21.08.2020

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, "GÖR BENİ" PROGRAMINA KONUK OLDU

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, "196Sekiz" Youtube Kanalında, Armağan Çağlayan'ın sunduğu "Gör Beni" programının konuğu oldu.

Armağan ÇAĞLAYAN- Kemal Bey hoş geldiniz.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Teşekkür ederim.
Armağan ÇAĞLAYAN- Sadece kendi merak ettiğim şeyleri soruyorum. Bu programın da öyle bir özelliği var.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bence güzel bir program.
Armağan ÇAĞLAYAN- Teşekkür ederim. Seyrettiniz mi daha önce?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Arada bir.
Armağan ÇAĞLAYAN- Kemal Bey, kaç yıldır aktif siyaset yapıyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- 99’da emekli oldum Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğünden. Yanlış hatırlamıyorsam 2001’den itibaren aktif olarak siyasetin içinde yer aldım. Ondan önce, emekli olduktan sonra sivil toplum örgütlerinde çalıştım.
Armağan ÇAĞLAYAN- Kim vasıtasıyla girdiniz siyasete? Yani sizi birisi CHP’ye davet mi etti, yoksa siz gidip üye oldunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Davet... Sayın Deniz Baykal bir gün aradı, “birlikte çalışabilir miyiz” dedi. Ben de “benim için onur olur” dedim; geldim, kendisiyle daha doğrusu CHP Genel Merkezine gittim, Sayın Baykal’la buluştuk, üyelik formumu doldurdum ve üye oldum. Ama ondan önce şöyle bir şey oldu; benden Türkiye’de yolsuzluklar nasıl önlenir diye bir rapor istemişlerdi, ben önce o raporu hazırlayıp partiye takdim etmiştim, onun üzerine beni partiye davet ettiler.
Armağan ÇAĞLAYAN- Siz, siyasete ilk girdiğiniz dönemde mecliste canlı yayınlanan tartışmalarla varsınız aslında.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet.
Armağan ÇAĞLAYAN- Belki de siyasi kariyerinizi değiştiren o tartışmalar mı Kemal Bey?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Büyük bir ihtimalle. Çünkü o tartışmalar toplumun çok dikkatini çekti. Güncel tartışmalardı aynı zamanda. Siyasetin kirlilikten arındırılması için de o tartışmalar çok değerliydi. Onu yaptık. Ben sivil toplum örgütlerinde çalışırken de Türkiye’nin yolsuzluklardan arınması, bu kirlilikten arınması gerektiğini hemen hemen her ortamda ifade ediyordum, televizyon programlarına da katılıyordum. Siyasetçi olunca tabi bunun belgelenmesi gerekiyordu yani biz siyaset dışı konuşurken elde çoğu zaman veri olmuyordu, veriler biraz makro düzeyde oluyordu. Ama siyasete girdikten sonra önümüze belgeler, dokümanlar gelmeye başladı ve dolayısıyla daha güçlü bir şekilde yolsuzlukları dile getirdik.
Armağan ÇAĞLAYAN- Mesela, iki tanesini o tartışmaların merakla televizyon başında beklediğimi hatırlıyorum. O zamanlar televizyonda hani tartışmalar canlı filan yayınlanıyormuş.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yayınlanıyordu evet.
Armağan ÇAĞLAYAN- Sonra Genel Başkan olma kararı sizin kararınız mı? Yoksa delegelerin zorlaması mı?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Samimi söyleyeyim değil mi?
Armağan ÇAĞLAYAN- Evet.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Güzel, samimi ifade edeyim. Genel Başkanlık aslında hiç aklımda yoktu. Daha önce Sayın Baykal benim parlamentoda Grup Başkanvekili olarak çalışmamı istedi, onu da çok uygun görmedim. Plan Bütçe Komisyonunda çalışırım daha iyi. Ama Sayın Baykal “Grup Başkanvekilliği yap” dedi, yaptık tabi sonuçta, Genel Başkanımızın talebiydi. Genel Başkanlık ise hiç aklımda yoktu, zaten niyetim de yoktu Genel Başkanlığa, fakat kader bizi buraya taşıdı. Biraz toplumun, biraz kitlelerinde baskısı oldu, delegelerin baskısı oldu, örgütler istediler Kılıçdaroğlu Genel Başkan olsun diye. Biz de onun üzerine peki dedik, Genel Başkanlığa adaylığımızı koyduk.
Armağan ÇAĞLAYAN- Kemal Bey, o süreçte eşiniz, oğlunuz, kızınız mesela yapma baba, girme, hayatımızı cehenneme çevirme demediler mi size?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şöyle, onların tepkilerini doğrusunu isterseniz alacak vakit de olmadı. Öyle bir atmosfer vardı ki, toplumun her kesiminden Genel Başkan olmam yönünde talepler vardı, beklentiler vardı. Sadece bana değil çocuklarıma da aynı talepler bir şekliyle iletiliyordu. Dolayısıyla yani Genel Başkan adaylığından sonra seçildim ve Genel Başkan oldum, öyle diyeyim.
Armağan ÇAĞLAYAN- Mesela hatırlıyorum ben, siz oğlunuza bedelli askerlik bile yaptırmadınız.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet.
Armağan ÇAĞLAYAN- Aslında Türkiye’de siyasi olmak ya da siyasi bir partinin başkanı olmak sadece o kişiyi değil etrafını da bir bedel ödemeye zorluyor bir yanıyla.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi Genel Başkan olduğunuz andan itibaren sadece sizin değil ailenizin, yakınlarınızın kamuoyunun merceği altında olduğunu unutmamanız gerekiyor. Dolayısıyla bizim zaten mütevazı bir yaşam tarzımız vardı, kendi evimizde oturuyorduk, komşularımızla ilişkilerimiz çok iyiydi, oturur arada bir sohbet ederdik, arkadaşlarımız vardı. Ben milletvekili olduktan sonra da zaten Plan Bütçe Komisyonunda üyelik yapmak, görev yapmak oldukça zor, gelen bütün bütçeye bakacaksınız, bakanlıkların raporlarına bakacaksınız, bağımsız kuruluşların raporlarına bakacaksınız, kendinizi hazırlayacaksınız. Dolayısıyla bir anlamda başınızı kaşıyacak eğer gerçekten samimi olarak giriyorsanız başınızı kaşıyacak vakit bile bulamazsınız. Bu çerçeve içinde siyasete girdim ama Genel Başkan olduktan sonra tabi çember daha da büyüyor. Dolayısıyla eşim, çocuklarım herkes dikkat etmek zorunda. Oğlum evet paralı askerlik yapmadı.
Armağan ÇAĞLAYAN- Kızınızın eviyle ilgili bir mevzu hatırlıyorum. Kızınızın evinin bedeliyle ilgili bir şeyler oldu.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet kızım bir ev aldı. İşte evin çok ucuza olduğu, o kadar dedikodu geldi ki… Dedikodu değil yani beni yıpratmak amacıyla kızımın aldığı bir daire üzerinden gazetelere manşetler atıldı vs. falan filan. Ben de bir televizyon programında “şu kadar para verirseniz size veririm o evi” dedim. Yani öyle villa falan değil yani. Mütevazı, yanlış hatırlamıyorsam iki odalı bir ev yani. Sonra “biz o parayı veririz” dediler, “çok mutlu olurum” dedim, parayı aldık, ondan sonra şimdi kızım daha güzel bir ev aldı, orada oturuyor.
Dolayısıyla şöyle, elbette ki siyasetçi eleştiriden ders almalı. Burada hiçbir tereddüdüm yok. İki, eleştiri haklıysa gereğini de yapmalı. Ama haksız yere eleştiri o doğru değil. O zaman siz rakibinizin bir anlamda sözcüsü konumuna geliyorsunuz medya olarak. Oysa medyanın tarafsız olması lazım, dikkatli olması lazım, herkesi aynı gözlükle görmesi ve eleştirmesi lazım. Ama kendisine destek verenin hatalarını görmeyip, acaba öbür tarafta nasıl bir hata yakalayabilirim diye yola çıkarsanız gelip duvara tosluyorsunuz sonuçta.
Armağan ÇAĞLAYAN- Ama bir yandan da mesela hiç bu işle alakası olmayan kızınız ve oğlunuz, bir de eşiniz bedel ödüyorlar aslında.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Öyle, bedel ödüyorlar. Şimdi bir kızım mesela avukatlık yapıyor. Kendisine söylediğim ilk söz şu: “Hiçbir CHP'li belediyeden içeri girmeyeceksin.” Çünkü olur ya girer bir yere, hemen iki fotoğraf vay efendim geldi, işte şu oldu, bu oldu vs. bir sürü laf edecekler. Aynı şekilde çocuklarım da, eşim de, hepimiz de çok dikkatliyiz. Zaten bizim normal hayatımız da böyleydi yani. Dikkatliydik yani. Öyle aşırı bir talebimiz, aşırı bir isteğimiz falan yoktu, mütevazı bir hayat sürdürüyorduk; Ankara'da lojmanda oturuyordum zaten, lojmandan sonra kirada oturdum, kiradan sonra, milletvekili olunca kendime bir daire aldım. Dairede oturuyoruz yani gayet de mutluyuz, memnunuz.
Armağan ÇAĞLAYAN- Ama hani mesela atıyorum kızınız tatile gitti; şimdi kızcağız, kızcağız diyorum kusura bakmasın hanımefendi, rahat rahat mayo da giyemiyordur yani öyle de bir durum yani bu.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şöyle, ona tabi hepimizin dikkat etmesi lazım, onların da dikkat etmesi lazım. Onlar yalnız sorumluluklarını biliyorlar, benden iyi biliyorlar, dikkat ediyorlar.
Armağan ÇAĞLAYAN- Siz mesela bu durumda olmaktan dolayı zaman zaman Kemal Bey suçluluk duyuyor musunuz çocuklarıma da bu dünyada cehennem azabı çektiriyorum diye?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Vallahi şöyle söyleyeyim Armağan Bey, gerçekten de siyasete girdikten ve belli bir noktaya geldikten sonra hayat sizin hayatınız olmuyor aslında. Yaşadığınız ortam da sizin ortamınız olmuyor. Oysa biz insanız yani, biz de insanız yani. Bizim de artılarımız var, eksilerimiz var, sevindiğimiz günler var, üzüldüğümüz günler var. Hatta ben bir bayramda televizyoncu arkadaşlara dedim ki; “ya şöyle bir program yapsanız mesela, bütün siyasi partilerin Genel Başkanları bir bayramda bir masaya otursa ve herkes anılarını anlatsa, siyaset yapmasa ama. Çocukluğum şöyle geçti, şöyle yaptım, böyle oldu vs. falan filan, üniversiteye şöyle girdim, şöyle bitirdim, şu dersten zayıf aldım. Ne olacak? Şöyle evlendim, şöyle aşık oldum.” Yani biz de insanız. Toplum bizi bir de insan olarak görmeli. Lider olarak değil bir de insan olarak görmeli. Bizim artılarımızı, eksilerimizi, yaşadığımız hayatta acıları, sevinçleri görmeli yani. Ama bunlar olmuyor. Yani şöyle, lider ya da işte toplumun dikkatlerini üzerine çektiği kişi bütün davranışlarında artı söylemlerinde son derece dikkatli davranmak zorunda çünkü bizim hatamızın topluma maliyeti biraz ağır oluyor. Siyasetçinin böyle bir sorumluluğu var. Hata yapmama gibi bir sorumluluğu var.
Armağan ÇAĞLAYAN- Böyle yaşamak çok çok ağır bir yük değil mi Kemal Bey?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Ağır. Yani şimdi bakın Armağan Bey, ben bazen tabi Ankara’dayım, bazen Ankara dışındayım, bazen eşim arkadaşlara telefon eder ya bu akşam Kemal gelmedi nerede diye. Oysa biz Ankara dışındayız, derim ki aman haber verin biz bu akşam gelemeyeceğiz Ankara dışındayız diye. Bu sadece bana özgü mü? Hayır. Yani kabul etmek gerekir hani siyasete atılıp gerçekten de üstlendiğiniz görevin hakkını vermeye çalışırsanız ailenizi büyük ölçüde ihmal ediyorsunuz yani. Bazen evi otel olarak kullanıyorsunuz. Yani geliyorsunuz gecenin bir vaktinde sabahleyin erken çıkıp bir başka yere gidiyorsunuz. Dolayısıyla siyaset aslında topluma adanmışlık demektir. Kendinizi topluma adıyorsanız ve toplumun çıkarları, beklentileri için mücadele ediyorsanız siz gerçek anlamda bir siyasetçisiniz. Ama siyaseti kişisel hırslarınızı, egonuzu tatmin için yapıyorsanız veya zenginleşme aracı olarak siyaseti kullanıyorsanız o topluma büyük zararlar veriyor. Ve siyaset kurumuna olan güven aşama aşama zayıflıyor.
Armağan ÇAĞLAYAN- Hiç bu kadar yıl zaman içinde Kemal Bey, keşke siyasete girmeseydim dediğiniz bir an oldu mu?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi doğrusunu isterseniz onu pek düşünecek zamanım bile olmadı. İlk kez böyle bir soruyla karşılaşıyorum. Şöyle; siyaset yıpratıcı bir şey kabul etmek lazım, ben de siyasete girmeyip normal insanlar gibi caddelerde, sokaklarda gezmek isterdim. Mesela siyasete girmeden önce ben hafta sonları çocuklarımla beraber kitapçıları gezerdim, Ankara’daki kitapçıları. O kitapçıları gezmek ne kadar güzel biliyor musunuz? Yeni çıkan yayınları alıyorsunuz şöyle bir bakıyorsunuz, arka kapağını çeviriyorsunuz, okuyorsunuz, o kitabın kokusunu hissediyorsunuz. Dolayısıyla yeni çıkan kitaplara veya merak ettiğiniz bölüme gidiyorsunuz o bölüme bakıyorsunuz. Şimdi bunların tamamı yok oldu. Şeyi gezerdim aynı zamanda, ressamların atölyelerini değil de resimlerini sergiledikleri alanları gezerdim. Her zaman bakardım. Sanata da biraz ilgim var, resme de ilgim var, sempatim var. Şimdi bunların çoğunu ihmal ettik. Yani kitapçıya gidip gezemiyorsun…
Armağan ÇAĞLAYAN- Bir galeriye gidip resim bakamıyorsun.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet yani. Eğer olabilirse yani fırsat bulabilirsek işte bir sinemaya eğer olabilirse, o da yılda bir veya iki yılda bir gerçekleşebiliyor. Onun dışında olmuyor. Tabi normalde siyasetin bu kadar yoğun olmaması lazım yani siyasetçinin de kendi doğal yaşamını sürdürmesi lazım. Ama maalesef, Türkiye gündemi o kadar hızlı değişen bir ülke ki, siz o gündemin gerisine isteseniz de düşemiyorsunuz zaten.
Armağan ÇAĞLAYAN- Çok gergin bir siyaset yapılıyor Türkiye’de. Mesela hakarete varan çeşitli cümleler kuruluyor. Eşiniz mesela üzülmüyor mu, ya da oğlunuz, ya da ne bileyim siz yaralanmıyor musunuz? Mesela ben bazen, size şehit cenazesine gittiğinizdeki saldırıda mesela ben ilk iki kareyi seyrettikten sonra bir daha hiç seyretmek istemedim, çok üzüldüm çünkü. Şimdi mesela ben orada sizin çocuklarınızı ya da eşinizi düşünemiyorum mesela.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Onların yaşadığı acıyı, dehşeti ben gördüm tabi, tanığıyım. Eşimin nasıl ağladığını, çocuklarımın nasıl ağladığını biliyorum tabi. Biz bunları kamuoyuyla paylaşmadık, doğru da değildi. Ama dediğim gibi acı her yerde acıdır aslında, kim olursa olsun.
Armağan ÇAĞLAYAN- Ama hani seyreden insanın, ben ekran başında o kadar gerilip üzülüyorsam mesela, o zaman da aynı şeyi düşünmüştüm, iyi ki demiştim benim ailemden hiç kimse siyasetçi değil mesela.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet.
Armağan ÇAĞLAYAN- Çok zor bir şey bence.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Zor.
Armağan ÇAĞLAYAN- Mesela ne rahatlatıyor sizi Kemal Bey? Çok gergin diyelim bir hafta yaşadınız, ne yapıyorsunuz rahatlamak için?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Eğer televizyonda güzel bir film olursa o beni rahatlatıyor. En azından film boyunca yani 1,5 saat veya 2 saat farklı bir şey düşünmüyorsunuz. Bir olaya konsantre oluyorsunuz, bu güzel bir şey. Yani sinema benim için beni dinlendiren en önemli mekan oluyor.
Armağan ÇAĞLAYAN- Hangi filmi seviyorsunuz en çok, en beğendiğiniz film?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Çok sayıda film var tabi ama mesela ‘12 Öfkeli Adam’ benim birkaç izlediğim bir film, hala olsa bir daha izlerim çok güzel. Bizim Metin Erksan’ın filmleri vardır, gerçekten de bizim sinemamızın yüz akı olan yönetmenlerden birisiydi, onun filmleri benim gençliğimde de, bugün de arada bir fırsat bulursam o filmleri de izleyebiliyorum. Var böyle çok sayıda güzel film. Tabi siyasal içeriği olan filmler her zaman dikkatimi çekmiştir veya haksızlıkla mücadele edilip sonunda galip gelen bir yapım varsa ‘12 Öfkeli Adam’da olduğu gibi bu da çok önemlidir ama tabi bu filmlerin biraz ikna edici olması lazım, yapay olmaması lazım. Belki gerçek hayattan bazı olaylardan yola çıkarak bunların oluşturulması lazım. Var yani bizde de genç yönetmenler var, iyi yönetmenler var, güzel filmlerde var tabi.
Armağan ÇAĞLAYAN- Hiç telefonunuzu kapatıp beni mesela bu hafta sonu aramayın dediğiniz oluyor mu Kemal Bey?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Hayır.
Armağan ÇAĞLAYAN- Hiç?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Hayır, olmaz. O zaten olamaz çünkü partinin içinde her an bir olay olduğunda Genel Başkana ulaşması gereken kişiler var. Dolayısıyla siz telefonunuzu kapattığınız zaman olmuyor. Eğer bana ulaşamıyorsa diyelim eşime ulaşıyor o yanımda olduğu zaman. Bir şekliyle ona da ulaşılamıyorsa, korumaya ulaşılıyor mutlaka, yani telefonun kapalı olduğu zaman çok ender.
Armağan ÇAĞLAYAN- Hep duyarlığınız açık olmak zorunda. Kim ne dedi, o ne dedi? Acayip de aslında beyin jimnastiği gibi Kemal Bey.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Öyle. Tek bir olaya kilitlenip kalamıyorsunuz zaten. Çünkü zaten Türkiye’nin gündemi buna izin de vermiyor. Çok hızlı değişen bir gündem var. Ama şöyle tabi, diyelim ki önemli bir olay oldu siz başka bir işle uğraşırken, hemen basın danışmanınız geliyor size şu kişi konuştu, sizi ilgilendiren bölümleri bunlar diye önünüze notu koyuyor zaten. Siz o nota bakmak zorundasınız. Olayların dışında kalma şansınız yok. Bir de şöyle bir gerçek daha var siyasetçi açısından onu da ifade edeyim Armağan Bey. Şimdi bizim herhangi bir olay oldu siz dışarı çıkıyorsunuz ve derhal bütün televizyon kameraları ve mikrofonlar size tutuluyor, ne düşünüyorsunuz diye böyle bir olay oldu. Siz şunu söyleyemezsiniz, bir dakika arkadaşlar ben bir düşüneyim 10 – 15 dakika sonra size cevap vereyim diyemezsiniz. Yani hazırlıklı olmalısınız ve vereceğiniz yanıtın da en azından kamuoyu açısından tatmin etmesi lazım kamuoyunu. Evet bu olay için bu görüş doğrudur denmesi lazım. O çerçevede bizim işimiz aslında pek kolay değil ama hazırlıklı olmak zorundayız yani.
Armağan ÇAĞLAYAN- Siz Tunceli’de büyüdünüz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Tunceli’de doğdum. Daha doğrusu şöyle, Tunceli’nin Nazimiye ilçesinin Ballıca Köyü’nde doğdum. İkiz kardeşiz.
Armağan ÇAĞLAYAN- İkiz kardeşinizi biz hiç görmedik mi?
Kemal KILIÇDAROĞLU- İkiz kardeşim o bir sahil beldesinde emekliliğinin tadını çıkarıyor, öyle deyim.
Armağan ÇAĞLAYAN- Hiç görmedik değil mi?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet görmediniz.
Armağan ÇAĞLAYAN- Hiç?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet yani.
Armağan ÇAĞLAYAN- Ne ilginçmiş.
Kemal KILIÇDAROĞLU- İşçi emeklisi, dolayısıyla o kendi hayatını bir şekliyle sürdürüyor. İlkokula Van’ın Erciş ilçesinde başladım. Tunceli’de ilkokul 4’ü okudum. 5. sınıf ilkokul ve ortaokulu Bingöl’ün Genç ilçesinde okudum. Elazığ’da ticaret lisesinden mezun oldum. Ankara’da da akademiden mezun oldum. Yani böyle bir yerde kalıp örneğin ilkokulu tek bir yerde bitirmedim, birden fazla yerde bitirdim.
Armağan ÇAĞLAYAN- Babanız ne iş yapıyordu?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Babam memurdu.
Armağan ÇAĞLAYAN- Ne yani?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Tapu memuru.
Armağan ÇAĞLAYAN- Anneniz ev hanımı?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Annem ev hanımı, evet.
Armağan ÇAĞLAYAN- Bu kadar gezmenizin sebebi babanızın tayin olması mı?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Babamın memur dolayısıyla tayin olması. Tabi olarak babanız nereye gidiyorsa sizde onun yanında gidiyorsunuz zaten.
Armağan ÇAĞLAYAN- Kaç kardeşsiniz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- 7 kardeşiz.
Armağan ÇAĞLAYAN- Ablanız vefat etti geçenlerde.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Küçük kız kardeşim vefat etti. En büyük ablam, o da annem gibi okuma yazma bilmez, doğduğu zaman okul bile yokmuş yani o yıllarda 1930’lu yıllarda. Onun dışındakiler kardeşler içinde üniversiteye giden sadece benim.
Armağan ÇAĞLAYAN- Anneniz yaşıyor mu Kemal Bey?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Annem de vefat etti.
Armağan ÇAĞLAYAN- Ablanızla görüşüyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Ablamla çok az görüşüyorum. Yani şimdi şöyle, kendisi Kocaeli’nde yaşıyor. Dolayısıyla hani evdekileri bile doğru dürüst göremiyorum. Yani aslında ablama gitmek isterim, elini öpmek isterim, hayır duasını almak isterim, çünkü bizim en büyüğümüz zaten o şimdi. Fakat şartlar ona pek izin vermiyor.
Armağan ÇAĞLAYAN- Bu anlamda size kırılmıyorlar mı Kemal Bey? Mesela ablanız arada sizi arayıp sitem etmiyor mu beni hiç aramıyorsun diye. Türkiye işleri evet de…
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yo aslında şöyle, yani onlar aslında yoğunluğumu biliyorlar…
Armağan ÇAĞLAYAN- Sizi her gün görüyorlar.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Tabi, onlarla arada bir de olsa konuştuğumuz zaman tabi hayır dualarını esirgemiyorlar. Yani yüklendiğim yükün farkındalar aslında, zorluğun da farkındalar. Dolayısıyla onlardan benim zaten isteğim hayır duaları.
Armağan ÇAĞLAYAN- Bu kadar yıllık yaşamınızda Kemal Bey yaşamınızın en çok hangi dönemini özlüyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Üniversite yıllarını aslında özlüyorum. Nedeni de şu aslında, şimdi ilkokulu, ortaokulu okurken henüz hayatı tam bilmiyorsunuz aslında. Lise yıllarında böyle gençliğin ilk yılları, işte aşık olmanın ilk yılları, çevreyi biraz tanımanın ilk yılları. Üniversiteye gelince aileden bağımsız oluyorsunuz, yaşıtlarınız, arkadaşlarınız oluyor ve ilgi alanınız biraz daha genişlemiş oluyor. Siyasete ilgi duyuyorsunuz, sosyal yaşama ilgi duyuyorsunuz, sinemaya, tiyatroya ilgi duyuyorsunuz, resme ilgi duyuyorsunuz, diğer arkadaşlarla birlikte onların ilgi duydukları alanlara ilgi duyuyorsunuz. Sonra bir sorunla karşılaştığınızda babamıza, annemize soralımdan vazgeçiyorsunuz ben bu sorunu nasıl aşarım diyorsunuz ve aşıyorsunuz. Dolayısıyla üniversite yıllarım benim açımdan özlediğim yıllar. Güzel yıllardı o yıllar; 68 kuşağındanım, o kuşaktan geliyorum, o yıllarda Türkiye’nin bağımsızlığı için, Türkiye’nin hızla büyümesi, kalkınması için mücadele eden bir gençlik vardı. Bugün de aynı gençliği yadırgamamak lazım bugün de kendi koşulları içinde gençler kendi ülkelerinin çıkarlarını savunuyorlar ama o yılların kendine özgü yapısı vardı.
Armağan ÇAĞLAYAN- Üniversitede siyasetle ilgilenir miydiniz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- İlgilenirdim o yıllarda da. Toplumsal ve Kültürel Eylemler Derneği vardı, kurmuştuk, o derneğin bir dönem başkanlığını yaptım.   
Armağan ÇAĞLAYAN- Aslında siyasete ilgi gençlikten geliyor.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Doğal olarak bulunduğunuz yani aldığınız eğitim zaten her hâlükârda siyasetin dışında kalmanızı engelliyor. Örneğin anayasa dersiniz var, hukuk dersiniz var, baktığınız zaman bunlar doğal olarak sizi siyasetle tanıştırıyor bir şekliyle.  
Armağan ÇAĞLAYAN- Hakkınızda bir sürü şey söyleniyor. Aslında bütün siyasetçilerin hakkında bir sürü şey söyleniyor. Bugüne kadar biz de sizle ilgili bir sürü şey duyduk filan. Sizin de duyduklarınızdan yalan olup sizi en çok yaralayan hangisi Kemal Bey? Ne sizi çok yaraladı, ne dediler de, ya bu doğru değil ve işte ilk defa da yaralandım yani…
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi yaralandım demeyeyim de yani gerçekten siyasete atıldıktan sonra hani olur benim de eksiğim olabilir, benim de yanlışım olabilir, yanlışım söylenir, hatam söylenir ben bunu kabul ederim. Ama iftira farklı bir şey yani iftira farklı bir şey. En çok beni şaşırtan ve üzen ben Ankara’dayken yani Türkiye’deyken, ben Almanya’da işte bilmem o biçim saunaya gitmişim, saunadan çıktıktan sonra PKK’lıların arabasına binmişim, Alman polisi gelmiş yolumuzu kesmiş, bize ceza yazmış. Bunu söyleyen kişi de televizyonlarda evet diyor yarın da belgesini açıklayacağım. Allah Allah, tarihe bakıyoruz ben Ankara’dayım. Ankara’da olduğumu nasıl ispat ettim biliyor musunuz, Türkiye’de olduğu mu? Bereket o gün Ankara’dan İstanbul’a Türk Hava Yollarıyla gidiyorum, biletim var yani dolayısıyla Ankara’da olduğum ya da Türkiye’de olduğum oradan çıkıyor ortaya. Sonra belge yayınladılar televizyonda, işte bir Alman polisinin yazdığı ceza. İsimler var, benim de ismim var orada. Diğer iki ismi tanımıyorum bilmiyorum. Tabi Almanya’dan bir avukat tuttuk çünkü ben o olayın içinde yokum ben, Türkiye’deyim. Ne öyle bir karakol var, ne öyle bir polis var, ne öyle bir sokak var. Sahte belgeyle ve bunu çıkıp televizyonlarda ballandıra ballandıra anlattılar. Şimdi üzülmez misiniz? Hani bir insanı eleştirebilirsin, beni de eleştirebilirler, saygı duyarım her eleştiriye. Ama iftira, ama yalan yani yazıktır günahtır. Ve bunu yapan kişiler de Müslüman geçinen kişiler. Beni üzen, yaralayan olaylardan birisi bu, daha buna benzer çok şey var ama üzen olaylardan biri.
Bir diğeri de bu sizin bakmaya tahammül edemediğim dediğiniz linç olayı. Emin olun orada yaşadıklarımdan çok daha derin beni üzen başka bir olay var. Şehidin cenazesini kıldırmadılar… Şehidin cenazesini kıldıralım da, bırakın bu duayı okuyalım da ondan sonra beni öldürmeye kalkın. Bari hiç değilse bırakın İslami olarak bu görevimizi bir yapalım. Bir cenazeyi kaldıralım, Fatiha'yı okuyalım, namazımızı kılalım, bari bunu yapalım. Attıkları sloganlar, şunlar, bunlar, hakaretler, küfürler… Yazık günah ya! Bari bana saygı duymuyorsan şehide saygı duy. Bu olaylar, beni üzen olaylar bunlar yani, yoksa ne olacak yani.
Şavşat’tan Ardanuç’a giderken de PKK’nın saldırısına uğramıştık. Bizim önümüzdeki araçta görev yapan bir asker vardı, o şehit oldu. Dolayısıyla o da beni üzen olaylardan birisidir. Yani bizim güvenliğimizi sağlamak için görev yapan ama hayatını feda eden bir şehidimiz var, tabi ona da saygı duyuyoruz. 
Armağan ÇAĞLAYAN- Bugüne kadar çok fazlaca genel seçim yaşadınız ve genel olarak da seçimleri kaybeden parti hep CHP oldu, son yerel seçimi saymazsak. Ne hissediyor insan Kemal Bey o gecelerde, öyle gecelerde? Hani mesela bizim hep gördüğümüz haber merkezleri bağlanıyor mesela, bomboş bir Genel Merkez. İşte sanki o Genel Merkez bir daha canlanmazmış gibi hissediyor insan, ya da öyle gözüküyor dışarıdan. Siz ne yapıyorsunuz öyle gecelerde? Gidip uyuyor musunuz depresyondan mesela?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yo hayır. Elbette oturuyoruz sonuçlara bakıyoruz. Tabi üzülmez miyiz? Elbette üzülürüz yani sonuçta bir emek vermişsiniz, çaba harcamışsınız, iktidar olmak istiyorsunuz, Türkiye’nin sorunlarını çözmeye talipsiniz ama beklediğiniz oyu alamıyorsunuz. Elbette üzülürsünüz. Ama siyaset dediğiniz kurum biraz direnme, biraz ısrarcı olma kurumudur. Olumsuz tabloyla karşılaştığınızda veya bir seçim yenilgisiyle karşılaştığınızda geri adım atmamaktır yani. Biz hemen hemen her seçimde çıkardığımız seçim bildirgeleriyle, yaptığımız çalışmayla aslında ezilen bir sonuç almadık, onun altını özenle çizmek isterim. Ezilen bir sonuç almadık ama beklediğimiz bir sonuç değildi. Daha iyi sonucu yakalayabilirdik. Ama zaman içinde topluma güven vererek bunu sağlıyorsunuz ve biz de bunu sağladık büyük ölçüde. Önümüzdeki süreçte daha iyi bir tabloyu ortaya çıkaracağız göreceksiniz.
Armağan ÇAĞLAYAN- Mesela Kemal Bey ne oluyor? CHP Genel Merkezi mesela her ay bir anket yaptırıyor ve öyle mi takip ediyorsunuz ne olacağını? Yoksa hani o anketler sadece seçim zamanı yapılan şeyler mi?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Armağan Bey, zaten değişik çevreler, değişik kurumlar anketler yapıyorlar. Biz böyle her ay anket düzenleyecek kadar zengin bir kurum değiliz. Yani hazineden aldığımız bir yardım var, üyelerimizin kısmen ödediği küçük aidatlar var, onlarla ayakta duruyoruz. Artı bizim Genel Merkezimizdeki bütün çalışanlar sendikalı. Sadece bizde sendikalı ve hepsinin hakları verilir, ücretleri verilir, herhangi bir talepleri varsa büyük ölçüde o talepleri partinin imkanları ölçüsünde karşılanır. Yani gerçek anlamda sosyal demokrat bir partiyiz yani kendi yaşamımızda da, parti yaşamında da öyle. Kişilerin, grupların eğilimlerini biz de görmek isteriz. Ev kadınları siyasete nasıl bakıyor, sorunları nedir, iş dünyası nasıl bakıyor, esnaf nasıl, çiftçi nasıl bakıyor, işçi nasıl bakıyor. Bunları genelde biz diğer kurumların yaptığı anketleri alarak kendimiz değerlendiriyoruz. Oradan sonuç çıkarmaya çalışıyoruz. Bazı anket kuruşlarının düzenli aylık yayınları var, o yayınlara aboneyiz, onlar gelir, biz de onlara bakarız değerlendiririz. Eğer özel bir konu olursa Armağan Bey, çok özel bir konu oldu diyelim onun için gerekirse anket yaptırıyoruz, bedelini ödüyoruz, anketi yaptırıyoruz.
Armağan ÇAĞLAYAN- Kemal Bey, siyasete atılmadan önce mesela böyle yemek yapar mıydınız, hani mesela keyif alır mıydınız öyle şeylerden? Şimdi mutlaka zaman bulamıyorsunuzdur da hani eşinize yardım etmek filan öyle huylarınız var mıydı?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Maalesef öyle huylarım yok. Şöyle Armağan Bey, gerçekten yemek yapmasını bilmiyorum. Beceremiyor değil aslında yani olmadı hayatımda, olmadığı için böyle bir tabloyla hiç karşılaşmadım. Eşim güzel yemek yapar…
Armağan ÇAĞLAYAN- Ne seversiniz en çok?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Doğrusunu isterseniz şöyle, sizi şaşırtayım. Hiçbir zaman eşime şu yemeği yap demedim. Çünkü yemek yemeyi çok seven birisi değilim. Eşim ne yaparsa ben de onu yerim. Ama arada bir eşime mutlaka sütlaç yap derim, sütlacı severim, güzel sütlaç yapar. Ama ilk evlendiğimizde sütlaç yapmıştı ve ben o sütlacı bıçakla kesmek zorunda kalmıştım.
Armağan ÇAĞLAYAN- Demek ki hanımefendi yıllar içinde siz kesince uzmanı olmuş.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet evet. Yani dediğim gibi mutfak kültürüm çok fazla yok. Özel bir yemek talebim de olmaz, önüme ne gelirse. Eşim evde olmadığı zaman yaptığım en güzel yemek; yoğurt, içine biraz toz şekeri, ekmek kırıntıları, ekmek dilimleri koyarım, onu yerim büyük bir keyifle, en güzel yemek.
Armağan ÇAĞLAYAN- Sizin yemekle aranız yok anladığım kadarıyla. Zaten hep fitsiniz oradan belli.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Arkadaşlar da şikayet ederler; bazen sabah yerim, akşama kadar hiç yemek yemesem de olur, çünkü kolay kolay da acıkmıyorum. Yani dediğim gibi yemeği çok seven birisi değilim. Yemek yemeyi de çok seven birisi değilim. Yemekte harcanan zamanı da bazen ya acaba fazla zaman mı ayırdık bu yemeğe diye de iç dünyamda da sorgularım.
Armağan ÇAĞLAYAN- Uykuda geçen zaman boşa geçen zaman gibi geliyor bana.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Onu bilmiyorum; ama şunu söyleyeyim, herkesin güzel bir uykuya ihtiyacı var. Bunu en zor yaşayanlar da politikacılar. Yani günlük yaşamın içinde o stresle bazen rahat uyursunuz, bazen rahat uyumazsınız, bazen sabaha kadar beklersiniz, bazen sabahlarsınız eğer sorumluluk duyuyorsanız, ama sorumluluk duymuyorsanız ne olacak, gider kafayı vurur yatarsınız yani.
Armağan ÇAĞLAYAN- Siz de partinizin vitrininin çok yaşlı olduğunu düşünüyor musunuz? Ben öyle düşünüyorum çünkü. Mesela yıllardır aynı insanları ben CHP’de konuşurken, CHP için konuşurken hep aynı insanları görüyorum. Bakıyorum MYK’ya gene onlar seçilmiş, bakıyorum gene onlar Parti Sözcüsü. Bakıyorum onlar yine bilmem disiplin bilmem nesinde ve çok mesela ben 54 yaşıma geldim ve ben hep aynı insanları görüyorum.
Kemal KILIÇDAROĞLU- O zaman iyi izlemiyorsunuz. Şöyle söyleyeyim Armağan Bey, son 10 yılda en büyük değişimi yaşayan parti Cumhuriyet Halk Partisi.
Armağan ÇAĞLAYAN- Ama diyorsunuz ben bile bu kadarını başarabildim.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yo, yani bakın şu anda en genç belediye başkanı bizde. Gidin Kadıköy’e bakın belediye başkanımıza, gidin Kartal’a bakın belediye başkanımıza, gidin Trakya’daki belediye başkanlarımıza bakın. MYK üyeleri içinde de yaş ortalaması yanlış hatırlamıyorsam 48 olması lazım. Dolayısıyla genç arkadaşlarımız var, çok sayıda genç arkadaşımız var, parti yönetiminde genç arkadaşlarımız var. Çok ciddi bir değişim, dönüşüm var partinin içerisinde. Tabi bunları yapmak kolay değil onu da ifade edeyim yani. Bunu yapmak belli bir zaman dilimi içinde olacak tabi. Bunları yapıyoruz. Ayrıca şunu söyleyeyim; hem cinsiyet kotası, hem gençlik kotası getirerek partinin gençleşmesinin önündeki yolu da açtık biz. Hiçbir partide olmayan gençlik kotası bizde var. Parti Meclisimizin yüzde 20’si gençlerden oluşuyor.
Armağan ÇAĞLAYAN- CHP’nin sağa kaydığı eleştirilerine de katılıyor musunuz Kemal Bey?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Hayır… Armağan Bey bir şey söyleyebilir miyim?
Armağan ÇAĞLAYAN- Tabi ki.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Sağ-sol kavramları hangi yüzyıla ait? 18. yüzyıla ait. 18. yüzyılın kavramlarıyla 21. yüzyılın sorunları çözülür mü? Hayır. Dolayısıyla geçmişteki sağ-sol kavramlarının üzerine 21. yüzyılda yeni şeyler inşa etmek zorundayız. Yeni şeyler inşa edemiyorsanız siz topluma beklenen siyaseti ya da beklenen başarıyı topluma veremezsiniz.
Armağan ÇAĞLAYAN- Mesela sosyal medyada sizin için hep şöyle şeyler yazılıyor ya, “aslında Kemal Kılıçdaroğlu da AKP’nin adamı…” Siz ne hissediyorsunuz o zaman Kemal Bey, ne düşünüyorsunuz yani?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Demokratik yollarla o beyefendiyi oradan aşağı indireceğim. Gerçek anlamda sosyal demokratız. Gerçek anlamda Kuvayı Milliye'ciyiz. Gerçek anlamda toplumda yaşayan kişileri ayırmayan; inanç, etnik köken, yaşam tarzı itibariyle ayırmayan, bütün vatandaşların sorunuyla ilgilenen bir siyasi partiyiz.
Bize “sağa kaydı” diyenlere şunu sorun siz… Taşeron işçilerin sorununu kim gündeme getirdi? Biz getirdik. Orman köylüsünün sorununu kim gündeme getirdi? Biz getirdik. Emekliye 2 ikramiyeyi kim gündeme getirdi? Biz getirdik. Nasıl oluyor da biz sağcı oluyoruz? Bizim tek sorunumuz ne biliyor musunuz? Bunları yeteri kadar anlatamamak. En büyük sorunumuz o. Biz bunu Hakkari'de de anlatmalıyız, İstanbul'da, Tekirdağ'da da anlatmalıyız. Biz bunu Muğla’da da anlatmalıyız, Rize’de de anlatmalıyız veya Çankırı’da, Çorum’da, Yozgat’ta da anlatmalıyız. En büyük sorunumuz, düşündüğümüz şeyleri yeteri kadar anlatamamak. En büyük sorunumuz bu.
Armağan ÇAĞLAYAN- Bu kadar yılda bir sürü şey oldu, bizde bir sürü şey yaşadık. Bazen ben Twitteri açarken yüreğim ağzıma geliyor, eyvah yine ne okuyacağım diye. Bu kadar yılda en çok endişelendiğiniz olay hangisi oldu Kemal Bey? Endişeye sürüklendiğiniz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Endişelendiğim olay; Suriye’de biliyorsunuz 36 askerimiz şehit oldu, hem endişe, hem acı ikisi üst üste geldi. Ne oldu bu askerlere, kim bombaladı, gerekli önlemler neden alınmadı ve bundan sonrası ne olacak? Büyük bir endişe… Siyasetle ilgileniyorsanız ve ülkenizi seviyorsanız, eğer bir askerinizi yabancı bir ülkeye göndermişseniz, onun burnunun kanamasını istemezsiniz ve her türlü önlemi alırsınız. Bugüne kadar 36 şehidimizin hebası bile sorulmadı. Acı mı? Acı. Gerçek mi? Gerçek.
Bir başka olay daha, bu da çok acı. Denizli’deyim, akşam basın danışmanı arkadaşım bir video gösterdi, bağlanan iki askerimiz canlı canlı yakılıyordu. O video seyredilir mi? Kim yapıyor bunları, neden önlem alınmıyor? Acı üstüne acı. Bakın bunlar benim yüreğimi gerçekten dağlayan ve asla hafızamdan silemediğim olaylar. Siz sosyal medyayı yavaşlatarak bu tür olayları toplumun gözünden kaçıramazsınız. Yazıktır, günahtır yani.
Armağan ÇAĞLAYAN- Şimdi bu kadar gergin siyasette Kemal Bey zaman zaman da parti başkanları olarak karşılaşıyorsunuz ya, ne hissediyorsunuz o zaman? Eyvah üstüme geliyor, elimi sıkacak, kafamı mı çevireyim, ne yapayım? Oralar mesela benim en merakla beklediğim anlar. Şimdi ne olacak? Ne hissediyor insan orada? Çünkü daha iki gün önce mesela atıyorum siz onun hakkında bir şey söylemişsiniz ya da o size hakaret etmiş ve karşı karşıya geliyorsunuz. Zor bir şey buna dayanmak.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yo zor değil. Siz hakaret etmezseniz zor değil. Yani benim açımdan zor değil. Çünkü ben herkese rakibim de olsa saygı duyarım, hele siyasette saygı duymak da zaten işin kuralı gereği. Ama rakibiniz size hakaret etmişse, onun sizin yüzünüze bakma konusunda zorlukları yaşadığını ben tahmin ediyorum.
Armağan ÇAĞLAYAN- Ama siz gayet uygar el sıkışıyorsunuz yani?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Elbette. Çünkü eğer siyaseti toplumun çıkarı için yapıyorsanız, sizin veremeyeceğiniz hesabınız yoksa siz rahatlıkla herkesle diyaloğa geçebilir, diyalog kurabilirsiniz. Ama birisi, bir devlet başkanı çıkıp da “bak senin malvarlığını araştırırım ha dikkatli ol” deyip de eğer o sesini çıkarmıyorsa ve o kişi aynı zamanda ülkeyi yönetiyorsa o ülkede sorunlar bitmez. Çünkü o ülkenin lideri yani yöneten kişisi bir anlamda teslim alınmış kişi demektir. Sorun odur. Her şeyden önce insan olduğumuzu unutmamak gerekiyor. İki; siyaseti toplum için yapıyoruz, kendimiz için yapmıyoruz siyaseti. Çünkü siyaseti ben topluma adanmışlık olarak görüyorum, öyle değerlendiriyorum, öyle bakıyorum zaten siyasete. Toplumun oturup düşünmesi lazım. Bakın, bugün siyasette en ihtiyaç duyduğumuz sözcük belki düşünmedir. Geniş kitlelerin de oturup düşünmesi lazım neden bu ülke bu halde diye ve onların da sorgulaması lazım. Akıl dediğimiz, tanrının bize bahşettiği akıl dediğimiz zenginliğin değerini bilmek zorundayız. Hayatı sorgulamak zorundayız. Neden 21. yüzyılın Türkiye’sinde yüzbinlerce çocuk yatağa aç giriyor, neden? Neden 21. yüzyılın Türkiye’sinde kadın – erkek eşitliği yok? Neden 21. yüzyılın Türkiye’sinde hala kamplaşma, hala etnik kimliğini sorguluyoruz? Komşumuzun etnik kimliğini, yaşam tarzını veya inancını sorguluyoruz? Onu insan olarak bize göstermek istemiyorlar. Oysa o da bir insan. Onun da doğduğu koşullar itibariyle bir kültürü vardır, inancı vardır, yaşam tarzı vardır. Yani siz anne babanızı seçme özgürlüğüne sahip misiniz? Sahip değilseniz, benim sizin etnik kimliğinizi sorgulama hakkım var mı? Sizin elinizde olmayan bir şeyi ben nasıl sorgulayacağım? Çünkü egemen güçler Türkiye’nin ayrışmasını istiyorlar, Türkiye’nin bölünmesini istiyorlar, Türkiye’de kavga istiyorlar. Biz de tam tersini yapıyoruz. Hangi kimlikten olursan ol, bayrakla sorunun yoksa, vatanla sorunun yoksa gel kardeşim, bir mesele yok, hep beraber kendi ülkemizin sorunlarını çözelim diyoruz.
Armağan ÇAĞLAYAN- Bu kadar yılda başınıza gelenlerden ya da sizi eleştiren insanlardan affetmem dediğiniz kimse var mı Kemal Bey asla affetmem dediğiniz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yo hayır. Şöyle affediyorum yalnız, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğine benim istediğim kadar burs veriyorlarsa onları affediyorum, davaları da geri çekiyorum. Diyorum ki, iki tane fakir çocuğa en azından burs vereceksin, o çocukların okumasına katkı vereceksin, ben de davamı geri çekiyorum. Dolayısıyla yolumuza devam ediyoruz, o da belki büyük bir ihtimalle kendi dünyasında kendi vicdanını sorgulayacaktır. Ben bu adama hakaret ettim, bu adam bana iki fakir çocuğun okuması için burs ver dedi oraya, oturup onu sorgulaması lazım. Ben bunu sorgula demiyorum ona, ama onun herhalde oturup sorgulaması lazım.
Armağan ÇAĞLAYAN- Ne bekliyorsunuz gelecekten?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Gelecekten mi? Çok şey bekliyorum. Güzel bir Türkiye, dinamik bir Türkiye, çok büyük bir zenginliğimiz var ama siyaset bunun farkında değil. Zenginliğimiz gençlerimiz. Nüfusumuzun yarıdan fazlası genç, taşı sıksa suyunu çıkaracak. 2035’ten sonra Türkiye yaşlı nüfusa doğru gidiyor. Dolayısıyla bu zenginliği Türkiye’nin büyümesi ve kalkınması için kullanmamız gerekiyor. Siyaset kurumunun bu zenginliği değerlendirmesi gerekiyor. Ama yönetenler maalesef bu yeteneğe sahip değil.
Armağan ÇAĞLAYAN- Bu siyaset bizim özel hayatımızdan çıkacak mı bir gün Kemal Bey? Ben bütün özel hayatın içindeki her şeyin bu kadar siyasileşmesinden çok rahatsızım mesela.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şöyle… O siyaseti nasıl tanımladığınıza bağlı. Siyaset aslında herkesin hayatının bir parçası. Yani evimi nasıl geçindireceğim diye düşündüğünüz andan itibaren geleceğe yönelik bir hedef belirliyorsunuz, bu siyasettir aslında. Yani kimden borç alacağım, ne kadar alacağım, kimden alışveriş yapıyım vs. Ülke genelinde de düşününce ithalatı nasıl yapacağım, ihracatı nasıl yapacağım, okula çocukları nasıl göndereceğim, nasıl eğitim vereceğim, bütün bunların hepsi… Çocuklara analitik düşünme yetisini kazandırabilirsek yani hangi çocuk ne kadar çok soru soruyorsa o çocuğun o kadar zeki olduğunu kavrayabilirsek toplum olarak her şeyi düzeltiriz. Çünkü bu işin manivelası eğitim. Mustafa Kemal Türkiye’yi kurduğunda, inşa ettiğinde önce Millet Mekteplerini kuruyor, çünkü nüfusun erkeklerde yüzde 8, kadınlarda binde 8 okuma yazma oranı var. Hani bizim uçuk aydınlarımız var, “vay efendim demokrasiye çok geç geçtik biz, çok erken geçebilirdik demokrasiye” diye söylerler. Hakkari’de seçim sandığı kurulsaydı 1920’lerde, 25’lerde, 30’larda; Hakkari’de sandık başına görevlendireceğiniz okuma yazma bilen adam var mıydı? Hadi buldunuz bir kişi, o sandığı Ankara’ya bir ayda getirirdiniz. Bu gerçeklerden uzak, bugünün koşullarıyla geçmişi sorguluyoruz, buradan da aslında Türkiye’nin kurtulması lazım. Yani yapacak aslında çok şeylerimiz var ama hepsini yapacağız, asla umutsuz değilim, hepsini yapacağız Armağan Bey.
Armağan ÇAĞLAYAN- Geldiğiniz için çok teşekkür ederim.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Sağ olun.
Armağan ÇAĞLAYAN- Çok keyifli bir sohbetti. Hele böyle Ana Muhalefet Partisi Başkanının böyle insani yönlerini dinlemek daha keyifliydi. Çok teşekkür ederim geldiğiniz için.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Sağ olun, teşekkür ederim bende.