17.09.2015

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, CNNTÜRK’TE KATILDIĞI “TARAFSIZ BÖLGE” PROGRAMINDA GAZETECİLER AHMET HAKAN, HANDE FIRAT, SERPİL ÇEVİKCAN, DENİZ ZEYREK VE ERDEM GÜL’ÜN GÜNDEME İLİŞKİN SORULARINI YANITLADI - TÜRKİYE, CUMHURİYET TARİHİNİN EN DERİN KRİZİ İÇİNDE (3. BÖLÜM/16 EYLÜL 2015)

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, CNN TÜRK’te Tarafsız Bölge’nin konuğu oldu. Ahmet Hakan ve gazeteci konukları Hande Fırat, Serpil Çevikcan, Deniz Zeyrek, Erdem Gül’ün sorularını yanıtlayan CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, “Türkiye, cumhuriyet tarihinin en derin krizi içinde. Baktığınız zaman bütün alanlarda derin kriz yaşayan bir Türkiye Cumhuriyeti var karşımızda her alanda. Susturulmak istenen bir toplum var. Baskı kurulmak istenen bir toplum var. Korkudan sesini çıkaramayan sivil toplum örgütleri var” dedi. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun gündeme ilişkin değerlendirmeleri özetle şöyle:

YENİ BİR TERÖR TANIMI ÇIKTI ORTAYA: Belki medyayı ya da bazı yazarları terörist diye suçlayınca dönüp onlara şu soruyu sormak lazım. Terör ne? Yani o zaman dağda eline silah alıp polisi, askeri öldürene veya sivili öldürene biz ne diyeceğiz? Yeni bir terör tanımımı çıktı ortaya? Gazeteci yazıyor. Gerçi o kültür onlarda var. Neden var diyorum? Çünkü daha öncede diyorlardı kitap bombadan daha tehlikelidir diye. Yani düşüncenin, düşünce ürünü olan bir kitabın, bir şiirin, bir fotoğrafın, bir resmin, bir filmin bazen bombadan daha tehlikeli olduğunu gayet rahat açıklayabiliyorlar. Ama şu var. Medya üzerindeki baskıları birden fazla başlık altında incelemek lazım. Bunlardan birincisi devlet bankalarının ve AKP’nin kontrolünde olan kamu kuruluşlarının belli medya organlarına ilan vermemesi, reklam vermemesi. Örneğin Türkcell eskiden bütün gazetelere ilan verirdi ama Türkcell AKP’nin kontrolüne geçtikten sonra sadece havuz medyasına reklam veriyor ve oluk gibi paralar akıyor. Ziraat Bankasının, Vakıflar Bankasının, Halk Bankasının reklamları da aynı şekilde bu medyaya akıyor. Dolayısıyla merkez medya veya diğer medya, diyelim ana akım medya dahil. Bunlar bir anlamda hükümetin dolaylı baskısı altında finans baskısı. Diyorlar ki, sizi cezalandırıyoruz, size para aktarmayacağız. Bunu söylüyorlar.

ÜÇÜNCÜ AŞAMAYA GEÇİLDİ: İkinci baskı siyasal. Telefonla, konuşmalarla, miting meydanlarındaki suçlamalarla yazarı ve çizeri zorunlu olarak kendisi için otokontrol yapabileceği bir atmosferi yaratmak istiyorlar. Gazeteci yazarken acaba birisini kızdıracak mıyım, diye bir özel telaş içine giriyor. Bunu yaratmak istiyorlar. Bunda da başarılı olamadılar. Yani oldular da arzu ettikleri süreci yakalayamadılar veya arzu ettikleri noktaya getiremediler. Şimdi üçüncü aşamaya geçtik. Bir gazeteyi susturacağız. O zaman ne yapalım? İşte havuz medyasına talimat verelim o gazeteyi, gazetenin patronunu işte terörist olarak ilan edelim, fotoğraflarını yayınlayalım. Terörist, terörist, terörist. İşte 40 sefer dersek buna herkes inanır, diye bir algı. Şimdi bunu da yapmaya başladılar. Böylece gerçekten ilk iki aşamada amaçlarına ulaşamadıkları yöntemi bir üçüncü yöntemle elde etmeye çalışıyorlar.

O SAVCI HUKUK FAKÜLTESİNDEN Mİ MEZUN: (Ahmet Hakan-O yöntem biraz tuttu gibi. Çünkü savcıda oturdu bu konuyu ciddiye alıp soruşturma açtı.) Şimdi şunu rahat söyleyebilirim. Eminim bakın bunu çok inanarak söylüyorum. O savcıya savcı demek bile tartışmalı. Savcı denmez. O savcı acaba hukuk fakültesinden mi mezun onda da endişem var. 4 yıl mı okudu hukuku, ondan da endişem var. Şimdi özel olarak da Hürriyet’in mercek altına alındığını görüyoruz. Çünkü Hürriyet’in şöyle bir özelliği var gerçekçi olalım. Hürriyet siyasal görüşü ne olursa olsun herkesin okuduğu gazete. Böyle bir özelliği var Hürriyet’in. Yani herhangi bir gazeteyi diyelim ki bir vatandaş elinde okurken o gazetenin kimliğinden yola çıkarak onun siyasal eğilimlerini şu veya bu şekilde öğrenebilirsiniz. Ama Hürriyet’i okuyan birisi için böyle bir yargıda bulunma şansımız yok. Yani herkes okuyabiliyor. Hürriyet üzerine bu kadar baskının nedeni de o. Yani kendi tabanı da okuyor gazeteyi. Dolayısıyla gazeteyi havuz medyasının gazetesindeki sürecin ya da o paralelde bir yayın organı haline getirmek istiyor. Şimdi savcının o iddiaları, yani o pespaye iddiaları yani bir anlamda ciddi kabul edip soruşturma açması gerçekten demokrasi adına da, hukuk adına da, hukukun üstünlüğü adına da, adalet adına da, savcılar adına da gerçekten felaket bir tablo. Asla doğru değil. Yani O’na ‘Savcı’ diyoruz ama yani kusura bakmasın savcı dediğimiz için. Savcı değil yani, gerçekten savcı değil. Savcının görevi nedir? Cumhuriyeti korumak, cumhuriyetin ilkelerini korumak, hukukun üstünlüğünü korumak, anayasal düzeni savunmak, anayasal düzeni korumak. Ne diyor anayasa? Basın hürdür sansür edilemez. Bu kadar açık, bu kadar net. Hadi bıraktık onları evrensel kurallar var. Medya üzerine baskı kurduğunuz andan itibaren yarın bakın o savcı herhangi bir haksızlıkla karşı karşıya geldiğinde onun hakkını da savunacak olan, onun haberini de yapacak olan yine medyadır.

CUMHURİYET TARİHİNİN EN DERİN KRİZİ İÇİNDE:
Ortada yargı kalmadı, hukuk kalmadı. Ben size şunu söyleyeyim. Şuanda Türkiye, cumhuriyet tarihinin en derin krizi içinde. Şimdi sadece ekonomik kriz yok. Geçmişte bir terör vardı. Şimdi sadece terör yok. Geçmişte dış politikada şu veya bu şekilde söylemler olurdu da işte eleştiri konusu olurdu. Şimdi dış politika, iç politika malzemesi haline getirildi ve Türkiye dünyadan soyutlandı. Baktığınız zaman bütün alanlarda derin kriz yaşayan bir Türkiye Cumhuriyeti var karşımızda her alanda. Susturulmak istenen bir toplum var. Baskı kurulmak istenen bir toplum var. Korkudan sesini çıkaramayan sivil toplum örgütleri var. Dışarıya çıkıp da bir şey söylediği zaman gözaltına alınıp tutuklanan var. Nokta dergisindeki kapağındaki fotoğraf nedeniyle sansür uyguluyorsunuz yetmiyor, dergiyi toplatıyorsunuz, yetmiyor terörist ilan ediyorsunuz. O kapaktaki fotoğraf bütün kahvelerde bilinen bir fotoğraftır. Bakın, bütün kahvelerde bilinen bir fotoğraftır. Bugün terörün sebebi kim onu herkes çok iyi biliyor. Sarayda oturan zatın ülkeyi nasıl kaosa soktuğunu nereye giderseniz gidin bakın, ister Hakkari’ye, ister Tekirdağ’a, ister Trabzon’a gidin ister Kahramanmaraş’a herkes biliyor. O fotoğraf aslında toplumun belleğinde olan, toplumun bildiği ilginç bir şekilde fotoğraflanan bir kapak.

NE OLDU DA ŞEHİTLER GELMEYE BAŞLADI:
Şu soruyu bütün vatandaşlarım kendilerine sorsunlar. 7 Haziran’dan sonra ne oldu da şehitler gelmeye başladı? Ne oldu da? Birdenbire Türkiye kendisini terörün göbeğinde buldu. Ne oldu? Ben bu seçimi beğenmiyorum. Benim istediğim sonuçlar çıkmadı, 400 milletvekili istemiştim bu da gelmedi bana. O zaman biz tekrar seçim yapacağız. Ne zamana kadar? Ta ki, bana 400 milletvekili verinceye kadar. Nasıl yapacaksın? Toplumu kaosa sürükleyeceğim, korku salacağım, bak diyeceğim verseydin bunlar olmazdı. Söylüyor zaten kendisi de. PKK’yı besleyen, azdıran 13 yıllık iktidardır. Bunu ben söylemiyorum kendileri söylüyorlar. ‘Çözüm sürecinde PKK silah depoladı’ diyor. Gayet açık. Bakın, bir hukuk devletinde bir terör örgütü eğer Türkiye’de silah depolamaya kalkar ve siz de ‘Aman çözüme bir şey olmasın’ diye ona göz yumarsanız bugün toplumu nasıl ateşin içine attıysanız o zamanda atmış olursunuz. O tablo, o görmemezlik bugün toplumu bu noktaya taşıdı. Şu soruyu soralım kendimize. Vatandaşa da soralım. PKK terör örgütüyle bunlar ne görüştüler, ne konuştular? PKK terör örgütü durdu durdu da 7 Haziran’dan sonra harekete geçti? Seçimlerden öncede olabilirdi. Ne oldu da 7 Haziran’dan sonra oldu? Hangi gerekçeyle oldu? Neden söylemler örtüşüyor? Bunları oturup hepimizin sorgulaması lazım, bakması lazım.

YOKSUL AİLELERİN ÇOCUKLARI ŞEHİT OLUYOR:
Şu anda Türkiye ateşin için atılmış vaziyette. Bedelini kim ödüyor? Onlar bedel ödemiyorlar. Bedelini bu ülkenin yoksul insanları ödüyor. Ahmet bey, bütün şehit cenazelerine Ankara’da olduğu zaman katılıyorum. Emin olun cenazeyle protokol arasında aile var. Şehit aileleri ve yakınları var. Yani o tabloyu gördüğünüzde içiniz cız ediyor. Her seferinde görüyorsunuz. Yoksul aileler bunlar. Gerçekten yoksul, gariban Anadolu ailesi. Görüyoruz yani bunu. Ben öyle varlıklı birisinin gidip de şehit olduğuna falan hiç tanıkta olmadım. Görmedim de. Yoksul Anadolu çocukları. Şimdi bu tablo var, bedeli bunlar ödüyorlar. Şimdi bunlarda ağır ağır diyorlar neden biz ölüyoruz. Yani soru sormak eğer bizim hakkımızsa, yani bir kişinin de yani o acıları yaşayan birisinin de en azından soru sorma hakkı var. Acıyı o yaşıyor, o soru sormak istiyor siz onu da suçluyorsunuz, cezalandırmak istiyorsunuz, mahkemeye vermek istiyorsunuz. Olacak şey değil.

ASKERİMİZ FAKİRDENDİR:
Sabahat Akkiraz’ın Yemen’le ilgili söylediği güzel bir türkü var, Yemen Türküsü. ‘Zenginimiz bedel öder, askerimiz fakirdendir’ diye. Şimdi bakın, yıllarca önce söylenen bir gerçek 21.yüzyılın Türkiye’sinde yaşanan bir gerçek. Evet, zenginimiz bedel öder askerimiz fakirdendir. Onlar da canlarıyla bedel öderler. Türkiye bunu hak etmiyor. Bunun değişmesi lazım. Sorumluluk kime ait? Bu tablonun sorumluluğu kime ait? Herhalde yönetenlere ait. Biliyorum birileri diyecek ki, muhalefeti nereden suçlayalım acaba? Siz neden bunları konuşuyorsunuz diye bizi suçlayacaklar. İyi de yani biz bunları söylemeyip de neyi söyleyeceğiz? Çok iyi mi yönettiler diyeceğiz, çok iyi mi yaptılar diyeceğiz.… Benim oğlum bedelliden yararlanmadı. Böylece o vatandaşın sorusu da cevaplanmış oldu. Evet, benim oğlum askere gidecek, bedelliden de yararlanmadı. Bedelliyi ödeyecek paramız var çok şükür. Ama oğlum bedelliden yararlanmadı.

TERÖRE KARŞI TOPLUM OLARAK ORTAK MÜCADELE:
PKK’yı öteden beri bir terör örgütü olarak gördük, lanetledik. PKK bir terör örgütüdür, masum insanları da öldürdü, başka insanları da öldürdü. Terörü çıkar yolu olarak benimsedi. Terörle toplumda yılgınlık yaratmaya çalıştı. Bıkkınlık yaratmaya çalıştı. Eğer teröre karşı bu toplum ortak mücadele verirse PKK’nın yapacağı hiçbir şey yok. Bakın, 30 – 32 yıldır PKK bir iç çatışmanın bütün koşullarını zorladı. Ama bunu beceremedi. İnsanlar kenetlendiler. Dediler ki, biz asla ve asla bir çatışmaya girmeyeceğiz. Ama şimdi Türkiye bu noktaya taşınmaya başlandı.

AYRINTILARI AÇIKLAYAMIYORLAR: İktidarda olsaydık daha önce yapılan görüşmeleri bir getirir masaya koyardık. Neler vaat ettiler bunlar, neler konuştular. Verdikleri sözler var mı? O sözleri yerine getirmedikleri için mi bu olaylar başladı? Başka bir neden mi var? Önce bunu bir öğrenirdik. Oslo tutanaklarından başlayarak bütün o görüşmelerin ayrıntılarını öğrenirdik, bakardık. (Siz her şeyin saklandığını mı düşünüyorsunuz?) Yüzde 90 oranında saklanmıştır. Ve şu kanaat var ben onu da açık yüreklilikle ifade edeyim. Topluma hesabını veremeyecekleri angajmanlara girdiler ki ayrıntıları açıklayamıyorlar. O angajmanlara girilmeseydi belki de bu tür bir olay ya da böyle bir süreç bu noktaya taşınmazdı. Açıkça söylüyor PKK ‘Söz verdiniz yapmadınız’ diyorlar. Peki ne söz verdiniz siz? Hükümet olanlara sormamız lazım siz PKK’ya ne söz verdiniz? Hangi sözleri verdiniz? Ki siz yerine getirmediniz, diye sizi eleştiriyorlar. Dolmabahçe mutabakatı da var. Orada ayrıntılarda var. Ama oradaki cümleler okunduğunda kahvedeki vatandaşın olayın arkasını, yani arka planını görmesi mümkün değil. O mutabakattan sonra Sayın Cumhurbaşkanı neden birdenbire bunlar olmaz dedi. Oysa açıkladılar dediler ki, Sayın Cumhurbaşkanı oturma düzenimize kadar her şeye müdahale etti. Şöyle oturacaksınız, sizler şurada, sizler şurada. Şimdi tam tersi bir tablo var. Bu gerçeklerin hiçbirisi bilinmiyor. Biz önce bunları öğrenecektik.

KİM ELİNE SİLAH ALDIYSA KUSURA BAKMASIN:
Terörle, sorunun çözümünü ayırmamız lazım. Teröre asla izin vermemek lazım. Orada net çizgimizi koyacağız. Kim eline silah aldıysa kusura bakmasın. Yani biz AKP’nin yaptığı gibi yapmayız. Doğru da bulmayız onu. Bu işin çözümü Kürt vatandaşlar var mı? Var. Onların temsilcileri var mı? Var. Oturursunuz konuşursunuz. Ne istiyorlar?(HDP’yi mi kastediyorsunuz efendim temsilcileri derken daha çok?) HDP’de var. Bakın Diyarbakır’da çok geniş bir sivil toplum örgütü yapılanması var. Ben oraya birkaç kez gittim, oturduk onlarla konuştuk, sorular sordular biz cevap verdik. Geçen gün gene o sivil toplum örgütlerinin aşağı yukarı tamamı PKK’nın terörü durdurması konusunda çağrı yaptı. Yani sizin muhatap alacağınız, konuşabileceğiniz bir yapı var zaten. Fakat bunlar o yapıyı değil, PKK’yı muhatap aldılar ve ona söz verdiler. Şu anda en büyük sıkıntıyı bölgedeki Kürtler çekiyor. PKK’nın kesinlikle olayları durdurması lazım. Fatura kime çıkıyor? Oradaki masum halka çıkıyor fatura.

ANKARA’DA SOKAĞA ÇIKMA YASAĞI İLAN EDİLSE: Eğer siz 7 gün bir ilçede sokağa çıkma yasağı ilan ediyorsanız. 9 gün sokağa çıkma yasağı ilan ediyorsanız orada yaşlısı da, çocuğu da herkes sokağa çıkamıyor. Yani bir gün değil, iki gün değil. Şimdi bırakalım olayı İstanbul’u, Ankara’yı, İzmir’i düşünelim. Yani burayı düşünelim, Ankara’yı düşünelim. Ankara’da 9 gün sokağa çıkma yasağı ilan edildi hepimiz şimdi evlerimizdeyiz. İsyan etmez miyiz? Ne oldu, diye de sormaz mıyız? (Ahmet HAKAN- 3 saate isyan ederiz biz.) Tabi 3 saate yani. 9 gün yani dile kolay. Şimdi yaşamayınca insanlar yeteri kadar fark edemiyorlar. Ama her vatandaşım bir düşünsün 9 gün süreyle sokağa çıkma yasağı getirildi. Fırınlar kapalı. Ne olacak? Ve arkasından şu soruyu sorsun. Kim yönetiyordu Türkiye’yi bu hale gelirken. Adım adım buraya geldi Türkiye. Aşama aşama buraya geldi Türkiye. PKK’yı suçluyoruz. Elbette suçlayacağız. Yani sadece PKK değil tabi. Kim terörden besleniyorsa, terörü bir çıkış noktası görüyorsa, terörle düşüncesini veya beklentilerini topluma zorla kabul ettirmeye çalışıyorsa onların tamamını lanetleriz orada bir sorunumuz yok zaten.

HDP’Yİ GAYRİMEŞRU İLAN ETMEK DOĞRU DEĞİL: HDP’yi gayrimeşru organ ilan etmek doğru değil. Yasalara göre kurulmuş bir parti. Parlamentoda temsilcisi var, halkın oylarıyla gelmiş. Yani başka bir oyla gelmemiş, başka ülkenin insanlarının verdiği oyla da gelmemiş. Dolayısıyla meşru bir organ kabul etmemiz lazım. Kabul etmezsek zaten demokrasiyi kabul etmemiş oluruz. 6 milyon vatandaş gitmiş oy vermiş. HDP’yi eleştirebiliriz o ayrı bir şey. Düşüncelerini beğenmeyebiliriz o da ayrı bir şey. Ama yasalara göre kurulmuş, yasalara göre seçime girmiş, vatandaştan oy alıp parlamentoya 80 milletvekili getirmiş bir siyasal partiyi gayrimeşru ilan etmek veya yok saymak doğru değil. Ancak, bu süreçte iyi sınav verdiğini düşünmüyorum. Daha öncede söyledim HDP PKK’yla arasına çok açık, net ‘fakatsız, amasız, lakinsiz’ bir mesafe koymak zorunda.

MUHATABINIZ MEŞRU BİR ORGAN OLACAK:
Bu sorunun çözümü için akılcı politikaların üretilmesi zorunlu. Bu sorunun çözülmesi için önce sorunu çözecek kişinin ya da partinin ya da organın dürüst ve samimi olması lazım. Yani karşı tarafı aldatan bir politika, bir algı yaratmaması lazım. Ben bu sorunu çözeceğim arkadaş diye oturması lazım. İki; gizli kişisel bir ajandasının olmaması lazım. Beyefendinin gizli kişisel ajandaları vardı. Üç; topluma hesabını veremeyeceğiniz angajmanlara kesinlikle girmeyeceksiniz. Dört; bunu parlamentoda çözeceksiniz. Muhatabınız meşru bir organ olacak. Meşru organ var…Biz HDP’yi muhatap alırız. Hadi diyelim ki, HDP hiç meclise giremedi. Diyarbakır’da sivil toplum örgütleri var onları dikkate alırız.

BU SORUNU ANCAK CHP ÇÖZER:
30-35 yıllık bir sorundur bu. Çözülemedi. Bu sorunu CHP dışında hiçbir siyasi parti çözemez. Gayet açık, özgüveni yüksek olan birisi olarak söylüyorum. Bu sorunu ancak CHP çözer. Çünkü biz akılla çözeriz bu sorunu, ortak akılla çözeriz biz bu sorunu. Biz bu sorunu çözmek için İngiltere olayı nasıl çözdü diye biz oraya milletvekili gönderdik. Boşuna mı gönderdik? Gidin bakın bakalım nasıl çözdüler bunlar bu olayı. Güney Amerika’ya biz milletvekili gönderdik, gidin bakın bakalım bu sorunu nasıl çözdüler diye. Onlar yapamadılar. Çünkü onların sorunu çözmek gibi bir niyetleri yoktu. Onlar Kürtlerin oyunu sürekli nasıl alabilirim. Bütün hesapları bunu üzerineydi. Sorunu eğer siz, oy almak üzerine inşa ediyorsanız, zaten bu sorunu çözemezsiniz. Onun için diyorum, bu sorunu ancak ve ancak CHP çözer. İnanarak söylüyorum….Bizim düşündüğümüz modelde parlamentoda bir uzlaşma komisyonu kurulacak. Bunun kanun teklifini de verdik. Her siyasal partiden eşit sayıda milletvekili bu komisyonda görev alacak sorun nasıl çözülür diye. Tek konusu da bu olacak. Bunun paralelinde biz parlamento dışında bir ortak akıl yani bir akiller heyeti oluşturacağız, oluşturacaktık. Yine siyasal partilerin belirlediği kişiler olacaktı bunlar… Akil adamlar, diyelim ki AKP’nin öngördüğü 3 kişi, CHP’nin öngördüğü 3 kişi, MHP’nin öngördüğü 3 kişi, HDP’nin öngördüğü 3 kişi. Bunlar gidecekler, herkesle konuşabilecekler. İmralı’ya da gidip görüşebilecek. Ama bunlar akil adamlar, parlamentonun dışında. Resmi bir görevleri yok bunların. Ama bunlar toplumun her kesimiyle, Diyarbakır’a da gidecekler, Elazığ’a da gidecekler, İzmir’e de gidecekler, halkın nabzını tutacaklar. Sorun nasıl çözülebilir, beklentiler nedir, kimin, hangi çevrenin beklentisini getirecekler ve biz oturup tartışacağız. Neler kabul edilebilir, neler kabul edilemez. Orada oturup tartışılacak. Gerekirse halkın oyuna başvurulacak. Niye olmasın bunlar? Böyle çözmek istiyorduk… Bir başka gerçek, PKK Türkiye’yi terk edip, Kandil’e çekilse dahi, silah bırakmaz. Ortadoğu’nun atmosferi buna izin vermez. Bu gerçeği de hepimizin görmesi lazım. Neden? IŞİD’le çarpışıyorlar.

BU ÜLKE HEPİMİZİN ÜLKESİ:
PKK 30-32 yıldır bu tür bir çatışmanın zeminini hazırlamak istiyordu. Ama buna rağmen böyle bir çatışma ortamı hiç yaşamadık. Son olaylarda maalesef bazı illerde Kürt vatandaşlarımızın iş yerlerinin yakılması, yıkılması, talan edilmesi asla ve asla doğru değil. Bütün vatandaşlarıma çağrı yaptım, yine yapıyorum, yine yeniliyorum aynı çağrımı. Bu ülke hepimizin ülkesidir. Hepimize yeter. Çatışmadan, kavga etmeden, düşüncelerimizin özgürce dile getirildiği ama varsa kimlikten kaynaklanan sorunlar, o sorunların giderilmesi içinde demokratik yollardan en azından düşüncelerimizi aktarabileceğimiz, birlikte konuşabileceğimiz, güzel Türkiye’yi kana boğmamalıyız, gözyaşına boğmamalıyız. Çatışma kültürünü asla beslememeliyiz. Bu tür olaylara, Ahmet Bey, kesinlikle provokatörler yol veriyorlar, yol gösteriyorlar. Alıyor eline bir bayrak, şuraya gidelim, şuraya saldıralım. Ben olaydan sonra Kırşehir’e 2 milletvekili arkadaşımı gönderdim. Gidin, bakın, nedir olaylar diye. (Ahmet HAKAN- O zaman şöyle diyelim. Elinde bayrak, şurayı yıkalım diyen birisi varsa o PKK’lıdan daha tehlikeli adamdır.) Zaten o PKK’lıdır. Emin olun, zaten o PKK’lıdır. Çünkü PKK’nın amacına hizmet ediyor zaten o. PKK neyi istiyor, Kürt- Türk düşmanlığı istiyor, kavgası istiyor. Bakın Kandil’den çağrı yaptılar, Batı’da ki Kürtler Doğu’ya gelsin diye. Niye Doğu’ya gitsinler? Burası Türkiye değil mi? Orası Türkiye değil mi? Hakkâri’de bizim, Kırşehir’de bizim, Ankara’da bizim, İstanbul’da bizim. Biz kendi ülkemizde huzur içinde, barış içinde yaşamak istiyoruz. Biz bunu yapabiliriz, bunu becerebiliriz. Ama dolduruşa gelmemeliyiz kesinlikle. Bu konuda çok ama çok duyarlı olmalıyız.