04.01.2020

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, "KADIN MUHTARLARIMIZI DİNLİYORUZ" PROGRAMININ AÇILIŞINDA KONUŞTU (04 OCAK 2020)

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Yenikapı Etkinlik Alanı Avrasya Gösteri ve Sanat Merkezi'nde düzenlenen "Sosyal Adalet ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği" konulu toplantıda kadın muhtarlarla bir araya geldi.

Genel Başkan Kılıçdaroğlu burada yaptığı konuşmada şunları söyledi: Efendim güzel bir toplantı gerçekleşiyor. Kadın muhtarlarımızın olduğu bir toplantıda konuşmak benim için onur ve gurur vesilesi, bunu da ifade etmek isterim.  İl Başkanımız açıklarken Türkiye’de kaç kadın muhtarın olduğunu da ifade etti ama sayıları az, yüzde 3’e biraz yakın, sayının artması lazım. Kadın siyasette ne kadar ağırlıklı olursa siyasetin düzeyi, siyasetin dili de o kadar güzelleşir. Dolayısıyla kadının bulunduğu ortamda erkekler biraz konuşmalarına dikkat ederler. O açıdan, o bağlamda, kadının siyasette olması, kadının siyasette güçlü olması demokrasinin de çok önemli bir ilkesidir, bunu kabul etmek gerekiyor.  Yine il başkanımız söyledi, 4 ilimizde kadın muhtarımız yok. Bunu Muhtarlar Federasyonunun bilgisinden topladık, onların yayınladığı istatistiklerden topladık. Başkan da açıkladı Bitlis’te, Muş’ta, Sinop’ta ve Şanlıurfa’da kadın muhtarlarımız yok. Buradan Bitlislilere, Muşlulara, Sinoplulara ve Şanlıurfalılara seslenelim, önümüzdeki seçimlerde mutlaka ama mutlaka en az bir kadın muhtar seçiniz ve böylece Türkiye’nin 81 ilinde de kadın muhtarlarımız olsun. Bu da bizim en büyük arzularımızdan birisidir.  Değerli arkadaşlarım, muhtarlarla ilgili güzel sözler ediyoruz, güzel laflar ediyoruz, her siyasetçi söyler. Ama bunlar yetiyor mu? Hayır yetmiyor. Önemli olan ne? Önemli olan biz muhtarlar için ne yapacağız? Bir hedef koymamız lazım ve muhtarların da o hedefi yakalamak için ortak mücadele etmeleri lazım. Size rahatlıkla şunu söyleyebilirim, her alanda olduğu gibi muhtarlık konusunda da hedef ortaya koyan tek parti biziz. Bunu partiyi övmek için söylemiyorum. Hedefi ortaya koyduğumuzu size ifade etmek istiyorum. Muhtarlara güzel diyoruz ki, muhtarlar demokrasinin temel taşıdır. Gayet güzel. Peki, niçin muhtarlar demokrasinin temel taşıdır, niçin? Emin olun muhtarların çoğu da bunu bilmez. Ama size şunu söyleyeyim, bu topraklarda, yani Anadolu’da yapılan ilk seçim bir muhtarlık seçimidir. 1833 yılında Kastamonu’nun Taşköprü ilçesinde bir muhtarlık seçimidir. Yani milletvekili seçiminden önce, belediye başkanı seçiminden önce, bütün seçimlerden önce bu topraklarda, Anadolu’da yapılan ilk seçim bir muhtarlık seçimidir. O nedenle muhtarları demokrasinin ana ögesi, temel taşı olarak görürüz. Güzel laflar ediyoruz, hadi tarihi de söyledik, muhtarların milletvekillerinden daha köklü bir tarihi var demokrasi açısından. Belediye başkanlarından daha köklü bir tarihi var. Peki, biz neleri yapacağız? Övüyoruz muhtarlar şunu yaptı, bunu yaptı, muhtar güzeldir, şöyledir böyledir. Ne yapacağız? Size bir şey daha söyleyeyim, tam 82 değişik kanunda 354 madde muhtarlarla ilgilidir, muhtar sözü geçer. 82 kanunu ne siz bilirsiniz, ne de bir hukukçu bilir. Sizin bir kanununuz yok önce. Muhtar kanunu diye bir kanun var mı? Niye yok? Milletvekillerinin var, belediye başkanlarının var, cumhurbaşkanının var, bakanlıkların var, her şeyin var. Muhtarların kanunu niye yok? Madem bütün Anadolu coğrafyasına yayılmışız madem her mahallede, her köyde bir muhtarımız var ve diyoruz ki muhtar aynı zamanda demokrasinin temel taşıdır, niye kanunları yok? Sizden isteğim, ben bunu savunuyorum ama benim gücüm şimdilik yetmiyor. Önünüze hangi partiden kim gelirse ilk söyleyeceğiniz söz, niye bizim kanunumuzu çıkarmıyorsunuz? Madem geldin, çayımı, kahvemi içtin, parlamentoda görev yapıyorsun, milletvekilisin, benim kanunum yok, önce ben kanunumu istiyorum. Bunu isteyeceksiniz. Birinci kuralımız bu. Bütüncül bir kanun olacak. O kanunu ele aldığınızda muhtarların görevleri olacak, diğer alanlardaki diğer kanunlarla ilgili bağlantılarınız hepsi orada görünecek. Sizin bir temel kanununuz olacak.  Başka? Başkan söyledi, niye sizin birleşik oy pusulanız yok? Niye yok, hangi gerekçeyle yok? Siz gidiyorsunuz birleşik oy pusulaları orada muhtarlar için de yığılmış böyle bir sürü şey, onlardan birisini beğenmediğiniz muhtar varsa bütün kağıdı alıp cebinize atıyorsunuz. Ondan sonra seçim, böyle şey olur mu arkadaşlar bu demokrasi mi, Allah aşkına bu demokrasi mi? Birleşik oy pusulasının olması lazım, nerede? Muhtarlık kanununda olacak, birleşik oy pusulası orada olacak. Dolayısıyla bağımsız, sadece sizin görev, yetki ve sorumluğunuzu belirleyen bir bağımsız yasanız olmalı ve bu da onlar içinde olmalı.  Değerli arkadaşlarım, muhtar seçilir gayet güzel. Yanında hiç çalışanı yoktur, izin bile doğru dürüst alamaz. Kapıyı kapattığı zaman, dükkanı yani kapattığı zaman vatandaş sizinle bağlantı kuramaz. Oysa size mutlaka bir büro görevlisi tahsis edilmek zorundadır. Ama bu büro görevlisi belediye başkanının arzusu üzerine değil. Çünkü siz bağımsız olmalısınız, yeri geldiğinde belediye başkanını da eleştirebilmelisiniz. Yasayla size bir büro görevlisi tahsis edilmek zorundadır. Ücretinin de genel bütçeden karşılanması lazım. Çünkü siz seçimle geldiniz. Sıradan, keyfi bir atamayla gelmediniz. Bugün bütün bakanlar atamayla geldi. O bakanların arkasında hiç kimse şunu söyleyemez onların arkasında halkın desteği var. Yok efendim. Beş tane bakan adı sayın desem sayamazsınız. Hepsi devlet memuru. Ama siz seçimle geldiniz, bir mahallenin, bir köyün iradesi var arkanızda. Dolayısıyla görevinizi yaparken yanınızda size destek olacak, sizin olmadığınız zaman da sizin yanınızda olacak, sizin adınıza işlerinizi takip edecek bir büro görevlisine ihtiyaç var. Yetiyor mu? Hayır. Mahallenin fakiri de gelir bulur sizi, mahallenin zengini de bulur sizi. Çocuğu üniversiteyi kazanmıştır veya bir sorunu vardır, askere gidecektir otobüs parası bulamaz ama gelir muhtara. Sizin niye bir bütçeniz yok, neden muhtarlığın bütçesi yok, neden bunu istemiyorsunuz? Bakın bütçenin önemi şu değerli arkadaşlarım. Diyeceksiniz ki, belki çoğu muhtar arkadaşım diyecek ki, efendim bütçeyi nereden bulacağız, nereden bize verecekler? Oturduğunuz her mahallede emlak vergisi ödeniyor mu? Ödeniyor. Nereye gidiyor? Belediyeye gidiyor. Siz de seçimle gelmediniz mi, bulunduğunuz mahalledeki binadan sizde sorumlu değil misiniz? Demek ki, emlak vergisinin en azından çok küçük bir rakamı muhtara bütçe olarak tahsis edilmeli. Eğer bir evde, çocuk bu akşam yatağa aç giriyor ve sizin haberiniz varsa o çocuğun karnını doyurmak muhtarın görevi olmalı, bütçesi olmalı. Ama bütçesi olması demek o parayı istediği gibi harcaması değil. Neden muhtarlık kanunu dedik? O bütçenin, bütçeye tahsis edilen bütçenin ve gelirinin denetlenmesi lazım. Yasaya uygun harcanması lazım. Keyfi harcama olmaz. Muhtar, bütçesini saydam bir şekilde; gelirim nedir, giderim nedir, ne kadar gelirim oldu, nerelere bu parayı harcadım mahalleye bunu duyurmak zorundadır. Dolayısıyla hani diyoruz ya saydamlık, diyoruz ya şeffaflık, diyoruz ya halka hesap verme, kamu size bir bütçe tahsis ettiyse o bütçeyi kamunun yararına harcadığınız sürece başımızın üstünde yeriniz var, hiçbir sorun yok.  Bir konu daha, bir mahallede kim fakirdir, kim zengindir bunu en iyi muhtar bilir, bir de mahallenin bakkalı bilir. Dolayısıyla sosyal yardımlar dağıtılacaksa ya muhtar aracılığıyla dağıtılmalı veya muhtarın talebi üzerine dağıtılmalı. Muhtarı devre dışı bırakıp sosyal yardım dağıtılamaz. O siyasidir. Bizim partiliye verelim, bu fakir ama bizim partiye oy vermedi ona vermeyelim. Bu olmaz. Buna hep birlikte karşı çıkacağız. Sağ elin verdiğini sol el görmeyecek, bunu en iyi muhtar sağlar. Çünkü size getirir listeyi verir; şu evde şunlar fakirdir, şu evde çocuklar var yeterince beslenemiyorlar. O olacak, bunları yapacağız, yapmak zorundayız. Komşusu açken tok yatan bizden değildir. Burada önemli bir şey var, çok önemli bir şey var. Nedir o? Komşusu açken diyoruz; yani aç olan komşunun kimliği önemli değil, inancı önemli değil, yaşam tarzı önemli değil, eğer açsa onun karnını doyuracaksın arkadaş. Kim? Muhtar doyuracak. Nasıl? Ona bütçe tahsis edeceksiniz. Nasıl? Belediye kısa süre içinde ulaşacak, kendi bütçesini aşıyorsa belediye o desteği sağlayacak. Dolayısıyla muhtarlık kurumunu bu çerçevede hepimiz dikkate almak zorundayız.  Başka bir şey daha var. Bazen bakıyorsunuz ki sizin mahalleyle ilgili bir karar alınmış, vatandaş belediye başkanına ulaşamıyor geliyor muhtarın kapısını çalıyor, nedir bu muhtarım diyor. Diyorsunuz vallahi haberim bile yok. Niye haberiniz yok, mahalleden sorumlu olan siz değil misiniz? Mahalleli sizi seçmedi mi? Doğal olarak mahalleli size gelmeyecek mi? O halde yapılması gereken, mahalleyle ilgili belediye meclislerinde bir karar alınacaksa o toplantıya muhtar mutlaka davet edilmeli, mutlaka söz hakkı verilmeli ve mutlaka oy hakkı olmalı. O zaman mahalleli gelip sizi bulduğunda, evet gittim, sizin hakkınızı savundum ya kabul edildi veya reddedildi bunu anlatabilirsiniz. Ama başka türlü anlatamazsınız.  Bir şey daha var. Belki çoğunuz bunu bilmiyorsunuzdur. Belediye kanununun 75.maddesi var, diyor ki orada “belediyeler belediye meclisi kararıyla kamu kuruluşlarıyla ortak proje geliştirebilirler.” Ama bu kanunda muhtarlık kamu kuruluşu sayılmıyor. Dolayısıyla muhtarlıklarla belediyelerin ortak proje geliştirmesi bu kanuna göre mümkün değil, bunun değişmesi lazım. Mahallenizle ilgili bir projeyi belediyeyle işbirliği halinde muhtar gerçekleştiremiyorsa ve yasa buna engelse buna dur dememiz lazım nerede? Muhtarlık kanununda dememiz lazım. Bu maddeyi kaldırmamız lazım. Muhtar geliştirdiği bir sosyal projeyi belediye başkanıyla birlikte hayata geçirebilmeli.  Başka? Belediyeler Birliği var, niye Muhtarlar Birliği yok? Türkiye Muhtarlar Birliği olmalı, yasal olarak olmalı. Muhtarların sesini bir Genel Başkan olarak ben değil, muhtarların sesini sizin seçtiğiniz bir başka muhtar kürsüye çıkıp bütün ayrıntılarıyla topluma aktarabilmeli. Bu dediklerim gerçekleşir mi? Niye gerçekleşmesin? En yaygın örgüt hangisi? Muhtarlık örgütü. Bütün köylerde var mısınız? Varsınız. Bütün mahallelerde var mısınız? Varsınız. Güç birliği yaparsanız bunların hepsi yasalaşır. Güç birliği yapmazsanız hepiniz kaybedersiniz. Kazanmak mı iyidir, kaybetmek mi iyidir? Güçlü olmak mı iyidir yoksa güçsüz olmak mı iyidir? Güçlü olmak istiyorsanız, bunları savunan iradeye kesinlikle destek vereceksiniz. Verebilirsiniz demiyorum, vereceksiniz diyorum. Vermek zorundasınız. Neden? Muhtarlığı demokrasinin temel taşı olarak görüyoruz. Muhtarlık ne kadar güçlü olursa memlekette demokrasi de o kadar güçlü olur. Her mahallede düşünebiliyor musunuz demokrasinin olduğunu? Her köyde düşünebiliyor musunuz demokrasinin olduğunu? O zaman muhtarlık kurumunun mutlaka güçlendirilerek yasalaştırılması lazım. Özel bir düzenleme olması lazım.  Değerli arkadaşlarım, sosyal adaletten ve cinsiyet eşitliğinden söz ediyoruz. Sosyal adalet. Ne demek sosyal adalet? Sosyal adalet şu değerli arkadaşlarım, anayasamızda var, “Türkiye Cumhuriyeti devleti demokratik, laik, sosyal hukuk devletidir, değiştirilmesi dahi teklif edilemez…” Sosyal devlet şudur, sosyal devlet fakirin yanında olan devlet demektir. Türkçesi budur. Sosyal devlet, komşusu açken tok yatan bizden değildir demektir. Sosyal devlet, güçlülerin yanında olan değil, fakirin yanında olan devlet demektir. Neden sosyal devlet diyoruz? Sosyal devlet dememizin nedeni şu, bir toplumda huzuru sağlamanın yolu sosyal devletten geçer. Ben varlıklıyım diyelim, milyarlarım var diyelim, hemen yanımda komşu üç çocuğu var üçü de işsiz, koca da işsiz, kadın da akşam tencereye koyacak bir şey bulamıyor. İki komşu arasında dağlar kadar fark var, gelir açısından fark var. Orada siz huzuru sağlayamazsınız. O size düşman olarak bakar, siz ona düşman olarak bakarsınız. Siz beyler gibi yaşarsınız, onun açlıktan nefesi kokar. Sosyal devlet nedir? Benden alacak… Nasıl? Vergiyle… Ona verecek. Ve dolayısıyla herkesin karnı doyacak. Eğer bir toplumda huzursuzluk varsa, bir toplumda işsizlik varsa, orada sosyal devlet anladığımız anlamda bir sosyal devlet değildir demektir. Sosyal devletin varlık nedeni yoksulu korumaktır, fakiri korumaktır. İhtiyaç sahibi insanın ihtiyacını gidermektir. Vergiyi de zaten devlet bu nedenle alır. Vergiyi alır sosyal devlet için, vergiyi alır yatırım için. Borçlanır sosyal devlet için, borçlanır yatırım için. Ama bunların da belli planları, programları vardır. Nereye ne yapılacağını önceden planlarlar. Bütün dünya böyle yapar. Şimdi biz bunu kaybettik. Bizde planlama yok. Eskiden Devlet Planlama Teşkilatı diye bir teşkilatımız vardı. Bir devletin, yani Türkiye Cumhuriyeti devletinin bir yılını, beş yılını, on yılını, elli yılını, yüz yılını planlardı ve dünyaya bakardı, dünya nereye gidiyor biz nereye gidiyoruz diye. Yatırımları nereye yapalım? Hakkari’ye mi yapalım, İstanbul’a mı yapalım? Hakkari’de işsizlik var, Rize’de işsizlik var, Rize’ye mi yapalım, Trabzon’a mı yapalım, yoksa Niğde’ye, Nevşehir’e mi yapalım ve hangi yatırımı yapalım? O bölgede çıkan doğal kaynaklar nedir, o doğal kaynaklara uygun fabrika mı yapalım? Kaç işsizimiz var, bunlara nasıl istihdam yaratırız? Bunu devlette bürokratlar yapar. Yani liyakat sahibi insanlar yapar. Devlette liyakatin olmasının nedeni de budur. Yani işi ehline teslim etmektir. İnancımız da bunu zaten zorunlu kılıyor. Bakın, inancımız da bunu zorunlu kılıyor. Ama devlette liyakat kalmadı, planlama kalmadı.  Şimdi şöyle bir tablo çizmek isterim. Özellikle kadın muhtarların toplantısında bu rakamları dile getirmemin nedeni kadının duyarlılığıdır. Erkekten daha duyarlıdır ve kadının sezgisi erkekten daha güçlüdür, riski kadın daha erken görür, o nedenle.  Birazdan vereceğim rakamların hiçbirisi bana ait değil, tamamı devlete ait rakamlar, devletin yayınladığı raporlardan alınmış rakamlar. Size o rakamları vereceğim.  Bugün 21.yüzyılın Türkiye’sinde 2020’ye girdiğimiz, yeni bir 10 yıla girdiğimiz Türkiye’de kişi başına aylık geliri 673 liranın altında olan kişi sayısı 8 milyon 647 bin 283 kişi. 673 lirayla nasıl geçinilir? Birinci sorumuz bu. Bunu vicdanınızın bir tarafına koyun.  2 bin liranın altında emekli aylığı alan, yani asgari ücretin altında emekli aylığı alanların sayısını vereyim 6 milyon 850 bin 513 kişi. Israr etmeseydik emekliye iki maaş ikramiyeyi o bile olmayacaktı. Ayda 2 bin liranın altında bin 500 lira, bin 800 lira, bin lira aylık alanları veriyorum ben size. Bu emekli nasıl geçinecek?  Ayda bin liranın altında dul ve yetim aylığı alan kişi sayısı 847 bin 643 kişi. Bin liranın altında dul ve yetim bu aylığı alıyor. Bu nasıl geçinecek, pazara nasıl gidecek?  2019’un yani geçtiğimiz yılın ilk 9 ayında bakanın verdiği rakam, bu ilk 9 ayında elektrik borcunu ödeyemeyen kişi sayısı 3 milyon 365 bin 784 kişi. Para olsa elektrik borcunu ödeyecek. Kışın ortasında elektrik borcunu ödeyemeyenin dramını düşünün, o aileyi düşünün, babayı düşünün, anneyi düşünün, çocukları düşünün.  Aynı dönemde doğalgaz parasını ödeyemeyen 710 bin 364 kişi.  İşsiz sayımız 8 milyonu aştı. Geniş tanımlı işsiz sayımız 8 milyonu aştı. Neredeyse her evde bir işsizimiz var. İşsizlikle ilgili en mustarip olan kişi de karşımda oturan beyefendi Sayın Ekrem İmamoğlu. Bir yere gitsin cepleri tıka basa dolar çocuğuma, kızıma, oğluma iş ver diye. Dolayısıyla hep beraber yaşadığımız tablo 21.yüzyılın Türkiye’sinin hak ettiği bir tablo değildir. Bu tabloyu da vicdanınızın bir kenarına koyun ve bunları anlatın lütfen.  Belki sizler hepiniz unuttunuz, soğuktan Konya’da camı kırık, kocası asker olan bir kadının çocuğu soğuktan öldü. Siz unuttunuz ama bu kardeşiniz bunu asla unutmaz. O çocuk hepimizin çocuğuydu. 21.yüzyılın Türkiye’sinde birileri beyler gibi yaşarken, kocası askerde olan bir kadının çocuğu soğuktan donuyorsa hepimizin oturup vicdanımızı sorgulaması lazım. Belki hepiniz unuttunuz, ben Kübra bebeği unutmadım, açlıktan öldü. 21.yüzyılın Türkiye’sinden söz ediyorum ortaçağdan söz etmiyorum. Oturup hepimizin düşünmesi lazım böyle bir Türkiye mi güzel, yoksa herkesin mutlu ve huzurlu olduğu bir Türkiye mi güzel? Her çocuğun karnının doyduğu bir Türkiye mi güzel? Ağalar, beyler gibi yaşamak, öbür taraftan da bir grubun yoksulluk zinciri içinde yaşamasını sağlamak siyaset midir bunu da oturup bir düşünün. Siyaset nedir?  Değerli arkadaşlarım, bir ülke üretmeden büyümez. Yani alın teri dökmeden bir ülke büyümez. Alın teri dökeceksiniz, çalışacaksınız, üreteceksiniz. Allah aşkına dışarıdan saman getiriyoruz. İki Trakya büyüklüğünde alan ekilmiyor. Sizler belki çoğunuz Yozgat’ın kokulu mercimeğini bilmezsiniz, yeşil mercimeğini. Bütün dünya bilir. Mercimeği yok ettik, dışarıdan mercimek getiriyoruz niçin? Bunu da sormak zorundasınız kendinize. Bana değil vicdanınıza sormak zorundasınız. Bizi dinleyen herkesin de bu soruyu sorması lazım. Ben size Türkiye’nin gerçeklerinden söz ediyorum, başka bir ülkeden söz etmiyorum. Afrika’daki bir ülkeden söz etmiyorum, 21.yüzyılın Türkiye’sinden söz ediyorum. İşsizlik sorunu en temel sorundur. İşsizlik bütün kötülüklerin anasıdır. İşsizlik dramını en derinden yaşayan evdeki kadındır. Oğlum, kızım iş bulursa rahat edeceğim diyor. Oğlum, kızım iş bulamazsa ben ne yapacağım diyor. Tıpkı o çocuğu doğduğu zaman çocuk hastalanırsa o anne hastadır, çocuk gülerse anne de güler. Çocuğun eli ekmek tutarsa anne de mutludur. “Her üniversite mezunu iş bulacak diye bir kural yok...” Hayır efendim, kural her üniversite mezunu dahil çalışma çağına gelen herkes dahil herkesin alın teri dökme hakkı vardır, mecburiyeti vardır. Nasıl kazanacak, nasıl yaşayacak bu? Birilerine iş bulacaksın, birileri sürünecek, olmaz. Buna birlikte karşı çıkacağız. Neden diyoruz güçlü bir sosyal devlet olsun? Sosyal devlet bunun için vardır. Kaynağınızı yerinde ve insan için kullanacaksınız, parayı insan için kullanacaksınız, insanın geleceği için kullanacaksınız. “Kanal İstanbul yapacağım…” Yap kardeşim hangi parayla yapacaksın? Aç çocuğun karnını doyurdun mu, işsize iş buldun mu? Paran varsa bunlara versene, fabrika kursana, çiftçiye desteği versene. Çiftçi üretsin, dışarıdan et alıyoruz, saman alıyoruz, canlı hayvan alıyoruz, mercimek alıyoruz, nohut alıyoruz, mısır alıyoruz almadığımız hiçbir şey yok. Peki bizim çiftçilerimiz? Toprak var, Allah’a şükür güneşimiz var, Allah’a şükür suyumuz var, alın teri döküyor. Gençlerimiz taşı sıksa suyunu çıkaracak. Ama yapamıyorlar, elleri kolları bağlı. Birlikte mücadelenin ve Türkiye’nin sorunlarına birlikte çözüm üretmenin ne kadar değerli olduğunu bilmemiz lazım. Bunların sağcılıkla, solculukla da bir ilgisi yoktur onu da söyleyeyim. İnsana hizmet ediyorsan en değerli siyasetçi sensin. İnsana değil de birilerine hizmet ediyorsan bu olmaz.  Değerli arkadaşlarım, bakın son günlerde İstanbul Üniversitesinde öğrenciler var. Bunlar bizim çocuklarımız, o anne, baba bu çocuğunu üniversiteye göndermek için neler yapmadı ki. Yemedi yedirdi, giymedi giydirdi aman çocuğum üniversiteye gitsin, aman okusun, aman iyi bir iş bulur inşallah dedi. Üniversiteyi kazandığı zaman sevindi, hala boğazından keser gönderir. Bu çocukların sabah kahvaltısını kestiler. Yemeklerini kesiyorlar. Bunlar bu memleketin çocukları, yani tasarruf yapa yapa üniversite öğrencisinin yemeğine, kahvaltısına mı sıra geldi? Tasarruf yapacaksan yap sarayında yap tasarrufu kardeşim. Üniversite öğrencisinin tasarrufu mu olur? Bakınız geldiğimiz nokta, bir şey daha söyleyeceğim, bunu da vicdanınızın bir köşesinde tutacaksınız. 21.yüzyılın Türkiye’si Londra’daki bir avuç tefeciye teslim edildi ekonomik olarak. Diyeceksiniz ki nasıl teslim edildi? Son 2019’un 11. ayına kadar toplam 17 yılda Londra’daki bir avuç tefeciye Türkiye Cumhuriyeti devletinin ödediği faizi vereceğim size. 163 milyar 691 milyon. Ne diyorlardı? “50 milyon dolar para bulamadık, tank palet fabrikasını Katarlılara verdik...” Tefeciye gelince 163 milyar dolar. Saniyede ödediğimiz faiz ne kadar biliyor musunuz? Bu rakam büyüklüğünü belki yeteri kadar vatandaşlarımız kavrayamayabilirler. Saniyede ödediğimiz faiz 585 dolar, bir saniyede ödediğimiz faiz Türkiye Cumhuriyeti devletinin. Bir dakikada ödediğimiz faiz 35 bin 120 dolar. Bir saatte ödediğimiz faiz 2 milyon 107 bin 220 dolar. Bir günde ödediğimiz faiz 50 milyon 573 bin 302 dolar. Bir ayda ödediğimiz faiz 1 milyar 535 milyon 589 bin 363 dolar. 1 yılda ödediğimiz faiz 16 milyar 891 milyon 483 bin dolar. Niye bu kadar faiz ödüyoruz? Dünyanın borcunu aldık, nereye gitti bu para? Nasıl oluyor da hala 8 milyonu aşkın işsizimiz var? Nasıl oluyor da hala 8,5 milyona yaklaşan insanlarımız ayda 673 liranın altında gelir elde ediyorlar? Nereye gitti bu para? Bunu siz sormak zorundasınız. Bu ülkenin kadınları bunu sormak zorundadır. Soracaksınız ki, doğruyu bulalım. Analiz edeceksiniz. Adalet adalet diyoruz, adalet güzel, kavram olarak çok güzel. Adaleti vicdan terazisine vurmazsanız bir söz olarak kalır. Adaleti vicdan terazisine vuracaksınız. Ne diyor? Hakim, kanuna ve vicdanına göre karar verir diyor. Vicdan çok önemli bir kavramdır. Peki nasıl oluyor da bu ülkenin 82 milyonu Londra’daki bir avuç tefeciye çalışır? Bu kadar faizi niye ödüyoruz biz? Bunların çoğunu biz söyleriz, çoğunu yazmazlar, çoğunu söyleriz sesimizi duyuracak mekanı kısarlar. Bunlar konuşuyor aman kimse duymasın diye. Ama siz bunları bilmek zorundasınız, siz seçimle geldiniz ve en önemli özelliğiniz sezginiz ve kadın olmanız. Sorunu bilin. Çözüm? Beraber üreteceğiz çözümü. Bu ülke sahipsiz değil diyeceğiz. Beraber üreteceğiz. Hak yemeyen, Türkçesi kul hakkı yemeyen bir siyasal anlayışa ihtiyacımız var. Siyasetçi nedir? Siyasetçi halkı için çalışır, siyasetçi vatandaşın ödediği her kuruşun hesabını millete vermek zorundadır. Bütün demokrasilerde kural budur. Ben parayı harcarım kimse bana hesap soramaz. Neresi burası? Türkiye. Buna engel olacaksınız, hayır diyeceksiniz. Benim çocuğum niye işsiz, niye benim çocuğum işsiz? Niye komşumun çocuğu gece aç yatıyor? Bu fakir fukaralık nedir diye hepimizin sorması lazım.  Bir şey daha, İstanbul’da yaşıyorsunuz gayet güzel. Dünyanın en güzel kenti. 12,5 yıl ben İstanbul’da yaşadım, üç çocuğum da İstanbul doğumlu, Zeynep Kamil Hastanesinde doğdular. İstanbul’u bilirim, olağanüstü güzel bir kent. Ama bu kenti daha da güzelleştirmek mümkün. İstanbul’da yaşayıp denizi görmeyenler var. İstanbul’da yaşayıp boğazın ne olduğunu bilmeyen çocuklarımız var. İstanbul’da yaşayıp ya ben İstanbul’da mı yaşıyorum hala köyümdeyim diyen kadınlarımız var. O açıdan İstanbul’un üzerine özel olarak titriyoruz. Sayın Başkan da özel olarak İstanbul’un üzerine titriyor. İstanbul güzel ama İstanbul’da da büyük dramlar yaşanıyor. Ben Türkiye’nin içindeki dramları bir tarafa bıraktım işsizlik, yoksulluk vs. bir Suriyeli gerçeği var. Binlerce Suriyeli gerçeği var. Suriyeli gettoları oluşmuş vaziyette. Şu soruyu kendi vicdanınızda sorun, bu dış politikanın, bu Suriye politikasının kazananı kim? Kim kazandı, Türkiye buradan ne elde etti? Türkiye ne kazandı buradan? Ben Ortadoğu bataklığına girmeyin dediğim zaman koro halinde beni suçladılar; Ey Kılıçdaroğlu sen vatan hainisin, sen şöylesin, sen böylesin diye bir sürü laf ettiler. O ayrı oraya geleceğim. O noktada hayır diyemezsiniz zaten. Orada çocuklarımız var, orada askerlerimiz var, orada sivil toplum örgütleri var. Bakın orada Suriyeli çocuklara, Suriyeli kadınlara hizmet eden sivil toplum örgütleri var. Onların bir çatışma ortamı içinde olmasını asla doğru bulmayız. O noktada yaşadığımız dış politikanın faturası ağır oldu. Dedim ya dünyanın faizini ödedik. Efendim 40 milyar dolar ödedik. Gerekirse 40 milyar dolar daha ödeyeceğiz diyorlar. Ödeyeceksin zaten. Bulmuşsun milleti, milletin sesi çıkmıyor, habire öde. Niye ödesin arkadaş? Şimdi İdlib’den geldiler, 40 bin kişi geldi, 40 bin daha gelecek, geçen Sayın Bakana sordum kaç kişi gelir? 1 milyon kişi. Bazıları da 2 milyon kişi diyorlar. Sayı az, Suriyelilerin bari toplamını getirseydiniz buraya. Nasıl olsa hepimiz bakacağız bunlara. Peki bu dış politikadan bizim bir kazancımız yoksa kimin kazancı oldu? Suriye’nin petrol yataklarını kim ele geçirdi? Hiç bu soruyu sormuyor musunuz kendinize? Amerika ve Rusya oraya yerleşmedi mi? Taşeronluğunu kim yaptı? Bize yaptırdılar. Egemen güçlerin bir özelliği vardır, egemen güçler ateşi kendi elleriyle tutmazlar. O ateşi tutacak maşa bulurlar. Suriye’deki maşa da Türkiye’dir. Niye bu gerçeği kabul etmiyoruz ve bu gerçeği niye anlatmıyoruz. Biz Suriye’ye niye girdik? Kaç kişi öldü biliyor musunuz çoluk, çocuk, kadın, erkek, yaşlı genç? Yüzbinlerce kişi öldü. Sadece 6,5 milyonu Türkiye’de. Ayrıca göç ettiler. Avrupa dünyanın hemen hemen her ülkesine gittiler. Bunu da bizim sorgulamamız lazım, hep beraber sorgulamamız lazım. Türkiye bunları hak etmiyor. Türkiye’de biz demokrasi istiyoruz, Türkiye’de huzur istiyoruz, Türkiye’de adalet istiyoruz. Ortadoğu’yla tarihsel bağlarımız var bizim. Hiçbir Türkiye Cumhuriyeti hükümeti son 17 yıldan önce Ortadoğu’daki bir işe bulaşmadılar. Hep yukarıdan baktılar. Bakın Irak’la İran arasında savaş oldu, 8 yıl sürdü, 80’de başladı savaş 88’de bitti. İki ülkenin de güvendiği tek ülke vardı Türkiye. İkisi savaşıyorlardı ama ikisi de Türkiye’ye güveniyorlardı. Türkiye Ortadoğu’da hakem konumundaydı. Orada bir sorun çıkarsa gelir Türkiye’nin kapısını çalarlardı, gel böyle bir derdimiz var biz bunu çözmek zorundayız diye. Şimdi Türkiye taraf oldu, hakem rolünü kaybetti.  Şimdi çocuklarımızı Libya’ya gönderiyorlar. Niye Libya’ya gidiyoruz? Fizan’ı duymuşsunuzdur günlük dilimizde de vardır Fizan. Seni Fizan’a süreceğim diye çok söyleriz. Fizan Libya’daki çöldür. Bizim askerlerin orada ne işi var? Ne işi var bizim askerlerin Libya’da? Hangi gerekçeyle gidiyoruz biz oraya? Diyorsanız orada bir sorun var. Evet orada bir sorun var. Bu sorun çözülmeli mi? Evet çözülmeli. Müslüman kanı akıyor mu? Evet Müslüman kanı akıyor. Nasıl çözeriz? BM diyor ki, ben mevcut hükümeti destekliyorum ve tanıyorum ulusal mutabakat hükümetini. O zaman gidersin dersin ki BM’ye kardeşim burada kan akıyor, senin de Barış Gücün var gönder buraya Barış Gücünü, Libya’da huzuru sağlasınlar kan akmasın. Bunları da biz ayrıca Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak gelelim barıştıralım. Bu da yetmezse gidersin Arap Birliğini çağırırsın, devasa bir Arap Birliği var çağırırsın dersin ki elçilerini gönderirsin, büyükelçileri gönderirsin, bakın burada böyle bir sorun var bu sorunu çözmemiz lazım Arap Birliğinin yeni bir rol üstlenmesi lazım. Bunları yaparsın. Diplomasiyi kullanmıyorlar. Diplomasi farklı bir şeydir değerli muhtar arkadaşlarım diplomasi farklıdır. Savaş diplomaside en son çaredir. İlk çare değil en son çaredir savaş. Çünkü savaş Atatürk’ün deyimiyle “zorunlu olmadıkça bir cinayettir” der savaş için. Savaşın da kazananı olmaz. İnsanlar hayatlarını kaybederler. Bunu söyleyen kişinin yani “savaş zorunlu olmadıkça bir cinayettir” diyen kişinin bütün hayatı savaş meydanlarında geçmiş, savaşın bütün acılarını yaşamış bir kişi. Devleti yönetenlerin önce kendi tarihlerini bilmesi lazım. Devleti yönetenlerin devlette liyakat nedir bu kavramı bilmeleri lazım. Büyükelçi sıradan bir insan değildir. Türkiye Cumhuriyetinin bayrağını arabasında üç kişi taşır. Başbakan taşıyamaz, Bakanlar taşıyamaz, Ana Muhalefet Partisinin Genel Başkanı taşıyamaz. Kim taşır? Cumhurbaşkanı taşır, Büyükelçi taşır, vali taşır. Büyükelçi o nedenle diğer ülkelerle olan bütün ilişkilerimizde Türkiye Cumhuriyeti devletini temsil eder. Ahlakını, erdemini, bilgisini, tarihini, kültürünü, her şeyini temsil eder.  Peki size bir soru, çikolata kutusunda rüşvet alan bir kişiyi büyükelçi tayin ederseniz o ülkenin vatandaşı size nasıl bakacak? Nasıl bakacak Türkiye Cumhuriyetine? Veya 1 milyon dolarlık rüşvet aldı diye rüşvet alan kişiyle ilgili mahkemede tutanaklar var, senetler var, bunları siz büyükelçi tayin ederseniz Türkiye’nin itibarı ne olacak? Ben buna isyan ediyorum, itiraz ediyorum. Ama ben istiyorum ki bu ülkede hiçbir parti ayrımı gözetmeksizin herkes isyan etsin. Bu ülkenin bir şanı, bir şerefi var, bu ülkenin bir kültürü var, bu ülkenin bir tarihi var. Bizim tarihimiz kadim bir tarihtir. Bizim sınırlarımız pergelle çizilmiş değildir. Bizim sınırlarımız yani Türkiye Cumhuriyeti devletinin sınırlarını kan dökerek aldık. Her karış toprağında şehit kanları vardır. Nasıl oluyor da Türkiye bu noktaya geliyor? Bunları hepimizin düşünmesi lazım. Dolayısıyla bu sorun ciddi bir sorundur ve bu soruna hep birlikte eğilmemiz gerekiyor. Suriye politikası böyle.  Şimdi bakın değerli arkadaşlarım, Kasım Süleymani öldürüldü. İran’ın önemli bir askeriydi. Ortadoğu politikasında da etkin bir kişiydi ve bu öldürüldü. Şimdi Ortadoğu’da yeni bir kanlı sayfa açılabilir. Benim isteğim, Türkiye’nin Ortadoğu politikasını 180 derece değiştirip barış eksenli bir çizgiye oturtmasıdır. 180 derece değiştirmesi lazım. Ortadoğu bir bataklıktır. Hiçbir hükümet Ortadoğu bataklığına girmemiştir. Hep yukarıda kalmıştır ve hep hakem rolünü üstlenmiştir. Bataklıktan şimdi çok tehlikeli sinyaller geliyor. Bütün dünya diken üstünde, herkes Ortadoğu’ya bakıyor ve bu konuda son derece dikkatli ve tutarlı bir politikaya ihtiyacımız var. Amerika’nın yaptığı da yanlıştır. Bir ülkenin komutanını siz öldürüyorsunuz. Bu ülkeler arası bir çatışmaya zemin hazırlamaktır, diplomasiyi yok etmektir bu. O da yanlış. Dediğim gibi çatışma en son başvurulacak şeydir. Diplomasi değerli bir şeydir. Oturulup konuşulması lazım, tartışılması lazım, sorunların çözülmesi lazım, bu bağlamda bakılması lazım. Ve bizler bütün bunları dikkate almak zorundayız.  Bir şey daha söyleyeyim sözlerimi bitireyim. Siyasete girecek kişinin temiz olması lazım. Siyaset kirliliği kabul etmez. Çünkü kirli olduğunuz andan itibaren başkaları sizin kirliliğinizi şantaj olarak kullanır. Neden söylüyorum bunu? Eğer bir ülkenin, güçlü egemen bir ülkenin lideri kalkıp da sizin ülkenizdeki bir siyasetçiye “bak beni kızdırma senin malvarlığını araştıracağım” dediği andan itibaren, malvarlığı araştırılacak olan kişi çıkıp da “sen kim oluyorsun da benim malvarlığımı araştırıyorsun, araştırmıyorsan namertsin, bu millete verilmeyecek hesabım yoktur” diyebiliyorsa onun alnından öpersiniz, evet dersiniz bu doğrudur. Ama bu tehdide ve şantaja karşı tek laf etmiyorsa o zaman oturup düşünmemiz lazım. O vicdan terazisine koymanız lazım bunu. Niye dedim? Siyaset kirliliği kaldırmaz. Kirli siyaset toplumun başına felaket açar, sadece onun başına değil. Ahlaklı olmak, temiz olmak, hesap vermek, hesap vermeyi onurlu bir görev olarak kabul etmek, hesap vermeyi onurlu bir görev, namuslu bir görev olarak kabul etmek, mal bildirimini açıkça bütün millete duyurmak, benim malvarlığım budur arkadaş diyeceksiniz. O zaman bu ülke gerçek anlamda demokrasiyi yakalamış olur. O zaman bu ülke gerçek anlamda sosyal devleti yakalamış olur. O zaman bu ülkede gerçek anlamda vatandaş ödediği vergilerin hesabını öğrenmiş olur benim ödediğim para nereye gitti diye. Belki muhtar kardeşlerim diyecek ki bizim vergi dairesinde kaydımız yok, dolayısıyla biz vergi ödemiyoruz. Hayır efendim. Çocuk doğduğu andan itibaren vergi öder. Emzik alırsınız vergi verirsiniz, süt alırsınız vergi verirsiniz, ekmek alırsınız, dolmuşa binersiniz, hayatınızın her alanında vergi vardır. Teneffüs ettiğiniz havada şimdilik vergi yok. Onun dışında vergi vardır. Vergi veriyoruz. Kime veriyoruz? Bu ülkenin refahı için kullanmak üzere iktidara veriyoruz. İşsizliği önlemek için, yoksulluğu önlemek için, yeni fabrikalar kurması için, Türkiye’nin saygınlığını artırması için para ödüyoruz. Ama bize hesabı verilmiyor. Soruyoruz diyorlar ya köprü yaptık, yol yaptık havaalanı. Ben diyorum ki, çok güzel yaptınız, eyvallah itirazımız yok ama bir şeyi öğrenmek istiyorum ben vatandaş olarak. Neyi öğrenmek istiyorsun? Bunları kaça yaptın diyorum. Alıyorum bir bardak su, fiyatı belli. Kaça yaptın bunu? Efendim o gizlidir size veremeyiz. Niye gizli? Benim ödediğim vergiyle sen ona garanti veriyorsan neresi gizli bunun? Çünkü malı götürmüşler de açıklamak istemiyorlar.  Efendim hepinize yürekten teşekkür ediyorum. Muhtarlar için başlangıçta söylediklerimi sakın unutmayın. Muhtarlar için özel yasa, muhtarlar için özel görevli, muhtarlar için birleşik oy pusulası gibi, muhtarların bütçelerinin olması gibi temel noktaları asla hiçbir muhtar arkadaşım unutmasın. Bunların arkasında ben duracağım, biz duruyoruz. Bununla ilgili kanun teklifimizi verdik. Kim hangi partiden birisi gelirse milletvekili arzu ederseniz onu size internet ortamında da o kanun teklifimizi size gönderebiliriz, bakabilirsiniz. Eksiğimiz olabilir, söyleyin burası eksik, düzeltiriz. Yanlışımız olabilir, söyleyin burası yanlıştır, düzeltiriz. Dediğim gibi biz her şeyi en iyi biz biliyoruz anlayışında değiliz. Biz beraber, birlikte en güzeli yakalamak zorundayız.  O nedenle hepinize şükran borçluyum, hepinize teşekkür eder, saygılar sunarım

Gündem'den Öne Çıkan Haberler