05.10.2019

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, 27.DÖNEM 2.ÇALIŞMA VE DEĞERLENDİRME TOPLANTISININ AÇILIŞINDA KONUŞTU (05 EKİM 2019)

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, 27.DÖNEM 2.ÇALIŞMA VE DEĞERLENDİRME TOPLANTISININ AÇILIŞINDA KONUŞTU (05 EKİM 2019)
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Bolu Abant Tabiat Parkı'nda düzenlenen CHP TBMM Grubu'nun 27. Dönem 2. Çalışma ve Değerlendirme Toplantısı'nın açılışında yaptığı konuşmada şunları söyledi: Seçimlerden sonra galiba yaptığımız ilk toplantı birlikte, eşlerimizle birlikte. Dolayısıyla bu toplantıda dayanışma kültürümüzü birlikte geliştireceğiz.


Önce sözlerime iki değerli arkadaşımızla - Erdin Bircan değerli bir arkadaşımız hayatını kaybetti, Kazım Arslan o da değerli bir arkadaşımızdı, o da hayatını kaybetti- iki değerli arkadaşımızı rahmetle anıyoruz, bu vesileyle onları anmak bizim hepimizin ortak görevi.
Değerli arkadaşlarım, bugün Dünya Öğretmenler Günü. Bizleri yetiştiren, topluma kazandıran, ufkumuzu açan, hayat standardımızı yükselten, daha iyi düşünmemizi sağlayan öğretmenlerimize şükran borçluyuz. Bu vesileyle, dünyadaki bütün öğretmenleri, insanlığa katkı yapan, ufkumuzu açan bütün öğretmenleri saygıyla anıyoruz. Öğretmenler hayatımızın ayrılmaz bir parçası, ailelerimizin olmazsa olmazı, bir toplumun olmazsa olmazı. Onları her zaman anmak ve bütün sorunlarını çözmek için var gücümüzle çalışmak hepimizin ortak görevi olmalı. Öğretmenlik mesleği bu bağlamda dünyanın saygı duyduğu ender mesleklerden birisidir ve hepimiz Dünya Öğretmenler Gününde öğretmenlerimizin önünde saygıyla eğiliyoruz ve onlara şükranlarımızı sunuyoruz.
Bugün Öğretmenler Gününü anarken az önce bir haber geldi. Kanun Hükmünde Kararnameyle görevlerine son verilen öğretmenler, çocuklarımızı eğitmek, yetiştirmek için çaba harcayan ama Kanun Hükmünde Kararnameyle görevlerine son verilen öğretmenler… Bütün arzumuz adaletsizliğin sona ermesi. Adalet varsa hepimiz için olmalı. Bir grup için adalet, bir grup için adaletsizlik olmamalı. Toplum kaynaşacaksa, düşüncelerimizi rahatlıkla ifade edeceksek, mutlaka Kanun Hükmünde Kararnameyle görevlerine son verilen herkesin durumunun yeniden gözden geçirilmesi lazım. Bazıları ayrıcalıklı, bazıları ayrıcalıklı değil. Neden bu tür farklılıklar ortaya çıkıyor doğrusunu isterseniz anlamakta zorluk çekiyoruz. Kanun Hükmünde Kararnameyle görevlerine son verilenler dün Ankara’da bir toplantı yapacaklardı, o toplantıları da yasaklandı. Yasal bir toplantı, bir araya geliyor oturacaklar dertlerini anlatacaklar, yaşadıkları sıkıntıları kamuoyuyla paylaşacaklar ama yasaklıyorsunuz neden, neden korkuyorsunuz? İktidar olanlar korkar mı? İktidar olanların korkmaması lazım, her düşünceye saygı göstermeleri lazım. Kanun Hükmünde Kararnameyle görevlerine son vermişsiniz ama onlar bir araya gelmek istiyorlar, konuşmak istiyorlar, dertlerini anlatmak istiyorlar; belki de bizim bilmediğimiz haksızlıkları dile getirecekler, karşılaştıkları haksızlıkları.
Dolayısıyla eğer demokrasi varsa sadece bizim için değil; Kanun Hükmünde Kararnameyle görevlerine son verilen, açlığa mahkum edilen, sivil ölüme mahkum edilen insanların da demokrasiye ihtiyacı var. Onlar da düşüncelerini bir şekliyle dile getirmeliler.
Değerli arkadaşlarım, seçimlerde güzel bir sonuç elde ettik. Bazı illerde beklediğimiz olmadı ama güzel bir sonuç elde ettik. Yani seçimlerin birinci etabını tamamladık. Bu seçimlerde hepimiz birlikte çalıştık. İl başkanı, ilçe başkanı, belediye meclis üyesi, belediye başkanı, belediye başkan adayları, milletvekilleri hepimiz birlikte çalıştık. Parti Meclisi üyelerimiz, MYK üyelerimiz hep beraber çalıştık. Birlikte çalışmanın ve ortak ses çıkarmanın sonuçlarını elde ettik.
Şimdi sıra geldi ikinci etaba. İkinci etaba da birlikte çalışacağız. İkinci etap derken milletvekili seçimleri, cumhurbaşkanlığı seçimleri olacak ve bu seçimlere hepimiz yine aynı inanç ve aynı kararlılıkla yine aynı şekilde birlikte ortak ses çıkararak çalışacağız ve çaba harcayacağız. Tabi ne zaman diyeceksiniz? Zaten başladık. Yerel seçimlerin bittiğinin ertesi günü başladık.
Eylül ayında 24 ile milletvekili arkadaşlarımızı grup görevlendirdi. 24 ile gittiler, 24 ilde kanaat önderleriyle, sivil toplum örgütleriyle, ticaret odaları, sanayi odaları, emekli dernekleri ve hemen hemen toplumun bilinen kesimleriyle güzel görüşmeler yaptılar. O görüşmelerden sonra birer rapor verdiler. Ben o rapora geçmeden önce hangi illere arkadaşlarımızı görevlendirdik; Adıyaman, Kars, Aksaray, Kastamonu, Bayburt, Kayseri, Çankırı, Kırıkkale, Çorum, Kırşehir, Düzce, Kilis, Erzincan, Konya, Erzurum, Nevşehir, Gaziantep, Osmaniye, Gümüşhane, Rize, Şanlıurfa, Trabzon, Uşak ve Yozgat’a arkadaşlarımız gittiler.
Raporlarda ortaya çıkan sonuçların birincisi şu: Yaşanan ekonomik kriz bütün illerde derinden hissediliyor. Arkadaşlarımızın vardıkları birinci sonuç bu. Yaşanan ekonomik kriz derinden hissediliyor. Tarımın ağırlıklı olduğu yerlerde çiftçiler perişan. Gerçekten çiftçiler perişan. Aldıkları borçları ödeyemiyorlar, yüklenen faizleri de ödeyemiyorlar. Her ne kadar bazen alacaklar erteleniyor olsa da, her erteleme yeni faiz yükü getiriyor. Ve çiftçi gerçekten de hani bir dönem seçimlerden önce söylüyorlardı mazotu doldurursan traktöre deponun yarısı sizden, yarısı bizden. Bırakın depoyu elde traktör kalmayacak bu gidişle. Bu tablo bütün bölgelerde milletvekili arkadaşlarımıza ayrıntılarıyla anlatılmış durumda. Raporlarda da ayrıntılar var zaten. Özellikle Şanlıurfa’da pamuk üreticilerinin sesi Türkiye’nin her tarafına ulaşmak zorunda. Aynı şekilde aynı sorunu yaşayan Adana’daki pamuk üreticileri de var.
Değerli arkadaşlarım, bazı illerde özelleştirilen fabrikaların kapatılması sonucu yeni işsizlik alanlarının oluştuğunu görüyoruz. Raporlara bunlar da yansımış durumda. Nevşehir’de pamuk sanayinin, Çorum’da çimento fabrikasının, Kilis’te Tekel Suma Fabrikasının kapatılması var olan işsizliği derinleştirmiş. Bu da işsizlik bir taraftan derinleşirken bu da aynı zamanda özelleştirmenin ne kadar gayriciddi yapıldığının bir başka göstergesi. Oysa özelleştirmenin amacı neydi? Daha fazla istihdam yaratmaktı, daha fazla üretim sağlamaktı, daha fazla büyütmekti ama tam tersi bir tablo ortaya çıktı.
Bazı illerde turizm meslek lisesi ve endüstri meslek liselerine duyulan ihtiyaçlar da dile getirilmiş, özellikle ara eleman bulma konusunda. Acı olan bir tablo Konya’dan geldi. Konya biliyorsunuz beşinci büyük ilimiz, Konya aynı zamanda bir cazibe merkezi. Konyalı işadamları, iş dünyası, kendi iç dinamikleriyle Konya’yı büyütmüşlerdir ve Orta Anadolu’nun güzel kentlerinden birisi haline getirmişlerdir. Ama Konya son iki yıldır dışarıya göç veriyor. Bu bile başlı başına hepimizin üzerinde oturup düşünmesi gereken bir tablo.
Tarımla uğraşanların yaş ortalamasının sürekli büyümesi de, gençlerin tarımdan büyük ölçüde koparıldığını gösteriyor. Arkadaşlarımızın raporlarının ortak noktalarından birisi de bu.
Irak pazarının kapanması yumurta üreticilerini perişan etmiş vaziyette. Bu ne demektir? İzlenen dış politikanın Türkiye’nin çıkarlarına hizmet etmediğini, tam tersine Türkiye’de ekonomiyi daha da zor alana, zor kulvara sürüklediğini gösteriyor. Anadolu’daki iller - ki başta Erzurum, Erzurum bir dönem doğunun Paris’i olarak adlandırıldı - Anadolu’daki illerin büyük bir kısmının üretimden koparıldığını görüyoruz, tüketen iller konumuna gelmiş durumdalar. Üretim alanı giderek daralıyor, bu da raporlarda özellikle dile getirilen bir olay. Tabi elektriğe ve doğalgaza zam, kışın uzun sürdüğü Erzurum gibi illerimizde vatandaşın sırtında daha ciddi bir yük olarak ortaya çıkacak. Bu zamların vatandaş için gerçekten de çok ciddi sorunlar doğuracağını hepimiz bugünden aslında görmeliyiz.
Çok sayıda firmanın iflas ettiğini ve konkordato ilan ettiğini de yine arkadaşlarımız raporlarında belirtiyorlar. İşsizlik bütün illerde, Türkiye’de olduğu gibi 24 ilde de temel sorun olarak raporlara yansımış vaziyette. Adıyaman’daki işsiz sayısının 50 bini aşması başlı başına bir faciadır. İktidar bunları görmüyor çünkü sarayda işsiz yok. Sarayda herkesin birden fazla işi var, çünkü birden fazla maaş alacaklar. Bir yerden aldıkları on bin liralar onların ihtiyacını karşılamıyor. Yeni yeni iş alanları, yeni yeni yönetim kurulları, yeni yeni paralar ve büyük maaşlar. Onlarla geçiniyorlar. Vatandaşın işsizliği onları çok fazla ilgilendirmiyor.
Geçen yıl soğanı ve patatesi ithal etmiştik biliyorsunuz ve bu da bir hayli eleştiri konusu olmuştu. Bu yıl ise raporlara yansıyan bir gerçek, soğan ve patates üreticileri patatesi ve soğanı satacak yer bulamıyorlar. Çünkü üretim planlı değil, üretim kontrolsüz. Plansız olan bir üretim sonuçta geliyor çiftçiyi vuruyor.
Şanlıurfa, Gaziantep ve Kilis’te Suriyelilerin acı bir tablo olarak ortağa çıktığı bütün raporlarda, üç ile giden arkadaşlarımızın raporlarında da ortak olarak dile getiriliyor. Burada dikkat edilmesi gereken bir şey, özellikle Gaziantep’te Suriye’nin en büyük tarikatı Haznevi’nin giderek büyüdüğü ve genişlediği Gaziantepliler arasında ciddi bir endişeye yol açıyor, bu da raporlara yansıyan bir başka gerçek.
Suriyelilerin yoğun olduğu illerde işsizlik de çok fazla ve bizim vatandaşlarımız işsizliği büyük ölçüde Suriyelilerin gelip çok düşük ücretlerle çalışmalarına bağlıyorlar. Bu da hayatın bir başka gerçeği değerli arkadaşlarım.
Bu illere bir kez gittik, bir daha gidecek miyiz? Elbette. Bu illere giden arkadaşlarımız önümüzdeki süreçte tekrar gidecekler ve o illerdeki kanaat önderleriyle ben gideceğim ve birebir görüşeceğim. Birebir oturacağız konuşacağız. Onlar soru soracaklar, ben samimi olarak onların sorularını cevaplandıracağım. Bizden ne bekliyorlar ve bizim planlarımız nedir, hedeflerimiz nedir, ilkelerimiz nedir bunları söyleyeceğiz. Yeterli mi? Hayır, nasıl yapacağımızı da söyleyeceğiz.
Türkiye’nin bir çıkışa ihtiyacı var. Bütün bu tablo karamsar bir tablo, ben bunu biliyorum ama bizim karamsar tabloya teslim olma gibi bir durumumuz sözkonusu değil. Biz karamsar tabloya teslim olmayız. Biz bunu aşmak zorundayız ve aşacağız. Birlikte aşacağız, halkla birlikte aşacağız, siyasi görüşü ne olursa olsun… Geldiğimiz nokta Türkiye’nin bu karanlık süreci aşma noktasıdır. Aşma noktasında en çok güven duyacakları parti de Cumhuriyet Halk Partisidir, hiç kimse endişe etmesin biz bunu yapacağız. Elbette ki, kanaat önderlerimize soracağız; bizim ne eksiğimizi gördünüz, yanlışımızı gördünüz? Eksikliklerimiz ve yanlışlarımızı ve onların beklentilerini bizzat onlardan dinleyeceğiz. Böylece düne kadar pek çok kesimle ilişki kurmadınız diye gelen eleştirileri bir anlamda bir tarafa bırakacağız. Toplumun her kesimiyle; işsiziyle de görüşeceğiz, sanayicisiyle de görüşeceğiz, çiftçisiyle de görüşeceğiz, esnafıyla da görüşeceğiz, herkesle. Dolayısıyla toplumun her kesimine, her dokusuna çözümlerimizi, iyi niyetle nasıl yola çıktığımızı aktaracağız.
Türkiye zengin bir ülke, Türkiye’nin parası var, Türkiye’nin imkanları var, üç tarafta denizleri var, temiz bir havası var, olağanüstü güzel iklimi var, bereketli toprakları var. Neden Türkiye bu halde? Bunları aşacağız. Neden? Çünkü Türkiye yönetilmiyor, Türkiye savuruluyor. Biz Türkiye’yi gerçekten de insan gibi yöneteceğiz, hakça yöneteceğiz, adaletle yöneteceğiz. Hiç kimseyi kimliğinden, inancından, yaşam tarzından ötürü ötekileştirmeyeceğiz, herkesi kucaklayacağız. Bu bizim boynumuzun borcudur, bunu bütün herkesin bilmesini isterim.
Değerli arkadaşlarım, kimseyi ötekileştirmeyeceğiz dedim, ama bir şeyi söylemekten kendimi alamıyorum. Şimdi değerli arkadaşlar, ayrışma; ayrışmamamız lazım, bölünmememiz lazım. Bizim bir şekliyle toplumun her kesimini kucaklamamız lazım. Ama öyle bir noktaya geldik ki, içtiğimiz suda bile toplumu ayrıştırdılar, içtiğimiz suda bile! Oysa su azizdir, su mübarektir. Su bütün canlıların ihtiyaç duyduğu bir maddedir. Kuran’ın 63. ayetinde su geçer. Nasıl olur da su konusunda ayrışırız? Nehir suyu deriz, deniz suyu deriz, gül suyu deriz, memba suyu deriz, kaynak suyu deriz. Su bizim hayatımızın bir parçasıdır. Su üzerinden ayrışma olur mu? Özellikle AK Partili kardeşlerime sesleniyorum, ülkücü kardeşlerime sesleniyorum, su üzerinden bir toplum ayrışır mı Allah aşkına? Neymiş? Efendim İstanbul Büyükşehir’i Ekrem İmamoğlu kazanmış, İstanbul Büyükşehir Hamidiye sularının sahibi, kurucusu, dağıtıcısı. Ne yapalım? Hamidiye suyu içmeyelim. Nedir Allah aşkına, nedir bu yani? İnsanda biraz vicdan olur, su ya su. Su konusunda toplum ayrışır mı? Su konusunda toplum bölünür mü? Akıl var, mantık var. Su ya, istediğini içersin! Bu noktaya getirdiler toplumu. Biz toplumu bu noktadan alacağız bir bütün haline getireceğiz. Suyu kim üretirse üretsin ihtiyaç duyduğumuz anda suyu tüketeceğiz. İhtiyaç duyduğumuz anda suyu içeceğiz. İhtiyaç duyduğumuz anda suyla abdestimizi de alacağız, banyomuzu da yapacağız, temizliğimizi de yapacağız. Su, dediğim gibi hayatın en vazgeçilmez unsurudur. Ama su konusunda bile toplumu ayrıştırdılar. Bu nedir? Toplumda kin duygularının, öfke duygularının dışarıya yansımasıdır, demokrasinin içselleştirilmemesidir. Sen kazandın değil mi? Sen kazandın, gör ben sana neyi göstereceğim. Gör ben sana neleri yapacağım. Oysa demokrasilerde kazanmak kadar kaybetmek de doğal bir olaydır. Hani rahmetli İnönü’ye diyorlar ya; “Paşam seçimleri kaybettin…”, evet diyor, “Ben kaybettim ama hayatımın en büyük zaferini kazandım, çünkü demokrasi kazandı” diyor. O kültüre bakın, bu kültüre bakın.
Değerli arkadaşlarım, saat 14.00’ten sonra gündemdeki diğer konuları sizlerle paylaşacağım. Şimdilik hep birlikte gündemimizin diğer maddelerine geçeceğiz. Hepinize yürekten teşekkür ediyorum.