04.09.2019

CHP GENEL BAŞKAN KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN PARTİ MECLİSİ TOPLANTISI AÇIŞ KONUŞMASI (4 EYLÜL 2019)

CHP GENEL BAŞKAN KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN PARTİ MECLİSİ TOPLANTISI AÇIŞ KONUŞMASI
(4 EYLÜL 2019)
CHP Parti Meclisi Genel Başkan Kılıçdaroğlu başkanlığında Sivas'ta toplandı.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu PM Toplantısının açış konuşmasında şunları söyledi: Parti Meclisimizin değerli üyeleri, Sivas’tayız, Anadolu’nun kadim kentindeyiz. Divriği Ulu Camini bağrında taşıyan bir kentteyiz. Milli Kurtuluş Savaşının temellerinin atıldığı kentlerden birisindeyiz. Mandaya karşı çıkan, himayeye karşı çıkan, ulusal bağımsızlığı savunan bir kentteyiz. Bu nedenle önce bütün Sivaslılara ve daha sonra Milli Kurtuluş Savaşını veren, mücadele eden, destek veren herkese ama herkese yürekten teşekkür ediyorum. Bugün aramızda olmayan şehitlerimiz var, gazilerimiz var onları da rahmetle anıyoruz.  Değerli arkadaşlarım, Sivas’tayız ama çok sorunlarımız var ve biz bu sorunları da aşacağız. Birazdan hikaye anlattıktan sonra, yani geçmişi anlattıktan sonra, yani tarihimizin satırbaşlarını size ifade ettikten sonra ana konuya kısaca değineceğim.  Bir devlet düşünün, dünyaya hükmeden bir devlet Osmanlı İmparatorluğu ve imparatorluğun sonunu düşünün. Geldiğimiz nokta Mondros Mütarekesi. Birinci dünya savaşına girer savaştan yenik çıkar. Mondros’ta bir anlaşma imzalanır 31 Ekim 1918’de. Bu anlaşmanın 7. maddesi var çok önemli. 7. madde şunu söylüyor, itilaf devletleri yani galip olan devletler, yani savaşı kazanan devletler güvenliklerini tehdit edecek bir durum ortaya çıkarsa herhangi bir stratejik noktayı işgal edebileceklerdir. Yani diyorlar ki, biz stratejik olarak öngördüğümüz yerleri rahatlıkla gidip işgal edebileceğiz ve altına imza atılıyor. Limni adasının Mondros bölgesinde. Ve bunun üzerine yani 30 Ekim’de bu sözleşme imzalanır, 13 Kasım’da İstanbul’un işgali başlar. 13 Kasım 1918 yani Osmanlı’nın başkenti düşmanlar tarafından yenilir ve işgal edilir. Aynı tarihte Gazi Mustafa Kemal Adana’dan İstanbul’a döner ve geldikleri gibi giderler cümlesini bu süreç içinde kullanır. Gelir İstanbul’a demirleyen düşman donanmasını görür, tabi elbette içi yanıyor, elbette böyle bir tablodan büyük bir acı duyuyor, geldikleri gibi giderler diyor ve azmini, kararlılığını orada gösteriyor.  21 Aralık 1918 Adana işgal edilir. Çünkü galip devletler arzu ettikleri yeri işgal ediyorlar. Onlara göre Adana stratejik bir bölge ve oranın işgal edilmesi lazım. 15 Ocak’ta Antep işgal edilir. 22 Şubat 1919’da Maraş işgal edilir. 24 Mart 1919’da Urfa işgal edilir. 18 Mart 1919’da Antalya işgal edilir. 24 Nisan 1919’da Konya işgal edilir. 15 Mayıs 1919’da İzmir’in işgali gerçekleşir ve 16 Mayıs 1919 Gazi Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışı vardır. 16 Mayıs’ta İstanbul’da Bandırma gemisine biner ve 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkar. Samsun’dan Havza’ya geçer oradan Amasya’ya. Amasya Tamimi bizim Milli Kurtuluş savaşımızın en önemli vesikalarından birisidir. Vatanın bütünlüğü ve milletin istiklali tehlikededir denir Amasya Tamiminde ve yine Amasya Tamiminde milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır der.  Dolayısıyla bu belge Amasya Tamimi bizim Milli Kurtuluş Savaşımızın en önemli belgelerinden birisidir. Sonra Gazi Mustafa Kemal Erzurum kongresine katılmak üzere Sivas’a gelir. 27 Haziran 1919 Atatürk’ün Sivas’a ilk gelişidir ve şöyle anlatır Sivas’a gelişini Gazi Mustafa Kemal. “Sivas şehrine girerken caddenin iki tarafı büyük bir kalabalıkla dolmuş, askeri birlikler tören düzenini almış bulunuyordu, otomobillerden indik yürüyerek askeri ve halkı selamladım”. Bu manzara Sivas’ın saygıdeğer halkının ve Sivas’ta bulunan kahraman subay ve askerlerimizin bana ne kadar bağlı ve sevgi dolu olduğunu gösteren canlı bir tanık idi. Dolayısıyla Sivas’ın Mustafa Kemal Atatürk’e vermiş olduğu güven ayrıca kayda değerdir. Bunu Sivas’ta dile getirmenin de ayrıca hep birlikte onurunu yaşadığımız içinde mutlu olduğumuzu ifade etmek isterim. Sivas’tan Erzurum’a gider, Erzurum kongresini yapar ve 2 Eylül’de Erzurum’dan Sivas’a tekrar gelir ve 4 Eylül’de Sivas Kongresi gerçekleşir. Sivas Kongresinde alınan kararlar vardır. Ama bu kararların bazılarını seslendirmek isterim bunlar çok önemlidir. Milli sınırlar içinde vatan bölünmez bir bütündür der. Türkiye Cumhuriyetinin, o zaman Türkiye Cumhuriyeti değil ama milli sınırlar içinde vatanın bölünmez bir bütün olduğu burada bütün açık yüreklilikle ifade edilir. Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı millet topyekun kendisini savunacak ve direnecektir der. Direnme ruhunu burada dile getirir. Amasya Tamiminden sonra Sivas Kongresinin böyle bir özelliği vardır. Ve burada bir başka gerçek daha var. Kuvayı Milliyeyi kuvvet tanımak ve milli iradeye hakim kılmak temel esastır der. Kuvayı Milliye burada egemen bir güç olarak toplumun önüne konuyor. Manda ve himaye kabul edilmez der. Ve dolayısıyla Sivas Kongresinin Milli Kurtuluş Savaşımızdaki yeri oldukça önemlidir.  Değerli arkadaşlarım, Sivas Kongresinin özelliklerini kısaca ifade etmek isterim. Bunlardan birincisi şudur, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önemli bir aktör olarak ortaya çıktığı kongre Sivas Kongresidir. Uzun tartışmalar olur ve Gazi Mustafa Kemal’in kongre başkanlığına seçilmesi kabul edilir. Mondros Mütarekesi burada reddedilir, himaye kabul edilmez denir. İşgal her yönüyle kabul edilmez olarak ifade edilir. Ve yine bu kongrede tam bağımsızlık ve milli egemenlik ilkeleri temel prensip olarak kabul edilir ve bunlar Sivas Kongresinin bizim tarihimize önemli birer armağanıdır. Elbette burada önemli olan bir şey var. Tıbbiyeli Hikmet’i anmadan Sivas Kongresini dile getirmek mümkün değil. Tıbbiyeli Hikmet İstanbul’da tıbbiye öğrencileri kendi aralarında karar verirler ve iki kişiyi Sivas Kongresine katılmak üzere görevlendirirler. Para bulmaları Tıbbiyeli Hikmet arkadaşının ayrıca izin alıp gelmesi bir sorun olur ama bu sorunların hepsi aşılır ve Tıbbiyeli Hikmet Sivas’a gelir ve Sivas Kongresine katılır. Genç birisidir, heyecanlı birisidir, manda tartışmaları var, başka ülkelerin mandacılığını kabul edelim diyen heyet üyeleri var ve Tıbbiyeli Hikmet Gazi Mustafa Kemal’e döner ve şunları söyler, bunu Mazhar Müfit Kansu kendi anılarında yazmaktadır. Paşam, murahhası bulunduğum tıbbiyeliler beni buraya istiklal davamızı başarmak yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemem. Eğer kabul edecek olanlar varsa bunlar her kim olursa olsun şiddetle ret ve takbih ederiz. Farzı mahal manda fikrini siz kabul ederseniz sizi de reddeder Mustafa Kemal’i vatan kurtarıcısı değil vatan batırıcısı olarak adlandırır ve telin ederiz diyor. Bu kadar açık, bu kadar net mandacılığı reddeder. Genç birisi, dinamik birisi, vatan sever birisi, vatan aşkıyla dolu birisi, ülke işgal edilmiş hemen hemen en önemli noktalar düşmanın elinde, mandacılığı savunanlar var. Bu genç ve yürekli arkadaşımız tıbbiyelimiz bunu reddeder.  Dolayısıyla Sivas Kongresinin 100. yılında biz Tıbbiyeli Hikmet’i ve arkadaşlarını tekrar rahmetle ve şükranla anmak isteriz. Sivas Kongresinin bir özelliği daha var. Cumhuriyet Halk Partisinin ilk kurultayıdır. Yani bu ülkenin temellerini atan Cumhuriyet Halk Partisinin ilk kurultayı Sivas Kongresidir. Mandacılığı reddeden, bağımsızlığı savunan, düşmana karşı her türlü mücadeleyi göze alan Tıbbiyeli Hikmet’lerinde bulunduğu, Gazi Mustafa Kemal’in de bulunduğu bir kongre bizim ilk kongremizdir. Bu kongrenin özelliği şudur, parti kurulmadan önce kongresini yapan belki de dünyadaki tek partiyiz biz. Daha sonra parti kuruluyor ama partinin kurultayı bir milli mücadele kurultayı olarak toplumun önüne kendisini koyuyor ve mücadele gerçekten de kutsal bir mücadeledir. Vatanımız için, ülkemiz için, çocuklarımız için, geleceğimiz için önemli bir mücadeledir. Ve dolayısıyla Cumhuriyet Halk Partisinin geçmişte neler yaptığı ve gelecekte de neler yapacağı tartışılırken bu eksenin asla unutulmaması lazım. Bizim eksenimiz budur. Bağımsızlıktır, bizim eksenimiz kalkınmaktır, büyümektir, bizim eksenimiz özgürlüktür, bizim eksenimiz cumhuriyettir. Bizim eksenimiz devrimciliktir, bizim eksenimiz altıokumuzda belirlenmiştir. Dolayısıyla biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak ilk kurultayımızı Sivas’ta yapmış olmaktan da ayrıca memnunluk duyarız. Anadolu’nun kadim bir kentinde ilk kurultayını yapan bir parti olarak da ayrıca Sivaslılar bizi bağırlarına bastılar, bizde Sivaslılara şükranlarımızı sunarız.  1927 ilk kurultayında Gazi Mustafa Kemal bunu ifade eder. Der ki, ilk kurultayımız Sivas Kongresidir 1927’de. Daha sonraki kurultaylarda da bunu söyler. Ben 1935 kurultayındaki cümlesini sizlerle paylaşmak isterim. Şöyle der Gazi o kurultayda yaptığı konuşmada. Bu anda bundan önceki kurultayları ve partimizi doğuran ilk Sivas Kurultayını ki, dış ve iç düşmanların süngüleri altında kurulmuştur hatırlatmak isterim der 16 yıl sonra. Evet dış ve iç düşmanların süngüleri altında, baskısı altında, işgal altında yapılan bir kurultayı Gazi Mustafa Kemal Atatürk hemen hemen her kurultayda bir şekliyle dile getirir.  Daha sonra Sivas Kongresinden sonra Ankara’ya gidilir, 23 Nisan 1920’de TBMM açılır. Bütün dünyaya yeni bir devletin doğuşu anlatılır ve dolayısıyla bu mücadele verilirken 10 Ağustos 1920’de Sevr anlaşmasını Osmanlı hükümeti imzalar. Ama 23 Nisan’da TBMM kurulmuştur, güç ondadır, mücadele verilmiştir, 30 Ağustoslar vardır, İzmir’e kadar süren süreç vardır, düşmanla her alanda mücadele vardır ve büyük bir galibiyet vardır.  Bir şey çok önemli değerli arkadaşlarım, 21 Ekim 1920 TBMM’nin beyannamesi yani bildirisi. Parlamentoda bulunan çoğu milletvekili arkadaşımızın maalesef üzülerek ifade edeyim bu beyannameden çoğunun haberi bile yoktur. 1920’de TBMM öyle bir beyanname yayınlıyor ki hem geçmişte, hem gelecekte nelerin yapılması gerektiği üzerinde duruyor. Bu beyannameden de bazı bölümleri sizlere okumak isterim. Şöyle der, “TBMM milletin hayat ve bağımsızlığına suikast eden, emperyalist ve kapitalist düşmanların saldırganlığına karşı savunma ve bu maksada aykırı hareket edenleri cezalandırma azmiyle örgütlenmiş bir orduya sahiptir” diyor. Kendi ordusunun hangi azim ve kararlılıkla yola çıktığını anlatıyor ve devam ediyor. “Emir ve kumanda yetkisi Büyük Millet Meclisinin tüzel kişiliğindedir” diyor. Ordunun, bir kişinin ordusu değil, bir grubun ordusu değil TBMM’nin ordusu olduğunu TBMM bu duyurusuyla bütün dünyaya bildiriyor. Devam ediyor, TBMM halkın öteden beri maruz bulunduğu yoksulluk sebeplerini yeni araç ve yapılanma ile kaldırarak yerine refahı ve mutluluğu koymayı başlıca hedefi saymaktadır. Yani gelecek hedefi koyuyor. Refahı ve mutluluğu gelecek hedefi olarak koyuyor. 1920’lerde bunu yapıyor. 21 Ekim 1921’de. Buna göre toprak, eğitim, adliye, maliye, ekonomi ve vakıflar işlerinde ve diğer meselelerde sosyal kardeşliği ve dayanışmayı hakim kılarak halkın ihtiyacına göre yenilenme ve örgütlenme yaratılmaya çalışılacaktır diyor.  Ben TBMM Başkanına bir çağrı yapmak isterim. Belki de hepimiz bu çağrıyı yapmalıyız. Her seçim sonrası seçimi kazanıp parlamentoya gelen milletvekili arkadaşlara eğer bir şeyler verilecekse bu beyanname verilmelidir. 21 Ekim 1920’de TBMM’nin bu beyannamesi verilmelidir. Ve dolayısıyla TBMM’nin Milli Kurtuluş Savaşı sırasında izlediği rotanın ne olduğu da burada açıkça bellidir. Elbette ki, savaş kazanılmıştır, cumhuriyet kurulmuştur ve yeni yönetimi büyük sorunlar beklemektedir. Hangi alana bakılırsa bakılsın her alanda ciddi sorunlar vardır. İmparatorluğun maliyesi bitmiştir. Düşünün Osmanlının Maliye Bakanlığında 5 bin 500 kişi çalışırken Duyunu Umumiye idaresinde 9 bin kişi çalışmaktadır. Gelirleri Osmanlı değil gelirleri Duyunu Umumiye kontrol etmektedir. Ve bir borç batağına saplanan bir imparatorluk vardır.  Dolayısıyla bankalarda aynı sorunla karşı karşıyadır. Bunu şöyle ifade etmek lazım. Osmanlı sanayi devrimini kaçırmıştır. Sanayi devrimini kaçırdığı için modernleşmeyi kaçırmıştır. Ve dolayısıyla cumhuriyet kurulduğunda sıtmadan ve trahomdan çok sayıda kişi hayatını kaybetmiştir, salgın hastalıklardan. Savaş, yoksulluk bütün bunların hepsi bir gerçek olarak bizim tarihimizde yerini almıştır. Ama bütün bunlara karşın mücadele verilmiş ve kazanılmıştır. Atatürk 1935 kurultayında o günleri şöyle anlatır, uçurumun kenarında yıkık bir ülke, türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar, yıllarca süren savaş, ondan sonra içeride ve dışarıda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni sosyete, yeni devlet ve bunları başarmak için arasız devrimler. Evet arasız devrimler ve biz bu yoksulluğu aşacağız diyor devrimlerle yeni Türkiye Cumhuriyetini dünyanın saygın ülkelerinden birisi haline getireceğiz. Nelerle? Yaratacağımız, oluşturacağımız kurumlarla diyor. Ve Gazi Mustafa Kemal 1923’te ilk yaptığı işlerden birisi İzmir İktisat Kongresini toplamak olmuştur. Çünkü bunların tamamı savaş meydanlarında yetişmiş askerlerdir. Ekonomi konusunda fazla bir şey bilmiyorlar. Ülkeyi nasıl büyütürüz, nasıl kalkındırırız. 1923 19 Ocak’ında kullandığı şu cümle çok önemlidir. Yeni Türk devleti cihangir bir devlet olmayacaktır diyor. Fakat yeni Türkiye iktisadi bir devlet olacaktır. Sanayi devrimini kaçıran Osmanlı ama yeni Türkiye Cumhuriyeti o sanayi devrimini yakalamak zorundadır. Bunun mücadelesini vermek zorundadır. 1923’te İzmir İktisat Kongresi toplandığı zaman 1921’de kurulan askeri fabrikalar umum müdürlüğü var. Bu genel müdürlüğün içinde Kırıkkale’de silah sanayinin entegre bir silah sanayinin kurulması vardır, hedefi vardır. 1923’te Kırıkkale’de yapılır bu. Türkiye’nin göbeğinde yapılır, önemli bir bölgede yapılır. Düşmanın rahatlıkla ulaşamayacağı bir alan seçilmiştir burada entegre silah sanayinin kurulmasıyla ilgili, savunma sanayinin kurulmasıyla ilgili kuruluşların, fabrikaların oluşturulması çalışılır. Köylü perişandır, aşar vergisi altında eziliyordur, yaptıkları ilk işlerden biri bütçelerin çok sıkıntılı olmalarına karşın köylüyü rahatlatmak için o milli mücadele sırasında kavga vermiş, mücadele etmiş köylüyü rahatlatmak için aşar vergisini kaldırırlar. Türkiye’nin şeker fabrikası yoktur, şekeri bile yoktur doğru dürüst. 1925 yılında Alpullu şeker fabrikasını kurarlar. 15 Ağustos 1925 yılında Kayseri’de uçak fabrikasının temelini atarlar. Düşünün 1925, Osmanlının borçları var, o borçları ödüyorlar. Dünyaya karşı verdikleri bir mücadele var, o mücadelenin ekonomik başarıyla taçlandırılması lazım, aksi halde güçlerini gösteremeyeceklerdir yine onlara muhtaç olacaklardır. Ama muhtaç olmak istemiyorlar. Uçak fabrikasının temelini atıyorlar. Tarım toplumu, tarım okulları kuruyorlar, bir yasa çıkarıyorlar. Ne zaman? 20 Haziran 1927’de. Böylece okumuş insanların tarımla uğraşmalarını sağlamak istiyorlar. 1928’de millet mektepleri kuruluyor, okuma yazma oranı çok düşük, insanların okuma – yazma bilmesi lazım. Okumasını, yazmasını bilmesi gerekiyor. Bu okullardan 1929 yılına kadar 800 bin kadın ve erkek okuma yazma öğreniyor. 1929’da topraksız köylülere toprak dağıtılıyor, yani toprak reformu yapılıyor. 1 Haziran 1930, bu tarih önemli. Şunun için önemli, devasa bir Osmanlı imparatorluğu düşünün, dünyaya egemen olan bir Osmanlı imparatorluğu düşünün ama kendi parasını basacak bankası yok. 1930 Merkez Bankasının kuruluşu. Türkiye Cumhuriyeti ilk kez kendi parasını kendi bankasında basıyor. Diyorlar ya ne oldu diyorlar, Gazi’nin döneminde ne oldu diyorlar, CHP’nin dikili ağacı var mıydı diyorlar, bu ülkeye hizmet etti mi diyorlar. İnsaf denen bir şey var. Ve bütün bunların planlı olması gerektiğini düşünüyorlar. Plan olmadan olmaz bu işler diyorlar. 1 Aralık 1933 yılında birinci beş yıllık sanayi planını yürürlüğe koyuyorlar. Hatırlarsınız 2019’da bir dönem Türkiye Cumhuriyeti devletinin kalkınma planı yoktu. 21. yüzyıldan söz ediyorum. Kalkınma planı olmayan bir devletimiz vardı. Şimdi 1933’e dönüyoruz o yılların koşullarında birinci beş yıllık sanayi planı yürürlüğe konuyor. 14 Ağustos 1934 SEKA kağıt fabrikası. Kurulduğunda bakmayın SEKA kağıt fabrikası şimdi kapandı, kapattılar. Önce sattılar kapattılar dünyanın sayılı kağıt fabrikalarından birisidir kurulduğu yıllarda. 1934 bu tarihte önemli 3 Mayıs 1934. Dedim ya Kayseri’de uçak fabrikasının temelini attılar ne zaman? 15 Ağustos 1925’te. 9 yıl sonra Kayseri’de üretilen uçak Ankara’ya indi. Bakınız 1934 yılından söz ediyorum. Türkiye uçak üreten bir devlettir artık. Yoksulluğu aşan, sanayi devrimini yakalayan, kendi uçağını üreten bir devlettir artık. Yoksulluk içinde ama her kuruşun hesabını millete vererek bunu yaptılar. Daha acı bir şey, 1937’de uçak üreten dünyadaki 5 ülkeden birisidir Türkiye. Eskişehir uçak fabrikası da vardır. Kapandığı tarihe kadar 112 savaş uçağı üretmiştir.  Şimdi buradan bütün vatandaşlarıma seslenmek isterim. Ellerini vicdanlarına koysunlar, o dönemde yapılanlara baksınlar, kendi savaş uçağını yapan ve uçak ihraç eden bir ülke nasıl oldu da bu hale düştü, kimler bu hale düşürdü? Bunu düşünmemiz lazım. Elimizi vicdanımıza koyarak bunu düşünmemiz lazım. Türkiye uçak ihraç ediyor, ihraç ettiğimiz uçakları bilmiyoruz, uçak ihraç ettiğimizi de bilmiyoruz. İhraç ettiğimiz uçaklardan birisi Norveç’te müzededir. Ama bizim halkımızın haberi bile yoktur. Çünkü tarihimizi öğretmiyoruz. O Milli Kurtuluş Savaşını hangi koşullarda verdiğimizi, sanayi devrimini yakalamak için hangi mücadeleleri verdiğimizi çocuklarımıza anlatmıyoruz. Atatürk’ü de anlatmıyoruz, nasıl mücadele verildiğini de anlatmıyoruz. Toplanan paraların nasıl harcandığını anlatmıyoruz. Osmanlının borçlarını reddetmedi bu hükümet. Yani o dönem Osmanlının borçlarını reddetmediler. Bütün bunlar yapılırken Osmanlının borçları da ödeniyordu. Tarım ülkesiydik dedik, tarım okulları kurdular 1935 yılında. Tarım satış kooperatifleri oluşturuldu. Çiftçinin büyümesi lazım, çiftçinin kalkınması lazım, çiftçinin gelir sahibi olması lazım. Ereğli demir-çelik fabrikasını kurdular 1937 yılında. Dünyanın sayılı fabrikalarından birisiydi, bugünde çalışıyor. Sivas’a bakın, Sivas’ta da var fabrika demir-çelik. Kime teslim ettiler, kime sattılar? Orada da işçilerin çalışması lazım, orada da üretim lazım. 2019’dan söz ediyorum 1920’lerden, 30’lardan değil. Eğer siz buradaki fabrikayı çalıştıramıyorsanız, üretim yapmıyorsa bunun sorumlusu siyasi iktidarlardır arkadaşlar. Oradaki işçinin bir kabahati yok o çalışmak istiyor, üretmek istiyor, alın teri dökmek istiyor. Ama çalıştırmıyorlar niçin? El aleme Türkiye’nin muhtaç olmasını istiyorlar, Türkiye üretmesin istiyorlar, Türkiye üretimden kopsun istiyorlar. Tıpkı Osmanlının önce üretimden koparılıp daha sonra tutsak hale getirilmesi gibi.  1937, bu tarihte önemlidir. 11 Ağustos 1937, Haliç’te ilk Türk denizaltısının omurgasını yerleştirme töreni yapıldı. Uçak yapıyor ama kendi denizaltısını da yapıyor. Nereden nereye savrulmuşuz. Hani bizim bir tek dikili ağacımız yoktu. Bunlar CHP iktidarı döneminde olanlar. Hani biz hiçbir şey yapmamıştık. Bunu söyleyenler tarih bilmiyorlar. Kabahat onlarda değil onlara öğretmeyenlerde kabahat. Bizim çocuklarımıza gerçeği öğretmeyenlerde kabahat. Alfabeye uyu uyu yat uyu dersen gerçeği öğrenemez çocuk. Böyle uyuttular. Sadece çocuklarımızı değil milyonlarca kişiyi böyle uyuttular. On milyondan başladık bugün 82 milyondayız. Ama tarihimizi bilmiyoruz, neler yaptığımızı da bilmiyoruz, hangi mücadeleleri verdiğimizi bilmiyoruz. Bakın sanayi devrimini kaçıran bir Osmanlı imparatorluğundan sanayi devrimini yakalayan genç yetenekli bir Türkiye Cumhuriyetine nasıl evrildik. Toprak Mahsulleri Ofisi kuruldu, çiftçinin ürettiği malı birilerinin alması lazım, çiftçinin da kazanması lazım. Fiskobirlik kuruldu. Bugün neredeyse kapatılan Fiskobirlik. Fındık üreticilerinin korunması lazım ve 17 Temmuz 1940 Köy Enstitüleri kuruldu. Türkiye coğrafyasına baktığınızda coğrafyanın bütün alanlarında, bütün bölgelerinde Köy Enstitüleri vardır. Tarımda yoğun bir nüfus vardır ve bu yoğun nüfusun eğitilmesi gerekiyor, bu aydın insanların Anadolu coğrafyasına dağılması gerekiyor ve bunların üretim üzerine toplumu, kitleleri, köyleri, kasabaları aydınlatmaları gerekiyor. Bu görevde Köy Enstitülerine ve oradan mezun olan gençlerimize düştü. Sanayi oluşunca işçi sınıfı ortaya çıktı. Fabrika demek sıradan bir fabrika değil değerli arkadaşlarım, bunun üzerinde de durmak isterim. Fabrika demek örneğin 1930’larda, 40’larda, 20’lerde yapılan bir fabrikayı düşünün Nazilli’de veya Malatya’da bir fabrikayı düşünün yeni kurulan bir fabrika. Sümerbank gitti fabrika kurdu. Ne demektir fabrika, sadece üretim mi? Hayır. O fabrikayı kurduğunuz andan itibaren oraya mühendis gidecek, o fabrikayı kurduğunuz andan itibaren çevredeki insanlar orada çalışmaya başlayacak, düzenli aylık alacak, bir sınıf bilinci oluşacak, ben işçiyim diyecek, burada çalışıyorum diyecek. Onun havuzu olacak, parkı olacak, sineması olacak, tiyatrosu olacak. Bunların tamamı yapıldı. Sinema görmeyen insan sinema görmeye gitti, tiyatro görmeyen insan tiyatro görmeye gitti. Havuz başında düğünler olmaya başladı. Bende acaba çocuğumu orada evlendirebilir miyim diye. Bir kentin kültürünü değiştiriyorsunuz, çağdaşlığı getiriyorsunuz oraya. Fabrika kurmak sıradan bir fabrika kurmanın çok ötesinde belli anlamlar içerir. Bu nedenle işçi sigortaları genel müdürlüğü kuruldu 1945’te. İşçiler var ve bunların sosyal güvenliklerinin sağlanması lazım.  22 Nisan 1947, 100 milyon dolarlık Marshall yardımı alıyoruz. Bu tarih önemlidir. Geriye gidişin tarihidir bu. 48’de Etimesgut’ta uçaklara motor üretecek fabrikanın da temeli atılıyor. Kayseri, Eskişehir ama motor üretecek fabrikada Etimesgut’ta açılıyor. Ve süreç geriye doğru gitmeye başlıyor 1954’te Köy Enstitüleri kapatılıyor, 1954’te bu tarih önemli 5 Mayıs 1954, Osmanlının bütün borçları son kuruşuna kadar ödeniyor. Ve 1958 IMF’ye ilk niyet mektubu veriliyor. 14 Mayıs 1958. 4 Ağustos 1958 Türkiye Cumhuriyeti hükümeti moratoryum ilan ediyor ben borçlarımı ödeyemiyorum.  Bu tarihi niye anlattım? Eğer Sivas’taysak, 100. yılını kutluyorsak 100 yıllık bir süreci görmemiz lazım. Batan bir imparatorluk, çöken bir imparatorluk, sanayi devrimini kaçıran bir imparatorluk, eğitimi olmayan, geniş kitleleri bünyesinde barındıran bir imparatorluk. Kendisine ahaliyi yani vatandaşları vatandaş olarak görmeyip kendi tebaası olarak gören bir devletten kadın – erkek eşitliğini öngören, medeni kanunu getiren, okuryazarlık oranını artıran ve sanayi devrimini yakalayan bir devletten söz ediyorum. Nereden nereye? Ve sonra bu sanayi devriminden adım adım geriye gidişler ve moratoryumun ilan edilmesi ben borçlarımı ödeyemiyorum diye. Batının egemen güçlerinin bilinen en güçlü taktiği şudur, önce borçlandırır, sonra talimat verir. Bugün Türkiye’nin yaşadığı koşullardan birisi de budur değerli arkadaşlarım. Ve bu arada unutulmaması gereken bir şey var değerli arkadaşlarım. Biz bütün bunları tarihimizde yazılı olmasına karşın halkımıza doğru dürüst anlatmıyoruz. Bugün yani 2019’da son 17 yılda Londra’daki bir avuç tefeciye aldığımız borçlar nedeniyle ödediğimiz faiz 170 milyar dolar. AK Partili kardeşlerim özellikle dinlesinler, son 17 yılda faize karşı olduğunu hemen hemen her konuşmada ifade eden yöneticiler, bu ülkeyi yönetenler Londra’daki bir avuç tefeciye 17 yılda 170 milyar dolar faiz ödediler. Fabrikalarımız kapanmak üzere, Türkiye üretimden koparılıyor. Önceliği tarım. Tarımdan kopardılar. Çiftçiyi üretemez hale getirdiler. Her şeyi ithal ediyoruz mercimekten soğana kadar. Samandan tutun canlı hayvana, etten tutun mercimeğe kadar her şeyi ithal ediyoruz artık neden? Her vatandaşın bunu düşünmesi lazım. Kendi tarihimizi, ben Osmanlı tarihine girmiyorum cumhuriyeti anlatıyorum. Bu tarihi çok iyi anlatabilirsek hemen hemen her vatandaşımıza anlatabilirsek çok şey kazanmış oluruz.  Dolayısıyla yapacağımız çok şey var. Bugün geldiğimiz noktada Türkiye sıkıntıdadır. Ekonomik olarak sıkıntıdadır. Bir krizin ortasındayız. Biz yine Cumhuriyet Halk Partisi olarak sorumluluğumuzun bilincinde olarak krizin daha başında, daha krizi geniş kitleler yaşamadan 13 Ağustos’ta oturduk bir basın toplantısı yaptık İstanbul’da bu krizden şöyle çıkabiliriz diye. Dinlemediler, kriz yok dediler. Bugün kendileri söylüyorlar kriz var diye. Siyaset adamının öngörüsü kısırsa ülkeyi yönetemez. Bugün Türkiye’nin ciddi sorunları var dış politikada. Türkiye’nin bir dış politikası yok. Amerika’nın ve Rusya’nın dış politikası var. Pinpon topu gibi Amerika’yla Rusya arasında gidip gelen bir Türkiye Cumhuriyeti yönetimi var. Suriye’ye girildi neden, Ortadoğu bataklığına girildi neden? Gelen Suriyelilere kızıyoruz. Suriyelilerin bir günahı yok ki değerli arkadaşlar. AK Partili kardeşlerime söylüyorum, Suriyelilerin bir günahı yok ki. Eğer kızacaksan Suriyelileri buraya getirenlere kızacaksın sen. Onlar savaştan kaçıp geldiler, iç savaşı başlatanlar kimdi, silah gönderen kimdi, Müslümanı Müslümana kırdıran kimdi? Şimdi kahramanlık edebiyatı yapıyorlar. Neden kahramanlık edebiyatı, neyi elde ettik biz, hangi başarıyı elde ettik? Kendi topraklarından Süleyman Şah türbesini kaçıranlar ne zamandan beri kahraman olmaya başladı?  Kısaca şu, buradan yine sorumluluk alarak, Türkiye’ye karşı sorumluluğu olan bir partinin Genel Başkanı olarak mevcut yönetime 5 temel konuda çağrı yapmak isterim. Mademki 100. yıldayız, mademki Sivas’tayız, mademki ilk kurultayımızın yapıldığı yerdeyiz, mademki manda burada reddedilmiştir, mademki burada bağımsızlık savunulmuştur, mademki 1920’lerde TBMM bir bildiri yayınlayarak barıştan, huzurdan, mutluluktan, üretimden, kazanmaktan, yoksulluktan söz etmiştir, bunlarla mücadeleden söz etmiştir o zaman bize düşen bir görev var belli konularda çağrı yapmak. Biz bu çağrıyı yapacağız.  Beş konuda çağrı:  Birincisi şu, kesinlikle ama kesinlikle Cumhurbaşkanı tarafsız olmalı. Bakınız, Cumhurbaşkanının tarafsızlığını savunmamızın nedeni şudur, Cumhurbaşkanları devletin sigortasıdır. Siyasi partiler arasında sorun çıkarsa, siyasi partiler anlaşamazlarsa Cumhurbaşkanı bunları davet eder der ki, arkadaşlar hangi konuda siz anlaşamıyorsunuz. Oturun anlaşın bende başkanlık yapacağım der. Böyle bir organ şuanda Türkiye’de yok. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti devletinin sigortası yok. Nasıl olacak bu? Tarafsız olması lazım. Bir Cumhurbaşkanı bir partinin Genel Başkanı olamaz. Siz bütün devleti bir kişinin iki dudağına bağlamışsınız. Mustafa Kemal’e verilmeyen yetkiler bir kişiye şimdi verilmiş 21. yüzyılda. Nasıl oluyor bu? Milli Kurtuluş Savaşını yöneten parlamentoya bakın, TBMM’ye bakın Milli Kurtuluş Savaşını yöneten. Gazi dediğimiz Milli Kurtuluş Savaşını. 15 Temmuz hain darbe girişimi olduğu zaman sabaha kadar mücadele eden top sesleri altında, uçaklardan atılan bombaların altında mücadele eden meclise bakın. Nerede bu meclis? 1920’lerde yayınladıkları bildirinin aynısını yayınlamaktan aciz bir meclisle karşı karşıyayız. Ve bizler bu sorumluluğu taşıyarak toplumu uyarmak zorundayız. Cumhurbaşkanı kesinlikle tarafsız olmalıdır. Bir siyasi partinin Genel Başkanı hakim tayin edemez, kim olursa olsun hakim tayin edemez. Hakim tayin ettiğiniz andan itibaren orada yargının bağımsızlığından söz edilemez.  İkincisi değerli arkadaşlarım, güçler ayrılığı ilkesidir. Dünyada sağlıklı işleyen bütün demokrasilerde güç kontrol edilir. Kontrolsüz güç olmaz. Kontrolsüz güç güç değildir baskıdır, baskı aracıdır. Neyle kontrol ediyorsunuz gücü? Yasama organıyla, yürütme organıyla, yargı organıyla. Bunlar eşit ama birbirlerini denetliyorlar. Birisinin hatasını diğeri telafi edebiliyor. Şimdi hatayı telafi edecek makam yok, yanlışı söyleyecek makam yok, devlet artık eski devlet değil. İki devlet var şuanda Türkiye’de. Bir saray devleti, birde Türkiye Cumhuriyeti devleti. Nasıl olur bu? Evet oluyor. Nerede Dışişleri Bakanlığı? Yok. Sarayda başka bir Dışişleri Bakanlığı var. Sarayda başka bir Maliye Bakanlığı var, Sarayda başka bir hazine var. Böyle bir şey olamaz. Devlet içten içe çürüyen bir mekanizmaya dönüştü. Bunların düzelmesi lazım. Ve yargı bağımsızlığı. Siyasi otoriteye bakıp onun beklentilerine göre karar veren bir yargı olur mu? Nerede vicdan, nerede ahlak, nerede hukuk, nerede hak, nerede hukuk, nerede adalet? Yok bunlar. Güçler ayrılığı ikincisi.  Üçüncüsü, devlet yönetiminde şeffaflık. Devleti yönetenler tüyü bitmemiş yetimden de vergi alırlar. Sanayiciden, çiftçiden, tüccardan, yeni doğan çocuktan herkesten. Geliri ne olursa olsun herkesten vergi alırlar. Dünyanın bütün demokrasilerinde toplanan vergileri harcar yöneticiler ama hesabını verirler. Şuraya şu kadar harcadım, şuraya şu kadar harcadım diye. Şeffaflık diye bir şey yok. Soruyoruz şehir hastaneleri yaptın güzel, kaça yaptın arkadaş? Söyleyemem. Niçin? Ticari sır. Garantisini bu millet adına sen vermişsin. Havaalanı yaptın kaça yaptın havaalanını? Söyleyemeyiz. Niçin? Sır. Neyin sırrı oluyor arkadaşlar, neyin sırrı oluyor. Elin oğlunun bildiği şey bizim vatandaşımız için niye sır oluyor, hangi gerekçeyle sır oluyor? O zaman garanti verme niye garanti veriyorsun? Değerli arkadaşlarım, Sayıştay dünya standartlarına göre denetim yapmak zorundadır. Sayıştay’ı kontrol ediyorsanız, rapor yazma diyorsanız olmaz bunlar. Olmaz arkadaşlar. Ben soruyorum kaça yaptınız diye, efendim bunları yap-işlet-devret modeliyle yapıyoruz. İyi de garantiyi veriyor musun? Veriyorsun. Para veriyor musun? Veriyorsun. Hazineden veriyor musun? Hazineden veriyorsun. Kendi cebinden veriyorsan vallahi sormayacağım. Ama milletin parasını veriyorsun. O zaman ben bunu öğrenmek zorundayım.  Dördüncüsü değerli arkadaşlar, bir ekonomik kriz yaşanıyor evet. İsteğimiz şu, ekonomik kriz yaşanıyor ama saray bunun farkında değil. Çünkü sarayda kriz yok. Mutfak dolu. Herkesin önünde yağlı ballı börekler var zaten. Fakirliğin ne olduğunu, işsizliğin ne olduğunu, işten çıkarmaların ne olduğunu onlar bilmezler, öyle bir dertleri yok onların. O zaman yapılması gereken çağrımız şudur, ekonomik sosyal konseyi topla kardeşim, dertli olan insanları bir topla, bir dinle bakalım. Sanayicisi ne diyecek, çiftçisi ne diyecek, sendikacısı ne diyecek, esnafı ne diyecek bir dinle bakalım bu adamları ya. Ben dinlemem diyor. O zaman bu anayasa değişikliğini niye yaptık biz? Ekonomik sosyal konsey anayasanın 166. maddesi. Diyeceksiniz ki, anayasamı var bu ülkede? Usulen de olsa bir anayasa var. Darbe anayasası bile olsa bir anayasa var. Ekonomik sosyal konseyle ilgili bir kanun var üç ayda bir toplanması lazım. Defalarca söyledim bir daha söyleyeyim 5 Şubat 2009 son toplandığı tarih. 2019’dayız 10 yıl geçmiş ekonomik sosyal konsey toplanmıyor. Peki, bu vatandaşın derdini kimden öğreniyorsunuz? Dert öğrenmeye niyetleri yok. Damat mı öğretecek sana, damat mı söyleyecek? Damadın başka işleri var, daha önemli işleri var damadın. Ekonomik sosyal konseyi toplayın kardeşim. Beşincisi, faturayı vatandaşlar ödüyor. Kim ödedi? Emekliler ödedi. Kim ödedi? İşçiler ödedi. Kim ödedi? İşten atılanlar ödedi. Kim ödedi? Memurlar ödedi ve ödemeye devam ediyorlar. Sanayici ödemeye devam ediyor. Eğer sen yaşanan krizin adil dağılmasını istiyorsan bu dolar bazında verdiğin ihaleleri Türk lirasına çevireceksin kardeşim. Yani bu faturayı hep fakir fukaramı ödeyecek yani? Birazda sırtı kalınlar ödesin kardeşim. Dünyanın ihalesini verdin, yasalara aykırı verdin, dolar garantisi verdin, geliri de dolar garantisi verdin insaf ya. Yeteri kadar doydular bunlar zaten. Niye Türk lirasına çevirmiyorsun? Alışveriş merkezindeki dükkan kirasını diyorsun Türk lirasına çevir ama verdiğin milyar dolarlık ihaleleri yo hayır diyordu garantiyi Türk lirasına çevirmem niçin? Çevireceksin.  Beş temel beklentimiz var. Bir daha sayıyım, Cumhurbaşkanı tarafsız olmalı kesinlikle. Referandumsa getirin kardeşim soralım millete Cumhurbaşkanı taraflı mı olsun tarafsız mı olsun soralım. Emin olun en az yüzde 60 – 70 Cumhurbaşkanı tarafsız olsun denecektir. AK Partililerde bundan rahatsız, MHP’lilerde rahatsız. Taraflı Cumhurbaşkanı olur mu? Tarafsızlığın üzerine yemin edeceksin partinin Genel Başkanı olacaksın. Hani tarafsızlık, hani namus, hani şeref? İkincisi, güçler ayrılığı ilkesine mutlaka ama mutlaka uyacaksın. Yargının bağımsızlığı, yürütme organı vs. bunlar olacak. Şuanda yasama, yargı, yürütme bir kişide. Olmaz, gücün kontrol edilmesi lazım. Aksi halde demokrasi olmuyor. Üçüncüsü, devlet yönetiminde şeffaflık. Milletin parasını harcıyorsan kardeşim nereye harcadığını söyleyeceksin. Her kuruşun hesabı. Osmanlı’dan o kötü mirası devralan cumhuriyetin neler yaptığını söyledim. Her kuruşun hesabını verdiler. Yolsuzluklara izin vermediler. Yolsuzluk yapanı da yüce divana gönderdiler.  Ekonomik kriz yaşıyoruz. Türkiye’nin gerçek sorunlarını öğrenmek sorunu yaşayanı dinlemekten geçer. Sorunu yaşayanlar kim? Esnaflar, sanayiciler, sendikacılar, çiftçiler bunları çağıracaksın kardeşim ekonomik sosyal konseyi. Çağır bir dinle ya, bir dinle kardeşim ya nedir bunların derdi de.  Ve beşincisi, dövizle verdiğin garantileri Türk lirasına çevireceksin. Elin oğlu yani niçin bunları yüklensin. Yani vatandaşımız, yani gariban vatandaş, yani işçi, yani memur, yani emekli, yani işi gücü olmayan insan neden bu yükü çekiyor da sırtı kalınlar bu yükü çekmiyor.  Sivas Kongresinde bunları dile getirdik 100. yılda. Cumhuriyetin bir anlamda temellerinin atıldığı bu güzel kentte bunları dile getirdik. Büyük bir samimiyetle dile getirdik. Bunları yaptıkları takdirde önce biz alkışlayacağız. Çünkü bizim derdimiz Türkiye Cumhuriyeti devletinin güçlü olmasıdır. Türkiye Cumhuriyeti devletinin saygın olmasıdır. Türkiye Cumhuriyeti devletinin uluslararası arenada yalnızlığa itilmemesidir. Türkiye Cumhuriyeti devletinin barışı her ortamda içerde ve dışarıda sağlamasıdır. Saygınlığın temeli budur zaten.  O nedenle bunları burada dile getirmekten ayrıca mutluluk duyduğumu ifade etmek isterim. Elbette sorunlar var ama hiç kimse bu sorunlar yaşanıyor diye asla umutsuzluğa kapılmasın. Nasıl Milli Kurtuluş Savaşında bu ülkenin bütün vatandaşları bu ülkenin geleceği için mücadele ettilerse, kendi çocuklarına, torunlarına güzel bir Türkiye’yi emanet ettilerse bizim görevimiz, Cumhuriyet Halk Partisinin görevi, bu ülkenin bütün vatanseverlerinin görevi onların kurduğu cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırmak. Bunu yaptığımız zaman biz görevimizi yerine getirmiş olacağız. İktidara A partisi gelir, B partisi gelir bunlar çok önemli değildir. Demokratik kurallar içinde yapılan her mücadele Türkiye’ye saygınlık kazandırır. Bizimde asıl hedefimiz bu, demokratik mücadele içinde, eşit koşullarda cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırmak. 

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, daha sonra Sivas Kongresi’nin 100. yılı için düzenlenen resmi kutlama törenlerine katıldı.