12.07.2019

CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI VE PARTİ SÖZCÜSÜ FAİK ÖZTRAK’IN BASIN TOPLANTISI (12 TEMMUZ 2019)

CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI VE PARTİ SÖZCÜSÜ FAİK ÖZTRAK’IN BASIN TOPLANTISI (12 TEMMUZ 2019)
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak bugün CHP Genel Merkezi’nde düzenlediği basın toplantısında şunları söyledi:


Bugün Türk demokrasisi açısından son derece önemli bir olayın, tarihi bir olayın yıl dönümü. 12 Temmuz 1947’de dönemin Cumhurbaşkanı ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin Genel Başkanı Sayın İsmet İnönü, büyük bir devlet adamlığı örneği göstererek, siyasi tarihimize 12 Temmuz beyannamesi olarak geçen bildirgeyi açıklamıştı.
12 TEMMUZ BEYANNAMESİ: İSMET PAŞANIN TARİHİ ADIMI
Bu beyanname, Türkiye çok partili demokrasiye geçtikten sonra partili Cumhurbaşkanı olan Sayın İsmet İnönü’nün siyaset üstü konuma kendini taşımasıdır. Dönemin hükümet başkanıyla dönemin muhalefet partisi liderliği arasında artan gerilimler sonucunda, yeni sisteme geçişle yaşanan sıkıntılar ve bunun bir yıllık bir muhasebesi sonucunda, İsmet Paşa tarihi bir sorumluluk üstlenmiştir. Demokrat Parti’nin 10 Ocak 1947’de talep ettiği cumhurbaşkanının partili olmaması isteğiyle başlayan süreç çok kısa sürede Cumhuriyet Halk Partisi tarafında da karşılık bulmuş ve neticesinde büyük bir demokratik uzlaşı çok partili döneme geçişle birlikte doğmuştur.
DEMOKRAT PARTİ’NİN DEVAMI OLDUĞUNU İDDİA EDENLER TARİHİ SAVRULUŞTA
Bugün bu çerçevede, kendilerinin Demokrat Parti’nin devamı olduğunu iddia edenlerin yaşadıkları yeniden kendi Cumhurbaşkanını kendi partilerinin Genel Başkanı yaparak yaşadıkları tarihi savruluşu da milletimizin takdirine bırakıyorum.
SEÇİM KAZANAN KENDİNİ DEVLET GİBİ GÖRÜRSE REJİM DEMOKRASİ OLMAKTAN ÇIKAR
Demokrasi, seçimi kazananın her şeyi kazandığı bir rejim değildir. Seçimleri kazanan devletin sahibi de değildir. Seçimi kazanan sadece devleti belirli bir süre için yönetme yetkisini milletten alır. Seçimi kazanan kendisini devlet olarak görmeye başlar ve siyasi rakiplerini devlet gücüyle bertaraf etmeye kalkarsa o rejimin adı demokrasi olmaktan çıkar. 12 Temmuz beyannamesinde İsmet Paşanın şu sözleri siyaset üstü ve tarafsız bir cumhurbaşkanının demokratik yaşam bakımından ne kadar önemli olduğuna işaret etmesi bakımından son derece dikkat çekicidir: “Meşru ve kanuni siyasi partilere karşı tarafsız eşit muamele mecburiyeti, siyasi hayat emniyetinin temel şartıdır”. Yani “siyasi hayatın güvence içinde yürütülmesinin temel şartıdır” diyor. Neymiş? Tarafsız, eşit muamele mecburiyeti kimin? Cumhurbaşkanlarının.
72 YIL ÖNCEKİ KAZANIMLARI YİTİRDİK
Böylece o gün parti Genel Başkanı olan İsmet Paşa, partilere tarafsız davranma konusunda fiili bir tutum alıyor ve bu tutumu 17 Kasım 1947’deki 7. CHP Kurultayı ile hukuki bir boyuta taşıyarak sonuçlandırıyor. Kurultayda Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Parti Genel Başkanlığı yetkilerini Kurultay tarafından seçilen bir Genel Başkan Yardımcısına terk ediyor. İşte cumhurbaşkanlığı makamını siyaset üstü bir makama taşıyan bu süreci başlatan beyannamenin yayımlanmasının 72. yılındayız. Çok partili demokratik yaşantımızda 72 yıl önce elde edilen bu kazanımları maalesef 2014’ten bu yana adım adım yitirdik. Alışılmış bir cumhurbaşkanı olmayacağım denerek başlatılan süreç; 24 Haziran 2018’den sonra cumhurbaşkanının partisinin Genel Başkanı olmasıyla sonlandı.
MEMLEKETTE HÜKÜMETİN OLUP OLMADIĞI BİLE ŞÜPHE GÖTÜRÜR
Türkiye, bugün önemli sıkıntılarla karşı karşıya. Dış politikadan, ekonomiye, terörden, artan jeo-stratejik risklere kadar pek çok alanda ciddi tehditlerle boğuşuyoruz. İsmet Paşa’nın 12 Temmuz 1947’de sanki bugünler için söylediği gibi: “Öyle zamanlar olmuştur ki memlekette hükümetin olup olmadığı bile şüphe götürür hale gelmiştir” diyor, çok partili demokrasiye geçtikten sonra tarafsız cumhurbaşkanının olmaması nedeniyle. Biz de geçtiğimiz yılın 24 Haziran’ından beri işte anlatıyorum çok ciddi sorunları yaşıyoruz.
MİLLETİN KAFASINA ÇAY ATAN CUMHURBAŞKANI İÇE SİNMEDİ
Sonuç olarak 12 Temmuz Beyannamesi’nde İsmet Paşa açıkça, “Ben kendimi her iki partiye karşı eşit derecede görevli görürüm” deme noktasındadır. Son bir yıldır, AK Parti Genel Başkanı’nın cumhurbaşkanı olmasıyla birlikte, milletin gerçekten içine sinmeyen, kabul etmekte çok zorlandığı manzaralar ortaya çıkmıştır. Vatandaşlarımız tarafsız olması gereken cumhurbaşkanının partisinin belediye başkan adaylarına oy devşirmek için miting meydanlarında milletin kafasına çay paketleri atmasıyla gerçekten büyük bir üzüntüye gark olmuştur. Bunu içine sindirememiştir bu manzarayı. Oysa bugün bu sıkıntılı dönemlerde siyaset üstü, tarafsız bir cumhurbaşkanının kuracağı bir masa etrafında toplanıp, milli sorunlara milli bir tavır belirlemenin önemi her geçen gün artmaktadır.
24 HAZİRAN SEÇİMLERİNDEN BU YANA YAŞANANLARIN FATURASI BÜYÜK
Aslında 24 Haziran’dan buyana hep altını çizerek anlatıyorum yaşadığımız olayların. Milletimizin cebine de ağır bir faturası olmuştur. Hatırlayalım geçtiğimiz yıl bu zamanlarda dolar kuru 4 lira 85 kuruştu; bugün 5 lira 71 kuruş oldu. TL’deki değer kaybı yüzde 15. Yaklaşık bu bir liralık değer kaybının şirketlerin borçları nedeniyle şirketler kesimine faturası 20 milyar Türk Lirası civarında. Geçen yıl bu zamanlar ülke risk primini gösteren borç temerrüt risk primi 332 puandı; şimdi 394 puan. Geçen yıl bunun sonucunda yurtiçinden borçlandığımız faizle şimdi yurtdışından borçlanır hale geldik. Yurtdışı faizlerimiz bu temerrüt primleri nedeniyle son derece yüksek. Ekonomi ciddi bir yavaşlamanın içine girdi. 2018’de ekonomi yüzde 2,6 büyüdü. Bu tabi potansiyelimizin çok altında. Buna üzülürken bu yıl yapılan tahminlere baktığımızda ekonominin yüzde 2,6 daralacağı öngörülüyor. Bunu kim söylüyor? Yabancı kuruluşlar. Yabancı kuruluşların Türkiye’nin bu yıl yüzde 2,6 oranında daralacağı yönünde tahminleri var.
UCUBE BAŞKANLIĞIN 160 MİLYAR DOLARDAN FAZLA MALİYETİ VAR
Türkiye, 2013’ten bu yana sürekli ekonomide zemin kaybediyor. 2013 ile, yani 2014 yılında cumhurbaşkanının “ben farklı bir cumhurbaşkanı olacağım” diyerek makamına oturmasından öncesiyle karşılaştırdığımızda; 2018 yılında milli gelirimiz 748 milyar dolar olmuş. 2013 yılında 950 milyar dolar. 160 milyar dolardan fazla maliyeti var bu işin bize, milletimize. 2013’te kişi başına düşen gelir 12 bin 480 dolarmış. Şimdi 9 bin 632 dolar. 12 bin 480 doları da ancak 2023 yılında 20-23’te tutturabileceğimizi söylüyoruz. Yine 2013’ün Haziran ayında enflasyon yüzde 8,3 idi şimdi yüzde 15,7. Türkiye, her alanda bu ucube sisteme geçtiğinden beri patinaj yapıyor.
İSMET PAŞA’DAN DERS ALMAK YETERLİ
Bu sisteme yönelik adımların atıldığı günden bu yana beş yıl kaybetmiştik ama bir de plan yayınladılar bir beş yıl daha da kaybedeceğimiz o planla itiraf ediliyor. Oysa kaybedecek tek bir dakikamız bile yok. Dünya aldı başını gidiyor, biz küresel yarışta sürekli geri kalıyoruz. Bu ucube yönetim sistemiyle çok partili demokratik yaşamın en önemli unsuru olan siyasi partiler arasında güven tesis etmek artık giderek zor hale geliyor. Aslında bu güveni tesis etmek için çok daha önce yaşadığımız olaylara, yani 70 yıl önce yaşadığımız olaylara dönüp baksak yeterli olacak. Bunlardan ders çıkarabilsek yeterli olacak.
BUGÜN SİYASETTE GELDİĞİMİZ NOKTA 1947’NİN GERİSİNDE
İzin verirseniz ben, İsmet Paşa’nın 12 Temmuz Beyannamesi’ndeki son cümleleriyle böyle bir beyannameye ve tarihi uzlaşıya neden ihtiyaç duyulduğunu bir kez daha hatırlatarak sözlerime son vermek istiyorum.
İfadeler tam olarak şöyle:
“Varmak istediğim netice, başlıca iki parti arasında temel şartın, yani emniyetin yerleşmesidir. Bu emniyet, bir bakımdan memleketin emniyeti manasını taşıdığı için gözümde de çok ehemmiyetlidir.
Muhalefet, teminat içinde yaşayacak ve iktidarın kendisini ezmek niyetinde olmadığından müsterih olacaktır.
İktidar, muhalefetin kanun haklarından başka bir şey düşünmediğinden müsterih bulunacaktır.
Büyük vatandaş kütlesi ise, iktidarın şu partinin veya öteki partinin elinde bulunması ihtimalini vicdan rahatlığı ile düşünebilecektir.
Bu neticeye varmak için karşılaştığım güçlükler, çok zaman yalnız ruhi mahiyette olan âmillerdir”. -Yani diyor ki, bunlar benim ruhumla ilgili bir takım şeylerdir ben bunların üstüne çıktım diyor İsmet Paşa.- “Bu güçlükleri yenmek için siyasi hayatımızı idare eden, iktidarda ve muhalefetteki liderlerin samimi yardımlarını isterim”. -Ve en son bitirirken de şunu söylüyor, şu demokrasi anlayışına bakın- “Bu beyanatımı, neşrinden önce, başbakanla muhalefet lideri görmüşlerdir”.
Evet, 1947 yılında işte bu noktadaydık. Bugün geldiğimiz nokta ise açıktır. Ben sözlerimi burada tamamlıyorum. Varsa sorularınızı şimdi alabilirim.
Soru- Dün AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik S-400’lerle ilgili CHP’nin milli bir duruş sergilemediğini ifade etti. Sizin bu konuda düşünceniz nedir?
Faik ÖZTRAK- Sayın Çelik’in kalkıp da bize milli duruş dersi vermeye kalkması gerçekten hayretle izlenecek bir tutumdur. Sayın Çelik’in partisi bu ülkeyi sıcak paracılara teslim eden partidir. Kendi hataları, kusurları gözükmesin diye bu ülkeyi borca batıran partidir. Londra’daki sıcak para baronlarına oluk oluk faiz akıtan partidir. “Borç alan emir alır” dediğimizde buna itiraz eden, paradigmalar değişti diyen ama bugün dünyanın her yerinde borç almak için elinden gelen her şeyi yapan partidir. Dolayısıyla bize millilik, yerlilik dersi verecek durumda Sayın Çelik hiç değildir.
S-400’lerle ilgili olarak baştan beri söylüyoruz: “Eğer bu ülkenin askerleri, savunma uzmanları diyorlarsa ki bizim yüksek savunma füzelerine ihtiyacımız vardır, tabi ki bunu alacaklardır biz karşı çıkmayız” diyoruz. Ama onun yanında bir başka bir şeyler daha söylüyoruz. Diyoruz ki, “Öyle anlaşılıyor ki, bunları alırsak F-35’leri almamızda sıkıntı çıkabilir bunu dikkate aldınız mı?” Ben iktisatçıyım her şeye alternatif maliyetiyle bakarım. S-400’ü aldık ama F-35’leri alamadık. Bu hava savunmamızda S-400’leri almamıza oranla baktığımızda daha büyük bir açığa neden olacak mıdır, olmayacak mıdır? Bununla ilgili bilgi istiyoruz. Fakat bu konuda biz türlü aydınlatılamıyoruz.
Yine bir başka bir şey daha sorduk; dedik ki, “S-400’lerle ilgili olarak bunları almamız halinde Amerikan Parlamentosunun almış olduğu bir takım kararlar var. Bu kararlar Türkiye’ye bir takım yaptırımların uygulanacağını söylüyor. Bu yaptırımlara karşı ekonomimizi tahkim ettik mi, etmedik mi? Bunun milletimize olabilecek bedelini asgariye indirmek için gereken tedbirleri aldık mı, almadık mı?” bunu soruyoruz cevap yok. Dış politikada sonuç itibariyle bir dengeler sistemiyle oynarsınız. Dolayısıyla dengeler nasıl kuruldu bunu merak ediyoruz.
Bir şey daha var. Demiş ki Sayın Çelik, “işte oradaki resim hakkında da ileri geri bir takım şeyler söylediler…” Arkadaşlar, ellerinde not kağıdı olmayan, not defteri olmayan bizim teknisyenlerin -ben bakanları, bakan yardımcılarını da artık teknisyen diyorum. Çünkü seçilmiş değiller- resimlerini medyaya servis eden Cumhurbaşkanlığı. Yani Genel Başkanımız o resimleri gördüğü zaman tabi ki tepki gösterecek nedir bu defter kağıtsız oraya geliyorsunuz. Resmi müzakere yapacaksınız not almıyorsunuz. O zaman defterli, kağıtlı resmi servis etselerdi. Sonradan ettiler. Caka, hava her şey tamam ama eleştiriyi alınca da doğrusunu yapıyorlar.
Soru- Efendim Sayın Kılıçdaroğlu’nun başkanlık sistemine yönelik sözleri vardı Amerika tipi başkanlığı tartışabiliriz dedi. Bu sözlerini biraz daha detaylandırabilir misiniz?
İkinci bir sorum, Sayın Özhaseki’nin T.C. tabelaları üzerinden sözleri vardı. Bunu Sayın AK Parti Sözcüsü, “sözleri cımbızlandı” dedi. Sayın Özhaseki de “sözlerim yanlış tarafa çekildi” diye ifade etti. Bunları siz nasıl okuyorsunuz, nasıl değerlendiriyorsunuz?
Faik ÖZTRAK- Televizyonlarda izledik, Özhaseki bu sözleri sarf etmiş. Bu sözlerin yani Türkiye Cumhuriyeti ibaresinin bölücülük olduğuna dair sözlerin ciddiye alınması, aslında hiç doğru değil. Ciddiye alınıp cevap verilmesi dahi doğru değil. Ama ben şu kadarını söyleyeyim, mahalli idareler seçimlerinden önce bölücü teröristlere gerilla diyen kafanın, Türkiye Cumhuriyeti ibaresini de bölücülükle bağdaştırması garipsenecek bir durum değildir. Kınıyorum. Kınıyorum çok açık söyleyeyim.
Diğer soruya gelince, Genel Başkanımızın altını çizerek söylediği konu şudur, “başkanlık konuşulacaksa eğer Amerikan tipi başkanlığı konuşalım.” Yani güçler ayrılığının, denetleme ve dengeleme mekanizmasının en ileri noktada olduğu Amerikan tipi başkanlık sistemini konuşalım. Ama Cumhuriyet Halk Partisi olarak bizim her zaman altını çizerek söylediğimiz şey şudur, “Türkiye en çağdaş, en modern, yepyeni demokratik parlamenter sisteme layık bir ülkedir. Dolayısıyla Cumhuriyet Halk Partisi olarak hedefimiz Türkiye’ye yepyeni, güçlü bir demokratik parlamenter sistemi getirmektir.”
Bunun dışındaki kısım, yani başkanlık sistemini de tartışabiliriz. Burada, Amerikan tipinden kasıt güçler ayrımının güçlü olduğunu sistemdir. Burada şunu da dikkate almamız gerekir. Ülkelerin genleri vardır, ülkelerdeki sistemler evrilerek, süzülerek gelirler ondan sonra o ülkelerin ihtiyaçlarına en iyi şekilde cevap verebilecek şekilde kurulurlar. Amerikan sisteminin genlerinde bugün yönetilmekte oldukları başkanlık sistemi vardır. Ama Türkiye’ye, Türk sistemine, Türk sisteminin genlerine baktığınız zaman Tanzimat’tan bu yana parlamenter rejim vardır. Ama parlamenter rejimi, tekrar söylüyorum, en gelişmiş ülke standartlarına taşımak, en iyi normlarla güçlendirmek ve böylece yepyeni, güçlü, demokratik parlamenter sistemi kurmak Cumhuriyet Halk Partisi olarak bizim nihai hedefimizdir. Genel Başkanımız da bunu her seferinde altını çizerek ifade ediyor. Diğerleri tartışılabilir. Yani “tartışmak” demek onu “hedefliyoruz” demek değildir.
Soru- 15 Temmuz’a yönelik olarak belli çerçevelerde programlar yapılıyor. Sayın Kılıçdaroğlu’na 15 Temmuz programlarıyla ilgili özel bir davet geldi mi, kendisi katılacak mı? Genel çerçevedeki programların tamamıyla ilgili.
Faik ÖZTRAK- Şu anda benim bilgim dahilinde değil. Dolayısıyla hangi davetlere katılacağı konusu Sayın Genel Başkanımızın kendi takdiridir.
Teşekkür ediyorum.