur. Adalet bütün bunların hepsine engeldir.

Ama bakın, Hitlerin Almanya’sından örnek verdim sizlere. Hitlerin Adalet Müşaviri vardı Hans Frank. Hans Frank şunu söylüyor dönemin hakimlerine, yani 1940’ların Almanya’sında görev yapan hakimlere şunu söylüyor, “Vereceğiniz her kararda önce kendinize şunu sorunuz, benim yerimde Führer olsa nasıl karar verirdi?” Ne demek bu? Yani Führer’in beklentilerine uygun karar verin. Bugün bazı hakimler Anayasa Mahkemesi kararını tanımayan hakimler Führer benzeri bir düzenin içinde yer almış durumdadırlar. Biliyorum bunu söyledim diye şimdi hemen fezlekeler düzenlenecek, hemen savcılar harekete geçecek, hemen hakimler harekete geçecek. Geçmezseniz namertsiniz siz geçmezseniz!

Sanıyorlar ki, üzerimize gelecekler biz geri adım atacağız. Üzerimize gelecekler ya pardon affedersin ya galiba bir şey oldu diyeceğiz. Demeyeceğiz. Hak, hukuk ve adalet için sonuna kadar mücadele edeceğiz. Bizim çocuklarımız var, biz Türkiye’de yaşamak istiyoruz, beraber yaşamak istiyoruz. Bizim gibi düşünmeyen insanlarla beraber yaşamak istiyoruz, aynı sofrada oturmak istiyoruz, beraber konuşmak istiyoruz, beraber özgürce tartışmak istiyoruz. Kavga istemiyoruz ülkemizde, gerilim istemiyoruz ülkemizde. Aç ve açıkta kimse kalmasın istiyoruz ülkemizde.

Dün TBMM’de bir kişi, bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı üzerine gazyağı döktü ve kendisini ateşe verdi. Niçin? Geçinemiyorum diye. Bakın, 21.yüzyılın Türkiye’sinden söz ediyorum size. Büyümenin yüzde 11.1 olduğu söylenen Türkiye’den söz ediyorum size. 179 milyar dolar faizin dışarıya ödendiği bir Türkiye’den söz ediyorum size. 620 milyar liralık faizin bir avuç rantiyeye ödendiği bir Türkiye’den söz ediyorum size. Bir gencecik vatandaşımız, bir işçimiz üzerine akaryakıtı döküyor, kibriti vuruyor ben geçinemiyorum diye. Gazetelere baktım birinci sayfasında yer alır mı diye. Birinci sayfada bile yer almadı. Neden? Korkudan. Neden? Baskıdan. Neden? Bunu yaparsak acaba saraydaki zat üzülür mü? O işçi kardeşime söyleyeyim, ya kardeşim meclise niye geldin, zaten meclisin fonksiyonu büyük ölçüde bitti. Git sarayın önünde yaksana kendini, git oraya yak belki alevini görür o. Alevini görür şöyle yorum yapar, beni çok seviyor kendisini ateşe verdi. Öyle diyecek, meşale diyecek, beni çok seviyor kendisini ateşe verdi. Geçinemiyor bu insanlar. Bu Ankara’daki beyler 10 bin lirayla, 20 bin lirayla geçinemiyorlar, altlarında arabalar para vermiyorlar, yemek yiyorlar para vermiyorlar, uçağa biniyorlar para vermiyorlar. Bunlar Türkiye’den ayrılmış ve Türkiye’den kopmuş insanlar. Bizim bildiğimiz Erdoğan 2002’nin Erdoğan’ı değil. 2002’nin Erdoğan’ı geldi Keçiören’de bir dairede kaldı. 2017’nin Erdoğan’ı sarayda kalıyor. Haram bir yerde kalıyor, haram bir yerde. Fakir fukaranın parasıyla, alın teriyle haram bir yerde kalıyor. Üstelik kaçak bir yerde kalıyor. Ben bunu söylediğimde biliyorum şimdi koro halinde, Bremen Mızıkacıları koro halinde saldıracaklar. Saldırmazsanız namertsiniz. Sonuna kadar direneceğiz, sonuna kadar mücadele edeceğiz. Gittiğimiz yol doğru yoldur, gittiğimiz yol hak yoludur, adalet yoludur, hukuk yoludur gittiğimiz yol. Gittiğimiz yol milletin yoludur. Gittiğimiz yol adalet yoludur. Kararlılıkla gideceğiz, mücadele ederek gideceğiz. Biz mücadelemizde haklıyız. Haklı olmasak bu kadar direnmeyiz. Haklıyız biz. Sonuna kadar direneceğiz. Saydam bir Türkiye’den yanayız.

Neden saydam Türkiye dedim? Çıktı konuştular, dediler ki efendim Suriyeliler için 30 milyar dolar para harcadık. Bir daha söyleyeyim, 30 milyar dolar para harcadık Suriyeliler için. Hadi Türkiye’de söyledi birkaç sefer dedik atmıştır bir şey olmaz. Ama çıktı Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda Suriyeliler için 30 milyar dolar para harcandığını söyledi. Ben de çıktım arkadaş 30 milyar doları kime harcadın? 30 milyar dolar Suriyeliler için harcansa hepsinin evi barkı olurdu, hepsi keyif içinde yaşardı. Ama bakıyorum sokaklarda Suriyeli çocuklar dilenci. Asgari ücretin çok altında çalışıyorlar bunlar. Ne oldu bu 30 milyar dolar, nereye gitti bu para? Hala cevabını alamadım. Bir daha soracağız, gittiğiniz her yerde söyleyin her yerde 30 milyar dolar Suriyeliler için harcanmış diyorlar. Nereye harcandı bu para, hangi Suriyeliler için harcandı? Biz bilmiyoruz, bizi bir götürün, bir gezdirin. Bakın deyin ki, Suriyeliler için 30 milyar dolar harcadık, bakın bunlar keyif içinde yaşıyorlar, hepsi huzur içinde yaşıyor. Hiç kimsenin çocuğu dilenmiyor. O sokaklarda dilenen çocuklar bizim çocuklarımız, Suriyelilerin çocukları değil desinler. Diyemiyorlar. O nedenle saydam bir devlet istiyoruz. Her kuruşun hesabını veren bir hükümet istiyoruz. Bizim siyaset anlayışımız her kuruşun hesabını millete vermektir. Her kuruşun hesabını verdiğiniz zaman akşam evinizde rahat yatarsınız, başınızı yastığa rahat koyarsınız. Onlar ne yapıyor? Bırakın rahat uyumayı aynı odada bile uyuyamıyorlar. Her gece birden fazla oda değiştiriyorlar. Ya birisi gelir beni öldürürse, ya birisi gelir suikast düzenlerse. Ya bu anlayışla devlet mi yönetilir, bu anlayışla hükümet mi yönetilir? Korkunun egemen olduğu bir siyaset anlayışında demokrasi olmaz, özgürlük olmaz, insan hakları olmaz. Bunun mücadelesini vereceğiz.

Ve bir şey daha, Ege adaları. Ege adaları dolayısıyla dünya kadar soru sordum her seferinde sordum. Ya bu adalar bizim mi Yunanistan’ın mı arkadaş? Benim ağzımdan çıkan her lafa laf yetiştirir, bu soruya gelince dut yemiş bülbül gibi mübarek, tık yok. Ya arkadaş bu adalar kimin? Üstelik 4 mil uzakta Keçi Adası var, 4 mil uzakta Bodrum’da. Bize mi ait? Çipras gitti ziyaret etti Yunan askeri karşıladı, Yunan bayrağı var. Dışişleri Bakanı açıklama yapıyor bizim zamanımızda hiçbir yer teslim edilmedi. Ben senin zamanında nerenin nerelere teslim edildiğini çok iyi biliyorum. Senin zamanında Süleyman Şah Türbesini sen kaçırmadın mı? Üstelik kendi topraklarından kaçırmadın mı Süleyman Şah Türbesini? Bir de diyor biz Osmanlıcıyız. Ya Süleyman Şah Türbesini kaçıran adamdan Osmanlıcı mı olur? Süleyman Şah Türbesini kaçıran adamdan tarihe saygı mı olur?

Tarihimize saygılıyız. Görkemli bir tarihimiz var saygılıyız. Ta Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Balkanlara uzanan tarihimize saygımız var. Ama bu saygı birilerinin diline pelesenk olmamalı. Bu saygı tarihe ihanet noktasına bizi taşımamalı. Bunlar kendi tarihlerine ihanet ettiler Süleyman Şah Türbesini kaçırarak. Ben size söz veriyorum, 2019’da sözüm söz Süleyman Şah Türbesini aynı yere götüreceğiz ve Türk bayrağını oraya dikeceğiz.

Hakimler korkunun tutsağı olma yolunda hızla ilerliyorlar. Bütün hakim arkadaşlarıma sesleniyorum, hakimin onurunu koruyacak olanlar sizsiniz. Hukuk devletini savunacak olanlar sizsiniz. Bu işin eğitimini görenler sizsiniz. Bu alanda görev yapanlar sizlersiniz. Siyasi otoritenin baskısı altında kalırsanız Türkiye’yi Hitler dönemine taşırsınız. Direnmek, hukuktan ayrılmamak, adaletten ayrılmamak sizin göreviniz olmalıdır. Efendim Sayın Yıldırım diyor ki son Anayasa Mahkemesi kararıyla ilgili olarak, “Efendim ilk mahkemenin kararı geçerlidir, dosya oradadır onlar bütün ayrıntıları biliyorlar.” E ilk hüküm geçerliyse Yargıtay’ı da kapat o zaman kardeşim, Danıştay’ı da kapat, Anayasa Mahkemesini de kapat, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden de çık hakimleri saraya taşı talimat versinler karar versinler. O zaman niye bu kadar mahkeme kuruyorsunuz siz? Adalet anlayışından bu kadar yoksun bir hükümetle karşı karşıyayız adalet anlayışından. Adaleti sağlamak sizin görevinizdir hakim kardeşlerim, savcı kardeşlerim. Sarayın tutsağı olacaksanız çıkın deyin biz saraydan yana karar vereceğiz. O zaman biz de bilelim siz nasıl bir yargılama yapacaksınız? Hem hakimlik gömleğini giyeceksiniz, hem de saraya meftun olacaksınız. İkisi bir arada olmaz, ikisi bir arada yürümez.

O nedenle Hakimler Savcılar Kurulu gece yarısı hakim değiştirirsen sana kaygıyla bakarım, sana şüpheyle bakarım. Gece yarısı kimin talimatıyla hakim değiştiriyorsun sen kimin talimatıyla? Efendim saraydan talimat geldi. Saraydan talimat geldiyse sen orada niye oturuyorsun, niye o koltukta oturuyorsun? Sana milletvekilliği sözü mü verildi, sana başka sözler mi verildi? Sana verilen sözler üzerine sen karar veriyorsan sen Türkiye Cumhuriyeti devletinin hakimi değil, sen sarayın kulusun ve kölesisin. Bir daha söylüyorum, eğer sen saraydan gelen talimatla karar veriyorsan hakim değilsin, sarayın kulu ve kölesisin.

Biz sarayın kulu ve kölesi olanlara değil, biz bağımsız yargıdan yanayız, tarafsız yargıdan yanayız. Biz bunları istiyoruz. Elde delil yok hapse atacağız. Niye hapse atıyorsun insanları? Gazeteciler hapiste, milletvekilleri hapiste. Efendim binlerce öğretim üyesini kanun hükmünde kararnamelerle attılar, üniversitelerden attılar. Oysa sevgili peygamberimizin ne güzel bir sözü var “Alimin ölümü alemin ölümüdür” der. Bana bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum der Hazreti Ali. İlim Çin’de bile olsa gidin öğrenin diyor sevgili peygamberimiz. Bunlar ne yaptılar? Bütün öğretim üyelerini aldılar kapının önüne koydular. Sizi bir kanun hükmünde kararnameyle atıyoruz. Devletten atıyoruz, üniversitelerden atıyoruz. Sonra ne yaptılar? Pasaportlarına el koydular. Sonra ne yaptılar? Eşlerinin ve çocuklarının pasaportlarına da el koydular. Oysa sevgili peygamberimizin Veda Hutbesinde bütün bu ayrıntılar anlatılır. Babanın suçunu çocuğa yüklemeyeceksiniz der. Tarihteki en önemli insan hakları bildirgesi olarak kabul edilir sevgili peygamberimizin Veda Hutbesi. Bunların bu dünyadan haberleri bile yok. Kendi iktidarları için, kendi gelecekleri için istismar etmeyecekleri hiçbir değer yok. Efendim neymiş değerler eğitimi veriliyor. Hangi değerler eğitimi? Para nasıl çalınır, yolsuzluk nasıl yapılır, insan hakları nasıl ihlal edilir, kişiler hapse nasıl atılır bunların değer eğitimi veriliyor.

Efendim dış politikada da iflas etmiş durumdayız. Soruyorlar CHP gelirse dış politikada ne yapar? 180 derece değişiklik yapar. Yurtta barış, dünyada barış. Suriye’yle, Irak’la, İran’la, Rusya’yla, AB’yle, Amerika’yla, Japonya’yla herkesle barış içinde yaşayacağız herkesle. Niye kavga edelim, hangi gerekçeyle kavga ediyoruz? Kavganın bize yararı varsa edelim ama yok. Kavgadan hepimiz zarar görüyoruz hepimiz. Barıştan yana ki bunu söyleyen kişi savaş meydanlarından gelen kişidir. Hayatı savaş meydanlarında geçen kişidir. Gazi Mustafa Kemal boşuna mı dedi yurtta barış, dünyada barış. Savaşın bütün acımasızlığını gördü. Bütün dehşetini gördü savaşın. O nedenle barıştan yanayız. Ama müttefik ilişkilerinde de son derece dikkatli olmamız gerekir. Efendim ABD ile müttefikiz. Güzel, müttefiksek değerli arkadaşlarım Türkiye’yi güvenlik açısından üçüncü kategoride riskli ülke olarak tanımlayamaz Amerika, tanımlamamalıdır da Türkiye’yi. Ne demek üçüncü derecede riskli ülke? Müttefiksek bize karşı olmamalı ve müttefiksek Ortadoğu’da terör örgütlerine silah vermemeli. Eğer terör örgütlerine silah veriyorsanız günü gelir, zamanı gelir bu silahlar Ortadoğu’daki ülkelere döner. Bize döner, başka ülkelere döner. Ortadoğu’daki akan kandan artık bıkmadınız mı? Ortadoğu’da dökülen gözyaşından artık bıkmadınız mı? Ortadoğu’ya barışı getirecek olan parti, huzuru getirecek olan parti herkesin önünde bir daha söylüyorum biziz Cumhuriyet Halk Partisidir.

Ve geliyorum bizim bir konumuza. Bazen Cumhuriyet Halk Partisinin tabanında biz değil ben mücadelesinin yapıldığını görüyorum. Bu bizim tarihimize ve geleneklerimize aykırıdır. Bunu CHP’nin içinde belli çevrelere aşılayan 12 Eylül darbe hukukudur, 12 Eylül darbecileridir. Buradan söylüyorum, bütün CHP’lilere söylüyorum sadece İstanbul değil Türkiye’de partiye kayıtlı olan herkese söylüyorum, eğer bir kişi ben ne olacağım diye düşünüyorsa hemen derhal Cumhuriyet Halk Partisinden ayrılsın hemen derhal! Bunu şunun için söylüyorum, Cumhuriyet Halk Partili olmak demek bir dava adamı olmak demektir. Sıradan bir parti kimliği değildir bu. Neden sıradan bir parti kimliği değildir? Çünkü Cumhuriyet Halk Partisi avukatların bürolarında kurulmadı, bir dilekçeyle kurulmadı. Cumhuriyet Halk Partisinin tarihi savaş meydanlarında yazılmıştır. Demokrasiyi savunmak, kadın – erkek eşitliğini savunmak, çağdaş bir eğitim vermek, üniversitelerin bilgi üretmesini sağlamak, bilim insanlarını ve öğretmenleri baş tacı yapmak bizim temel görevimizdir. Ben yapacağım o yapamaz, ben bilirim o bilmez. Ben bilirim, ben yaparım diyorsan kardeşim buradan ayrılıp gideceksin bizde huzur içinde bir dava adamı olarak mücadele edeceğiz.

Vatandaşlarıma şunu söylüyorum, demokrasi mücadelesi vereceğiz, demokrasi kavgasını vereceğiz. Bir bedel ödenecekse sen değil kardeşim o bedeli önce biz ödeyeceğiz diyorum. Niçin? Çünkü biz bir davanın insanıyız. Biz bu ülkede çağdaş uygarlık olsun diye, bizim çocuklarımız güzel okullarda okusun diye, bizim hastalarımız güzel hastanelerde tedavi olsun diye, siyaset kurumu her kuruşun hesabını versin diye mücadele ediyoruz. Kul hakkı yiyen bir düzenden bu memlekete hayır gelir mi? Kul hakkı yiyen insanlardan bu memlekete hayır gelir mi? İşçinin hakkını verir mi, taşeron işçisinin hakkını verir mi? Veremez, vermez cebini düşünür. Biz cebimizi değil, biz vatandaşın cebini düşünürüz. Vatandaş huzur içindeyse bizde huzur içindeyiz. Vatandaş rahatsa bizde rahatız. Bütün mücadele Türkiye’nin geleceği için, Türkiye’nin çağdaş uygarlığı aşması için. Bütün mücadelemiz budur. Ve biz bu mücadelemizi yaparken bizim gibi düşünmeyen insanların önünü kapatmak istemiyoruz. Onlar da farklı düşünebilmeli düşünüyorlarsa. Onların düşüncelerine de saygı gösterilmeli.

Ve biz dava adamı olarak üç şeye dikkat edeceğiz. Bir; hiç kimsenin kimliğini siyasete alet etmeyeceğiz. Hiç kimsenin inancını siyasete alet etmeyeceğiz. Hiç kimsenin yaşam tarzını siyasete alet etmeyeceğiz. Kim bu üç konuda siyaseti getirir bu üç konunun üzerine inşa ederse onun adı açık ve net söylüyorum vatan hainidir. Bu kadar açık ve net söylüyorum vatan hainidir. Bölücülüktür o. Türkiye’nin hangi coğrafyasında yaşarsa yaşasın doğuda, batıda, güneyde, kuzeyde hangi kimlikten olursa olsun, hangi inançtan olursa olsun, hangi yaşam tarzını benimserse benimsesin ben onun sorunlarını gidermek zorundayım, biz onun sorunlarını gidermek zorundayız. Siyaset kurumu onun sorunlarını gidermek zorundadır. Biz sorunlarla ilgileneceğiz. Vatandaşı ayırarak, bölerek, kamplaştırarak, kutuplaştırarak, bir gerilim ortamı yaratarak bir siyaset yapılamaz. Yapıyorlar bu siyaseti. Toplumu bu siyasetten çekip çıkarmak zorundayız.

O nedenle 2019’da önümüzde iki seçenek var. 2019’a hep birlikte hazırlanacağız. Ve 2019’daki seçimler sıradan seçim değil, Türkiye’nin geleceği açısından önemli. Nedir orada? Bir; diktatörlük rejiminden, otoriter rejimden yana olanlar. İki; demokrasiden yana olanlar. Demokrasiden yana olan bütün güçlerin, kendisini nasıl tanımlıyorsa tanımlasın, hangi siyasi görüşten olursa olsun demokrasiden yana olan bütün güçlerin ortak ses çıkarması lazım. Ondan sonra oturur konuşuruz. Demokrasiyi bir sağlayalım, özgürlüğü bir sağlayalım, herkesin karnı bir doysun, her kuruşun hesabını siyaset kurumu bir versin, oturalım ondan sonra konuşuruz. Ama demokrasiyi savunmak bu ülkede yaşayan herkesin namus borcudur. Bir daha söylüyorum, demokrasiyi savunmak bu ülkede yaşayan herkesin namus borcudur. Çocuklarına namus borcudur. Otoriter rejimi savunmak Türkiye’yi karanlığa götürür. O zaman biz bu Milli Kurtuluş Mücadelesini niye verdik? Demokrasi için ne kadar bu kadar ağır bedeller ödedik? Türkiye’yi geriye götürmeye çalışıyorlar. Biz ileriye taşıma mücadelesini yapacağız hep birlikte. Hangi kimlikten, hangi inançtan, hangi yaşam tarzından olursa olsun el ele vereceğiz, kucak kucağa vereceğiz tıpkı Milli Kurtuluş Savaşında yaptığımız gibi. Kadınlar da çalıştı, erkekler de çalıştı. Hep beraber mücadelemizi yaptık. Bizim mücadelemiz hak mücadelesidir. Bizim mücadelemiz onurlu bir mücadeledir. Bizim mücadelemiz sadece insan mücadelesi değil, bizim mücadelemiz bütün canlıların mücadelesidir. İstanbul’da yeşil alanları çoğaltma mücadelesidir aynı zamanda bizim mücadelemiz. Bizim mücadelemiz doğayı da koruma mücadelesidir. İnsan güzel bir doğada yaşamak ister, beton yığını içinde değil.

Bu mücadeleye var olan bütün arkadaşlarım hep birlikte yola çıkacağız ve hep birlikte çalışacağız, hep birlikte mücadele edeceğiz.

Hepinize en içten selamlar, saygılar sunuyorum, sağ olun, var olun diyorum.