23.12.2019

CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI ÜNAL ÇEVİKÖZ, TBMM GENEL KURULUNDA KONUŞTU

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Libya Hükûmeti Arasında Güvenlik ve Askeri İş Birliği Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. 
 Değerli milletvekilleri, Libya'da 2011 yılında Muammer Kaddafi'nin devrilerek ülkenin parçalanmasından bu yana geçen sekiz yılda ne çatışmalar sona erdi ne iktidarın bu ülkeye müdahalesi eksik oldu. 2011 yılında Libya'ya müdahaleye yeşil ışık yakan iktidar, bugün hatalarından ders almadan aynı çizgiye devam ediyor. Ülkede 2011-2015 yılları arasında süren çatışmaların 17 Aralık 2015'te Fas'ın Suheyrat kentinde imzalanan Libya Siyasi Anlaşması ve bu Anlaşmaya referansla aynı ay içinde alınan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 2259 sayılı Kararı'yla yatışacağı umudu... Ancak çatışmalar şiddetlenerek devam etti ve Libya'daki bölünmüşlük derinleşti.
 Bugün Libya'daki tablo kabaca şu şekildedir: Bir yanda Başbakan Fayez Al-Sarraj liderliğinde Trablus'taki Ulusal Mutabakat Hükûmeti ve bunun karşısında yer alan Libya Ulusal Ordusunun Komutanı Halife Hafter liderliğinde ülkenin doğusunu büyük oranda kontrol eden Tobruk Hükûmeti. Bu bölünmüşlük ülke içinde, silahlı güçlerden kurumlara kadar uzanan geniş bir yelpazede etkisini göstermekte. Ancak Libya'daki durum sadece bu iç bölünmüşlükle açıklanamaz. IŞİD ve Ensar El Şeria gibi El Kaide uzantılı örgütlerin faaliyet gösterdikleri Cezayir, Çad, Sudan, Mısır, Tunus, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan gibi bölge ülkelerinin aktif bir şekilde taraf oldukları; Fransa, İngiltere ve İtalya gibi Avrupa ülkelerinin müdahil oldukları, Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya gibi küresel güçlerin de ağırlıklarını her geçen gün daha fazla hissettirdikleri kaotik bir savaş sahasıdır Libya. Türkiye Aralık 2015'te imzalanan Libya Siyasi Anlaşması'na kadar ülkedeki saflaşmada, Trablus'ta İhvan'ın etkin olduğu grupların yanında yer aldı, Katar ve el-Beşir devrilene de kadar da Sudan'la aynı doğrultuda hareket etti. Hafter ise, Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Fransa ve Rusya'nın aktif desteğini aldı, almaya da devam ediyor. 
Libya'da durum böylesine karışık ve tehlikeliyken Türkiye'nin Libya denkleminde "yangına benzin döktüğü" görüşünü destekleyen bulgular giderek çoğalıyor. İşte, böyle bir ortamda gündemimize gelen ve bugün üzerinde konuşmakta olduğumuz Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası'nın onaylanmasına karşıyız. Neden karşı olduğumuzu, hem Türkiye'de kamuoyuna daha net ve açık şekilde anlatmak hem yüce Meclisimizde anlamak istemeyen çevrelerin de anlamasına yardımcı olmak amacıyla huzurunuzdayım. 
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 2011 yılında, Libya'daki çatışmaları yatıştırmak ve ülkede huzur, barış ve istikrarı sağlamak amacıyla 2 önemli karar aldı. Bunlar, 1970 ve 1973 sayılı Kararlardır. 1970 sayılı Karar'ın (9)'uncu paragrafı Libya'ya yönelik geniş kapsamlı silah ambargosunu düzenlerken Birleşmiş Milletlere üye bütün devletlere önemli sorumluluklar yüklemektedir. Bu karar uyarınca Libya'ya silah satışı, ihracı ve transferi yasakken, Türkiye'den Libya'ya gemiler ve uçaklar dolusu silah, SİHA ve zırhlı araçlar gönderildiğini Birleşmiş Milletler kayda geçirmiştir. Şüphesiz bunun anlamı şudur: Türkiye, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin Libya'ya ilişkin kararlarını ihlal etmektedir. 1973 sayılı Karar'daysa söz konusu silah ambargosuna uyulup uyulmadığını gözlemleyip raporlaması için bir uzmanlar veya bilirkişiler heyeti oluşturulmaktadır. İşte, bu uzmanlar heyetinin hazırladığı raporlarda Türkiye'nin Libya'daki yangına nasıl benzin döktüğünü bütün çıplaklığıyla anlatılmaktadır. 
Şimdi soruyorum: Bir yandan uluslararası hukuka dayalı meşruiyet tezleri ileri sürerek "Libya'nın Birleşmiş Milletler tarafından tanınan hükûmetiyle anlaşma imzaladık, ne var bunda?" diye soracaksınız ve hükûmetle anlaşmalar imzalamayı haklı göstermeye çalışacaksınız, öte yandan aynı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin kararlarına aykırı hareket ederek Libya'ya silah ambargosunu delip silah göndereceksiniz. Bu nasıl bir uluslararası hukuk anlayışıdır? Bu keyfî uygulamalara dayalı dış politika anlayışı ülkemizi ne yazık ki dünyanın neredeyse en yalnız ülkelerinden biri hâline getirmiştir. Türkiye buna layık değildir değerli milletvekilleri. 
İktidar, İhvan dayanışmasıyla Libya'daki yangına benzin dökmeye devam ettikçe bunun ağır maliyetleri olacak, bu maliyeti de halkımız ödeyecektir. Biz bu şekilde dar görüşlü, ideolojik ve taraf tutan, ülkemizi yalnızlaştıran politikalara karşıyız, onay vermeyeceğiz ve neden onay vermeyeceğimizi de ülkemizin, yurttaşlarımızın üzerine yüklenecek maliyetlerinin neler olacağını da kısaca sıralamak isterim:
1) Libya'daki savaş uzayacak ve ülkeye istikrar gelmesi gecikecektir, Türkiye bunu mu istemektedir? 
2) Doğu Akdeniz'deki gerilim daha da artacaktır. Yumuşak güç kullanmayı beceremediğini anlayan iktidar savaş tellallığıyla neyi hedeflemektedir? 
3) Mısır, Fransa ve Rusya başta olmak üzere, Hafter'i destekleyen ülkelerle, sanki mevcut dış politika sorunlarımız yetmiyormuş gibi, yeni ve büyük sorunları yaşayacağız. Dış politika sorun çözmek için midir, yoksa sorun yaratmak için mi?
4) IŞİD ve Ensar El Şeria başta olmak üzere, El Kaide uzantılı örgütler kendileri için elverişli ortamı Kuzey Afrika'da daha da genişleteceklerdir. Libya'ya gönderilen silahların bu örgütlerin eline geçtiğine ilişkin raporlar vardır. İktidar bu gelişmeye destek veren taraf olarak görülmekten gurur mu duymaktadır?
5) Türkiye, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarını defalarca ihlal eden ülke konumuna düşecek ve ağır ithamların muhatabı olacaktır. Suriye'de desteklenen grupların işlediği suçlar bir insanlık suçu olarak görülürken ve ileride Türkiye'yi ciddi olarak sıkıntıya sokabilecekken, bunları temizlemek yerine şimdi başka suçlamalarla karşı karşıya gelmek mi istenmektedir? 
6) Türkiye, Libya'ya ilişkin diplomatik süreçlerden daha fazla dışlanacaktır. Bu konuda bir soru sormayacağım. Zira, zaten Türkiye'de mevcut iktidar artık "diplomasi" denen kavramın tamamen dışındadır. Onun için dışlansa ne yazar dışlanmasa ne yazar?
7) Libya, örtülü silah satışları için bir pazar hâline dönüşecek, bu da küresel güvenliği tehdit edecektir. Böyle bir silahlanma yarışını mı arzuluyoruz?
8) Libya'daki istikrarsızlık Kuzey Afrika'daki diğer ülkelere de yayılacaktır. Suriye bataklığı yetmedi, Libya'da bu kadar hevesle yeni bir iç savaşa taraf olmaya hazırlanılıyor. Peki, bundan sonraki hedef neresidir?
9) Libya pazarı Türk şirketlerine tamamen kapanacaktır. Hatırlanacağı üzere, 2011 yılından önce Türk şirketleri Libya'da milyarlarca dolarlık iş hacmine sahiplerdi. Yarın öbür gün Libya'da iktidarın değişmesi hâlinde kiminle iş yapmayı sürdüreceğiz? 
Değerli milletvekilleri, Libya'daki çatışmalara taraf olmanın maliyetleri bu kadar yüksekken, Trablus Hükûmetiyle imzalanan Güvenlik ve Askerî İş Birliği Mutabakat Muhtırası, iktidarın, taraf tutan politikasının dozunu artırmak istediğini göstermektedir. Cumhuriyet Halk Partisi olarak, bölgemizdeki yangına benzin döken bu mutabakat muhtırasına olumlu bakmamız mümkün değildir.
Öncelikle, 27 Kasımda Akdeniz'de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat'la birlikte imzalanan bu mutabakat Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine 14 Aralıkta getirildi, 16 Aralıkta da Dışişleri Komisyonunda görüşüldü. İktidar, bu mutabakatı Türkiye'nin çıkarları öyle gerektirdiği için değil İhvan kardeşliği öyle gerektirdiği için yüce Meclise sunmuştur. Başka bir ifadeyle, Türkiye mecbur kaldığı için değil, her an devrilebilecek Trablus Hükûmeti mecbur kaldığı için bugün bu mutabakatı konuşuyoruz. Hükûmetin yanlış politikalarının faturasını ödemekte olan halkımızın şimdi bir de evlatlarının Libya'daki savaşa gönderilmesine biz seyirci kalamayız. 
Değerli milletvekilleri, söz konusu mutabakat birçok muğlak, ucu açık ve Türkiye'yi Libya'daki savaşın doğrudan tarafı kılacak ifadelerle donanmıştır. Bunları da bu işin ne kadar çarpık olduğunu anlatmak için sırasıyla dikkatlerinize sunmak isterim. Mutabakat muhtırasının 3'üncü maddesinde yer alan tanımları, Libya'nın yıllardır iç savaş yaşayan bir ülke olduğunu hiç aklımızdan çıkarmadan değerlendirmemiz gerekir. Gönderen taraf "kabul eden tarafa personel, malzeme ve teçhizat gönderecek taraf" olarak tanınmaktadır. Türkiye'nin Libya'ya askerî yardım göndermesinin önünü açan bu tanım, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 1970 sayılı Kararı'na aykırıdır. 
"Misafir personel, taraflardan herhangi birinin bu mutabakatın uygulanması amacıyla diğer tarafa gönderdiği personel veya savunma ve güvenlik kuruluşları mensubu sivil şahısları ifade eder." denmektedir. Bu ifade de yer alan "savunma ve güvenlik kuruluşları" tanımlanmadığı gibi "sivil şahıslar"ın kimler olacağı da belirsizdi. İktidarın, savunma ve güvenlik kuruluşları mensubu sivil şahıslar örtüsü altında, şiddetli bir iç savaşın yaşandığı Libya'ya birtakım paramiliter unsurları konuşlandırmak için kendisine alan açma çabasından çok ciddi endişe duyuyoruz. 
İmzalanan metin, askerî nitelikli bir mutabakat muhtırası olmasına ve iş birliği alanlarının büyük kısmının da güvenlikle yakından ilişkili olmasına rağmen, sanki Libya'ya muharip güç gönderilmeyecekmiş görüntüsü verilmektedir. Ama uluslararası basına bakıyorsunuz, hatta daha bugün Çin kaynaklarından gördüğümüz kadarıyla hâlen, şu anda Libya'da Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının bulunduğuna dair çok ciddi raporlar yer almaktadır. 
Ama daha vahim bir durum var değerli milletvekilleri, bu mutabakat muhtırasının Türkçe metninde yer alan "sivil şahıslar" ifadesi muhtıranın İngilizce metninde geçmiyor. Uluslararası anlaşma metinlerinin dahi iktidarın hilelerinden kaçamadığını gösteren bu durum resmen bir skandaldır. Kandırılmaktan muzdarip iktidar, şimdi de kendi Parlamentosunu kandırmak istemektedir. Bu bir uluslararası hukuk ihlalidir ve sırf bu nedenden ötürü bu mutabakat muhtırasının, değil onaylanmak, derhâl geri çekilmesi gerekir. 
Devam ediyorum. "Hibe" kelimesi "Bir malzeme veya hizmetin bağışlanmasını veya bedelsiz devrini ifade eder." şeklinde tanımlanıyor. Türkiye'nin, Libya'daki çatışmanın taraflarından birine askerî nitelikte bir malzeme veya hizmet bağışlaması veya bedelsiz devri söz konusu oluyor. Hatta "hizmet" kelimesinin tanımına bakarsak, Türkiye Trablus'taki hükûmete, mülkiyeti elde olmak kaydıyla kara, deniz, hava araç gereç, silahları, bina ve eğitim üssü tahsis edebilecek. Bu tanım Türkiye'nin Ulusal Mutabakat Hükûmetine savaş uçağı ve savaş gemisi başta olmak üzere bir çok askerî aracı tahsis etmesine olanak tanımaktadır. 
İktidarın ne yapmak üzere olduğunun farkında mısınız değerli milletvekilleri? Türkiye'nin Libya'daki Ulusal Mutabakat Hükûmetine askerî personel, malzeme ve teçhizat göndererek ülkedeki savaşa doğrudan müdahalesine zemin hazırlamakla ülkemizdeki ekonomik kriz unutturulmaya çalışılıyor. İhvancı gruplar çocuklarımızın kanlarıyla kurtarılmaya çalışılıyor. Bir kez daha söylüyorum, bunun için verecek canımız yok. 
Bu mutabakat uyarınca çeşitli gizlilik derecelerine sahip bilgi ve malzeme de Trablus Hükûmetiyle paylaşılacak. Savaş hâlinde ve çok zayıf olan bir hükûmete askerî ve stratejik önemdeki gizli bilgileri vereceksiniz. Peki, bu Hükûmet yarın devrildiğinde verdiğiniz bilgilerin güvenliğini kim sağlayacak?
Değerli milletvekilleri, Mutabakat Muhtırası'nın "İstihbarat" başlıklı 8'inci maddesi uyarınca Türkiye, Ulusal Mutabakat Hükûmetine birçok taahhüdün dışında operasyonel iş birliği taahhüdünde de bulunuyor, hem de bu "iş birliğinin kapsamını tarafları hedef alan ulusal güvenliğine yönelik tehditler" ve "tarafları karşılıklı ilgilendiren bölgelerdeki güvenlik gelişmeleri" ifadeleriyle bir hayli de geniş tutuyor. Başka bir ifadeyle neredeyse güneşin altındaki her şey Trablus'taki İhvancılara operasyonel istihbarat desteği verilmesini sağlayabilir. Bu mudur dış politika, bu mudur hukuk, bu mudur Türkiye'nin menfaatlerini gözetmek? 
8'inci maddenin (4)'üncü fıkrası da şu şekilde: "Çalışma ilkeleri alanında danışmanlık hizmeti vermek, istihbari ve operasyonel faaliyetlerin koordinesini sağlamak için yeterli sayıda personel Türkiye ve Libya'daki Savunma Ve Güvenlik İş Birliği Ofisi bünyesindeki ilgili kurumlar tarafından atanır." deniyor. "Görev tanımı ve personel sayısı gibi diğer hususlar düzenlenecek protokolle belirlenir."miş. Bu nasıl bir ifadedir değerli milletvekilleri? İlgili kurumlar hangileridir belli değil, ofise atanacak personel ne iş yapacak belli değil. Sayısı daha sonra protokolle belirlenecek. Bakınız, danışmanlık hizmeti ve istihbari ve operasyonel faaliyetlerin koordinesi kisvesi altında Türkiye'den Libya'ya birtakım paramiliter güçlerin, hatta Suriye'nin İdlib vilayetindeki yabancı savaşçıların sevk edilmesine neden olabilecek bu düzenleme, bölgenin güvenliği için çok büyük bir tehdit oluşturmaktadır ama sadece bölgenin değil, Türkiye'nin ulusal güvenliği için de fevkalade büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Zira, iktidara yakınlığı bilinen "SADAT" isimli özel güvenlik şirketinin Libya'ya savaşçı gönderebileceğine ve İdlib'deki savaşçıların Libya'da görüldüklerine ilişkin uluslararası basında haberler bolca yayınlandı. Bu haberler Türkiye'yi, Suriye'de olduğu gibi, tüm uluslararası toplum önünde de yeni yeni suçlamalarla muhatap edecektir. Bu mudur Türkiye'ye layık görülen? 
Değerli milletvekilleri, sonuç olarak Türkiye Cumhuriyeti ile Libya Devleti Ulusal Mutabakat Hükûmeti Arasında Güvenlik ve Askerî İş Birliği Mutabakat Muhtırası, Libya'nın egemenliğine ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin, Libya'daki savaşı sona erdirmeyi amaçlayan 1970 sayılı karar başta olmak üzere, aldığı bütün kararlara aykırıdır. Uluslararası hukuk önemlidir, uluslararası hukuku önemsediğimi özellikle burada tekrarlamak istiyorum. Çünkü "Daha evvel başka ülkeler için alınmış olan birtakım Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararlarını başkaları ihlal ediyorsa o zaman Türkiye'de ihlal eder." anlayışı fevkalade yanlış bir anlayıştır. Çünkü, biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak Türkiye Cumhuriyeti'nin uluslararası hukuka saygın bir aktör olması için çalışıyoruz ve bunu arzuluyoruz. Bunu düşünmeyenlere de bu şekilde düşünmelerini tavsiye ediyoruz.
Bundan daha önemlisi "Ülkemizin çıkarlarına aykırıdır." dedik. Üstelik "Misafir personel, misafir öğrenci, savunma ve güvenlik kuruluşları mensubu sivil şahıslar örtüleri altında da Libya'ya askerî kuvvet sevk etmenin önü açılıyor." dedik. Türkiye'den Libya'ya uçak ve gemilerle zaten gönderilmekte olan silah, cephane, İHA, SİHA ve BMC üretimi zırhlı araçların sevkiyatının hız kazanmasına da bu mutabakat metni zemin hazırlıyor. Trablus'taki hükûmete şimdiye kadar gönderilen teçhizattan daha fazlasının gönderilmesi amaçlanıyor. İktidar, Suriye'de olanlardan hiç ders almamış, bölgemizde akan kanı da umursadığı yok. Ancak bu mutabakatla "Doğu Akdeniz'deki çıkarlarımızı koruyacağız." aldatmacasıyla halkımızı kandırmanıza biz asla müsaade etmeyeceğiz. Libya'ya asker gönderme konusunun bir beka sorunu olmadığının, bu argümanın halkımızın nezdinde bir karşılık bulmadığının öğrenildiğini düşünüyorduk. Fakat görüyoruz ki bu anlayıştan hâlâ vazgeçilmemiş. Halkımızın bütün evlatlarının canı kıymetlidir. İnsanlarımızın huzur ve güvenliklerinden daha büyük bir beka da yoktur. Bugünkü askerî yardım yapacağımız Libya, Kıbrıs'ta yanımızda duran bağımsız ve egemen Libya değildir, vekil güçlerin etkisinde, iç savaş içinde olan bir ülkedir. Türkiye eğer Kıbrıs'tan kaynaklanan ahde vefasını göstermek istiyorsa, bunu Libya'daki iç savaşa müdahil olmayarak, Libya'nın toprak bütünlüğünü savunarak gösterebilir. Ülkemizin menfaatlerini mi korumak istiyorsunuz? O zaman, Libya'daki savaşa taraf olmayın. Libya'ya silah ve savaşçı göndermeyin. Fikriniz sorulmadıkça başka ülkelerin iç işleri hakkında fikir vermekten bile kaçının. 
Diyelim ki bu teklif onaylandı ve Libya'ya uçak veya gemi gönderdiniz, Türk gemi ve uçaklarını vurma emri veren Hafter kuvvetleri de bize saldırdı. Ne yapacaksınız? Onun için, Cumhuriyet Halk Partisi olarak son kez uyarmak isteriz: 
1) Bu kanun teklifini geri çekin, yoksa Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararının ihlal edilmesini onaylamış olacaksınız.
2) Bu kanun teklifini geri çekin, yoksa ihvan saplantınız yüzünden evlatlarımızın uzak coğrafyalarda ölümüne neden olacaksınız. 
3) Bu kanun teklifini geri çekin, yoksa Türkiye'nin bölge ülkeleri Rusya ve Fransa'nın karşımızda olacağı bir savaşa girmesine yol açacaksınız. 
4) Bu kanun teklifini geri çekin, yoksa ileride tarih önünde sorumlu olacaksınız. 
Siyasi tarihimizde söylenen en önemli sözlerden biridir: "O zaman sizi biz bile kurtaramayız." 
Hepinize saygılar sunarım.