01.07.2019

CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI VE PARTİ SÖZCÜSÜ FAİK ÖZTRAK’IN BASIN TOPLANTISI (1 TEMMUZ 2019)

CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI VE PARTİ SÖZCÜSÜ FAİK ÖZTRAK’IN BASIN TOPLANTISI
(1 TEMMUZ 2019)
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, bugün CHP Genel Merkezi’nde düzenlenen Genişletilmiş Parti Meclisi toplantısı gündemi hakkında bilgi verdi.
Genel Başkan Yardımcısı Öztrak, düzenlediği basın toplantısında şunları söyledi:


FETÖ TİPİ KUMPASLARDAN VAZGEÇSİNLER
PM üyemiz Eren Erdem bir yıldır hukuksuz bir şekilde tutuklu. Sözlerime başlarken, bu hukuksuzluğun bir an önce sona ermesini ve kendisinin özgürlüğüne kavuşmasını beklediğimizi ifade etmek istiyorum. Ayrıca İstanbul seçimlerinin ardından İYİ Parti Genel Başkanı Sayın Meral Akşener ve İstanbul İl Başkanımız Sayın Canan Kaftancıoğlu hakkında yürütülen, hukuk dışı operasyonlar milletimizin de, bizim de içimize sinmemektedir. Seçim başarısının rövanşını almaya dönük bu FETÖ tipi kumpaslar partimiz tarafından dikkatle takip edilmektedir. İktidar bu tür işlerden derhal vazgeçmelidir.
SANDIKTAKİ BÜYÜK İTTİFAK İSTANBUL SEÇİMLERİNDE GERÇEKLEŞTİ
İstanbul seçimlerinin tekrarlanmasının ardından, yerel seçimler hakkında değerlendirmelerde bulunmak amacıyla, önce sabah MYK’mızı, sonrada genişletilmiş Parti Meclisimizi topladık. PM üyelerimizin, milletvekillerimizin ve Yüksek Disiplin Kurulu üyelerimizin katılımıyla gerçekleştirdiğimiz bu toplantıda; milletvekillerimiz seçim sürecinde sahada yaşadıklarını anlatacaklar. Önümüzdeki günlerde belediyelerimizden ve CHP’den beklenenler ve milletimizin taleplerini yerine getirebilmek için yapılacaklar konusunda görüş alışverişinde bulunuyoruz. Diğer taraftan yine bu toplantı sırasında Genel Başkan Yardımcımız Sayın Onursal Adıgüzel, İstanbul seçimleriyle ilgili olarak bir sunum da yaptı. Alınan oylarla ilgili bir analiz. Bu analize de baktığımız zaman CHP’nin baştan beri İYİ Parti’yle yapmış olduğu ittifak kapsamında hedeflediği sandıktaki büyük ittifakın, İstanbul seçimlerinde gerçekleştiğini büyük bir memnuniyetle görmüş olduk, oy kaymalarına da baktığımızda.
DELİLSİZ SEÇİM İPTALİNİ VİCDANLAR KABUL ETMEDİ
Türkiye bundan tam 3 ay önce, 31 Mart’ta sandık başına gitti. Yeni belediye başkanlarını, belediye meclis üyelerini ve muhtarlarını seçti. CHP, İYİ Parti ile birlikte girdiği seçimde sandıkta büyük ittifakı gerçekleştirerek 2014’te 6 olan büyükşehir belediye başkanlık sayısını İstanbul dahil 11’e çıkardı. Ancak iktidar İstanbul’u kaybetmeyi bir türlü içine sindiremedi. Mızıkçılık yaptı. Hak yedi. Sarayın vesayeti altındaki YSK; aynı sandıkta, aynı zarfta, aynı seçmenin kullandığı ve aynı kişiler tarafından sayılan dört oy pusulasından üçünü geçerli, bir tanesini de yok saydı. Milletimiz ardı arkası gelmeyen seçim süreçlerinin artık bitmesini, ülkenin yakıcı sorunu olan ekonomiye el atılmasını beklerken seçim süreci bir üç ay daha uzamış oldu. Tabi bu, milletimizde ciddi bir hayal kırıklığı yarattı. Gerekçesiz delilsiz seçim iptalini vicdanlar kabul etmedi.
MİLLETİN ŞAMARI AĞIR OLDU
Tekrarlattıkları seçim sürecinde yaptıklarıyla saray ve şürekası, milletin bir de aklıyla alay etmeye kalktılar. Sonunda, 31 Mart’ta 13 bin 700 oy farkını küçümseyen saray ve bekçisinin kurduğu Cumhur İttifakı’nın adayı, 23 Haziran’da bu kez 806 bin oy farkı yedi. Milletin kendini unutanlara, hak yiyenlere, kendisini kandırmaya çalışanlara attığı şamar çok ağır oldu. Ekrem İmamoğlu 31 Mart’a göre 572 bin 103 oy daha fazla aldı. Bunun 220 bin 583’ü daha önce Binali Yıldırım’a oy verenlerden geldi. 154 bin 894’ü diğer adaylara oy verenlerden geldi, 196 bin 626’sı da geçersiz oy sayısındaki azalıştan kaynaklandı. Bu sonuç 23 Haziran’da parti ayrımı olmadan haksızlığa karşı, İstanbulluların Ekrem İmamoğlu’na açıkça destek verdiklerini gösteriyor. İstanbullular, sandıkla gelenin sandıkla gideceği gerçeğini dosta düşmana bir kere daha anlattılar. Demokrasi tarihine altın harflerle geçtiler.
MİLLETİN CHP’YE VERDİĞİ SORUMLULUĞUN FARKINDAYIZ
Diğer taraftan biz CHP olarak milletimizin sadece iktidara mesaj vermediğini, adaylarımıza gösterdiği teveccühle partimize de büyük bir sorumluluk yüklediğinin farkındayız. Her şeyden önce, bu seçimler artık CHP’nin bir iktidar merkezi olarak milletimizin tercihine mazhar olma yolunda güçlü adımlarla ilerlediğini açık seçik ortaya koyuyor. 2014’teki yerel seçimden bu yana ülkede yaşananlar, sandıktaki tabloyu da beklentilerin yönünü de tamamen değiştirmiştir. 2014 yılındaki yerel seçimlerde, CHP’nin kazandığı büyükşehir belediye başkanlığı sayısı 6’ydı. Bu belediyelerde, Türkiye nüfusunun yüzde 12’si yaşıyordu. Ülkemizin milli gelirinin de sadece yüzde 12,2’si bu belediyelerin sınırları içinde üretiliyordu. 2019 yılı yerel seçimleri sonucunda, CHP’li belediye başkanlarının yönettiği büyükşehir belediyesi sayısı 11’e yükseldikten sonra Türkiye’nin nüfusunun yüzde 45’i bu belediyelerin sınırları içinde yaşıyor. Yine Türkiye’nin milli gelirinin yüzde 59’u da CHP’li büyükşehir belediyelerinin sınırları içerisinde üretiliyor. Özetle, sorumluluğumuz gerçekten çok büyük ve biz de bu sorumluluğun farkındayız.
HALKÇI YÖNETİMİ ÖNCE YERELDE GÖSTERECEĞİZ
CHP belediyeleri, yozlaşmış, yandaş kayırmacı yönetim yerine halkçı yönetimin nasıl olacağını önce yerelde milletimize gösterecektir. Sayın Genel Başkanımızın açıkladığı CHP’li belediye başkanlarının görevlerini yürütürken gözetecekleri “Halkçı belediyecilik” anlayışının 7 temel ilkesinin önemli yol göstericiler olduğunu bu toplantılarımızda da bir kere daha teyit ettik.
Bu çerçevede, CHP’li belediyeler;
-Ayrım yapmadan tüm hemşerilerini kucaklayacaklar,
-Belediye hizmetleri, belli gruplar ve çevreler için değil tüm halk için yapılacak,
-Yoksul ve dezavantajlı yurttaşlarımız daha fazla gözetilecek,
-Belediyenin yaptığı yardımlarda sağ elin verdiğini sol el görmeyecek, duymayacak,
-Harcanan her kuruşun hesabı millete verilecek,
-Liyakat esas olacak, CHP’li belediyelerde her iş ehline verilecek,
-Ve tüm bunların çatısı olan ilke, CHP belediyelerinde adaletli bir yönetim anlayışı hâkim olacaktır. Genel Merkezimiz için bu ilkeler belediyelerimiz açısından önemli bir performans göstergeleridir. Şüphesiz bunlar, vatandaşlarımızın sadece yerel yönetimlerde değil, ülke yönetiminin tamamında uygulanmasını görmek istedikleri ilkelerdir.
MİLLETLE İNATLAŞILMAYACAĞINI HALA ANLAMAMIŞLAR
Saray ve efradının seçimlerden sonra belediye başkanlarımızın iş yapmalarını engellemek için yaptıkları müdahaleler giderek büyük bir demokrasi ayıbına dönüşüyor. Belediyeler üzerinde bir takım vesayet makamları oluşturmak amacıyla yapılan yasal düzenlemeler dikkat çekiyor. 25 yıldır AK Parti belediye başkanlarının kullandıkları yetkiler, bakanlık genelgeleriyle bizim belediye başkanlarımızın ellerinden alınmaya çalışılıyor. Bugüne kadar, “Genelgelerle, tüzüklerle çarpışarak buralara geldik” diyen ve bununla övünen AK Parti zihniyeti, bugün bizim belediye başkanlarımızın önüne aynı engelleri çıkarmakta hiçbir sakınca görmüyorlar. Öyle görünüyor ki milletin attığı şamarla sersemleyen saray efradı hala daha milletle inatlaşılmayacağını anlayamamış durumda. Bir kere daha söylüyorum: Milletin, seçilmiş başkanları çalıştırmayanlara, önüne gelecek ilk sandıkta atacağı şamar, bu defa iflah etmez, süründürür.
UCUBE DÜZENDE ÇARKLAR DÖNMÜYOR, TENCERE BOŞ
Türkiye, son bir yıldır; adına “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” denen bir ucube rejimle yönetiliyor. Millet iradesinin tecelli ettiği Parlamentonun ve güçler ayrılığının yok sayıldığı, denge ve kontrol mekanizmalarının olmadığı bu tek adam parti devleti rejiminde, işler her gün biraz daha kötüye gidiyor. “Hızlı karar alınacak, Türkiye’yi uçuracak” diyerek millete kabul ettirilen bu ucube düzende, devletin çarkları dönmüyor. Milletin tenceresi boş. Geçen yıl saray, “Verin bu kardeşinize yetkiyi, dolarla faizle nasıl uğraşılır göreceksiniz” dedi. Millet de 24 Haziran’da yetkiyi kendisine verdi. O günden bugüne, ekonomideki tüm göstergeler freni boşalmış bir kamyon gibi baş aşağı gidiyor. Vatandaşlarımız hayat pahalılığıyla işsizlik arasında her geçen gün biraz daha eziliyor. Geçtiğimiz yıl Mart ayında yüzde 10 olan işsizlik oranı, bu yılın aynı dönemde yüzde 14’e çıktı. Bu ülkede 8 milyondan fazla işsiz var. Dünyadaki 96 ülkenin nüfusundan fazla. Tüketici enflasyonu 7 puana yakın artışla yüzde 19’a, üretici enflasyonu da 9 puana yakın artışla yüzde 29’a çıktı. Mutfakta tencere boş, pazar yeri yangın yeri. Türk lirası, dolar karşısında yüzde 19 değer yitirdi. Geçtiğimiz yıl seçime giderken yüzde 18 civarında olan Merkez Bankası’nın politika faizi bugün yüzde 24. Geçen yıl Mayıs ayında 21 milyar TL olan bütçe açığı, bu yıl üçe katlandı, 66,5 milyar TL oldu.
MÜFLİS İKTİDAR ESKİ DEFTERLERİ KARIŞTIRIYOR
Şöyle bir laf var biliyorsunuz: “Müflis tüccar eski defterleri karıştırırmış”. Mali disiplini kaybeden iktidar da çözümü elini milletin cebine daldırarak, devletin kasalarını karıştırarak bulmaya çalışıyor. Seçimden önce Merkez Bankası’nın Hazine’ye Nisan’da ödemesi gereken 34 milyar TL’lik kâr payını Ocak ayında almak için her türlü düzenlemeyi yaptılar. Bu parayı da bir güzel seçimde yiyip, bitirdiler. Seçimler bitti. Zam yağmuru başladı. 23 Haziran’dan bugüne; motorine 24 kuruş, çaya yüzde 15, şekere yüzde 16, elektriğe yüzde 15 zam yapıldı. Yine BOTAŞ’ın elektrik üretim şirketlerine vermiş olduğu gazın fiyatı yüzde 6,5 oranında arttırıldı. Şimdi evlere verilen doğalgazın fiyatlarında da artış bekleniyor. Ardından zenginlerin vergilerinde artış yapılacağı haberleri yayılmaya başlandı. Yüksek gelirden ve lüks konuttan alınacak diye başlatılan bir vergi projesiyle karşı karşıyayız. Ama bu projenin, sonunda yine yoksul yurttaşlarımızın sırtına yüklenmesinde de endişe duyuyoruz. Bu nedenle bu meselenin takipçisi olacağız.
İKTİDAR ALİ CENGİZ OYUNU PEŞİNDE
Aslında başından beri uyarıyoruz. “Bu beceriksizliğin ve ardından gelen seçimin faturası milletin sırtına yıkılacak” diyorduk evet yine milletin sırtına yıkılmaya başladı. Maalesef biz haklı çıktık. Tabi burada iktidarın bir başka ali cengiz oyununun peşinde olduğunu da görüyoruz. Elektrik ve doğalgaz zammı 1 Temmuz’dan itibaren geçerli olacak. Yine gıdaya yapılan zam, fiyatlar 4 defa toplandığı için bu ayın hesabına, Haziran ayının hesabına dörtte bir oranında girecek. Elektrik ve diğer doğalgaz zammının fiyatları ise 1 Temmuz’da yapılacağı için Haziran ayında hesaplara hiç girmeyecek. Bu nedenle şu anda görmüş olduğumuz zamların Haziran ayın enflasyonuna etkisi son derece sınırlı kalacak. Bu fiyat artışlarının etkilerini biz esas Temmuz ayından itibaren görmeye başlayacağız.
ENFLASYON DÜŞÜK GÖRÜNECEK, ENFLASYON FARKI DÜŞÜK KALACAK  
Bu nedenle de bu yılın Haziran ayı enflasyonu bu zamlardan çok fazla etkilenmeyecek. Dolayısıyla yılın ilk 6 ayında enflasyon rakamı aslında yaşanan enflasyonu zaten biliyorduk. Açıklanan enflasyon, gıdada yaşanan enflasyonun altında; yine hatırlayacaksınız bu enflasyon rakamlarına doğrudan müdahale edildiğine dair bir takım iddialar vardı, bununla ilgili bir soru önergesi de vermiştim. Dolayısıyla bu ilk 6 ayda bu çeşitli müdahalelerle emekliye, memurlara ve diğer çalışanlara verilecek olan enflasyon farkı, maaşlarında yapılacak artış aslında yaşanan enflasyondan çok daha düşük olacak. Bu açıkça çalışanların, memurların, emeklilerin hakkının yenmesidir. İktidar bu şekilde çalışanların hakkını yerken buna karşılık Cumhurbaşkanlığında çalışan kurul üyelerinin maaşlarını arttırmakta hiçbir beis görmemektedir.
TCMB’NİN İHTİYAT AKÇESİNE EL UZATMAK İFLASIN İLANIDIR
Bunun yanında yine sarayın TCMB’nin zor günler için sakladığı ihtiyat akçesine de el uzatmak üzere olduğunu, bununla ilgili bir düzenlemeyi TBMM’nin gündemine getireceğini duyuyoruz. Tabi bu Merkez Bankası’ndan götürülecek yedek akçe öyle böyle değil. 46 milyar TL. Yani milli gelirin yüzde 1’i. Bu artık bir defalık da olmayacak Merkez Bankası Hazine’ye her yıl biraz daha fazla para aktaracak. Şimdi bu, bütçedeki iflasın ilanıdır. Bu, 2001 krizinden sonra Türkiye’nin vazgeçtiği “Siyasetin Merkez Bankası kasasından finansmanı” anlayışının da geri dönmesidir. Merkez Bankası para basan kuruluşumuz olduğu için bu temettüleri ödemek için para basacaktır ve Hazine’ye para basarak Hazine üzerinden siyasetin yapmış olduğu hovardalığın finansmanını sağlayacaktır.
YENİ TÜRKİYE DEDİLER, MEMLEKETİ GETİRDİKLERİ YER 1994 KOŞULLARI
Tabi bu hem içeriye, hem dışarıya aynı zamanda zor durumda olduğumuza dair bir mesajdır. Ekonomideki bir takım çapalardan vazgeçtiğimizi, artık Merkez Bankası’ndan para basmadan Hazineyi, bütçeyi finanse etmekten de vazgeçtiğimizin mesajı olarak gider. Sonuç? Ben size söyleyeyim, Türkiye’nin risk primi artacaktır, dış borç faizleri yükselecektir. “Yeni Türkiye, Yeni Türkiye” derken, memleketin getirildiği yer 1994 koşullarıdır. Türkiye, bu yanlışlıkları aslında 1950’lerin ortalarından itibaren çok yapmıştır. Bugünü kurtarmak için yarını heba etmenin sonu da hep hüsran olmuştur. IMF kapılarına düşülmüştür. Türkiye, bir daha IMF kapılarına düşmesin, eloğluna muhtaç olmasın diye 2001 krizinden sonra pek çok tedbir alınmıştır. Benim de içinde bulunduğum ekonomi yönetimi, pek çok çapayı o dönemde atmıştır. Milletimiz de büyük fedakarlıklar yapmıştır. Ama bu iktidar, itibardan tasarruf etmemek için, saraylarında debdebe ve şatafat sürsün diye, bu çapaları bir bir sökmüştür. Şimdi de kötü gün akçelerini, kefen paralarını harcamaya hazırlanmaktadır. “Allah akıl, fikir versin” diyoruz.
SEÇİM BİTTİ, İKTİDARIN MAAŞINI HAK ETME ZAMANI GELDİ
Seçim bitmiştir. Artık iktidar sahiplerinin işlerini yapma, milletin vergilerinden ödenen maaşlarını hak etme zamanı gelmiştir.
-Ekonominin tüm aktörlerinin ortak aklına başvurarak oluşturulan,
-Ayakları yere basan,
-Tedbirleri takvime bağlanmış,
-Bütüncül ve kapsamlı bir program oluşturulup liyakatli kadrolar eliyle derhal uygulamaya geçilmelidir. 
DÜNYA GELECEĞE KOŞUYOR, BİZİ YÖNETENLER BİR ASIR ÖNCE YÜRÜNEN YOLLARI ARŞINLIYOR
Ama görüyoruz ki iktidar hala daha pansuman tedbirleri ve aspirin tedavisinden medet umuyor. Aslında zaman geçiyor, zaman geçtikçe de iktidarın böyle bir program yapma kapasitesi ve bundan daha önemlisi arzusu konusunda iktidara olan güven giderek azalıyor. Ortak aklın, istişarenin yok edildiği bu düzende güvenin sadece ekonomik programla da sağlanamayacağı açıkça görülüyor. Bunu biz söylemiyoruz sadece, iktidar mensupları da “Rehabilitasyon ihtiyacı var” diyerek üstü örtülü de olsa bu ihtiyacı dile getirmeye başlıyorlar.
Ekonomide geçmişte yapılan yanlışları dönüp dönüp tekrarlayan, krizlerin verdiği derslerle ekonomide atılan çapaları birer birer söken saray, yönetim sisteminde de geçmişte yapılan yanlışları tekrarlayarak ülkeye olan güveni sarsıyor. Türkiye, Cumhurbaşkanı’nın bir partinin Genel Başkanı olmasının mahsurlarını bundan 70 yıl önce görmüş ve 1947 yılında, ortak akılla İsmet Paşa, Celal Bayar, dönemin Başbakanı hep birlikte bu yoldan dönülmüştür. Çok partili rejime geçildikten sonra Cumhurbaşkanının partiler üstü bir konumda kalması, bir partinin değil, gerçek anlamda cumhurun başkanı olmasının önemi net olarak anlaşılmıştır. Milletimiz, iradesinin tecelli ettiği Gazi Meclis’in ise “Tüm milli meselelerin çözümünde başvurulacak yegane adres olduğunu” bundan çok daha önce, Milli Kurtuluş Savaşı günlerinde görmüştür. Dünya her gün geleceğe koşmaktadır, yenilikler peşinde koşmaktadır. Ama bizi yönetenler, bir asır önce yürünmüş yolları yeniden arşınlanma konusunda kararlı gözükmektedirler.   
KAYBEDECEK ZAMAN YOK, UCUBE REJİMDEN VAZGEÇİLMELİ, CUMHURBAŞKANI PARTİSİNİN BAŞINDAN AYRILMALI
Evet, Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik krizden çıkmak için güvenilir bir programa ihtiyacı olduğu kuşkusuzdur. Ama en az bunun kadar önemli olan ve son bir yılda yaşayarak gördüğümüz bir gerçek daha vardır: Türkiye’nin artık daha fazla zaman kaybetmeden bu ucube tek adam rejiminden kurtulması şarttır. Ülkeye güvenin geri gelmesinin ilk şartı budur. Bunun için doğru iliklenecek ilk düğme de cumhurbaşkanının partisinin başından ayrılıp tarafsız olmasıdır. Kendisinin o koltuğa otururken ettiği yeminin aslında gereği de budur.
SİVAS VE BAŞBAĞLAR KATLİAMLARI ANILACAK
Yarın Türkiye’nin yaşadığı en acı olaylardan biri olan Sivas Katliamı’nın yıldönümü. Yarın arkadaşlarımız Sivas’ta olacaklardır. Daha sonra 5 Temmuz’da Başbağlar Katliamı’nın yıldönümü. Yine Başbağlar’a da Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarımız gideceklerdir. 8 senedir biz bunu gerçekleştiriyoruz. Bu yılda gerçekleştirmeye devam edeceğiz.
Benim söyleyeceklerim bu kadar, şimdi sorularınız varsa alabilirim.
Soru- Efendim Eski Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu’nun bazı açıklamaları oldu. Partisine yönelikte sert eleştirileri vardı. AKP’nin oyları yüzde 34 – 35 bandına düştü, neden bu kadar kayba düştü araştırılmalı dedi. İmralı’yla temasa geçmeye çalışma ve bunu meşru göstermek milletin vicdanından kopuştur dedi. Devlet makamını trol çetelerine mahkum edildiğini söyledi. Sistem eleştirileri de oldu. Davutoğlu’nun açıklamalarını nasıl değerlendirirsiniz?
Bir diğeri Sayın Bülent Arınç’ın sözleri vardı. Yüksek İstişare Kurulu toplantısında yüzde 40 zam yaptı kendi üyelerine. Maaşları 13 milyardan 18 milyar liraya yükseltildi. İlk dönemdeyken maaşların 13 bin lira olmasına yönelik eleştirilere karşı Sayın Bülent Arınç edepsizler demişti eleştiri yapanlara, kimseyi ilgilendirmez benim dönemimde.
Bir de son olarak sistem tartışmaları devam ediyor. Nasıl bir yol izlenmeli, bu mevcut sistem revize mi edilmeli yoksa parlamenter sisteme mi dönülmeli, sizin görüşleriniz nelerdir?
Faik ÖZTRAK- Birinci sorunuz tabi AK Parti’nin kendi iç hesaplaşmasıdır. İzin verirseniz ben bu iç hesaplaşma konusunda herhangi bir görüş ifade etmeyim. Kendi iç hesaplaşmalarını yapacaklardır.
İkinci sorunuz hakkında şunu söyleyim, biraz önce de ifade ettim. Emeklilere, memurlara zammı ne kadar düşük tutabiliriz diye fiyat endeksleriyle oynama noktasına gelen ya da fiyat artışlarını, zamları geç yapmak suretiyle Temmuz ayına aktarmak gibi bir yaklaşım içine giren bir iktidardan bahsediyoruz. Ama buna karşılık Cumhurbaşkanının Danışma Kurulu’na getirilenlerin maaşını biranda yüzde 40’a yakın artırıyorlar.
Bunun hesabının sorulmasını eleştirmeyi benim aklım almıyor. Arkadaşlar bu maaşları kim ödüyor? Bu maaşları vergileriyle milletimiz ödüyor. Onun içinde milletimizin bu maaşların neden arttırıldığı konusunda, ne kadar arttırıldığı konusunda, verdiği vergilerin nerelere harcandığı konusunda sonuna kadar bilgi sahibi olma hakkı var. Dolayısıyla bu hesap her zaman sorulacaktır. Bu hesabı ayıplayanlar ayıp etmektedir.
Son olarak sistem tartışmasına gelirsek, Türkiye bu ucube Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine 24 Haziran’da geçti. 24 Haziran’dan bu yana da milletimizin yüzü gülmedi. Her yerde ciddi hatalar yapıldı. Sadece ekonomide değil her alanda. Neden? Çünkü ortak akıl kalmadı, istişare kalmadı, tek bir adam her şeye karar veriyor, devlet de aynen parti devleti gibi davranıyor.
Valilere bakın, kaymakamlara bakın, şu seçim sürecinde yaşadıklarımıza bir bakın. Devlet memurları devletin en üst düzey yöneticileri işlerin içindeydi. İsmet Paşa Cumhurbaşkanıyken, “Ben artık partimin Genel Başkanı olmayacağım çünkü bu rejime zarar veriyor” derken, bugün Cumhurbaşkanı olan AK Parti Genel Başkanı, yeminine rağmen döndü, “Ben partimin Genel Başkanı olacağım” dedi. Manzaraları gördük arkadaşlar. Bu ülkenin birliğini ve beraberliğini savunması gereken tarafsız olması gereken Cumhurbaşkanı, seçim meydanlarında kalktı bir belediye başkanı adayını seçtirebilmek için millete çaylar attı. 31 Mart seçimlerinden önce beka, beka dediler; ondan sonra da terörist dediklerinin sözcülüğüne soyundular. Bu manzara bu memlekette kimsenin içine sinmemiştir. Bu bir kere daha İsmet Paşa’nın, Celal Bayar’ın bu değişikliği yaparken, bu usulü getirirken ne kadar haklı olduklarını açık seçik ortaya koymuştur.
Bu çerçevede, Genel Başkanımız da böyle bir talebi geçtiğimiz hafta yapmış olduğu grup toplantısında ifade etmiştir. Bugünde ben MYK toplantımızdan ve Parti Meclisi toplantımızdan sonra sizlere ifade ettim.

Soru- (Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın G20 toplantısında ABD Başkanı Trump’la yaptığı görüşme ve S-400 konusundaki son gelişmeler hakkında değerlendirmelerinin sorulması üzerine)
Faik ÖZTRAK- Şimdi bir taraftan baktığımız zaman sanki iki başkan arasında bir bahar havası yaşanıyor gibi. Ama Trump’ın açıklamaları da gerçekten yenip yutulur, kolay sindirilebilir açıklamalar da değil. Diyor ki, aramızda öyle güzel bir ilişki var ki bir telefon ettim Rahibi geri aldım. Obama geri alabilmiş miydi? PKK-PYD’yle ilgili sınırda tedbir almak isteyen Erdoğan’a demiş ki onlar bize IŞİD’le mücadelede yardım ediyor. Yapmayın dedim, Erdoğan’a bunu yapamayacağını söyledim, Erdoğan da bunu yapmadı diyor. Şimdi bunlar tehdit mi, değil mi sınırda bu tür olayların yaşanması?
Bir de Hollywood setinde bile bu kadar güzel insanı bir arada göremezsiniz diye artık iltifat mı etti, yoksa başka bir şey mi yaptı? Çünkü çok saygılı olmayan bir tavır içindeydi. Bunu da anlamak mümkün değil. Açık söyleyeyim öyle anlaşılıyor ki, orada söylediği şey şu: AK Parti Genel Başkanı benim iyi arkadaşım, bir talimat veririm yapar diyor. Yapar diyor buna karşılık da AK Parti Genel Başkanı o toplantılardan sonra dedi ki, herkes duydu Trump yaptırım uygulamayacak.
Herkes duydu ama biz duymadık. Trump’ın ağzından yaptırım uygulamayacağım diye bir laf çıkmadı. Arkadaşının haklı olduğunu söyledi, bu şekilde ticaret yapılmayacağını söyledi ki bunlar doğru hususlardır. Ama sonuç itibariyle Türkiye’nin S-400’leri alması halinde F-35’leri bize vermekten vazgeçecekler mi geçmeyecekler mi? Bu konuda açık bir deklarasyon duymadık. Evet S-400’ler önemli ama F-35’leri almak da S-400’ler kadar önemli.
Trump’ın Türkiye’yle ilgili değerlendirmelerine baktığımız zaman bir başka konu daha dikkatimi çekti. Trump diyor ki, Erdoğan’ın ve Türkiye’nin doğal düşmanı olan Kürtler. Bu ne biçim bir değerlendirme? Bu açıkça ülkemizin birliğini ve beraberliğini hedef alan bir değerlendirme. Dolayısıyla bu konuda acaba iktidar, saray ne tepki gösterecektir bunu da merakla bekliyoruz. Yani bu ülkenin asli unsurlarını birbirlerinin can düşmanları gibi tanımlamak ve bu tanımın ABD Başkanı tarafından yapılması karşısında Türkiye’deki iktidar, saray, Türkiye’yi yönetenler nasıl bir tepki göstereceklerdir, tepki göstermişler midir bunu da soruyoruz.
Teşekkür ediyorum arkadaşlar.