15.01.2021

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, BEST FM CANLI YAYININA KONUK OLDU

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Best FM'de "Sorel Dağıstanlı ile Konuşan Türkiye" programında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Sorel DAĞISTANLI- Best FM’den herkese günaydın. “Sorel Dağıstanlı’yla Konuşan Türkiye”ye başlıyoruz. Dün söylemiştik ara ara yayınlarımızda, tanıtımını da girdik. Şu anda Ankara’dayız, Başkentteyiz, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezindeyiz CHP lideri Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ile birlikte. Sayın Kılıçdaroğlu hoş geldiniz yayınımıza.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Teşekkür ederim, siz de hoş geldiniz Genel Merkezimize.
Sorel DAĞISTANLI- Teşekkür ediyoruz, sağ olun. Gündemi konuşacağız ama bizim genelde bu programda konuştuğumuz gündem; Ankara’nın, başkentin, zaman zaman sizlerin grup toplantısında yaptığınız o konuşmalardan farklı oluyor, vatandaş belirliyor gündemi.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Güzel.
Sorel DAĞISTANLI- Dolayısıyla ne oluyor? İşsizliği konuşuyoruz, hayat pahalılığını konuşuyoruz, salgını konuşuyoruz, aşıları konuşuyoruz. Bunlar üzerinden gideceğiz ama zamanımız kalırsa tabi siyasilerin gündemine de değinmeden geçmemeyi düşünüyorum.
Kemal KILIÇDAROĞLU- O size bağlı.
Sorel DAĞISTANLI- Peki şimdi aşılama başladı. Resmi onaydan sonra, acil onaydan sonra deyim Sayın Bakan Fahrettin Koca oldu, Bilim Kurulu üyeleri oldu. Dün de Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan aşıyı oldu ve dedi ki, bir çağrı yaptı tüm siyasi parti liderleri, milletvekilleri bu aşıyı bizim belirlediğimiz yerlerde giderek teşvik ederse topluma hani iyi olur dedi. Siz aşı oldunuz mu, olacak mısınız, programınız var mı bu konuda?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Dün akşam Sayın Sağlık Bakanı aradı, aşı olmak için çağrıda bulundu. Tabi dedim. Hekimler aşı olmamızı istiyorlar, biz de doğal olarak aşı oluruz. Ben de gerekirse refakat ederim dedi aşı olmanız için. Ben de aşı olacağım.
Sorel DAĞISTANLI- Ne zaman planlıyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Daha henüz karar vermedim ama bugün yarın olacak.
Sorel DAĞISTANLI- Kameralar olacak mı, görecek miyiz aşı olduğunuzu?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bence kameraya çok fazla gerek yok, zaten aşı olacağız.
Sorel DAĞISTANLI- Peki aşıya yaklaşımınız nedir, zaten olacaksınız da ama genel anlamda bir tedirginlik var aşıya karşı. Özellikle bu Çin’in aşına karşı. Çünkü etkinlik oranı konusunda farklı farklı açıklamalar yapıldı. Brezilya en son yüzde 50 dedi, Türkiye 91 demişti. Bir şüpheniz var mı, bir kaygınız var mı aşıyla ilgili?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Aşıyla ilgili bir kaygım yok doğrusunu isterseniz. Yani sonuçta ben hekim değilim. Hekimler diyorlar ki, bu aşıyı olmak gerekiyor. Mademki çok sık liyakatten söz ediyorum ben, bu işin uzmanı doktorlar, doktorlar aşı olmamız gerektiğini söylüyorlarsa gidip aşı olacağız. Bütün vatandaşlarımın da aşı olmasını isterim tabi. Çünkü herhangi bir riske karşı alınacak en iyi önlem aşı dolayısıyla da aşı olmak gerekiyor.
Sorel DAĞISTANLI- Peki şimdi ilk olarak dünyada baktık hep 65 yaş üstü aşılanmaya başlandı. Bizde acil onaydan sonra Sayın Bakan kameraların önünde oldu, Bilim Kurulu üyeleri kameraların önünde oldu, Sayın Cumhurbaşkanı kameraların önünde oldu ve işte liderlerden, sizlerden teşvik için sizin de bunu yapmanızı istedi. Şöyle bir durum var toplumda, bir güvensizlik var. Ama bu sadece aşıyla ilgili değil açıklanan her konuda, söylenen her sözde, siyasilerin attığı her adımda bir güven sorunu oluştu Türkiye’de. Bu güvensizliğin temel nedeni nedir siyasilere karşı?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Güvensizliğin temel nedeni belli bir konuda açıklama yapması gereken kişinin kamuoyu önüne çıkması gerekirken o kişinin değil de siyasetçinin kamuoyunun önüne çıkmış olması. Güvensizliğin temelinde bu yatıyor. Aşı olunması gerekiyorsa bu konuda Bilim Kurulunun sözcüsü olacaktı, Bilim Kurulu Sözcüsü çıkacaktı, kamuoyuna açıklamalar yapacaktı. Testi yaptık şu sonuçlar ortaya çıktı, aşı yapmakta hiçbir sakınca yok, tam tersine korunmak için aşı gerekiyor derdi ve insanlar da ona güvenirdi, giderdi aşılarını olurlardı. Kaldı ki, zaten 1,5 milyon doz aşımız var. Yani insanlar bugün gidip aşı yapmaya kalksalar zaten yetmiyor.
Sorel DAĞISTANLI- 3 milyon doz 1,5 milyon kişiye olacak.
Kemal KILIÇDAROĞLU- 1,5 milyon kişiye belli bir süre sonra tekrar aynı kişilere ikinci doz aşı yapılacak. Dolayısıyla yeni aşıların gelmesi lazım artı kamuoyunun önüne bir aşı takvimi konması lazım. İnsanlar nerede, ne zaman aşı olacaklar bunun bilinmesi lazım. Tamam siyasetçiler yeri belli gidiyorsunuz aşı oluyorsunuz, öncelik veriyorlar tamam. Ama daha 65 yaş üstü olanlar var, kaç kişi, bunlar nerelerde yaşıyorlar, bunların dokümanları var. Dokümanları bulmak son derece kolay bir uygulama. Zaten seçim listelerinde bütün bunların ayrıntıları hepsi var. Dolayısıyla bu aşının da bu çerçevede süratle yapılması lazım. Vatandaşların tedirginliğe kapılmalarına gerek yok. Zaten dediğim gibi bu bir aşı çok küçük dozda yapılacak zaten, bir sefer yapılıyor, aradan belli bir süre geçtikten sonra ikinci kez yapılıyor. Dolayısıyla vücut Covid-19’a karşı daha dirençli hale geliyor. Doktorlar öyle söylüyor. Mademki bu işin uzmanı doktorlar ve doktorlar bu çağrıyı yapıyorlarsa bizler de bu çağrıya icabet etmeliyiz.
Sorel DAĞISTANLI- Bilim insanlarını bu konuda dinlemek gerekiyor, takip etmek gerekiyor.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet.
Sorel DAĞISTANLI- Peki dönelim o zaman işsizlik, hayat pahalılığı, geçim derdi, adalet, özgürlük dile getirilen sorunlar. Şimdi şöyle bir soru yöneltsem size, bir dinleyicimiz bizim Best FM’e katıldı yayına ve dedi ki, 35 yaşlarındaydı yanlış hatırlamıyorsam, "işsizim" dedi. "Çok uzun süredir de işsizim, evliyim bir çocuğum var" dedi. "Markete giderken kızım benimle gelmek istiyor, ama ben ona çöp atmaya gidiyorum diye söylüyorum, çünkü benimle geldiğinde bir şey isterse alamam ve bu ağrıma gidiyor" demişti ve iş bulamıyordu. Hala da en son bildiğim bulamadı iş. İşsiz bir babaya, dükkanı kapatmış bir esnafa, iş arayan ve bulamayan üniversite mezunu bir gence ne söylersiniz, size inanmaları için ne vaatte bulunursunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Önce şunu söylemek isterim, bir siyasi iktidar düşünün 18 yılı devirdi, 19'uncu yılına giriyor Türkiye’yi yönetiyor. Bir iktidarın ekonomik başarısının temel ölçütü nedir, bu soruyu kendilerine sorsunlar. Bir siyasi iktidar bir ülkeyi yönetiyorsa, bu siyasi iktidarın başarısının temel ölçütü nedir? Siyasi iktidar ne kadar istihdam alanı yaratmış, işsizliği nasıl çözmüş temel ölçütü budur. Yani siz vatandaştan topladığınız vergiyi yatırımlar için harcıyorsunuz, memura aylık veriyorsunuz, emekliye aylık veriyorsunuz, istihdam alanları yaratıyorsunuz, özel sektörü teşvik ediyorsunuz, yabancı sermaye geliyor, onlar yatırım yapıyorlar. Dolayısıyla istihdam alanı yaratıyorsunuz. Eğer bir siyasi iktidar istihdam alanı yaratmıyorsa o siyasi iktidar ekonomi politikası açısından zayıf bir siyasi iktidardır ve başarısız bir iktidar demektir. 18 yıl yönetiyorsunuz, 10 milyonu aşkın işsiziniz var. Bunların içinde üniversite öğrencileri var, doktora yapmış öğrenciler var, masterini bitirmiş olan kişiler var. Her meslekten, mimarı, mühendisi, veterineri, herkes büyük ölçüde 10 milyonu aşkın herkes işsiz durumda. Şimdi bu durumda biz bunlara ne vaat edebiliriz, ne söyleyebiliriz? Bir, bunların yapmaları gereken ilk iş kendilerini işsiz bırakan bir siyasi anlayışa, bir siyasi partiye dur demeleri lazım. Nerede dur diyecekler? Sandığa gidince oy vermeyecekler. Sen beni işsiz bıraktıysan kusura bakma ben de sana iktidar yolunu açmayacağım diyecek. Bu demokrasinin zaten en temel kurallarından birisidir. Okuyorum, üniversiteyi bitiriyorum, iş arıyorum bir ay geçiyor, iki ay geçiyor, bir yıl geçiyor, iki yıl geçiyor, üç yıl geçiyor ve ben işsizim. KPSS sınavına giriyorum, oradan 90 puan alıyorum, 90 puan almama karşın giriyorum mülakatta 60 puan alan kazanıyor, benim torpilim yok, ben 90 puan aldığım halde kazanıyorum. O zaman benim ne yapmam lazım? Benim oturup düşünmem lazım. Beni bu hale getiren kim? Ülkeyi yöneten siyasi anlayış. Bu siyasi anlayışa son vermek gerekiyor mu? Son vermek gerekiyor. Bütün işsizlerin, üniversite mezunu olsun olmasın bütün işsizlerin ortak çaba göstermesi gerekiyor. İş yoksa oyda yok kardeşim diyecek bu kadar basit. İş verirsen tamam oyumuz olsun güzel istihdam yaratıyorsun ama iş vermiyorsan, iş yaratmıyorsan, istihdam yaratmıyorsan ben sana neden oy vereyim?
Biz ne yapacağız onu söyleyeyim. Kesinlikle işsizlikle mücadele etmek lazım, devletin sosyal olması lazım ve güçlü sosyal politikalar oluşturması lazım. Bir veteriner neden işsiz olur, bir mühendis neden işsiz olur?
Sorel DAĞISTANLI- Şimdi zaten yayına başlarken de veteriner hekimlerden çok fazla sosyal medyamdan mesaj aldım, atanma problemleri var. Bu konuda sizden destek istiyorlar. Ben hem bu konudaki çözüm önerinizi, hem de işsizlikle ilgili vatandaşlara söyleyeceğiniz çözüm önerinizi kısa bir aradan sonra alayım.
Çözüm önerisi; işsizliğe karşı, işsiz gençlere, iş arayan vatandaşlarımıza çözüm öneriniz ne olacak? Siz iktidarda olursanız şayet bu işsizlik sorununa nasıl bir modelle çözüm getirmeyi düşünüyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- İşsizlik sorununa atılacak ilk neşter, kaynakların yatırım için harcanmış olmasıdır. Eğer siz kaynakları yani vatandaştan aldığınız vergiyi faiz olarak öderseniz yatırıma ne ayıracaksınız? Türkiye Cumhuriyeti Devleti Londra’daki bir avuç tefeciye ne kadar faiz ödüyor? Dünyanın faizini ödüyor, milyarlarca dolar faiz ödüyoruz. Milyarlarca dolar parayı faiz olarak öderseniz, vatandaştan topladığınız vergiyi faiz olarak öderseniz siz istihdam yaratabilir misiniz? Onun fabrika olması lazım. O ödenen paraların Türkiye’de fabrika olması lazım, fabrika kurulması lazım. Kayseri’de de olması lazım, Çankırı’da da olması lazım, Rize’de de olması lazım, Siirt’te de olması lazım, fabrikaların olması lazım ve fabrika olunca da doğal olarak istihdam olacaktır. Bu bir ekonomik tercihtir, siyasi tercihtir, tercihin bugün ortaya çıkardığı bir gerçek var, Londra’daki bir avuç tefeciye dünyanın faizini ödüyoruz, dolar olarak ödüyoruz üstelik, tercih borçlanma, eğer yatırıma dönüşebilseydi o zaman işsizlik sorunu olmazdı. Almanya’da niye işsizlik sorunu yok? Aşağı yukarı aynı nüfusa sahibiz, Almanya dışarıdan işçi alıyor işçi bulamadığı için, Türkiye dışarıya işçi gönderiyor, üstelik üniversite mezunlarını gönderiyoruz. Herkesin umudu acaba ben dışarıya gittiğim zaman iş bulabilir miyim, orada işim olabilir mi, kendime güzel bir gelecek inşa edebilir miyim diye düşünüyor. Ama Türkiye’de bunu düşünemiyor. Peki sorumlusu kim? Sorumlusu siyasi iktidar, ülkeyi yönetenler. 18 yıldır yöneten insanlar Türkiye’yi bu noktaya getirdi. Gençlerin hepsinin oturup düşünmesi lazım, babanın oturup düşünmesi lazım, babayı düşünün oğlunu, kızını üniversiteye boğazından keserek gönderiyor, onu okutmak istiyor. Neden? Çünkü diyor ki, üniversiteyi bitirirse benden daha iyi bir yaşam tarzı en azından yakalamış olur, işi olur, gücü olur, kimseye muhtaç olmaz, dolayısıyla hayatını sürdürür diyor. Şimdi okulu bitirdi geldi eve; kızı geldi, oğlu geldi, şimdi bakıyor işsiz, onların ikisi kendisinin de bir emekli aylığı var. Nasıl olacak bu? Emekli aylığıyla nasıl bunlar beslenecekler? O da giderek düşüyor, bu emekli aylığı. Şimdi böyle bir tablo var. Herkesin oturup düşünmesi lazım, gencin de, yaşlının da, kadının da, erkeğin de oturup düşünmesi lazım. 18 yıldır, bunlar geldiler, 18 yıldır tek başlarına yönetiyorlar. Hani birisi olur da suçu ona atar. Yok. 18 yıldır tek başına yönetiyorlar. İstediği kanunu çıkarıyor mu? Çıkarıyor. İstediği valiyi atıyor mu? Atıyor. İstediği kararnameyi çıkarıyor, istediği yatırımı yapıyor mu? Yapıyor. Peki ne oldu bu paralar ne oldu, neden bu işsizlik var, neden bu yoksulluk var, neden fakirlik, fukaralık var? Ne diyorlardı? "Biz iktidar olduğumuzda garip gurebanın hakkını savunacağız." Şimdi garip gureba perişan oldu ve eskiden karnını bir iki lokmayla doyuruyordu, şimdi tamamen aç kaldı. Açlık var bu ülkede. Açlığın olduğu bir ülkede temel sorumlu, o ülkeyi yöneten siyasi anlayıştır, siyasi partidir. Artık bunu herkesin görmesi lazım, herkes görecek ki ona göre oturup karar verecek. Önümüze seçimler gelecek, sandığa gideceğiz. "Efendim ben gene oyumu götüreceğim AK Partiye vereceğim..." AK Partiye veriyorsan oyunu, işsizlikten şikayet etmeyeceksin. İşsiz kaldığın zaman da diyeceksin ki; kendim ettim kendim buldum, kardeşim kusura bakmayın diyeceksin. Ama ben şimdiden uyarıyorum, bu siyasi anlayış Türkiye’yi felakete götüren siyasi anlayıştır. 10 milyon işsiz varsa bir ülkede; o ülkede huzur olmaz, o ülkede bereket olmaz, o ülkede gelecek öngörüsü olmaz, o ülkede umutsuzluk yeşerir, umutsuzluk büyür. Şu anda yaşadığımız tablo budur. Ama hiç kimse umutsuzluğa kapılmasın. Sandık geldiğinde hepimiz tercihimizi yapmalıyız; işten yana, emekten yana, alın terinden yana tercihimizi yapmalıyız. O tercihi yaptığımız zaman da rahatlıkla ben sana oy verdim, bana istihdam yaratacaktın sorusunu sorma özgürlüğünü de ona sağlamış olacağız.
Sorel DAĞISTANLI- Şimdi önemli bir cümle kullandınız, "bu bir siyasi tercih dediniz." Bir iktidar, bir ülkeyi yöneten parti ya da iktidar ortakları neden örneğin bir üretim ekonomisine geçip üretimle kalkınmayı, halkının refahının yükselmesini, daha iyi şartlarda yaşamasını istemesin? Neden bunu tercih etsin, bu bir tercihse şayet?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bir siyasi iktidar rant üzerine siyaset oluşturuyorsa ve o rantın kendisine ve partisine yansımasına, yandaşına yansımasını sağlıyorsa ve o ranttan besleniyorsa izleyeceği politika budur. Başka bir politika izleyemez zaten. Eğer bir siyasi iktidar rant üzerine değil de üretim üzerine politikasını oluşturmuşsa, vatandaştan toplanan vergilerin nerelere hangi yatırımlara gideceğini planlamışsa, bir planlama örgütü varsa, o planlama önümüzdeki 5 yıl içinde, 10 yıl içinde hangi alanlara ne kadar yatırım yapmalıyız, ne kadar istihdam yaratmalıyız diye bir planlama yapıyorsa o siyasi iktidar ranttan yana değil üretimden yanadır.
Ben şu soruyu sormak isterim. Eskiden Türkiye’de Devlet Planlama Teşkilatı diye bir planlama teşkilatımız vardı. Var mı bugün? Yok. Niye kapattılar, hangi gerekçeyle kapattılar? Planlama teşkilatı ne demektir? Benden, sizden, tüyü bitmemiş yetimden toplanan vergiler nerelere harcanır, hangi bölgeye yatırım yapmamız lazım, Türkiye’de kalkınmayı, Türkiye’de büyümeyi dengeli olarak Türkiye coğrafyasına nasıl yayabiliriz bunun hesabını yaparlar. Nerede baraj yapacağız, nerede ev yapacağız, nerede fabrika yapacağız ve hangi fabrikaları yapacağız, hangi üretimi destekleyeceğiz, katma değeri yüksek ürünleri nasıl nerede üreteceğiz, üniversiteler nasıl bilgi üretecek bunların tamamının planlaması lazım.
Bakınız; gelişmiş ülkeler bırakın 5 yıllık, 10 yıllık, 50 yıllık, 100 yıllık planlar yaparlar. Yani bir ülke önümüzdeki 50 yıl içinde dünya nereye gidiyor, biz nereye gidiyoruz dolayısıyla o planlar yapılır. Planlama örgütlerinde de toplumun en çalışkan, en zeki, hayatı en iyi sorgulayan ve dünyayı en iyi izleyen insanlar çalışırlar. Burada ast üst ilişkisi olmaz, bunlar ülkeyi planlarlar, geleceği planlarlar. Siz kalktınız bu örgütü tepeden tırnağa kapattınız, tamamını kapattınız. Kim planlıyor? Damat planlıyor idi. Kimden talimat alıyordu damat? Erdoğan’dan alıyordu. Ne gerek var dediler planlamaya kapattılar. Şimdi ne oldu? Gittiler borç aldılar, dünyanın borcunu aldılar. Borç alan ne alır? Emir alır. Bugün emir alıyorlar. Dünyanın faizini ödüyorlar.
Bakın, Türkiye Cumhuriyeti Devleti… Almanya eksi faizle borçlanıyor yani Almanya devletine borç verenler ayrıca ona faiz ödüyorlar. Yani Alman hükümeti faiz ödemiyor, borç verenler Alman hükümetine faiz ödüyorlar. Biz dünyanın en yüksek faiziyle borçlanıyoruz, yüzde 6, dolar üzerinden. 6 – 6,5 borçlanıyoruz. Niye borçlanıyor, bu kadar parayı niye veriyoruz? Elin oğlu eksi faizle borçlanırken biz artı yüzde 6 – 6,5’la niye borçlanıyoruz? Çünkü Türkiye Cumhuriyeti hükümetine yabancı sermaye güvenmiyor, riski var diyor, yarın bu parayı ben alamayabilirim diyor. O yüzden yüksek faiz veriyorum diyor ve bunlar da yüksek faize mahkumlar gidip yüksek faizle para alıyorlar. Yüksek faizle para aldınız nereye gitti o para, geldiğimiz nokta ne? Borcun faizini ödemek için borçlanıyorlar. Bir daha söyleyeyim, bizi izleyen vatandaşlarımıza bir daha anlatayım. Borcun yani aldıkları borcun faizini ödemek için borçlanıyorlar, anaparasını ödemek için borçlanıyorlar. Yani bizden alınan vergiler yetmiyor, ayrıca borcun faizini ve anaparasını ödemek için de borçlanıyorlar. Bu kısır çark içinde Türkiye istihdam yaratabilir mi, Türkiye büyüyebilir mi?
Sorel DAĞISTANLI- Peki sizin mesela üretim ekonomisine bir an önce geçme -iktidara geldiğinizde- planınız var mı? Bunu hangi kaynakla, hangi finansmanla yapacaksınız? Çünkü üretim için bir yatırım yapılması gerekiyor, yatırım için bir finansman gerekiyor. Mesela kamu özel işbirliği, bu Avrasya Tüneli ya da Osmangazi Köprüsü gibi kamulaştırmadan bahsediyordunuz. Teknik olarak mümkün mü? Bunları kamulaştırdığınız zaman bu parayla köylünün, çiftçinin sorununa çözüm bulunabilir mi?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi şöyle, bakın ben şunu söylersem vatandaşı kandırmış olurum. Efendim biz iktidara geldik üç gün sonra işsizlik bitti her şey çözüldü. Yok efendim böyle bir şey yok. Bunun bir planlamasını yaparsınız. Önce şunu yapmanız lazım. Bir, kendi halkımıza ve dünyaya güven veren bir iktidar oluşturmak zorundasınız güven veren. Yani demokrasisi gelişmiş, yani hukukun üstünlüğü olan, yani herkesin can ve mal güvenliğinin sağlandığı bir devleti inşa etmek zorundasınız. Eğer herkesin can ve mal güvenliği yoksa, yargı bağımsızlığı yoksa, medya özgürlüğü yoksa yabancı sermaye de gelmez, Türkiye’deki sermayede Türkiye’ye yatırım yapmaz. Bugün Türkiye’deki sermaye nereye yatırım yapıyor? Romanya’ya yapıyor, Bulgaristan’a yapıyor, Sırbistan’a yapıyor başka yerlere yatırım yapıyorlar. Türkiye’ye yatırım giderek düşüyor. Niye düşüyor? Çünkü hiç kimsenin can ve mal güvenliği yok. Önce devlet olarak herkesin can ve mal güvenliğini sağlayacaksınız, herkese o güvenceyi vereceksiniz. Arkasından elbette dışarıdan da borç alınabilir herhangi bir tereddüt yok. O güvenliği verdikten sonra faiz oranlarının düştüğünü göreceksiniz. Artı kendi ülkenize yatırım yapacaksınız. Sağlıklı planlamayı yeniden yapacaksınız ve her şeyden önce şeffaf olacaksınız.
Bakın bu iktidarın en büyük eksiği nedir daha doğrusu yanlışı nedir biliyor musunuz? 1 liralık işi 10 liraya yapmış olması. 9 lira nereye gidiyor? Kimin cebine gidiyor 9 lira? Şu soruyu her vatandaş kendisine sorsun, vicdanına sorsun, eğer bizi dinleyen AK Partili kardeşim varsa AK Partili kardeşim kendi vicdanına da sorsun, bir ülke düşünün, Trump’ı düşünün, Amerika’da başkandı. Trump’ı düşünün Erdoğan’ı tehdit etti ne dedi? Bak dedi senin malvarlığını araştırırız dedi. Ne oldu, Erdoğan ne söyledi? Benim malvarlığımı araştırmazsanız namertsiniz dedi mi? Diyemedi. Niye diyemedi? Senin malvarlığının büyük bir kısmı dışarıda mı? Neden korkuyorsun sen? Bir ülkeyi yöneten kişinin malvarlığı dolayısıyla tehdit edilmesi onun malvarlığının önemli bir kısmının, hatta büyük bir çoğunluğunun yurtdışında olduğunu gösterir. Devleti yöneten, Türkiye Cumhuriyeti Devletini yöneten bir siyasi partinin ve onun liderinin ve Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan zatın malvarlığı dolayısıyla tehdit edilmesi ne demektir? Türkiye Cumhuriyeti Devletinde böyle bir garabet hiç yaşanmadı. Bakın, 97 yıllık bir cumhuriyette böyle bir garabet yaşanmadı. 100 yılı tamamlıyoruz. Nasıl olur böyle bir tablo? Böyle bir tablonun yaşandığı ülkede işsizlik olur, yoksulluk olur, yolsuzluk olur, her şey olur. Her şeyde var zaten. Yaşadığımız tablo budur. Bu tablonun değişmesi lazım. Siyasetin namuslu insanlar tarafından yapılması lazım. Siyasete girecek kişinin cebini doldurmak için çalışmaması lazım. Halkın cebi dolacak, vatandaşın cebi dolacak, işsizlik olmayacak, çöp konteynırından 21.yüzyılın Türkiye’sinde insanlar gider beslenirse ve siyasi iktidar onu gördüğü halde sesini çıkarmıyorsa o ülkede bir sorun var demektir. Ciddi bir sorun var demektir.
Sorel DAĞISTANLI- Bütün bu konuşmalarınızdan aslında yani aklıma gelen ilk şey yani yanılıyorsam düzeltin böyle bir sonuç çıkarıyorum. Hani bir önceki konuşmanızda da söylediniz, bir borçlanma var, o yüzden emir alınıyor dediniz. Şimdi Amerikan Başkanının bu tehdidi karşısında ses çıkarılmıyor dediniz. O zaman bir bağımsızlıktan söz etmek nasıl mümkün olabilir?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bakın bir daha söylüyorum, Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığı tehlikededir. Bunu ispat etmek çok kolay.
Sorel DAĞISTANLI- Nasıl?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Siz dışarıdan onların yani tefecilerin istediği faizin altında faiz oranıyla para bulamazsınız, kimse size vermez. Ne yaptı Erdoğan? Tipik bir örnek vereceğim, Merkez Bankası Başkanına dedi ki, faizi indireceksin kardeşim indirmedi. Seni görevden alıyorum dedi, yeni bir başkan getirdi mi? Getirdi. Faizi indireceksin dedi, benim görevim dedi faiz lobileriyle mücadele etmektir dedi mi? Dedi. Başkanı değiştirdi mi? Değiştirdi. Faizi indirdiler mi? İndirdiler. Dolar nereye çıktı, avro nereye çıktı? Sonra ne oldu? Damada dedi ki suçlu damattır, damadı değiştir. Halbuki damadın hiçbir suçu yok. Damadı değiştirdi. Yerine başkalarını getirdi, şimdi onlar aldılar faizi yükselttiler. Yüzde 17, 18, 19, 20’lere ulaşıyor faiz. Türkiye Odalar Borsalar Birliği, faiz bu kadar yüksek olursa yatırım olmaz diye canhıraş bağırıyor. Peki niye faizi yükselttiler? Kimse para vermediği için. Bu ne demektir? Türkiye Cumhuriyetinin ekonomik bağımsızlığı yok demektir. Bu tabloyu yaratan kim, tabloyu ortaya koyan kim? Siyasi iradedir. O siyasi irade hangi siyasi iradedir? Türkiye Cumhuriyeti Devletini yöneten siyasi iradedir. "Borç alan emir alır" sözü kime aittir? Erdoğan’a aittir. Erdoğan söylüyordu borç alan emir alır diye. Buyurun beyler ne oldu?
Bakın, ekonomi politikası nasıl olmalı? Ekonomi politikası üretim, istihdam, yatırım endeksli olması lazım. Bir daha söylüyorum, üretim, istihdam, yatırım bu endeks olacak. Bütün hedef daha fazla üretim, daha fazla yatırım, daha fazla istihdam olacak. Hedef bu. Bunların hedefi ne? Döviz ve faiz endeksli. Döviz gelirse faiz düşüyor, faiz düşerse döviz gidiyor. Her halükarda kazananlar dışarıdan para getirenler, dışarıdan dolar getirenler.
Bir soru daha sorayım. 128 milyar doları dolar düşmesin diye sattılar. 128 milyar dolar Merkez Bankasının kasasındaki 128 milyar doları efendim dolar fazla yükselmesin diye, avro daha fazla yükselmesin diye sattılar. Kime sattılar? Siz aldınız mı? Hayır. Ben aldım mı? Hayır. İşsiz aldı mı? Hayır. Esnaf aldı mı? Hayır. Çiftçi aldı mı? Hayır. Ev kadını aldı mı? Hayır. Memur aldı mı? Hayır. 128 milyar doları kim aldı?
Sorel DAĞISTANLI- Kim aldı?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Az önce söylediğim insanlar, bize borç verenler. Topladılar parayı tekrar hepsini aldılar. Bakın bunun araştırılmasını istedik 128 milyar dolar. Devlet açıkça soyuluyor. 128 milyar doları kime sattın arkadaş sen? Cevabı var mı? Yok; ben bilmiyorum, 600 milletvekili de bilmiyor, hiçbir esnaf da bilmiyor, hiçbir kahveci de bilmiyor, hiçbir pastacı bilmiyor, hiçbir çiftçi bilmiyor ama toz oldu 128 milyar dolar. Peki nereye gitti bu para, kim aldı bu parayı? İktidar sahiplerinin 1 dolar olsa hadi idare edin deriz gitsin, 100 dolar, 1000 dolar, 1 milyon dolar, hadi neyse, ya 128 milyar dolar arkadaş ya nereye gitti bu para ya?
Sorel DAĞISTANLI- Peki çiftçi de bilmiyor dediniz ama çiftçinin öğrenmek istediği bazı noktalar var, sorular var. Bir çiftçimiz demiş ki, "Sayın Kılıçdaroğlu’na sorum olacak; çiftçilerin belini büken ilaç, gübre, mazot, yem pahalılığına ne gibi çözümleri var? Destek parası kesinlikle bir çözüm değil çünkü" demiş. Bir de diyor ki ikincisi, "genel sağlık sigortası yüzünden vatandaşları borçlandırmak doğru mudur?" Cevabını biraz sonra alalım mı? Bir araya daha gideceğiz.
Bir kez daha kısaca hatırlatayım sorusunu dinleyicimizin. "Çiftçilerin belini büken ilaç, gübre, mazot yem pahalılığına ne gibi çözümleri var, çünkü destek parası kesinlikle çözüm değil" demiş.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Önce çiftçi arkadaşımız şunu biliyor mu, bilmiyorum. Tarım Kanununun 21. maddesi diyor ki, "her yıl Gayri Safi Milli Hasıla’nın yani milli gelirin en az yüzde 1’i çiftçiye destek olarak ödenir." 2006 kanunun çıktığı tarih. Hangi yıldayız? 2021. Bugüne kadar hiçbir zaman milli gelirin yüzde 1’i oranında çiftçiye destek verilmedi, yani çiftçinin hakkı yasal olarak gasp edildi, yasanın gereği yerine getirilmedi. Tarım dünyanın bütün ülkelerinde stratejik sektördür. Arabanız olmayabilir ama günde üç kez yemek yemek zorundasınız, çocukları beslemek zorundasınız, karnınızı doyurmak zorundasınız. Bunun kaynağı tarımdır. Tarımın desteklenmesi lazım, desteklenmedi. Bu da bir planlama işidir. Siz planlamayı yaparsanız, tarımı desteklerseniz olur. Şimdi siz dışarıdan yemi getirirseniz, dışarıdan gübreyi getirirseniz, her şeyi dışarıdan getirirseniz dolar da artarsa, avro da artarsa, fiyat da artacaktır. İnsanlar getirip zararına satmayacaktır. Siz bu ülkede bundan 10 – 15 yıl önce saman ithal edileceğini düşünür müydünüz? Koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devleti saman ithal edecek düşünür müydünüz Allah aşkına? Yaptılar. Bu da bir siyasi tercihti. Bir dönem dediler ki; Türkiye’nin tarımla uğraşmasına gerek yok, biz dışarıdan daha ucuza alıyoruz. Dışarıdan daha ucuza aldık da ne oldu? Çiftçi üretmedi. Sonra size satmadılar, sonra hayvanı besleyecek saman bulamadınız, yem bulamadınız. Dışarıdan getiriyorsunuz, dolar ödüyorsunuz dışarıya, kendi çiftçinizi değil başka ülkelerin çiftçisini destekliyorsunuz siz. Kendi çiftçisini desteklemeyen, kendi insanını aç bırakır. Bugün geldiğimiz noktada budur zaten. Aç olan bir Türkiye var, aç olan, açlık yaşanan bir Türkiye var 21.yüzyılın Türkiye’sinde. Açlıkla mücadele etmenin en temel yolu çiftçiyi desteklemektir. Çiftçinin önündeki bütün engelleri kaldırmaktır. Ürettiği ürünü çiftçi... İşin kuralı nedir? Bir sefer tarımı da planlayacaksınız; kim ne ekecek, ektiği ürünü bir yıl sonra destekleme fiyatı eğer devlet alacaksa makul bir fiyatı, maliyeti artı üstüne makul bir kar koyarak ilan edecek ben şu ürünü fiyattan alacağım diye. İnsanlar ona göre ekecekler, biçecekler. Bilecek ki devlet en az şu fiyattan alıyor. Ama tüccar gelir daha yüksekten alırsa alsın. Böylece kendi insanınız zarar etmemiş olur ve üretir. Hollanda Konya’dan küçük bir devlet toprak olarak. Konya’dan küçük bir devlet. Yıllık tarım ürünü ihracatı 180 milyar doların üstünde. Peki Türkiye Cumhuriyeti Devleti? 18 milyar. Nasıl oluyor bu? Oradaki siyasiler kendi insanını düşünüyor, bizdeki siyasiler ceplerini düşünüyor çiftçiyi değil.
Sorel DAĞISTANLI- Madem bu konudan devam ediyoruz, atalık tohumla üretim yapılması yasak. Üstelik atalık tohumla üretim yapıldığı zaman çiftçiye bunun bir cezası da var. Yurtdışından tohum getiriliyor, ithal tohum getiriliyor, kısır tohum, bir daha bir daha alınmak zorunda kalıyor. Bakıyoruz ki; bu tohumları veren şirketler aynı zamanda bu tohumlar için gerekli gübreyi, tarım ilacını veren şirketler. Bu tarım ilaçlarının da zehirli olduğu söyleniyor, çeşitli hastalıklara yol açtığı söyleniyor. Bakıyoruz yine aynı şirketler bu hastalıklara çare olan ilaçları da üreten şirketler. Yani aslında tarım hani bazı şirketlerin tekeline girmiş gibi gözüküyor.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Gözüküyor değil, gerçek öyle.
Sorel DAĞISTANLI- Peki siz buna nasıl bir çözüm, mesela atalık tohumla üretim tekrar serbest bırakılacak mı, hayata geçirilecek mi?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Kesinlikle geçecek. Bakınız; her ülke kendi koşullarına göre tarım yapar, iklim koşulları vardır, bir yerde su vardır ona göre, bir yerde su yoktur ona göre. Bütün bunların tamamını planlarsınız ve ona göre tarımda bir planlama yaparsınız. Herkes çalışır, herkes üretir, ama herkes kazanır, kaybedeni olmaz bu işin, böyle yapmanız lazım. Eğer siz uluslararası tarım tekellerinin taleplerini yerine getiriyorsanız, size tohum verirler, ekersiniz, oradan aldığınız tohumu ektiğinizde bir daha buğday çıkmaz. Siz de az önce söylediniz. Niye ben bu tohumu alıyorum, hangi gerekçeyle alıyorum ben bunu, niye oraya bağımlı kalıyorum, neden sürekli para veriyorum dışarıya, neden benim insanım sürekli sömürülüyor? Bunu yapmanın yolu, aslında kendi ülkemizde sizin söylediğiniz atalık tohumu ekerek öbür tarafı kesmektir. Bunun temel yolu budur. Ekersiniz, biçersiniz, tohum elde edersiniz, o tohumu tekrar kullanırsınız. Gerekirse onu laboratuvarlarda zenginleştirebilirsiniz, her şeyi yapmak mümkün bugünkü koşullarda. Ama dışarıya bağımlı olmazsınız; tohum açısından dışarıya bağımlıysanız o bağımlılık süreklidir artık, önemli olan bağımlılığı azaltmaktır, önemli olan ürettiğinizi dünyaya pazarlamaktır, önemli olan o pazarlama yapılırken devletin size destek vermesidir. Dolayısıyla her insan kazanabilir. Köylerde adam kalmadı, kimse kalmadı, kimse ekmiyor. Niçin ekmiyor? Gelir yok, ektiği zaman zarar ediyor bu insanlar.
Sorel DAĞISTANLI- Şehre göç oluyor ve işsizlik de bu şekilde biraz artıyor, zincirleme.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Tabi.
Sorel DAĞISTANLI- Peki bir genç arkadaşımızın -öyle olduğunu düşünüyorum bu sorudan yola çıkarak- şöyle bir sorusu var size, "Gençler üniversite bittiği anda hayata kredi kartı borcuyla başlıyor ve ödemesini yapabilecek bir iş bile bulamıyor. Muhalefet olarak kredi ödemeleri için gençlerin yanında olacaklar mı?" demiş.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Kesinlikle. Bir sefer bu çocuklar kredi alıyorlar okumak için. Krediyi alanlar daha çok yoksul aile çocukları, ihtiyaç sahibi olan aile çocukları. Bunlar kredi alıyorlar, üniversiteyi bitiriyorlar, bir süre sonra diyorlar ki borcu geri öde. İş ver. İş de yok. Nasıl ödeyecek bu? Bunların silinmesi lazım. İşi olana dersiniz ki- iş verirsiniz, devlet olarak iş verirsiniz, istihdam yaratırsınız- dersiniz ki tamam kardeşim borcunu öde. Belli bir taksitle ödersiniz. Ama iş yoksa, güç yoksa? Babanın emekli maaşı var, o emekli maaşından mı alacaksınız, kimden alacaksınız bu parayı? Bakın bu tür politikalar gençleri umutsuzluğa itiyor. Devlete olan güveni, güvensizliğe dönüştürüyor. Oysa bu tür politikaların çok dikkatli kullanılması lazım. Kişinin işi varsa borcu alın. İşi yoksa nereden alacaksınız siz bu parayı? Bunların silinmesi lazım. Herkesin borcu siliniyor, dünyanın vergileri siliniyor, dünyanın teşvikleri yapılıyor, garibana gelince gel bakayım parayı vereceksin. Niçin? Arkası yok bu insanların. Güçlenin, bir araya gelin. O genç arkadaşıma çağrı yapıyorum, onlarla Zoom üzerinden bir toplantı da yaptım, hep birlikte bir araya gelin ve şu sloganı üretin, "İş yoksa oy da yok" , bunu yapın dedim. Yapsınlar, başarılı olurlar.
Bakın bugün devlette sağlık alanında dünya kadar boş kadro var, engelliler için boş kadrolar var. Güvenlik görevlileri için boş kadrolar var. Niye boş kadrolar var? Dışarıda da dünya kadar işsiz var. Mühendis boş kadrolar var. Dışarıda dünya kadar da boş mühendisimiz var işsiz, niye bu kadrolar boş?
Sorel DAĞISTANLI- Bir dinleyicimiz de demiş ki, "kadro alamayan taşeronları sorabilir misiniz? Hala kadro alamayan yüzbinlerce çalışan var. Sadece seçim döneminde dile getirildi, bir daha da unutulduk" demiş.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yo, onlarda hakkım var, bütün taşeron işçilerde hakkım var. Taşeron işçileri önce örgütledim, önce onların dernek kurmasını istedim; sonra onlar dernek kurdular, dernekler oluşturdular, mücadele ettiler. Biz her türlü mücadelede destek verdik, önemli bir kısmı kadro aldı. Şu anda kadro alamayan yaklaşık 50 – 60 bin civarında taşeron işçisi var, onları da sürekli olarak izliyoruz, her yerde, her ortamda onların sorunlarını dile getiriyoruz, onlar da kadro alacaklar.
Sorel DAĞISTANLI- EYT’lilerden çok mesaj geldi, Emeklilikte Yaşa Takılanlar. Hani baktığımızda çalışmak için iş başvurusu yaptıklarında işte 45’ten sonra yaş ileri diye iş bulmakta zorlanıyorlar. Ama emekliliğe gelince de siz gençsiniz diyorlar. Arada kalıyorlar.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bir şey daha var, nedir biliyor musunuz? Onlar iş bulup çalışsalar ve emekliliklerini doldursalar alacakları emekli aylığı düşüyor. Yani düşünün, Allah aşkına düşünün, daha fazla prim ödüyor ama daha fazla prim ödediği için daha az emekli aylığı alıyor. Bu nasıl çalışsın? O nedenle iş bulsa dahi çalışamıyor, çünkü çalışırsam emekli maaşım düşecek diyor.
Sorel DAĞISTANLI- Peki neden talepleri yerine getirilmiyor sizce? Bütçe mi yok, kaynak mı yok?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bir yasal düzenleme yapılması lazım. Emeklilik yaşı aşamalı olarak 65’e kadar gidecek, dolayısıyla kişiler gelip prim ödeme gün sayısı dolduğu halde emekli olamıyorlar, dolayısıyla emeklilik yaşını bekliyorlar, o nedenle Emeklilikte Yaşa Takılanlar deniyor. O yaş dolduktan sonra ancak bunlar emekli oluyorlar. Dolayısıyla sorun çözülebilir mi? Elbette sorun çözülebilir. Bu bir aktüerya hesabıdır, o hesabı yaparsınız ona göre çözüm üretebilirsiniz.
Sorel DAĞISTANLI- Öğrencilerle ilgili açıklamalarınız oldu, Boğaziçi Üniversitesi'ndeki protestolarla ilgili. Buradan yola çıkarak Z kuşağına vereceğiniz mesajı, gençlere vereceğiniz mesajı merak ediyorum. Mesela siz iktidara gelirseniz Boğaziçi Üniversitesi'ndeki bu protestolara neden olan durumu ortadan kaldıracak mısınız? Yani üniversiteler özerk olacak mı? Kendi seçimlerini kendi geleneksel yapılarına göre yapabilecek mi, bu bağımsızlığı kazanabilecekler mi?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Kesinlikle. Darbe hukuku ürünü olan YÖK’ü kaldıracağız. Yüksek Öğrenim Kurumu diye bir kurum olmayacak. YÖK kalkacak; dolayısıyla her üniversite gerçek anlamda özerk olacak, mali özerkliği olacak, idari özerkliği olacak, bilimsel özerkliği olacak. Bütün gençlere açık ve net çekimdir; her üniversite bilim üretecek, her üniversitenin saygınlığı olacak, her üniversitenin gelenekleri olacak, her üniversitede rektörü o üniversitede okuyanlar seçecek. Yani orada hocalar var, öğrenciler var, gelirler kendi okullarına rektörü seçerler. Dolayısıyla siz neden dışarıdan bir politik tercihle rektör atıyorsunuz? Bu doğru değil. Bu da darbe hukukunun bir sonucudur. Darbe hukukundan arınmış bir hukuku oluşturacağız. Herkes istediği siyasetçiyi hukuk kuralları içerisinde dilediği gibi eleştirebilmelidir. Hiç kimse eleştirmekten korkmamalıdır, eleştiri özgürlüğü olmalıdır. Bir siyasetçi en sert eleştirilere de katlanmak zorundadır. Çünkü siz ülkeyi yönetmek zorundasınız. Ama efendim eleştirdiğimiz zaman Cumhurbaşkanını eleştirdin. Ben seni eleştirdim ama sen AK Partinin Genel Başkanısın kardeşim. AK Partinin Genel Başkanı oturacak, yani Erdoğan her türlü eleştiriyi, her türlü hakareti yapacak, biz aynısını söylediğimizde vay efendim ben Cumhurbaşkanıyım. Cumhurbaşkanlık koltuğunun arkasına niye saklanıyorsun sen, niye saklanıyorsun?
Sorel DAĞISTANLI- Peki bu noktadan yola çıkarak son dönemde çünkü yakın geçmişe baktığımızda bu kadar fazla polemik yaşanmıyordu, son dönemde bu artmaya başladı, özellikle siz ve Sayın Erdoğan arasında. Yani Sayın Erdoğan’ın her konuşmasında CHP ve siz hedef oluyorsunuz ama siz bu kadar sık karşılık vermiyordunuz. Bu son dönemde biraz arttı gibi gözüküyor, yanılıyorsam düzeltin. Sayın Abdülkadir Selvi’nin bugünkü yazısında söylediği, kurduğu bir iki cümle var, aktarmak istiyorum, yorumunuzu merak ediyorum. Sizin için şöyle dedi, sizin Sayın Erdoğan’a sistematik olarak hakaret ettiğinizi söylüyor. "İsmet Paşa’nın Menderes’e karşı yürüttüğü taktiği izliyor. Türkiye’ye 27 Mayıs’a mal olan bir taktik" diyor. "İsmet Paşa, Menderes’in sinir sistemini hedef alıyordu" diyor.
Siz Sayın Erdoğan’ın sinir sistemini mi hedef alıyorsunuz? Daha sert açıklamalar yapmasına mı neden oluyorsunuz ve burada bir darbe iması görüyor musunuz, bu yazıda?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Selvi ne yazar ne yazmaz o beni çok fazla ilgilendirmez. Ama tarihi okumasını isterim ve İnönü’yü okumasını isterim. Hiçbir şey yapmıyorsa bugün Taha Akyol’un yazısını okumasını isterim Karar’da. Onu okusun, tarihi bilsin. İnönü; dünyada örneği olmayan, tek parti döneminde demokrasiyi getiren, seçimde yenildiği zaman da Çankaya Köşkünden ayrılıp muhalefete iktidarı teslim eden bir insandır. Dünyada örneği yoktur. Bunu yapmıştır İnönü. Dolayısıyla bunları bilmeden ahkam kesmek doğru değildir.
Erdoğan’a eleştiri... Erdoğan ülkeyi kötü yönetiyor. Bu ülkede açlık varsa ben kimi eleştireceğim. Bana söyleyin; açlık var, sefalet var, ben kimi eleştireceğim? Şimdi ben kalkıp kaymakamı mı eleştireyim? Aç yatan çocuğu mu eleştireyim, babasını mı eleştireyim, işsiz olan üniversite mezununu mu eleştireyim kimi eleştireceğim ben, kime söyleyeceğim ya bu ülkeyi kötü yönetiyorsunuz diye? Yönetene söyleyeceğim. Ben yönetene söylediğim zaman beni niye eleştiriyorsun? Peki kimi eleştireyim ben? Trump’ı mı eleştireyim, Merkel’i mi eleştireyim, Macron’u mu eleştireyim, Putin’i mi eleştireyim, kimi eleştireceğim? Ben seni eleştireceğim kardeşim, ülkeyi yöneten sensin. Çıkıp şunu söylüyorsa; efendim ben ülkeyi yönetmiyorum, başkaları yönetiyor, dolayısıyla onları eleştir, o zaman eleştiririm, ama bu çıkıp söylesin. 
Bakın; bir ülkeyi yöneten kişi, egemen güçlerin taleplerini koşulsuz yerine getiremez. Getirdi. Papaz’ı vereceksin dedi mi Trump? Verdi mi? Verdi. Niye verdi? Egemen güçlerin talebini yerine getirdi. Niye getirdin sen? Şimdi ben bunu eleştirmeyecek miyim? Bunu eleştirdiğim zaman ben kötü adam oluyorum, ben darbeci oluyorum, o beyefendiler tertemiz pirüpak insanlar oluyorlar. Allah aşkına ya bir akıl var, bir mantık var ya bu ülkede. Bir insanda akıl olur ya. Çiftçi derdini anlatıyor, işsizim diyor çiftçi. Ekemiyorum diyor, üretemiyorum diyor, ürettiğimi satamıyorum diyor. Ben kimi eleştireceğim? O çiftçiyi mi eleştireceğim? Esnaf; dükkan kapat dediler kapattım, elektrik parası var, su parası var, doğalgaz parası var, kira parası var, çalışanların parası var nasıl ödeyeceğim, peki bana kaynak verin dediği zaman vermiyorlar, kimi eleştireceğim? Esnafı mı eleştireyim niye bunları istiyorsun diye?
Sorel DAĞISTANLI- Geçtiğimiz günlerde TSK, MİT ve Emniyet Taşınır Mal Yönetmeliğinde bir değişiklik yapıldı, Resmi Gazetede yayımlandı. Bu değişikliğe göre artık toplumsal olanlar da TSK’ya ait silah ve taşıtlar, ağır silahlar polis ve MİT’e devredilebilecek. Şimdi sorum şu olacak, Boğaziçi Üniversitesi'nde bir protesto halihazırda yapılıyor rektöre karşı ama bu öğrenciler bu eylemi yaparken terörist olarak nitelendiler, tanımlandılar. Yarın öbür gün böyle bir tanım yapıldığı takdirde, bu protestolarda bu tip silahların öğrencilere karşı kullanılma ihtimali olabilir mi, böyle bir şey doğurur mu bu?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Umarım öyle bir şey olmaz. Öğrenciler gayet masum ve haklı bir eylem yapıyorlar. Kırmadılar, dökmediler, kimseyi dövmediler, taşkınlık yapmadılar; müzik çaldılar, protesto ediyorlar. En doğal hakları bunlar. Yani üniversitenin bahçesindeler bunlar. Eğer siz bu öğrencileri terörist olarak ilan ediyorsanız siz dünyanın gerçeklerinden kendinizi koparmışsınız demektir, dünyayı bilmiyorsunuz demektir, demokrasiyi bilmiyorsunuz demektir, demokrasiyi içselleştirmemişsiniz demektir, demokrasiye karşısınız demektir. Olması gereken nedir? Olması gereken şudur; öğrencilerle konuşmaktır, öğrencileri dinlemektir, bunlar genç insanlar, delikanlı insanlar bunları hepimizin dinlemesi lazım, talepleri haklıysa haklı taleplerinin yerine getirilmesi lazım, insanları ötekileştirmemek, insanları zor duruma sokmamak, onları daha sert eylemler yapmaktan caydırmanın yolu nedir? Onlarla oturup konuşmaktır.
Sorel DAĞISTANLI- Dinleyip taleplerini öğrenmektir.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Öğrenmektir yani bu kadar basit bir şey.
Sorel DAĞISTANLI- Amerika’daki olayları hepimiz gördük, Kongrede yaşananları. İşte Trump’ın mitinginden sonra Kongre basıldı, 5 kişi hayatını kaybetti ne yazık ki. Sonrasında bizde sosyal medyada bir tartışma çıktı, işte iktidar kanadına yakın isimler, bazı gazeteciler, Trump’ın sosyal medya hesaplarının kapatılması üzerine eleştirip yarın öbür gün bizde de bu olacak deyince; bir başka görüşte dedi ki, neden böyle yazdınız, böyle bir şey mi düşünüyorsunuz ki diye. Sonra da bu tartışılmaya başlandı. Türkiye’de yarın öbür gün bir seçim olduğunda, seçim sonucu istenildiği gibi çıkmadığında, benzer bir olayın yaşanma riskini siz görüyor musunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Erdoğan şunu görüyor yalnız, gideceğini görüyor. Onun için pek çok ziyaretler yapıyor. Acaba yerimde kalabilir miyim, bunun yeterli desteğini sağlayabilir miyim arayışı içinde. Ama gideceğini görüyor. Erdoğan’ın toplumun önüne çıkıp şunu söylemesi lazım; "Seçimler olur ve seçimlerden sonra ben gideceksem, eğer halk beni değil de başka birisini seçecekse ben buradan ayrılacağım, hiçbir taşkınlık olmayacaktır, hiçbir sorun olmayacaktır. İstanbul Büyükşehir Belediyesinde yaşanan bir tablo bir daha asla yaşanmayacaktır. Çünkü o tablodan biz gerekli dersi aldık. Az oyla seçimi iptal ettirdik, üstelik hakimleri kullanarak iptal ettirdik, onlara verdiğimiz talimatın sonucunda hakimler böyle bir karar aldılar, ama halk hakimlere rağmen ve bana rağmen Osmanlı şamarını indirdi ve biz dersimizi aldık. Dolayısıyla bu tablo Türkiye’de yaşanmayacaktır. Seçim olduğu takdirde ben kazanamazsam iktidarı kazanacak olanlara devredeceğim. Üstelik törenle devredeceğim" diye bir açıklama bekliyorum.
Sorel DAĞISTANLI- Çok teşekkür ediyorum. Eklemek istedikleriniz varsa tabi ki artık toparlayacağım yavaş yavaş Ankara’dan yayınımızı bitireceğiz.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Eklemek istediğim şu, hiç kimsenin umutsuzluğa kapılma hakkı yok. Çok güzel bir ülkemiz var, insanlarımız çok güzel, insanlarımız hayatı sorguluyorlar, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu siyasetçilerden daha iyi biliyorlar. Dolayısıyla önümüzde bir süreç var, o süreç içerisinde bir seçim gelecek, bir sandık gelecek, gideceğiz sandığa oylarımızı kullanacağız. Demokrasiden yana, ahlaktan yana, erdemden yana, bilgiden yana, insandan yana, istihdamdan yana oy kullanmamız lazım. Türkiye’yi büyütmemiz lazım, Türkiye’yi kendi bölgesinin yıldızı yapmak lazım. Türkiye birilerinin önünde eğilen değil her zaman başı dik olan insanlar tarafından yönetilmeli. Bunu sağlamamız lazım.
Dolayısıyla bu umutlarla ben bizi dinleyen herkese yürekten teşekkür ederim. Hiç kimse umutsuzluğa kapılmasın; biz kendi ülkemizi büyüteceğiz, beraber büyüteceğiz, birlikte büyüteceğiz, dostlarımızla beraber büyüteceğiz.
Sorel DAĞISTANLI- Peki çok teşekkür ediyorum. Çok kısaca bir şey daha sorayım, son cümleyi almıştım ama çok tartışılıyor WhatsApp’la ilgili durum. Sayın Cumhurbaşkanı Telegram indirdi ve dün aşıyla ilgili de Telegram’dan mesaj attı. Siz WhatsApp kullanıyor musunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yo kullanmıyorum.
Sorel DAĞISTANLI- Öyle bir sıkıntınız olmadığına göre…
Kemal KILIÇDAROĞLU- Benim öyle bir sıkıntım yok evet.
Sorel DAĞISTANLI- O zaman hani size soracaktım BİP mi Telegram mı, yerli mi yabancı mı diye.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yok.
Sorel DAĞISTANLI- Peki çok teşekkür ediyorum Sayın Kılıçdaroğlu yayınımıza katıldığınız için.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Ben de teşekkür ederim. Bizi dinleyen bütün vatandaşlara da selamlar, saygılar sunuyorum.
Sorel DAĞISTANLI- "Sorel Dağıstanlı’yla Konuşan Türkiye"nin bugün burada sonuna geldik, noktayı koyuyoruz artık. Pazartesi günü İstanbul’dan, stüdyomuzdan yine sizlerle birlikte olacağız, o zaman denk hoşça kalın, iyi bakın kendinize.