20.12.2018
20.12.2018
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI ÜNAL ÇEVİKÖZ'ÜN 2019 BÜTÇESİ ÜZERİNE DIŞ POLİTİKA KONUŞMASI
Genel Başkan Yardımcısı Çeviköz'ün konuşması şöyle:
"Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2019 yılı merkezî yönetim bütçe teklifinin 13'üncü maddesine üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum, bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, sözlerime başlamadan önce tek adam bütçesine dair görüşmeler üzerine eleştirilerimi dile getirmek isterim.
Tüm hafta boyunca Türkiye Büyük Millet Meclisinde bütçeyi görüştük ancak bütçeyi kullanacak icra makamı Mecliste bulunmuyor. Demokrasinin ve çoğulcu sistemin ülkemizdeki tarihsel gelişimine açıkça aykırı bir süreçle karşı karşıyayız.
Bütçenin yasama hakkının özü olması ilkesi terk edilmiş, devletin kasasının anahtarı tek adama verilmiştir. Tek adamın belirlediği ve sosyal adalet ilkesini tamamen görmezden gelen bu bütçenin, Türkiye'nin içinden geçtiği ekonomik krize, asgari ücretlinin, emeklilerin ve dar gelirlinin geçim derdine, kadına şiddet sorununa, hayvan haklarının istismarına, eğitim politikalarının pozitif akıldan uzaklaşmasına, dış politikada içinde bulunulan sıkışmışlığa çare olmayacağını belirtmek isterim.
Değerli milletvekilleri, Dışişleri Bakanlığının bütçeye yönelik hedeflerini görünce sanki Türkiye İdlib ve Menbic darboğazına sıkışmamış, Avrupa Birliği ilerleme raporlarında müzakerelerin durdurulması çağrısı yapılmamış, Libya Konferansı'nda istenmeyen ülke olmamış, NATO'nun Parlamentosu olan NATO PA tarafından tarihte ilk kez özgür olmayan ülke olarak kabul edilmemiş, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde enerji alanında sıkıntılar yaşanmamış gibi hedefler konmuştur. AKP iktidarının dış politikası hiçbir zaman huzur, barış, refah ve istikrar vadetmedi. "Yurtta barış, dünyada barış." ilkesi bugün tamamen Türkiye'nin dış politika anlayışından çıkarılmıştır.
Seçimlerde oy kazanmak adına askerî harekâtlar yapılmaktadır ancak Türkiye tek adam rejiminde bir rüzgârgülü gibidir. Diplomaside de ne liyakat kalmıştır ne de istikrar. Tek adam rejimi ülke içinde kutuplaşmaları artırırken bölgede de gerginlik, çatışma, ayrışma ve yoksulluk üretmektedir. 24 Haziran 2018 seçimleriyle birlikte uygulamaya konulan yeni sistemin tek adama dayanan yapısı kurumsuzlaşmayı artıran düzenlemeleriyle ülkemizin dış politikadaki kırılganlığını ve edilgen durumunu daha da derinleştirmektedir. Rus S400 füzelerinin alım vaadine karşı ABD'yle F35 krizi yaşayan Türkiye'ye bugün Pentagon 3,5 milyar dolar değerinde 80 adet Patriot tipi GEM-T füzesi ve 60 diğer füzenin satışına onay vermiştir. Bu satışın onayı için kongrenin yanıtını bekleyen Türkiye hangi dengeyi kurabilecektir? Hem S400'lerin hem Patriot'ların bir arada hava savunması yapabilmesi için bizim bilmediğimiz yeni bir teknoloji mi geliştirilmiştir? Yoksa Rusya ve Amerika hava savunma sistemlerinin birbirleriyle çatışması için Türkiye semaları mı seçilmektedir?
Avrupa Birliği üyeliğinden hızla uzaklaşan AKP iktidarı Avrupa Birliği Sayıştayının 1,2 milyar euro olarak tarif ettiği, AB'nin Suriyeli mülteciler için verdiği yardımın nereye gittiğini bile açıklayamamaktadır.
2002 yılında iktidara gelen AKP dış politikanın her alanında geleceğimiz için büyük tehlike arz eden bir enkaz yaratmıştır ve bugün de yarattığı enkaza çözüm sunacak hedefler ortada yoktur. Bugün Türkiye'nin dış politikası temel ilkelerinden koparılmış ve saptırılmıştır. Yani tarafsızlığını, inandırıcılığını ve güvenilirliğini yitirmiş bir durumdadır. Hatalar zinciri Türkiye'nin bölgede en güvenilir aktör olarak görülmesi ve inandırıcılığıyla sorunların çözümünde başvurulacak bir yüksek akıl olması imkânlarını yok etmiştir. Türkiye Orta Doğu'da tarafsız bir bölge gücü olma özelliğinden yoksun kaldığı için Orta Doğu'nun ideolojik çekişmelerinin sahnesi hâline getirilmiştir. Bugün birçok ülkede diplomatik temsilciliğimizin bile olamayışı işte bu tarafsızlığı kaybetmemizdendir.
Türkiye AKP iktidarından önce dış politikadaki çıkarlarını hem Doğu hem Batı eksenli olarak muhafaza ediyor ve geliştiriyordu. Batı dünyasıyla ilişkilerimiz Rusya ve Orta Doğu'yu da dengeleyen bir çizgide yürütülüyordu. Çok yönlülük, Türkiye'nin geleneksel dış politikasının esas çizgisi olagelmişti. Bugün çok yönlü olarak tanımlanamayacak ve dengeci bir perspektiften yoksun dış politikamız ülkemizin bölgesel ve uluslararası ölçekte farklı zeminlere sağlam basabilmesini engellemektedir. Oysa birkaç yıl öncesine kadar Türkiye Orta Doğu'da düzen kurucu ülke olma hevesiyle övünüyordu. Geldiğimiz noktada, değil Orta Doğu'da, Doğu Akdeniz'de de artık düzen dışı bir ülke hâline gelmiş bulunuyoruz.
Biliyor musunuz, Doğu Akdeniz enerji kaynaklarının çıkarılması ve Avrupa'ya aktarılması bakımından artık Türkiye dışındaki güzergâhlar üzerinde duruluyor. İsrail, Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi üçlü iş birliğiyle bu hattın kurulması için çabalarını hızlandırdılar. Oysa hepsi biliyor ki yapılacak bir boru hattının en ekonomik güzergâhı Türkiye üzerinden geçecek olandır. E şimdi bu enerji rekabetinde söz sahibi olmak için İsrail'le, hatta Mısır'la konuşmak gerekmez miydi? Gerekirdi elbet, gerekirdi de değerli milletvekilleri, dış politikaya hâkim olan kaprisler ulusal menfaatlerimizi gözeten, bütünlükçü bir dış politika anlayışına imkân vermiyor ki. Ne İsrail'de ne de Mısır'da büyükelçimiz var.
Bakınız, İsrail'de büyükelçi bulundurmayışımız başka nelere yol açıyor? 9'uncu madde tartışılırken bugün bir "Kudüs" kavram kargaşası yaşandı. Dendi ki: "Birleşmiş Milletler Kudüs'ü Filistin'in başkenti olarak tanıyormuş." Bu bir yanlış okumadır değerli milletvekilleri. Aslında ne olmuştur, teker teker size açıklayayım: ABD'nin Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıması üzerine İslam ülkelerinin liderleri İstanbul'da toplanarak bir karar aldı ve Doğu Kudüs'ü Filistin'in başkenti ilan etti. Daha sonra, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu ABD Başkanı Donald Trump'ın Kudüs kararını oylamak için toplandı ve Kudüs kararını eleştiren karar tasarısı Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda 9'a karşı 128 oyla kabul edildi. Bu oylamada Kudüs'ün Birleşmiş Milletler tarafından Filistin'in başkenti olarak kabul edilmesi gibi bir kararın alınması söz konusu değildir.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 19 Aralık 2017 tarihli (10/22) sayılı Kararı'nda Kudüs'te diplomatik misyon kurmaktan kaçınma çağrısı yapılmıştır. Tasarıda yer alan ifadeler de aynen şöyledir:
"Kutsal Kudüs kentinin özel statüsünü, özellikle de Birleşmiş Milletler kararlarında belirtildiği üzere, kentin ruhani, dinî ve kültürel boyutlarının korunma ihtiyacını göz önünde bulundurarak;
Kudüs'ün nihai statüsüne Birleşmiş Milletler kararları çerçevesinde yürütülecek müzakereler sonucunda karar verilmesi gerektiğini vurgulayarak;
Kutsal Kudüs kentinin statüsünü, karakterini veya demografik yapısını değiştirme niyetindeki kararların yasal bir etkisi olmadığını, geçersiz olduğunu ve Güvenlik Konseyinin kararları doğrultusunda iptal edilmesi gerektiğini tekrar tasdik ederek;
Tüm devletleri Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 478 sayılı Kararı uyarınca Kudüs'te diplomatik misyon kurmaktan kaçınmaya davet eder;
Tüm devletlerin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin kutsal Kudüs kenti kararlarına uygun hareket etmesini ve bu kararlara aykırı bir eylem veya önlemi tanımamasını talep eder;
Sahada iki devletli çözümü tehlikeye atan negatif trendlerin geri çevrilmesiyle vakit kaybetmeden, Orta Doğu'da Birleşmiş Milletler kararları ve toprak hakkı da dahil olmak üzere Madrid Şartnamesi'ni, Arap Barış İnisiyatifi'ni ve Orta Doğu Dörtlüsü Yol Haritası'nı temel alan kapsamlı, adil ve kalıcı bir barışa ulaşmayı hedefleyen uluslararası ve bölgesel çabaların hızlandırılmasına yönelik çağrısını tekrar eder..."
Kamuoyunu doğru bilgilendirmek bizim vazifemiz. Kayıtlara doğrular geçsin de sonra birileri yine "Kandırıldık." demesinler diye bunları sizin bilgilerinize sunuyorum ama ben size çok daha vahim bir durumdan söz etmek isterim. Bu bahse konu karar Genel Kuruldan geçtiği sıralarda Türkiye'nin yakında Filistin'e büyükelçi tayin edeceği iddia ediliyordu. Doğruları bilmekte fayda var; Doğu Kudüs'te bir başkonsolosluğumuz vardır, orada "büyükelçi" ünvanlı bir diplomatımız görev yapmaktaydı. Görevi de Filistin nezdinde ülkemizi temsil etmekti ancak diplomatımız altı aydır Kudüs'te değil. İsrail'de Tel Aviv'de büyükelçi bulunduramadığımız için Kudüs'teki başkonsolosumuzu da görevine gönderemiyoruz. Sonuçta ne oluyor? Filistin nezdinde de temsil imkânlarından kendi kendimizi mahrum ediyoruz. Öfkeyle kalkan zararla oturur. Sayın milletvekilleri, aklımıza geldikçe o ülkeden, bu ülkeden büyükelçimizi geri çekersek, sonucu, dış politika zafiyetine yol açar. İşte bugün tek adam dış politikasının ülkeyi getirdiği durum bu zafiyettir ve çok önemsenen Orta Doğu politikasında dahi gedikler açılmış olmasıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son olarak şunu da belirtmek isterim: Suriye Devlet Başkanının isminin her telaffuzunun değişmesinde Suriye politikamız da değişiyor. On ay önce kayıtlara göre Recep Tayyip Erdoğan "Hâlâ 'Esed'le bir araya gelelim.' diyen zavallılar var. Ya 1 milyon vatandaşını öldüren bir katille neyi düzelteceksiniz?" demişti. Aralık 2018'de Esed'in adı yeniden "Esad" olmuş ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu "Esad'la birlikte çalışmayı düşünebiliriz." diyor. "Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?" diye bir söz vardır, galiba bu sözün en iyi oturduğu örnek, Türkiye'nin değişen Suriye politikaları oluyor.
Bu çelişkiyi de bu vesileyle vurgulamış olalım ve böylesine çelişkilerle dolu bir bütçeyi onaylamayacağımızı sizin bilgilerinize sunalım.
Hepinize saygılar sunarım."
30.11.2024
30.11.2024
30.11.2024
29.11.2024