11.04.2017

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, “BURSA MERKEZ İLÇELER MUHTARLAR, AZALAR VE STK TEMSİLCİLERİ TOPLANTISI”NDA KONUŞTU

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, “BURSA MERKEZ İLÇELER MUHTARLAR, AZALAR VE STK TEMSİLCİLERİ TOPLANTISI”NDA KONUŞTU

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “29 Ekim 1923’te biz cumhuriyeti ilan ederken kendi devletimizi, Türkiye Cumhuriyetini kurmadık mı? Peki nasıl oluyor da kurduğumuz Türkiye Cumhuriyetini bir tarafa bırakıyorlar ve çıkıp şunu söyleyebiliyorlar: “Halk kendi devletini kurmak için adım atıyor.” 16 Nisan’da biz yeni bir devlet mi kuruyoruz? Kuracağımız devlet ne devletidir, kimin devletidir bu devlet? TBMM’de anayasa görüşmeleri oylanırken AKP’den Anayasa Komisyonu üyesi kürsüye çıktı dedi ki, “Asıl hedefimiz anayasanın ilk 4 maddesidir. Bu bir adımdır” dedi. Anayasanın ilk 4 maddesi Türkiye Cumhuriyeti devletinden bahseder, bayrağından bahseder, istiklal marşından bahseder, dilinden bahseder, vatanın, milletin bölünmez bütünlüğünden, Türkiye Cumhuriyeti devletinin demokratik, laik, sosyal hukuk devleti olduğundan bahseder. Peki bu yeni devletle neyi kastediyorlar? Dillerinin altındaki baklayı çıkarmış oldular.” dedi.

Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Bursa Merkez İlçeler Muhtarlar, Azalar ve STK Temsilcileri Toplantısı”nda yaptığı konuşma şöyle:



Evet değerli arkadaşlarım, hepiniz hoş geldiniz, şeref verdiniz. Sizlerle beraber olmaktan onur ve gurur duyuyorum. Ayın 16’sında sandığa gideceğiz, referandum için oy kullanacağız. Bizim tarihimizin en önemli halk oylamalarından birisidir bu. Çünkü demokratik bir parlamenter sistem mi istiyoruz, yoksa tek adam rejimimi istiyoruz bunun oylaması yapılacak.

Oylama öyle bir noktaya geldi ki, bir taraftan bizler neden “Hayır” denmesi gerektiğini anlatırken öbür taraftan devasa bir makina devletin tepesinden en aşağısına kadar yekvücut halinde bir karalama kampanyası başlattılar. Ben onların hiçbir iddialarına, hiçbir eleştirilerine bu süre içinde cevap vermedim ve gereksiz buldum. Çünkü benim için önemli olan doğruları kendi milletime, halkıma anlatmak. Bunun için yola çıktım, bunun için buraya da geldim sizlerle gerçekleri paylaşmak için.  

Değerli muhtar arkadaşlarım, sivil toplum örgütlerinin, sendikaların, meslek kuruluşlarının saygıdeğer yöneticileri. Bu referandumda demokratik parlamenter sistemi oylarken kendi tarihimizi gözardı etmemeliyiz. Size tarihten örnekler vermek isterim. Gazi Mustafa Kemal Amasya’ya gittiğinde Amasya’da bir genelge yayınlar genelgenin birinci cümlesi şöyle başlar; “Milletin istiklalini milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” Amasya Tamimine kadar millet sözcüğünün siyasi bir metne girişi pek olmamıştır. En kararlı ve en saygın söylem Amasya Tamimiyledir. Çünkü Osmanlı’da herkes padişahın kölesidir, padişahın bireyidir, padişahın vatandaşıdır. Ama Amasya Tamimiyle ilk kez millet ve vatandaşlık kavramı öne çıkmıştır. Erzurum Kongresi aynı anlayışla yapılmıştır. Sivas Kongresi aynı anlayışla yapılmıştır. Ne Erzurum Kongresinde, ne Sivas Kongresinde, ne de 23 Nisan 1920’de Ankara’da meclis açılırken tek adam yoktur. Bunu Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanı olarak ifade ediyorum tek adam yoktur. Ama benim söylemimden çok daha önemlisi rahmetli Celal Bayar’ın kızıdır Nilüfer Gürsoy Celal Bayar’ın kızı verdiği bir ilanda aynen şunları söylüyor; “Atatürk tek adamlığı aklından geçirmemiştir.” Yine Nilüfer Hanım şunu söylüyor; “Getirilmek istenen değişiklik cumhuriyetimizin ve demokrasimizin temel değerlerini sarsıyor”. Kim söylüyor? Demokrat Parti mutfağından gelen, bütün hayatı o çabanın içinde geçen rahmetli Bayar’ın kızı söylüyor, Nilüfer Gürsoy söylüyor ki o ilanında 61’i de, 27 Mayıs 1960’ı da, 12 Mart’ı da, 12 Eylül’ü de, 28 Şubat’ı da Nilüfer Hanım eleştiriyor. Demokrasiye olan bağlılık açısından vurguluyor ve son sözlerini şöyle bağlıyor; “Yüksek sesle hayır çıkmasını ümit ediyoruz” diyor. Çünkü demokrasiyi kolay kurmadık, demokrasi bedeller ödenerek inşa edildi bizim ülkemizde.

DİLLERİNİN ALTINDAKİ BAKLAYI ÇIKARDILAR

Önümüzdeki süreçte sandığa gittiğimiz zaman bunları düşünmenizi isterim. Neden biz demokratik bir sistemden vazgeçiyoruz? Neden parlamenter sistemden vazgeçiyoruz ve hangi gerekçeyle vazgeçiyoruz? Bir Allah’ın kulu çıkıp bize makul bir gerekçe söylesin, şu gerekçeyle biz rejimi değiştiriyoruz diye. Daha acı olanı nedir biliyor musunuz? Daha acı olanı şudur; Sayın Cumhurbaşkanının danışmanı Mehmet Uçum şunu söylüyor, “Halk kendi devletini kurmak için adım atıyor.” 16 Nisan’da sandığa gidişi Mehmet Uçum böyle yorumluyor, “Halk kendi devletini kurmak için adım atıyor.”

Şimdi ben bütün muhtarların, bütün azaların, bütün sivil toplum örgütlerinin, bütün sendikaların ve meslek kuruluşlarının vicdanına sesleniyorum. Allah aşkına bizim devletimiz ne zaman kuruldu, cumhuriyetimiz ne zaman kuruldu? 29 Ekim 1923’te biz cumhuriyeti ilan ederken kendi devletimizi kurmadık mı? Türkiye Cumhuriyetini kurmadık mı? Peki nasıl oluyor da kurduğumuz Türkiye Cumhuriyetini bir tarafa bırakıyorlar ve çıkıp şunu söyleyebiliyorlar. Halk kendi devletini kurmak için adım atıyor. 16 Nisan’da biz yeni bir devlet mi kuruyoruz? Kuracağımız devlet ne devletidir, kimin devletidir bu devlet? Hangi anlayıştır bu?

TBMM’de anayasa görüşmeleri oylanırken AKP’den Anayasa Komisyonu üyesi kürsüye çıktı dedi ki, “Asıl hedefimiz anayasanın ilk 4 maddesidir. Bu bir adımdır” dedi. İtiraz edilince tekrar kürsüye geldi, aynı şeyleri tekrarladı ve sözümün arkasındayım dedi. Anayasanın ilk 4 maddesi nedir? Türkiye Cumhuriyeti devletinden bahseder, bayrağından bahseder, istiklal marşından bahseder, dilinden bahseder, vatanın, milletin bölünmez bütünlüğünden bahseder. Türkiye Cumhuriyeti devletinin demokratik, laik, sosyal hukuk devleti olduğundan bahseder. Peki bu yeni devletle neyi kastediyorlar? Dillerinin altındaki baklayı çıkarmış oldular. Eğer 16’sında sandığa gidip “Evet” oyunu kullanacak bir vatandaşımız varsa yüklendiği vebalin sorumluluğunu çocuklarına, torunlarına, bayrağına, vatanına ve millete anlatamaz. Bakın bir daha söylüyorum, “Evet” oyunu kullanan hiç kimse torunlarına, çocuklarına, vatana, millete bağlılığını kimseye anlatamaz.

ÜSTÜNLERİN HUKUKU GETİRİLMEK İSTENİYOR

Biz bu cumhuriyeti sıradan bir cumhuriyet olarak mı kurduk? Biz demokrasiyi sıradan bir demokrasi olarak mı getirdik? 29 Ekim 1923’te cumhuriyeti kurduğumuzda bütün İslam dünyası kendi ülkelerinde cumhuriyeti kurdular. Cezayir’den, Fas’tan, Tunus’tan alın, Suriye’den alın Irak’a kadar hepsi cumhuriyet kurdu. İran cumhuriyet kurdu. Şimdi biz bundan vazgeçeceğiz. Niye vazgeçiyoruz, hangi gerekçeyle vazgeçiyoruz ve kimin için vazgeçiyoruz? Demokrasiden ne zarar gördü bu millet? Bu ülke demokrasiden ne zarar gördü? Demokrasinin hangi zararı oldu da, biz kalkacağız bunu değiştireceğiz? Akıl akıldan üstündür deniyor, beşer şaşar deniyor, insanoğlu hata yapar deniyor. Demokrasinin varlık nedeni nedir? Demokrasinin varlık nedeni şudur; benim gibi düşünmeyen insan da düşüncelerini özgürce dile getirmelidir. Demokrasinin varlık nedeni budur. Demokrasinin varlık nedeni nedir? Eşit yurttaşlıktır. Birisinin makamı olabilir müsteşar, birisinin makamı olabilir Cumhurbaşkanı, birisinin makamı olabilir yeri olur, işi olur, ayakkabı tamircisidir veya simitçidir. Ama hepimiz kanunların önünde eşitiz, eşit yurttaşız. Hukukun üstünlüğünün temel amacı da budur zaten. Bütün vatandaşlar eşittir kanunun önünde. Onun kimliğiyle, inancıyla, yaşam tarzıyla, bölgesiyle veya yaşadığı hayat tarzıyla o ayrılamaz. Eşit vatandaştır. Onun için hukukun üstünlüğü vardır. Devletin gücüne karşı vatandaşın haklarını ve çıkarlarını koruyan sistemdir hukukun üstünlüğü.

DEVLET KURUMU ÜÇ AYAK ÜZERİNDE DURUR, BİRİSİNİN YAPTIĞI BİR HATAYI ÖBÜRÜ DÜZELTİR

Şimdi ne getirilmek isteniyor? Hukukun üstünlüğü değil, üstünlerin hukuku getirilmek isteniyor. Diyeceksiniz ki, üstünlerin hukuku bu anayasa değişikliğinde nerede var? Şurada var; bir kişiye her türlü yetkiyi veriyorsunuz. Kaç bakanlık kurulacak bir kişi tespit edecek. Kaç Başkan Yardımcısı olacak bir kişi belirleyecek. Devletteki bütün üst kademe yöneticileri bir kişi yapacak. Sendikacı arkadaşlarım var arzu ettiği zaman istediği sendikayı kapatabilecek. Arzu ettiği zaman istediği sivil toplum örgütünü kapatabilecek. Arzu ederse Türkiye Ziraat Odalarını, arzu ederse Türk-İş’i, arzu ederse Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğini kapabilecek. Çünkü devletin yapısı ve işleyişiyle ilgili kararları tek başına alabiliyor. Diyeceksiniz ki, buna şimdi kim karar veriyor? Bugünkü anayasal düzende buna TBMM karar verir. Kaç bakanlık kurulacağına ve o bakanların kanunları TBMM’de görüşülür ve karar öyle çıkar. Kanunu çıkar bu işin. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği kanunu var nereden çıkar? TBMM’den. Türkiye Esnaf Sanatkarlar Konfederasyonu kanunu var nereden çıkar? TBMM’den çıkar. Sendikalar kanunu var nerede? TBMM’den çıkar. Ekonomik ve sosyal haklarla ilgili bütün düzenlemeleri bir kişi yapabilir diyoruz bir kişi. Bu kadar yetkinin verildiği bir kişi hata yaparsa ne olur? Bu kadar yetkinin verildiği bir kişi hata yaparsa faturayı 80 milyon öder.

Devlet dediğiniz kurum şudur değerli arkadaşlarım. Devletin organları vardır, kurumları vardır. Devlet dediğiniz kurum üç ayak üzerinde durur. Yürütme organı, yasama organı ve yargı organı. Birisinin yaptığı bir hatayı öbürü düzeltir. Birisinin yaptığı bir hatayı öbürü denetler bu hatalıdır der ve uyarır. Yeni modelde, yeni rejimde tek adam rejiminde onun yaptığı hatayı düzeltecek makam yoktur, düzeltecek yer yoktur. O nedenle biz bu doğru değildir diyoruz, yanlıştır diyoruz.

BEN ANLATTIKÇA ONLAR RAHATSIZ OLUYORLAR

Yeni bir devlet anlayışı getiriyorlar. Çıktım şu soruyu sordum yeni getirdiğiniz model dünyanın hangi ülkesinde uygulanıyor ben de bileyim, vatandaşlar da bilsin. Amerika’da mı, Fransa’da mı, Japonya’da mı, Gana’da mı, Papua Yeni Gine’de mi, Suudi Arabistan’da mı nerede uygulanıyor bu model? Dünyanın hiçbir ülkesinde uygulanmıyor. Nasıl oluyor böyle bir modeli getiriyoruz. Ve bu model gelirken neden kamuoyunda sağlıklı bir tartışma olmuyor neden? Sendikalar görüş bildiremiyor korkuyorlar. İşveren sendikaları görüş bildiremiyorlar korkuyorlar. Hukuk fakülteleri görüş bildiremiyorlar korkuyorlar. Muhtarlar görüş bildiremiyorlar onlar da çekiniyorlar başımız belaya girer diye. Kaymakam enselerinde boza pişiriyor vay efendim niye bunu yapıyorsunuz, niye şunu yapıyorsunuz diye. Kim söyleyecek o zaman, kim dillendirecek? Ben dillendiriyorum cadde cadde, sokak sokak, yeri gelirse köy köy. Emin olun 24 saatse 24 saat. 36 saatse 36 saat, 48 saatse 48 saat anlatıyorum. Benim dışımda bazı sivil toplum örgütleri anlatıyor, bazı siyasi partiler anlatıyor, bazı siyasi partilerin mensupları anlatıyor. Eski Demokrat Partililer, yeni Demokrat Partililer, Anavatan Partililer, Milliyetçi Hareket Partililer, ülkücü arkadaşlarım, bütün bunların hepsi bu düzenlemenin ne kadar yanlış olduğunu anlatıyorlar. Ben anlattıkça onlar rahatsız oluyorlar. Ben söyledikçe onlar rahatsız oluyorlar. Devletin arabalarını kullanıyorlar, devletin uçaklarını kullanıyorlar, devletin paralarını kullanıyorlar, devletin televizyonlarını kullanıyorlar, devletin valisini, kaymakamını kullanıyorlar ondan sonra diyorlar ki biz mağduruz.

BEN OLMASAM MİTİNG BİLE YAPAMAYACAKLAR

Bütün bu imkanları kullanıyorlar, yeri göğü evet levhalarıyla, pankartlarıyla donatmışlar. Biz sadece ve sadece doğruları anlattığımız için rahatsız oluyorlar. Koro halinde biri bitiyor öbürü, öbürü bitiyor öbürü, öbürü bitiyor öbürü televizyonlara çıkıyorlar şunu söylüyorlar, “Kılıçdaroğlu doğruları söylemiyor.” Söyledikleri bu. Miting meydanlarına bakıyoruz mitingin tek konusu var Kemal Kılıçdaroğlu. Ben olmasam miting bile yapamayacaklar. Böyle bir şey olur mu? Allah aşkına böyle bir şey olur mu? Siz bir anayasa değişikliği getirmişsiniz, milletin önüne çıkın, ben nasıl kendi düşüncelerimi oturup madde madde anlatıyorsam siz de kendi düşüncelerinizi madde madde anlatın, vatandaş öğrensin. Doğruyu söylemediğimi söylüyorlar. Kendilerine çağrı yapıyorum medeni bir insan gibi. Arkadaşlar diyorum bu televizyonlar sizin emrinizde değil mi? Sizin emrinizde. Bu devletin imkanları sizin emrinizde değil mi? Sizin emrinizde. Uçaklar, yatlar, katlar sizin emrinizde. Benim doğruyu söylemediğimi söylüyorsunuz. Topu topu 18 madde, beni davet edersin, beni mahcup edersin, ben gelirim karşına senin soruna cevap veremem. Daha iyi bundan iyi fırsat mı var? Beni davet et, senin televizyonuna davet et, güvendiğin televizyona davet et, güvendiğin gazetecileri çağır, hatta o gazeteciler yetmiyorsa danışmanlarını çağır. Vallahi billahi tek başıma gideceğim ve hepsiyle de oturacağım hepsiyle hesaplaşacağım.

YÜREKLİCE ÇIKIN ÖNÜME

Efendim biz gelmeyiz diyorlar. Niye gelmiyorsunuz? Gelmiyorsanız meydanlarda niye beni çekiştiriyorsunuz? Sizin konunuz ben miyim yeni anayasa mı? Eğer sizin konununuz bensem çıkın yüreklice önüme. Adam gibi çıkarsınız konuşuruz beraber. Eğer yeni anayasaysa miting meydanlarında neden Sabah Kılıçdaroğlu, öğle Kılıçdaroğlu, akşam Kılıçdaroğlu. Anayasanın 18 maddesine baktık ya içinde bir madde var mı acaba adı Kemal Kılıçdaroğlu geçen bir madde? Öyle bir maddede yok. Nereden çıkıyor bu? Sözde beni eleştirecekler ben de geri adım atacağım, beyler de diyecekler ki bak Kılıçdaroğlu geri adım attı. Hiç kimse endişe etmesin, milletime ve Allah’ıma olan güvenim sonsuzdur. Kul hakkı yemedim, haram yemedim, haram lokma yemedim. Siyasete girdiğim gün bütün malvarlığımı açıkladım kendimin, eşimin ve çocuklarımın. Biz böyle bir insanız. Vermeyeceğimiz hesap yok. Hesap vermekten de korkmayız, tam tersine hesap vermeyi namuslu bir adamın görevi kabul ederiz. Biz siyaseti böyle biliriz.

TÜRKİYE’NİN İDARİ YAPISIYLA İLGİLİ HER TÜRLÜ KARARI ALMAYA YETKİLİ

Anayasa değişikliği getirmişler hesap vermeme üzerine. Soruyorum kendilerine bir partinin Genel Başkanı mahkemelere hakim tayin etsin mi, etmesin mi? Cevap veremiyorlar. Bir partinin Genel Başkanı arzu ettiği kadar bakanlık kursun mu, kurmasın mı? Niye arzu ettiği kadar kursun, niye meclisi devre dışı bırakıyorsunuz? Niye meclis karar vermesin? Arzu ettiği kadar Başkan Yardımcısı olacak. 5 mi, 10 mu, 50 mi, 100 mü, 500 mü, kaç? Yok öyle bir şey. Efendim 1 olur, 2 olur bilemedin 3 olur. 4 olursa, ya 40 olursa? Var mı maddede bir sayı? Sayı yok. Öyle Amerika’ya falan gitmeye de gerek yok. Afganistan anayasasını açsınlar baksınlar bir başkan, iki başkan yardımcısı vardır ve seçimle gelirler. Bitti. Afganistan anayasası. Bizde Başkan var seçimle gelecek, Başkan Yardımcıları Başkanın takdirine bağlı istediği kadar. 81 il başkanını Başkan Yardımcısı yapabilecek. Ne olacak biliyor musunuz? Valiyi de Başkan tayin edecek, partisinin İl Başkanını da Başkan tayin edecek. Bunların hangisi Cumhurbaşkanını temsil edecek? Vali mi, İl Başkanı mı? Çift başlılık vilayette başladı. Tepede de çift başlılık var. Hem partinin Genel Başkanı, hem Cumhurbaşkanı. İki türlü kanun çıkacak. Birisini kararname olarak Cumhurbaşkanı yayınlayacak, hiçbir yerde görüşülmeyecek, tartışılmayacak. Bir sabah kalkacağız resmi gazeteye bakacağız, muhtarlıklar kapatılmış. Hiçbir yerde tartışılmayacak keyfine bağlı çünkü. Bazı muhtar arkadaşlarım diyor ki, bizi kapatamaz. O da şunu söylemiş, ne demek kapatamaz, ben TBMM’yi bile feshediyorum muhtarlığımı feshetmeyeceğim. Yetkisi var.

Ne söyledim? Türkiye’nin idari yapısıyla ilgili her türlü kararı almaya yetkili. O nedenle bütün arkadaşlarımın düşünmesi lazım. İşçi arkadaşlarım, işveren arkadaşlarım, muhtar arkadaşlarım. Devlet memurları; bir kararnamelik işi var. Devlet memuru güvencelerini kaldırdım diyecek bir kararnameyle. Hepsi taşeron devlet memuru olacak. Yapar mı? Yapar yetkisi var. Tabi diyebilirsiniz olur mu böyle şey? Olup olmadığından öte, böyle bir yetki verilsin mi, verilmesin mi sorun orada. A gelir yapmaz, B çıkar yapar. Meclisi fesih yetkisi önce yoktur, yoktur, yoktur diyorlardı. şimdi çok şükür seslerini kestiler, önlerine belgeleri koyduk, önlerine açıklamaları yaptık, artık bir daha Başkanın meclisi fesih yetkisi yoktur diyemiyorlar. Var. Görev süresi dolmadan başka bir otorite TBMM’deki milletvekillerinin görev süresini sonlandırırsa bunun adı fesih değil midir? Meclis kendi arasında oturur karar verebilir, seçimleri yenileyebilir bu fesih değildir. Kendi arasında kendi iradesiyle. Ama bir başka irade benim görev sürem dolmadan benim görev süremi bitirirse bunun adı fesihtir. Açın dünya kadar Yargıtay kararı vardır. Açın Türk Dil Kurumunun sözlüğüne bakın. Eğer arzu eden arkadaşım varsa Sayın Bekir Bozdağ’ın TBMM’de yaptığı konuşmaya baksınlar. Bekir Bozdağ kim? AKP’nin bakanı. Ne bakanı? Adalet Bakanı. Ne söylüyor? “Meclisi fesih yetkisi veriyoruz” diyor. Nerede söylüyor? TBMM kürsüsünde söylüyor. Şimdi seslerini kestiler. Bizim doğruları söylediğimizi artık kabul ediyorlar. Ama bir şeyden rahatsızlar. Neden Kılıçdaroğlu bu doğruları sürekli söylüyor. Neden benimle oturup tartışmıyor. Bak biz bir sürü dünya kadar konu var onları tartışalım, dünya kadar hakaret var, ben ediyorum o hakaretleri Kılıçdaroğlu bana niye cevap vermiyor? Vermeyeceğim, vermeyeceğim, vermeyeceğim.

Allah aşkına kavgadan bıkmadı mı bu millet, kısır tartışmalardan bıkmadı mı bu millet? Kim doğruyu söylüyor, kim doğruyu söylemiyor bunu milletin takdirine bırakmak lazım. Tamam cesaret edip gelemiyorsun, tamam benimle oturup konuşamıyorsun ben bunları anlarım, çünkü bilgi lazım, cesaret lazım, yürek lazım. Yoksa ben ne yapayım, kabahat bende değil, ben teklifi yapıyorum gelin oturalım, konuşalım.

MİLLETİN AKLIYLA NASIL ALAY EDİYORLAR

Bir adama bu kadar yetki verilirse ne olur? Bir kişiye bu kadar büyük yetkiler verilirse, bir kişiyi ikna ederseniz, bir kişiyi kandırırsanız, bir kişiyi satın alırsanız ve aldatırsanız 24 saat içinde Türkiye Cumhuriyeti devletini birilerine teslim edersiniz. Bir daha söylüyorum en tepedeki kişiyi ikna ederseniz, kandırırsanız, satın alırsanız veya aldatırsanız en geç 24 saat içinde Türkiye Cumhuriyeti Devletini birilerine teslim edersiniz. Diyeceksiniz ki nasıl? Öyle yetkiler veriyoruz ki, bir kararnameyle devletin bütün valilerini, bütün kaymakamlarını, bütün müftülerini, bütün komutanlarını, bütün müsteşarlarını, bütün büyükelçilerini, bütün rektörleri bir kararnameyle değiştirebilir. Öyle 30-35 yıl bekleyelim, paralel devlet kuralım buna hiç gerek yok. Bir sefer kandıracaksın kararnameleri koyacaksın ve hep beraber resmi gazetede göreceğiz bunları. Bu yetkiyi vermek doğru mudur? İnsaf denen bir şey var Türkiye Cumhuriyeti devletini bir kişiye teslim etmek doğru mudur, kim olursa olsun.

Bakın meclisi fesih yetkisi 1924 anayasası TBMM’de görüşülürken kabul edilmemiştir. Atatürk’e bu yetki verilmek istenir. İki milletvekili çıkar kürsüye, birisi Mahmut Esad Bozkurt’tur daha sonra Adalet Bakanı olmuştur, der ki, “Biz Gazi Paşa’yı seviyoruz, Türkiye için neler yaptığını da çok iyi biliyoruz. İyi bir komutan, iyi bir devlet adamı, hepimiz minnet borçluyuz ama bizi buraya TBMM’ye Gazi Paşa değil millet getirdi, o nedenle milletin getirdiğini bir kişiye emanet edemeyiz” diyor ve bunu söylüyor. Şimdi biz bütün bu yetkiyi alıyoruz bir kişiye veriyoruz. Bir de ilanlar veriyorlar her tarafta, güçlü parlamento olacak, neresi güçlü? Yani yetkisi alınmış bir parlamento nasıl güçlü oluyor arkadaşlar ben onu anlayamıyorum. Yani milletin aklıyla nasıl alay ediyorlar, emin olun onu anlamakta zorluk çekiyorum. Neresi güçlü parlamentonun? Belki sayıyı 550’den 600’e çıkarıyorlar o zaman güçlü parlamento diye düşünüyorlar. Sayıyı 550’den 600’e çıkınca güçlü oluyorsa, sayıyı 1000 yapın dünyanın en güçlü parlamentosu olsun, 5000 yapın bütün tarihlerin en büyük parlamentosu olsun. Güç sayıda değil, güç akıldadır akılda. Akıllıysan güçlüsün. Akıl akıldan üstündür dediğin zaman güçlüsün, ortak aklı egemen kıldığın zaman güçlüsün, senin gibi düşünmeyen insanında görüşünü, düşüncesini aldığın zaman güçlüsün ve saygınsın o zaman. Biz alıyoruz parlamento çok güçlü hale geliyor, niçin? 600’e çıkardık. Öyle zayıf bir hale geliyor ki bir örnek anlatacağım, tek bir tipik örnek anlatacağım. Mevcut düzende parlamenter demokratik sistemde, diyelim ki bir muhtarımız telefon etti bizim Bursa milletvekiline dedi ki şu yol yapılmıyor bir türlü, İnegöl’e giderken şu sorun çıktı veya Kestel’e giderken şu sorun çıktı, çık bunu Bakan’a sor. O milletvekili kürsüye çıkar bakana soru sorar, bakan gelip o soruya cevap vermek zorundadır. Anayasaya göre Bakan meclis kürsüsüne çıkıp o soruya cevap vermek zorundadır. Tek adam rejiminde ne o soruyu bir milletvekili sorabilecek ne de Bakan gelip o soruya cevap verecek, bunları kaldırıyorlar. Hükümet kurulacak, hükümet programı asla mecliste okunmayacak ve asla güvenoyu istenmeyecek TBMM’den. Bu mudur güçlü parlamento? Mevcut yetkileri alıyorsunuz birilerine devrediyorsunuz yazık günah değil mi? Dolayısıyla hepimize düşen görev var hepimize, hep birlikte bu ülkenin geleceği için çaba harcamak zorundayız. Benim sorumluluğum var ben bunu biliyorum, dilimin döndüğü kadar anlatmaya çalışıyorum ama muhtar olarak, sivil toplum örgütlerinin yöneticileri olarak, sendikaların, meslek kuruluşlarının yöneticileri olarak hepinizin görevleri var, hepiniz anlatmak zorundasınız.

BİR SORU BİLE SORAMAYACAĞIZ

Şunu söylüyorlar, “Hayır” çıkarsa kaos olacak. Niye kaos olsun? Sayın Cumhurbaşkanı görevinin başında zaten 2019’a kadar ben seçmedim ki halk seçti. Halk seçtiğine göre meşruiyeti tartışılmaz, niye tartışalım vatandaş seçmiş görevinin başında, Başbakan o da görevinin başında eğer bir saray darbesiyle gitmezse o da görevinin başında zaten. TBMM o da görevinin başında o zaman niye kaos çıksın? Efendim bu anayasa değişikliği gerçekleşirse ekonomide istikrar olacak Türkiye uçacak, Türkiye hızla büyüyecek. Arkadaşlar gerçekten inanan var mı? 15 yıldır hükümetsiniz, istediğiniz kanunu çıkarıyorsunuz, istediğiniz kararı alıyorsunuz, yani size engel olan birisi mi oldu? Şu kanunu çıkarmayın mı dedi? Siz mazot fiyatını düşürdünüz de birisi engel mi oldu? Siz esnafın sorununu çözdünüz de birisi engel mi oldu? Siz Türkiye’nin itibarını yükselttiniz de birisi engel mi oldu? Siz terörü önlediniz de birisi engel mi oldu? 15 yıldır siz yönetiyorsunuz, kim size engel oldu? Kimse engel olmadı. TBMM ayak bağı, oralarda gensoru veriliyor. Verilir, yani bir bakan yolsuzluk yaptığı zaman gensoru vermeyecek miyiz, hesap sormayacak mıyız? Arkadaş sen bunu niye yaptın demeyecek miyiz? Sormayın diyorlar bu soruları, malı götüreceğiz soru sormayın. Nasıl malı götüreceğiz? Anayasal güvence altında götüreceğiz, kimse de bize hesap sormayacak. Vicdan var, nizam var, inanç var kul hakkı yemenin ne olduğunu çok iyi biliyoruz. Parlamentoda denetim olması lazım, apartmanda otururken bile verdiğimiz aidatların nerelere harcanıp harcanmadığı için denetim kurulu seçiyoruz, apartmanda.  Şimdi Türkiye’yi yönetecekler bir soru soramayacağız. Bir soru bile soramayacağız. Bunun adı da güçlü parlamento oluyor. Nasıl bir güçse anlamadım. Anlayan varsa çıksın şu meydanlarda bir anlatsın bakalım, biz de bir öğrenmiş olalım.

OYUNUZ NE OLURSA OLSUN MUTLAKA SANDIĞA GİDİN

Sandığa gideceğiz, 16 Nisan’da, düşünerek gideceğiz. Bugün hava çok güzel, bugün Pazar arkadaşlar kahvede bekliyor, beraber konken oynayacağız, efendim pişti oynayacağız, batak oynayacağız sakın demeyin. Mutlaka sandığa gidin, bakın oyunuz ne olursa olsun mutlaka sandığa gidin ve oyunuzu kullanın. Çünkü bu işin vebali çok ağırdır. “Evet” in vebali çok ağırdır çok hesabını kimse veremez. 12 Eylül darbe anayasası İstanbul’da oylanırken ben genç bir bürokrattım. Gittim Fikirtepe’de o anayasaya “Hayır” oyunu verdim ve ben bugün çocuklarıma, torunuma ben o anayasaya “Hayır” oyu verdiğim için onurla ve gururla anlatıyorum. Sizlerde bu anayasa değişikliğine “Hayır” oyunu verdiğiniz zaman emin olun yazın bir köşeye, “Hayır” çıktığı zaman çocuklarınıza, torunlarınıza, yakınlarınıza, akrabalarınıza “Hayır” demenin onurunu paylaşacaksınız ve anlatacaksınız. Neden biliyor musunuz? “Hayır” ın çok ama çok önemli bir anlamı vardır, bütün baskılara rağmen, bütün imkanlara rağmen, bütün korkulara rağmen halk sandığa gitti ve demokrasiye sahip çıktı, asıl anlamı budur.  Demokrasiye sahip çıkmak ne demektir biliyor musunuz? Bütün dünyada Türkiye’nin itibarının artması demektir. Devletin bütün baskılarına rağmen, valisine, kaymakamına rağmen, bakanlarına rağmen, paralarına pullarına rağmen, uçaklarına arabalarına rağmen, susturmalarına rağmen, vatandaş sandığa gidecek ve demokrasiye sahip çıkacak. Gitti ve sahip çıktı algısını bütün dünyaya yerleştireceğiz. Bu aynı zamanda bizim gibi olan pek çok ülkenin halkına da cesaret verecektir. Evet, biz baskılara direnmesini biliyoruz, biz zalimden yana değil mazlumdan yanayız. Zulmün karşısında susan dilsiz şeytandır, bunu da kimse unutmasın değerli arkadaşlarım zulüm yapıyorlar. İnancımız varsa ki var. Kanaatimiz? Var. Kültürümüz? Var. İnsan sevgimiz var. Bir arada yaşama azmimiz, var. Bayrak sevgimiz, var. Vatan sevgimiz, var. Demokrasi hepimiz için geçerli, benim gibi düşünmeyen insan içinde demokrasi geçerli, huzurun kaynağı nedir? Birbirimizi dinlemektir, konuşmaktır, düşüncelerimizi tartışmaktır. Huzurun kaynağı budur, kavga etmek değil ki, dayatma kültürü yoktur demokrasilerde, oturur beraber konuşuruz, anlatırız birbirimize, akıl akıldan üstündür diyoruz, böyle yola çıktık, babalarımız, dedelerimiz bize böyle öğretti. O zaman bu kültürü bu anayasa değişikliğine “Hayır” diyerek perçinleyelim. Emin olun dünyanın en hayırlı işini yapmış olacağız. Dünyanın en güzel işini yapmış olacağız, darbelere karşı direnen, zulme karşı direnen, hakkını arayan, almasını bilen, sandıkta onurlu duruşunu sergileyen bir toplum olarak bütün dünyada saygınlık kazanacağız, bu çok güzel bir şey.

Bir adama yetki vermenin getirdiği tarihsel sorumluluk nedir, size bir örnek vereceğim, her toplantıda bu örneği veririm, Çanakkale Savaşını hepimiz biliriz, onun türküsünü de hepimiz biliriz, “Çanakkale içinde vurdular beni, ölmeden mezara koydular beni…” Bunu dinlediğimiz zaman hepimiz duygulanırız, 13-14 yaşında çocuklarımız Çanakkale’de şehit oldu. Amaç, Çanakkale’yi geçilmez kılmaktı. 7 düvele karşı Çanakkale’de mücadele verildi, 7 düvele karşı onurlu ve dik duruldu ve hiç birisi Çanakkale’yi geçemedi. Sonra ne oldu? Sonra şu oldu, bir kişi gitti bir yere imza attı, bütün o gemiler 3 yıl sonra tek kurşun atmadan Çanakkale’yi geçtiler Marmara’ya geldiler, Dolmabahçe Sarayının önüne demirlediler ve İstanbul’u işgal ettiler, Duyun-i Umümiye’yi kurdular. Devlet bir kişiye teslim edilirse sonuç budur. Neden diyorum bir kişiyi kandırırsanız, ikna ederseniz, aldatırsanız en geç 24 saat içinde devleti birilerine teslim edersiniz. 30-35 yılda paralel devlet kuranların, 30-35 yıl uğraşmalarına gerek yok ki bir kişiyi ikna ettin mi mesele bitiyor zaten. Bu tarihten aldığımız dersi hiç unutmamamız lazım sandığa giderken de, Çanakkale örneğine bakın ve Osmanlı’nın nasıl teslim alındığına bakın, bir kişinin imzası yetmiştir, hiç kurşun atmadan, hiç savaşmadan.

Hepimize sorumluluk düşüyor, hepimizin görevleri var. Kadını, erkeği, yaşlısı, genci, çiftçisi, işçisi, memuru, emeklisi, ayakkabı boyacısı, muhtarı, memuru, müsteşarı, genel müdürü, herkes herkese sorumluluk düşüyor. Bu ülkenin birliği ve bütünlüğü için hepimize sorumluluk düşüyor. Birlikte yaşamak ve huzur içinde yaşamak istiyoruz. Kavgası bir Türkiye’de yaşamak istiyoruz. Onun için hayırlı bir iş yapmak istiyoruz. Sandığa gidip hayırlı bir iş yapacağız.

Hepinize en içten selamlarımı, saygılarımı, hürmetlerimi, muhabbetlerimi sunuyorum. Sağ olun, var olun diyorum.