24.08.2019

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, BURHANİYE 30. KÜLTÜR SANAT FESTİVALİ'NDE KONUŞTU (23 AĞUSTOS 2019)

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, BURHANİYE 30. KÜLTÜR SANAT FESTİVALİ'NDE KONUŞTU
(23 AĞUSTOS 2019)
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Balıkesir'in Burhaniye ilçesinde Demokrasi Parkı'nın açılışını gerçekleştirdi.


Demokrasi Parkı'nın açılış töreni sonrasında Burhaniye 30. Kültür Sanat Festivali'ne katılan Genel Başkan Kılıçdaroğlu, burada yaptığı konuşmada şunları söyledi: Bir tatil beldesindeyiz, hepiniz tatildesiniz, güzel bir beldedesiniz. Dolayısıyla huzur içinde güzel bir tatil geçirmenizi yürekten diliyorum.


Elbette ki, belediye başkanlarımız, il başkanlarımız, ilçe başkanlarımız burada, milletvekillerimiz burada, Genel Başkan Yardımcılarımız burada, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinden değerli milletvekili arkadaşımız da burada.
Az önce bir Demokrasi Parkını açtık. Demokrasi, hepimizin ihtiyaç duyduğu temel bir kavram. Ne demek demokrasi? Eğer biz burada kültürden, eğer biz burada sanattan, eğer biz burada insanlıktan, düşünce özgürlüğünden, hukukun üstünlüğünden söz edeceksek önce demokrasi demek zorundayız. Demokrasi sürekli gelişen bir kavram; şimdi katılımcı demokrasiden söz ediyoruz, yani bir kişiyi seçmek ve o kişiyi seçildiği makama getirmek tek başına demokrasi değil. Bir kişiyi seçersiniz, tek başına gelir makama oturur; ama hiçbir güç dinlemez, hukuk dinlemez, hak dinlemez, adalet dinlemez ve biz seçtik demokrasi var. Hayır öyle bir demokrasi yok dünyada. Demokrasi, güç verdiğimiz kişinin gücünü kontrol etmektir. Güç verirsiniz, yetki verirsiniz ama o yetkiyi hukuk içinde kullanır, hukukun üstünlüğü içinde kullanırsa o zaman demokrasi var demektir. Bir kişiye yetki verdik diye yetkiyi sınırsız olarak kullanamaz. Hatırlar mısınız bir reklam vardı “kontrolsüz güç, güç değildir” diye. Güç akılla, mantıkla ve kontrolle güç haline gelebilir. Eğer bir gücü kontrol edemezseniz o güç bir süre sonra toplumu baskı altına almaya başlar. Demokrasilerde sandık koyarız, vatandaşlar gelirler oylarını kullanırlar. Kimi seçerler? Bazen muhtar, bazen belediye başkanı, bazen belediye meclis üyesi, bazen il genel meclis üyesi, bazen Genel Başkan, bazen bakanlar, bazen milletvekilleri, bazen TBMM Başkanları seçimle gelirler. Ama seçimle gelenlerin, hangi makama gelirlerse gelsinler seçimle gelenlerin görevleri yasalarla belirlenmiştir, evrensel kurallarla belirlenmiştir. O kurallara seçimle gelenin uyması lazım. Kurallara seçimle gelen uyduğu zaman hukukun üstünlüğü dediğimiz kavram güçlenmiş olur. Yani güce sahip olan kişi gücünü hukuk içinde kullanmış olur. Biz Türkiye’de bunu arzu ediyoruz. Bir kişiye yetki verdik diye yetki verdiğimiz kişi başımıza kakmamalı, yetki verdiğimiz kişi toplumu baskılamamalı, yetki verdiğimiz kişi yargıyı baskılamamalı. Yetki verdiğimiz kişiyi sınırlayan nedir? Hukukun üstünlüğü, yani yargıdır. Yargıya kimse emir ve talimat veremez. Biz buna güçler ayrılığı diyoruz. Yasama organı TBMM’dir, kimse kendisini TBMM’nin üstünde göremez. Yürütme organıdır yani Türkiye’yi yönetenlerdir. Türkiye’yi yönetenler de yasalara uymak zorundadırlar. Dolayısıyla birisinin gücünü bir başka güç dengeli bir güç kontrol etmek zorundadır. Biz buna demokrasi diyoruz. Nasıl? Çağdaş demokrasi diyoruz. Güç verdiğimiz kişiler ellerinde yetki olmakla beraber bazen belli konularda yine halkın bilgisine başvururlar. Örneğin, diyelim ki bir belediye başkanı bir yerde imar değişikliği yapacak, orayı imara mı açsın yoksa orayı yeşil alan, park mı yapsın? Ne yapar? Kararı var, yetkisi var belediye meclisinden bu kararı alabilir. Ama 21.yüzyılda katılımcı demokrasiden söz ediyoruz. Dolayısıyla belediye başkanı diyebilir ki, ben mademki bu kentte insanlara hizmet edeceğim, o zaman buraya park mı yapalım yoksa gökdelen mi yapalım halkın bilgisine sunmak isterim. Bunun adı da referandumdur. Yani sonuçta gelir size sorarlar. Yani katılımcı demokrasi dediğimiz budur. 21.yüzyılın demokrasi anlayışı katılımcı demokrasidir. Yani insanlar yetkileri olduğu halde o yetkinin nasıl kullanılacağı konusunda kendisini seçen insanlara ayrıca düşünce olarak başvurma ihtiyacı duyarlar. Dolayısıyla kurallar anayasalarla belirlenir, şu anayasayla, 1982 darbe anayasası. Fakat bu anayasanın önemli maddeleri değiştirildi. Ne zaman? Rahmetli Bülent Ecevit AB’yle uyum süreci içinde 65 maddesini değiştirdi. Ve bu anayasaya göre güçler ayrılığı ilkesi vardır, yasama, yürütme ve yargı dediğimiz üç erk vardır ve bu üç erkin birbirinden üstünlüğü yoktur ve bunlar birbirlerini hukukun üstünlüğü çerçevesinde denetlerler. Ve yine bu anayasanın 68. maddesine göre “ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur” diyor ve devam ediyor, “suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.” Yani kimin suçlu olup olmadığına kim karar verecek? Ben mi karar vereceğim, başbakan mı karar verecek, meclis başkanı mı karar verecek, belediye meclis üyesi mi karar verecek, bir partinin Genel Başkanı mı karar verecek? Kimin suçlu olup olmadığına kim karar verecek? Dünyanın bütün demokrasilerinde ve insanlığın tarihine baktığınızda kimin suçlu olup olmadığına hep hakimler karar vermiştir. Eskiden kadı derdik, şimdi hakim diyoruz, bazen yargıç diyoruz. Kimin suçlu olup olmadığına bunlar karar verirler. Dolayısıyla devletin yapılanması içinde herkesin bir görevi vardır ve herkes görevini yapmak zorundadır.
Şimdi düşünün, bir kişiye yetki vermişsiniz her türlü yetki var onun elinde ve suçluyu o kişi tayin ediyor. O kişi tayin ediyorsa orada hukukun üstünlüğünden söz edemeyiz, orada hukukun üstünlüğü yoktur. Hukukun üstünlüğü kavramı nedir? Az önce söyledim hukukun üstünlüğü yani kişinin üstünlüğü değil, kişinin iradesi değil, hepimizin ortak iradesidir aslında bir anlamda hukukun üstünlüğü, evrensel kurallar içerir. Yani Amerika’da da, Japonya’da da, Güney Kore’de de, başka bir ülkede de yani bütün demokrasilerde aynı kavramdır aslında hukukun üstünlüğü. Yani insanların haklarını koruyan hukuk demektir hukukun üstünlüğü. Yani doğanın haklarını koruyan hukuk demektir hukukun üstünlüğü. Benim hakkımı koruyabildiği gibi benimle hiçbir zaman aynı şekilde düşünmeyen insanın da hakkını koruyan bir sistem varsa orada biz hukukun üstünlüğünden söz ediyoruz.
Peki seçimleri nasıl yapıyoruz? Yargıç güvencesinde yapıyoruz seçimleri, neden? Seçimler tarafsız olsun diye. Giderim ben veya içinizden herhangi bir arkadaşımız; ister muhtar, ister belediye meclis üyesi, ister il genel meclis üyesi, isterseniz milletvekili veya belediye başkanı… Seçime giriyoruz, sandığı koyuyoruz ama her önüne gelen gidip aday olamıyor, onun da kuralı var. Nedir kural? Bir, gideceksin savcılığa başvuracaksın, bana bir iyi hal kağıdı verin diyeceksin. Yani benim suçlu olup olmadığıma dair devletin kayıtlarında bir bilgi varsa o bilgiyi bana ver. Eğer benim temiz kağıdım varsa, yani benim bir suçum yoksa o kağıdı ver, gidip milletvekili olacağım, belediye başkanı olacağım, muhtar olacağım, seçime katılacağım, birinci kuralı.
İkinci kuralı nedir? Bu kağıdı alıyoruz, ama Yüksek Seçim Kurulu dediğimiz hakimlerden oluşan, yani Yargıtay’dan, Danıştay’dan gelen hakimlerden oluşan bir kurul var, hepsi yüksek hakim. Bunlar da diyorlar ki; o kişi savcılıktan temiz kağıdı aldı, ama bir bakalım bu gerçekten bu niteliklere sahip bir aday mıdır, değil midir? Onlar da bakıyorlar, kontrol ediyorlar. Sonra siz eğer seçime girmeye hak kazanıyorsanız Yüksek Seçim Kurulu bunun altına mührü basıyor, evet sen aday olabilirsin diyor ve gidiyorsunuz seçime katılıyorsunuz. Katıldıktan sonra da kazanırsanız ister muhtar, ister belediye başkanı, ister milletvekili, ister belediye meclis üyesi herhangi bir göreve gelmiş oluyor. Kim? Halk sizi getirmiş oluyor. Ne içinde? Hukukun üstünlüğü kuralları içinde.
Durum böyleyken, az önce okudum anayasanın 68. Maddesi, “hiç kimse yetkili organ dışında bir başka kişiyi suçlu ilan edemez diyor” bu anayasa. Evrensel kuraldır. Dünyada kimin suçlu olup olmadığına sadece ve sadece hakimler karar verir, yani yargıçlar karar verir. Yani onun dışında hiçbir kişi ister cumhurbaşkanı, ister sade vatandaş olsun, hangi makamda olursa olsun sen suçlusun diyemez. Buna biz masumiyet kuralı diyoruz. Yani herkes aslında ilke olarak masumdur. Dolayısıyla bu kuraldan yola çıkılır.
Belediye Başkanı olarak seçildiniz, göreve başladınız, geldi İçişleri Bakanı dedi ki, kusura bakma ben seni görevden alıyorum. Niçin görevden alıyor ve hangi gerekçeyle görevden alıyor? Ve siz demokrasi diyorsanız, siz insan hakları diyorsanız, siz seçimle gelen bir kişiyi nasıl olup da o makamından alıyorsunuz. Bu hukuka aykırıdır, demokrasiye aykırıdır. Kuralı budur. Bana soruyorlar, neden itiraz ediyorsun? Hukuk için itiraz ediyorum, insan hakları için itiraz ediyorum, yanlıştır diyorum. Sizinle aynı görüşü paylaşmayabilir, sizinle aynı dünya görüşünü paylaşmayabilir, ama demokrasi varsa demokrasi sadece benim için değil, sadece Cumhuriyet Halk Partisi için değil, demokrasi bu ülkede 82 milyon yurttaşın en temel hakkıdır. Benim gibi düşünmeyebilirsiniz, benimle aynı görüşü paylaşmayabilirsiniz, benimle aynı partiden olmayabilirsiniz ama demokrasi varsa, halkın iradesi varsa, halkın iradesiyle seçilen kişiye saygı göstermek zorundasınız.
Şu da çok önemli, “ben seçildim istediğimi yaparım...” Hayır. İster belediye meclis üyesi ol, ister il genel meclis üyesi, ister milletvekili, ister belediye başkanı, ister cumhurbaşkanı. Hangi görevde olursanız olun, ben istediğimi yaparım diyemezsiniz niçin? Sizi hukuk sınırlar. Sizin göreviniz vardır ve bu kurallar içinde görevimizi yapmak zorundasınız. Ve siz bu kurallar içinde görev yaptığınızda sizi yargı denetleyebilir. Yargı denetler, bağımsız yargı denetler bağımlı yargı değil. Bağımsız yargı denetler, sizin suçluluğunuz kesinleştikten sonra ancak siz o kişiye dersiniz ki, kusura bakma ben seni görevden almak zorundayım, çünkü sen yasaların öngördüğü kurallara uymadın dersiniz.
Şimdi böyle bir olay var mı? Hayır. Ne diyorsunuz? Seçimle geldim. Ne zaman? 4 ay önce. Şimdi görevden alıyorum. Niçin? Seni beğenmiyorum. Niçin? Şunları yaptın diye. Peki mahkeme kararı var mı? Hayır, mahkeme kararı yok ama ben alırım diyor. Ben seni tutmam. Hatta seçimlerden önce seçilirseniz daha başlamadan ben sizi görevden alırım diyor. Kimsin sen, sana bu yetkiyi kim verdi? Anayasa mı? Hayır. Evrensel kurallar mı? Hayır. Hangi kişi sana bu yetkiyi verdi? Demokrasi diyoruz. Demokrasi işte budur arkadaşlar. Demokrasi budur. Herkesin hakkını, hukukunu ve adaletini korumaktır.  
Ben ve arkadaşlarım, AK Partinin belediye başkanları istifaya zorlandıklarında ve zorla istifa ettirildiklerinde itiraz ettik, onları siz seçmediniz millet seçti dedik. Vatandaş gitti sandıkta oy verdi ve onlar belediye başkanı oldular. Bunları siz görevden alamazsınız dedik. Zorla istifa ettiremezsiniz dedik. Çünkü bu sandığa darbe, halkın iradesine darbedir dedik. A partisi için, B partisi için değil ama ben insan olduğu için, demokrasiyi savunduğum için, hukukun üstünlüğünü savunduğum için ve ilkeleri olan bir parti geleneğinden geldiğimiz için itiraz etmek zorundayız. Biz ilkeleri olan bir partiyiz, biz hukukun üstünlüğünü savunan bir partiyiz. Zorla, baskıyla insanları istifa ettirmek, verilen yetkileri hukuka aykırı olarak kullanmak, yasalara aykırı olarak kullanmak, insanları tehdit etmek, insanlara seni hapse attıracağım, seni tutuklatacağım savcılar harekete geçti diye söylemler içinde bulunmak asla ve asla sağlıklı işleyen bir demokraside söz konusu olmaz. Demokrasinin kuralları vardır ve bu kurallar evrensel kurallardır. Ve kuralların temelinde insan hakları vardır. İnsan hakkı ne demektir? İnsanlığından kaynaklanan, insan olmaktan kaynaklanan evrensel kuralları içeren haklardır. Ben hastalandığım zaman suçlu olup olmadığıma bakmaksızın benim sağlık sorunumun çözülmesi gerekir. Sosyal devletin çözmesi gerekir, budur. Ben vatandaşın gözünde suçlu olabilirim ama benim tarafsız bir mahkeme tarafından yargılanmam gerekir. Benim avukatımın olması lazım ki ben kendimi savunabileyim. Eğer ben kendimi savunamıyorsam, benim avukatım yoksa, bakın AB’ye üye olduktan sonra bir kişi yakalanıp sanık konumunda ise ve avukat tutacak parası yoksa devlet ona avukat tutmak zorundadır, niçin? Onun da savunmaya hakkı vardır diye. İnsan olmak budur, insan hakları budur. İşkence olmaz, tutuklama olmaz. Yani ben istediğimi tutuklarım, istediğimi alırım, istediğimi hapse atarım. Üç kişi yürüdü coplarla dağıtırım, biber gazıyla dağıtırım. Demokrasi nerede? Peki vatandaş derdini nasıl anlatacak. Benim bir sıkıntım var diyecek, nasıl anlatacak bunu? Öbür türlü demokrasinin olmadığı yerde şiddet olur, demokrasinin olmadığı yerde baskı olur, demokrasinin olmadığı yerde totaliter rejimler olur. Bir kişi her şeye egemen olmak ister; ben her şeyi bilirim, ben her şeyi yaparım, benim sözümden kimse çıkmaz, ben istediğim zaman istediğim şekilde hakim karar verir, ben istediğim zaman savcıları harekete geçiririm savcılar dava açar, ben istediğimi tutuklatırım, istediğime istediğim kadar ceza veririm... Demokrasilerde böyle bir kural yoktur. Demokrasi hepimiz için teneffüs ettiğimiz hava gibidir. Havayı teneffüs ederiz ama görmeyiz. Ne zaman hissederiz? Nefessiz kaldığımız zaman havanın değerini biliriz. Demokrasiyi ne zaman hissederiz? Baskı arttığı zaman demokrasi talebi bizim gözümüzün önüne gelir, gönlümüze gelir, düşüncelerimize gelir, neden? Neden ben baskı görüyorum, yanlış mı söylüyorum diyecek vatandaş. Hak istiyorum diyor, hakkımı istiyorum diyor. Hak isteyen kişiye şiddet uygulanmaz. Ama hak istemek bizatihi şiddet anlamına gelmez. İnsanlar haklarını ararlar ama şiddete başvurmaksızın ararlar. Biz bu yolu denedik.
Bakın YSK’da 7 hakim bir oldular, sarayın talebi ve beklentisi çerçevesinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerini iptal ettiler. Ben onlara YSK’daki 7 çete diye söz ettim. Çete dediğim için beni mahkemeye verdiler tazminat davası istiyorlar. Ben hala çete demeye devam ediyorum, hiç ama hiç umurumda değil. Niçin çete dediğimi de söyleyeyim sizlere. Niçin? Yasadışı bir iş yapıyorsanız ve birden fazla bir kişi bir araya gelip yasadışı bir iş yapıyorsa onlara bizim hukukumuzda çete denir. Yaptıkları yasadışı mıydı? Evet yasadışıydı. Aynı zarftan çıkan 4 tane oy pusulasını alacaksınız 3’ünü doğru kabul edip, birine efendim bunda sahtekarlık olmuştur. Yapan dördünde de yapar, niye birinde yapsın? Aynı zarfın içinde. O nedenle ben onlara çete dedim, demeye de devam ediyorum. Ama söylediğim zaman ne oldu? İptal ettiler. Tartıştık kendi aramızda. Bazı arkadaşlarımız dediler ki, seçimi boykot edelim, bazı arkadaşlarımız dediler ki yürüyüşler yapalım. Dedim hayır; ne yürüyeceğiz, ne boykot yapacağız ve biz bu seçimi halkın ferasetine güvenerek mutlaka alacağız ve aldık.
Demokrasiden söz ettik, demokrasi güzel bir şey, hukukun üstünlüğü güzel bir şey. Bizi bir arada tutan güç demokrasidir. Bir de şundan söz edeyim kısaca. Siyaset Türkiye’de çok gerildi ve siyaset ekseninden kaydı, demokrasi ekseninden kaydı. Siyaseti etnik kimlik üzerinden, siyaseti yaşam tarzı üzerinden ve siyaseti inançlar üzerinden yaparak toplumu ayrıştırmaya çalışan kesimler var. Bu tuzağa hiç kimse düşmesin. Herkesin inancı kendisine aittir. Allah’la kulun arasına kimsenin girmeye ne hakkı vardır ne de yetkisi vardır. Hiç kimse kendi kimliğinden ötürü yargılanmamalı, herkesin kimliği kendi onurudur ve şerefidir. Herkesin yaşam tarzı kendi onurudur ve şerefidir. Peki siyasetin görevi nedir? Çocuğumuz işsiz, iş bulacağız. Türkiye neden üretim zincirinden koparıldı? Bu güzel ülkede nohudu, mercimeği, eti, sütü her şeyi dışarıdan alıyoruz, neden? Siyasetin bu konularla ilgilenmesi lazım. Yoksa toplumu ayrıştıran, kutuplaştıran bir dil kullanarak siyaseti sürdüremezsiniz. Böyle bir yetki yoktur ama böyle bir yetki kullanılıyor. O nedenle sizlerin, toplumun aydın kesimleri, okumuş yazmış kesimleri, hayatı sorgulayan kesimleri olarak sizlerin hep birlikte ortak hareket etmeniz lazım. Demokrasiden yana tavır takınmanız lazım, güzellikten yana tavır takınmanız lazım. Bunun kolay olmadığını biliyorum. Türkiye’de siyasetin çok zor olduğunu da biliyorum. Ama ne kadar zorluk olursa olsun size sadece şu güvenceyi veriyorum. Düşündüklerimi hayata geçirmek için ben ve arkadaşlarım önümüze konan bütün barajları aşmaya kararlıyız, aşacağız. Ve bunu yapacağız, yapmak zorundayız. Niçin? Bizim görevimiz bu, yapmazsak olmaz.
Bakınız Gazi Mustafa Kemal Atatürk cumhuriyeti kurduğunda şöyle der, “Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir”. Yani cumhuriyette hiç kimse kendisini kimsesiz hissetmesin der. 1921 yılında cumhuriyetten önce Çocuk Esirgeme Kurumunu kurar, niçin? Erkekler savaş meydanlarında gitmiştir, şehit olmuştur. Peki o çocuklara kim bakacak? Devlet koruması altına almıştır o çocukları. 1925 yılında Kayseri’de uçak fabrikasının temeli atılmıştır, 1940’lı yıllarda Türkiye Cumhuriyeti devleti uçak ihraç eden bir ülkedir, kendi denizaltısını yapan bir ülkedir. Nasıl oldu da Türkiye bütün bu üretim zincirlerinden koptu, neden ve hangi gerekçeyle batının egemen güçleri 82 milyonluk Türkiye’yi biz doyuracağız diye kendi aralarında konuşuyorlar. Biz kendi karnımızı doyuramıyor muyuz, biz üretemiyor muyuz? Bizim üniversitelerimiz bilgi üretme konusunda İran üniversitelerinin gerisine düştü. Neden geriye düştü? Bir ülkeyi geri bıraktırmak istiyorsanız yapacağınız sadece tek bir şey vardır, eğitim sistemini bozmak. Eğitim sistemini bozduğunuz andan itibaren o ülkeyi geri bıraktırırsınız, o ülkede bağımsız düşünme olmaz artık, o ülkede özgür düşünce olmaz artık. Oysa üniversiteler her türlü düşüncenin özgürce tartışıldığı mekanlardır. Kişinin düşüncesini beğenmeyebilirsiniz ama saygı göstermek zorundasınız. Farklı düşündü diye üniversite hocasını üniversiteden atarsanız bu yanlıştır. Kimin ekmeğine sürüyorsunuz balı, kaymağı? Batılı egemen güçlerin. Çünkü onlar bir süre sonra Türkiye’den ayrılıp Almanya’ya gidiyor, Amerika’ya gidiyor, Fransa’ya gidiyor, Japonya’ya gidiyor, Güney Kore’ye gidiyor. Maliyeti biz çektik, parayı biz ödedik, çocuğu biz okuttuk, ama hizmeti oraya verecek neden? Hepimizin düşünmeye ihtiyacı var.
Kısa bir konuşma yapacaktım aslında ama demokrasi deyince bugün Demokrasi Parkını açınca aklıma bunlar geldi ve ben bunları sizlerle paylaşmak zorundaydım.
Haksız, hukuksuz bir şekilde hangi partiden olursa olsun belediye başkanlarının açığa alınmasını asla doğru bulmuyorum. Vatandaşın iradesine her zaman saygı gösterdim her zaman, her ortamda saygı gösterdim. Ve bizler bu güzel ülkede birlikte yaşayacağız, huzur içinde yaşayacağız, bütün zorlukları birlikte aşacağız. İstanbul’da aştık, göreceksiniz tepede de aşacağız, her yerde aşacağız. Aşmak zorundayız, ülkemize sahip çıkacağız, evlatlarımıza sahip çıkacağız, geçmişte bu ülke için hayatını feda eden şehitlerimiz, gazilerimiz var onlar için mücadele edeceğiz. Onlar bize bir Türkiye bıraktılar, biz evlatlarımıza daha güzel bir Türkiye bırakmak zorundayız. Ve bunun mücadelesini elbirliğiyle yapacağız. Nazım güzel bir şey söylemiş, Belediye Başkanımız da söyledi. “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine”. Biz bunu yapmak zorundayız.
Hepinize en içten selamlar, saygılar sunuyorum, sağ olun, var olun diyorum. Aranızdan erken ayrılacağım, çünkü kitap fuarına gideceğim.
Teşekkür ediyorum.