16.07.2018

CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI VE PARTİ SÖZCÜSÜ BÜLENT TEZCAN’IN BASIN AÇIKLAMASI

CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI VE PARTİ SÖZCÜSÜ BÜLENT TEZCAN’IN BASIN AÇIKLAMASI (16 TEMMUZ 2018)

CHP Merkez Yönetim Kurulu (MYK) Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu başkanlığında genel merkezde toplandı.
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Bülent Tezcan, düzenlediği basın toplantısında MYK’nın gündemine ilişkin şu açıklamalarda bulundu:


Değerli basın mensupları, hepiniz hoş geldiniz. Merkez Yönetim Kurulu toplantımız devam ediyor. Biliyorsunuz dün 15 Temmuz darbe girişimine karşı direnişin ikinci yıldönümüydü. 2 yıl önce parlamentoda üzerimize bombalar atılırken hain darbe girişimine karşı siyaset kurumu, millet, medya hep birlikte kararlı bir direniş gösterdik. Beklentimiz, arzumuz bu güçlü direnişten güçlü milli birlik ve beraberlik çıkarmaktı. Oysa iktidar her zaman olduğu gibi buradan toplumun, milletin bütünlük içerisinde çıkması yerine milleti bölen açıklamalar ve tutumlarla bir yeni siyasi fırsat yaratma peşine düştü. Bu süreç içerisinde darbeye karşı demokrasi ekseninde güçlü bir beraberliği kurma fırsatı ne yazık ki 20 Temmuz OHAL darbesiyle heba edildi ve bunun üzerine bir tek adam rejimi inşa edildi. Dün darbeye karşı direnişin ikinci yıldönümüydü. Gazi Meclis darbeye karşı en kararlı direnişi göstermiş, tarihinde ilk defa Gazi Meclisin tepesine bomba atılmış ve bizler oradayız TBMM’deyiz. Birinci yıldönümünde TBMM’de özel oturum yapılmış iken ikinci yıldönümünde dün özel oturum yapılmadı. AK Parti ve MHP’li milletvekillerinin oylarıyla 15 Temmuz özel oturumu yapılması engellenmiştir. Arkadaşlarımız o zaman dün de, önceki gün de söylediler. Parlamento bu meseleyi bir birlik ve dayanışma süreci olarak ele alıp özel oturum yapması gerekirken ısrarla ve özellikle AK Parti 15 Temmuz üzerinden toplumu bölme kararlılığıyla hareket etmeye devam ediyor ve ne yazık ki MHP’li milletvekilleri de bu süreçte AK Partiye destek vermişlerdir.
YALAN VE İFTİRA
Değerli arkadaşlar, aynı bölücü tutum AK Parti Genel Başkanı Erdoğan’ın dünkü konuşmalarında da ne yazık ki görülmüştür. 15 Temmuz’a karşı Genel Başkanımız çıkıp çok net bir şekilde “Darbe nereden gelirse gelsin darbeye karşıyız ve mücadele edeceğiz” demiş, bizleri de TBMM’ye göndermiştir. O gece TBMM’ye ilk giden üç milletvekilinden birisiyim. Üç milletvekili hiç kimse yokken TBMM’ye girdik ve şimdi milletin tankların üstüne çıkma zamanıdır diyenleriz biz. Sanki bütün bunlar hiç yaşanmamış gibi darbeye AK Parti yönetiminin ve kendisinin direndiği, Genel Başkanımızın ise uzak durduğu yalan ve iftirası üzerinden hala propaganda yapmaya devam etmektedir. Erdoğan dün bir kere daha yalan söylemiş ve iftira atmıştır. Genel Başkanımızın darbeye direnişiyle ilgili özellikle o gece yaptığı açıklamaları görmezden gelip, bu konuda bir kere daha milleti ve toplumu bölme arayışındadır. Şimdi Erdoğan’a soruyoruz: Sen devletin bütün imkanlarını arkana alıp 4 tane devletin uçağıyla, koruma ordusuyla, alan güvenliği sağlanıncaya kadar İstanbul’da havaalanına inmedin. Bizim tepemize bombalar atılırken sen henüz daha İstanbul’da havaalanına inmemiştin. Çankırı tünelinde Başbakanın ne işi vardı? Hangarda saklananlar kimlerdi? Gürcistan’da bulunanlar kimlerdi? Yunan hava sahasında uçakları gezip havada güvenlik önlemi alınıncaya kadar kendini garanti altına almaya çalışanlar kimlerdi? Yani siz devletin bütün silahlı kuvvetleri ve gücü, polisi, bütün devlet imkanları elinizde kendi güvenliğinizi sağlayıncaya kadar havaalanına inmeyeceksiniz, Sayın Genel Başkanın güvenliğini sağlayacak bir önlem alınması halinde “Neredeydin, niye o evde durdun Bakırköy Belediye Başkanının evinde ne işin vardı” diyeceksin. Bu insafsız, vicdansız bir iftiradan başka bir şey değildir.
SİYASİ AYAK KENDİLERİNE UZANIYOR
Değerli arkadaşlar, Erdoğan’a soruyorum: Sayın Genel Başkanımız 16 Temmuz günü henüz daha darbenin etkisi devam ederken İstanbul’dan uçaklar çalışmazken TBMM’deki özel oturuma katılmak üzere karayoluyla Ankara’ya gelmiştir. Sen niye 4 gün bekledin Ankara’ya gelmek için? 4 gün sonra gelebildin Ankara’ya, 4 gün sonra gelebildin niye? Güvenlik endişesiyle. Ankara’ya 4 gün gelmekten korkan birisinin ertesi gün TBMM’ye bütün imkanları zorlayarak gelen Genel Başkanımıza söyleyecek hiçbir sözü yoktur. 15 Temmuz’da kimin daha çok direndiği, daha az direndiği üzerinden milleti bölmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Ama tartışılacak bir şey varsa tartışılacak şey çok. Darbenin siyasi ayağını tartışacağız. Aradan geçen iki yıla rağmen hala darbenin siyasi ayağı ortaya çıkarılamamıştır. 100 binin üzerinde insan ihraç edilmiştir. 100 binlerce kişi hakkında işlem yapılmıştır ama hala darbenin siyasi ayağı ortaya çıkarılamamıştır. Tatlıcı vardır, öğretmen vardır, memur vardır, işçi vardır darbeyle ilişkili ama her ne hikmetse darbeyle ilişkili siyasetçi hala çıkarılamamıştır. 2 yıldan bu yana bu iktidar olağanüstü hal yetkilerini darbenin siyasi ayağını gizlemek için kullanmıştır. Darbenin siyasi ayağını araştırmamak için ellerinden geleni yapmışlardır, çünkü siyasi ayak kendilerine uzanıyor. Gittiğinde uzandıkları yer kendileridir, oturdukları koltuktur. Düşünebiliyor musunuz sıradan bir memur FETÖ’cü diye ihraç edildiği zaman değil kendisi akraba taallukatı yedi göbek sülalesine pazarcılık yapmayı bile yasakladılar. Pazarda limon satmasını bile engellediler ama Erdoğan’a yakın olursanız kardeşiniz FETÖ’den tutuklu olsa bile, hakkında soruşturma sürse bile bakan olabilirsiniz. Bugün Türkiye’nin geldiği tablo budur. Darbenin siyasi ayağının niye ortaya çıkamadığını merak ediyorsanız bakılacak yer burasıdır. Adres, oluşturulan yeni kabinedir. Bir taraftan düz sıradan memurların eşlerinin bile özel sektörde çalışmasının önü kapatılırken öbür taraftan kardeşi FETÖ’den soruşturulanların dahi bakan yapıldığı bir Türkiye. Kuşkusuz suç ve ceza şahsidir, kuşkusuz hiç kimse kardeşleri nedeniyle sorumlu tutulamaz. Ancak sıradan vatandaşa kardeşleri, yakınları, babaları, çocukları FETÖ’cü diye hayatı zindan eden bir anlayış, bakanlık koltuklarını dağıtmak söz konusu olduğunda aynı şekilde davranmamaktadır. Bakan yaptıklarınıza uyguladığınız suç ve cezanın şahsiliği ilkesini sıradan vatandaşa da uygulamakla yükümlüsünüz. Bugün Türkiye’nin geldiği tablo budur.
Değerli arkadaşlar, 12 adet Cumhurbaşkanlığı kararnamesi yayınlandı. 12 Cumhurbaşkanlığı kararnamesi yayınlandı, bu tablo tamamen tek adam rejiminin bir özetidir. Devlet tek bir kişinin iki dudağı arasında şekillendirilmektedir. Bakın bu dünkü resmi gazetenin içindekiler sayfası, tamamı bir kişinin işlemlerine ilişkin, Cumhurbaşkanlığı kararnameleri, Cumhurbaşkanı kararları. Bu tek adam rejiminin fotoğrafıdır. Bütün devletin işlemlerinin tek bir kişinin elinde şekillendiğinin fotoğrafıdır.
KANUNSUZ BİR DÜZEN
Değerli arkadaşlar, TBMM’nin yetkilerine tek adam tarafından tecavüz edilmektedir. TBMM’nin yetkileri gasp edilmektedir. Tek adam rejimi kriz üretmeye aday bir rejimdir. Çözüm üreten bir rejim değil, bu sistem kriz üretecek bir sistemdir. Bakın, daha üç gün önce yayınladıkları kararnameyle profesör olmayanların rektör olabileceklerini düzenlediler, dün bunu kaldırdılar. Keyfiliğin ölçüsünü ve derecesini göstermesi açısından çarpıcı bir örnektir. Bir kişinin iki dudağı arasında devlet dizayn etmenin vahim sonuçlarını gösteren çarpıcı bir örnektir. Üç gün, dört gün içerisinde ne kadar hesapsız, kitapsız planlamadan iş yapıldığının göstergesidir. Tek kişi rejiminin ne kadar kontrolsüz, denetimsiz, hata yapabilme potansiyeli olduğunun çok açık işaretidir.
Değerli arkadaşlar, TBMM derhal olaya el koymalıdır. Hukuki olmayan bir düzenle karşı karşıyaydık, şimdi hukuki olmayan düzen aynı zamanda kanunsuz hale getirilmektedir. Kanun hükmünde kararnameyle kanunlar kaldırılıp, onun yerine Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle devlet dizayn edilmektedir. Bu artık yeni rejimin hukuksuzluğun da ötesinde kanuna dahi uyma ihtiyacı hissetmediğini, kanunsuz bir düzen kurulduğunun çok net ifadesidir. O yüzden milletin yüzde 100’ünü temsil eden TBMM’nin derhal olaya el koyması gerekir. TBMM’deki milletvekilleri milletin kendilerine verdikleri yasama yetkisine sahip çıkmalıdır. Bu kararnameleri boşa çıkarmanın yolu TBMM’nin kanun yapmasıdır. TBMM yasama yetkisine sahip çıkar ve bu konularda kararlı bir şekilde müzakere yürütüp kanun çıkarırsa Cumhurbaşkanlığı kararnameleri boşa düşecektir.
Şimdi biz Cumhuriyet Halk Partisi grubu olarak milletin iradesine sahip çıkma konusundaki kararlılığımızı sürdüreceğiz ve parlamentoyu bu çerçevede çalıştırmak için kararlı bir şekilde mücadele edeceğiz. Ancak diğer siyasi partilere, özellikle AK Partiye bu süreçte destek veren MHP’li milletvekillerine ve AK Partinin içerisinde de milli iradeye saygı duyacak milletvekillerine önemli görev düşmektedir. Hep birlikte burada TBMM’yi devre dışı bırakan bu uygulamalara karşı TBMM’nin yetkilerini koruyup kanunla bu girişimleri boşa çıkarma zamanıdır.
SÜREKLİ OLAĞANÜSTÜ HAL YASASI
Bu hafta parlamento önemli bir konuyu görüşecek. OHAL’den sonra Türkiye’de bir sürekli OHAL durumu düzenlenecek bir yasayla karşı karşıyayız. Biz buna sürekli olağanüstü hal yasası diyoruz. Şu andaki teklif henüz net olarak TBMM’ye getirilmedi, ama söylenenlerden alınan işaret odur ki; sözde olağanüstü hali kaldırdığını söyleyen iktidar bu konuda terörle mücadele kanunu adı altında getireceği yeni düzenlemelerle aslında terörle mücadele değil Türkiye’ye bir sürekli olağanüstü hal rejimi yerleştirme peşinde ve iddiasındadır, niyetindedir. Burada OHAL’in kalkmadığını, tam tersine OHAL’in kalıcılaştırıldığını görüyoruz. Niyetin OHAL’i kalıcılaştırmak olduğunu görüyoruz. Her zaman söyledik, terörle mücadele gerekçesi hukuksuzluğun bahanesi olamaz, hak ve özgürlükler çağdaş rejimlerde anayasa güvencesi altındadır, hukuk devletlerinde anayasa güvencesi altındadır. Terörle mücadele etme bahanesiyle anayasal güvenceler ortadan kaldırılamaz. Parlamentoya bu konuda getirilecek teklife bu çerçevede tutum takınacağımızın bilinmesinde yarar görüyoruz.
ODTÜ ÖĞRENCİSİNE HAPİSHANE, “DİKTATÖR” DİYENE TAZMİNAT, ZUHAL OLCAY’A CEZA
Değerli arkadaşlar, Türkiye militan hakimler ülkesi oldu. Artık hakimler hukuka göre değil, uzun zamandan bu yana siyasetin emri ve talimatı, iktidarın emri ve talimatı, siyasetin aldığı pozisyona göre ne yazık ki karar vermektedir. “Diktatör” diyenler tazminata mahkum edilmektedir. Siyasetin en doğal kavramı olan diktatör sözünü kullandı diye bir siyasetçi, siyasetçiler tazminata mahkum edilmektedir. Üniversite hukuk fakültesi birinci sınıftaki öğrenci bu hatayı yapsa hocası ona sınıf geçirmezdi. Ama böyle üniversiteler değil gerçek anlamda hukuk fakültelerinin ve gerçek anlamda hukukçuların, bilim insanlarının görev yaptığı üniversitelerden bahsediyorum. ODTÜ öğrencisine hapishane, diktatör diyene tazminat, Zuhal Olcay’a ceza; bütün bunların yanında Erdoğan’a laf söyleyenlere “oluk oluk kan akacak” diyenlere beraat. Böyle bir Türkiye. Erdoğan’a laf söyleyenlere göğüs germek için, ya da Erdoğan’ın çizgisinde söz söyleyip “oluk oluk kan akacak” diyenler mahkemelerin militan hakimlerin koruması altındadır. Onlara beraat. Ancak haklı ve doğru bir biçimde diktatör diyenlerin ya da eleştirenlerin yeri mahkumiyet. Böyle bir Türkiye yaratıldı. Bir kısım militan hakim, bir kısım hakimse militan hakim olmamakla birlikte ellerine Recep Tayyip Erdoğan’ın dosyası geçmesinden ödleri kopuyor. Elleri yanıyor dosya geldiği zaman. Onlar da vicdanlarıyla korkuları arasında sıkışmışlar. Vicdanları hayır burada suç yoktur diyor ama korkuları ben iktidardan gelen talimata göre hareket etmeliyim dedirtiyor. Böyle bir Türkiye yaratıldı. Önümüzdeki dönem bu Türkiye’de hukuksuzluğun ve adaletsizliğin kaldırılması, yok edilmesi için hep beraber çok ciddi ve kararlı bir mücadeleye ihtiyaç olan bir dönem.
ENİS BERBEROĞLU’YLA İLGİLİ TAHLİYE KARARI VERİLMESİNİ BEKLİYORUZ
Aynı çerçevede İstanbul milletvekilimiz Enis Berberoğlu hala tahliye edilmedi. Anayasanın 83. maddesi çok açık, yeniden milletvekili seçilen kişi dokunulmazlığa yeniden kavuşur. O dosyadan da yeniden kavuşur, yargılamanın devam edebilmesi için yeniden dokunulmazlığının kaldırılması gerekir. Çok yargılamak istiyorsanız kaldırırsınız dokunulmazlığını parlamentoda bir kere daha. Ama hukuku ayaklar altına alarak parlamentonun çalışmasını engelleyecek, milli iradeyi ayaklar altına alacak böyle bir karar Türk yargısının ayıbı ve utancı olacaktır. O yüzden biran önce Enis Berberoğlu’yla ilgili tahliye kararı verilmesini bekliyoruz. Mahkemelerin hala niye beklediğini biz de anlamıyoruz, kamuoyu da anlayabilmiş değil.
MUTFAKTAKİ ENFLASYON YÜZDE 30’LARA DAYANDI
Değerli arkadaşlar, Türkiye ekonomisi alarm zilleri çalmaya devam ediyor. Cari açık iki katına çıktı, ekonominin iki yakası bir araya gelmiyor. Cari açık iki katına çıktı, Fitch kredi notunu düşürdü. Yani Türkiye sorunlu ülke diyor uluslararası kredi kuruluşları. Hayat pahalılığı devam ediyor. Mutfaktaki enflasyon yüzde 30’lara dayandı ortalaması.
Bakın, son bir yıl içerisinde soğanda yüzde 185, patateste yüzde 109, tereyağında yüzde 35, sütte yüzde 25, peynirde yüzde 20, yumurtada yüzde 36, pirinçte yüzde 15 enflasyon, hayat pahalılığı. Sadece bunlar derlediğimiz birkaç parça. Mutfak enflasyonu yüzde 30’a geldi dayandı. Hayat pahalılığını ortadan kaldırmanın, Türkiye’yi güvenilir bir ekonomi haline getirmenin, istikrarı kurmanın yolu güçlü bir demokrasi, güçlü bir hukuk devletinden geçiyor. Türkiye iç ve dış piyasalara güven verecek bir tutum takınmak zorunda. Bunun için de tek adam rejiminden biran önce kurtulmak zorundayız.
Hepinize teşekkür ediyorum, sorularınız varsa cevaplayabilirim.
Soru- Genelkurmay Başkanlığının Milli Savunma Bakanlığına bağlanmasıyla ilgili YAŞ’la ilgili düzenlemeler hakkında düşünceniz nelerdir?
Bülent TEZCAN- Değerli arkadaşlar, tek tek ayrı ayrı her konuyu değil bütünüyle baktığımızda sistem tek adamın iki dudağı arasına bağlanmıştır. Yoksa Genelkurmay Başkanlığının sivil otoriteye bağlı olması konusunda çok önemli, çok büyük tartışma yapmanın çok anlamı yok. Daha önce de sivil otoriteye bağlanabilir, Milli Savunma Bakanlığına bağlanabilir askeri otoriteler ancak buradaki mesele şudur, bütün sistem tek bir kişinin ağzına bakıyor, tek bir kişiye bağlanıyor. Basit bir askeri otoritenin bakana bağlanması işlemi değildir yapılan iş. Basit bir sivil otoritenin hakim kılınması işlemi değildir. Sistemin tümünün tek bir kişinin iki dudağı arasına teslim edilmesidir, problem buradadır.
Soru- Efendim parti içi muhalefet bugün resmi olarak harekete geçmiş durumda. Öncelikle iki sorum olacak, iki, üç saat içerisinde sabah saatlerinde 100 kadar imzaya ulaşıldığı belirtiliyor. Size gelen bir bilgi var mı ya da seçimli bir olağanüstü kurultaya yeterli imzanın bulunabileceğini düşünüyor musunuz?
Bir de çağrı heyetinin sözcüsü Gaye Usluer’in bir eleştirisi oldu onu da sormak istiyorum. İki cümlesi var. “Göz göre göre gelen tek adam rejimine karşı cumhuriyeti layıkıyla savunamadık” dedi. Bir de “Süreç iyi yönetilemediği için derin hayal kırıklıkları yaşandı” ifadesini kullandı. Bu eleştirilere ne dersiniz?
Bülent TEZCAN- Arkadaşlar, olağanüstü kurultay talepleriyle ilgili daha önce sorulan soruları yanıtlamıştım. Burada tüzükteki hüküm bellidir, yüzde 51 imza toplanırsa kurultayın toplanması bir tüzük emridir. Ancak bizim edindiğimiz izlenim bu imzanın toplanamayacağı yönündedir. Çünkü parti tabanının önemli bir bölümü şu anda olağanüstü kurultayın doğru olmadığını, uygun bir zamanlama olmadığını ifade ediyor ve kurultay delegeleri imza verme konusunda güçlü bir iradesi yok. Kuşkusuz olağanüstü kurultayı isteyen arkadaşlar da var. Bunları 15 gün içerisinde görürüz yeterli sayıya ulaşıp ulaşamayacağını. Bizim edindiğimiz izlenim ulaşılamayacağı yönündedir. Tabi ki, bu süreç içerisinde ilk anda 100 imza toplandı,  yarın daha yüksek bir rakam söylenebilir, bu imzaya teşvik için bu tip sayılar söylenebilir. Ancak sonuçta 15 gün sonra tablo ortadadır 81 ilin durumunu biz de biliyoruz, tek tek illerdeki tabloyu takip ediyoruz, görüyoruz. Böyle bir sayının toplanmayacağı gözüküyor. Biz tüzüğün dışında adım atmadık, tüzüğün dışında da adım atmayacağız, atmayız.
Bir diğer konu, tek adam rejiminin nasıl geldiği belli arkadaşlar. Ona nasıl mücadele ettiğimiz de belli. O sözü söyleyen arkadaşlarımızla birlikte mücadele ettik, referandum sürecinde çok kararlı bir mücadeleyle bütün kesimleri bir araya getirmeye dönük bir mücadele yürüdü. Sonuç itibariyle Türkiye’nin geldiği tablo budur. Bu meseleyi parti içi yarışın bir aracı haline getirmek çok insaflı bir tespit olmasa gerek diye düşünüyoruz. Evet, tek adam rejimi bütün demokrasi güçlerinin mücadele etmesi ve direnmesine karşı adım adım inşa ediliyor, hala inşa ediliyor, anayasal altyapıları hazırlandı. Ona karşı mücadeleyi yükseltmenin yolunu aramak zorundayız. Yoksa tek adam rejiminin kurulması üzerinden bir iç iktidar yarışına gerekçe üretme çabaları çok uygun değildir diye düşünüyorum.
Teşekkür ederiz arkadaşlar.