12.12.2018

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, “İNSAN HAKLARINDA EŞİTLİK VE ADALET ÇALIŞTAYI”NDA KONUŞTU (12 ARALIK 2018)

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, “İNSAN HAKLARINDA EŞİTLİK VE ADALET ÇALIŞTAYI”NDA KONUŞTU
(12 ARALIK 2018)
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu; İnsan Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı ile İşçi Sendikaları, Meslek Kuruluşları ve Sivil Toplum Kuruluşlarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı tarafından düzenlenen "İnsan Haklarında Eşitlik ve Adalet Çalıştayı"na katıldı.
Genel Başkan Kılıçdaroğlu'nun çalıştayda yaptığı konuşma şöyle:


Teşekkür ederim arkadaşlar. Çok önemli bir toplantıyı gerçekleştiriyoruz. İnsan olmanın, insanca yaşamanın kendine göre özel koşullarının olması lazım. İnsanlar arasında doğal olarak ayrımlar olur, kadın olur, erkek olur, yeşil gözlü olur, mavi gözlü olur, kahverengi gözlü olur, çocuk olur, genç olur, yaşlı olur bunlar gayet doğaldır. Doğuştan gelen farklılıklardır bunlar, ama insan olarak hepimizin eşit haklara sahip olması gerekir, eğer eşit haklara sahipsek o zaman biz adaleti büyük ölçüde gerçekleştirmiş oluyoruz. Haklara sahip olmak ayrı, hakkı teslim etmek ayrı. O nedenle yasalarda eşit haklardan söz edilir, ama o eşit hakların bize verilip verilmediğinin sorgulanması gerekiyor.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin önsözünden iki paragraf okuyarak sözlerime başlamak isterim. Şöyle der, “İnsan haklarının tanınmaması ve hor görülmesinin insanlık vicdanını isyana sevk eden vahşiliklere sebep olmuş bulunmasını, dehşetten ve yoksulluktan kurtulmuş insanların içinde söz ve inanma hürriyetlerine sahip olacakları bir dünyanın kurulması en yüksek amaçları olarak ilan edilmiş bulunmasına…” ve devam ediyor “İnsanın zulüm ve baskıya karşı son çare olarak ayaklanmaya mecbur kalmaması için insan haklarının bir hukuk rejimi ile korunmasının esaslı bir zaruriyet olmasına…” diye başlıyor ve devam ediyor. Yani eğer insanlar isyan etmeyecekse, bunlara belli haklar veriyorsak onun bir hukuk rejimi ile korunmasının zorunlu olduğunu belirtiyor İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi daha girişinde ve insan haklarıyla ilgili pek çok düzenlemeler yapılıyor.
Bizim anayasada da insan haklarıyla ilgili güzel düzenlemeler var. Belki öğleden sonra, belki sabah oturumunda demokrasiden söz edilecek, özgürlüklerden söz edilecek, hapishanelerden söz edilecek, hak arayanlardan söz edilecek. Ben size bugün ekonomi ağırlıklı insan haklarından söz edeceğim. İnsanız beslenmeye ihtiyacımız var, yetişmeye ihtiyacımız var, büyümeye ihtiyacımız var, gezmeye ihtiyacımız var, onurla sokaklarda, caddelerde gezmeye ihtiyacımız var. Herkesin karnının doyduğu bir Türkiye’ye ihtiyacı var. Dolayısıyla biz bu haklara yeterince sahip miyiz? Kanun önünde eşitlik; anayasanın 10. Maddesi, “Herkes kanunun önünde eşittir” diyor. O kadar güzel bir tanım yapmış ki, “Herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir”, gayet güzel.
Dolayısıyla az önce söylediğim bu eşitlik zaten anayasalarda var. Dolayısıyla bu eşitliğin hayata geçirilmesine bakmamız gerekiyor. Gerçekten böyle bir eşitlik toplumda var mıdır, yok mudur? Doğal olarak insan doğduğu andan itibaren yaşam hakkına sahiptir. O da anayasanın 17. maddesinde yer alıyor. Herkes; yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Yaşama hakkı… Sokağa bırakılan çocukları düşünün ve o çocuklara yeteri kadar sahip miyiz? Açlıktan ölen çocukları düşünün. Bütün bunları düşündüğümüzde gerçekten de hak kişilere teslim ediliyor mu? Elbette ki belli bir yaşa gelince hepimiz çalışacağız hayata tutunmak için, alın terimizin karşılığını almak için ve bunu yaparken de zorla çalıştırma yasağı getiriliyor. Eğer ben çalışacaksam, üreteceksem, alın terimin karşılığını alacaksam bedelini de almalıyım, ücret olarak almalıyım. O zaman kişileri zorla ve ücretsiz çalıştırma yasağı getiriliyor nerede? Yine anayasanın 18. Maddesinde, “Angarya yasaktır” diyor.
Mülkiyet hakkı... Elbette ki hepimizin oturacağı bir evi olması lazım, toprağı olması lazım. Mülkiyet hakkının korunmasına da özel bir düzenleme getirilmiş ve ailenin ve çocukların korunmasıyla ilgilide madde 41, “Aile korunacak, çocuklar korunacak, onlara güvence sağlanacak” vs. vs. Ama 102 sayılı Uluslararası Çalışma Örgütünün bir sözleşmesi var, “Sosyal güvenliğin asgari normları” der. Çocuk doğduğunda insan ölünceye kadar sosyal devlet onu korumak zorundadır. Sosyal devlet ona asgari bir gelir güvencesi sağlamak zorundadır. Çalışırsınız, emekli olursunuz, emekli aylığı alırsınız, iş kazası geçirirsiniz iş kazası sigortası, işsiz kalırsınız işsizlik sigortası, hastalanırsınız hastalık sigortası. Peki, yaşınız biraz ilerledi ama emekli olmak için 65 yaşını bekleyeceksiniz. Peki, işsiz kalırsanız işsizlik ödeneğinden hadi bir yıl ücret aldınız, bir yıl işsizlik ödeneği para verdi. Emekli oluncaya kadar daha 10 yıl var nasıl geçineceğim, iş de bulamıyorum. Hangi sigorta dalı? Aile Yardımları Sigortası Türkiye’de uygulanmıyor. Bütün sendikalardan özellikle istirham ediyorum, kamu sendikası mı olur, işçi sendikası mı olur, sivil toplum kuruluşları mı olur, insan hakları derneğinin sayın yöneticileri mi olur, ne olursunuz ama sizden istirham ediyorum, Aile Yardımları Sigortasının çıkması için ortak mücadele edelim. Aile Yardımları Sigortası olmazsa sağ elin verdiğini sol el görmüş olur. Yani insanın yoksulluğunu teşhir eden bir siyasal anlayışa kapı aralamış oluruz. Niye bu kapıyı aralıyoruz? Kişinin onurunu, onun yoksulluğunu teşhir etmeden sosyal devlet yardım edemez mi? Edebilir. Yolu ne? Aile Yardımları Sigortası. Ne zaman çıkmış? 102 sayılı sözleşmeyi parlamento 1974 yılında kabul etmiş, ben 9 sigorta dalını hayata geçireceğim diye. En son İşsizlik Sigortası. Niye Aile Yardımları Sigortası yok, hangi gerekçeyle yok? Kişiyi açlığa ve yoksulluğa mahkum eden, özellikle ileri yaşlarda açlığa ve yoksulluğa mahkum eden, dilenciliğe mahkum eden bir süreç var. Sosyal devlete yakışmıyor. Sendikaların ısrarla bunu istemesi lazım, bizim istememiz yetmiyor. Bu bir sosyal talep, bu bir hak talebi olarak toplumun önüne konulmak zorundadır. Emeklilik yaşı oldu 65, gidiyorsunuz 50 yaşında işveren işinize son veriyor, 15 yıl var daha emekliliğinize. Gidiyorsunuz özel sektöre sen yaşlısın diyor, devlete diyorsunuz beni emekli et, devlette diyor ki sen daha gençsin emeklilik için 65’i bekleyeceksin. Nasıl geçinecek bu aile?
Dolayısıyla hak mücadelesinin parametrelerini, ölçülerini toplumun önüne iyi koymamız lazım. Bunu sivil toplum örgütleri, bunu siyasal partiler, sosyal devletten yana olan siyasal partiler, insandan yana olan siyasal partiler ortaya koymak zorundadır. Eğer bunu koyduğumuz zaman bir güç olarak toplumun önüne gelmiş olur. Bunun sağı, solu yoktur. İşsiz olan sağcı, işsiz olan solcu değil, işsiz olan insandır insan! O insana insanca yaşayabileceği bir yaşam standardını bizim sağlamamız gerekiyor. O zaman biz devlet olarak da, sivil toplum örgütleri olarak da, siyasal partiler olarak da görevlerimizi yerine getirmiş oluruz.
Değerli arkadaşlarım, eğitim hakkı… Elbette hepimizin eğitim hakkı olması lazım. O da anayasada yer alıyor 42. maddesinde.
Kıyılardan yararlanma hakkı… Bir kentte yaşıyorsanız, bir ülkede yaşıyorsanız eğer kıyılar varsa o kıyılar herkesin hakkıdır. Buyurun gidin bakın böyle bir hak kaç kişiye tanınıyor. Sadece İstanbul’da Bakırköy’e giderken bakın, Aksaray’dan Bakırköy’e giderken bakın deniz yüksek binalarla kapatılmış vaziyette. Hani benim kıyılardan yararlanma hakkım vardı? Hak elimden alınıyor, bütün Türkiye de seyrediyor. Buna isyan edilmesi lazım. Anayasaya göre bu kıyılar benim hakkım, ben bu kıyılardan yararlanabilirim. Sağcısı, solcusu, ortacısı, kadını, erkeği, yaşlısı, genci, çocuğu demeden herkesin yararlanma hakkı var. Ama bu hakkı elinden alıyorsunuz onun.
Değerli arkadaşlarım, sadece bununla da değil, anayasamız toplumun belli kesimlerini, özellikle düşük gelir elde eden belli kesimleri özel olarak korumuş ve özel olarak düzenlemeler yapmıştır. Yazıyor, tarım, hayvancılık ve bu üretim dallarında yani bu iki üretim dalında çalışanların korunması. Bunların hakları var. Anayasa öngörmüş, parlamento da görevini yapmış diyor ki, “Tarım, hayvancılık bölümünde çalışıyorsan, o üretim dallarında çalışıyorsan sana her yıl milli gelirin en az yüzde 1 oranında teşvik vereceğim.” Vereceğim diyor, emredici hüküm, hukukçular daha iyi bilirler. 2006 – 2019, verilmeyen hak ne kadar? 154 milyar 850 milyon lira. Çiftçiye yasaya göre verilmesi gereken bir hak 2006 – 2019 döneminde tamamı verilmiyor. Bir lütuf olarak veriliyor. Sana 5 lira verdim, sana 10 lira verdim, sana 50 lira verdim sus, sesini kes diye. Sen benim yasal ve anayasal haklarımı vereceksin. Ziraat Odalarının dava açması lazım, çiftçinin dava açması lazım benim hakkımı niye vermiyorsun diye. Kimse korkudan dava açamıyor değerli arkadaşlar.
Devletleştirme ve özelleştirme... Kamu şirketlerinin tamamı halka aittir, çünkü bizim vergilerimizle kuruldu onlar. Benim vergilerimle kuruluyorsa, benim vergilerimle bir şirket oluşturuluyor, fabrika kuruluyorsa ve orada binlerce işçi çalışıyorsa, eğer bu özelleştirilecekse anayasanın öngördüğü kurallara göre diyor ki, “Devletleştirme veya özelleştirme gerçek karşılığı üzerinden yapılır.” Hangi gerçek karşılığı arkadaşlar? 1 liraya satılan fabrikaları biliyoruz, talan edilen fabrikaları biliyoruz, “Babalar gibi satarım” diyen politikacıları biliyoruz. Ne oldu peki bunlar? Bu haklar neden aranmadı? Sendikalar neden bu konuda bizim istediğimiz ölçüde, ya da onlar kendi haklarını düşünerek kendi istedikleri ölçüde cılız seslerle mücadele ettiler. Daha gür seslerle neden mücadele edilmedi ve binlerce kişi işsiz kaldı, yüzlerce fabrika kapandı, arazileri rantiyeye teslim edildi.
Çalışma hakkı… O da anayasada güvence altına alınmış, “Çalışma herkesin hakkı ve ödevidir” diyor. Herkesin hakkı çalışmaktır diyor. Peki, herkesin çalışma hakkı varsa bu çalışma hakkını yerine getirecek olan kurumun adı ne? Devlet. Hepimizin ortak kurduğu bir devlet var. Bunun adı sosyal devlettir. Demokratik, laik sosyal hukuk devletidir bu devlet. Ve bu devlet işsize iş bulmak zorundadır. Bunun altyapısını oluşturmak zorundadır. Benim çalışma hakkımı bana teslim etmek zorundadır. Eğer bir devlet benim çalışma hakkımı bana teslim etmiyorsa, benim çalışabileceğim bir ortamı bana sağlamıyorsa, o devlet sosyal devlet olmaktan uzaklaşmış demektir. Bunu en çok kimin dile getirmesi lazım? Sendikaların dile getirmesi lazım. En çok isyan etmesi gereken kurum kim? Sendikalar.
Değerli arkadaşlarım, sadece çalışmak, çalışma hakkını bana teslim etmek yetiyor mu? Hayır. Ne diyor anayasanın 50. maddesi? “Çalışma şartları ve dinlenme hakkı var” diyor. Ben insani koşullarda çalışacağım, devlet bana insani koşullarda çalışma ve yeri geldiğinde de dinlenme hakkımın olduğunu anayasa onaylamış, kabul etmiş, parlamentodan geçmiş vs. vs.
Peki, az önce arkadaşlarımız söylediler, hak aradı diye, çalışma şartlarımı düzeltin diye hak aradı diye eğer bu ülkenin işçileri hapse atılıyorsa ve sendikalar bu konuda özellikle iki büyük sendika bu konuda sessiz kalıyorsa, orada bir sorunumuz var demektir. Orada ciddi bir sorunumuz var demektir. Bu işçiler hak istiyorlar, bakın hak istiyorlar. İstedikleri haklardan birisi ne biliyor musunuz? “Bizim ücretlerimizi elden bize vermeyin, bankaya yatırın oradan çekelim.” Niye bunu söylüyorlar? Şunun için, bana elden verdiğin zaman benim sigorta primimi yatırmıyorsun, benim emeklilik hakkımı gasp ediyorsun. Bana elden verdiğin zaman benim vergimi ödemiyorsun, o vergiyi de kaçırıyorsun sen. Götür bu parayı bankaya yatır ki, benim sigorta primim de yatsın, benim emeklilik hakkım gasp olmasın ve benim devlete karşı olan vergi ödeme yükümlülüğünü de yerine getirelim. Bundan daha insani bir talep olabilir mi? Aynı zamanda ne diyor? “Tahtakurusu var yatamıyorum buralarda, düzelt bunu” diyor. Bunu istedi diye işçiler yakalandı topluca hapse atıldı. İnsaf ya! Bütün meydanların dolması lazımdı, bütün meydanların! Biliyorum şimdi diyecekler ki, Kılıçdaroğlu işçileri isyana davet etti. Eğer hak arama talebinde bulunan bir işçi yakalanıp niye hakkını arıyorsun diye hapse atılıyor ve işçiler meydana çıkmıyorsa, kimse kusura bakmasın o işçiler işçi değil, bu kadar açık ve net söylüyorum.
Sendika kurma hakkı... Anayasada güvence var, hiç kimse bir sendikaya üye olmaya ya da üyelikten ayrılmaya zorlanamaz. Buyurun gidin sendika kurun bakalım, buyurun gidin. En somut örneği Flormar işçileri. Her görüşten işçi kadın kardeşimiz var orada her görüşten, her siyasi görüşten. Belki farklı inançlardan kardeşlerimiz de orada. Bunlar sendika üyesi oldular diye topluca kapının önüne kondular. Hani anayasal güvence, hani kimse sendikadan ayrılmaya zorlanamazdı? Nerede peki bunlar? Sendikaların tamamının buna sahip çıkması gerekmiyor mu, sendikaların tamamının bu işçilerin yanında olması gerekmiyor mu? Günün 24 saatinde onları yalnız bırakmamaları gerekmiyor mu? Eğer siz kendi haklarınıza sahip çıkmazsanız kimse size hak vermez arkadaşlar. “Hak verilmez, hak alınır” diye bir kavram vardır, bir deyiş vardır. İnsanlar bu hakları kolay elde etmediler. İnsanlık tarihi hak arama mücadele tarihidir. Siz, size sağlanan anayasayla güvence altına alınan haklara dahi sahip çıkmıyorsanız bu ülkede bir sorun var demektir.
Toplu iş sözleşmesi yapma hakkı var tabi. Ama bugün sendikaların büyük kan kaybettiğini de hepimiz görüyoruz, hepimiz biliyoruz. Grev hakkı var, grev hakkı da var. Ücrette adalet sağlanması, bu da anayasal güvence altına alınmış ücrette adalet sağlanması. Bu ne demektir? Aynı zamanda gelir dağılımının adaletli olması demektir. Çalışanın alın terinin karşılığının, yani emeğin karşılığının verilmesi demektir. Anayasa bunu güvence altına alıyor. Şimdi asgari ücreti konuşuyorlar kaç lira olacak diye. Türk-İş güzel bir adım attı. Bir asgari ücretli hanımı getirdi dedi ki, “Sen komisyonda üyesin, madem asgari ücretle geçiniyorsun en iyi sen anlatırsın.” Geldi, konuştu, gazetelere de konuştu. “Evet, asgari ücretliyim, parayı, borçları vs. ödedikten sonra 3 lira kalıyor” dedi, 3 lira. Şimdi insanda biraz insaf olur, biraz vicdan olur, 3 lirayla ne yapacak? Senin yazlık sarayın var, kışlık sarayın var, uçan sarayın var, elektrik parası ödemezsin, doğalgaz parası ödemezsin, yol parası ödemezsin, her şey bedava en iyi şekilde beslenirsin, kilosu 4 bin lira olan çayları içersin, öbürüne dersin ki sen dur kardeşim 3 lirayla geçineceksin, asgari ücretle geçineceksin. Nasıl geçinecek?
Bakın gelir dağılımının en çok bozulduğu ülkelerin başında Türkiye geliyor. Özellikle sendikacı arkadaşlarımdan istirham ediyorum, 1 milyon liranın üzerinde eski parayla ne yapıyor? 1 milyar liranın üzerinde mevduatı olanlara baksınlar, kaç kişinin mevduatı var? Bir de dönüp baksınlar vatandaşın ne kadar borcu var bankalara? Bir de dönüp baksınlar bu vatandaş bankalara ne kadar faiz ödüyor? Bütün bunlara bakıldığı zaman ücrette adaletsizlik var. Gerçekten adaletsizlik var.
Bakın değerli arkadaşlarım, 1 milyon 800 bin kişi asgari ücretin altında aylık alıyor. 600 lira alan var, 500 lira alan var, 300 lira alan var. İnsaf var ya, bu insan nasıl geçinecek? Asgari ücret, 6 milyon 700 bin kişi asgari ücret alanlar, bin 603 lirayla geçinecekler bunlar.
Biz şunu söyledik, asgari ücret görüşmeleri devam ediyor. Gayet açık, gayet net hedefimizi de koyduk, “CHP’li belediyelerin tamamında ama tamamında 1 Ocak 2019’dan itibaren asgari ücret net 2 bin 200 lira olacaktır.” Bunu söyledik. Yetiyor mu? Hayır. “Yeni kazandığımız belediyeler olursa onlara da 2 bin 200 lira yapacağız, ama 1 Ocak’la Nisan arasındaki asgari ücret farkını da yine kendilerine ödeyeceğiz.” Üç, “Hiçbir işçinin işine son vermeyeceğiz.” Alın teriyle, emekle uğraşılmaz arkadaşlar. Kişinin ekmeğiyle, aşıyla, işiyle uğraşılmaz. O işçi çalışıyorsa, alın teri döküyorsa başımızın üstünde yeri vardır. Bu bir haktır ve bu hakkın teslim edilmesi lazım.
Sağlık hakkı… Buyurun gidin bakın sağlık hakkına hangi haklarla karşı karşıya olduğumuzu görün. İlaç parası ödeyemeyen, en küçük ödemeyi yapamayan, katkı payı ödememek için acil servislere gitmek zorunda kalan milyonlar var. Türkiye nüfusunun en az 1,5 katı kadar insan acil servise gidiyorlar tedavi olmak için, çünkü normal hastaneye gitseler arada bir sürü 14 ayrı ödeme yapacaklar.
Sosyal güvenlik hakkı… Anayasanın 65. Maddesi, “Herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir.” Az önce söyledim, Aile Sigortası yoksa sosyal güvenlik hakkı eksiktir. Aile Sigortası da olacak. Böylece uluslararası sosyal güvenlik kurumunun belirlediği sosyal güvenliğin asgari normlarının bütün koşullarını Türkiye’de hayata geçirmiş olacağız.
Sanatın ve sanatçının korunması da var. Hepimizin sanata da, hepimizin sanatçıya da ihtiyacı var. Şiire de ihtiyacı var, romana da, hikayeye de, sinemaya da, tiyatroya da ihtiyacı var. Hepimiz insanız. Farklı bir dünyayı görmek, diğer sorunları görmek, o sorunların nasıl anlatıldığını anlamak ihtiyacımız var. Eğer kültürel boşluğunuzu gidermezseniz toplum kaynaşmaz, toplum bir arada olmaz. Her görüşten sanatçıya bizim ihtiyacımız var. O nedenle sanatın ve sanatçının korunması ayrıca bir hak olarak devlete yükümlülük olarak getirilmiştir.
Kamu hizmetlerine girme hakkı, anayasanın 70. maddesi. Barış bildirisini imzaladılar diye binlerce akademisyenin işine son verildi; bir kişi değil, iki kişi değil. Gazeteciler hapiste, yazarlar hapiste, avukatlar hapiste, milletvekilleri hapiste, çavuşlar hapiste, komutanları dışarda. Öğrenciler hapiste, dışarıya çık talimatını veren komutanlar dışarıda. Böyle bir çarpık dünyada yaşıyor şu anda Türkiye. Ve eğer kamu hizmetlerine girme hakkı varsa, bu hakkın herkese eşit tanınması lazım. Üniversiteden atıyorsunuz, pasaportuna el koyuyorsunuz, hem kendisinin, hem eşinin yurtdışına çıkışına yasak getiriyorsunuz, çalışma özgürlüğünü de elinden alıyorsunuz dönüp diyorsunuz ki, “Bunlar ağaç kökü yesinler.” Ne zaman? 21.yüzyılda söylüyorsunuz, 21.yüzyılın Türkiye’sinde söylüyorsunuz ve ortada bir mahkeme kararı da yok. O zaman insan haklarından söz ediyoruz, nasıl olacak bu insan hakları?
Orman köylüsünün korunması… Katılımcı arkadaşlarım bilir mi bilmez mi bilmiyorum ama şu anda Türkiye’nin en yoksul kesimi orman köylüleridir. Orman köylerinin özelliği nedir biliyor musunuz, hangi hakları elinden alındı? Orman Genel Müdürü diyor ki, şu ağaçları keseceksiniz, kesilecek, ama ben sizi işçi kabul etmiyorum diyor. Her biriniz tek tek işverensiniz diyor. Kendi sigorta priminizi kendiniz yatıracaksınız diyor. Verdiğin para zaten çok az, onun ne kadarını sigorta primi, ne kadarını vergi olarak yatıracak? Acaba bu orman köylülerinin sorunlarına yeteri kadar ilgi gösterildi mi? Orman köylülerinin sorunları yeteri kadar parlamentoda, kamuoyunda dile getirildi mi? Hayır. Unutulmuş bir kesim, yok sayılan bir kesim. Tıpkı asgari ücretin altında ücret alan milyonlar gibi. Bu insanlar yok. Bu insanlar öldüğü zaman çoğu zaman eğer soğukta bir yerde ölmüşse, bir parkta ölmüşse, penceresi kırık diye kışın ayazında çocuğu donmuşsa ancak o zaman haberimiz oluyor bu kişilerden, bu ailelerden.
Esnaf ve sanatkarların korunması, o da var anayasanın 173. maddesinde var. Esnaf ve sanatkar arkadaşlarıma sadece şunu söylemek isterim. Size kredi vermesi gereken TESKOMB’un Esnaf ve Sanatkarlar Kredi Kooperatifi Başkanının kaç lira aylık aldığını Allah aşkına hiç merak ediyor musunuz? Gidip bir sorun bakalım. Sen müşteri gelecek mi, gelmeyecek mi diye uğraşırken, sana kredi vermesi gereken bir kuruluşun başında olan kişi ayda kaç lira para alıyor? Milletvekili aylığından da fazla. Peki arkadaşlar bu çarpık düzene ben mi isyan edeceğim? Yani bu çarpık düzene önce isyan etmesi gereken esnaf kardeşim değil mi? O zaman bir akıl tutulmasıyla karşı karşıyayız.
Aynı şekilde tüketicilerin korunması da bir hak olarak getirilmiştir. Evet tüketicilerin de korunması bir haktır. Burada önemli bir düzenleme var arkadaşlar, anayasanın 65. maddesi diyor ki; devlet ben size bu hakları tanıyorum, anayasaya yazdım bunları diyor. Ama ekonomik ve sosyal hakları devletin mali kaynaklarını gözeterek yerine getirin diyor. Param yoksa bunları yapamam diyor. Önemli bir düzenleme ve siyasal iktidarlar genelde anayasanın bu 65.maddesine sığınarak efendim para yok ben size veremiyorum diyor. Aslında para var. Neden para var? Bütçe var ortada, bütçenin kimin için harcandığı da var orada. Her şey kayıtlı, her şey yazılı. Tercih parayı kimin için harcayacaksın? Bu soru sorulmuyor. Neden bu soru sorulmuyor? Çünkü vatandaş ödediği vergilerin nerelere harcandığını sorma hakkına sahip ama o hakkını kullanmıyor. Demokrasilerin çıkış kaynağı bu soruyla başlar. Ey devlet, ey hükümet sen vergi istedin, benden zorla vergiyi aldın benden aldığın vergileri nereye harcıyorsun? Bu soruyu sorduğumuz andan itibaren Türkiye’de demokrasi ana eksenine oturmuş olur. Bu soruyu sormuyoruz. Öğrenciler de bu soruyu soracak, anneler de, yaşlılar da, engelliler de, aç olanlar da, işsiz olanlar da bu soruyu soracak, asgari ücretliler de bu soruyu soracak. Nereye gidiyor bu para? Eğer Londra’daki bir avuç tefeciye 159 milyar dolar faiz ödeniyorsa sorması lazım ya arkadaş 159 milyar tefeciye buluyorsun ödüyorsun da ben işsizim bana iş mi bulamıyorsun? Benim asgari ücretim mi seni kurtaracak? Sen beni tefecilere çalışır hale getiriyorsun. Benden topladığın vergileri bana değil, yoksula değil, fakire değil, tefeciye götürüp yatırıyorsun demesi lazım. Sendikaların da bunu demesi lazım, sivil toplum örgütlerinin de bunu demesi lazım. Bu denmediği zaman demokrasi rayına oturmuyor, insanlar haklarını yeterince arayamıyorlar.
Tabi yasalar bunu yazar, insanlar hak arar. Nerede ararlar? Yargıda ararlar. Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığını anlamlı kılan da zaten budur. Devletin baskıcı gücüne karşı bireyin hakkını savunacak olan bağımsız ve tarafsız yargıdır. Yargı tarafsızlığını ve bağımsızlığını kaybedip güce teslim olmuşsa yargı adalet dağıtamaz. Türkiye’de geldiğimiz nokta budur. Yargı adalet dağıtmıyor. Sadece yargı mı? Hayır. Kişinin haklarını savunan dördüncü bir güç daha var, medya. Medyanın özgürlüğü ve bağımsızlığı vatandaşın sorunlarını dile getirmesinin temel unsurudur. Medya bağımsız olduğu zaman fakirin de, fukaranın da, zenginin de, işçinin de, köylünün de, memurun da, emeklinin de, toplumun her kesiminin sorunlarını bir şekliyle dile getirir ve geniş kitlelerin o sorunları öğrenmesine, sorunlara hak verip vermemesine bir anlamda ortam hazırlar. Medyanın böyle bir özelliği var. Yargı tarafsızlığını ve bağımsızlığını kaybetti. Medyanın yüzde 90’ı bir kişinin kontrolünde. Şimdi daha böyle dar alanda binbir zorlukla yayın yapan medyanın üzerine çöküldü. En son duydunuz Sözcü Gazetesi, Türkiye’nin en büyük gazetesi, söylüyorum Türkiye’nin en çok satan gazetesi. Onuruyla mücadele edenlerin aslında sözcülüğünü yapıyor, insan haklarının sözcülüğünü yapıyor, bağımsız yargının sözcülüğünü yapıyor. Sendikaların, sivil toplum örgütlerinin sözcülüğünü yapıyor. Şimdi onu bir terör örgütüyle irtibatlandırmak istiyorlar yazarlarını. Efendim bunlar FETÖ’ye destek veriyorlarmış. Ya “Ne istedin de vermedik” diyen Allah aşkına bu yazarlar mı, bu gazete mi? Her şeyi teslim eden sen değil misin?
Bakın söylüyorum, FETÖ’nün her ayağını ortaya çıkardılar; öyle dediler, baklavacı ayağı, sanayici ayağı, esnaf ayağı, gazeteci ayağı bilmem ne. Bir şey eksik, FETÖ’nün siyasi ayağı. Defalarca söyledim bir daha söylüyorum, FETÖ’nün siyasi ayağı sarayda oturuyor kardeşim bir numaralı aktörü o. Bunu söylüyorum mahkemeye de vermiyorlar. Bakın her şeyde veriyorlar, çünkü götürüp delilleri önüne koyacağız. Oturuyor beyefendi orada. Sen ne istiyorsun, Emin Çölaşan, Necati Doğru’dan ne istiyorsun sen? Bunları sorarsan onu da anlatayım dilimin döndüğü kadar. Bunlar cumhuriyetten yanadır, bunlar sosyal devletten yanadır, bunlar kardeşlikten, beraber yaşamaktan yanadır, bunlar demokrasiden yanadır, bunlar insan haklarından yanadır, bunlar açlığa, sefilliğe, yoksulluğa karşı çıkmışlardır, gelir dağılımındaki dengesizliği defalarca dile getirmişlerdir. Bunlar özgür kalemler. Bazen bu kalemlerden en sert eleştiriyi alanlardan birisi de benim, ama asla ve asla neden bu yazıyı yazdın diye soramayız, onun kalemi özgürdür. Oturur yazar, istediği gibi yazar. Şimdi siz kalkıp da eğer medyayı da susturup efendim böylece Türkiye’yi sütliman haline getirdim, hiç kimsenin sesi çıkmıyor, sadece ben oturup konuşacağım, kimin sesi çıkarsa yakalayacağım hapse atacağım. Beni üzen ne biliyor musunuz? Beni üzen şu, yargının içine düştüğü sefalet. Yargı bu konuma düşmemeliydi. Bir savcı iddianame hazırlıyor, gerçekten de Zaytung haberi gibi, akıl almaz bir şey. Kaldı ki, savcının bütün bu olayları bilmesi lazım. İddianamede de diyor ki, senin geçmişte FETÖ’yü eleştirmen senin FETÖ’cü olmana engel değildir gibi bir cümlede var orada. Yani ben biliyorum sen eleştiriyorsun ama bana yukarıdan talimat geldi ne yapayım, bu talimatın gereğini yerine getirmek zorundayım. O talimat uyarınca da seni benim FETÖ’cü ilan etmem lazım diyor. Bunu da itiraf ediyor aslında. Bir anlamda itiraftır bu.
Biz hangi koşulda olursa olsun bu ülkenin yürekli insanları kişilerin haklarını ve hukuklarını savunmak zorundadırlar. Az önce söyledim bu işin sağı, solu yoktur. İnsan hakkının sağı, solu yoktur. İnsan doğuştan itibaren eşit haklara sahip olmak zorundadır. Sağcı oluruz, solcu oluruz, ortacı oluruz, uzun boylu oluruz, kısa boylu oluruz, mavi gözlü oluruz, kahverengi gözlü, siyah gözlü oluruz, derimizin rengi siyah olur, beyaz olur, sarı olur. Bunların hiçbir önemi yoktur. Önemli olan hepimiz insanız, hepimiz insansak hepimizin eşit haklara sahip olması lazım. Herkes benim gibi düşünmek zorunda değil. Farklı düşünenlerin bir toplum için zenginlik olduğunu artık kabul etmemiz lazım. Bir araya gelip konuşmamız lazım. Hakları teslim etmemiz lazım. Hak için mücadele etmemiz lazım. Hak için yapılan mücadele tarihin en soylu mücadelesidir. Çünkü zulme boyun eğmememiz gerekir, inancımız da bunu öngörüyor. Zulme boyun eğdiğiniz andan itibaren insan kimliğinizi yitirmiş olursunuz. İnsansak, hak arayacaksak, aklımızı kullanacaksak zulme pabuç bırakmamamız lazım ve mücadelemizi insan için, insanlar için, insan hakları için yapmamız lazım. Hapse atılan çoğu gazeteci bizim hakkımızda bir satır bile olumlu yazı yazmamışlardır. Ama ben bugün onların haklarını savunuyorum. Niçin? İnsan haklarını savunduğum için. Onlar bizi beğenmeyebilirler, bizi eleştirebilirler. Ama onların kalemleri özgür olmalı, onlar özgürce yazabilmeli. Akademisyenler üniversitede özgürce düşüncelerini ifade edebilmeli. Bunları yapmadığınız zaman insan haklarından söz edemezsiniz.
O açıdan hepimize büyük görevler düşüyor. Toplantı önemli, bu toplantıya katılan sendikalara, sivil toplum örgütlerine, vakıflara, yöneticilerine ve değerli partililerimize, hepinize yürekten teşekkürlerimi, şükranlarımı sunuyorum, sağ olun, var olun diyorum.