12.11.2022
12.11.2022
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Bursa’da TR Düşünce Kulübü Yönetiminin düzenlemiş olduğu programın katıldı.
Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, programın açılışında yaptığı konuşmada şunları söyledi:
Bursa’da bulunmaktan son derece mutluyum. Bursa’nın sadece Cumhuriyet tarihi açısından değil. Bizim kendi tarihimiz, Osmanlı tarihi açısından da son derece değerli bir kent olduğunu biliyoruz. Cumhuriyet tarihi açısından da bazı tarihçiler ilk bakanlar kurul toplantısının, Cumhuriyet’ten sonra, ilk bakanlar kurulu toplantısının Bursa’da yapıldığını da ifade ederler.
Bursa’ya geldik ama Bursa’da bir şehidimiz var. Allah rahmet eylesin, diyoruz. Elbette bu ülkede her birimiz bayrağımız, vatanımız için canımızı vermeye; feda etmeye hazırız. Bizler CHP, olarak ifade edeyim. İki kırmızı çizgimiz var. Vatanımız ve bayrağımız. Vatanı ve bayrağı ile sorunu olmayan herkesin başımızın üstünde yeri var. Her düşünceye sağımız var. Değerlidir. Düşüncenin olmadığı yerde büyüme ve gelişme olmaz.
Bütün büyüme, düşünce dünyasındaki gelişme ve büyüme, farklı düşüncelerin birbirleri ile bir anlamda rekabet ortamında, birbirleri ile rekabet ederek; daha farklı bir geleceğe kapı aralamalarıdır. Bu bağlamda düşündüğümüzde, bu düşünce kulübünün Bursa’da kurulması Türkiye satına ve hatta yurtdışına yayılması güzel bir olay.
Ötekileştirilmeden söz edildi. Ötekileştirme aslında insan haklarına aykırı bir davranıştır. Bir insanı düşüncelerinde ötürü, kimliğinden, inancından ötürü ötekileştirirseniz, aslında o toplumu kutuplaştırır ve ayrıştırırsınız. Mütedeyyin insanların olduğunu biliyorum bu toplantıda. İnanç üzerinden siyaset yapanların bu ülkeye en büyük kötülüğü yaptığını hepinizin bilmesini isterim. Kimin inançlı olduğunu, kimin inançsız olduğunu sadece ve sadece Yüce Yaradan bilir. Birisinin bir başka bir kişiye ‘Sen inançlısın’ ya da ‘inançsızsın’ diye suçlaması şirktir. Benim inancımı kim sorgulayabilir. Peygambere bile verilmeyen bu yetkiyi nasıl bir başkası kullanabilir. Özellikle muhafazakâr dünyadan gelen kardeşlerimin bu konuda çok duyarlı olmaları lazım. Herkesin kendi inancı benim başımın üstüne, ben bilemem. Herkesin kimliği de benim başımın üstüne. Hiç kimse annemizi, babamızı seçme özgürlüğüne sahip değiliz. O zaman benim kimliğim neden siyaset konusu olsun, neden kimliğimden dolayı ben ötekileştirilmiş olayım.
Önemli olan nedir? Kimlikler herkesin şerefidir, inanç herkesin manevi dünyasının zenginliğidir. Böyle bakmamız lazım. Böyle bakmayıp da inancı siyasette kullanırsak, kimliği, yaşam tarzını siyasette kullanırsak; toplumu asıl meşgul olması gereken alandan koparıp kendi içinde kavga eden bir topluma dönüştürmüş oluruz. Bugün Türkiye’nin geldiği nokta budur, bu noktadan çekip çıkarmamız lazım. İşsizlik var, nasıl çözeceğimizi tartışacağımıza kimliğini, inancını tartışıyoruz. Ne için, işsizlik sorununu gizlemek için. Bu siyaset değil. Bu siyaset Türkiye’de hiç kimseye yarar getirmez.
Sosyal devlet dediğimiz bir kavram var. Sosyal devlet üzerinde de yeterince durmuyoruz. Devletin sosyal olması, yani devletin bütün bireylerine zayıfından en varlıklısına kadar yardım etmesi ve kapı aralaması, özellikle düşük gelirli kesimlerin korunması demektir, sosyal devlet… Devlet hiç kimsenin yatağa aç girmediği, herkesin işinin, aşının olduğu ve dolayısıyla o devlette huzur, kalkınmanın olduğu bir anlayışı hakim kılacaktır sosyal devlet. Biz sosyal devleti de yeniden inşa etmek zorundayız. İnsanlar yoksul olabilirler, hiçbirimiz mal varlığı ile doğmadık. Giderken de bir şey götürmüyoruz. O zaman doğuş ile ölüm arasındaki tarihi, insanlık tarihini çok iyi bilmek ve değerlendirmek zorundayız. Gelirken bir şeyimiz yoktu, giderken bir şeyimiz yok. O zaman hırsımızı bir şekliyle gem vurmak zorundayız.
Hem diyoruz ki koşusu açken tok yatan bizden değildir. Güzel mi, güzel; doğru mu, evet doğru. Komşusu açken tok yatan binlerce kişiyi görüyor muyuz, görüyoruz. Alkışlıyor muyuz, yeri geldiğinde alkışlıyoruz. Yanlışımız burada. Onları alkışlamayıp da yeri geldiğinde, ‘Milyonlarca işsiz var, buna çözüm üretmeniz lazım. Bu ülkede evladına pantolon alamadığı için intihar eden babalar var. Bizim bunlarla ilgilenmemiz lazım’ demiyoruz.
‘Devletin dini adalettir’ diyoruz, değil mi? Kâinatın adalet üzerine inşa edildiğini biliyor muyuz? Adalet konusunda ne yapıyoruz biz. Ne yaptık adalet konusunda biz? Adaleti eğer inşa edemezseniz, toplumda egemen kılamazsanız; ülkeye huzuru getiremezsiniz. İşin özü budur. Adalet aynı zamanda liyakat demektir. Aynı kökten geliyor bunlar. Acaba gerçekten biz devletin yönetiminde işi ehline veriyor muyuz? Eğer işi ehline vermiyorsak, devlet adaletle ve iyi yönetilmiyor demektir. Siz bankanın yönetim kurulu üyeliğine bankacılıkla ilgisi olmayan birisini, mesela bir arkeolog getirirseniz, arkeolog başımın üstüne onun görevi ayrı, yapar o işi. Ama, ‘taş yerinde ağırdır’ diyoruz. Taş yerinde ağrırsa, arkeolog kendi alanında, finansçı kendi alanında görev yapmalı. Bu devlette liyakat demektir.
Siyasette gerçekten uygarca bir tartışma alanı ve zemini var mı Türkiye’de? Yok. Ben 1970’li yılları bilirim. Genel başkanlar çıkar televizyonlarda uygar insanlar gibi tartışırlardı. Gazeteciler soru sorarlardı, onlar da cevap erirdi. Ne oldu da biz bu kadar geriye gittik, niçin insanlar tartışmıyor?
Bir ara bakın, bir televizyoncu arkadaşım dedi ki ‘Biz bayramda röportaj yapmak istiyoruz, parti liderleri ile…’ Tamam dedim. ‘Bakın benim size bir önerim olsun, gidin bütün liderleri davet edin, bir Kurban Bayramı’nda, bir Ramazan Bayramı’nda çıkalım televizyona, böyle bir parkta olsun, her birimiz bir sandalyeye oturalım, masanın önünde de çaylarımız olsun, hiç siyasete girmeyelim, çocukluğumuz anlatalım, gençliğimizi anlatalım, nasıl evlendiğimizi anlatalım.’ Ya insanlar bizim insan olduğumuzu görsünler, bilsinler.
Otobüs fiyatını belirleyen de içtiğiniz suyun fiyatını belirleyen de siyasettir. Uçağa bindiğiniz de biletin fiyatını belirleyen de kurduğunuz fabrikanın iznini almak için başvurduğunu yer de siyasettir. Dolayısıyla siyasetin ahlaklı zeminde büyümesini ve gelişmesini sağlamamız lazım. Yani ahlaki kuralları, etik değerlere önem vermemiz lazım. Kirli insanların siyasetten arınması lazım. Siyaset zenginleşme, köşeyi dönme aracı değildir. Siyasetin özü halka hesap vermektir.
Hesap verilmediği zaman, vatandaş da ödediği verginin hesabını sormadığı zaman demokrasi gelişmiyor. İşin öznesi budur. Demokrasiyi geliştirmek istiyorsak, her birimiz milletvekili geldiğinde sormalıyız. Bunu kaça yaptın? Bana hesap vermesi lazım. Ben yapmam bu gizlidir. Vatandaştan gizli bir şey olmaz, devletin sırrı değil ki o. Yapmışsın hastane, köprü başımın üstüne. Kimse niye yaptın demiyor, kaça yaptın diye soruyoruz. Bunun cevabını almak zorundayım. Bunu siyasetçi olarak sorduğumda ‘Vay köprüye, hastaneye karşı’. Değiliz arkadaş biz kaça yaptığını soruyoruz. Demokrasi ve vatandaş adına soruyoruz.
Demokrasinin önünde kalın duvarlar var. Bu kalın duvarları kaldırmak milletin elindedir. Önümüzde seçimler olacak. Herkesin oyu benim başımın üstüne. Niye oraya verdin, buraya vermedin; diye hayatımın hiçbir döneminde bir suçlama yapmadım. Ama artık geldiğimiz süreç sandığa giderken elimizi vicdanımıza koyup oy kullanma sürecidir. Artık Türkiye’nin yeni bir aşama kaydetmesi lazım. Hem demokrasi açısından hem ekonomi açısından; yeni bir aşama kaydetmesi lazım. Çin bizden geriydi, kişi başına gelirde; geldi bizi geçti. Bulgaristan geriydi, geldi bizi geçti. Allah aşkına bizi geçmeyen ülke var mı? En zeki insanlarımızın şu anda neredeyse tamamı şu anda yurt dışına gitti. Yüksek yetenek inşasını şu anda Türk siyasi sağlamak zorundadır. Yani bir toplumun en zekilerinin önündeki bütün engelleri kaldırıp, onları üretim sürecinin içinde değerlendirmek zorundadır.
Niye gittim ben Amerika’ya? MIT'ye, dünyanın bir numaralı üniversitesine niye gittim? Vay efendim, ‘icazet almaya.’ Keşke oradaki bilim insanları bana izin verse, keşke. O insanlar; dünyanın tarihini, dünyanın geleceğini değiştiriyorlar.
Asla karamsar değilim. Bu ülkede, bu milletin ferasetine güveniyorum. Bugüne kadar CHP olarak eksikliklerimiz oldu mu, yanlışımız oldu mu? Dünya kadar. Yanlışımız da eksikliğimiz de oldu. Her şeyimiz oldu. Ama size rahatlıkla şunu söyleyebilirim. Son 10 yılda siyasal partiler arasında en büyük değişimi yaşayan parti CHP’dir. Halkın partisi olmuştur. Hiç kimsenin kimliği, inancı ve yaşam tarzı. Asla ve asla. Herkesin kimliği şerefidir, herkesin yaşam tarzına saygı gösterilir, her kesin inancı onun manevi dünyasının zenginliğidir. Biz sadece ve sadece o insan inancını nerede yerine getirmek istiyorsa, belediye başkanlarıma şunu söyledim ‘Bulunduğunuz beldede cami mi, kilise mi, havra mı, cemevi mi? İnsan nerede Allah’a ibadet etmek istiyorsa oraları tertemiz yapacaksınız’. Buna benzer pek çok şeyi hayata geçireceğiz.
Allah nasip eder de millet ittifakı olarak iktidar olursak, Türkiye’nin 5 yıl içinde pek çok sorununu kararlılık ve azimle aşacağını göreceksiniz. Bakın altı lider farklıyız, ama demokrasi konusunda, insan hakları, adalet, devlette liyakat, millete hesap verme konusunda bütün bu konularda anlaştık.
Helalleşme… Çok kutuplaştık. Birbirimize farklı gözlerle bakmaya başladık. Bizim geçmişte hatalarımız oldu. Bu toplumun bir helalleşmeye ihtiyacı var. Bir kucaklaşmaya ihtiyacı var. Birbirimizi dinlemeye ihtiyacımız var. Bunu yapmadığımız taktirde Türkiye’yi büyütemeyiz. Kaybeden, Türkiye ve bizim insanımız olur.
29.11.2024
29.11.2024
29.11.2024
29.11.2024