10.02.2019
10.02.2019
CHP GENEL BAŞKAN KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN BELEDİYE BAŞKAN ADAYLARI TANITIM TOPLANTISINDA YAPTIĞI KONUŞMA
(10 ŞUBAT 2019)
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun, Ankara Spor Salonunda düzenlenen Belediye Başkan Adayları Tanıtım Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
Güzel günler göreceğiz, birlikte mücadele edeceğiz, ayrışmadan, bölünmeden, kavga etmeden birlikte mücadele edeceğiz. Türkiye’yi 21.yüzyılın yıldızı haline getirmek için mücadele edeceğiz. Bizim mücadelemiz hak mücadelesidir. Bizim mücadelemiz ekmek mücadelesidir. Bizim mücadelemiz insan mücadelesidir. Bizim mücadelemiz onur mücadelesidir. Bizim mücadelemiz birlikte kardeşçe yaşama mücadelesidir. Bizim mücadelemiz kutsal bir mücadeledir. Bizim mücadelemiz kadın – erkek eşitliğini sağlama mücadelesidir. Bizim mücadelemiz herkesin kucaklaşma mücadelesidir.
Hepiniz hoş geldiniz, şeref verdiniz, onur verdiniz.
Değerli Genel Başkanlarım, değerli milletvekilleri, belediye başkanı arkadaşlarım, sevgili eşleri hepiniz hoş geldiniz. Değerli yol arkadaşlarım, sizler de hoş geldiniz, onur verdiniz.
Bizleri televizyonları başında izleyen; hangi partiden olursa olsun, hangi bölgede yaşarsa yaşasın, hangi kimliğe sahip olursa olsun, hangi inanca sahip olursa olsun, Cumhuriyet Halk Partisinin bu toplantısından bütün Türkiye’deki vatandaşlarıma kucak dolusu sevgilerimi, saygılarımı ve dostluğumu gönderiyorum. Aynı sevgiyi, dostluğu bütün yol arkadaşlarım gönderiyor.
Bugün belediye başkan adayı arkadaşlarımızın tanıtımını yapacağız. Birlikteyiz, güzel bir gündeyiz, yedi bölgeden oyun havalarıyla başladık. Oyun havalarını izlerken aklıma şu geldi, ne kadar güzel havalarımız var, ne kadar güzel türkülerimiz var, ne kadar güzel şarkılarımız var, ne kadar güzel insanlarımız var. Yedi bölgenin ayrı havası var. Bu kadar zengin bir kültürü cennet gibi bir ülkede yaşamak istiyoruz. Ayrımsız yaşamak istiyoruz, birlikte yaşamak istiyoruz, kardeşçe yaşamak istiyoruz. Ama ayırıyorlar, ama bölüyorlar, ama kutuplaştırıyorlar. Sakın ola ki bu tuzağa hiç kimse düşmesin, hiç kimse. Onlar bize ne derlerse desinler, biz onlara selam vereceğiz. Biz dostluktan, biz haktan, biz hukuktan ve biz adaletten söz edeceğiz. Bu ülkenin adalete ihtiyacı var, bu ülkenin hakka ve hukuka ihtiyacı var, bu ülkenin birlikte yaşamaya ihtiyacı var. Bu ülkede herkesin karnının doymaya ihtiyacı var. Bu ülkede herkesin ekmeğe ihtiyacı var, işe ihtiyacı var. O nedenle biz bu güzel toplumu, bu güzel coğrafyayı, bu güzel Türkiye’yi cennete dönüştürmek için mücadele edeceğiz. Belediye başkanlarımızın temel görevlerinden biriside bu olacaktır.
Değerli arkadaşlarım, bu toplantıdan sonra il başkanları, ilçe başkanları, belde yetkilileri, mahalle yetkilileri, milletvekillerimiz, belediye başkanlarımız, önceki belediye başkanlarımız, yeni adaylarımız herkes alana çıkacak, herkes. Asla ve asla kırıcı bir dil kullanmadan, kırıcı bir üslup kullanmadan herkesi dinleyerek ve onun sorunlarına nasıl çözüm üreteceğimizi anlatarak Türkiye sathına yayılacağız ve düşüncelerimizi aktaracağız.
Bu süreçte İYİ Parti’yle birlikte Türkiye genelinde bir işbirliği yaptık. Bu bağlamda Sayın Meral Akşener’e ve İYİ Partili bütün kardeşlerimize buradan sevgilerimizi ve saygılarımızı gönderiyoruz.
Saadet Partisi’yle dirsek teması yaptık. Saadet Partisinin de bütün kadrolarına, başta Sayın Karamollaoğlu olmak üzere herkese ama herkese, bütün Saadet Partili kardeşlerime selamlarımı, saygılarımı gönderiyorum.
Dedim ki, bu toplantıdan sonra Anadolu coğrafyasına dağılacağız, sorunları dinleyeceğiz ve çözümlerimizi söyleyeceğiz. Buradan 82 milyon vatandaşıma sesleniyorum, Türkiye’nin çözülemeyecek hiçbir sorunu yoktur. Eğer herhangi bir soruna çözüm bulmak istiyorlarsa, çözüm arayışları içindelerse gelecekler Cumhuriyet Halk Partisinin kadrolarına başvuracaklar, hangi sorun nasıl çözülür onlara anlatacağız. Ve bugüne kadar bu kararlılıkla, bu inançla çözüm üreterek yolumuza devam ettik.
Değerli arkadaşlarım, sorunlara çözüm üretmek için önce soruna sağlıklı teşhis koymak zorundasınız. Düşünün hasta gidiyor doktora, doktor yanlış teşhis koyarsa hasta ölür, doğru teşhis koyarsa hastayı yaşatabilir ve onu iyileştirir. Önce ne yapmak gerekiyor? Soruna doğru teşhis koymak gerekiyor. Doğru teşhis koyarsanız çözümü bulursunuz. Teşhis koymak da sıradan bir olay değildir. Doktor teşhis koyarken tıp fakültesini bitiriyor, uzmanlık yapıyor. Ama siyaset kurumu teşhis koyarken devletteki liyakati korumuş olacak, bilgisi olacak, birikimi olacak, kültürü olacak ve sorunu çözme kapasitesi olacak. Bunlar olduğu takdirde sorunlara çözüm üretilebilir. Ve bir başka önemli konu, sorunu çözmek için sağlıklı, belli bir zaman dilimini içeren planlamalar yapmanız gerekiyor.
Değerli arkadaşlarım, biz yurt sathına dağıldığımızda ilçenin sorunlarını, ilin sorunlarını, beldenin sorunlarını, büyükşehir beldelerinin sorunlarını ve aynı zamanda Türkiye’nin sorunlarını yeri geldiğinde anlatacağız. Bir konuyu dikkatinize sunmak isterim, hepinizin ortak yaşadığı bir sorun. Türkiye iyi yönetilmiyor, Türkiye yönetilmiyor, bırakın yönetilmeyi Türkiye savruluyor. Bu konular üzerinde kısaca düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Eğer bir siyasal iktidar sorunları çözme kapasitesini kaybetmişse, bir siyasal iktidar sorunlara teslim olmuşsa, bir siyasal iktidar sorunların peşinde gidiyorsa o siyasal iktidar çözüm üretemez, o siyasal iktidar bir süre sonra şikayet makamı haline dönüşür. Bugün Türkiye’de geldiğimiz nokta budur. Mevcut siyasal iktidar artık çözüm üretemiyor, şikayet üreten bir makam haline geldi. Vatandaşa şikayet ediyor. Şikayet ediyorsan o koltukta ne işin var? Şikayet ediyorsan o koltuktan çekileceksin, ayrılacaksın, sorunu çözen insanlar o koltuğa getirip oturacak!
Bunların şikayet etmeye hakkı var mı? İlk soru bu. Bunların, yani 17 yıldır iktidar olanların şikayet etmeye hakkı var mı? Şikayet etmeye hakları yoktur! 17 yılda istedikleri kanunu çıkardılar, istedikleri kararnameyi çıkardılar, istedikleri makamlara istedikleri insanları atadılar. İstedikleri bakanları getirdiler, istedikleri bakanları götürdüler. İstedikleri genelgeleri çıkardılar. Devlet memuriyetinin en altından en üstüne kadar istedikleri bütün atamaları yaptılar. Bakanı değiştirdiler, valiyi değiştirdiler, müsteşarı değiştirdiler, genel müdürü değiştirdiler, daire başkanını değiştirdiler, herkesi değiştirdiler. Yani, 17 yıldır tek başına Türkiye’yi yönetiyorlar. 17 yıldır tek başına Türkiye’yi yönetenler, bugün Türkiye’yi bir sorunlar yumağıyla karşı karşıya bıraktılar. Vergi topladılar yetmedi. Özelleştirme yaptılar yetmedi. Devletin fabrikalarını, çimento fabrikalarını, şeker fabrikalarını, tütün fabrikalarını, sigara fabrikalarını, petrokimya tesislerinin tamamını sattılar yetmedi. Dünyanın borcunu yaptılar yetmedi, şimdi borç aramak için kapı kapı dolaşıyorlar. Borç buldular mı da müjde veriyorlar millete yeniden borç bulduk diye. Borcu ödemek için borçlanan bir hükümet gerçeğiyle, bir iktidar gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Değerli arkadaşlarım, bunlar yetmedi ama şu noktaya geldik. Türkiye Cumhuriyeti Devleti Osmanlıdan sonra ilk kez Londra’daki bir avuç tefeciye teslim edilmiştir. Bir avuç tefeciye teslim edilen bir Türkiye gerçeği var. Bu gerçeği her yerde anlatın. Diyeceksiniz ki nasıl teslim edildi? Borçlanılarak teslim edildi, borç aldılar. İstedikçe borç verdiler; şimdi diyorlar ki, sana borç vermiyoruz artık, bizim şimdi emirlerimiz var, bizim şimdi beklentilerimiz var, bizim şimdi taleplerimiz var, bunları yerine getirirseniz size ancak borç para veririz. Borç alan emir alıyor. Emir alma noktasındalar şimdi. Peki bu Londra’daki bir avuç tefeciye AK Parti iktidarları döneminde ne kadar faiz ödendi? Önemli bir soru. Bu bir avuç tefeciye ne kadar faiz ödendi, o rakamı vereyim size. AK Parti iktidarları döneminde Londra’daki bir avuç tefeciye ödenen faiz 163 milyar dolar. 163 milyar dolar faizi kim ödedi? Sarayda oturan zat mı ödedi? Bakanları mı ödedi? Dolarla ihale alanlar mı ödedi? Büyük rant gelirleri elde edenler mi ödedi? Türkiye’de vergi ödememek için Man Adasında şirket kuran yandaşlar mı ödedi? Hayır. 163 milyar doları bir avuç tefeciye bu ülkenin memuru ödedi, işçisi ödedi, işsizi ödedi, ev kadını ödedi, yeni doğan bebeği ödedi, sanayicisi ödedi, esnafı, tüccarı, memuru, emeklisi, herkes ödedi. 163 milyar dolar faizi ödemek için hep birlikte çalıştık. Ne için? Tefeciler için çalıştık. Türkiye’yi bu noktaya kim getirdi? Sarayda oturan zat ve onun arkadaşları bu noktaya getirdiler.
Değerli arkadaşlarım, tarihten bir gerçeği önünüze koymak isterim. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurduğunda ilk yaptığı işlerden birisi Osmanlının borcunu son kuruşuna kadar ödemek olmuştur ve şunu söylemiştir: “Savaş meydanlarında kazanılan zaferler ekonomik zaferlerle taçlandırılmadıkça ülke bağımsızlığını koruyamaz”. Bugün geldiğimiz noktada, siyasal bağımsızlığımız olmakla birlikte Türkiye ekonomik bağımsızlığını kaybetmiştir. Dışarıdan talimat alan ve talimatla iş yapan bir yönetim Türkiye’dedir. Çünkü borç aldılar, şimdi emir alma süreci başladı. Tweet atıyor birisi, Amerikan Başkanı Tweet atıyor, “Papazı bıraktın bıraktın, yoksa seni mahvederiz…” Gece toplanıyorlar, mahkemeyi topluyorlar, hemen derhal papazı serbest bırakıyorlar. Hani bu ülkede adalet vardı, hani bu ülkede adalet kimsenin önünde diz çökmezdi? Hani adaletin gözleri bağlıydı, hani adaletin önünde terazi vardı? Teraziyi de aldılar, gözündeki bağı da çıkardılar, ikisini de saraya teslim ettiler. Saraydan alınan talimatla karar verilen bir süreç başladı, Türkiye’de adalet budur, o nedenle talimatla papazı bırakıyorsunuz. Trump emrediyor, siz bırakıyorsunuz. Merkel emrediyor, siz bırakıyorsunuz. Macron emrediyor, siz bırakıyorsunuz. Peki, kimi bırakmıyorlar? Bu ülkenin gazetecilerini, bu ülkenin akademisyenlerini, bu ülkenin avukatlarını, bu ülkenin sanatçılarını, bu ülkenin aydınlarını, bu ülkede barış isteyenleri, bu ülkenin Cumartesi günü toplanıp çocuklarının hakkını, hukukunu arayan annelerini… Onlara yer vermiyorlar, onlara zulüm yapıyorlar. Türkiye’yi zulümden kurtaracak olan kadro Kuvayımilliye kadrolarıdır, o kadrolar Cumhuriyet Halk Partisinin kadrolarıdır.
Daha acı bir şey yaşadık. Türkiye’yi üretimden kopardılar, üretmeyen Türkiye oldu. Tarımı mahvettiler. Size bazı rakamlar vereceğim değerli arkadaşlarım, gerçekten insanın içi acıyor. Yani bu rakamları verirken, bu rakamları görürken, ya hangi ülkede nasıl yaşıyoruz, nasıl bir yönetim anlayışı var diye içim acıyor. Buğday üretiyoruz, buğdayın kilosunu 96 kuruştan alıyorlar. Ama yurtdışından buğday getirirken 1 lira 31 kuruşa getiriyorlar. Türkiye’deki çiftçiye daha az, yurtdışında aynı işi yapan buğday üreten çiftçiye daha fazla para ödüyorlar. Sadece buğday mı? Hayır, mısırda aynı gerçek var, ayçiçeğinde aynı gerçek var, soyada, kuru fasulyede, kırmızı mercimekte. Kendi köylümüzden, kendi çiftçimizden ucuza alıyoruz, yetmiyor dışarıdan daha pahalıya getiriyoruz. Dışarıdan getirdiğine kilo başına verdiğin, ton başına verdiğin parayı bizim çiftçiye versen bizim çiftçi sadece Türkiye’yi değil bütün Ortadoğu’yu besler. Ama üretmeyin diyorlar, siz de üretmeyin size vereceğiz diyorlar. Türkiye’yi üretimden kopardılar, bu gerçeğin de herkes tarafından bilinmesini isterim.
Bir zat var biliyorsunuz, sarayda oturuyor, Cumhurbaşkanlığı koltuğunu işgal eden bir zat. Şikayet makamı konumuna geldi, artık düşünce üretemiyor; kin üretiyor, nefret üretiyor, çatışma kültürünü, nefret kültürünü besleyecek her şeyi yapıyor ve sanıyor ki ben milleti kandıracağım. Geçen Sivas’ta bir konuşma yapıyor, “Ne diyorlar domates, ne diyorlar patlıcan, ne diyorlar sivribiber. Yahu düşünün bir merminin fiyatı nedir?” Allah aşkına şu anlayışa bakın! Biber diyen kim? Vatandaş. Domates diyen kim? Vatandaş. Sivribiber diyen kim? Vatandaş. Soğanı unutmuş ama, laf aramızda soğanı unutmuş. Neden unutmuş? Çünkü rahmetli Mahsuni diyordu ki, “Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana, bilmem söylesem mi, söylemesem mi?” Bunlar ne yaptılar? Sadece yiğitleri değil, 82 milyonu kuru soğana muhtaç hale getirdiler. Bu utanılacak tablonun karşısında çıkıyor, “Ne biberi diyorsunuz, ne domatesi diyorsunuz, ne patatesi diyorsunuz siz, kurşunun fiyatını biliyor musunuz” diyor.
Bakın değerli arkadaşlar, bakın bu şu anlama geliyor. Bir sorumlu bulamıyor burada, bir dönem ne diyordu? “Bütün günahların gerekçesi Ce Ha Pe” diyordu, Ce Ha Pe, Ce Ha Pe. Evet, Cumhuriyet Halk Partisi! Evet, Kuvayımilliyenin partisi! Evet, halkın partisi! Evet, halk için çalışan parti! Evet, kul hakkı yemeyenlerin partisi! Evet, namuslu insanların partisi! Evet, halkı düşünenlerin partisi! Evet, halkına hesap vermeyi onurlu görev bilenlerin partisi! CHP budur. İster kızın, ister kızmayın herkesin inancına, herkesin kimliğine saygı duyan bir parti ve sen bir dönem kalkıp diyordun ki, “Şu İnönü var ya İnönü…” E ne yapmış İnönü! “İkinci Dünya Savaşında ekmeği karneye bağladı…” Şimdi ikinci dünya savaşı mı var! Bu ülkede 35 yıldır terörle mücadele ediliyor, hiçbir Başbakan, hiçbir Cumhurbaşkanı kalkıp millete biberin fiyatını biliyor musun, domatesin fiyatını biliyor musun, sivribiberin fiyatını biliyor musun, kurşunun fiyatını biliyor musun demedi. Allah akıl fikir versin, ne diyeyim başka! Allah bu ülkeyi akılsızlardan ve dolara tapanlardan kurtarsın. Efendim kurşundan söz ediyor, gerekçe yaratıyor kendisine, kurşun sıkılıyor da o nedenle sivribiberin fiyatı artıyor. Akla bakın! Kurşun var, askerin giyim-kuşamı var o nedenle domatesin fiyatı artıyor, o nedenle soğanın fiyatı artıyor. Sanıyor ki millet akılsız ve bunlara inanacak. Sen askeri bu kadar seviyorsan, sen eğer askerin giyim-kuşamıyla bu kadar ilgileniyorsan, daha bu kışın iki asker donarak öldü değil mi yanlış hatırlamıyorsam, donarak öldü. Sen bunlara kılık kıyafeti buldun mu? Ve bir şey daha seslendirmek isterim, bir şey daha söylemek isterim, eğer sen bir kurşunun hesabını yapıyorsan; buradan orduya, askere gönderme yapıyorsan; kendi kötü yönetiminin faturasını şimdi askere, kurşuna çıkarmak istiyorsan sen neden tank palet fabrikasını satıyorsun kardeşim? Kime satıyor? Katar ordusuna satıyor. Yüzde 49.9’unu Katar ordusuna satıyor. “Efendim bu özelleştirme değil...” Yalanın bu kadarını hiç görmemiştim. Emin olun, yalanın bu kadarını hiç görmemiştim. Kendi kararnamesi bereket versin Resmi Gazetede yayınlandı, özelleştirmenin 31.12.2019 tarihine kadar bitirilmesi gerektiğini söylüyor. Kim? Sarayda oturup Cumhurbaşkanlığı koltuğunu işgal eden zat söylüyor bunu. Değerli arkadaşlarım, devleti yöneten kişi halkına yalan söylüyorsa, yalan söylemeyi de sürdürüyorsa o kişinin bu millete topluiğne ucu kadar faydası dokunmaz. Kendi cebini korur, yandaşının cebini korur, ama bu millete faydası olmaz.
Size bir soru, bizi televizyonları başında izleyen AK Partili kardeşlerime bir soru. Dünyada kendi silah fabrikasını yabancılara peşkeş çeken bir ülke var mı? Eğer böyle bir ülke yoksa -ki yok - o zaman peşkeş çeken yöneticilere ne denir? Kendi vicdanına, sizin vicdanınıza, 82 milyon vatandaşımın vicdanına havale ediyorum, başka bir yorum yapmak istemiyorum.
Değerli arkadaşlarım, mutfakta yangın var, millet perişan, gramla alıyor, taneyle alıyor. Eti gramla alıyor, taneyle alıyor, çıkıyor bir bakan diyor ki, “Ne eti kardeşim? Et yemeyin ot yiyin.” Ot yiyecek, o da pahalı. Ne yapacak bu vatandaş? Mutfakta yaygın var, haberi yok beyefendinin neden? Sarayda yaşıyor nereden haberi olacak. O sanıyor ki, her vatandaş kilosu 4 bin liralık çay içiyor. Her vatandaş efuli, neydi o isimlerini unuttum, ama bir sürü onlardan, ejder meyvesi yiyor. Öyle sanıyor zaten. Ama bu millet bunu bırakmaz. Kendisini açlığa mahkum eden bir siyasal anlayışa ders vermek zorundadır.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye bu hale plansızlıktan geldi, kötü yönetimden geldi, hesapsız kitapsız borçlanmadan geldi, fabrikaları satmaktan geldi. Dolayısıyla Türkiye kötü yönetiliyor. Pahalılık, iflas konkordato artık günlük hayatımızın bir parçası oldu.
Bakın, biz bütün bunları tartışırken bir konu özenle gizleniyor. Yandaşa köprü yaptırıyorsun dolarla, tık yok orada. Yandaşa şehir hastaneleri yaptırıyorsun dolarla, orada da tık yok. Bunlara 123 milyar dolarlık garanti veriyorsun, o da dolarla. Yandaşın tünelinden geçiyorsun, hesabı dolarla ödüyorsun. Yandaşın otoyolundan geçiyorsun, parayı dolarla ödüyorsun. Yandaşın tünelinde geçiyorsun, dolarla ödüyorsun. Bakın bunları hiç tartışmıyor. Neyi tartışıyor? Efendim fiyatlar arttı, suçlu kim? Manav! Suçlu kim? Kasap! Suçlu kim? Esnaf! Suçlu kim? Market! Suçlu kim? Komisyoncu! Suçlu kim? Halde çalışan! Suçlu kim? Çiftçi! Bu suçluların tamamı Türk lirası kullanıyor. Dikkat buyurunuz, az önce saydıklarımın tamamı dolar kullanıyorlardı, dolar garantisi içindeler. Yani Türk lirasıyla alışveriş yapan, Türk lirasıyla ticaret yapan, Türk lirasıyla karnını doyuranlar devamlı suçlu sahnesinde suçlu olarak adlandırılıyor; ama dolarla olanlar, dolarla yaşayanlar, dolarla kazananlara dokunan yok. Hiç ses çıkarılmıyor onlara. Onların sırtı sıvazlanıyor ve onlara yardımcı olunuyor.
Direnmenin ötesinde, çalışa çalışa kazanacağız! Alın teri döke döke kazanacağız! Mücadele ede ede kazanacağız! Yürüyerek kazanacağız, çalışarak kazanacağız! Hakkı ve hukuku ve adaleti savunarak kazanacağız! “Bizim yolumuz hak yoludur” dedim, “Bizim yolumuz ekmek yoludur” dedim. “Bizim yolumuz hiçbir çocuğun yatağa aç girmediği uygar, çağdaş bir Türkiye yoludur” dedim. Bizim yolumuz budur. Biz mücadelemizi çalışarak yapacağız.
İsraf… Bakın, bütün bu suçlamalar yapılıyor ama devleti israftan kurtaramadılar. Bunlara mizah unsuru olacak bir şey daha anlatayım değerli arkadaşlarım. 100 günde tasarruf nasıl olur? 13 Ağustos 2018’de çıktılar milletin karşısına şöyle bir şeyle: Tasarrufların Artırılmasını Sağlayacak Yöntem Belirlenmesi. Dikkat buyurunuz, tasarruflar nasıl artar bunun yöntemini belirleyecekler. Ne zaman? 13 Ağustos 2018. Şimdi 2019’un Şubat’ındayız. Hala yöntem belirlenmiş değil. Şu beceriksizliğe bakın Allah aşkına! Halbuki kendilerine söyledim, tasarruf nasıl yapılır öğrenmek mi istiyorsunuz bir ev hanımını davet et saraya, de ki bu ülkede tasarruf nasıl yapılır, ev hanımı sana bütün ayrıntıları anlatır ve israfın ne kadar kötü olduğunu da sana söyler. İsraf hala var, uçan sarayda israf var, yazlık sarayda israf var, kışlık sarayda israf var, her yerde israf var. Eğer sarayda oturan zat halkın arasına katılmak için 3 bin kişilik polis ordusuyla gidiyorsa onun bu memlekete faydası olmaz. Onun israftan yana politikası olur, tasarruftan yana politikası olmaz.
Değerli arkadaşlarım; israf itibar değil, israf görgüsüzlüktür. Dünyanın her tarafında böyledir. Bütün inançlarda da israf haramdır, ama haram yemeye alıştıkları için israf yapmaktan çekinmiyorlar. Bu söylediğim merkezle ilgili.
Geliyorum belediyelere, bugün günümüz belediyeler yerel yönetimler. Aynı kayırmacı anlayış, aynı savurganlık, aynı yönetimsizlik AK Partili yerel yönetimlerde de var. Onlara biz “Saray Belediyeciliği” diyoruz, “Sarayın Belediye Başkanları” diyoruz. Onlar halkın belediyeciliğini değil, sarayın belediyeciliğini yapıyorlar. Ne demek saray belediyeciliği, onu da kısaca önce belediye başkan adaylarımız ve belediye başkanlarımızın bilgisine sunayım, sonra sizin ve sonra televizyonları başında bizi izleyen vatandaşlarımızın bilgisine sunayım. Saray belediyeciliğinde aslolan ranttır ve rantın yandaşlara aktırılmasıdır. Demek ki saray belediyeciliğinin birinci maddesi, birinci kuralı, aslolan ranttır ve rantın yandaşlara aktarılmasıdır. Diyeceksiniz ki, bunun örneği var mı? Toplu Konut İdaresinin, yani TOKİ’nin hazırladığı bir rapor var, bizim değil TOKİ’nin hazırladığı bir rapor var. İstanbul’da 76 gökdelen dolayısıyla yapılan, hazırlanan, yönetime sunulan bir rapor var, İstanbul Ayrıcalıklı Plan Değişiklikleri Raporu… Rapor diyor ki, dikkat ediniz ayrıcalıklı, bunun altını çizin. Ayrıcalıklı plan değişiklikleri raporu 76 gökdelen dolayısıyla. Bu patronlara, bu binaları yapanlara sağlanan ayrıcalıklı rant 241 milyar 234 milyon lira, eski parayla 240 katrilyon lira. Bir avuç insana sağlanan rant. İstanbul’un yarısı yoksulluk sınırının altında yaşıyor, yarısı. İstanbul’un üçte biri açlık sınırının altında yaşıyor. Ama bir avuç rantiyeye 240 milyar liralık avantaj sağlanıyor. Hangi vicdan bunu kabul eder, hangi ahlak kabul eder bunu?
Ve değerli arkadaşlarım, bu 240 milyar liralık rantı sağlayanlar asgari ücretliler kadar vergi ödememiştir. Bakın bu çok iddialı bir sözdür. 240 milyar liralık rantı elde eden 76 gökdelenin sahibi bu ülkede asgari ücretliler kadar vergi ödememiştir. Her yerde, her ortamda tartışmaya hazırım. Sağlanan rantın yandaşlara nasıl gittiğini görün.
İkincisi, saray belediyeciliğinin özelliği yeşil alanları imara açmaktır. Yeşil alan kalmadı memlekette ya! Nerede yeşil gördülerse oraya gökdelen dikeceğiz, AVM yapacağız. Çocukların oynayacağı yer kalmadı.
Üçüncüsü, saray belediyeciliğinde kent kültürü yoktur rant kültürü vardır. Her şey rant üzerine inşa edilmiştir.
Dördüncüsü, saray belediyeciliğinde halkın seçtiği belediye başkanı ve belediye meclisi belde için karar alamaz; kararı saray alır, onlar uygulayıcı makamlardır. Hatırlıyorsunuz değil mi telefonu, “Kupon arazi satarken, benim bilgimin dışında kupon araziyi satamazsınız” diyorlardı. Kim söyleyen? Sarayda oturan zat! Yani diyor ki belediye başkanına, sen böyle bir rantı dağıtacaksın, rantı birilerine vereceksin ve benim haberim olmayacak, olmaz diyor, benim bilgim ve haberim olmadan rantı dağıtamazsın diyor. O nedenle saray belediyeciliğinin özelliklerinden birisi de budur.
Saray belediyeciliğinin bir başka özelliği, bütün bu belediyelerin denetim dışı kalmasıdır. İçişleri Bakanlığının denetiminin dışında kalmasıdır. CHP’li belediyeler yılın 365 günü denetlenir. Biz de söyledik “Denetlemezseniz namertsiniz” diye. Biz denetimden asla korkmayız ve çekinmeyiz, istediğiniz kadar denetim yapın. Çünkü saray belediyeciliğinde yapanın yanına kar kalır anlayışı vardır.
Saray belediyeciliğinde bir başka önemli özellik, seçimle gelenin seçimle gitmemesidir. Seçimle gelen, sarayın talebi üzerine gider. Sarayın şantajıyla, baskısıyla, tehdidiyle koltuğundan ayrılmak zorunda kalır.
Dolayısıyla saray belediyeciliğinde halka saygı yoktur, seçmene saygı yoktur ve o kültür de yoktur. Saray belediyeciliğinde halka hesap verilmez, halktan hesap sorulur. Arada bu kadar derin bir fark var. Biz hesap vermeyi namuslu görev kabul ederiz, onlar hesap vermeyi aşağılayıcı bir görev olarak kabul ederler, biz vatandaştan hesap sorarız derler. Bakın bir örnek vereceğim, tarihi bir örnektir bu. 2,5 kilometrelik Sabuncu Tüneli yapılır İzmir’de. Merkezi yönetim 2,5 kilometrelik Sabuncu Tünelini yaparlar, maliyeti, 536 milyon liraya mal edilmiş. Benzer bir tüneli, o da 2,5 kilometre, o da İzmir’de, onu da büyükşehir belediyesi yapıyor, o 536 milyon liraya değil, 110 milyon liraya yapıyor. Birisinin maliyeti 134 milyon lira kilometresi, İzmir Büyükşehir’in yaptığı 44 milyon lira. Düşünebiliyor musunuz değerli arkadaşlarım? Saray belediyeciliğiyle halk belediyeciliği arasındaki farklardan birisi de budur.
Saray belediyeciliğinde ötekileştirme vardır. Bu mahalleden bana oy çıkmadı ben bunlara hizmet götürmem anlayışı vardır ve dolayısıyla ötekileştirme kültürü vardır.
Şimdi geliyorum değerli arkadaşlarım, biz ne yapacağız? Öyle ya biz ne istiyoruz, nasıl bir belediye istiyoruz, belediye başkanlarımız nasıl çalışacak, kent kültürü ne olacak, kente hizmet etmenin temel ilkeleri ne olacak? Bunları sizlerle paylaşacağım.
Hoşgörülü ve halka saygılı kentler, birinci maddemiz bu. Hiç kimsenin yaşam tarzına, hiç kimsenin kimliğine, hiç kimsenin inancına bakmadan bütün vatandaşlara, beldede yaşayan herkese eşit davranacağız. Belediye başkanlarımızın temel özelliklerinden birisi budur. Ve belediye başkanlarımız toplumun bütün değerlerine saygılı olacaklar. Bir mahallede farklı bir değer, farklı bir anlayış varsa ve o anlayış kendi tarihsel köklerinden geliyorsa ona saygı duyacak, ona hizmet edecek, her türlü hizmeti götürecek. Hiçbir ayrımcılık yapmayacak.
İkinci kuralımız, hakça paylaşan kentler. Rant için örnekler vermiştim. 76 gökdelen için 240 milyar liralık bir avantajın sağlandığını söylemiştim. Rant bütün kentlerde vardır. Yapılan her planlama rant yaratır. Peki, sorun ne? Sorun rantı kime vereceksiniz? Rantı hakça bölüştüğünüz zaman hiçbir sorun yoktur. Rantı yandaşa aktardığınız zaman orada sorun çıkıyor. Biz rantın hakça bölüşülmesini, hakça paylaşılmasını istiyoruz. Ve kentte yaşayanlar kentin varoşlarına sürülmemeli. Orada yüksek rant var diye yandaşa arsalar tahsis edilmemeli. Pendik Çınardere Mahallesine buradan sesleniyorum, senin sorununa ben sahip çıktım, belediye başkanlarımız sahip çıktı, şimdi sen de Pendik belediye başkan adayımıza sahip çıkacaksın, rantı sana vereceğiz kardeşim. Üsküdar Kirazlıtepe, milletvekillerimiz gitti, sırf o mahalleden rantı yandaşa aktarmak için, vatandaşın ibadet yapmasını dahi engellemek için camilerini yıktılar. Buradan, bu kürsüden bütün belediye başkanlarının, milletvekillerinin, bizi dinleyenlerin ve 82 milyon kişinin huzurunda sana söz veriyorum, Üsküdarlı kardeşim, Kirazlıtepe’deki kardeşim, büyükşehir belediyesi ve Üsküdar belediyesini bize vereceksin, sen orada oturacaksın o rant senin ananın ak sütü kadar sana helal olacaktır. Bunun sözünü sana veriyorum. Kadıköy Fikirtepe’de yaşanan olayları biliyoruz. Biz onu da çözeceğiz.
Üç, hesap veren ve şeffaf yönetilen kentler. Hesap veren… Biz belediyeler olarak, belediye başkanları olarak halktan vergi topluyoruz, iller bankasından para geliyor, o da verginin bir parçası. Dolayısıyla harcadığımız her kuruşun hesabını belde halkına vermek bizim namus borcumuzdur. Biz kul hakkı yemeyiz, yaptığımız her harcamanın hesabını millete veririz. Bu bizim onurlu bir felsefemizdir, insan olmanın gereğidir, halka saygı duymanın gereğidir. Bunu yapacağız, belediyelerimiz şeffaf yönetilecek.
Dördüncü kuralımız, yoksulluğu yenen kentler. Yoksulu olmayan kentler, hiçbir çocuğun yatağa aç girmediği kentler. Bizi dinleyen, diğer belediyelerde çalışan işçi kardeşlerime sesleniyorum, asgari ücret alan işçi kardeşlerime sesleniyorum. Bugün 1 Ocak 2019’dan itibaren Cumhuriyet Halk Partili belediyelerde asgari ücret 2 bin 20 lira değil, 2 bin 200 liradır. Sen kardeşim ayda 2 bin 200 lira almak istiyorsan belediye başkanı CHP’li olduktan sonra 2 bin 200 lirayı alacaksın ve sen de oyunu CHP’li belediyeye vereceksin. İster büyükşehir, ister ilçe, ilçe belde. İşçi kardeşim bir daha söylüyorum, 2 bin 20 lira değil de 2 bin 200 lira almak istiyorsan oyunu CHP’li belediyelere vereceksin, her ay 2 bin 200 lira alacaksın. Yetmiyor bir şey daha yapıyoruz 1 Ocak’tan itibaren Nisan’a kadar bütün farkları da sana ödeyeceğiz. Buradan bütün belediye başkanı arkadaşlarıma sesleniyorum, bütün aday arkadaşlarıma sesleniyorum, bulunduğunuz belde de hiçbir çocuk yatağa aç girmeyecek. Açlığı yok edeceğiz bizim belediyelerde. Eğer bir ailenin geliri açlık sınırı olan 2 bin 900 liranın altındaysa, gerekirse onun belli bir miktara kadar doğalgaz parasını, elektrik parasını, su parasını biz ödeyeceğiz. O çocuklar okula servisle gidip gelecekler, aileler para ödemeyecek. Çocukların güvencesi de biz olacağız. O ailelerin çocukları kreşlerde kalacak, anneler babalar para ödemeyecek. Yani temel hedefimiz bizim belediyelerin olduğu yerlerde hiçbir çocuk yatağa aç girmeyecek, hiçbir çocuk baba bana para verecek misin sorusunu babasına sormayacak. Çünkü babası bu soruyu sordurtmamak için çocuğa sus demeyecek. Dolayısıyla biz her evde huzurun, her evde mutluluğun olmasını istiyoruz. Çocuklar bizim çocuklarımızdır, boğazımızdan keseceğiz, çocuklara hizmet edeceğiz. Çünkü onlar bu ülkenin geleceğidir. Diyecekler ki, efendim bunu biz yapacağız. Biz bunu dillendirdik ya, dillendirince diyecekler ki bunu biz de yapacağız. Şu soruyu sorun, 17 yıldır elinizden tutan mı vardı kardeşim, 17 yıldır? Bu uygulamayı bazı belediyelerimiz zaten hayata geçirmiş vaziyetteler. Yoksul ailelere kart veriyorlar, onun onurunu koruyarak, onun yoksulluğunu teşhir etmeden bankadaki hesabına para yatırıyorlar. Bu uygulamayı Türkiye genelinde yaygınlaştıracağız.
Beşinci kuralımız, üreten ve istihdam yaratan kentler. Bir kent üretmeli, her alanda üretmeli. Büyükşehirler kırsalla işbirliği yapmalı. Yapıyoruz. Buradan özellikle CHP’li olmayan belediye başkanlarının yönetiminde olan vatandaşlarıma sesleniyorum, senin ürünün, senin diktiğin ağaç, senin ürettiğin çiçek ithal ediliyorsa, ithal eden belediye başkanına oy verme kardeşim. Senin belediye başkanın onları ithal etmeyecek, onları sen üreteceksin. Kooperatif içinde üreteceksin, belediye satın alacak sen de kazanacaksın, belediye de kazanacak, kentli de kazanacak. Kenti çiçeklerle donatmak için yurtdışından çiçek mi ithal etmek lazım? Kenti ağaçlarla, yeşilliklerle donatmak için yurtdışından ağaç mı ithal etmek lazım? Yurtdışından ithal edenlerin amacı paramı dışarıya nasıl kaçırırım, bunun felsefesi içindeler. Ama biz üreten belediyecilik diyoruz. Örneği var, sütü böyle yapıyoruz, ağacı böyle yapıyoruz, çiftçilerle oturup anlaşıyoruz, kooperatif kurun diyoruz. Niye kooperatif kurun diyoruz? Şunun için, kimden alacaksın, 10 kişi ağaç dikiyorsa kimden alacaksın? Ali’den alsan Veli kızacak, Veli’den alsan Ali kızacak. O zaman diyoruz ki, kooperatif kurun hepinizden alalım, karı oturun hakça bölüşün. Adaletli bir politika izleyeceğiz. Bunu ifade ediyorum. Ve biz kırsalı da zenginleştireceğiz, kentliyi de mutlu edeceğiz. Üreten ve istihdam yaratan bir politika izleyeceğiz.
Altıncı kuralımız, yenilikçi ve akıllı kentler. Yani yaşanabilir kentler, yani teknolojinin insana hizmet ettiği kentler. Bakın bugün İstanbullulara soruyorlar nerede yaşamak istersiniz? İstanbulluların cevabı Kadıköy’de yaşamak isterim, Beşiktaş’ta yaşamak isterim, Bakırköy’de yaşamak isterim, Sarıyer’de yaşamak isterim diyor. Bunların tamamı ne? CHP’li belediyeler. Çünkü buralarda insan sevgisi var, güzel bir hayat var. İnsanlar burada yaşamayı özlemle arzu ediyor. Ama bizim sözümüz söz, bütün İstanbul’u yaşanabilir kent haline getireceğiz. Ayrıcalıkları kaldıracağız, pozitif ayrımcılık yapacağız. Bütün İstanbul mutlu olacak.
Yedinci kuralımız, ulaşım ve altyapı sorunları çözülmüş kentler. 17 yıl merkezi hükümet, 25 yıldır yerel yönetimde İstanbul’u yönetiyorlar. İstanbullulara soruyorlar, en temel sorununuz ne? İstanbullunun yüzde 50’ye yakını diyor ki, efendim trafik diyor, ulaşım ve trafik. Eğer yüzde 50’ye yakını ulaşım ve trafik diyorsa ve 25 yıldır bunu çözemiyorlarsa şimdi gelmişler “İstanbul’un trafik sorunu çözülmez” diyorlar. Çözülmezse İstanbul’un trafik sorunu niye belediye başkan adayı oluyorsun? Malı götürmek için mi? Kalmadı ya, İstanbul’da mal kalmadı, her şeyi talan ettiniz siz!
Sekizinci kuralımız, nefes alan kentler. Büyük kentler beton ormanlarına dönüştü. Gökdelenler, binalar, yeşil görünmüyor, çimen görünmüyor, kuşlar, bizim dışımızdaki canlılar da yok olmaya başladı. Bununla mücadele edeceğiz. Kentleri nefes alan kentler haline getireceğiz. Bakın, Bağcılar’da kişi başına düşen yeşil alan 30 santimetrekare. Bu insan nerede yaşamak istiyor? Beşiktaş’ta yaşamak istiyor, Kadıköy’de yaşamak istiyor, Sarıyer’de yaşamak istiyor, Bahçelievler’de 30 santimetrekare, Sultanbeyli’de 50 santimetrekare, Esenler’de bir metrekare, 25 yıldır yönetiliyor bu kent! Ama bizim belediyelere bakın; bizim belediyeler parkı da var, kent ormanı da var, yeşillikler var ve bütün bunların hepsi korunuyor.
Dokuzuncu kuralımız, sosyal adaleti sağlayan kentler. Engellilere, yoksullara, yaşlılara, başta bunlara pozitif ayrımcılık yapacağız. Engelliler için yaşanabilir kent, yoksullar için karnı doyan bir kent, sosyal adaletli bir kent. Dolayısıyla yaşlılar için de onların da rahat yaşayabileceği, barınabileceği, kalabileceği kentler, yerler ve mekanlar sağlayacağız. İstanbul’un 39 belediyesinin 14’ünde hiç kreş yok. Ama bu 14 belediye de AK Partili belediyeler. Bir tek kreşleri bile yok. Ama Ankara Yenimahalle’nin 13 kreşi, Çankaya Belediyesinin 12 kreşi var. Altındağ’ın 3, Keçiören’in 2 kreşi var. İnşallah Allah’ın izniyle bütün bu belediyeleri aldığımız zaman zengin, yoksul ayrımı yapmadan bütün çocuklara kreş yapacağız. Bütün anneler güven içinde gelecek çocuklarını o kreşe teslim edecekler. Onları besleyeceğiz, onları büyüteceğiz, onları eğiteceğiz, onlara vatan sevgisi nedir, güzellik nedir, hoşgörü nedir, birlikte yaşama nedir o kültürü öğreteceğiz.
Onuncu kuralımız, kültür ve sanatı geliştiren kentler. Kentte yaşamanın ayrıcalığı nedir, özelliği nedir kentte yaşamanın? Kentin bir kültürü vardır, o kültürü yaşayacaksınız. Kentin sanatı vardır sanatı yaşayacaksınız. Kentin sporu vardır sporu yaşayacaksınız. Eğer belediye başkanı sizi kentin kültürüyle, sporuyla, sanatıyla buluşturamazsa o belediye başkanı değildir. O nedenle biz bunu sağlayacağız. Bir gerçeğin daha altını çizeyim. İstanbul’da yaşayan ev hanımlarının yüzde 50’si boğazı görmemiş, son yapılan araştırma. Yazık günah değil mi, bu kadınların ne günahı var, niye boğazı görmüyorlar, niye İstanbul’u görmüyorlar, niye İstanbul’u tanımıyorlar, niye eve hapsediliyorlar? Bütün bunların tamamının üstesinden geleceğiz, gücümüzle, birikimimizle geleceğiz.
On birinci kuralımız, doğa dostu yeşil kentler. Bizim dışımızda, yani insanlar dışında da o kentlerde canlılar var. Kurdu var, kuşu var, yeşili var her şeyi var. Bizim dışımızdaki bütün canlıları da koruyacağız, onlarla beraber yaşamanın keyfini yaşayacağız, onları da koruyacağız, onları da besleyeceğiz, bizim dışımızdaki canlılarla bir arada yaşadığımız zaman mutlu olacağız. Ağacın üzerine konan bir serçenin sesini duymak kadar güzel bir şey var mıdır? Eğer bunu yaşayabiliyorsak, bunu görebiliyorsak o kentte mutlu oluruz.
Ve son olarak on ikinci kuralımız, mutlu ve gülümseyen kentler. Biz işçisi, memuru, emeklisi, esnafı, sanayicisi, çiftçisi, öğrencisi velhasıl tüm yurttaşlarımızla beraber bir kentte mutlu yaşamak istiyoruz. Biz size bu sözü veriyoruz. Bu sözün arkasında duracağız.
Son; başaracağız, başarmak zorundayız. Bizim mücadelemiz başarı üzerine kurulan bir mücadeledir. Başarmak zorundayız, niçin? Çocuklarımız için başarmak zorundayız! Bayrağımız için başarmak zorundayız! Cumhuriyet için başarmak zorundayız! Vatanımız için başarmak zorundayız! Mutlu yaşamak için başarmak zorundayız! Düşüncelerimizi özgürce açıklamak için başarmak zorundayız! Sarayın tasallutundan bu memleketi kurtarmak için başarmak zorundayız! Hakça, özgürce yaşamak için başarmak zorundayız! Çocuklarımızın yatağa aç girmemesi için başarmak zorundayız! Kimlik ayrımının yapılmaması, inanç ayrımının yapılmaması için başarmak zorundayız! Bir arada huzur içinde yaşamak zorundayız!
Biz bahara özlem duyuyoruz. Biz baharı bu ülkeye getirmek zorundayız. Baharda tabiat canlanır, baharda bütün canlılar canlanır. Yeni bir hayatın başlangıcıdır baharlar. O nedenle baharda başarmak zorundayız, başarıyı sürdürmek zorundayız. Belediyelerimiz bu görevi başarıyla yapacaklardır. Alanlara dağılacağız ve mücadelemizi yapacağız. Kavgasız bir mücadele, bilgiye dayalı bir mücadele, güçlü bir söylemle. Sorun, hemen yanına çözümü koyarak bunları toplumun gündemine getireceğiz ve başaracağız.
Hepinize en içten selamlarımı, saygılarımı sunuyorum, sağ olun, var olun diyorum.
29.11.2024
29.11.2024
29.11.2024
29.11.2024