12.05.2018

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, CHP YURTDIŞI BİRLİKLERİ TOPLANTISINDA KONUŞTU (12 MAYIS 2018)

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, CHP YURTDIŞI BİRLİKLERİ TOPLANTISINDA KONUŞTU (12 MAYIS 2018)

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu:

-“Türkiye’nin kaynaklarını tefecilere tahsis eden Recep Tayyip Erdoğan’a çok açık ve çok net, çok namuslu bir soru soruyorum, faiz konusunda seni kim oyuna getirdi, çık anlat. Düne kadar sesi çıkmıyordu, ne zamanki Türkiye’de milletin sırtına yıktıkları faizi anlattım, şimdi faizden şikayet ediyor”

-“Bir partinin Genel Başkanı tarafsız olamaz, bir partinin Genel Başkanı tarafsız olamadığı için namuslu adamsa namusu ve şerefi üzerine yemin edemez. Bizim Cumhurbaşkanı adayımız 80 milyonu kucaklayacak. A Partisi, B Partisi, C Partisi ayrımı yapmayacak. Bizim Cumhurbaşkanı adayımız bir partinin Genel Başkanı olarak Anayasa Mahkemesine hakim tayin etmeyecek. Bizim Cumhurbaşkanı adayımız hakimleri yanına alıp gelin hep beraber çay toplamaya gidelim demeyecek, tarafsız olacak”

-“Demokrasinin önündeki bütün duvarları yıkmaya kararlıyız, azimliyiz, sonuna kadar gideceğiz, bedeli ne olursa olsun bu ülkeye demokrasi ya gelecek, ya gelecek”

Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun, İstanbul Maltepe Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde düzenlenen CHP Yurtdışı Birlikleri Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:


Efendim güzel bir gündeyiz, keyifli bir toplantı yapacağız, az önce Parti Sözcümüz konuştu. Bir yol ayrımındayız, Genel Başkan olarak bana düşen görevleri olabildiğince yerine getirmeye çalışıyorum. Ama bir siyasetçi olarak benim görevim ne kadar ağırsa ve ben bunun ne kadar bilincindeysem her bir vatandaşımın da sorumluluğu var. Kime karşı? Ülkesine karşı, vatanına karşı, bayrağına karşı, çocuklarına karşı ve aydınlık Türkiye için hep birlikte mücadele edeceğiz ve bu mücadeleyi elbirliğiyle sürdüreceğiz.

Sorumluluk var doğru, benim de var, sizin de var. Siz sorumluluklarınızı nasıl yerine getireceksiniz kısaca bunun üzerinde durmak istiyorum. Toplumu aydınlatarak, kavga etmeden, bilginizi paylaşarak, insanları güzel bir Türkiye’yi nasıl inşa edebiliriz bu yönde aydınlatarak. Kişisel bir hırsımızın olmadığını, kişisel bir beklentimizin olmadığını, bütün beklentimizin geleceğimizin aydınlık bir Türkiye olması gerektiğini anlatarak. Eğer bunları yaparsak hiçbir sorunumuz yok. Kadınıyla – erkeğiyle, yaşlısıyla – genciyle hepimize düşen görev bu ve bu görevi yapacağız. Bu görevi yaptığımız zaman vatandaşlık görevimizi yapmışız diye rahat gidip evimizde oturacağız. Çünkü bu görevi hepimiz yaparsak 25 Haziran sabahı aydınlık bir Türkiye’ye, güzel bir Türkiye’ye hep beraber uyanacağız. Bundan benim en ufak bir endişem yok. Nedeni de şu, düne kadar diyorlardı ki biz oyun kurucuyuz, biz her türlü politikayı belirliyoruz. Şimdi ürettikleri politikanın altında kaldılar. Aslında süreci yöneten, sağlıklı yöneten, demokrasiye doğru yöneten biziz ve öyle olacağız ve bunu gerçekleştireceğiz. Bilinçli bir politikayla yolumuza devam ettiğimiz zaman çözemeyeceğimiz hiçbir sorun yoktur. Şunu çok iyi biliyorum, Türkiye’nin sorunları var mı? Var elbette, var. Biraz sonra söyleyeceğim 5 temel sorunumuz var. Ama bu sorunları aşma iradesi sadece ve sadece bizde var. Bir daha söylüyorum, 5 temel sorunumuz var ama bu sorunları aşma iradesi, bilgisi ve kapasitesi sadece ve sadece Cumhuriyet Halk Partisinde var. Bütün dünyaya ilan ediyorum bütün dünyaya, sorunları aşma kapasitesi bizde var. Neden? Bilgiye dayalı söylemde, bizim söylemlerimiz bilgiye dayalı söyleme dayanıyor. Olayı tahlil ederiz, sorunu masaya yatırırız, bütün ayrıntıları görüşürüz ondan sonra çözüm üretiriz. Biz diğer partilerin olduğu gibi gecekondu partisi değiliz. Biz köklerini Kuvayı Milliyeden alan, ülkenin çıkarlarını savunan, kişisel beklentileri olmayan ve bu beklentileri geriye atan bir partinin mensuplarıyız. Dolayısıyla Cumhuriyet Halk Partili olmak demek bir ayrıcalıktır.  Cumhuriyet Halk Partili olmak demek vatanseverliktir. Cumhuriyet Halk Partili olmak demek haktan, hukuktan ve adaletten yana olmak demektir. Cumhuriyet Halk Partili olmak demek liyakatten yana olmak demektir. Cumhuriyet Halk Partili olmak demek kavgadan, çekişmeden, gerilimden yana değil barıştan ve huzurdan yana olmak demektir. Cumhuriyet Halk Partili olmak demek kul hakkı yememek demektir. Cumhuriyet Halk Partili olmak demek doğaya saygılı olmak demektir, ağaca da, bizim dışımızdaki bütün canlılara saygılı olmak demektir. Cumhuriyet Halk Partili olmak demek kimliği ne olursa olsun, inancı ne olursa olsun, siyaset tarzı ne olursa olsun herkese saygı duymak demektir. Cumhuriyet Halk Partili olmak demek yurtta barış dünyada barış demektir. Cumhuriyet Halk Partili olmak demek bütün komşularıyla barış içinde yaşamak demektir. Cumhuriyet Halk Partili olmak demek kadın – erkek eşitliğine inanmak demektir. Cumhuriyet Halk Partili olmak demek demokrasiye inanmak demektir. Cumhuriyet Halk Partili olmak demek yargının bağımsızlığına inanmak demektir. Cumhuriyet Halk Partili olmak demek geçmişin karanlık koridorlarında yok olmak değil, geleceği inşa etmek demektir. Cumhuriyet Halk Partili olmak demek vatan severlik demektir.

Bu duygular bizi dünyanın en köklü partilerinden birisi haline getirmiştir. Dünyada yaşayan en köklü partilerden- bunların sayısı 5’i, 6’yı geçmez- en köklü partilerden birisi Cumhuriyet Halk Partisidir. Bakın, Türk siyaset tarihinin çöplüğüne bakın, arşivine bakın pek çok siyasi parti görürsünüz. Hepsinin vadesi dolmuş ve hepsi tarihin çöp sepetinde yerini almıştır. Ama ayakta duran, yüz yıla yakındır ayakta duran, Türkiye Cumhuriyeti tarihiyle bir anlamda aynı süreci yaşayan tek parti vardır, o parti de Cumhuriyet Halk Partisidir ve biz de onun onurlu birer üyeleriyiz.

O açıdan Cumhuriyet Halk Partili olmak kolay bir olay değildir. Yolsuzluklara karşı çıkmak demektir Cumhuriyet Halk Partili olmak. Cumhuriyet Halk Partili olmak demek yönetim kademesine gelince her kuruşun hesabını vatandaşına vermek demektir. Hesap vermeyi bir ucuzluk, bir kavga nedeni olarak görmeyen, hesap vermeyi namuslu bir görev olarak bilmek demektir Cumhuriyet Halk Partili olmak. Bizim işimiz bu açıdan kolay değildir, zordur. Bize her türlü saldırı yapılır. Tarihte de örneklerini görüyoruz, bugün de örneklerini görüyoruz. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yıkamadıkları bir kale vardır o kalenin adı Cumhuriyet Halk Partisidir. Bütün güçleriyle üzerimize geliyorlar, bütün güçleriyle! Düne kadar “vesayet, vesayet, vesayet” diyorlardı, “demokrasinin üzerinde vesayet” diyorlardı, şimdi demokrasiye tahammül edemiyorlar. Hiçbir vatandaşım unutmasın 20 Temmuz darbesinden sonra Türkiye farklı bir sürecin içine evrilmiştir ve Türkiye ağır sorunlarla karşı karşıyadır.

5 temel sorunumuz var. Bunlardan birisi demokrasiGüçler ayrılığı ilkesi yoktur Türkiye’de. Bütün yetkiler bir kişiye bağlanmıştır. Yargı bağımsız karar verememektir. Gözünü saraya dikiyor acaba nasıl karar vereyim sarayın hoşuna gider mi gitmez mi? 1940’ların Almanya’sında Goebbels’in söylediği gibi, hukuk müşavirinin söylediği gibi, diyor ki, “Hitler nasıl karar verecektiyse hakim de ona uygun karar verecektir.” Geldiğimiz süreç odur, yaşadığımız tablo budur. Suçsuz insanların hapislere atıldığını çok iyi biliyoruz, gazetelerin kapatıldığını çok iyi biliyoruz, üniversite öğrencilerinin tutuklandığını biliyoruz, hapislere atıldığını biliyoruz, üniversitelerin susturulduğunu biliyoruz. Bize düşen görevin ağırlığını sadece bu sorunlar bile tek başına anlatmaya yeterlidir. Bizim üstümüzdeki yük çok ağırdır. Sanmayın ki, sadece sokaktaki vatandaş için biz bir umuduz. Biz şu anda Türkiye’de demokrasi isteyen bütün dünyanın umuduyuz. Medya özgürlüğüne bakın, medya özgürlüğü kalmadı. Yüzde 90’ından fazlasını bir kişi kontrol ediyor. Onun istediği haberler verilecek, onun istediği gibi haber yapılacak, istemediği haberler makaslanacak yayınlanmayacak. Bunları biz 12 Eylül darbe döneminde gördük, 12 Mart darbe döneminde gördük, şimdi 20 Temmuz darbe döneminde de görüyoruz. Evet daha fazlasını görüyoruz. O dönemde bile kısmen üniversiteler konuşabiliyordu, kısmen medya yazabiliyordu. Şimdi tamamını susturdular. O dönemde bile yürekli savcılar vardı, yürekli hakimler vardı. Bugün savcılar, hakimler tamamen susturulmuş vaziyette. Bu açıdan hepimizin sorumluluğu fazladır.

Peki ne yapacağız, birinci temel sorunumuz demokrasiyle ne yapacağız? 25 Haziran sabahı uyandığımızda ilk yapacağımız iş OHAL’i kaldırmak olacaktır, olağanüstü hal olmayacaktır. Bu ne demektir? Bütün dünyaya şu mesajı veriyoruz demektir, Türkiye’ye bahar geldi, Türkiye’ye demokrasi geldi, Türkiye’ye özgürlük geldi. Türkiye 25 Haziran’da yeni bir sabaha uyandı ve Türkiye’de demokrasi bizim vazgeçilmezimizdir.

Sonra ne yapacağız? Kuvvetler ayrılığını yapacağız, güçlü bir demokratik parlamenter sistem ve toplumla uzlaşarak yeni bir anayasa, güzel bir anayasa. Toplumun her kesimini kucaklayan bir anayasa. Darbe hukukundan arındırılmış bir anayasa. Kendi özgür irademizle yapacağız hiçbir ayrım yapmadan. Kimliği, inancı, yaşam tarzı, kültürü, siyasi bakışı ne olursa olsun yeni bir anayasa. Demokratik, özgürlükçü yeni bir anayasa yapacağız ve her vatandaş anayasa kitapçığını eline aldığında evet bu benim anayasamdır diyecek, bu benim güvencemdir diyecek. Ve bugün geldiğimiz noktada hiç kimsenin can ve mal güvenliği yok. Bir daha söylüyorum, hiç kimsenin can ve mal güvenliği yok. Niçin diyorum ki bir daha söylüyorum diye? Ben bunu söylediğimde kıyameti koparıyorlardı “vay sen bunu nasıl söylersin” diye. Ama geçen gün bir zat kalktı kendi manifestosunu açıkladı, “Herkesin can ve mal güvenliği olacak” diye. Ne demek bu? 16 yıldır geldiği noktada hiç kimsenin can ve mal güvenliği yok. Şimdi diyor ki, ben can ve mal güvenliğini geri getireceğim. Geçmiş olsun Recep Bey, geçmiş olsun.

Ekonomi; başlı başına bir felaketin içindeyiz. Çok ağır bir tabloyla karşı karşıyayız. Esnafa sorun, sanayiciye sorun, çiftçiye sorun, emekliye sorun “tablo nedir” diye. 16 yılın sonunda devraldıkları mirası perişan ettiler. Faizden şikayet ediyorlar, sanki bu memleketi şimdiye kadar Fransızlar yönetiyordu, ya sen yönetiyordun! Açıklama yapıyor, Allah aşkına dinleyin, daha dün açıklama yapıyor. “Faiz her kötülüğün hem anası, hem babasıdır”, günaydın, günaydın Recep Bey, gözlerinden öpüyorum senin, nihayet en sonunda bunu anladın sen. Daha güzel bir şey söylüyor, “Bizim faizi aşağı çekmemiz lazım”, bravo vallahi, demek ki faizi aşağı çekmeyi öğrenmiş, faiz aşağı çekilecek. E güzel. Devam ediyor, “Amerika’da, Japonya’da, Avrupa’da, İsrail’de böyle mi?” böyle, yani o ülkelerde faiz aşağı çekilmiş itiraf ediyor, bizdeki çok yukarı, aşağı çekmemiz lazım. Devam ediyor, “Biz faizi yüksek tutmakla övünüyoruz”, sen övünüyorsun biz övünmüyoruz, sen faizcisin, sen tefecilere teslim olmuşsun, bizim öyle bir niyetimiz yok. “Oyuna geliyoruz” diyor, yani itiraf ediyor oyuna geldik. Düne kadar “kandırıldık” diyordu şimdi de “oyuna geldik” diyor. Kim seninle oynadı, kim seni kandırdı, kim seni oyuna getirdi? Açık ve net 80 milyonun önünde Türkiye’nin kaynaklarını tefecilere tahsis eden Recep Tayyip Erdoğan’a çok açık ve çok net, çok namuslu bir soru soruyorum, faiz konusunda seni kim oyuna getirdi, çık anlat. Düne kadar sesin çıkmıyordu, ne zamanki Türkiye’de milletin sırtına yıktıkları faizi anlattım, şimdi faizden şikayet ediyor. 151 milyar dolar dışarıdaki bir avuç tefeciye faiz ödedi bu millet. İçerde ne kadar ödediler? 687 milyar lira faiz ödediler. “Faizi aşağı indirmeliyiz…” E indir kardeşim, devlet elinde, hakimi elinde, valisi emrinde, genel müdürü emrinde, efendim Merkez Bankası emrinde, BDDK emrinde, her şey senin emrinde niye indirmiyorsun, kim sana engel oldu? Tefeciler istemiyor tefeciler. Yakayı tefeciye kaptırmışsın. Bir ülkenin yöneticileri yakayı tefeciye kaptırmışsa onları oradan alaşağı etmek bizim görevimizdir artık. Bitti o kadar.

Bütün vatandaşlarıma sesleniyorum, 80 milyon vatandaşıma, bu ülkeyi 16 yılın sonunda ekonomisini tefecilere teslim edenlerden bu memlekete hayır gelmez, herkesin bilmesi lazım hayır gelmez. Faizi indirmeye gelince indirmek istemiyor. İndirmemiz lazım diyor ama indirmek istemiyor. Diyeceksiniz ki nereden çıkardın bunu? Gayet basit. Ne yaptılar? Ziraat Bankasına talimat verdiler dediler ki, millet ev alsın diye. Çünkü müteahhitlerin sorunu var daire satamıyorlar, iş yeri satamıyorlar faizi indir. Ziraat Bankası dedi ki emredersiniz, hemen indirdi mi? İndirdi. Ne olacak? Taahhüt sektörü rahat edecek. Bir de vatandaş rahat etsin, bir indir bakalım. Demek ki inebiliyormuş, talimatınla inebiliyormuş. Şimdi meclisten kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi de aldılar ayrıca. Yeni düzenlemeler yapacaklar. Yap, oraya faiz yüzde 1’dir de, faiz ödemeyeceğiz de niye demiyorsun? Gücün yetiyor, imkanın var, yetkin var, yeri gelince konuşuyorsun, bir karış da dil var. Çıkar bunu, iptal ediyorum de, kaldırıyorum de, indiriyorum de. Bunu yapamazlar.

Peki bu beladan Türkiye nasıl kurtulur? Bunun yolu, dünyada bilinen tek yolu vardır üreten Türkiye, Türkiye üretecek, her alanda üretecek. Üniversite bilgi üretecek, sanayici malı üretecek, katma değeri yüksek ürün üretilecek, ihracatımız olacak. Bütün bunları yapacaksınız. Eğer bir ülke üretmezse, rantiye sınıfına çalışırsa, tefecilere çalışırsa sonuç milyonlarca çocuğumuzun işsiz olması demektir, milyonlarca gencimizin işsiz olması demektir. Bunu kim yapabilir? Biz yapabiliriz. Neden? Bizim bilgimiz de, birikimimiz de buna yeter. Türkiye nasıl yönetilir, ekonomi nasıl yönetilir? Hiç kimse unutmasın en zor zamanlarda ekonomik kararları alan hep Cumhuriyet Halk Partililer olmuştur en zor zamanlarda. Ülkenin aydınlığa çıkması için, ülkeye refah ve huzur gelsin diye bu kararları almıştır. Bunlar yapamazlar. Bunlar geldiler bütün serveti tükettiler. Şimdi şikayet ediyorlar. İktidarda olup şikayet ediyorlarsa onlar ömürlerini doldurmuş demektir. Hem iktidardasın, hem şikayet ediyorsun. Seni oraya şikayet et diye millet seçmedi. Sen sorunları çöz diye oraya seçti seni. Şimdi sorunları çözme güçleri de yok, kapasiteleri de yok, böyle bir imkanları da yok.

Efendim bir başka sorunumuz eğitim. Bütün sorunların kaynağı aslında eğitimde yatar. İyi insanlar yetiştirirseniz, bilgili birikimli insanlar yetiştirirseniz Türkiye hızla büyür, hızla kalkınır. Bugün geldiğimiz noktada, 16 yılın sonunda geldiğimiz noktada anneler çocuklarını hangi okula gönderecekler belli değil, hangi sınava girecek çocuk belli değil. Nitelikli okul, niteliksiz okul. Cumhuriyet tarihinde ilk kez böyle bir şeye tanık olduk ilk kez bakın. Cumhuriyet tarihinde okulların büyük bir kısmını niteliksiz okul diye tanımladık. Hangi anne baba çocuğunu niteliksiz okullara göndermek ister ve ne oldu da 16 yılın sonunda bizim okullarımızın büyük bir kısmı niteliksiz okul haline geldi? Bütün annelere sesleniyorum, bunlara ders vermek birinci elde sizin görevinizdir, bunlara ders vermek. Sizin çocuklarınızı, bu ülkenin çocuklarını deney gibi kullandılar. Böyle bir şey olamaz. Emin olun böyle bir şeye dünyanın hiçbir tarafında tanık olamazsınız. Peki biz ne düşünüyoruz? Çok basit, ne yapacağımızı çok iyi biliyoruz, tam gün eğitim olacak. Çocuk sabahın köründe niye okula gidiyor, makul saatte kalkar kahvaltısını yapar ve okula gider. Tam gün okulda kalır, öğle yemeğini okulda bedava yer, mütalaasını yapar, akşam saat 17.00’de, 17.30’da annesi gider çocuğunu alır evine getirir. Hiçbir masraf olmayacak, eğitim tamamen parasız olacak. Bunu yapacaksınız. Öğretmenleri yücelteceksiniz. Bir Öğretmenler Meslek Kanunu çıkaracaksınız. Diğer devlet memurlarından ayıracaksınız öğretmenleri. Nasıl hakimleri ayırıyorsanız öğretmenleri de ayıracaksınız. Hiç kimse unutmasın o hakimleri yetiştirenler de öğretmenlerdir. O halde öğretmeni baş tacı yapmayan bir toplumun geleceği karanlıktır. Öğretmeni yücelteceksiniz, bütün sorunlarını çözeceksiniz. Ay başını nasıl getiririm diye eğer bir öğretmen düşünüyorsa çocuklarımıza yeteri kadar eğitim veremez. Sorunlarından öğretmeni arındıracaksınız, öğretmen rahat geçinecek. Emekli olduğu zaman da rahat geçinecek. Bütün bunları daha sonra daha geniş bir ortamda kamuoyuyla arkadaşlarımla paylaşacağım.

Ve dördüncü temel sorunumuz toplumsal barışımız. Bunlar iktidara geldiğinde terör hemen hemen sıfırlanmıştı. Bugün Türkiye’nin en temel sorunlarından birisidir. Toplum sadece bir terör olayının ötesinde etnik kimlik üzerinden, yaşam tarzı üzerinden ve inanç üzerinden ayrıştı. Komşumuzun kimliğini soruyoruz, komşumuzun inancını sorar hale getirdiler. Türkiye’yi buradan çıkarmamız lazım. Kimliğe de saygı duyacağız, inanca da saygı duyacağız, yaşam tarzına da saygı duyacağız ve dolayısıyla kimlikler üzerinden siyaset, inanç üzerinden siyaseti, yaşam tarzı üzerinden siyaseti reddedeceğiz. Bunu yapanlara prim vermeyeceğiz. Size açık ve net söylüyorum bunu yapanlar bu ülkeyi bölmek ve ayrıştırmak isteyenlerdir. Bunlara izin vermeyelim. Darbe hukukundan kısmen ayırdık millet ittifakını kurarak. Yani yüzde 10 seçim barajını kaldırdık. Gönül isterdi ki, yüzde 10 seçim barajı bütün partiler için kalksın. Biz bunu savunduk ama sonuçta bu kadar oldu. Bu bile Türkiye için çok ama çok büyük bir fırsattır.

Önümüzdeki seçimlerde sandığa gideceğiz, oyumuzu kullanacağız, komşumuzu da ikna edeceğiz, arkadaşlarımızı da ikna edeceğiz. O gün diyeceğiz hava güzel olsa bile güzelliği sandıkta yaşamak zorundayız. Beraber sandığa gitmek, bayram havası içinde gitmek ve oyumuzu kullanmak hepimizin temel görevi olmalıdır. Bu ülkede barışı sağlamanın, huzuru sağlamanın, birlikte yaşamanın ne kadar güzel olduğunu bütün dünyaya anlatmanın tek yolu budur. Dolayısıyla hepimize düşen böyle güzel bir görev var ve biz bu görevi yaptığımız zaman göreceksiniz ki huzurlu ve güzel bir Türkiye’yi hep birlikte inşa edeceğiz.

Ve geliyorum bir başka sorunumuza dış politika. Düne kadar bütün komşularımızla aramız iyiydi, düne kadar Ortadoğu’da bir sorun çıktığı zaman gelip Türkiye’nin kapısını çalarlardı,  gelin bizim sorunumuzu çözün diye, hakem olun diye. Bugün tablo tamamen değişti. Ne Suriye’yle, ne Irak’la, ne Mısır’la, ne Libya’yla, ne Kuzey ülkeleriyle, ne AB ile barışık değiliz. Herkesle kavgalıyız. Bunu ancak ve ancak biz düzeltiriz. Bir daha söylüyorum, bunu ancak ve ancak Cumhuriyet Halk Partisi düzeltir, biz düzeltiriz. Size CHP’nin Genel Başkanı olarak söylüyorum sözüm söz, bakın 25 Haziran’da güzel bir Türkiye’ye uyanacağız, en geç 4 ay içinde Ortadoğu’nun bütün sorunlarını biz çözeceğiz. AB ile bütün ilişkilerimiz iyi olacak. Amerika’yla, Rusya’yla bütün ilişkilerimiz, İslam dünyasıyla bütün ilişkilerimiz iyi olacak. Bizim bilgimiz de, kapasitemiz de, öngörümüz de buna müsait. Çünkü biz Kuvayı Milliye ruhundan geliyoruz. Çünkü biz yurtta barış, dünyada barışın ne kadar değerli olduğunu biliyoruz. Bunu sağlayacağız.

Değerli arkadaşlarım, yurtdışından birliklerimizin temsilcileri geldiler, hoş geldiler, sefa geldiler. Ben hepimizin görevi vardır derken yurtiçindeki vatandaşlarım için bunu söylemiyorum, yurtdışında çalışan vatandaşlarım için de aynı şeyleri söylüyorum. Onlar yıllar yılıdır gittiler oraya, emek harcadılar, birinci kuşak, ikinci kuşak, üçüncü kuşak olmaya başladı. Bazıları artık orayı kendi alanları olarak, kendi ülkeleri olarak görmeye başladılar. Ama babalarının ve dedelerinin olduğu Türkiye’yi unutmuyorlar, kökleri burada. Dolayısıyla onlara düşen görevler var. Siz bulunduğunuz ülkelerde demokrasi içinde yaşıyorsunuz ve demokrasinin ne kadar güzel olduğunu görüyorsunuz. Türkiye’nin o ülkelerle dış politikada bir sorunu çıktığı zaman o sorunu canlı olarak en fazla siz yaşıyorsunuz. Size ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapmaya başlıyorlar. Türkleri bir anlamda dışlamaya kalkıyorlar. Oysa biz o ülkelerle barışık olabilirsek hiçbir sorunumuz kalmayacak. Biz bunu yapacağız. Biz bunu yapmak zorundayız. Size düşen görev burada anlattıklarımı gidip orada da anlatmaktır. Kavga etmeden, kimseyi küstürmeden, kimseye tepeden bakmadan, herkesi kucaklayarak anlatmaktır. Çünkü 24 Haziran’da sandığa gideceğiz, bu bir normal seçim değildir. Bu bir yol ayrımı seçimidir. Ya diktadan yana bir tavır koyacağız ya demokrasiden yana bir tavır koyacağız. Dikta yönetimlerinin topluma hangi maliyetleri yüklediğini en iyi Avrupalılar bilir. Dikta yönetimlerinin ve diktatörlerin topluma hangi maliyetleri yüklediğini en iyi Avrupa bilir. Almanya bilir, İspanya bilir, İtalya bilir. O nedenle oralarda demokrasi kökleşmiştir. Halk çok ağır bedeller ödemiştir. Biz toplumun ağır bedeller ödemesini istemiyoruz. Geçmişten tarihten ders alarak aynı hataları tekrar etmeden güzel bir gelecek inşa etmek istiyoruz.

Dolayısıyla orada yerleşik olan bütün vatandaşları aydınlatma görevi sizindir. Gideceksiniz kapı kapı dolaşacaksınız, hangi partiden olursa olsun. Gün bir seçim zamanı değil, gün bir memleket günüdür, ülke sorunudur. Gideceğiz demokrasiden yana oy kullanacağız, bunu söyleyeceğiz. Demokrasi kadar güzel bir şey yoktur, demokrasi olduğu zaman ben düşüncemi ifade edeceğim. Demokrasi olduğu zaman istediğim gazeteyi alıp okuyabileceğim. Demokrasi olduğu zaman istediğim televizyon kanalından istediğim haberi izleyebileceğim. Ama şimdi bütün televizyonlar aynı şeyi verecek, bütün gazeteler aynı şeyi yazacak. Saraydan alınan talimat üzerine başlıklar atılacak. Bu demokrasi değildir. Bunun adı dikta yönetimidir. Dolayısıyla yurtdışındaki birliklerimize düşen temel görevlerden birisi demokrasiyi anlatmak, demokrasinin güzelliğini anlatmak. Vatandaş orada nasıl oy kullanıyorsa, demokrasiden yana oy kullanıyorsa biz de demokrasiden yana oy kullanmak zorundayız, demokrasiyi güçlendirmek zorundayız, demokratik parlamenter sistemimizi güçlendirmek zorundayız.

Ve önemli bir şey daha, bir ilke daha imza attık. Güzel bir ilke imza attık. Eski bir öğretmeni bu topluma akademisyen, bilim adamı, üst düzey bürokrat yetiştirmiş binlerce öğrenciyi yetiştirmiş bir öğretmenimizi ve bir politikacımızı Cumhurbaşkanı adayı olarak belirledik Sayın Muharrem İnce’yi. Demokrasiye ihanet etmek istediler, 15 milletvekilimizi görevlendirdik, demokrasiye yapılan ihaneti boşa çıkardık. Sayın Muharrem İnce “Tarafsız olacağım” dedi, yakasındaki CHP rozetini çıkardı, “80 milyonu kucaklayacağım, 80 milyonun Cumhurbaşkanı olacağım” dedi, bir ezberi daha bozduk.

Dün akşam kadınlarla bir toplantımız vardı. Bir kadın kalktı şunu söyledi, AK Partili bir kadın. “Siz neden Cumhurbaşkanı adayı olmadınız da Muharrem İnce’yi yaptınız” diye. Şunu söyledim, Cumhurbaşkanı seçildiğiniz anda meclise geleceksiniz, Cumhurbaşkanlığı yemini var onu edeceksiniz, “Tarafsız davranacağıma dair namusum ve şerefim üzerine ant içerim” diyeceksiniz. Bir partinin Genel Başkanı tarafsız olamaz, bir partinin Genel Başkanı tarafsız olamadığı için namuslu adamsa namusu ve şerefi üzerine yemin edemez. Bizim Cumhurbaşkanı adayımız 80 milyonu kucaklayacak. A Partisi, B Partisi, C Partisi ayrımı yapmayacak. Bizim Cumhurbaşkanı adayımız bir partinin Genel Başkanı olarak Anayasa Mahkemesine hakim tayin etmeyecek. Bizim Cumhurbaşkanı adayımız hakimleri yanına alıp gelin hep beraber çay toplamaya gidelim demeyecek, tarafsız olacak.

Ve bir ezberlerini daha bozduk. Anlamıyorlar, bilmiyorlar neden? Demokrasi kültürleri yok. Demokrasinin ne olduğunu bilmiyorlar. Demokrasi elimde bir sopa olacak, birisi konuşursa kafasına vuracağım ve o sesini kesecek ve yüzde yüz bana biat edeceksin. Bunu demokrasi olarak biliyorlar. Onun adı diktatörlüktür Recep Bey, demokrasi değil diktatörlüktür.

Dolayısıyla sözlerimin başında söylediğimi yine söyleyeyim, benim görevim var ve benim sorumluluğum da var. Benim sorumluluğum sizlerin sorumluluğundan çok daha ağır ben bunun farkındayım, ben bunu biliyorum. Sorumluluğumun gereğini yapıyorum, inanarak yapıyorum, bende mevki, makam falan bunlar yok. Benim tek inancım, tek davam var ülkemde 80 milyonun huzur içinde yaşaması. Ben bunu istiyorum, bunu istiyorum ben. Siyasi görüşlerimiz farklı olabilir, kimliklerimiz farklı olabilir ama aynı bayrağın altında huzur içinde yaşamak istiyoruz. Herkesi kucaklamak istiyorum herkesi. Herkesin bu ülkede huzur içinde yaşamasını istiyorum. Yoksulluğun bu ülkenin kaderi olmaması gerektiğine inanıyorum, onun mücadelesini veriyorum. Demokrasi kültürünü yerleştirmemiz lazım onun mücadelesini veriyorum. Benim sorumluluğum var tek tek bu ülkede yarın gidip oy kullanacak her vatandaşımın da sorumluluğu var. Sandığa gidecek demokrasiden yana, özgürlükten yana, vatandaşından yana, bayrağından yana oy kullanacak.

Bakın, bizim Türkiye Büyük Millet Meclisi Milli Kurtuluş Savaşını yöneten dünyadaki tek meclistir. O nedenle adına Gazi Meclis denir. Geldiler meclisin yetkilerini elinden aldılar. Şimdi bir daha alıyorlar. Çünkü meclisi yok etmek istiyorlar. Ne demek meclis? 600 kişi maaş verdik oturun orada diyorlar, kararları ben alacağım siz de bu kararlara uyacaksınız diyorlar. Bu o kadar kolay değildir arkadaşlar. Yeter ki biz birlik olalım, yeter ki meclisimize, bayrağımıza ve vatanımıza sahip çıkalım, yeter ki çocuklarımızın geleceğini düşünelim. Bunları yaptığımız zaman önümüzde hiç kimse durmaz. Biz bütün duvarları yıkmaya kararlıyız. Demokrasinin önündeki bütün duvarları yıkmaya kararlıyız, azimliyiz, sonuna kadar gideceğiz, bedeli ne olursa olsun bu ülkeye demokrasi ya gelecek, ya gelecek!

Efendim hepinize teşekkür ederim, hepinize selamlar, saygılar sunuyorum, sağ olun, var olun diyorum.